TÜKETİCİ MAHKEMESİNDE GÖRÜLEN DAVALAR BASİT YARGILAMA USULÜNE TABİ OLSA DA BU TÜR DAVALAR ADLİ TATİLDE GÖRÜLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


23 Ağu
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2018/14-402
KARAR NO   : 2022/391

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Diyarbakır 2. Tüketici Mahkemesi
TARİHİ                         : 30/06/2016
NUMARASI                 : 2016/1004 - 2016/1550
DAVACI                       : Ş.D. vekili Av. B.S.D.
DAVALI                       : D. A.Ş. vekili Av. S.Ç.
DAHİLİ DAVALI          : A.D.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde taşınmaz bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla) davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı şirket vekili ile dâhili davalı Ahmet D.’nun temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı şirket vekili ile dâhili davalı Ahmet D. tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, Triad Konutları adı altında davalı şirket tarafından Kat Mülkiyeti Kanununa göre yapılmakta olan 784 ada, 2 parseldeki 25 numaralı daireyi 195.000 TL bedelle satın aldığını ve satış bedelini peşin olarak ödediğini, sözleşmede inşaatın teslim tarihinin 30.06.2012 olmasına rağmen 15.11.2012 tarihinde teslim edildiğini, teslim tarihinden itibaren dairenin müvekkili tarafından kullanıldığını, ancak teslimden sonra dairenin 17m2 küçük olduğunun anlaşıldığını ve yüklenici şirket aleyhine Diyarbakır 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/103 E. sayılı dosyasında eksik ifa ve gecikme nedeniyle dava açıldığını, tapuyu almak için çeşitli defalar müracaat etmelerine rağmen davalının değişik sebepler ileri sürerek tapu devrine yanaşmayıp oyalama yoluna gittiğini, sonrasında yapılan sözleşmenin geçersiz olduğunu ve bedeli iadeye hazır olduklarını bildirdiğini, davalının muhasebecisi olduğunu söyleyen bir şahsın davacıyı arayarak banka hesap numarasını isteyip ücretin iade edileceğini söylediğini, müvekkilinin bunu kabul etmemesine karşın satış bedelinin banka hesabına yatırıldığını, bu durumun tamamen kötü niyetli olduğunu, geçen süre içerisinde taşınmaz değer kazandığından davalı şirketin geri almaya çalıştığını, 30.09.1988 tarihli ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca mülkiyetin devri gerektiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın şu andaki rayiç değeri ile yapılan faydalı giderlerin faiziyle birlikte tahsili isteminde bulunmuştur

Davalı Cevabı:

5. Davalı şirket vekili cevap dilekçesinde; görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olduğunu, ayrıca müvekkili şirket kayıt maliki olmadığından davanın taraf sıfatı nedeniyle reddi gerektiğini, esas bakımından ise müvekkilinin kendisine ait olan arsa üzerinde Triad Konutlarını inşa ettiğini, davacının örnek daireyi görerek 25 numaralı daire için ön satış sözleşmesi imzalandığını, gerekli ödemeyi yapan davacının teslim aşamasına gelindiğinde dairenin 17m2 eksik olduğunu ileri sürerek haksız şekilde dava açtığını ve fiyatı düşürmeye çalıştığını, oysa ki anlaşmada dairenin büyüklüğüne ilişkin bir açıklama bulunmadığını, fiyatı düşürmek amacıyla sürekli ihtarlar göndererek baskı kurduğunu, müvekkili şirketin de 30.01.2013 tarih ve 02812 yevmiye numaralı ihtarname ile tapu devri için şirkete başvurması gerektiğini aksi takdirde sözleşmenin feshedileceğini davacıya bildirdiğini, buna karşın davacının başvuruda bulunmadığını, şirketin de aldığı bedeli iade edip sözleşmenin 7. maddesine göre daireyi başka bir kişiye sattığını, ayrıca taraflar arasında adi nitelikte yapılan taşınmaz devir sözleşmesinin geçerli olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Yargılama sırasında kayıt maliki Ahmet D. adına dâhili dava dilekçesi tebliğ edilmiş, adı geçen kişi sunduğu dilekçe ile davacıyı tanımadığını, davalı şirketten ticarî amaçlı daire satın aldığını, örnek daireyi gezip evin fiyatında anlaşarak kendi parasıyla ve iyi niyetli olarak iktisapta bulunduğunu, ancak evi satmak amacı ile satın aldığından davacı ile anlaşarak ona satmaya hazır olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

7. Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla) 24.10.2013 tarihli ve 2013/421 E., 2013/1171 K. sayılı kararı ile; davacının davalı şirketten Kat Mülkiyeti Kanununa göre yapılmakta olan siteden 25 numaralı daireyi 195.000 TL satış bedelini peşin ödeyerek satın aldığı, davalı tarafın daireyi sözleşmeye göre 30.06.2012 tarihinde teslim etmesi gerekirken 15.11.2012 tarihinde teslim ettiği, teslim tarihinden itibaren davacının itirazı kayıt bulunmaksızın daireyi kullandığı, bu durumun keşif mahallinde de görüldüğü, taraflar arasında dairenin yüz ölçümünün eksik olduğu hususunda ihtilaf çıktığı ve davacı tarafın eksik ifa ve gecikme nedeniyle davalı şirket aleyhine dava açtığı, davalı şirketin tüketici konumundaki davacıya taşınmazın tapu devrini yapmadığı, bu dava açıldıktan sonra kayıt malikinin davaya dâhil edildiği, dâhili davalının ise taşınmazı gerçekte satın aldığına ilişkin olarak dosyaya belge ve bilgi sunmadığı, dolayısıyla davalı şirket ile dâhili davalı arasındaki satışın muvazaalı olduğu, davacının satış bedelini davalı şirkete peşin olarak ödeyip taşınmazı malik gibi kullandığı, bu durumda Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ile TMK’nın 2. maddesi gözetildiğinde tapu iptali ve tescil talebinin kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı şirket vekili ile dâhili davalı Ahmet D. tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 13.05.2014 tarihli ve 2014/1215 E., 2014/6224 K. sayılı kararı ile;

“... Dava, yüklenicinin temliki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil; ikinci kademede alacak istemlerine ilişkindir.

Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişesi taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, satın alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bir tanımlama yapmak gerekirse iyiniyetten maksat “hakkın doğumuna engel olacak bir hususun hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesidir.”

Belirtilen ilke, TMK’nın 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddesindede "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde vurgulanmıştır. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.

Gerçekten, kayıt malikinin mülkiyeti kötüniyetle kazandığı ileri sürülmüş ise, üçüncü kişinin ayni hakkın yolsuz olarak tescil edildiğini bilen veya bilmesi gereken şahıs olup olmadığına bakılması gerekir. Çünkü, TMK’nın 1024. maddesi uyarınca bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmişse bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişilerin yolsuz olan bu tescile dayanma olanakları yoktur ve yasa ve uygulamadaki deyimiyle bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan ve hukuki sebepten yoksun bulunan tesciller yolsuz tescil sayılacağından, hakkı zedelenen üçüncü kişinin iyiniyetli olmayan malike karşı doğrudan doğruya şahsi hakkına dayanması mümkündür.

Somut uyuşmazlıkta, kat irtifakı kurulu 2 parsel sayılı taşınmazdaki C Blok 25 numaralı mesken 07.03.2013 günü satış nedeniyle davalı Ahmet adına tescil edilmiş; davacı tarafından 29.04.2013 tarihinde bu dava açılmış ve 30.04.2013 tarihinde de taşınmazın tapu kaydına mahkemece ihtiyati tedbir şerhi konulmuştur.

Davacı, taraflar arasında düzenlenen 01.10.2011 günlü adi yazılı sözleşmeye dayanarak davalı Ahmet D. adına olan tapu kaydının iptali ile adına tescilini veya taşınmazın rayiç değerinin alınmasını talep etmiştir.

Uyuşmazlık davalının TMK’nın 1023. maddesi uyarınca iyiniyetli olup olmadığı, TMK’nın 3. Maddesi karşısında yararına geçerli bir tescilin sonuçları meydana gelip gelmeyeceğine ilişkindir. Taşınmazın mülkiyetinin kötüniyetle kazanıldığının kural olarak davacı tarafından kanıtlanması gerekir. Dosya kapsamına, toplanan delillere göre davalı Ahmet’in taşınmazı kötüniyetle edindiğine ilişkin bir delil sunulmadığı, dolayısıyla dava konusu taşınmazın kötüniyetli olarak edindiği kanıtlanamadığından mahkemece davacının tapu iptali ve tescil isteminin reddi ile ikinci kademedeki istemi hakkında bir karar verilmesi gerekir.

Mahkemece, belirtilen hususlar gözetilmeden yazılı gerekçeyle tapu iptali ve tescil isteminin kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı:

10. Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla); 16.10.2014 tarihli celsede usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilen bozma kararına uyulmasına ilişkin ara karar kurulduktan sonra yargılamaya son verilerek, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 02.10.2014 tarihli ve 2258 sayılı kararı ile Diyarbakır Tüketici Mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi nedeniyle dosyanın nöbetçi tüketici mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

11. Diyarbakır 2. Tüketici Mahkemesinin 08.01.2015 tarihli ve 2014/126 E., 2015/17 K. sayılı kararı ile de; muvazaa iddiasının her türlü delille ispatının mümkün olduğu, somut olayda sözleşme imzaladıktan sonra taşınmaz bedelinin tam olarak ödendiği ve taşınmazın davacıya teslim edildiği, davacının da teslim aldığı günden itibaren taşınmazı malik gibi kullandığı, ancak evin metrekaresinin düşük olduğu gerekçesiyle davalı şirket aleyhine dava açtığı, davalı şirketin de taşınmazın tapu devrini yapmadığı, dâhili davalının ise dava konusu daireyi davalı şirketten görmeden satın aldığı, hayatın olağan akışı içerisinde oldukça yüksek bedel ödenerek alınacak olan bir taşınmazın görülmeden satın alınmasının mümkün olmadığı, örnek daire görülerek fikir edinilebilir ise de son aşamada kişinin alacağı daireyi görmeden satın almasının hayatın normal akışına uygun düşmediği, ayrıca daireyi satın alan dâhili davalının hiçbir zaman malik gibi hareket etmediği, daireyi malik gibi kendi tasarrufu altına almadığı gibi davalı şirketten dairenin kendisine teslimini de istemediği, daireyi satın aldığı hâlde durumdan davacıyı haberdar etmediği, taşınmazın maliki olduğunu beyan ederek davacıdan çıkmasını hâlen daha talep etmediği, kira ve ecri misil gibi taleplerde bulunmadığı, hatta hiç daire satın almamış gibi davrandığı, dâhili davalının satın aldığı daire bedelini ödediğine, davalı şirketin de bedeli aldığına dair bir belgenin dosyaya sunulmadığı, bir şirket olan davalı satıcının böylesine büyük değerdeki taşınmaz satışını belgesiz yapmasının mümkün olmadığı, yine dâhili davalı tarafından eldeki davaya cevap verilip temyiz isteminde bulunulmuş ise de yargılamaya aktif ve ciddi bir şekilde katıldığının söylenemeyeceği, avukat tutarak kendisini davada temsil ettirmediği, davanın kendi lehine sonuçlanması için gerekli olan çabayı göstermediği, tüm bu hususlar karşısında davalı şirket ile dâhili davalı arasındaki satışın muvazaalı olduğunun ispat edildiği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davalı şirket vekili ve dâhili davalı tarafından temyiz edilmiştir.

13. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılan inceleme sonucunda 02.03.2016 tarihli ve 2015/14-3853 E., 2016/263 sayılı karar ile; direnmeye ilişkin olarak usulüne uygun şekilde kısa karar oluşturulmadığı gerekçesiyle karar usulden bozulmuştur.

14. Yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına konu edilen usule ilişkin eksiklik giderilerek önceki gerekçe ile yeniden direnme kararı verilmiştir.

15. Direnme kararı, davalı şirket vekili ve dâhili davalı Ahmet D. tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

16. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamı ve davacı tarafça sunulan delillere göre dâhili davalı (kayıt maliki) Ahmet D.’nun taşınmazın mülkiyetini kötü niyetle iktisap ettiğinin ispat edilip edilemediği, mülkiyet hakkının TMK’nın 1023. maddesi uyarınca korunmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre davacının tapu iptali ve tescil isteminin reddi ile ikinci kademedeki bedel istemi yönünden bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

17. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. Davacı vekilinin temyize cevap dilekçesinde davanın adli tatilde görülmesi mümkün olan davalardan olduğunu belirterek, buna göre direnme kararının dâhili davalı tarafından yasal süresi geçtikten sonra temyiz edildiğini ileri sürmesi nedeniyle öncelikle bu husus birinci ön sorun olarak ele alınmış ve dâhili davalı Ahmet D.’nun yasal süresi içerisinde temyiz isteminde bulunup bulunmadığı incelenmiştir.

18. Bilindiği üzere mahkemelerin her türlü tebliğ işlemleri, 7201 sayılı Tebligat Kanunu (TK) ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik (Yönetmelik) hükümlerine göre yapılır.

19. Hemen belirtilmelidir ki, tebligat ile ilgili Kanun ve Yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler, bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olmakla, gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak Kanun ve Yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.

20. Somut olayda direnmeye ilişkin gerekçeli karar “…Gösterilen adrese gidildi tevziat saatlerinde adreste kimse olmadığından muhatabın evde olmadığını aynı binada isim ve imzadan imtina eden komşu, kapıcı ve bina güvenliği tarafından beyan edilmesi üzerine tebliğ evrakı ilgili mahalle muhtarlığını teslim edilerek, tebliğ adresine 2 nolu haber kağıdı yapıştırılıp, isim ve imzadan imtina eden komşu, kapıcı ve site güvenliğine haber verilmiştir. 21/1 madde …” şerhi ile 02.08.2016 tarihinde dâhili davalı Ahmet D.’ya tebliğ edilmiş, adı geçen davalı da yapılan tebligatın usulsüz olduğunu ve tebligatı 18.08.2016 tarihinde öğrendiğini belirterek, direnme kararını 19.08.2016 tarihinde temyiz etmiştir. Öncelikle, tebliğ memurunca muhatabın adreste bulunmaması hâlinde, muhatabın adreste bulunmama sebebi, adresten geçici mi yoksa sürekli mi ayrıldığı, tevziat saatlerinden sonra gelip gelmeyeceği hususları tespit edilmeksizin tamamlanan tebliğ işleminin Tebligat Kanunu’nun 21/1 maddesi ile Yönetmeliğinin 29/1-f., 30/1-f. ve 35/1-f. hükümlerine aykırı olması dolayısıyla usulsüz olduğu her türlü duraksamadan uzaktır. Kaldı ki, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 73/4. maddesindeki hüküm nedeniyle tüketici mahkemesinde görülen davalar basit yargılama usulüne tabi olsa da bu tür davaların adli tatilde görülebileceğine ilişkin olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 103. maddesinde bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla davalının temyiz istemi süresi içerisinde olup, birinci ön sorunun bulunmadığına karar verilerek ikinci ön sorunun incelenmesine geçilmiştir.

21. Eldeki davada, bozma kararı sonrasında tüketici mahkemesi sıfatıyla davaya bakan Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 16.10.2014 tarihli duruşmada, usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle bozma kararına uyulması yönünde ara karar kurulduktan sonra, Diyarbakır’da tüketici mahkemelerinin faaliyete geçirilmiş olması nedeniyle aynı celse dosyanın nöbetçi tüketici mahkemesine devrine karar verilmiş, dosyanın devredildiği Diyarbakır 2. Tüketici Mahkemesi tarafından ise direnme kararı verilmiştir. Bu durum karşısında, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 02.10.2014 tarihli ve 2258 sayılı kararı ile Diyarbakır 1 ve 2. Tüketici Mahkemelerinin 15 Ekim 2014 tarihi itibariyle faaliyete geçirilmesine rağmen, bu tarihten sonra yapılan duruşmada tüketici mahkemesi sıfatı kalkan mahkemece dosyanın ihtisas mahkemesine devrinden hemen önce bozma kararına uyulmasına karar verilmesi nedeniyle bozma kararı lehine olan taraf bakımından usule ilişkin kazanılmış hakkın doğup doğmadığı, bu bağlamda Diyarbakır 2. Tüketici Mahkemesinin uyma kararı ile bağlı olup olmadığı, varılacak sonuca göre direnme kararının bu sebeple usulden bozulmasına karar verilmesinin gerekip gerekmediği ikinci ön sorun olarak incelenmiştir.

22. Belirtmek gerekir ki; 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde değinildiği gibi bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulî kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.

23. Bu kurum davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

24. Bir davanın görevli yargı yerinde karara bağlanmasını sağlamak usul kanununun temel prensiplerinden biridir.

25. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 1 ve 24. maddeleri ile 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun, adli yargı teşkilatı içindeki genel görevli mahkemelerin görev ve yetkilerini düzenlerken, özel görevli mahkemelerin görev ve yetkileri ilgili özel kanunlarda düzenlenmiştir. 5235 sayılı Kanun’un 4. maddesine göre adli yargı teşkilatı içindeki hukuk mahkemeleri, sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri ile özel kanunlarla kurulan diğer hukuk mahkemeleridir. Bakacakları işler, belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olan, medeni usul hukukuna giren her türlü iş ve davalara bakan mahkemelere “genel mahkemeler” denilmekte; belirli kişiler arasında çıkan uyuşmazlıklara veya belli çeşit uyuşmazlıklara bakmak için özel kanunlarla kurulmuş olan mahkemelere ise “özel mahkemeler” veya “ihtisas mahkemeleri” denilmektedir. Özel mahkemede bakılacağı hakkında özel bir kanun hükmü bulunmayan her dava genel mahkemelerde görülür. Bu doğrultuda özel görevli mahkemelerin kuruluşu mutlaka ayrı bir kanun hükmü ile düzenlenir.

26. Özel görevli mahkemelerin kurulmasının temelinde toplum düzenindeki gelişmeye paralel olarak artan ve ayrı bir uzmanlık gerektiren uyuşmazlıkların çözülmesi ihtiyacı yatmaktadır. Tüm bilimsel gelişmelere paralel olarak hukukun da sosyal bir bilim dalı olarak bu gelişmelerden ayrı kalması mümkün değildir. Bu bağlamda özel hukuk uyuşmazlıklarında ihtisaslaşma ve buna olarak kurulan kadastro, iş, tüketici, aile, fikrî ve sınaî haklar hukuk mahkemeleri gibi mahkemeler özel görevli mahkemeler olup, hem bu mahkemeler arasındaki ilişki hem de özel mahkemeler ile genel mahkemeler arasındaki ilişki bir görev ilişkisidir.

27. Bir yargı çevresi içinde açılan dava sayısının yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak özel mahkeme kurulmamış ise bu mahkemelerin görevine giren işlere de özel mahkeme sıfatıyla o iş için kendi özel kanununda öngörülen usul ve esaslara göre genel mahkeme tarafından bakılır. Nitekim somut olayda da özel mahkeme niteliğindeki tüketici mahkemesinin görevine giren dava tüketici mahkemesinin henüz kurulmamış olması nedeniyle genel mahkemede görülmüş, davanın devamı sırasında Hakimler ve Savcılar Kurulunun 2258 sayılı kararı ile Diyarbakır’da 15 Ekim 2014 tarihi itibariyle tüketici mahkemeleri faaliyete geçirilmiştir. Anılan kararın son kısmında derdest dosyaların faaliyete geçirilen yeni mahkemelere devredilmesi hususu belirtilmiş olup, mahkeme tarafından da derdest olan eldeki dosyanın tüketici mahkemesine devrine karar verilmiştir.

28. Yeni bir mahkeme kurulmakla bu mahkemeye devredilen dava dosyası, önceki mahkemede görülen davanın devamı niteliğindedir. Ancak kendi ihtisas alanında özel görevli mahkemenin kurulması karşısında genel görevli mahkemenin özel mahkeme sıfatıyla o davaya bakma görevi sona ermiştir. Bu nedenle mahkemenin 16.10.2014 tarihinde yaptığı usul işleminin geçerli olup olmadığı önem taşımaktadır. Tarafların görevsiz mahkemede yaptıkları usul işlemleri geçerli ise de görevsiz mahkeme tarafından yapılan usul işlemleri kural olarak geçerli değildir. Yani görevli mahkemeyi bağlamaz. Bu işlemlerin görevli mahkemede tekrarlanması gereklidir. Bununla birlikte, görevli mahkeme, görevsiz mahkemenin yapmış olduğu usul işlemlerini özellikle tespit etmiş olduğu delilleri, bunların tekrarlanması için bir neden yoksa, kararına esas alabilir.

29. Tüm bu açıklamalar karşısında, Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin uyma kararını verdiği 16.10.2014 tarihinde görevli mahkeme olmadığı açıktır. Bu tarih itibariyle artık hiçbir usul işlemi yapılmadan dosyanın ihtisas mahkemesine devri ile yetinmesi gerekirken, bozma kararına uyulması yönünde kurulan ara kararının geçerli bir usul işlemi olduğu söylenemez. Dolayısıyla geçersiz olan bu uyma kararı sonucunda usule ilişkin kazanılmış bir hakkın doğduğundan ve dosyanın devredildiği mahkeme yönünden de bağlayıcı olduğundan söz edilemez. Böyle olunca, uyma kararı ile bağlı olmayan Diyarbakır 2. Tüketici Mahkemesi tarafından direnme kararı verilmiş olmasında usul ve yasa hükümlerine aykırı bir yön bulunmamış, ikinci ön sorun da bu şekilde aşılarak işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

30. Dava, yüklenicinin temliki nedeniyle tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde taşınmazın rayiç değeri ile yapılan faydalı giderlerin tahsili istemine ilişkindir.

31. Bu tür uyuşmazlıklar 30.09.1988 tarihli ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme ulaştırılmakta olup, anılan kararda “tapuda kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetini devir borcu doğuran ve ancak yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılmadığından geçersiz bulunan sözleşmeye dayanılarak açılan bir cebri tescil davasının kural olarak kabul edilemeyeceği, bununla beraber Kat Mülkiyeti Kanununa tabi olmak üzere yapımına başlanılan taşınmazdan bağımsız bölüm satımına ilişkin geçerli bir sözleşme olmadan tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak alıcının tüm borçlarını eda etmesi ve satıcının da bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu malik gibi kullanmasına rağmen satıcının tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması hâllerinde; olayın özelliğine göre Medeni Kanunu’nun 2. maddesi gözetilerek açılan tescil davasını kabul edilebileceği” sonucuna varılmıştır.        

32. Taşınmaz mülkiyetinin devrine ilişkin sözleşmelerin Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (818 sayılı BK’nın 213), 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Noterlik Kanunu’nun 60., ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde resmî şekilde yapılacağı düzenlenmiştir. Burada öngörülen şekil şartı ispat değil, bir geçerlilik şartıdır. Bu nedenle resmî şekle uyulmadan yapılan sözleşme kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşacak ise de 30.09.1988 gün ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile buna istisna getirilmiş ve harici satış sözleşmesinin alıcısı konumunda olan kişinin tescil isteminin belli koşullar altında kabul edilebileceği öngörülmüştür.

33. İçtihadı Birleştirme Kararı gerek kendi taşınmazı üzerine gerekse üçüncü kişi taşınmazı üzerine bina yapmakta olan kişilerin, binanın yapımı aşamasında sattığı bağımsız bölümlerin parasını kullanıp, daha sonra da enflasyon nedeniyle paranın değer kaybetmesi, bununla ters orantılı olarak satılan yerin kıymetlenmesi sonucu, yukarıda belirtilen yasa maddelerinin öngördüğü şekil zorunluluğundan yararlanmak istemelerini ve böylece Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine aykırı davranışları önlemeyi amaçlamıştır (Hukuk Genel Kurulu, 19.02.2019 tarih ve 2017/14-2036 E., 2019/161 K.)

34. Somut olayda da, bağımsız bölümün satışı için adi yazılı şekilde düzenlenen sözleşmenin baştan itibaren geçersiz olduğu davalı şirket tarafından ileri sürülmüş ise de yüklenicinin şekle aykırılığı ileri sürmesi dürüstlük kuralına aykırı olduğu gibi hem bu yöne hem de diğer yönlere ilişkin temyiz itirazları Özel Daire bozma kapsamı dışında kalarak kesinleşmiştir. 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında değinildiği üzere Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalan kısımları kesinleşir. Bu nedenle yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, dava tarihinden kısa bir süre önce çekişme konusu bağımsız bölümü devralan dâhili davalı Ahmet D.’nun TMK’nın 1023. maddesi uyarınca iyi niyetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

35. Belirtmek gerekir ki, harici satış sözleşmesine dayanarak tescil talebinde bulunan kimsenin bu davasının kabul edilebilmesi için dava açılmadan veya tescil kararı verilmeden önce taşınmaz mülkiyetinin üçüncü bir kişiye devredilmemiş olması gerekir. Taşınmazın mülkiyeti, tapu sicilindeki kayda güvenerek iyi niyetli üçüncü bir kişi tarafından iktisap edilmiş ise tescil istemi dayanaksız kalacaktır.

36. Çünkü hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişesi taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, satın alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Belirtilen bu ilke, TMK’nın 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddede; “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde vurgulanmıştır. Devletin sorumluluğu altında ve memurları tarafından aleniyet ilkesine göre tutulan resmî bir sicil söz konusu olduğundan, bunlara güvenerek girişimde bulunan ve aynî hak elde eden iyi niyetli kişilere yasal himaye sağlanmıştır.

37. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden, iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük bir önem taşımaktadır. Bir tanımlama yapmak gerekirse, iyi niyetten maksat “hakkın doğumuna engel olacak bir hususun, hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesidir”. Anılan yasal düzenlemelere göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabı korunur. Bu nedenle iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Yüzeysel ve şekilci bir araştırmanın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güvenini sarsacağı, yasa koyucunun amacının da ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

38. İspat yükünün ise üçüncü kişinin iyi niyetli olmadığını ileri süren tarafa ait olduğu açıktır. Ancak kötü niyet iddiasının hukukî niteliği uyarınca ispat edilmesi çoğu zaman zordur. Bu nedenle uygulamada üçüncü kişinin iyi niyetli olmadığını ileri süren davacının bazı fiili karinelerden de yararlanabileceği kabul edilmiştir.

39. Somut olay tüm bu açıklamalar kapsamında değerlendirildiğinde; 25 numaralı bağımsız bölümün satışı için davacı ile davalı yüklenici şirket arasında 01.10.2011 tarihli harici sözleşme düzenlenmiş, davacı Şeyhmuş D. tarafından satış bedeli olan toplam 195.000 TL ödenerek, daire 15.11.2012 tarihinde fiilen teslim alınmıştır. Dosyada mevcut doğalgaz, elektrik ve su faturalarına göre davacı gerekli abonelikleri tesis ettirerek taşınmazda oturmaya başlamış ise de davalı şirket tarafından taşınmazın tapu devri yapılmamıştır. Bunun üzerine 29.12.2012 ve 28.01.2013 tarihlerinde iki kez ihtarname gönderen davacı, tapu devrinin yapılmasını aksi hâlde tapu iptal ve tescil davası açılacağını davalı şirkete bildirmiştir. Ayrıca davacı tarafından taşınmazın küçük olduğu ve geç teslim edildiği iddiası ile yüklenici şirket aleyhine 01.02.2013 tarihinde Diyarbakır 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/103 E. sayılı dosyasında dava açılmıştır. Taraflar arasındaki bahsi geçen uyuşmazlıkla ilgili dava sürmekteyken davalı şirket 07.03.2013 tarihinde çekişme konusu bağımsız bölümü Ahmet D.’ya satış suretiyle temlik etmiş, 29.04.2013 tarihinde eldeki dava açılmış, 03.05.2013 tarihli dilekçe ile de tapu maliki Ahmet D.’ya husumet yöneltilmiştir. Adı geçen davalı ise davacıyı tanımadığını, davalı şirketten ticarî amaçlı daire satın aldığını, örnek daireyi gezip evin fiyatında anlaşarak kendi parasıyla ve iyi niyetli olarak iktisapta bulunduğunu, ancak evi satmak amacıyla satın aldığından davacı ile anlaşarak ona satmaya hazır olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.

40. Olayların tüm bu gelişimi yanında özellikle 27.05.2013 tarihli dilekçesinde taşınmazı hiç görmeden satın aldığını kabul eden davalı Ahmet D.’nun bu tutumu hayatın olağan akışına uygun değildir. Oldukça değerli ve konut niteliğindeki bir taşınmazın ticarî amaçla dahi olsa gezilip görülmeden satın alınması hayatın olağan akışına uygun düşmediği gibi o tarihte taşınmazda davacının ikamet ettiği de açıktır. Tüm dosya kapsamı gözetildiğinde, davalı kayıt malikinin taşınmazı iktisap ederken üzerine düşen özeni gösterdiği ve TMK'nın 1023. maddesi uyarınca iyi niyetli iktisapta bulunan üçüncü kişi durumunda olduğu söylenemez. Dolayısıyla davalı Ahmet D. TMK’nın 1024. maddesine göre yolsuz tescili bilen ya da bilmesi gereken kişi konumunda olup, aynı Kanun’un 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamaz.

41. Yerel mahkemenin yukarıdaki hususlara değinen bir kısım gerekçeleri isabetli ise de diğer gerekçeleri yerinde görülmediğinden, direnme gerekçesinin açıklandığı bölümde yer alan 10 ve 11. bentler karardan çıkarılmak suretiyle sonucu itibariyle usul ve yasaya uygun olan direnme kararının düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı şirket vekili ile dâhili davalı Ahmet D.’nun temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının gerekçesi DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.03.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.