VASİYETNAMENİN İPTALİ DAVASININ AÇILDIĞI TARİHTE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE GEÇMEDİĞİNDEN TAMAMEN ISLAHLA TENKİS İDDİASINDA BULUNULABİLİNİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


14 Eki
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/3-178
KARAR NO   : 2022/738

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 30/11/2017
NUMARASI                 : 2017/466 - 2017/401
DAVACILAR                : 1- D.Ü. vekili Av. M.E.A.
                                       2- S.Ü. vekili Av. M.İ.
                                       3- H.H.Ü.
DAVALILAR                : M.K. vekili Av. H.Ö.Y.

1. Taraflar arasındaki “vasiyetnamenin iptali - tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar Doğan Ü. ve Songül Ü. vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacılar İstemi:

4. Davacılar vekili; miras bırakan Hüseyin Ü.’e ait 18.07.2013 tarihli, el yazılı vasiyetnamenin, şekil eksikliği ve ehliyetsizlik nedenleriyle iptalini talep etmiş, davacılardan Songül Ü. vekili 02.07.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile davayı tenkis davasına dönüştürdüğünü belirterek müvekkilinin miras payının adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalılar Gökhan ve Mehmet Ü. vekili; müteveffanın kendi el yazısıyla kaleme aldığı, bütün geçerlilik unsurlarına sahip vasiyetname ile mirasçılarına hiçbir mal bırakmadığını, müvekkillerini ve torunu Talha’yı mirasçı tayin ettiğini, ölümünden önce müteveffanın eşi ve çocukları ile ilişkilerinin kötü olduğunu, hakaretler ve kötü davranışlar sebebiyle birbirlerini mirastan reddetme durumuna geldiklerini, müvekkillerinin müteveffa ile öz babaları gibi ilgilendiklerini, davacıların açmış oldukları dava ile maddi menfaat peşine düştüklerini, iddialarının hukukî bir dayanağının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı G. Merkez Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği vekili; davaya cevap vermemiş, yargılama sürecindeki beyan dilekçelerinde davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

7. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.10.2015 tarihli ve 2013/406 E., 2015/282 K. sayılı kararı ile; Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporlar ile miras bırakanın vasiyetnameyi yazıp imzaladığı tarihte fiil ehliyetine sahip bulunduğunun ve imzanın da miras bırakana ait olduğunun belirlenmesi nedeniyle vasiyetnamenin iptalini gerektirir hukukî koşulların gerçekleşmediği; her ne kadar davacı Songül Ü. vekilince 02.07.2015 tarihli dilekçe ile dava ıslah edilerek tenkis davasına dönüştürülmüş ise de mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendiği davanın açıldığı 14.10.2013 tarihi ile ıslah dilekçesinin verildiği 02.07.2015 tarihi arasında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 571. maddesinde öngörülen bir yıllık tenkis davası açma süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

9. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 05.07.2017 tarihli ve 2016/7025 E., 2017/11151 K. sayılı kararı ile ;

“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; davacılar Doğan Ü. ve Hacı Hüseyin Ü. vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Davacılardan Songül Ü. vekili, 02.07.2015 tarihli dilekçesi ile davasını tamamen ıslah ederek, tenkis davasına dönüştürmüştür.

Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltmesine denir.

Davanın tamamen ıslahı, dava dilekçesinden itibaren bütün işlemlerin yapılmamış sayılması sonucunu doğurur (HMK. m. 179/1). Gerek öğretide, gerekse yargısal kararlarda, davanın tamamen ıslahı halinde yeni bir davanın açılmış sayılamayacağı, tamamen ıslah edilen davanın ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğu, bunun doğal sonucu olarak, hak düşürücü sürenin ilk davanın açıldığı tarihteki duruma göre dikkate alınacağı kabul edilmiştir. (Prof. Dr. Baki Kuru “Hukuk Muhakemeleri Usulü” altıncı baskı cilt IV, sh.3998 vd ile aynı yöndeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.12.1957 gün ve 2/66 E. 64 K., 30.01.2002 gün 2002/2-63 E 2002/23 K., 14.03.2007 gün ve 2007/2-99 E. 2007/141 K. sayılı ilamları).

O halde, davanın tamamen ıslah edilmesi halinde, ıslah olunan dava, ilk dava tarihinde açılmış sayılır ve hak düşürücü süre de bu tarihte kesilmiş olur. Bu nedenle, dava açma süresi ilk dava ile korunmuş olacağından; hak düşürücü sürenin hesabında ıslah tarihinin değil, ilk dava tarihinin esas alınması gerekir.

Somut olayda; dava tamamen ıslah edilip, tenkis davasına dönüştürüldüğüne göre, tenkis davası, iptal davasının açıldığı 14.10.2013 tarihinde açılmış sayılır.

Hal böyle olunca, mahkemece; tenkis davasına dönüştürülen davanın esasının incelenmesi ve ulaşılacak sonuç uyarınca hüküm tesis edilmesi gerekirken, hak düşürücü sürenin geçtiğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

10. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.11.2017 tarihli ve 2017/466 E., 2017/401 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, dava dilekçesinde yalnızca vasiyetnamenin iptalinin istenildiği, terditli olarak tenkis talebinde bulunulmadığı, ıslahtan önce hak düşürücü sürenin geçirilmesiyle davalı taraf lehine kazanılmış hak oluştuğu, bu durumun davacının terditli dava açmamasından kaynaklandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı süresi içinde davacılar Doğan Ü. ve Songül Ü. vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; vasiyetnamenin iptali talebiyle açılan ve daha sonra davacı Songül Ü. vekilinin ıslah dilekçesiyle tenkis davasına dönüştürülen eldeki davada tenkis davasının dava tarihi olarak davanın açıldığı tarihin mi yoksa ıslah tarihinin mi esas alınması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre ıslah tarihinin esas alınması suretiyle hak düşürücü süre geçtiğinden bahisle tenkis davasının reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A) Davacı Doğan Ü. vekilinin temyiz itirazlarına dair yapılan değerlendirmede:

13. Hukukî yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır.

14. Davacı Doğan Ü. vekilinin ilk karara yönelik temyiz itirazları Özel Dairece reddedilmiş ve bu suretle hakkında verilen karar kesinleşmiştir. Bu nedenle direnme kararının temyizinde hukukî yararı bulunmamaktadır.

15. O hâlde davacı Doğan Ü. vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.

B) Davacı Songül Ü. vekilinin temyiz itirazlarına dair yapılan değerlendirmede:

16. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “ıslah” kavramı üzerinde durulmasında fayda vardır.

17. Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. IV, İstanbul 2001, s. 3965). Islah kurumu, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağının katılığından ileri gelen sakıncaları önleyen ve kurala getirilen istisnalardan biridir. Islah, istisnaî nitelik taşıdığından her usul işleminin değiştirilmesi için ıslaha gitmeye gerek yoktur. Islah sadece, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi yasağının kapsamına giren konularda olur (Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/Taşpınar Ayvaz, Sema/Hanağası, Emel; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2020, s. 532).

18. Davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 176 ve devamı maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiş; 176. maddede davanın her iki tarafının da yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurulabileceği; 177. maddede tahkikata tabi olan davalarda tahkikatın bitimine kadar yapılabileceği hüküm altına alınmıştır.

19. Islah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. Bir başka deyişle ıslah, iyi niyetli tarafın davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur.

20. Islah kurumunun amacına varması için, hukuk yargılamasının amacından ve ona sıkı sıkıya bağlı olarak “usul ekonomisi” ve “usulî hakkaniyet” ilkelerinden hareket edilmesi zorunludur. Adaletli karar verilmesinde ise “usul ekonomisi” ilkesi çok önemli rol oynar. Hukuk yargılamasının amacı, biçimsel gerçekliği aramak değil adaletli karar vermek olmalıdır. Diğer deyişle biçimsellik, maddi gerçeklerin bir yana bırakılmasına neden olmamalıdır. Ancak, yargılamanın biçimden tamamen arıtılması da kuşkusuz düşünülemez. O hâlde kabullenilmesi gereken “biçimsellik”, hakkaniyete uygun bir biçimsellik olmalıdır. Bu ilkeye “usulî hakkaniyet” denilebilir. Buradan hareketle, ıslah kurumu da, diğer usul kurumları gibi yargılamanın ana amacına hizmet etmelidir (Yılmaz, Ejder: Islah, 2013, s. 77).

21. Islahın konusunun tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu bir gerçek olduğuna göre, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan söz etmek gerekir. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. Yine müddeabihin (davada talep olunan miktarın) artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup ıslahın konusudur (Kuru, C. IV, s. 4035).

22. Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi imkânı bulunmamaktadır. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyeti taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin de ıslah yoluyla düzeltilmesi imkânsızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımnî hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için ıslahın konusu olamaz.

23. Bilindiği gibi, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (HUMK) 87. maddesinin son cümlesindeki “müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü Resmî Gazete’nin 04.11.2000 tarihli nüshasında yayınlanan Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli 1999/1 E., 1999/33 K. sayılı kararı ile dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi “ıslah” yoluyla artırılmasını önleyen bu kural, bir hakkın elde edilmesini zorlaştırdığından ve davacıyı ikinci kez dava açmaya zorladığından Anayasa’nın hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ve hak arama özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

24. Bundan böyle davacı, dava dilekçesinde gösterdiği müddeabihini (davalı muvafakat etmese bile) aynı dava içinde ıslah yolu ile artırabilecektir. Bu düzenleme, davacının ilk dava dilekçesinde saklı tuttuğu fazlaya ilişkin hakkını ek bir dava ile istemesine engel olmayacaktır.

25. Bu konuda HUMK zamanında verilmiş olan 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 E., 1948/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da (İBK) yukarıda bahsi geçen hükümler benimsenmiş; ayrıca ıslahın tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabileceği, Yargıtayca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağı kabul edilmiştir. Sözü edilen kararda taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınmasının davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olacağı, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılmasının, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi davanın tamamen ıslah edildiği hâllerde işin sonuçlandırılmasını güçleştireceği vurgulanmıştır.

26. Öte yandan, HMK’nın 177/1. maddesinin tahkikat sonuçlanıncaya kadar ıslah yapılabileceğini öngördüğü, bu sebeple Yargıtayın bozma kararı sonrasında tahkikat safhasına dönüleceğinden bozmadan sonra ıslah yapılabileceği, HMK’nın 177. maddesinin yanlış yorumlandığı, 1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının HMK karşısında güncelliğini kaybettiği, bozma kararı sonrasında ıslah yapılıp yapılamayacağına dair Yargıtay Daireleri arasında görüş aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek 1948 tarihli içtihadın birleştirilmesi kararının değiştirilmesi talep edilmiş ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.05.2016 tarihli ve 2015/1 E., 2016/1 K. sayılı kararında 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 E., 1948/3 K. sayılı içtihadı birleştirme kararındaki benzer gerekçelerle “bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağına ve içtihadı birleştirme kararının değiştirilmesinin gerekmediğine” karar verilmiştir.

27. 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile bozmadan sonra da ıslah yapılabileceğine ilişkin hüküm getirilmiştir.

28. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 19.10.2021 tarihli ve 2017/3-2281 E., 2021/1257 K. sayılı kararında da yer verilmiştir.

29. Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğurur (HMK m. 179). Gerek öğretide, gerekse yerleşik yargısal kararlarda, davanın tamamen ıslahında yeni bir dava açılmamış sayılacak, tamamen ıslah edilen dava ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğundan, bunun doğal sonucu olarak, zamanaşımı, hak düşürücü süre ilk davanın açıldığı tarihteki duruma göre dikkate alınacaktır. Onun için davanın tamamen ıslahında ıslah olunan dava, ilk dava gününde açılmış sayılacaktır (Kuru, C. IV, s. 3998 vd/ Ansay, Sabri Şakir: Hukuk Yargılama Usulleri, Ankara 1960, s. 194 vd/ Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukukunun Esasları, İstanbul 1973, s. 335 vd/ Yılmaz, s. 623-628).

30. Davanın tamamen (kâmilen) ıslah edilmesi hâlinde dava dilekçesi dahil, yapılmış olan bütün usul işlemleri yapılmamış sayılır (HMK m. 179). Ancak, ıslahın ikrara, keşfe, bilirkişi raporlarına, şahit sözlerine bir etkisi olmaz. Yani ıslah ile bunlar geçersiz sayılamaz. Taraflar ancak kendi usul işlemlerini ıslah ile düzeltebilirler. Mahkemenin ve karşı tarafın işlemleri ıslahın konusu dışındadır. Aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 14.03.2007 tarihli ve 2007/2-99 E., 2007/141 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

31. Somut olayda, dava tamamen ıslah edilip, tenkis davasına dönüştürüldüğüne göre tenkis davası üzerinde kısaca durulması gerekir.

32. Türk Medeni Kanunu’nun 560 ve devamı maddelerinde düzenleme alanı bulan tenkis (indirim) davası miras bırakanın saklı payları aşarak ölüme bağlı veya sağlar arası yaptığı karşılıksız kazandırmaların yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili ve yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. TMK’nın 560. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, mirasbırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler” hükmü uyarınca tenkis davasının konusunu; miras bırakanın saklı paylı mirasçıların paylarını ihlal eden ölüme bağlı ya da sağlararası kazandırmaları oluşturur.

33. Bu dava ile miras bırakanın yaptığı tasarrufların iptali değil, değiştirilmesi, tasarruf edilebilir sınıra çekilmesi amaçlanmıştır. Sağlararası veya ölüme bağlı bir tasarruf ile saklı pay sahibi mirasçının saklı payına el atıldığı takdirde, yapılan o tasarruf, tenkis davası yoluyla saklı paylı mirasçının saklı payı temin edilinceye kadar indirime tabi tutulur.

34. Ayrıca tenkis davasının açılabileceği belli süreler vardır. TMK’nın 571. maddesinin 1. fıkrasına göre “Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer”. Bu madde “Hak düşürücü süreler” başlığı altında düzenlendiğinden bahsi geçen bir ve on yıllık sürelerin hak düşürücü nitelikte olduğu tartışmasızdır. Ancak bu sürelerin işlemeye başlaması için öncelikli koşul murisin ölmesidir. Muris hayatta olduğu sürece tenkis davası açılamayacağı gibi hiçbir süre de işlemeye başlamayacaktır.

35. Anılan hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.05.2021 tarihli ve 2017/1-1827 E., 2021/625 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

36. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacılar 14.10.2013 tarihinde vasiyetnamenin iptali davasını açmışlar, davacılardan Songül Ü. vekili 02.07.2015 tarihli ıslah dilekçesiyle davasını tamamen ıslah ederek açmış olduğu davayı tenkis davasına dönüştürdüğünü belirtmiştir. Bu durumda tenkis davasının, iptal davasının açıldığı 14.10.2013 tarihinde, hak düşürücü süre geçirilmeden açıldığının kabulü gerekir.

37. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usule ve yasaya aykırıdır.

38. Diğer taraftan, dava tarihi 14.10.2013 olduğu hâlde direnme kararının başlık kısmında 27.09.2017 olarak hatalı yazılmış ise de bu durum mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

39. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1) Davacı Doğan Ü. vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan REDDİNE (III-A),

2) Davacı Songül Ü. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA (III-B),

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.05.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.