TERK EDEN EŞİN, TERKE DAYALI BOŞANMA DAVASI AÇMA HAKKI BULUNMAMAKTADIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


18 Ara
2015

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO            : 2013/2-1688
KARAR NO         : 2015/1032

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                    :
Ankara 3. Aile Mahkemesi
TARİHİ                              : 01.04.2013
NUMARASI                       : 2013/172 E - 2013/360 K.
DAVACI-TEVHİD DAVALI : N.S. vekili Av. A.Ö.
DAVALI-TEVHİD DAVACI : Ş.S. vekili Av. Ç.S.

Taraflar arasındaki “ karşılıklı boşanma, tazminat ve nafaka” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 03.10.2011 gün ve 2010/642 E.-2011/1305 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.09.2012 gün ve 2012/1201 E. - 2012/20936 K. sayılı ilamı ile;

(… Toplanan delillerden tarafların 5 yıldan beri ayrı yaşadıkları anlaşılmaktadır. Davacı-davalı kadının terke dayalı boşanma davasına ilişkin 09.04.2010 tarihli ihtar kararı kendisine tebliğ edildikten sonra 13.05.2010 tarihinde Medeni Kanunun 166/1. maddesine dayanarak boşanma isteğinde bulunması, terke dayalı boşanma davasını sonuçsuz bırakmaya yönelik olup dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz. Davacı-davalı kadın, ihtara uymamakta haklılığını da kanıtlayamamıştır. Mahkemece terke dayanan boşanma davasının kabulü, karşı boşanma davasının reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.…”

gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Taraf vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, karşılıklı boşanma, tazminat ve nafaka istemlerine ilişkindir.

Davacı, davalı ile 07.01.1981 tarihinde evlendiklerini, bu evlilikten K. ve B. isimli müşterek reşit çocuklarının bulunduğunu, davalı ile aralarında yıllardan beri süregelen huzursuzluk ve geçimsizlik ortamının mevcut olduğunu, davalının evlilik birliğinin gereklerini yerine getirmediğini, alkol düşkünlüğü olduğunu, evliliğin başlarından itibaren evin geçimini tek başına sağlamaya çalıştığını, son olayda da davalının kendisini evden kovması nedeni ile ayrı yaşadıklarını ileri sürerek tarafların boşanmaları ile maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davacının iddialarının tamamen haksız ve yersiz olduğunu, davacının 5 yıl önce müşterek haneyi terk edip gittiğini, kendisinin evlilik süreci içerisinde ailesini gelirine göre iyi yaşatmaya çalıştığını, şeker hastalığı sebebi ile alkol tüketme alışkanlığının olamayacağını belirterek davanın reddini savunmuş, birleştirilerek görülen davasında ise; davalının (asıl dava davacısı) kendisine şeker (diabet) teşhisi konduktan ve ağır tedavi sürecine girildikten sonra evlilik birliğinin gerektirdiği yükümlülükten kaçındığını ve 5 yıl önce ortak konutu terk ettiğini, davalının terk ihtarının kendisine tebliğ edilmesinden kısa bir süre sonra asıl davayı açtığını belirterek TMK.'nun 164. maddesi uyarınca boşanmalarına, maddi ve manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; taraflar arasında yıllardan beri süregelen huzursuzluk ve geçimsizlik ortamının mevcut olduğu, davalının evlilik birliğinin gereklerini gereği gibi yerine getirmediği, eşi ve çocukları ile ilgilenmeyen bir kişi olduğunu, değişik zamanlarda ve dava öncesi sürece değin davacıya ve müşterek çocuklara yönelik şiddet içeren davranışlar sergilediği, tarafların ayrılmasına neden olan son olayda da davacıya şiddet uyguladığı ve küçük kız çocukları ile birlikte müşterek haneden kovduğu, bu suretle; taraflar arasındaki evlilik birliğinin davalının kusuru ile ve yeniden tesis olunamayacak şekilde temelinden sarsıldığı gerekçeleri ile, davacının boşanma davasının kabulüne; öte yandan; davalının ( birleşen dava davacının) terk hukuki sebebine dayalı boşanma davasının reddine; buna karşılık davacının yoksulluk nafakası talebinin reddi ile boşanma sonucu maddi menfaatleri haleldar olacak olan ve boşanmaya neden olan olaylar yüzünden kişilik hakları zedelenen davacının maddi tazminat ve manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne, diğer taraftan; davalının (birleşen dava davacısı) maddi ve manevi tazminat taleplerinin ayrı ayrı reddine karar verilmiş; taraf vekillerinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarıda başlıkta yer alan gerekçeler ile karar oyçokluğuyla bozulmuştur.

Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü taraf vekilleri temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacıya terk ihtarının gönderilmesinden sonra, davacı tarafından şiddetli geçimsizlik nedenine dayalı olarak boşanma davası açılmasının iyiniyet kuralları ile bağdaşıp bağdaşmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, terke dayalı boşanma davasının yasal dayanağı ve koşullarının irdelenmesinde yarar vardır:

“Terk hukuksal nedenine dayalı boşanma”:

01.01.2002 tarihinde yürürlükten kaldırılan (mülga) 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin (TMK) 132. maddesinde;

“Karı kocadan biri, evlenmenin kendisine tahmil ettiği vazifeleri ifa etmemek maksadiyle diğerini terkettiği veya muhik bir sebep olmaksızın evine dönmediği takdirde, ayrılık en az üç ay sürmüş ve devam etmekte bulunmuş ise diğeri boşanma davasında bulunabilir. Davaya hakkı olan tarafın talebi ile hakim, diğer tarafa bir ay zarfında evine avdet etmesini ihtar eder. Bu ihtar icabında ilan tarikiyle yapılır. Şu kadar ki boşanma davasını ikame için muayyen müddetin ikinci ayı hitam bulmadıkça ihtar talebinde bulunulamaz ve ihtar vukuunda bir ay bitmeden dava ikame olunamaz.”

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 164. maddesinde ise:

“Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.

Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere, 743 sayılı mülga TMK, terk eden veya dönmeyen eşe karşı “diğerinin” dava açacağı ifade edilmiş; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda ise; açıklanan şekilde terk eden veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmeyen eşe karşı; “terk edilen eşin boşanma davası açabileceği” şeklinde yer alan hüküm ile dava açacak olanın terk edilen eş olduğu açıkça belirtilmiştir. Maddenin aynı fıkrasının son cümlesinde de: “Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.” düzenlemesi getirilerek, terk sebeplerine önceki hükümde yer almayan terk etmiş sayılma hali ilave edilmiştir.

Daha açık ifadeyle, yukarıya aynen metni alınan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 164. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile yeni getirilen düzenleme ile artık, eşini terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eş de, terk etmiş sayılmaktadır.

Şu durumda, maddenin tümü ele alındığında terk eden eş, terk edilen eş ve buna bağlı olarak “davaya hakkı olan eş” kavramlarının üzerinde durulmasında yarar vardır: 

Önemle vurgulanmalıdır ki, burada “terk eden eş” kavramına sadece evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk eden veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmeyen eş girmemekte; yasanın açık hükmü gereği bu kavram diğer eşi terke veya dönmemeye zorlamakla terk etmiş sayılan eşi de kapsamaktadır.

Öyle ise, sadece eşi evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla kendisini terk eden veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmeyen eş değil, eşi tarafından terke zorlanan veya ortak konuta dönmesi engellenen eş de “terk edilen eş” kavramına girmektedir.

Zira yasa, diğerini ortak konutu terke zorlayan veya haklı sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eşin de terk etmiş sayılacağını açıkça düzenlemiş ve davaya hakkı olan eş kavramına yer vererek bu eşe de terk edilen sıfatıyla dava açma hakkı getirmiştir.

Nitekim öğretide de ortak konutta birlikte yaşayan eş, evden kovulmuş veya fiilen evden ayrılmaya zorlanmışsa, terk eden eş evden ayrılan eş değil, ayrılmaya zorlayan eş olarak kabul edilmektedir (Köseoğlu, Bilal-Kocaoğlu, Köksal: Aile Hukuku ve Uygulaması-Bilimsel Görüşler ve Yargı İçtihatları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara Ekim 2009, s. 42).

O halde, terke zorlayan veya eve dönmeyi engelleyen eşin, terk nedeniyle boşanma davası açma hakkı bulunmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu sonucun, yasanın konuluş amacına da uygun olduğu anlaşılmaktadır.

Aksine görüşün kabul edilmesi halinde, evden kovulan veya fiilen ayrılmaya zorlanan eşin karşısında, haksız konumda bulunan eşe, boşanma davası açma hakkının tanınmasının, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

Durum bu olunca; maddede “davaya hakkı olan eş” deyimini “terk edilen eş” olarak anlamak ve bu eşin dava hakkı bulunduğunu kabul etmek gerekir.

Hemen burada, açıklanan olguların davacının taraf sıfatına etkisi üzerinde de durulmalıdır.

Sıfat, dava konusu sübjektif hak(dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir(Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 1995, 7.baskı, s.231).

O halde dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir(Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e.s.231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307).

Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.

Nitekim aynı ilke, Hukuk Genel Kurulunun 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 sayılı kararında da benimsenmiştir.

Bu açıklamalar karşısında terke dayalı boşanma davasında dava açma hakkı, kanunun açık deyimiyle sadece terk edilen eşe ait bulunduğundan, diğer eşi ortak konutu terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eş “terk eden eş” konumunda olmakla, terk nedeniyle boşanma davası açma hakkı bulunmamaktadır.

Bu olgu ile yukarıda açıklanan diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır şeklindeki yasal düzenleme birlikte ele alındığında davacı eşin gerçekte iddia ettiği gibi terk edilen değil, terk eden eş olduğunun kabulü gerekir.

Tüm dosya kapsamından ve yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı kadının gösterdiği tanıkların beyanları ve dosya kapsamına göre, davalı (karşı davacı) eşin, davacı (karşı davalı) olan eşini ortak konutu terke zorladığı sabittir.

Bu durumda yerel mahkemenin tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166/1 maddesi uyarınca boşanmalarına ilişkin hükümde direnmesi usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

Ne var ki, bozma nedenine göre maddi ve manevi tazminat ile nafakaya ilişkin hükümler yönünden taraf vekillerinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları Dairece incelenmediğinden; dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.

SONUÇ : 1- Davalı-karşı davacı Ş.S. vekilinin direnme kararına yönelik temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

2- Taraf vekillerinin tazminat ve nafakaya yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE; 13.03.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-2727
KARAR NO   : 2020/846

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Zonguldak 1. Aile Mahkemesi
TARİHİ                         : 09/05/2014
NUMARASI                 : 2014/171 - 2014/241
DAVACI                       : A.K. vekili Av. A.O.A.
DAVALI                       : H.K. vekili Av. İ.K.E.

1. Taraflar arasındaki "boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Zonguldak 1. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 29.12.2011 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 16.01.1980 tarihinde evlendiklerini, ortak üç ergin çocuklarının bulunduğunu, davalının birlik görevlerini yerine getirmemek amacıyla evi terk ettiğini, davalı eşe eve dönmesi yönünde Zonguldak 2. Noterliğinin 18.10.2011 tarihli ve 1.5.4 sayılı ihtarname çekildiğini, ihtarın 21.10.2011 tarihinde tebliğ edildiğini, aradan yasal iki aylık sürenin geçmiş olmasına rağmen davalının ortak konuta dönmediğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına ve nafakanın kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı asil 18.01.2012 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacı ile otuz yıllık evli olduklarını, kadınlık görevlerini eksiksiz yerine getirdiğini ancak karşılığında hiç bir zaman saygı görmediğini, sürekli hakarete uğradığını, davacının kendisine el âlem demeden devamlı "orospu, öküz, sığır" şeklinde hitap ettiğini, son olarak "oruspu" diyerek evden kovduğunu, bu nedenle evi terke zorlandığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı: 

6. Zonguldak 1. Aile Mahkemesinin 17.05.2012 tarihli ve 2011/1179 E., 2012/521 K. sayılı kararı ile; tarafların 16.01.1980 tarihinde evlendikleri, müşterek ergin üç çocuklarının bulunduğu, davacının davalı ile boşanmak istediği, eşine sürekli hakaret ve küfürler ettiği, evden gidin diyerek kovduğu, davalının bu sebeple müşterek evin üst katında bulunan evde oğlu ile yaşamaya başladığı, davalının evi terk etmek zorunda kaldığı ve ayrı yaşamakta haklı olduğu, davalıyı terke zorlayan davacının dava açmakta haklı olmadığı kanaatiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.02.2014 tarihli ve 2013/20513 E., 2014/2693 K. sayılı kararı ile;

“… Hüküm davacı (koca) tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü:

1- Terk nedeni ile açılan boşanma davasında, davalı kadının terkte haklılığı değil, eve dönmemekle haklı olduğunu kanıtlaması gerekir. Toplanan delillerden, usulüne uygun ihtar tebliğine rağmen davalının haklı bir sebebi olmadığı halde davet edildiği ortak konuta dönmediği gerçekleşmiştir. Davalıya gönderilen ihtarın şeklinde ve süresinde yasaya aykırı bir durum bulunmamaktadır. Türk Medeni Kanununun 164. maddesi şartları gerçekleşmiştir. O halde boşanmaya karar verilmesi gerekirken davanın reddi doğru olmamıştır.

2- Davacı, dava dilekçesinde boşanmanın yanında, davalı kadına daha önce bağlanan tedbir nafakasının kaldırılmasını da talep etmiştir. Dava dilekçesi ile birlikte yatırılan başvurma harcı, dilekçedeki tüm talepleri kapsar. Başvurma harcı ile birlikte yatırılan maktu harç boşanma davası için alınmıştır. Dava dilekçesindeki her bir talep için ayrı ayrı maktu ve nispi harçların yatırılması gerekmektedir. Davacının nafakanın kaldırılması yönündeki talebi için ayrıca harç alınmamıştır. Kaldırılması talep edilen nafakanın yıllık tutarı üzerinden hesaplanacak nisbi harç alınmadan (Harçlar Kanunu md. 30-32) davaya devam edilmesi yanlış olmuştur. O halde, mahkemece davacıya "nafakanın kaldırılması" yönündeki talebiyle ilgili nispi harcın tamamlattırılması ve sonucu itibariyle karar verilmesi gerekirken, eksik harçla yargılamaya devamla bu talep hakkında red hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır,...” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. Zonguldak 1. Aile Mahkemesinin 09.05.2014 tarihli ve 2014/171 E., 2014/241 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında davacının eşine sürekli hakaret ettiği ve son olarak müşterek evden kovduğu, 4721 sayılı TMK'nın 164. maddesine göre eşini terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eşin de terk etmiş sayıldığı, dosya kapsamına göre davacının davalıyı terke zorladığının anlaşılması karşısında davacının "terk edilen” değil "terk eden" durumunda olduğu, eşini ortak konutu terke zorlayan davacının "terk eden eş" konumunda olması gerekçesiyle dava açma hakkı bulunmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen ilk uyuşmazlık; davacının davalıyı terke zorlayıp zorlamadığı, buna göre; TMK'nın 164. maddesi uyarınca bu davayı açma hakkının bulunup bulunmadığı, ikinci uyuşmazlık ise dava dilekçesinde boşanmanın yanında yer alan "nafakanın kaldırılması" isteminin ayrıca nispi harca tabi olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre nispi harcın tamamlanmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A) Davacının davalıyı terke zorlayıp zorlamadığı, buna göre; TMK'nın 164. maddesi uyarınca bu davayı açma hakkının bulunup bulunmadığına ilişkin olarak değerlendirmede;

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddeleri ve kavramların incelenmesinde yarar görülmektedir.

12. Boşanma sebepleri 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 161 ve 166. maddeleri arasında özel ve genel boşanma sebepleri olarak düzenlenmiştir. Genel boşanma sebebi TMK’nın 166. maddesi ile düzenleme altına alınan evlilik birliğinin temelinden sarsılması durumudur. Özel boşanma sebepleri ise kendi içinde mutlak özel boşanma sebepleri (zina-TMK m. 161, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış-TMK m. 162, suç işleme-TMK m. 163 ve son olarak terk-TMK m. 164) ve nispi özel boşanma sebepleri (haysiyetsiz hayat sürme-TMK m. 163 ve akıl hastalığı TMK m.165) şeklinde ayrıma tabidir. Bu ayrımların asıl önemi; hâkimin, somut olayda evliliğin çekilmez hâle gelip gelmediğini incelemesinin gerekip gerekmediği noktasında kendini gösterir. Kanun koyucu özel mutlak boşanma sebepleri konusunda belirli bir olayın gerçekleşmesi şartını aramıştır. Özel mutlak boşanma sebebine dayalı bir davada “kanunun aradığı belli şart” gerçekleştiği takdirde artık hâkim, genel boşanma ve özel nispi boşanma sebebine dayalı davaların aksine “evliliğin çekilmez hâle gelip gelmediğini” incelemeksizin boşanma kararı vermek zorundadır. Zira kanun koyucu; özel mutlak boşanma sebeplerinden birinin varlığı halinde, ortak hayatın çekilmez hâle geldiğini kabul etmiştir. Burada iddia edilen özel boşanma sebebinin varlığının ispatlanmış olması, boşanmaya karar verme hususunda yeterli olup, hâkim; tarafların bunun dışında ileri sürdükleri bir iddia ve savunmaya değer vererek hükme esas alamayacağı gibi boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların diğer kusurlu davranışlarını da dikkate alamayacaktır. Bunun doğal sonucu olarak; özel boşanma sebebiyle aleyhinde yürütülmekte olan bir davada ayrıca bağımsız bir boşanma davası bulunmayan davalının, kusur esasına dayalı boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin tazminat ve yoksulluk nafakası taleplerini (TMK m. 174/1-2 ve 175) ileri süremeyeceği tartışmasızdır.

13. Evlilik “birlik ilkesi” üzerine kurulmuştur. Evlenme ile eşler arasında “evlilik birliği” kurulmuş olur ve tarafların evlilik birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirme görevleri başlar. Bu görevlerin en önemlisi ise evliliğin amacıyla uyumlu şekilde eşlerin birlikte yaşamalarıdır. Bu bağlamda birlik süresince kural olan; zorunlu nedenler dışında eşlerin birlikte yaşamasıdır. Asıl kuralın aksine eşlerden birinin bu birliktelikten haklı bir sebep olmaksızın özgür iradesi ile ortak yaşamdan ayrılması ise “terk” olarak kabul edilir. Terk mutlak ve özel bir boşanma sebebi olarak 4721 sayılı Kanunu’nun 164. maddesinde;

“(1) Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır. (2) Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

14. Terk sebebiyle açılan boşanma davaları kendine has özellikleri nedeniyle bu davalarda “dava koşulları ile yargılama usulü” iç içe geçmiş haldedir. Dava çok sıkı maddi ve şekli şartlara bağlanmış olup titizlikle incelenmesi gerektirmektedir. Buradan hareketle söylenmelidir ki; hâkim, terk sebebine dayalı boşanma dava şartlarının oluşup oluşmadığını maddi hukuk ve usul hukuku açısından olmak üzere iki ayrımda inceleyerek karar vermelidir. Maddi hukuk açısından “terk eylemi” evlilik birliğinin yüklediği yükümlülükleri yerine getirmeme maksadı ve ortak hayata son verme kastı taşımalı, haklı ve hukuka uygun bir nedene dayanmamalı ve son olarak altı ay süreyle devam ediyor olmalıdır. Maddenin ikinci fıkrasında ise usul hukuku açısından üzerinde dikkatle inceleme yapılması gereken “ihtar müessesesi” açıklanmıştır.

15. Bilindiği üzere; 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinden farklı olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda terk sebeplerine, önceki Kanun hükmün de yer almayan “terk etmiş sayılma” kavramı eklenmiştir. Bu husus 164. maddenin birinci fıkrasında “…terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır,..” şeklinde ifade edilmiştir. Buradaki “terk etmiş sayılma hâli” kanunun kabul ettiği bir hukuki sonuç olması sebebiyle “kanuni terk” olarak isimlendirilmelidir. Kanuni terk; ya eşi ortak konutu terk etmeye zorlamak ya da haklı bir sebep olmaksızın eşin ortak konuta dönmesini engellemek şeklinde ortaya çıkar. Burada açıkça anlaşılacağı üzere mutlak şekilde “terke mecbur etme” eylemi söz konusudur. Burada ki “terke mecbur etme” fiilinin ne şekilde gerçekleşmiş olması gerektiği; her bir boşanma davasında tarafların eylemlerinin kendine özgü ve o evliliğe münhasır olması sebebiyle önceden açıklanması mümkün olmayıp, hâkim; önüne gelen her bir somut olaya göre, eylemin terk etmiş sayılma kabul edilip edilmeyeceğine karar verecektir. Öyleyse, terke dayalı boşanma davasını; eşi evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla terk eden veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmeyen eş gibi, eşi tarafından terke zorlanan veya ortak konuta dönmesi engellenen eş de “terk edilen eş” konumunda bulunması nedeniyle açabilecektir. Zira yasa, diğerini ortak konutu terke zorlayan veya haklı sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eşin de terk etmiş sayılacağını açıkça düzenlemiş ve davaya hakkı olan eş kavramına yer vererek bu eşe de terk edilen sıfatıyla dava açma hakkı getirmiştir. Hâkim; davalının eylemini “terk etmiş sayılma” olarak kabul etmesi hâlinde artık eşini terke zorlayan veya ortak konuta dönmesi engellenen davalı hakkında terk hükümlerini uygulayabilecektir. 

16. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; terk etmiş sayılan eş aleyhine açılacak boşanma davasında aranan şartlarla terk eden eş için aranan şartların aynı olacağı tartışmasızdır. Burada ihtar isteminde bulunması gereken eş, ortak konutu terk etmeye zorlanan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesi engellenen eştir. Bu noktada, ortak konuttan ayrılan eşin ihtar çektiği gözetildiğinde, ihtarın niteliği ve amacı yönünden üzerinde dikkatle durulması gereken husus; terk etmeye mecbur bırakılan eş olarak “kendisinin tekrar ortak konuta dönmesini ve bunun için gerekli koşulların sağlanmasını” terk etmiş sayılan eşten talep ve ihtar etmesi gerektiği hususudur. Ortak konuta dönmeyi sağlayacak ihtarda da; ihtardan itibaren iki ay içinde evden ayrılmaya mecbur bırakılan veya eve alınmayan eşin ortak konuta davet edilmesi gerektiği, davet edilmemesi hâlinde ise ihtar talebinde bulunan eşin terk sebebiyle boşanma davası açmaya hak kazanacağı hususlarında hatırlatmanın da yer almasının gerektiği kuşkusuzdur.

17. Nitekim öğretide de terk; “…ortak hayatın kesilmesidir. Bunun için eşlerden birinin ortak konuttan ayrılması ve konuta geri dönmemesi gerekir. Eşlerin aynı evde yaşamakla birlikte, oturma ve yatak odalarını ayırmaları, birbirleriyle hiç konuşmamaları terk sayılmaz; çünkü burada durumun daima normale dönmesi ihtimali ve imkânı vardır. Ortak konuttan ayrılma, isteyerek olabileceği gibi, eşlerden birinin diğerini evden atması sonucunda, yani zorla da olabilir. Bu durumdu eşin evden ayrılmasında hukuka aykırılık unsuru yoktur. Bu takdirde terk eden eş, ötekini kovan eştir. Eşlerden biri nikâhtan sonra birlikte seçtikleri ortak konuta hiç gelmezse, yine terk vardır. Buna karşılık eşlerden birinin diğerinin yakınlarıyla oturmayı reddetmesi terk değildir” (Prof. Dr. Bilge Öztan, Aile Hukuku, 6. Bası, Ankara 2015, s. 667) şeklinde açıklanmaktadır. O hâlde, ortak konutu terke zorlayan veya eve dönmeyi engelleyen eşin, gerçekte terk eden eş olması nedeniyle, terke dayalı boşanma davası açma hakkı bulunmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu sonucun, yasanın konuluş amacına da uygun olduğu anlaşılmaktadır. Aksine görüşün kabul edilmesi hâlinde; ortak konuttan kovulan, fiilen ayrılmaya zorlanan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesi engellenen eşe karşı, haksız konumda bulunan eşin boşanma davası açma hakkı olduğunun kabulü ile boşanma kararı elde edebileceğinin düşünülmesi, hukuk devleti ilkesine aykırı olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

18. Hemen burada, davacının taraf sıfatı (husumet) etkisi üzerinde de durulmalıdır. Sıfat deyimi dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle (usul hukuku sorunu) ilgili olduğu hâlde; taraf sıfatı, dava konusu sübjektif hakka (maddi hukuk sorunu) ilişkindir. Sübjektif bir hakkı dava etme yetkisi (davacı sıfatı-dava hakkı) o hakkın sahibine ait olup (aktif husumet); hakkını o hakka uymakla yükümlü kişiden (davalı sıfatı-pasif husumet) isteyebilecektir. Sübjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu daha açık bir ifadeyle bir davada davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin olması nedeniyle maddi hukuk sorunudur. Sıfat yokluğu, bir def’i değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel bir itirazdır. Hâkim somut olayda bir itiraz sebebinin varlığını öğrenirse bu yönün kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle bu hususu kendiliğinden gözetmek zorundadır. Taraf sıfatının, dava şartı olmaması nedeniyle; hâkim, yaptığı inceleme sonunda taraflardan birinin o davada taraf sıfatının bulunmadığı kanaatine varırsa, dava şartı yokluğunun aksine davanın usulden değil, esastan reddine karar vermelidir (Prof. Dr. Baki Kuru, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Mart 2020, Cilt-1, s.332-334).

19. Görüldüğü üzere; eşini terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eşin gerçekte terk eden eş olması nedeniyle, açmış olduğu dava aktif husumet yokluğu nedeniyle esastan redde mahkûm olup, bu durumun davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel bir itiraz niteliğinde olması nedeniyle dava hakkının bulunmaması davanın esasına girmeye engel teşkil etmeyeceği gibi, hâkim somut olayda bu hususu kendiliğinden gözetmek zorundadır. Nitekim benzer ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 18.04.2007 tarihli ve 2007/5-233 E., 2007/221 K; 04.11.2009 tarihli ve 2009/2-402 E., 2009/484 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.

20. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; terke dayalı boşanma davasında dava açma hakkı, kanunun açık deyimiyle sadece terk edilen eşe ait bulunduğundan, diğer eşi ortak konutu terke zorlayan veya ortak konuta dönmesini engelleyen eşin terk eden eş konumunda olması nedeniyle terke dayalı boşanma davası açma hakkı bulunmamaktadır. Somut olayın değerlendirilmesinde ise; mahkemece, eşini ortak konutu terke zorlayan davacının dava açma hakkı olmadığı belirtilerek açılan dava reddedilmiş ise de, Özel Dairece “davalının haklı bir sebebi olmadığı hâlde davet edildiği ortak konuta dönmediği” gerekçesiyle davanın kabulü gerektiği belirtilerek karar bozulmuştur. Dosyaya yansıyan olaylar bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacı erkek eşin sürekli hakaret ettiği ve kadın eşi ortak konuttan kovmak suretiyle eşini terke zorladığı anlaşılmıştır. Yukarıda üzerinde durulan tüm olgu, kavram ve yasal düzenlemeler gözetildiğinde davacının gerçekte iddia ettiği gibi terk edilen değil, terk eden eş olduğunun kabulü gerekmektedir. Durum bu olunca davacının, terk edilen eşe ait bulunan terke dayalı boşanma davası açma hakkı bulunmadığından, davasının da kabul edilemeyeceği anlaşılmaktadır. 

21. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; terk nedeniyle açılan boşanma davasında, davalının terkte haklılığı değil, eve dönmemekte haklı olduğunu kanıtlaması gerektiği gerekçesiyle Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

22. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece davacı erkek eşin terke zorlayan eş olduğu gözetilerek davasının reddine yönelik verilen karar isabetlidir.

B) Dava dilekçesinde boşanmanın yanında yer alan "nafakanın kaldırılması" isteminin ayrıca nispi harca tabi olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre nispi harcın tamamlanmasının gerekip gerekmediği hususuna gelince;

23. Davacı, dava dilekçesinde boşanma kararı verilmesinin yanında, davalı eşe Zonguldak 1. Aile Mahkemesinin 20.02.2009 tarihli ve 2008/515 E., 2009/29 K. sayılı kararı ile ödenmesine karar verilen TMK’nın 197. maddesine dayalı bağımsız tedbir nafakasının kaldırılmasını da talep etmiştir.

24. Dava dilekçesi ile birlikle yatırılan başvurma harcı, dilekçedeki tüm talepleri kapsar. Başvurma harcı ile birlikte yatırılan maktu peşin harcın boşanma davası için yatırıldığı anlaşılmaktadır. Dava dilekçesindeki her bir talep için ayrı ayrı maktu ve nispi harçların yatırılması gerekmektedir. Harçlar Kanunu’nun “Değer esası” başlıklı 16. maddesiyle; “Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır…Değer tayini mümkün olan hallerde dava dilekçelerinde değer gösterilmesi mecburidir. Gösterilmemişse davacıya tesbit ettirilir. Tesbitten kaçınma hâlinde, dava dilekçesi muameleye konmaz. Noksan tesbit edilen değerler hakkında 30 uncu madde hükmü uygulanır.”

Kanunun 30. maddesiyle “Noksan tesbit edilen değer üzerinden harcın ödenmesi” başlığıyla “Muhakeme sırasında tesbit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 409 uncu maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.”

Kanunun 32. maddesiyle ise “Harcı ödenmiyen işlemler” başlığıyla “Yargı işlemlerinden alınacak harclar ödenmedikçe mütaakıp işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmiyen harcları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” hükümleri düzenleme altına alınmıştır.

25. Davacı erkek eşin, kadın eş yararına ödenmesine karar verilen tedbir nafakasının kaldırılması talebi boşanma talebinin eki niteliğinde olmayıp nispi harca tabidir. Bu talep nedeniyle davanın açılması esnasında nispi harç alınmadığı gibi bu eksiklik yargılama sırasında da giderilmemiştir. Nispi harç tamamlattırılmadan müteakip işlemler yapılamaz. Mahkemece, davacıya kaldırılmasını talep ettiği bir yıllık tedbir nafakası miktarı üzerinden nispi harcın ikmali için süre verilmesi (Harçlar Kanunu m. 30-32) harç noksanlığı giderildiği takdirde, bu talebin esasının incelenmesi ve hâsıl olacak sonuca göre karar verilmesi, harcın ikmal edilmemesi hâlinde ise Harçlar Kanunu'nun 30. maddesi gereğince işlem yapılması gerekirken, belirtilen hususlar gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

26. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına bu yönü ile uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ: 

Açıklanan nedenlerle;

1) Davacı vekilinin boşanma davasının reddine yönelik temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan (III-A) nedenlerle direnme kararının oy çokluğu ile ONANMASINA, 

Gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

2) Davacı vekilinin nafakanın kaldırılması talebine ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı (III-B) 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince oy birliği ile BOZULMASINA,

Boşanma davasına ilişkin verilen karar yönünden aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

Nafakanın kaldırılmasına ilişkin verilen karar yönünden ise aynı Kanun’un 440-III/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.11.2020 tarihinde karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 21 üyenin 18'i ONAMA, 3'ü ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.