TAŞINMAZIN PAYININ DAVACI ADINA TESCİL İSTEMİ TESPİT İSTEĞİNİ DE KAPSAMAKTADIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/23-2539
KARAR NO : 2018/1149
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy (Kapatılan) 12. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 24/06/2014
NUMARASI : 2014/163 - 2014/195
DAVACI : İ.A. vekilleri Av. B.D., Av. M.D.
DAVALILAR : 1- Y.K. vekili Av. E.M.
2- S.S D. ve A. Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi
Taraflar arasındaki "kooperatif ortaklığının iptali ile tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 09.09.2011 gün ve 2009/313 E., 2011/457 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 17.04.2012 gün ve 2012/91 E., 2012/2907 K. sayılı kararı ile:
"... Davacı vekili, müvekkilini davalı kooperatifteki ortaklık payının ve paya bağlanan 7.5 ada parsel sayılı taşınmazın yarısını davalı Yalçın'a devrettiğini, davalı kooperatifçe kooperatif payının bölünemeyeceği ve taşınmazın büyüklüğüne imar mevzuatına göre ikiye bölünmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle devrin kabul edilmediğini, bunun üzerine müvekkili ile davalı Yalçın arasında düzenlenen sözleşmeyle taşınmaz ve payın yarısının davacıya ait olması koşuluyla kooperatif kayıtlarında davalının payın sahibi olarak görünmesi için işlem yapıldığını, müvekkilinin payın yarısının sahibi olduğunun kooperatif kayıtlarına şerh düşüldüğünü, davalının pay devir sözleşmesi uyarınca yüklenen yükümlülükleri yerine getirmediğini, taraflar arasındaki işlemdeki amacın payın yarısının devri olduğunu, bu şekildeki bir devrin mümkün olmaması nedeniyle payın tamamının devredilmiş gibi gösterildiğinden taraflar arasındaki gerçek işlemin mutlak butlanla batıl, görünürdeki işlemin de muvazaa nedeniyle geçersiz olduğunu ileri sürerek, kooperatif payı ile taşınmazın davalı adına olan kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Yalçın K. vekili, davacının kendi payı üzerinde inşaat yapılmamasının müvekkilinin kusurundan kaynaklanmadığını, müvekkilinin gerekli girişimleri yapmasına rağmen ilgili kurumlarca inşaata izin verilmediğini, davacının sözleşmenin ifası için İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkeme'sinde açtığı davanın derdest olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı Kooperatif, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, iddia, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davacı ile davalı arasında kooperatif payının ½ sinin devri için anlaşma yapıldığı, kooperatifçe payın bölünemeyeceği belirtilerek payın ½ sinin tesciline karar verilmediğinden davacı ile davalı arasında düzenlenen sözleşmeyle payın ve paya bağlı taşınmazın yarısının devredene ait olmasının kararlaştırıldığı, ancak payın tamamının davalıya devredildiği, bu haliyle taraflar arasında inançlı işlem bulunduğu, tarafların inançlı işleme aykırı davranmadığı, davalının inançlı işlemle kazandığı ortaklığın geçerli olduğu, davacının sözleşmeye aykırılık nedeniyle istemde bulunmadığı, sözleşmenin ifası ve sözleşmeden kaynaklanan haklar için davacının ayrı bir dava açtığı ve davanın derdest olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- Dava, davacının, davalıya yaptığı pay devrinin muvazaa nedeniyle iptali ile pay ve paya bağlı taşınmazın davacı adına tescili istemine ilişkindir. Yukarıdaki özetten anlaşılacağı üzere, davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında ½ pay ve paya bağlı taşınmazın devri konusunda anlaşma sağlandığı, ½ pay devrinin 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19. maddesine aykırı olması, taşınmazın devredilen kısmının imar planında belirlenen asgari miktarın altında olması nedeniyle devrin gerçekleşmediğini, tarafların gerçek amacının bu olmasına rağmen kooperatif kayıtlarında payın tamamının davalıya ait olduğuna ilişkin kayıt yaptırılarak davacının taşınmaz ve payın ½ si üzerinde hak sahibi olduğunun kayıtlara işlendiğini, görünürdeki işlemin muvazaa, gerçekte amaçlanan işlemin ise, yasaca yasaklanması nedeniyle batıl olduğu iddiasıyla taşınmaz ve payın davacı adına tescili istenmiştir. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19/1. maddesi hükmüne göre, kooperatif ortaklığı, en az bir payı içerir. Mirasçılar arasındaki duruma ilişkin istisna hükmü dışında ortaklık payının bölünemeyeceğine dair kanunun bu hükmü karşısında, birden fazla kişinin aynı pay için ortak olması veya bir payın yarısının başka birisine devri mümkün değildir.
Dava konusu taşınmaz, ferdi mülkiyete geçilmediğinden kooperatif adına kayıtlıdır. Davalı ve davacı arasındaki sözleşme uyarınca, pay ve paya bağlı taşınmazın belirlenen miktarının davacıya ait olduğu konusunda taraflar anlaşmıştır. Davacı kural olarak, ancak taşınmazın davalı adına tapuda tescilinden sonra bu sözleşmeye dayanarak dava açabilir. Taşınmaz henüz kooperatif adına tescilli iken, kooperatif ortaklığının yarı payının devrine olanak sağlayacak şekilde ½ pay ve taşınmaz için dava açılamayacağı gibi, taraflar arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğundan da söz edilemez. Çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince davacının tapu iptali istemi içinde tespit istemi de bulunmaktadır. Bu nedenle, mahkemece, davacının paya bağlı taşınmazın ½ si üzerinde hak sahibi olduğu düşünülerek tespit kararı verilmesi gerekirken davanın tamamen reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; davalının kooperatif ortaklığının iptali ile davacının kooperatif ortağı olarak kaydedilmesi ve kooperatif ortaklığına tahsis edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalı kooperatifin ortağı iken ortaklık hakkının yarısını davalı Yalçın K.’na sattığını, devrin kooperatif kayıtlarına işlenmesine ilişkin başvurularının kooperatif tarafından payın bölünemeyeceği gerekçesi ile reddedilmesi üzerine yaptıkları sözleşme ile kooperatif ortaklık payının ve paya özgülenen taşınmazın ½’sinin davacıya ait olduğu hususunun kendi aralarında geçerli olmasını kararlaştırdıklarını, davacının ortaklık hakkının tamamını davalı Yalçın’a devretmek suretiyle kendi üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesine karşın davalı Yalçın’ın yükümlüklerini yerine getirmediğini, taraflar arasındaki gerçek işlemin payın yarısının devri olduğu hâlde payın tamamının devredilmiş gibi gösterilmesi nedeniyle görünürdeki bu işlemin kesin hükümsüz olduğunu ileri sürerek davalı Yalçın’ın kooperatif ortaklığının iptali ile bu ortaklık hakkının ve yine ortaklık hakkının özgülendiği 7.5 ada 5 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacının aslında 24.11.1998 tarihinde imzalanan ve kooperatif kayıtlarına geçen kooperatif yönetim kurulu kararının iptaline ilişkin olup, usul ve yasaya uygun olarak alınan kararın iptalinin yasada öngörülen sürede istenilmediğini, davacının ancak ferdileşme sonrası davacı aleyhine tapu iptali ve tescil davası açarak talepte bulunabileceğinden müvekkilinin bu davada taraf sıfatı bulunmadığını, ayrıca davacının İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/2.4 Esasına kayıtlı davayı açtığı ve hâlen derdest olan davanın sonucunun beklenilmesi gerektiğini, davacının esasa ilişkin iddialarının yerinde olmadığını, kendi hissesi üzerinde inşaat yapamamasının tamamen yasal düzenlemelerden kaynaklandığını, müvekkilinin herhangi bir engellemesinin bulunmadığını, davacının bu davadan önce yine Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, davacının iddia ettiği gibi muvazaalı işlem yapmadıklarını, ayrıca yapmış olsalar bile kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağını, yine muvazaalı işlemlere karşı dava açmak için bir yıllık hak düşürücü süre olduğunu ve davanın süresinde açılmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece taraflar arasında inançlı işlem olduğu ve inançlı işleme göre yapılan kazandırmanın geçerliliğini koruduğu, ortaklığın davalı adına olmasının inançlı işleme aykırılık oluşturmadığı çünkü taraflar arasındaki inançlı işlem nedeniyle kooperatif ortaklığının davalıya devredildiği, özellikle dava konusunun kooperatif ortaklığına konu taşınmazın tesciline ilişkin olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece davacının dava dilekçesindeki talebinin davalı Yalçın K. adına olan ortaklık kaydının iptali ile dava konusu taşınmazın davacı adına tesciline ilişkin olduğu, yargılama sırasında talebin ıslahla değiştirilmesi ve genişletilmesinin söz konusu olmadığı, bu nedenle taleple bağlı olarak (HMK m. 26) karar verildiğini, bozma kararında yer alan “çoğun içinde azı da vardır” ilkesi uyarınca tespit kararı verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, davacının talebinin çok açık olarak tescile ilişkin olması nedeniyle tapu iptali ve tescil talebi içinde tespit talebi bulunduğunu kabul etmenin, taleple bağlılık ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine karar Hukuk Genel Kurulunca usulüne uygun direnme hükmü kurulmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş; direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: kooperatif ortaklığının iptali ve buna bağlı olarak tapu iptali ve tescil istemli davada; çoğun içinde az da vardır kuralı gereği tespit kararı verilmesinin taleple bağlılık kuralına aykırılık oluşturup oluşturmayacağı; burada varılacak sonuca göre tespit kararı verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun her iki davalı bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
I- Davacı vekilinin kooperatif aleyhine açmış olduğu davaya ilişkin temyiz itirazları bakımından;
Hemen belirtmek gerekir ki 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19’uncu maddesinin birinci fıkrasında, “Kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Ana sözleşme, en yüksek had tespit ederek bir ortak tarafından bu had dâhilinde birden fazla pay alınmasına cevaz verebilir.” düzenlemesini içermektedir. Bu madde hükmüne göre kooperatife giren her şahsın en az bir ortaklık payına sahip olması gerekir. Dolayısıyla da bir pay ve bu paya bağlı haklar için kooperatife yalnızca bir ortak alınabilir.
Ancak Kooperatifler Kanunu’nda ve Kooperatif Anasözleşmesinde bir pay için birden fazla kişinin ortak olması hâlinde bu kişilerle kooperatif arasındaki ilişkinin nasıl yürütüleceği konusunda açık hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda, 1163 sayılı Kanunun 98’inci maddesi atfıyla 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun (TTK) anonim şirketlere ilişkin 432’nci maddesinin birinci fıkrasının uygulanması gerekmektedir. TTK’nun 432’inci maddesinin birinci fıkrası “Bir pay, birden çok kişinin ortak mülkiyetindeyse, bunlar içlerinden birini veya üçüncü bir kişiyi, genel kurulda paydan doğan haklarını kullanması için temsilci olarak atayabilirler.” şeklinde düzenleme içermektedir. Buna göre ortaklık payı kooperatife karşı bölünemeyeceğinden, bir paya birden fazla kişi ortak olmuş ise bunlar kooperatife karşı haklarını ortak bir temsilci aracılığıyla kullanabileceklerdir. Ortak bir temsilci tayin etmedikleri takdirde kooperatifçe bunlardan birine yapılacak bildirim hepsi için geçerli olacaktır.
Somut olayda, davacı ile davalı Yalçın diğer davalı kooperatifteki bir paya birlikte ortak iseler de kooperatife karşı haklarını yalnız müşterek bir mümessil vasıtasıyla kullanabileceklerinden ve kooperatifteki ortaklık payının bölünememesi nedeniyle davacı ile davalı Yalçın arasındaki ortaklığın yarı yarıya olduğu hususunun kooperatife karşı ileri sürmeleri mümkün değildir. Hâl böyle olunca kooperatif hakkında açılan davanın reddine ilişkin direnme kararı yerindedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, her ne kadar Kooperatifler Kanunun 19’uncu maddesi uyarınca payın bölünmesi ve bunun kooperatife karşı ileri sürülmesi mümkün değil ise de, kooperatif kayıtlarında dava konusu payın ve özgülendiği taşınmazın 1/2’sinin davacıya ait olduğuna ilişkin belgelerin yer alması nedeniyle bu hususun kooperatif tarafından bilindiğinin, dolayısıyla verilecek tespit hükmünün davalı kooperatifi bağlayacağının kabul edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle yerel mahkeme kararının bozulmasının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle kabul edilmemiştir.
II- Davacı vekilinin davalı Yalçın K. hakkında açmış olduğu davanın reddine yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Medeni yargılama hukukunun temel amacı tarafların maddi hukuktan kaynaklanan sübjektif haklarını korumaktır. Konusunu da bu sübjektif hakların tanınması, bunların ihlali veya ihlal tehlikesi durumunda korunması oluşturur. Dolayısıyla hakkı ihlal edilen kişilerin başvurusuyla kişi ile Devlet arasında bir yargılama ilişkisi kurulmuş olur. Kişinin talebine göre bu ilişki dava ilişkisi, çekişmesiz yargı ilişkisi ya da geçici hukuki koruma ilişkisi niteliğinde olabilir. Medeni yargılama hukuku temelde bu ilişkiler üzerine kurulurken birtakım ilkeler de ortaya çıkmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 24 ilâ 33’üncü maddeleri arasında yargılamaya hâkim olan ilkeler düzenlemiştir. Bu ilkelerden bir kısmına 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda da yer verilmiştir.
Medeni hukuk yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri de taleple bağlılık ilkesidir. Bu ilke HMK’nın 26’ncı maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur.
Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ilk anlam; tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur.
Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir (HMK m.26). Taleple bağlılık ilkesine yüklenen bu anlam aynı zamanda 24’üncü maddede ifade edilen “tasarruf ilkesi” ve 25’inci maddesinde yer alan “taraflarca getirilme ilkesi” ile de bağlantılıdır.
Nihayet taleple bağlılık ilkesinin bir diğer anlamı ise hâkimin talep edilenin dışında, farklı bir şeye karar verememesidir. Talep edilenden farklı bir şeye karar verememe, dilekçenin talep sonucu kısmı ile verilen hükmün sonuç kısmının karşılaştırılması suretiyle tespit edilir.
Bununla birlikte taleple bağlı olma, yargılama sonucunda davacının talep ettiği haktan daha azına sahip olduğunun belirlenmesi durumunda uygulanmaz (HMK m. 26). Talepten azına karar verme “çoğun içinde az da vardır” esasına dayanmaktadır. Bu kural ise davacının talep sonucu ile aynı nitelikte olan daha azına karar vermeyi ifade etmektedir. Nitekim dava açıldığında davacının talebi maddi hukukta karşılığa sahip olduğu oranda mahkemeden hukuki koruma sağlanmasıdır. Bir başka ifade ile davacının talebi, beklentisi tam olarak karşılanamadığı hâlde “ya istediğimin hepsine karar ver ya da hepsine karar veremeyeceksen hiçbir şeye karar verme” anlamını taşımayacaktır. Zira davacının arzusu, maddi hukukta ihlal edildiğine inandığı hakkının dava açılmakla korunması veya yeniden tesisidir.
Somut olay tüm bu açıklamalar kapsamında ele alındığında, dosya içindeki belgelerden taşınmazın ½ payının davacıya ait olduğu belirlenmiş ise de kooperatifin ferdi mülkiyete geçmemesi nedeniyle dava konusu taşınmazın ½ payının davacı adına tesciline karar verilmesi mümkün değildir ve kural olarak taşınmaz Yalçın K. adına tescil edilmeden tapu iptali ve tescil talep edilemeyecektir.
Ne var ki, çoğun içinde azı da vardır kuralı gereğince dava konusu taşınmazın ½ payının davacı adına tescil isteminin, tespit isteğini de kapsadığı kabul edilmelidir. Zira her eda davası aynı konudaki tespit talebini de içeren daha geniş kapsamlı davadır. Davacının hakkının varlığı belirlenmiş olmasına rağmen eda hükmü kurulamayan hâllerde verilecek tespit kararı ile taraflar arasındaki hukuki belirsizlik giderilecek ve hukuki barış sağlanacaktır. O hâlde mahkemece tespit kararı verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Nitekim 07.07.1965 gün ve 1965/5 E., 1965/5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ve Hukuk Genel Kurulunun 31.01.2004 gün ve. 2004/7-411E., 2004/477 K. sayılı kararlarında tespit talebinin eda davasının öncüsü olduğu ve her eda davasının bir tespit talebini de taşıdığı kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, ortaklığa özgülenmiş taşınmazın ½ payı üzerinde davacının hak sahibi olduğuna dair tespit kararı verilmesinin Kooperatifler Kanunu’nun 19’uncu maddesindeki düzenlemeye aykırılık oluşturduğu ve taraflar arasındaki uyuşmazlığın pay miktarı belirlenmesi değil kooperatif ortaklığının iptali ile ortaklığa özgülenen taşınmazın davacı adına tesciline ilişkin olması nedeniyle talep konusu olmamasına rağmen çoğun içinde azı vardır kuralı gereği tespit hükmü kurulmasının mümkün olmadığı gibi olayda tespit davası açma koşulları bulunmadığı belirtilmek suretiyle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
O hâlde, bu yöne ilişkin direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : 1) Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA,
2) Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararının 2. bendinde gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 30.05.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19. maddesi gereğince, kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Yani, kooperatife giren her şahsın en az bir ortaklık payı olması gerekir.
Özel dairenin, bozma kararında “mahkemece, davacının paya bağlı taşınmazın ½’si üzerinde hak sahibi olduğu düşünülerek tespit kararı vermesi gerekirken davanın tamamen reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” şeklindeki bozması yukarıda yazılı kanun maddesine aykırı bir yön gösterme niteliğinde olmuştur.
Ayrıca somut olayda tespit davası açma koşulları da bulunmamaktadır.
Bu itibarla yerel mahkemenin direnme kararının yerinde olduğunu ve onanması gerektiği görüşünde olduğumdan saygıdeğer çoğunluğun bozma kararına muhalifim.
Mehmet Bülent SELÇUK
19. Hukuk Dairesi Başkanı
KARŞI OY YAZISI
Dava; davalının kooperatif üyeliğinin iptali ile davacının kooperatif üyesi olarak kaydedilmesi ve kooperatif üyeliğine tahsis edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; dava dilekçesinde özetle: müvekkilinin davalı kooperatifin 48 numaralı üyeliğine isabet eden Küçükçekmece 7.5 ada, 5 parsel sayılı taşınmazın maliki iken üyelik hakkının yarısını İstanbul 7. Noterliğinin 24/11/1998 tarih ve 3.7.6 yevmiye no'lu devir sözleşmesi ile 32.000 TL bedelle davalı Yalçın K.'na sattığını, devir olayının kooperatif kayıtlarına işlenmesi için yapılan başvurunun 22/12/1998 tarihinde kooperatif payının bölünemeyeceği gerekçesi ile reddedildiğini, daha sonra kendi aralarında 17/03/1999 tarihinde sözleşmeyi imzalayarak devir hakkının yarısının kendi aralarında geçerli olmasına karar vererek, kooperatif üyeliğinin yasa gereği devredilmiş gibi üyelik devir işlemi yapılmasına karar verdiklerini, bu anlaşma gereğince de 17/03/1999 tarihinde üyelik hakkının devrine müvekkilinin muvafakat ettiğini, kooperatifin 29/04/999 tarihli kararı ile devrin tescil edildiğini ve davacının yarı payının da şerh verildiğini, daha sonrasında müvekkilinin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesine karşın davalı tarafın kendi payı üzerine inşaat yaptığını, müvekkilinin ise kendi payının üzerine inşaat yapamadığını, müvekkilinin 1.500.000 USD değerindeki taşınmaz ve kooperatif üyelik hakkından mahrum olduğunu, noter kanalı ile ihtar çektiklerini, bir sonuç alamadıklarını, Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/1.8 esas sayılı dosyasında sözleşmenin ifasının talep edildiğini, ancak davanın reddedildiğini, tarafların asıl amacının davacının maliki bulunduğu taşınmazın ½ payın devri ile her iki tarafın kendi payına düşen kısım üzerinde bina yapmaları olduğunu, davalı kooperatif hissesinde Yalçın K. adına olan kaydın iptali ile müvekkili adına tescili gerektiğini belirterek, davalı adına olan kooperatif üyeliğinin iptaline ve bu üyelik hakkının davacı adına tesciline, yine üyelik hakkının özgülendiği 7.5 ada 5 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevabında özetle: Davacının İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/2.4 esas sayılı davayı açtığını ve davanın halen derdest olduğundan beklenilmesi gerektiğini, davacının esasa ilişkin iddialarının yerinde olmadığını, davacının kendi hissesi üzerinde inşaat yapamamasının tamamen yasal düzenlemelerden kaynaklandığını, müvekkilinin herhangi bir engellemesinin bulunmadığını, davacının bu davadan önce yine Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığını ve 2006/1.8 esasında görülen davanın reddine karar verildiğini, davacının iddia ettiği gibi muvazaa bulunmadığını, ayrıca böyle bir husus olsa bile bir kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
1.4. Uyuşmazlık: Kooperatif üyeliğinin iptali ile tapunun iptali ve tescil istemli davada çoğun içinde az da vardır kuralı gereği tespit kararı verilmesinin taleple bağlılık kuralına aykırılık oluşturup oluşturmayacağı; buradan varılacak sonuca göre tespit kararı verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
İlgili Yasal Mevzuat
Hukuk Muhakemeleri Kanunu 24/1-2-3. maddesi: Tasarruf ilkesi
(1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.
(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu 26. maddesi: Taleple Bağlılık İlkesi
(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.
(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.
1163 sayılı Kooperatif Kanunu md. 19/1:
Ortaklık Payları, Şahsi Alacaklar
MADDE 19- Kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Anasözleşme, en yüksek had tespit ederek bir ortak tarafından bu had dahilinde birden fazla pay alınmasına cevaz verebilir.
Yukarıda sıralanan konu ile ilgili yasal düzenlemeler dikkate alındığında;
Taraflar arasında bir adet kooperatif üyeliğinin ½'sinin davacıya, ½'sinin de davalılardan Yalçın K.'na ait olduğu hususunda uyuşmazlık yoktur. Keza aynı şekilde özel dairenin bozma kararında da "pay ve paya bağlı taşınmazın belirlenen miktarının davacıya ait olduğu konusunda taraflar anlaşmıştır" denilmek suretiyle bu durum yüksek özel dairenin de kabulündedir.
Şu durumda yukarıda irdelenen yasa maddeleri ve Yüksek Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ile kooperatif üyeliğinin en az bir pay olabileceği, kooperatif ortaklık payının bölünemeyeceği, bu iddianın kooperatife karşı ileri sürülemeyeceği tartışmasızdır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık gerek davacı ve gerek davalı hisse miktarının belirlenmesi hususunda olmayıp üyeliğinin iptali ve tescil istemi hakkındadır. Öyleyse uyuşmazlığa konu olmayan hisse miktarı hakkında talep olmamasına rağmen, çoğun içinde azı da vardır denilerek tespit hükmü kurulmasında hukuki yarar yoktur. Zira; bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez. Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlı olup, davada hukuki yararın bulunup bulunmadığını gözetmek zorundadır.
Sonuç olarak yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olup, onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun değişik gerekçe ile bozma yönünde oluşan kararına katılamıyorum.
Mehmet EROL
4. Hukuk Dairesi Üyesi
TAŞINMAZIN PAYININ DAVACI ADINA TESCİL İSTEMİ TESPİT İSTEĞİNİ DE KAPSAMAKTADIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/23-2539
KARAR NO : 2018/1149
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy (Kapatılan) 12. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 24/06/2014
NUMARASI : 2014/163 - 2014/195
DAVACI : İ.A. vekilleri Av. B.D., Av. M.D.
DAVALILAR : 1- Y.K. vekili Av. E.M.
2- S.S D. ve A. Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi
Taraflar arasındaki "kooperatif ortaklığının iptali ile tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 09.09.2011 gün ve 2009/313 E., 2011/457 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 17.04.2012 gün ve 2012/91 E., 2012/2907 K. sayılı kararı ile:
"... Davacı vekili, müvekkilini davalı kooperatifteki ortaklık payının ve paya bağlanan 7.5 ada parsel sayılı taşınmazın yarısını davalı Yalçın'a devrettiğini, davalı kooperatifçe kooperatif payının bölünemeyeceği ve taşınmazın büyüklüğüne imar mevzuatına göre ikiye bölünmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle devrin kabul edilmediğini, bunun üzerine müvekkili ile davalı Yalçın arasında düzenlenen sözleşmeyle taşınmaz ve payın yarısının davacıya ait olması koşuluyla kooperatif kayıtlarında davalının payın sahibi olarak görünmesi için işlem yapıldığını, müvekkilinin payın yarısının sahibi olduğunun kooperatif kayıtlarına şerh düşüldüğünü, davalının pay devir sözleşmesi uyarınca yüklenen yükümlülükleri yerine getirmediğini, taraflar arasındaki işlemdeki amacın payın yarısının devri olduğunu, bu şekildeki bir devrin mümkün olmaması nedeniyle payın tamamının devredilmiş gibi gösterildiğinden taraflar arasındaki gerçek işlemin mutlak butlanla batıl, görünürdeki işlemin de muvazaa nedeniyle geçersiz olduğunu ileri sürerek, kooperatif payı ile taşınmazın davalı adına olan kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Yalçın K. vekili, davacının kendi payı üzerinde inşaat yapılmamasının müvekkilinin kusurundan kaynaklanmadığını, müvekkilinin gerekli girişimleri yapmasına rağmen ilgili kurumlarca inşaata izin verilmediğini, davacının sözleşmenin ifası için İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkeme'sinde açtığı davanın derdest olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı Kooperatif, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, iddia, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davacı ile davalı arasında kooperatif payının ½ sinin devri için anlaşma yapıldığı, kooperatifçe payın bölünemeyeceği belirtilerek payın ½ sinin tesciline karar verilmediğinden davacı ile davalı arasında düzenlenen sözleşmeyle payın ve paya bağlı taşınmazın yarısının devredene ait olmasının kararlaştırıldığı, ancak payın tamamının davalıya devredildiği, bu haliyle taraflar arasında inançlı işlem bulunduğu, tarafların inançlı işleme aykırı davranmadığı, davalının inançlı işlemle kazandığı ortaklığın geçerli olduğu, davacının sözleşmeye aykırılık nedeniyle istemde bulunmadığı, sözleşmenin ifası ve sözleşmeden kaynaklanan haklar için davacının ayrı bir dava açtığı ve davanın derdest olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- Dava, davacının, davalıya yaptığı pay devrinin muvazaa nedeniyle iptali ile pay ve paya bağlı taşınmazın davacı adına tescili istemine ilişkindir. Yukarıdaki özetten anlaşılacağı üzere, davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında ½ pay ve paya bağlı taşınmazın devri konusunda anlaşma sağlandığı, ½ pay devrinin 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19. maddesine aykırı olması, taşınmazın devredilen kısmının imar planında belirlenen asgari miktarın altında olması nedeniyle devrin gerçekleşmediğini, tarafların gerçek amacının bu olmasına rağmen kooperatif kayıtlarında payın tamamının davalıya ait olduğuna ilişkin kayıt yaptırılarak davacının taşınmaz ve payın ½ si üzerinde hak sahibi olduğunun kayıtlara işlendiğini, görünürdeki işlemin muvazaa, gerçekte amaçlanan işlemin ise, yasaca yasaklanması nedeniyle batıl olduğu iddiasıyla taşınmaz ve payın davacı adına tescili istenmiştir. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19/1. maddesi hükmüne göre, kooperatif ortaklığı, en az bir payı içerir. Mirasçılar arasındaki duruma ilişkin istisna hükmü dışında ortaklık payının bölünemeyeceğine dair kanunun bu hükmü karşısında, birden fazla kişinin aynı pay için ortak olması veya bir payın yarısının başka birisine devri mümkün değildir.
Dava konusu taşınmaz, ferdi mülkiyete geçilmediğinden kooperatif adına kayıtlıdır. Davalı ve davacı arasındaki sözleşme uyarınca, pay ve paya bağlı taşınmazın belirlenen miktarının davacıya ait olduğu konusunda taraflar anlaşmıştır. Davacı kural olarak, ancak taşınmazın davalı adına tapuda tescilinden sonra bu sözleşmeye dayanarak dava açabilir. Taşınmaz henüz kooperatif adına tescilli iken, kooperatif ortaklığının yarı payının devrine olanak sağlayacak şekilde ½ pay ve taşınmaz için dava açılamayacağı gibi, taraflar arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğundan da söz edilemez. Çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince davacının tapu iptali istemi içinde tespit istemi de bulunmaktadır. Bu nedenle, mahkemece, davacının paya bağlı taşınmazın ½ si üzerinde hak sahibi olduğu düşünülerek tespit kararı verilmesi gerekirken davanın tamamen reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; davalının kooperatif ortaklığının iptali ile davacının kooperatif ortağı olarak kaydedilmesi ve kooperatif ortaklığına tahsis edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalı kooperatifin ortağı iken ortaklık hakkının yarısını davalı Yalçın K.’na sattığını, devrin kooperatif kayıtlarına işlenmesine ilişkin başvurularının kooperatif tarafından payın bölünemeyeceği gerekçesi ile reddedilmesi üzerine yaptıkları sözleşme ile kooperatif ortaklık payının ve paya özgülenen taşınmazın ½’sinin davacıya ait olduğu hususunun kendi aralarında geçerli olmasını kararlaştırdıklarını, davacının ortaklık hakkının tamamını davalı Yalçın’a devretmek suretiyle kendi üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesine karşın davalı Yalçın’ın yükümlüklerini yerine getirmediğini, taraflar arasındaki gerçek işlemin payın yarısının devri olduğu hâlde payın tamamının devredilmiş gibi gösterilmesi nedeniyle görünürdeki bu işlemin kesin hükümsüz olduğunu ileri sürerek davalı Yalçın’ın kooperatif ortaklığının iptali ile bu ortaklık hakkının ve yine ortaklık hakkının özgülendiği 7.5 ada 5 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacının aslında 24.11.1998 tarihinde imzalanan ve kooperatif kayıtlarına geçen kooperatif yönetim kurulu kararının iptaline ilişkin olup, usul ve yasaya uygun olarak alınan kararın iptalinin yasada öngörülen sürede istenilmediğini, davacının ancak ferdileşme sonrası davacı aleyhine tapu iptali ve tescil davası açarak talepte bulunabileceğinden müvekkilinin bu davada taraf sıfatı bulunmadığını, ayrıca davacının İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/2.4 Esasına kayıtlı davayı açtığı ve hâlen derdest olan davanın sonucunun beklenilmesi gerektiğini, davacının esasa ilişkin iddialarının yerinde olmadığını, kendi hissesi üzerinde inşaat yapamamasının tamamen yasal düzenlemelerden kaynaklandığını, müvekkilinin herhangi bir engellemesinin bulunmadığını, davacının bu davadan önce yine Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, davacının iddia ettiği gibi muvazaalı işlem yapmadıklarını, ayrıca yapmış olsalar bile kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağını, yine muvazaalı işlemlere karşı dava açmak için bir yıllık hak düşürücü süre olduğunu ve davanın süresinde açılmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece taraflar arasında inançlı işlem olduğu ve inançlı işleme göre yapılan kazandırmanın geçerliliğini koruduğu, ortaklığın davalı adına olmasının inançlı işleme aykırılık oluşturmadığı çünkü taraflar arasındaki inançlı işlem nedeniyle kooperatif ortaklığının davalıya devredildiği, özellikle dava konusunun kooperatif ortaklığına konu taşınmazın tesciline ilişkin olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece davacının dava dilekçesindeki talebinin davalı Yalçın K. adına olan ortaklık kaydının iptali ile dava konusu taşınmazın davacı adına tesciline ilişkin olduğu, yargılama sırasında talebin ıslahla değiştirilmesi ve genişletilmesinin söz konusu olmadığı, bu nedenle taleple bağlı olarak (HMK m. 26) karar verildiğini, bozma kararında yer alan “çoğun içinde azı da vardır” ilkesi uyarınca tespit kararı verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, davacının talebinin çok açık olarak tescile ilişkin olması nedeniyle tapu iptali ve tescil talebi içinde tespit talebi bulunduğunu kabul etmenin, taleple bağlılık ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine karar Hukuk Genel Kurulunca usulüne uygun direnme hükmü kurulmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş; direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: kooperatif ortaklığının iptali ve buna bağlı olarak tapu iptali ve tescil istemli davada; çoğun içinde az da vardır kuralı gereği tespit kararı verilmesinin taleple bağlılık kuralına aykırılık oluşturup oluşturmayacağı; burada varılacak sonuca göre tespit kararı verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun her iki davalı bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
I- Davacı vekilinin kooperatif aleyhine açmış olduğu davaya ilişkin temyiz itirazları bakımından;
Hemen belirtmek gerekir ki 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19’uncu maddesinin birinci fıkrasında, “Kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Ana sözleşme, en yüksek had tespit ederek bir ortak tarafından bu had dâhilinde birden fazla pay alınmasına cevaz verebilir.” düzenlemesini içermektedir. Bu madde hükmüne göre kooperatife giren her şahsın en az bir ortaklık payına sahip olması gerekir. Dolayısıyla da bir pay ve bu paya bağlı haklar için kooperatife yalnızca bir ortak alınabilir.
Ancak Kooperatifler Kanunu’nda ve Kooperatif Anasözleşmesinde bir pay için birden fazla kişinin ortak olması hâlinde bu kişilerle kooperatif arasındaki ilişkinin nasıl yürütüleceği konusunda açık hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda, 1163 sayılı Kanunun 98’inci maddesi atfıyla 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun (TTK) anonim şirketlere ilişkin 432’nci maddesinin birinci fıkrasının uygulanması gerekmektedir. TTK’nun 432’inci maddesinin birinci fıkrası “Bir pay, birden çok kişinin ortak mülkiyetindeyse, bunlar içlerinden birini veya üçüncü bir kişiyi, genel kurulda paydan doğan haklarını kullanması için temsilci olarak atayabilirler.” şeklinde düzenleme içermektedir. Buna göre ortaklık payı kooperatife karşı bölünemeyeceğinden, bir paya birden fazla kişi ortak olmuş ise bunlar kooperatife karşı haklarını ortak bir temsilci aracılığıyla kullanabileceklerdir. Ortak bir temsilci tayin etmedikleri takdirde kooperatifçe bunlardan birine yapılacak bildirim hepsi için geçerli olacaktır.
Somut olayda, davacı ile davalı Yalçın diğer davalı kooperatifteki bir paya birlikte ortak iseler de kooperatife karşı haklarını yalnız müşterek bir mümessil vasıtasıyla kullanabileceklerinden ve kooperatifteki ortaklık payının bölünememesi nedeniyle davacı ile davalı Yalçın arasındaki ortaklığın yarı yarıya olduğu hususunun kooperatife karşı ileri sürmeleri mümkün değildir. Hâl böyle olunca kooperatif hakkında açılan davanın reddine ilişkin direnme kararı yerindedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, her ne kadar Kooperatifler Kanunun 19’uncu maddesi uyarınca payın bölünmesi ve bunun kooperatife karşı ileri sürülmesi mümkün değil ise de, kooperatif kayıtlarında dava konusu payın ve özgülendiği taşınmazın 1/2’sinin davacıya ait olduğuna ilişkin belgelerin yer alması nedeniyle bu hususun kooperatif tarafından bilindiğinin, dolayısıyla verilecek tespit hükmünün davalı kooperatifi bağlayacağının kabul edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle yerel mahkeme kararının bozulmasının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle kabul edilmemiştir.
II- Davacı vekilinin davalı Yalçın K. hakkında açmış olduğu davanın reddine yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Medeni yargılama hukukunun temel amacı tarafların maddi hukuktan kaynaklanan sübjektif haklarını korumaktır. Konusunu da bu sübjektif hakların tanınması, bunların ihlali veya ihlal tehlikesi durumunda korunması oluşturur. Dolayısıyla hakkı ihlal edilen kişilerin başvurusuyla kişi ile Devlet arasında bir yargılama ilişkisi kurulmuş olur. Kişinin talebine göre bu ilişki dava ilişkisi, çekişmesiz yargı ilişkisi ya da geçici hukuki koruma ilişkisi niteliğinde olabilir. Medeni yargılama hukuku temelde bu ilişkiler üzerine kurulurken birtakım ilkeler de ortaya çıkmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 24 ilâ 33’üncü maddeleri arasında yargılamaya hâkim olan ilkeler düzenlemiştir. Bu ilkelerden bir kısmına 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda da yer verilmiştir.
Medeni hukuk yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri de taleple bağlılık ilkesidir. Bu ilke HMK’nın 26’ncı maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur.
Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ilk anlam; tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur.
Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir (HMK m.26). Taleple bağlılık ilkesine yüklenen bu anlam aynı zamanda 24’üncü maddede ifade edilen “tasarruf ilkesi” ve 25’inci maddesinde yer alan “taraflarca getirilme ilkesi” ile de bağlantılıdır.
Nihayet taleple bağlılık ilkesinin bir diğer anlamı ise hâkimin talep edilenin dışında, farklı bir şeye karar verememesidir. Talep edilenden farklı bir şeye karar verememe, dilekçenin talep sonucu kısmı ile verilen hükmün sonuç kısmının karşılaştırılması suretiyle tespit edilir.
Bununla birlikte taleple bağlı olma, yargılama sonucunda davacının talep ettiği haktan daha azına sahip olduğunun belirlenmesi durumunda uygulanmaz (HMK m. 26). Talepten azına karar verme “çoğun içinde az da vardır” esasına dayanmaktadır. Bu kural ise davacının talep sonucu ile aynı nitelikte olan daha azına karar vermeyi ifade etmektedir. Nitekim dava açıldığında davacının talebi maddi hukukta karşılığa sahip olduğu oranda mahkemeden hukuki koruma sağlanmasıdır. Bir başka ifade ile davacının talebi, beklentisi tam olarak karşılanamadığı hâlde “ya istediğimin hepsine karar ver ya da hepsine karar veremeyeceksen hiçbir şeye karar verme” anlamını taşımayacaktır. Zira davacının arzusu, maddi hukukta ihlal edildiğine inandığı hakkının dava açılmakla korunması veya yeniden tesisidir.
Somut olay tüm bu açıklamalar kapsamında ele alındığında, dosya içindeki belgelerden taşınmazın ½ payının davacıya ait olduğu belirlenmiş ise de kooperatifin ferdi mülkiyete geçmemesi nedeniyle dava konusu taşınmazın ½ payının davacı adına tesciline karar verilmesi mümkün değildir ve kural olarak taşınmaz Yalçın K. adına tescil edilmeden tapu iptali ve tescil talep edilemeyecektir.
Ne var ki, çoğun içinde azı da vardır kuralı gereğince dava konusu taşınmazın ½ payının davacı adına tescil isteminin, tespit isteğini de kapsadığı kabul edilmelidir. Zira her eda davası aynı konudaki tespit talebini de içeren daha geniş kapsamlı davadır. Davacının hakkının varlığı belirlenmiş olmasına rağmen eda hükmü kurulamayan hâllerde verilecek tespit kararı ile taraflar arasındaki hukuki belirsizlik giderilecek ve hukuki barış sağlanacaktır. O hâlde mahkemece tespit kararı verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Nitekim 07.07.1965 gün ve 1965/5 E., 1965/5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ve Hukuk Genel Kurulunun 31.01.2004 gün ve. 2004/7-411E., 2004/477 K. sayılı kararlarında tespit talebinin eda davasının öncüsü olduğu ve her eda davasının bir tespit talebini de taşıdığı kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, ortaklığa özgülenmiş taşınmazın ½ payı üzerinde davacının hak sahibi olduğuna dair tespit kararı verilmesinin Kooperatifler Kanunu’nun 19’uncu maddesindeki düzenlemeye aykırılık oluşturduğu ve taraflar arasındaki uyuşmazlığın pay miktarı belirlenmesi değil kooperatif ortaklığının iptali ile ortaklığa özgülenen taşınmazın davacı adına tesciline ilişkin olması nedeniyle talep konusu olmamasına rağmen çoğun içinde azı vardır kuralı gereği tespit hükmü kurulmasının mümkün olmadığı gibi olayda tespit davası açma koşulları bulunmadığı belirtilmek suretiyle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
O hâlde, bu yöne ilişkin direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : 1) Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA,
2) Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararının 2. bendinde gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 30.05.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 19. maddesi gereğince, kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Yani, kooperatife giren her şahsın en az bir ortaklık payı olması gerekir.
Özel dairenin, bozma kararında “mahkemece, davacının paya bağlı taşınmazın ½’si üzerinde hak sahibi olduğu düşünülerek tespit kararı vermesi gerekirken davanın tamamen reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” şeklindeki bozması yukarıda yazılı kanun maddesine aykırı bir yön gösterme niteliğinde olmuştur.
Ayrıca somut olayda tespit davası açma koşulları da bulunmamaktadır.
Bu itibarla yerel mahkemenin direnme kararının yerinde olduğunu ve onanması gerektiği görüşünde olduğumdan saygıdeğer çoğunluğun bozma kararına muhalifim.
Mehmet Bülent SELÇUK
19. Hukuk Dairesi Başkanı
KARŞI OY YAZISI
Dava; davalının kooperatif üyeliğinin iptali ile davacının kooperatif üyesi olarak kaydedilmesi ve kooperatif üyeliğine tahsis edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; dava dilekçesinde özetle: müvekkilinin davalı kooperatifin 48 numaralı üyeliğine isabet eden Küçükçekmece 7.5 ada, 5 parsel sayılı taşınmazın maliki iken üyelik hakkının yarısını İstanbul 7. Noterliğinin 24/11/1998 tarih ve 3.7.6 yevmiye no'lu devir sözleşmesi ile 32.000 TL bedelle davalı Yalçın K.'na sattığını, devir olayının kooperatif kayıtlarına işlenmesi için yapılan başvurunun 22/12/1998 tarihinde kooperatif payının bölünemeyeceği gerekçesi ile reddedildiğini, daha sonra kendi aralarında 17/03/1999 tarihinde sözleşmeyi imzalayarak devir hakkının yarısının kendi aralarında geçerli olmasına karar vererek, kooperatif üyeliğinin yasa gereği devredilmiş gibi üyelik devir işlemi yapılmasına karar verdiklerini, bu anlaşma gereğince de 17/03/1999 tarihinde üyelik hakkının devrine müvekkilinin muvafakat ettiğini, kooperatifin 29/04/999 tarihli kararı ile devrin tescil edildiğini ve davacının yarı payının da şerh verildiğini, daha sonrasında müvekkilinin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesine karşın davalı tarafın kendi payı üzerine inşaat yaptığını, müvekkilinin ise kendi payının üzerine inşaat yapamadığını, müvekkilinin 1.500.000 USD değerindeki taşınmaz ve kooperatif üyelik hakkından mahrum olduğunu, noter kanalı ile ihtar çektiklerini, bir sonuç alamadıklarını, Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/1.8 esas sayılı dosyasında sözleşmenin ifasının talep edildiğini, ancak davanın reddedildiğini, tarafların asıl amacının davacının maliki bulunduğu taşınmazın ½ payın devri ile her iki tarafın kendi payına düşen kısım üzerinde bina yapmaları olduğunu, davalı kooperatif hissesinde Yalçın K. adına olan kaydın iptali ile müvekkili adına tescili gerektiğini belirterek, davalı adına olan kooperatif üyeliğinin iptaline ve bu üyelik hakkının davacı adına tesciline, yine üyelik hakkının özgülendiği 7.5 ada 5 parsel sayılı taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevabında özetle: Davacının İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/2.4 esas sayılı davayı açtığını ve davanın halen derdest olduğundan beklenilmesi gerektiğini, davacının esasa ilişkin iddialarının yerinde olmadığını, davacının kendi hissesi üzerinde inşaat yapamamasının tamamen yasal düzenlemelerden kaynaklandığını, müvekkilinin herhangi bir engellemesinin bulunmadığını, davacının bu davadan önce yine Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığını ve 2006/1.8 esasında görülen davanın reddine karar verildiğini, davacının iddia ettiği gibi muvazaa bulunmadığını, ayrıca böyle bir husus olsa bile bir kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
1.4. Uyuşmazlık: Kooperatif üyeliğinin iptali ile tapunun iptali ve tescil istemli davada çoğun içinde az da vardır kuralı gereği tespit kararı verilmesinin taleple bağlılık kuralına aykırılık oluşturup oluşturmayacağı; buradan varılacak sonuca göre tespit kararı verilip verilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
İlgili Yasal Mevzuat
Hukuk Muhakemeleri Kanunu 24/1-2-3. maddesi: Tasarruf ilkesi
(1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.
(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu 26. maddesi: Taleple Bağlılık İlkesi
(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.
(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.
1163 sayılı Kooperatif Kanunu md. 19/1:
Ortaklık Payları, Şahsi Alacaklar
MADDE 19- Kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Anasözleşme, en yüksek had tespit ederek bir ortak tarafından bu had dahilinde birden fazla pay alınmasına cevaz verebilir.
Yukarıda sıralanan konu ile ilgili yasal düzenlemeler dikkate alındığında;
Taraflar arasında bir adet kooperatif üyeliğinin ½'sinin davacıya, ½'sinin de davalılardan Yalçın K.'na ait olduğu hususunda uyuşmazlık yoktur. Keza aynı şekilde özel dairenin bozma kararında da "pay ve paya bağlı taşınmazın belirlenen miktarının davacıya ait olduğu konusunda taraflar anlaşmıştır" denilmek suretiyle bu durum yüksek özel dairenin de kabulündedir.
Şu durumda yukarıda irdelenen yasa maddeleri ve Yüksek Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ile kooperatif üyeliğinin en az bir pay olabileceği, kooperatif ortaklık payının bölünemeyeceği, bu iddianın kooperatife karşı ileri sürülemeyeceği tartışmasızdır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık gerek davacı ve gerek davalı hisse miktarının belirlenmesi hususunda olmayıp üyeliğinin iptali ve tescil istemi hakkındadır. Öyleyse uyuşmazlığa konu olmayan hisse miktarı hakkında talep olmamasına rağmen, çoğun içinde azı da vardır denilerek tespit hükmü kurulmasında hukuki yarar yoktur. Zira; bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez. Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlı olup, davada hukuki yararın bulunup bulunmadığını gözetmek zorundadır.
Sonuç olarak yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olup, onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun değişik gerekçe ile bozma yönünde oluşan kararına katılamıyorum.
Mehmet EROL
4. Hukuk Dairesi Üyesi