TEMYİZDE YENİ VAKIA VE DELİLLER İNCELENEMEYECEĞİNDEN DURUŞMA İSTEMİNİN REDDİ HAK İHLALİ YARATMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


25 Şub
2020

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/4-60
KARAR NO   : 2019/879

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ             :
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece)
TARİHİ                       : 25/09/2018
NUMARASI                : 2018/48 - 2018/36
DAVACI                      : G.G.
DAVALI                       : T.C. Devleti'ne izafeten Maliye Hazinesi vekili Av. U.S.
İHBAR OLUNANLAR : 1- M.K. Mirasçıları; N.K., Ö.K., A.K.
                                     2- A.Ö.
                                     3- A.A.D.
                                     4- R.C.H.
                                     5- S.K.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince; 

“DAVA : Davacı dava dilekçesinde özetle; Yunanistan'da ekonomik oturma iznine sahip olduğunu, tekstil ürünlerinin pazarlanması hususunda yerli firmalara hizmetler sunduğunu, 2002 - 2005 yılları arasında dava dışı S. İplik A.Ş.'ye Yunanistan ülkesinde hizmetler sunduğunu ve bu şirketin ihracatta bulunduğunu, ancak şirketin kendisine yaptığı haksızlıklar nedeniyle Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açtığını, 16.02.2012 tarihinde davanın lehine sonuçlandığını, dosyanın önce Yargıtay 6. Hukuk Dairesine, oradan 19. Hukuk Dairesi ve son olarak da 11. Hukuk Dairesine gittiğini, kasıtlı olarak uzun süre ön incelemeye alınmadığını, 2007 yılında avukatını azlettiği hâlde Dairenin duruşma gününü 5 yıl önce azlettiği ve kendisi hakkında tellal olduğunu ileri sürdüğü avukatına tebliğ ettiğini, kendisinin tacir olup dava dışı şirket ile acentelik sözleşmesinin bulunduğunu, duruşmadaki beyanlarının zapta geçirilmediğini, davalı tarafın kayırıldığını, taraflar arasında tellallık sözleşmesinin bulunduğunun kabul edildiğini belirterek, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi başkan ve üyelerinin kanunun açık hükmüne aykırı olarak ve hâkimlik mesleğine yakışmayan görev kusurları nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararının tazminini istemiştir.

CEVAP : Cevap dilekçesinde, HMK'nın 46. maddesindeki şartların oluşmadığı, asıl davanın derdest olduğu şeklindeki gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği savunulmuştur.

GEREKÇE : Dava, hâkimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Dosya kapsamından davanın ilk olarak ilk derece mahkemesi sıfatıyla Hukuk Genel Kuruluna açıldığı, yargılama sonucunda 18.12.2014 gün ve 2013/14 E. 2014/10 K. sayılı ilamı ile HUMK'nın 573. maddesinde belirtilen sorumluluk şartlarının gerçekleştiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle esastan ret kararı verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 13.05.2016 günlü ilamı ile HMK'nın 47. maddesi uyarınca Dairemizin görevli hâle geldiği, göreve dair hükümlerin her aşamada ve re'sen dikkate alınması gerektiği belirtilerek Hukuk Genel Kurulu kararının bozulmasına karar verildiği, Hukuk Genel Kurulunca 22.02.2018 gün ve 2017/8 E. 2018/8 K. sayılı ilam ile görevsizlik kararı verilerek dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşılmaktadır.

Gaziantep 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/1..7 Esas sayılı dosya örnekleri getirtilerek incelenmiştir.

Hâkimlerin yargısal faaliyetleri nedeniyle sorumlulukları, HMK'nın 46-49. maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Kanunda gösterilen sorumluluk nedenleri örnek niteliğinde olmayıp; sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir.

Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgular; Yargıtay 11. Hukuk Dairesi başkan ve üyelerinin kasıtlı ve taraflı davranmaları ve kanunun açık hükmüne aykırı karar vermeleri iddialarına dairdir.

Tazminat istemi, yasa yolları düzenlenmiş bulunan yargısal işlem ve kararlara ilişkindir. Davacının iddiası ve gelişim biçimi itibariyle, hukuki süreç işlemiş; davacı tarafından da, yargısal yollara başvurulmuştur. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiçbirisi davacı tarafından ispatlanabilmiş değildir. Şu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.

HÜKÜM : Yukarıda gösterilen nedenlerle; 

1- HMK.'nun 46. maddesindeki şartlar oluşmadığından davanın esastan reddine,

2- HMK.'nun 49. maddesine göre takdiren 1.000,00-TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline ve hazineye gelir kaydedilmesine,

3- Alınması gerekli 35,90-TL maktu harcın davacıdan alınarak hazineye gelir kaydedilmesine,

4- Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 3.300,00-TL maktu avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

5- Yargılama giderlerinin adli yardımlı olduğundan alınmasına yer olmadığına,”

Dair oy birliği ile verilen 25.09.2018 tarihli ve 2018/48 E., 2018/36 K. sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm belgelerin okunmasından sonra gereği düşünüldü: 

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. 

Davacı adli yardım talepli dava dilekçesinde; Yunanistan'da ekonomik oturma iznine sahip olduğunu, tekstil ürünlerinin pazarlanması hususunda yerli firmalara hizmetler sunduğunu, 2002-2005 yılları arasında dava dışı S. İplik A.Ş.'ye Yunanistan ülkesinde hizmet verdiğini ve bu şirketin on milyon Euro değerindeki ürünlerinin ihracatını gerçekleştirdiğini, 2005 yılının sonlarında S. İplik A.Ş.’nin kendi şirketi ile yaptığı anlaşmayı askıya aldığını ve hizmet bedellerini ödemekten kaçındığını, uğradığı zararların tazmini için Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açtığını, yargılama sonucunda yapılan işin mahiyetinin tellallık değil, sözlü acentelik olarak kabul edilerek lehine hüküm kurulduğunu, dosyanın önce Yargıtay 6. Hukuk Dairesine, oradan 19. Hukuk Dairesine ve son olarak da 11. Hukuk Dairesine gönderildiğini, 11. Hukuk Dairesince kasıtlı olarak uzun süre ön incelemeye alınmadığını, 2007 yılında avukatını azlettiği hâlde duruşma gününün 5 yıl önce azlettiği ve kendisi hakkında tellal olduğunu ileri süren avukatına tebliğ edildiğini, Özel Dairece taraflar arasındaki hukuki ilişkinin tellallık ilişkisi olduğu kabul edilerek kararın bozulduğunu, kendisinin tacir olup dava dışı şirket ile aralarında acentelik sözleşmesi bulunduğunu, buna rağmen davalı tarafın kayırıldığını ve taraflar arasında tellallık sözleşmesinin bulunduğunun kabul edildiğini, ihbar edilen hâkimlerin HMK’nın 46. maddesinin (a), (c), (ç), (d) ve (e) bentlerine aykırı davrandıklarını ileri sürerek 1.400.000TL maddi ve 1.000.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca davacının adli yardım talebi kabul edilerek yargılamaya devam olunmuştur. 

Davalı Maliye Hazinesi vekili; HMK’nın 46. maddesinin şartlarının oluşmadığını, sorumluluğu ispata yarayacak yeterli delilin sunulmadığını, asıl davanın derdest olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İhbar olunan hâkimler yargılamaya katılmamış ve herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.

İlk derece mahkemesi sıfatıyla Hukuk Genel Kurulunca; “…Davacının dayandığı hukuki sorumluluk nedenlerinden HMK’nın 46. maddesinin (a) bendine göre hakimin sorumlu tutulabilmesi için; 

Kanunumuz burada hâkimin taraflardan birini kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olmasını bir hukukî sorumluluk hâli olarak düzenlemiş bulunmaktadır. Hâkimin bu bent hükmüne göre hukuken sorumlu tutulabilmesi için kararın hukuka aykırı olması yeterli değildir. Hâkim hukuka aykırılığı taraflardan birini kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle yapmış olmalıdır. Bundan başka kanunda belirtilmemiş olmasına rağmen, hâkimin kasten hukuka aykırı karar vermesi gerekir ki davacı tarafın eldeki davada ihbar edilen hâkimlerin kasten hukuka aykırı karar verdiklerine dair bir delil ileri sürmediği gibi eldeki deliller ile de ispat edilememiştir. 

HMK 46. maddenin (c) bendine göre hâkimin sorumlu tutulabilmesi için ise (a) bendinde olduğu gibi sübjektif bir unsura yer verilmemiş, fakat açıkça kanuna aykırılık şartı aranmıştır. Bir kanun hükmü farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin değilse, bir başka deyişle hâkim görüşünü hukuki dayanaklara ve bilimsel görüşlere dayandırarak farklı bir bakış açısı getirmiş veya delillerin takdirinden elde ettiği kanaat ile uyuşmazlığı sonuçlandırmış ise artık burada hâkimin sorumluluğundan bahsetmek mümkün değildir. Eldeki davada ihbar edilen hâkimler tarafların ileri sürdüğü delilleri ve bilirkişi raporlarını takdir ederek sonuca gitmiş ve hâkimler ileri sürülen temyiz itirazlarını gerekçeli bir şekilde reddetmiş ve mahkeme kararını dosya içindeki deliller ve bilirkişi raporlarına göre bozmuştur. 

Davacı, (ç) duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması hâline de dayanmıştır.

Kanunumuzun bu hükmünü 154. maddenin ışığı altında yorumlamak gerekir. Bu maddeye göre yargılamanın işleyiş tarzı ancak tutanak ile ispat edilebileceğinden, hâkim zapta geçirilmeyen bir olaya dayanarak karar verirse, bu olayın aslında duruşma sırasında beyan edilmiş olduğunu ispat etse dahi sorumlu tutulur. Zira belirli bir olayın cereyan ettiğine ilişkin iddianın duruşma sırasında bildirildiği, ancak bunlara ilişkin beyanların zapta geçirilmesi ile ispat olunabilir. HMK 46/(ç) bendinde düzenlenmiş sorumluluk hâlinin doğması için de hâkimin kastına veya ağır kusuruna dayanan bir hareketinin varlığı şarttır. Bu nedenle tutanağa aykırı karar verilmesi hâkimin bir ihmalinden kaynaklanmış olsa bile, hâkimin kastı veya ağır kusur bulunmadığından sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.

Dayanılan bir diğer bent olan (d) duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması hâlinde ise; Hâkimin bu bent hükmüne dayanan fiili cezaî sorumluluğunu gerektiren suç teşkil eden bir fiildir. Tefhim veya tebliğ edilen tutanak, hüküm veya kararın değiştirilmesi veya tahrif edilmesi, dinlenmeyen bir şahidin dinlenmiş gibi ifadelerinin tutanağa geçirilmesi, mevcut olmayan bilirkişi beyanlarına yer verilmiş olması, taraf ifadelerinin sonradan tahrif edilerek değiştirilmesi, söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmesi ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması hep bu bent hükmüne giren sorumluluk hâlleridir. Bu bende göre hâkimin sorumlu tutulabilmesi için, hâkimin kasıt veya hilesinin ispat edilmesi gerekir. Bu ise, ancak tutanağın aksinin bir sahtelik davası ile ispat edilmesiyle mümkün olabilir. Eldeki davada böyle bir iddiaya yönelik delil ileri sürülmediği gibi, sahteliğe yönelik açılan herhangi bir dava da yoktur. 

Davacının dayanağı olan (e) bendindeki hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması sebebine gelince;

Mülga 1086 sayılı HUMK’nın 573/6. maddesinde de düzenlenmiş bu hâlin örnekleri aynı Kanun’un 574. maddesinde belirtilmiş ise de, Mülga 1086 sayılı HUMK’nın 574. maddesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na alınmamıştır. Kanunen kabul edilebilir bir dilekçeyi sebepsiz reddetmek, dilekçe hakkında kasten olumlu veya olumsuz bir karar vermemek, dilekçeyi sürüncemede bırakmak veya görülmeye hazır ve sırası gelmiş iken bir takım usul ve yasaya aykırı özürler beyanı ile kötü niyetle davaya devam etmemek örnek olarak sayılabilecektir. Bu bent hükmüne dayanan sorumluluktan bahsedebilmek için de hâkimin kastına dayanan bir hareketinin varlığı şarttır. Eldeki davada ise ihbar edilen hâkimlerin hakkı yerine getirmediklerine yönelik bir delil ileri sürülmediği gibi, eldeki deliller ile de ispat edilememiştir.” gerekçesiyle davanın esastan reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Yargıtay Büyük Genel Kurulunca; “…temyize konu dava, 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi dikkate alınarak ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda 28.06.2013 tarihinde açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda 18.12.2014 tarihinde davanın esastan reddine karar verilmiş, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi değiştirilmiştir. Bir diğer deyişle dava tarihinde ve hüküm anında gerçekleşmiş bulunan dava şartı temyiz aşamasında değiştirilmiş bulunmaktadır.

… göreve dair hükümlerin 6100 sayılı HMK’nın 1. maddesi gereğince kamu düzenini ilgilendiren hükümler olduğu, bu nedenle yargılamanın her aşamasında resen dikkate alınması gerektiği, usul hükümlerinin derhal uygulanması ilkesince değişiklik yapan Kanunda düzenlemenin derdest davalara uygulanmayacağına dair açık bir düzenleme bulunmaması hâlinde derhal uygulanması gerektiği, bu nedenle 01.04.2015 gün ve 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi gereğince kararın bozulması gerektiği kabul edilmiştir.” gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca Yargıtay Büyük Genel Kurulunun bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 6100 sayılı HMK’nın 47. maddesi gereğince yargılamanın ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılması gerektiğinden Hukuk Genel Kurulunun görevsizliğine, talep hâlinde dava dosyasının Özel Daireye gönderilmesine karar verilmiş, davacı vekilinin süresi içerisinde talebi üzerine dosya Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmiştir. 

İlk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın esastan reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, davacının, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına yönelik istemi ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.

Ön sorun ile ilgili hususların açıklığa kavuşturulması açısından temyiz incelemesinde duruşma yapılmasına ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesi ve konunun adil yargılanma hakkı kapsamında irdelenmesi gereklidir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." hükmü yer almaktadır.

Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Anılan maddeye göre, "Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir…"

Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin birinci fıkrası ise:

"Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir." şeklindedir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesinde, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı ve bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı düzenlenmiştir.

1086 sayılı mülga Kanun'un 5236 sayılı Kanun'un 16. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki 438. maddesi şöyledir:

"(Değişik fıkra: 26/02/1985 - 3156/21 md.) Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri onmilyar lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap dilekçesinde duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz.

(Değişik fıkra: 16/07/1981 - 2494/30 md.) Görevsizlik, yetkisizlik hakimin reddi, dava veya karşılık davanın açılmamış sayılması, davaların birleştirilmesi ile direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılmaz.

Yargıtay, birinci fıkra hükmü ile bağlı olmaksızın bilgi almak üzere kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebilir.

Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder...."

Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle anılan ilke hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. "Duruşmalı yargılama hakkı", her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Anayasa Mahkemesi, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016, § 36; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18.02.2016, § 80; Kırmızı GAA İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014, § 23; Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17.9.2013, § 32).

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını da içerir. Bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük mutlak değildir (Anayasa Mahkemesi, Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016, § 44). Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Adnan Altın kararı, § 46). (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Blom/İsveç, B. No:28338/95, 14.3.2000; Eksert Turizm Taşımacılık Tekstil Gıda San ve Tic. Ltd. Şti/Türkiye ve diğer 7 başvuru, B. No:40988/06, 2.7.2013).

AİHM ayrıca, özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak, adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussila/Finlandiya, § 41, Döry/İsveç, B. No:28394/95, 12.11.2002, § 37, Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No: 5488/05, 28.2.2012, § 30). (Adnan Altın, kararı, § 47).

Temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılabilir. Yani Yargıtay, istinaf mahkemesi gibi, bir vakıa, tahkikat ve yargılama mahkemesi değildir. Temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kararı incelenerek, hüküm mahkemesine bildirilmiş olan vakıaların usulüne uygun biçimde incelenip incelenmediği, özellikle o vakıalara kanunların (hukukun) doğru uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilir. 

Temyiz yolunda yeni vakıalar ileri sürülemez ve yeni deliller (ve belgeler) ibraz edilemez; yani, bu yeni vakıalar ve deliller (belgeler) Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, İstanbul 2001, cilt:V, s. 4498).

Temyiz yolu ilk derece mahkemesi kararlarına karşı başvurulabilen, ilk derece mahkemeleri önüne taşınmış vakaların, bu mahkemelerce usulüne uygun olarak incelenip incelenmediğinin ve özellikle ilgili vakalara kanunların doğru uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiği olağan kanun yoludur. 1086 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri de temyiz yoluna müracaatlarda kural olarak incelemenin dosya üzerinden yapılacağını, istisnai durumlarda ise duruşmalı olarak incelemenin zorunlu bir usul olduğunu kurala bağlamıştır (Mehmet Soysal ve diğerleri kararı, § 40; Cengiz Topel Çelikoğlu kararı, § 88).

1086 sayılı mülga Kanun'un temyiz ile ilgili hükümlerinde, taraflarca sınırlı durumlarda temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasının talep edilebileceği, duruşma için belirlenen günde Yargıtay'ın gelenleri dinleyeceği, taraflardan hiçbiri gelmemiş ise dosya üzerinden inceleme yaparak karar vereceği düzenlenmiştir (Mehmet Soysal ve diğerleri kararı, § 41; Cengiz Topel Çelikoğlu kararı, § 89) .

Nitekim Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru yoluyla önüne gelen davalarda verdiği, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18.02.2016; Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016; Kırmızı GAA İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014; Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17.9.2013 kararlarında, başvurucuların duruşma talepleri bulunmasına rağmen dosya üzerinden inceleme yapılmasının adil yargılanma hakkının ve bu kapsamda aleni yargılama hakkının ihlali niteliğinde olduğu yönündeki başvurularının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Hukuk Genel Kurulunun çalışma düzeni gereği ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının temyizinin duruşmalı yapılması önceleri olanaklı iken, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/2. maddesinde 16.07.1981 tarihli ve 2494 sayılı Kanunun 30. maddesi ile değişiklik yapılarak en az 47 kişi ile toplanabilen ve karar verebilen Kurulun çalışma düzenine duruşmanın uygun olmaması ve işlerin sürüncemede kalmaması amacıyla, direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı hükmü getirilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi gereğince 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar açısından bu hüküm hâlen uygulanmaktadır.

Yukarıda yapılan açıklamalar ve özellikle temyiz yolunda yeni vakıa ve delillerin Yargıtay tarafından incelenemeyecek olması karşısında, duruşma isteminin reddi kararlarının hak ihlali olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir.

Somut olayda dava, 6100 sayılı HMK'nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, karmaşık bir dava türü olmadığı gibi verilen karara karşı temyiz istemleri için taraflara başvuru olanağı tanınmış, temyiz dilekçesinin bir örneği cevap hakkı için karşı tarafa tebliğ edilmiştir.

Hâkimlerin sorumluluğunu düzenleyen ve eldeki davanın dayanağı olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı maddeleri gereğince, Dairelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verdiği ve temyiz incelemesini Hukuk Genel Kurulunun yaptığı işlerde duruşmalı olarak temyiz incelemesi yapılacağı konusunda açık bir düzenleme yer almamaktadır. Ayrıca Yargıtay Kanunu’nda da bu işlerin temyizinin duruşmalı olarak inceleneceği konusunda açık bir hükme yer verilmemiştir. 

Şu durumda, Hukuk Genel Kurulunun ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının dahi temyiz incelemelerinin açıklanan nedenlerle duruşmalı yapılamayacağı öngörülmüşken, diğer işlerinin duruşmalı yapılacağını kabule olanak verecek yasal bir düzenleme ve gereklilik bulunmadığı açıktır. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun incelemesine tabi işlerde ayrık ve açık bir düzenleme olmadığı sürece duruşmalı inceleme yapılması olanaklı görülmemektedir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.01.2007 tarihli ve 2007/9-22 E., 2007/18 K.; 30.03.2016 tarihli ve 2014/13-1661 E., 2016/423 K.; 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. ve 22.11.2017 tarihli ve 2016/8-2835 E., 2017/1399 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Bu nedenle davacı tarafın duruşma isteğinin reddine oy birliğiyle karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasının incelenmesinde; dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, Daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.

SONUÇ : Davacının temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, kararın tebliğinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 17.09.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.