USULİ KAZANILMIŞ HAK, NİHAİ HÜKÜM VE DURUŞMALI İNCELEME KARARI

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


02 Haz
2015

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO            : 2013/14-1139
KARAR NO          : 2015/995          

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ      :
İstanbul Anadolu 17.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                : 28/12/2012
NUMARASI         : 2012/450 E - 2012/678 K.
DAVACI              : İ. İnşaat Ticaret Sanayi Anonim Şirketi vekilleri Av. İ.B. ve Av. N.K.Ş.
DAVALI              : Y. Yapı Endüstri Anonim Şirketi vekilleri Av. M.A. ve Av. Y.Ö.
FERİ MÜDAHİL   : Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu vekili Av. Z.Ö.

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasının yapılan yargılaması sonucunda; Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 28.12.2012 gün ve 2012/450 E.-2012/678 K. Sayılı kararın davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmiştir. Belli günde davacı vekilleri Av. İ.B. ve Av. H.P. ile davalı vekili Av. M.A. ile ihbar olunan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu vekilleri Av. Z.Ö. ve Av. C.K.’nun gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten ve temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki tüm kağıtlar okundu ve gereği düşünüldü: 

KARAR

Dava, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davalı şirketin, Beyoğlu 20. Noterliği’nin 24.06.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile 2425 parsel numaralı taşınmazın 65515/285149 payının yarısını müvekkiline satmayı vaat etiğini, taşınmazın tescili talep edilmesi rağmen yerine getirilmediğini, satış vaadi sözleşmesinin 22.12.1999 tarihinde tapuya şerh verildiğini, ancak 5 yıllık sürenin dolduğunu belirterek, sözleşmeye konu payın müvekkili şirket adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15/7-a maddesi gereğince TMSF'nin fon alacaklarının tahsili bakımından müvekkili şirkete el koyduğunu, sözleşme tarihinden bu yana 8 yıl geçtiğinden zamanaşımı süresinin dolduğunu, sözleşmenin tarafların gerçek iradesini yansıtmadığını, sözleşme yapıldıktan çok uzun zaman sonra B. Grubuna TMSF tarafından el konulmasını müteakip, davacı tarafından noterden ihtarname keşide edilip, akabinde bu davanın açıldığını, satış vaadinin davalı bakımından üçüncü kişilere karşı bir önlem niteliğinde tesis edildiğini, bu sebeple muvazaa ile batıl olduğunu ve satış vaadi karşılığı bir bedel de alınmadığını, sözleşmede yer alan bedelin de taşınmazın rayicinden noksan olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Fer’i müdahil Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu vekili; davalı şirketin B. Grubu şirketlerinden olduğunu, 09.06.2005 tarihinde fon alacaklarının tahsilini teminen B. Grubu şirketlerine ve bu arada davalı Y. Yapı Endüstri A.Ş’ye el konulduğunu, vaat borçlusu şirketin taşınmazı Y.bank kaynaklarını kullanmak suretiyle kazandığını, davalı şirket kayıtlarında satış bedelinin ödendiğine dair bir bilginin olmadığını, taraflar arasında gerçek bir satış iradesi bulunmadığını, nitekim TMSF’nin 01.03.2007 tarihli ve 93 sayılı kararı ile dava konusu satış vaadi sözleşmesinin mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığı gerekçesiyle fon bakımından geçersiz sayılmasına karar verildiğini, taşınmazın tapu kaydına da kamu haczi şerhinin işlendiğini, bu sebeple eldeki davanın artık konusuz kaldığını belirterek, karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, TMSF tarafından 01.03.2007 tarih ve 93 sayılı karar ile satış vaadi sözleşmesinin geçersiz sayılmasına karar verildiği, bu kararın iptali için İstanbul 7. İdare Mahkemesinde dava açıldığı ancak davanın reddine karar verildiği ve bu kararında Danıştay 13. Dairesince onandığı, Bankalar Kanunu’nun 15. maddesinde yer alan yetkiye göre oluşturulmuş kararın tarafları bağlayıcı hale geldiği gerekçesiyle konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Davacı vekilince temyiz edilen karar, Özel Dairece “idari yargı kararları ile sözleşmenin fon alacağını teminen ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yönünden geçersizliğine karar verildiği, satış vaadi sözleşmesinin bir taahhüt işlemi olarak tarafları arasında hüküm ve sonuç meydana getirmeye devam edeceği, hiç kimsenin kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağı, bu durumda davacının mülkiyet aktarımı istemi kabul edilerek dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekili ve fer'i müdahil TMSF vekilince temyiz edilen ikinci karar, Özel Dairece “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddinde karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak, bu kez davanın reddine karar verilmiştir. Kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya kendilerine gelen Özel Dairece; 30.04.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6460 sayılı Kanun'un birinci maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin beşinci fıkrasından sonra gelmek üzere ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun değiştirilmeden önceki 429.maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra uyarınca temyiz inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu gerekçesi ile temyiz incelemesinin yapılması için dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce üç husus ön sorun olarak ele alınmıştır.

Bu ön sorunlardan ilki; yerel mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.

Öncelikle belirtilmelidir ki; 17.04.2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1.maddesiyle 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16'ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:

“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır”

Hükmüne amir olup, anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.

Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.

Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.

Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 294/1. maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai  kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır Bu nedenle,  mahkemece verilen  görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen, usulden ret kararları (HMK m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.

Esasa ilişkin kararlar ise, hakimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır(HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303)(Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).

Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 gün ve 2014/8-2485 E., 2015/850  K. sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Somut olayda, tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davada yerel mahkemece davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına dair verilen karar, Özel Dairece davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Yerel mahkemece, birinci bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Davacı vekilince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece bu kez de önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde davanın reddine karar verilmesi gerektiğine işaretle bozulmuştur. Yerel mahkemece, ikinci bozma ilamına da uyularak davanın reddine karar verilmiştir.

Az yukarda belirtildiği üzere 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan birinci görüşmede, yukarıda içeriğine yer verilen hukuki olgular karşısında, yerel mehkemece verilen son kararın temyiz inceleme mercinin Özel Daire değil, Hukuk Genel Kurulu olduğuna oybirliğiyle karar verilerek, böylece göreve ilişkin birinci ön sorun aşılmıştır.

İkinci ön sorun ise; davacı vekilinin temyiz talebi duruşma istemli olup, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasının mümkün olup olmadığı hususudur.

Kural olarak Yargıtay, temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar (6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu(HMUK) m. 438/I-c-1). Ancak, bazı istisna hallerinde taraflar, bazı kararlara ilişkin temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasını isteyebilirler(HUMK. m. 438/I).

Tarafların temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasını isteyebilecekleri davalar (istisna halleri) şunlardır (HUMK. m. 438/I):

a) Tüzel kişiliğin feshine veya tüzel kişilerin genel kurul kararlarının iptaline ilişkin davalar.

b) Evlenmenin butlanına (MK. m. 112-114) veya evlenmenin feshine (MK m. 115 vd) ilişkin davalar.

c) Boşanma ve ayrılık davaları.

d) Velayete (MK. m. 262 vd), nesebe (MKm. 241 vd) ve kısıtlamaya (MK. m. 355 vd) ilişkin davalar.

e) Miktar veya değeri duruşma sınırını aşan alacak ve (menkul ve gayrimenkul) ayın davalarında verilen hükümlerin temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenebilir (m. 438/I).

Yukarıdaki hallerde, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasının istenmesi bakımından, hükmün sulh veya asliye mahkemesinden veya bir özel mahkemeden (mesela iş mahkemesinden) verilmiş olması arasında fark yoktur (Baki, Kuru: age, Cilt:5, s:4637).

Kanunda (HUMK.m.438/I) sayılan yukarıdaki haller (istisnalar) tahdididir. Bunlar dışındaki hallerde, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması istenemez.

Bundan başka, yukarıdaki (HUMK.m.438/I'deki) davalara ilişkin olsa bile, görevsizlik, yetkisizlik, hakimin reddi, davanın veya karşılık davanın açılmamış sayılması, davaların birleştirilmesi ve direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılmaz (HUMK. m. 438, II).

Somut olayda, temyiz incelemesi yapılan yerel mahkeme kararı direnmeye ilişkin olmayıp, miktar ve değeri itibariyle HUMK. 438/I de belirtilen duruşma sınırını aşan ayın davası olduğundan temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına yapılan birinci görüşmede oybirliğiyle karar verilmiştir.

Bu aşamada incelenen üçüncü ön soruna gelince; yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı hususudur.

Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.

Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.

Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.  

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.  

Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.  

Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.  

Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.  

Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.  

Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.  

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:

Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.  

Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19; 20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).

Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru: age, Cilt:5, s:4738 vd).

Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385;20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).

Bu kapsamda vurgulanmalıdır ki, maddi hataya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olunması halinde oluşan usuli kazanılmış hakka değer verilmesi mümkün değildir. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş  olması itibarıyla kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata olarak belirlenmesi gerekir. Yine özellikle belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bozma kararı verilmişse, bu karara uyulması halinde bozmayı yapan Daire hukuki görüş değiştirirse yada delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi maddi hatadan söz edilemez ve usuli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir(Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 gün ve 2014/8-2485 E., 2015/850  K. sayılı ilamı).

Nasıl ki, usuli kazanılmış hak kurumu Yargıtay içtihatları ile benimsenmişse, bu kuralın istisnaları da yine Yargıtay içtihatları ile benimsenmiştir. Yukarıda usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları sayılmış olmakla birlikte; konu, bu sayılanlar ile sınırlı değildir. Usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları saptanırken genel ilke, kamu düzenidir. Bu nedenle kamu düzeninin gerektirdiği durumlarda, başkaca istisnalar da gündeme gelebilir.

Somut olayda; Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu “idari yargı kararları ile sözleşmenin fon alacağını teminen ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yönünden geçersizliğine karar verildiği, satış vaadi sözleşmesinin bir taahhüt işlemi olarak tarafları arasında hüküm ve sonuç meydana getirmeye devam edeceği, hiç kimsenin kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağı, bu durumda davacının mülkiyet aktarımı istemi kabul edilerek dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle ilk bozma kararı verildiği halde, ikinci bozma kararında ise hukuki görüş değiştirilerek “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddinde karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Az yukarda belirtildiği üzere hukuki görüş değişikliğinin maddi hata olarak kabulü, dolayısıyla usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunun kabulü mümkün değildir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce Özel Daire bozma kararının maddi hataya dayalı olduğu, maddi hatanın usuli müktesep hakkın istisnası olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunlukça yukarıda belirtilen gerekçelerle bu görüş kabul edilmemiştir.

Bu durumda, yerel mahkemece verilen “karar verilmesine yer olmadığına” dair verilen ilk kararın Özel Dairece davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine, yerel mahkemece bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usulü kazanılmış hak doğmuştur.  

Öyleyse, bu aşamadan sonra yerel mahkemenin bozma ilamına uyarak davanın kabulüne dair verdiği kararın Özel Dairece, usulü kazanılmış hakka aykırı olarak önceki bozma ilamının aksine muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğine işaretle bozulması hukuken olanaklı değildir.

Hal böyle olunca, yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluştuğu gözetilerek davanın kabulü ile dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın salt bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile yerel mahkeme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaça harç alınmasına mahal olmadığına, 06.03.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.