YASAL DEĞİŞİKLİK GEÇMİŞE VE TAMAMLANMIŞ İŞLEMLERE ETKİ ETMEYECEĞİNDEN YAPILAN ISLAH GEÇERSİZDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


03 May
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2021/1489
KARAR NO    : 2021/5224

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y     K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili özetle; davacının 20.04.2004 - 24.01.2014 tarihleri arasında, davalı şirkette en son posta başı olarak çalıştığını, müvekkilinin iş akdini emeklilik sebebiyle sonlandırdığını, fesih sonrası müvekkilinin hesabına 13.980,00 TL kıdem tazminatı ve 7 günlük izin parası olarak 330,00 TL ödeme yapıldığını, müvekkilinin en son maaşının aylık net 1.510,00 TL olduğunu, yemek ve servisin işverence karşılandığını, davalı işyerinde vardiyaların günlük 8 saat 3 vardiya şeklinde olduğunu, hafta içi 2 gün 8 saatlik vardiyadan 2 saat daha fazla çalıştığını, müvekkilinin ayda 4 pazar gününün 2 pazar günü çalıştığını, iş yerinde yıllık izinlerin yasaya uygun olarak kullandırılmadığını, 5 yıldan sonra 20 gün izin verilmesi gerekirken 14 gün izin kullandırıldığını, halen davacının toplam 21 gün kullanmadığı izninin bulunduğunu ileri sürerek; kıdem tazminatı, yıllık izin, hafta tatili ve fazla çalışma ücreti alacaklarının faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili özetle; davacının, 20.04.2004 tarihinde işe başladığını ve 24.01.2014 tarihinde emeklilik nedeniyle iş akdini feshettiğini, davacının 1.200,00 TL net ücret ile çalıştığını, davalı tarafından yemek ve servis ücreti dışında ek bir sosyal yardım bulunmadığını, davacının brüt maaşı üzerinden hesaplanan 13.978,74 TL kıdem tazminatı ödemesi ile 330,00 TL izin alacağı ödemesinin,davacının banka hesabına nakden ödendiğini, davacının fahiş oranda fazla mesai yaptığını iddia ettiğini, davacının yaptığı fazla mesailer bordrolarında görünmekte olup, ödendiğini, davacının müvekkili şirketten başkaca bir alacağı bulunmadığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak; dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine dair verilen kararın, davacı vekili tarafından temyizi üzerine karar Dairemizce özetle ve sonuç olarak;

“Dosya içeriğindeki bilgi ve belgeler ile özellikle davacının dava dilekçesi nazara alındığında davanın kısmi eda külli tespit davası niteliğinde olduğu anlaşılmakla davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararı olmadığı gerekçesi ile davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesi hatalıdır” gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın, taraflarca temyizi üzerine karar, Dairemizce özetle ve sonuç olarak;

“1- Karar başlığında dava tarihinin 18.03.2014 yerine 20.01.2016 olarak yazılması mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma sebebi yapılmamıştır. 

2- Yerel mahkeme kararının Dairemizin 2015/31288 E., 2015/36230 K. sayılı kararıyla "...davanın kısmi eda külli tespit davası niteliğinde olduğu anlaşılmakla davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararı olmadığı gerekçesi ile davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesi hatalıdır." denilerek bozulduğu, bozma sonrası ıslah yapıldığı, duruşmanın 25.01.2017 tarihli oturumunda 2 nolu ara kararla "..dosyada bulunan raporlar arasındaki çelişkinin ve davalı vekilinin itirazları doğrultusunda Ankara Nöbetçi iş mahkemesine talimat yazılarak dosyanın bilirkişi Ö.A.Ç. tevdii ile rapor düzenlenmesinin istenilmesine" şeklinde ve 3 nolu ara kararla "Davalı vekiline 375,00 TL. Bilirkişi ücreti ve 22,00 TL tebligat giderinin ve 50,00 TL dosyanın gidiş dönüş masrafının mahkemeler veznesine yatırmak üzere 2 haftalık kesin süre verilmesine, yatırılmadığı takdirde bu delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağına ve mevcut delil durumuna göre karar verileceğinin ihtarına (ihtar edildi)" şeklinde ara kararlar alındığı, takip eden 04.07.2017 tarihli oturumda ise "Celse arası bilirkişi raporunun ibraz edildiği taraflara tebliğ edildiği." şeklinde saptama yapıldığı, doğrudan hiç bir açıklama yapılmadan duruşma bitirilip karar verildiği görülmüştür. 

Öncelikle mahkemece alınan ara kararlarından gerekçesi belirtilerek vazgeçilebilir. Mahkemece 25.01.2017 tarihli oturumun ara kararlarından neden vazgeçildiği açıklanmamış, bunun gerekçesi oluşturulup ara kararlarından rücu edilmemiştir. Ara kararları yerine getirilmediği halde bir bilirkişi raporu alınmış gibi saptamada bulunularak zapta geçirilmiştir.

Ayrıca Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 06/05/2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararı uyarınca bozma sonrası ıslah yapılamayacağı da gözetilmemiştir.

Mahkemece 25.01.2017 tarihli ara kararlarından rücu edilmeden ve bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.” gerekçeleriyle bozulmuştur.

Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. 

Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere kararın bozmaya uygun olmasına göre, davalının aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 

2- Taraflar arasında bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı ihtilaflıdır. 

Mahkemenin ilk kararı davacının temyizi üzerine Dairemizce bozulmuştur. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sırasında davacı vekili ıslah dilekçesi ile talebini artırmış, Mahkemece ıslaha değer verilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bozmadan sonra ıslah yapılıp, yapılamayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunda değerlendirilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 06.05.2016 tarih ve 2015/1 esas 2016/1 karar sayılı kararı ile “Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04.02.1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK.nın değiştirilmesine gerek olmadığına” karar verilmiştir.

Somut olayda davacı vekili 12.10.2016 tarih ve “Islah talebimizden ibarettir” konulu dilekçesi ile davasını ıslah etmiş olup ıslahın, bozma sonrasında ıslaha imkan tanımak için Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177. maddesinde değişiklik yapan 7251 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 28.07.2020 tarihinden önce yapıldığı ve anılan yasal değişikliğin geçmişe yürümeyeceği, tamamlanmış işlemlere etki etmeyeceği hususları birlikte gözetildiğinde Yargıtay Kanunu'nun 45/5. maddesi karşısında bozmadan sonra ve 28.07.2020 tarihinden önce yapılan ıslaha değer verilmesi hatalıdır. 

Sonuç: 

Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 01.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan                Üye                        Üye                  Üye                            Üye
Dr. S. GÖKTAŞ    N. KARABABA     N. ŞENGÜN     B. AZİZAĞAOĞLU    H. SARIKAMIŞ

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY    
11. Hukuk Dairesi

ESAS NO            : 2019/1622
KARAR NO         : 2020/4341

Y A R G I T A Y   İ L A M I

MAHKEMESİ            : İSTANBUL 10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ                      : 22.11.2018
NUMARASI              : 2014/645 - 2018/1246
DAVACILAR             : 1- A.G.
                                    2- A.G.
                                    3- D.G.
VEKİLİ                      : AV. Y.O.
DAVALILAR             : 1- A. AŞ
VEKİLİ                      : AV. L.A.
                                  : 2- E. SAN VE TİC A.Ş
VEKİLİ                      : AV. A.S.
                                 : 3- A.A.T. SİGORTA ŞİRKETİ 
VEKİLİ                     : AV. S.E.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce bozmaya uyularak verilen 22.11.2018 tarih ve 2014/645-2018/1246 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesinin davalı A. A.Ş vekili tarafından duruşmalı, davacılar vekili ve diğer davalılar vekili tarafından duruşmasız olarak istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 20.10.2020 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davacılar vekili Av. V.S., davalı A. vekili Av. B.B., davalı E. San. ve Tic. A.Ş. vekili Av. Ş.K. dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi Adem Gönül tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacılar vekili, müvekkili Aslı'nın kardeşi, diğer müvekkillerinin oğlu olan Halit A.'ın E. marka LPG tüpü ile A. marka şofbenin birlikte kullanılmasından elde edilen sıcak suyla banyo yaparken CO intoksikasyonu sonucu vefat ettiğini, anne-babanın destekten yoksun kaldıkları gibi tüm davacıların acı ve ızdıraba sevk olduklarını, davalılardan E. A.Ş.'nin sigortacısı olan davalı sigorta şirketinin kusursuz sorumlu olduğunu ileri sürerek davacı Doğan için 18.000.- TL destekten yoksun kalma tazminatı, 25.000.- TL manevi tazminat, davacı Ayşe için 20.000.- TL destekten yoksun kalma tazminatı, 25.000.- TL manevi tazminat, davacı Aslı için 10.000.- TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsilini, davalı sigortacının maddi tazminatlarla sorumlu tutulmasını talep ve dava etmiştir. Davacılar vekili 03.12.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile, destekten yoksun kalma tazminatı olarak müvekkili Doğan için 44.580.- TL, müvekkili Ayşe için 46.296.- TL'nin tahsilini istemiştir. 

Davalı A.A.T. Sigorta Şirketi vekili, dava dilekçesinde vefatın CO intoksikasyonu sonucu meydana geldiğinin açıklandığını, müvekkilinin ancak tüpün infilakı, gaz kaçırması, yangın çıkarması hallerine teminat verdiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Davalı A. A.Ş. vekili, şofbenin ayıplı olduğunun tespit edilemediğini, montajın müvekkili tarafından yapıldığının, servis hizmeti verildiğinin kanıtlanamadığını, olayın meydana gelmesinde banyonun küçüklüğünün, yetersiz havalandırmasının ve havanın soğukluğunun etkili olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Davalı E. San. ve Tic. A.Ş. vekili, tüp bulundurulan ve yeterli havalandırmanın yapılmadığı alanlarda şofben zehirlenmesinin kaçınılmaz olduğunu, bütün kullanıcıların hava akışını sağlayıp sağlamadığını denetlemenin müvekkilinden beklenilemeyeceğini, olayla ilgili tutanaklarda müvekkiline ait tüpten kaynaklanan bir hata ya da ayıbın kazaya sebebiyet verdiğine dair bir bilginin bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, uyulan bozma ilamı, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, müteveffanın banyoda bulunan LPG gazını tam olarak yakmayan niteliksiz, güvenliksiz şofbenin ürettiği karbonmonoksit gazını soluması nedeniyle öldüğü, E. San. ve Tic. A.Ş.'nin tüpün cihaza bağlanması, sızdırmazlık kontrolünün yapılması ve tüketicinin bilgilendirilmesi ve sair hususlar dahilinde, yine A. marka şofbenin ortamdaki havanın içindeki oksijen gazı miktarı tehlikeli sınıra düştüğünde yanmayı durduran bir sensör ile donatılmadığından kusurlu oldukları, bu iki cihazın tüketici yönünden birbirinden bağımsız olarak çalıştırılabilmesi ve ayrı düşünülmesi söz konusu olamayacağı, ayrıca LPG tüpü ve şofben gibi ürünlerin yapısal olarak insan sağlığı ve güvenliği açısından tehlikeli niteliğinden, zararlı sonuç doğurabilme potansiyelinden dolayı bu ürünler nedeniyle uğranılan zararların 6098 sayılı TBK'nın 71. maddesi, 5307 sayılı Yasa ve Tüpgaz ZMMS poliçesi genel şartları dahilinde davalıların kusursuz sorumlu oldukları, davalıların müştereken ve müteselsilen sorumluluklarının bulunduğu gerekçesiyle davacı Ayşe G. yönünden yoksul kalınan destek zarar miktarı olarak hesaplanan 46.296,18 TL'nin tahsilde tekerrür oluşturmayacak şekilde davalılar E. San. ve Tic. A.Ş. ile A. A.Ş. açısından kazanın meydana geldiği 23.12.2008 tarihinden itibaren, diğer davalı Anadolu Sigorta A.Ş. açısından dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiliyle adı geçen davacıya verilmesine, davacı Doğan G. yönünden yoksul kalınan destek zarar miktarı olarak hesaplanan 44.580,18 TL'nin tahsilde tekerrür oluşturmayacak şekilde davalılar E. San. ve Tic. A.Ş. ile A. A.Ş. açısından kaza tarihinden itibaren, diğer davalı Anadolu Sigorta A.Ş. açısından dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiliyle adı geçen davacıya verilmesine, davacı Ayşe G. için takdir olunan 15.000.- TL, davacı Doğan G. için takdir olunan 15.000.- TL, davacı Aslı G. için takdir olunan 4.000.- TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar E. San. ve Tic. A.Ş. ile A. A.Ş.'den müştereken ve müteselsilen tahsiliyle adı geçen davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/2 Esas sayılı dosyası ile açılıp işbu dosya ile birleştirilen dava hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemişse de bu dosya bakımından temyiz isteminin bulunmamasına göre, davalı E. San. ve Tic. A.Ş. vekili ile davalı A.A.T. Sigorta Şirketi vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazları yerinde değildir. 

2- Dava, destekten yoksun kalma nedeniyle maddi ile manevi tazminatın tahsili istemine ilişkin olup mahkemece verilen 15.11.2012 tarihli davanın reddine yönelik karar Dairemizin 05.12.2013 tarih ve 2013/6352-22165 E.K. sayılı ilamı ile bozulmuştur. Dairemizin bozma ilamına uyulduktan sonra davacılar vekilince 03.12.2015 tarihinde dava ıslah edilmiş, mahkemece, destekten yoksun kalma talebinin ıslah edilmiş haliyle kabulüne karar verilmiştir. Ancak Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 06.05.2016 tarih ve 2015/1 E- 2016/1 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere, her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün değildir. Karardan sonra 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanunun 18'inci maddesiyle eklenen 6100 sayılı HMK'nın 177/2. maddesi uyarınca Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceği düzenlenmişse de, 6100 sayılı HMK'nın 448/1. maddesi uyarınca HMK hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır. Bu durumda ıslah tarihi itibariyle bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağının nazara alınmaması yerinde olmamış, kararın bu sebeplerle davalı E. San. ve Tic. A.Ş. ve davalı A.A.T. Sigorta Şirketi yararına bozulmasını gerektirmiştir. 

3- Davalı A. A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince, davalı, vefata sebebiyet verdiği iddia edilen şofbenin 1990'lı yılların ilk çeyreğinde üretildiğini savunmuş, davacılarca bu savunmanın aksi iddia ve ispat edilememiştir. Davacıların mirasbırakanının 23.12.2008 tarihinde vefat ettiği uyuşmazlık dışıdır. Anılan şofbenin davacılarca düzenli olarak bakımlarının yaptırıldığı ispat edilemediği gibi, davalı A. A.Ş.'nin şofben için bakım ve servis hizmeti verdiğine dair bir delil bulunmamaktadır. Bu durumda, davalı A. A.Ş.'ye karşı açılan davanın reddi gerekirken üretiminin üzerinden uzun bir süre geçen şofbenin niteliksiz ve güvenliksiz olduğu kabul edilerek havanın içindeki oksijen gazı miktarı tehlikeli sınıra düştüğünde yanmayı durduran bir sensör ile donatılmadığı gerekçesiyle bu davalının sorumlu tutulması yerinde olmamış, kararın A. A.Ş. yararına bozulmasını gerektirmiştir. 

4- Bozma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıdaki (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı E. San. ve Tic. A.Ş. vekili ile davalı A.A.T. Sigorta Şirketi vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı E. San. ve Tic. A.Ş. vekili ile davalı A.A.T. Sigorta Şirketi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı E. San. ve Tic. A.Ş. ile davalı A.A.T. Sigorta Şirketi yararına BOZULMASINA, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı A. A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı A. A.Ş. yararına BOZULMASINA, (4) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, takdir olunan 2.540,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 21.10.2020 tarihinde (2) nolu bent yönünden oyçokluğu, diğer bentler yönünden oybirliği ve birleşen davada olumlu yada olumsuz bir karar verilmemesinin bozma nedeni yapılıp yapılmaması yönünden de oyçokluğuyla karar verildi.

Başkan                       Üye                       Üye                      Üye                        Üye
M. Bülent SELÇUK    R. C. HANEDAN   E. S. BAYDAR     Dr. O. SEKMEN     Z. ÖZBAĞ
(M)                                                           (M)                       (M)

KARŞI OY 

İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2016/2 Esas sayılı dosyasıyla görülmekte olan davanın 11.01. 2016 tarihinde iş bu dava ile birleştirilmesine karar verilmiş ve dolayısıyla asıl ve birleşen dava birlikte görülmüş olmalarına rağmen, birleşen dava yönünden karar verilmemiştir.

Hem asıl hem de birleşen dava yönünden yargılamaya son verildiğine göre, birleşen dava hakkında da olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi yerinde olmadığından kararın bu yönden de bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun (1) nolu bentte yazılı görüşüne katılmamaktayız. 

M. Bülent SELÇUK              Dr. Orhan SEKMEN
Başkan                                 Üye

KARŞI OY

Asıl dava yönünden; 

03.12.2015 ıslah tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK 177/1 maddesinde, ıslahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği düzenlenmiş; 

04.02.1948 tarih 10/3 ve 06.05.2016 tarih 1/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında da, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı hususu hüküm altına alınmıştır. 

Yargılama sırasında yürürlüğe giren, 22.07.2020 gün ve 7251 sayılı Yasa ile değişik HMK 177/2 maddesindeki "Yargıtay'ın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceği, ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durumu ortadan kaldırılamayacağı"na ilişkin getirilen yeni düzenleme ile bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir. 

Somut uyuşmazlıkta, davanın reddine ilişkin yerel mahkemenin 15.11.2012 tarihli kararının davacı vekilince temyizi üzerine karar, Dairemizin 05.12.2013 tarih, 2013/6352-22165 sayılı kararı ile bozulması üzerine yerel mahkemece bozmaya uyularak tahkikata devam edilmiş ve yargılama sonucunda temyize konu 22.1.2018 tarihli hüküm tesis edilmiştir. 

Yukarıda açıklanan içtihadı birleştirme kararlarının temel mantığı, bozma ilamı ile taraflar yararına doğan usuli kazanılmış hakların ihlal edilememesi ilkesidir. 

Usulü müktesep hak, anlam itibariyle bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. 

Mahkemenin, Yargıtay'ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez, kesinleşmiş bu kısımlar lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı İBK).

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen "usuli kazanılmış hak" olgusunun bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uyulduktan sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması gibi, geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması durumunda da bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak, hukukça değer taşımayacaktır. 

Somut uyuşmazlık yönünden, yargılama sırasında yürürlüğe giren 7251 sayılı Yasa ile değişik HMK 177/2 maddesi hükmü, usuli kazanılmış hakkın istisnasını oluşturduğundan davacının ıslahla artırdığı bölüm yönünden uyuşmazlığın esasının incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, 7251 sayılı Yasa ile değişik HMK 177/2 maddesi hükümlerinin gözardı edilmesi suretiyle yerel mahkeme kararının 2 nolu gerekçe ile bozulması isabetli olmamıştır. 

Sayın çoğunluğun 2 nolu bozma gerekçesine açıklanan nedenlerle katılamıyorum. 

Eyüp Sabri BAYDAR
Üye

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
BAŞKANLIĞI

ESAS NO       : 2020/3512
KARAR NO    : 2020/7931

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Davacı A. Üniversitesi Rektörlüğü ile davalı SGK Başkanlığı arasındaki alacak davasına dair Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 28/01/2016 günlü ve 2013/273 Esas - 2016/32 Karar sayılı hükmün bozulması hakkında dairece verilen 10/03/2020 günlü ve 2020/564 Esas - 2020/2110 Karar sayılı ilama karşı davacı ve davalı tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir. Düzeltme isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y  K A R A R I

Davacı, üniversitenin tıp fakültesi hastanelerinde tedavi gören memur, personel ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere verilen sağlık hizmetlerine istinaden MEDULA sistemi üzerinden, davalı kuruma teslim edilen 2010 yılı Kasım ayı faturalarından, toplam 979.949,38 TL haksız kesinti yapıldığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 10.000 TL’nin fatura tarihlerinden işletilecek faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsilini talep etmiştir. 

Davalı; yapılan kesintinin mevzuata uygun olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, dava dilekçesinin görev yönünden reddine, dosyaya tahkim usulüne göre 3533 sayılı yasanın 1. maddesi çerçevesinde hakem sıfatıyla bakılması için Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 03/04/2013 günlü ve 2013/414 E. - 2013/8560 K. sayılı ilamı ile, “...davalı SGK Başkanlığı, 3533 sayılı Yasada gösterilen daire ve kuruluşlardan olmadığından, uyuşmazlığın çözümünde de hakem sıfatı ile mahallin yüksek dereceli hukuk hakimi görevli değildir. Davaya bakmak, genel mahkemelerin görevi içinde kalır. Mahkemece, davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken, mecburi tahkime tabi olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” gerekçesi ile bozmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü ile, 463.193,77 TL'nin kesinti tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hükmün davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemiz 10/03/2020 günlü ve 2020/564 E.- 2020/2110 K. sayılı ilam ile sair temyiz itirazlarının reddine karar verilerek mahkemece; davacı tarafından ıslaha konu edilen alacak isteminin, bozma sonrası ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucunda ıslah talebi dikkate alınarak yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiş, kararın düzeltilmesi taraf vekilleri tarafından talep edilmiştir.

1- Düzeltilmesi istenilen Yargıtay ilamında benimsenen mahkeme kararındaki gerekçelere göre, HUMK'nın 440 ıncı maddesindeki yazılı hallerden hiç birisine uymayan davalı tarafın karar düzeltme isteminin reddi gerekir.

2- Davacı vekilinin karar düzeltme itirazlarına gelince; Türk Medeni Usul Hukukuna yön veren en önemli ilkelerden biri teksif ilkesidir. Teksif ilkesi tarafların bütün iddia ve savunma sebeplerini belli bir usul kesitine kadar mahkemeye sunmalarını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca taraflar dava malzemelerini yargılamanın herhangi bir aşamasında değil, ancak kanunca öngörülen süre dâhilinde mahkemeye hasredeceklerdir. Teksif ilkesiyle davaların gereksiz ve kötü niyetli olarak uzamasının önlenmesi ve yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Teksif ilkesi hem tarafları hem de Hâkimleri kanunda belirtilen süreye uymaya zorlayarak yargılanmanın hızlanmasını sağladığından usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine de hizmet etmektedir. Teksif ilkesinin yargılamadaki en önemli yansıması iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağıdır. 6100 Sayılı HMK’nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Bu düzenleme ile kural olarak dilekçeler aşamasında tarafların iddia ve savunmalarını sunmaları istenmektedir. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağının ancak ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati ile aşılabileceği yine HMK’nın 144/2. maddesinde belirtilmiştir. Karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda ıslah, yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek enstrüman olacaktır. 

Islah, iddia ve savunma yasağının kapsamına giren taraf usul işlemlerini tamamen veya kısmen düzeltmeye yarayan bir hukukî imkândır. Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilirler. Yine, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde taraflar yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Teksif ilkesinin sert bir biçimde uygulanması ve belli bir zaman kesitinden sonra taraflara iddia ve savunmada değişiklik yapma imkânının tanınmaması halinde, şekilcilik esası engeller hale gelir ve yargılamanın adaletli bir karar ile sonuçlanmama tehlikesi doğabilir. Bu noktada ıslah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı başladıktan sonra tarafların kendi usul işlemlerini kısmen ya da tamamen değiştirmelerine imkân tanımak suretiyle, Medeni Usul Hukukunun katı şekilciliğini yumuşatan ve adaletli bir yargılamanın tesis edilmesini sağlayan bir kurum olarak Hukukumuzda ön plana çıkmaktadır. Kanundaki koşullara riayet edilmesi durumunda ıslahın sonuç doğurması için tek taraflı irade beyanı yeterli olacak, mahkemenin veya karşı tarafın rızası aranmayacaktır. HMK’da ıslah ile ilgili öngörülen koşullardan biri de zamanla ilgilidir. HMK’nın 177/1. maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslaha başvurulabileceği düzenlenmiştir. Islahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı meselesi ile doğrudan alakalıdır. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını daha net ortaya koymak için tahkikat kavramının ve tahkikatın ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğinin üzerinde durmak uygun olacaktır. 

Tahkikat, yazılı yargılama usulünde de basit yargılama usulünde de ön inceleme aşamasının sona ermesi üzerine başlamaktadır. HMK’nın 147. maddesinde ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların tahkikat için duruşmaya davet edileceği düzenlenmiştir. Tarafların duruşmaya çağrılmasıyla tahkikat başlayacaktır.

Tahkikat evresi, taraflar arasındaki ihtilaflı vakıaların incelenip hakikatin ortaya çıkarılması için yapılan işlemlerin zaman itibariyle işgal ettiği yargılama aşamasıdır. Mahkeme bu aşamada tarafların talep sonucunu dayandırdıkları, davanın halli bakımından önem taşıyan ve ön inceleme tutanağında çekişmeli olarak belirtilen vakıaların, yine kural olarak tarafların sunduğu deliller çerçevesinde doğruluğunu araştırır. Taraflarca getirilen delillerin değerlendirilmesi ve ispat faaliyeti neticesinde uyuşmazlığın aydınlanmasıyla birlikte, Hâkimin davayı sonlandıracak kararı vermesi mümkün hale gelmektedir. Bu yönüyle tahkikat, davanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Tahkikat aşamasından sonra taraflara yargılamayla ilgili son sözlerinin sorulacağı sözlü yargılama aşamasına geçilecek ve ardından mahkeme nihai kararını verecektir. HMK’nın “Tahkikatın Sona Ermesi” başlığı altındaki 184. ve 185. maddelerinde, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında Mahkemenin, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği düzenlenmiştir. Tahkikat aşamasının bitimi bu tefhim ile birlikte gerçekleşecektir. 

Bu bağlamda, 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir.

Bu noktada aydınlatılması gereken diğer bir husus da usulü kazanılmış hak kavramıdır. Karar tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK'da (ayrıca mülga 1086 sayılı HUMK içeriğinde) “usulü kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrarı sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usulü müktesep hak, anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulü kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulü kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).

Kazanılmış haklar “Hukuk Devleti” kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa'nın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Örneğin Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.

Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. (HGK.nun 12.07.2006 T., 2006/4-519 E, 2006/527 K, 03.12.2008 T., 2008/10-730 E., 2008/732 K.) Zira usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir. (09.05.1960 T., 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı)

Bu açıklamalar ışığında, Mahkemece verilen görevsizliğe ilişkin ilk kararın Mahkemenin görevli olduğu gerekçesi ile Yargıtay 13. Hukuk Dairesince bozulduğu; bozma ilamına uyulmak sureti ile Mahkemece tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı vekilinin talebini 04.01.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece ıslaha itibar edilerek karar verildiği, söz konusu kararın Dairemizin 10/03/2020 günlü ve 2020/564 Esas - 2020/2110 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmaktadır.

28.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek, yukarıda açıklandığı üzere usulü kazanılmış hakkın istisnası niteliğindeki yasa değişikliği uyarınca karar verilmesi gerekliliği hasıl olmuştur. Açıklanan nedenlerle Mahkemece davacı tarafın 04.01.2016 tarihli ıslahına değer verilerek hüküm tesis edilmesinin yerinde olduğu bu defaki incelemeden anlaşılmakla bozma ilamımızın kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının karar düzeltme isteminin reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 10/03/2020 günlü ve 2020/564 Esas - 2020/2110 Karar sayılı bozma kararının kaldırılmasına ve kararın yukarıda açıklanan gerekçe ile ONANMASINA, 17/12/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan            Üye               Üye              Üye               Üye
M. DUMAN       H. KANIK      E. ATEŞ       İ. ULUKUL    İ. KARA

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2020/809
KARAR NO    : 2020/3930

Y A R G I T A Y   İ L A M I

MAHKEMESİ          : Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                    : 03/09/2019
NUMARASI             : 2019/154 - 2019/525
DAVACI                   : S.U. vekili Avukat F.A.
DAVALI                   : Sağlık Bakanlığı vekili Avukat E.Y.

Davacı Sedanur U. vekili Avukat F.A. tarafından, davalı Sağlık Bakanlığı aleyhine 10/11/2015 gününde adli yardım talepli olarak verilen dilekçe ile staj eğitimi nedeniyle alacak istenmesi üzerine mahkemece adli yardım talebi kabul edilerek yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 30/09/2019 günlü direnme kararının Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle 6763 sayılı Kanunun 45. maddesi ile 6100 sayılı HMK'na eklenen geçici 4/1 maddesi gereği temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 

Dava tarihi 10/11/2015 olmasına rağmen karar başlığında 05/01/2016 olarak yazılması, mahallinde düzeltilebilir bir maddi hata olarak değerlendirilmiş ve bozma sebebi yapılmamıştır.

Dava, staj eğitimi nedeniyle alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemenin 05/01/2016 gün, 2016/6 esas, 2016/20 karar sayılı ilk kararı, Dairemizin 19/10/2016 gün, 2016/9869 esas, 2016/10230 karar sayılı ilamıyla uyuşmazlığın çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu kabul edilerek, işin esasına girilip esas hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın yargı yolu bakımından usulden reddedilmiş olmasının yasaya uygun düşmediği gerekçesiyle uyuşmazlığın esası incelenmek üzere bozulmuştur. Bozmaya uyulduktan sonra yapılan yargılama sırasında 10/04/2017 tarihli ıslah dilekçesiyle davacı tarafından dava değeri arttırılmış ve mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine de Dairemizce İçtihadı Birleştirme Kararı ile bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı kabul edildiği gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuştur. Yerel mahkemece Dairemiz bozma ilamına karşı verilen direnme kararı ise davalı vekilince temyiz edilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ıslahın zamanı ve şekli başlıklı 177/1. maddesinde ıslahın, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği düzenlenmiştir. Aynı maddeye 22/07/2020 tarih ve 7251 sayılı Kanunun 18. maddesi ile eklenen ikinci fıkrasında ise Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceği düzenlemesi getirilmiştir.

Her ne kadar direnme karar tarihi itibariyle bozmadan sonra ıslah mümkün değil ise de yukarıda açıklanan kanun maddesine göre, Dairemiz temyiz inceleme tarihi itibariyle Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03/09/2019 gün, 2019/154 esas ve 2019/525 karar sayılı direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla, 6100 sayılı HMK’nun geçici 4/4. maddesi gereği, Dairemizin bozma kararı kaldırılarak temyiz incelemesine geçildi;

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan kararın ONANMASINA 16/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi. 

Başkan               Üye            Üye             Üye             Üye
S.Demircioğlu    S.Arslan    H.Akdere   Y.Yılmaz     S.Küçük

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
5. Hukuk Dairesi

ESAS NO             : 2020/6554
KARAR NO          : 2021/1986

TÜRK  MİLLETİ ADINA 

Y A R G I T A Y   İ L A M I

MAHKEMESİ       : Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                 : 13/11/2018
NUMARASI         : 2018/317 - 2018/479
DAVACI                : C.T. vd. Vek. Av. İ.G.
DAVALI                : A. Büyükşehir Belediye Başkanlığı Vek. Av. Ö.F.E.

Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasının kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay'ca ONANMASI hakkında Daireden çıkan kararı kapsayan 11/06/2020 gün ve 2020/2661 Esas - 2020/5263 Karar sayılı ilama karşı davacılar vekilince verilen dilekçe ile karar düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup gereği konuşulup düşünüldü:

- K A R A R -

Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkin olarak açılan davada; mahkemece verilen karar, davalı idare vekilinin temyizi üzerine onanmış, bu karara karşı davacılar vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.

28.07.2020 tarih ve 31199 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Sayılı yasa ile HMK’nın 177. maddesine getirilen 2. fıkrasında yer alan; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, İlk Derece Mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” hükmü yürürlüğe girmiştir.

Bu bağlamda; bozma ilamına uyulmakla oluşan ve Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusuna ve yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnalarına değinmekte yarar bulunmaktadır. Örneğin Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.

Bu itibarla; mahkemece husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiş, Dairemizce davalı idarenin sorumlu olduğundan bahisle karar bozulmuştur, bozma sonrası yapılan yargılamada davacılar vekilinin talebini 05.11.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece ıslaha itibar edilerek karar verildiği, söz konusu kararın Dairemizin 19/03/2018 günlü ve 2017/26488 Esas - 2018/4740 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmaktadır.

28.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek, yukarıda açıklandığı üzere usulü kazanılmış hakkın istisnası niteliğindeki yasa değişikliği uyarınca karar verilmesi gerektiğinden;

Davacılar vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 11.06.2020 günlü 2020/2661 E.- 2020/5263 K. sayılı onama ilamının kaldırılmasına karar verildikten sonra yapılan değerlendirmede; 

Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme ve işlem yapılara hüküm kurulmuş, karar davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

28.07.2020 tarih ve 31199 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Sayılı yasa ile HMK’nın 177. maddesine getirilen 2. fıkrasında yer alan; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, İlk Derece Mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” hükmü yürürlüğe girmiştir.

Bu bağlamda; bozma ilamına uyulmakla oluşan ve Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusuna ve yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnalarına değinmekte yarar bulunmaktadır. Örneğin Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.

Bu itibarla; mahkemece husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiş, Dairemizce davalı idarenin sorumlu olduğundan bahisle karar bozulmuştur, bozma sonrası yapılan yargılamada davacılar vekilinin talebini 05.11.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece ıslaha itibar edilerek karar verildiği, söz konusu kararın Dairemizin 19/03/2018 günlü ve 2017/26488 Esas - 2018/4740 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmaktadır.

28.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek, yukarıda açıklandığı üzere usulü kazanılmış hakkın istisnası niteliğindeki yasa değişikliği uyarınca karar verilmesi gerektiğinden;

Mahkemece davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davacılardan peşin alınan karar düzeltme harcı ile davalı idareden peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine, davalıdan peşin alınan temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 23/02/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan            Üye             Üye                Üye             Üye 
Ü.Görmez         R.Tunç        S.Z.Piyale      S.Bellek      S.Çakırbay

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2018/15637
KARAR NO    : 2021/80

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, bozma üzerine yapılan yargılama neticesinde davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Davacı Zarife K. vekili, evlilik birliği içinde edinilen taşınmazlar nedeniyle 10.000,00 TL alacağın davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep ve dava etmiş, 30.09.2014 tarihli dilekçesi ile alacak miktarını toplam 23.461,59 TL'ye yükseltmiştir. 

Davalı Mehmet Ali Ş. vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece 11.05.2011 tarihli ilk kararda, bir yıllık zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacının temyiz itirazı üzerine temyiz incelemesi sonunda Dairemizin 17.05.2012 tarihli ilamıyla, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacaklarda 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği gerekçesiyle hüküm bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 26.11.2014 tarihli ikinci kararıyla, davanın kabulüyle 23.461,59 TL alacağın tahsiline karar verilmiş, iş bu karar davalı vekilinin temyiz itirazı üzerine temyiz incelemesi sonunda Dairemizin 26.09.2016 tarihli ilamıyla, 3 parsel sayılı taşınmazın sadece yapı bedeli üzerinden katkı payı alacağının belirlenmesi gerektiği, bozmadan sonra ıslah ile artırılan miktarı kapsar şekilde alacağa hükmedilemeyeceği ve her bir alacak kalemi için eşit miktarda istekte bulunulduğu kabul edilerek talepten fazlasına hükmedilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Son olarak, Mahkemenin 13.09.2018 tarihli kararıyla, 3 parsel sayılı taşınmaz yönünden alacağın katılma alacağı olarak kabul edilerek ve taleple bağlı kalınarak 2.500,00 TL alacağın tahsiline, diğer taşınmazlar yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1. Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından; dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2. a) Vermiş olduğu bir hüküm Yargıtay tarafından bozulan ve Yargıtay’ın bu bozma kararına gerek iradi ve gerekse kanuni şekilde uymuş olan hukuk mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Mahkeme, bozma kararından dönerek direnme kararı veremeyeceği gibi, hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan bölümleri hakkında da yeni bir hüküm kuramaz. Bu müesseseye “usuli müktesep hak” veya “usule ilişkin kazanılmış hak” denir. “Usuli Müktesep Hak”, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay İçtihatları ile kabul edilmiş, usul hukukunun ana ilkelerindendir ve kamu düzeni ile ilgilidir. Açıkça bozmaya uyulmasına karar verilmesiyle, taraflardan birisi yararına usule ilişkin kazanılmış hak doğar. Bundan sonra mahkemenin yapacağı iş, bozma kararı uyarınca ve o doğrultuda işlem yapmak ve gerekli kararı vermekten ibarettir. Kural olarak, hakim ara kararından dönebilirse de, bozmaya uyulmasına ilişkin karar bunun istisnalarındandır. Farklı anlatımla; bozma kararına uyan mahkeme, bununla bağlıdır. 

Ne var ki; Mahkemece, bozmaya uyulduğu halde bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.

Şöyle ki, bozma ilamında, 3 parsel sayılı taşınmaz yönünden talebin katkı payı alacağı olduğu ve sadece yapı bedeli üzerinden hesaplanan katkı payı alacağına hükmedilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulduğu halde, Mahkemece, 3 parsel sayılı taşınmazdaki yapı yönünden edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli olduğu, yani katılma alacağı olduğu kabul edilerek, taleple bağlı kalınarak alacağa hükmedilmesi hatalı olmuştur. O halde, Mahkemece, 26.09.2016 tarihli bozma ilamında belirtilen şekilde 3 parsel sayılı taşınmazdaki yapı yönünden katkı payı alacağı belirlenerek, temyiz edenin sıfatı da göz önünde bulundurularak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

b) Islah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı sebebiyle tarafların yapamadıkları ya da düzeltemedikleri usul işlemlerini, tek taraflı bir irade beyanı ile tamamen veya kısmen düzeltmeleridir. 

Bilindiği üzere, usul hukuku alanında geçerli olan temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise usul hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olmasıdır. Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nin “zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448. maddesi; “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” hükmünü içermektedir. Mahkeme karar tarihi itibari ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Islahın zamanı ve şekli" başlıklı 177. maddesine göre tahkikatın sona ermesine kadar davanın ıslahı mümkün ise de, 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 Esas, 1948/3 Karar ve 06.05.2016 tarihli ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında da belirtildiği üzere bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün bulunmadığından; bozma ilamından sonra yapılan ıslah yok hükmünde kabul edilmekteydi. Ne var ki; dosya temyiz inceleme aşamasında iken 6100 sayılı HMK'nin 177. maddesine 22.07.2020 tarihinde 7251 sayılı Kanun'un 18. maddesi ile eklenen fıkra ile bozmadan sonra da ıslah yapılabilmesinin önü açılmıştır. Buna göre; "Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz." Yapılan değişiklik ile kural olarak bozma ilamından sonra ilk derece mahkemesinde tahkikat ile ilgili bir işlem yapılması halinde iş bu tahkikat bitinceye kadar ıslah yapılması mümkün hale getirilirken iş bu kuralın istinası ise yapılacak ıslah ile bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durumun ortadan kaldırılamayacağıdır.

Değişiklik ile kural olarak bozma sonrası ıslah mümkün hale gelirken bu kuralın istinası olan ıslah ile bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durumun ortadan kaldırılamayacağından ne anlaşılması gerektiğidir. Bozma ilamı ile taraflar lehine usûlî müktesep haklar oluşmakta olup bu hakları ortadan kaldıracak şekilde ıslah yapılması mümkün olmayacaktır.

Somut uyuşmazlıkta da davanın zamanaşımı dolduğundan davanın reddine dair mahkeme kararı davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizce 17.05.2012 tarihli ilamı ile mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacağa 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinden bozulmuş, bozma ilamında uyulduktan sonra yapılan araştırma ve inceleme ile alınan bilirkişi raporuna göre davacı vekili tarafından 30.09.2014 tarihinde alacak miktarı yönünden dava ıslah edilmiştir. Mahkemece verilen ikinci karar da Dairemizce 26.09.2016 tarihli ilamı ile alacak miktarı yönünden bozmadan sonra yapılan ıslahla artırılan miktarı kapsar şekilde karar verilemeyeceğinden bozulduğu, bozma ilamına uyularak 13.09.2018 tarihli kararın verildiği anlaşılmaktadır.

O halde, davacı vekilinin zamanaşımının dolmadığı gerekçesiyle yapılan ilk bozmadan sonra, tahkikata ilişkin işlemler devam ederken ve tahkikat sona ermeden 30.09.2014 tarihinde ıslah dilekçesi sunduğu sabit olup, Daire'nin usul kanundaki ilgili değişiklik öncesi vermiş olduğu 26.09.2016 tarihli ilamındaki ıslaha ilişkin kısım yasa değişikliği gereği usulü kazanılmış hakkın istisnası niteliğinde olduğundan ıslah geçerli kabul edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları yukarıda 2. bentte gösterilen sebeplerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK'nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının yukarıda 1. bentte gösterilen sebeplerle reddine, taraflarca HUMK'un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 14.01.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan           Üye                        Üye                  Üye                 Üye
F. AKÇİN        E. SARICALAR      İ. ŞİMŞEK        N. MERAL       A. SEZER

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2020/6889
KARAR NO    : 2020/5292

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ          :
 İstanbul Anadolu 18. İş Mahkemesi
TARİHİ                    : 05/07/2019
NUMARASI            : 2019/160 - 2019/280
DAVACI                  : A.A. Vek. Av. A.A.
DAVALI                   : K. Yatırım İnşaat Turizm Nak.Tic A.Ş.Vek. Av. T.K.

TÜRK MİLLETİ ADINA 

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

KARAR

1- Dosyadaki temyiz kapsam ve sebeplerine göre; davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

2- Dava, iş kazası sonucu sürekli işgöremez hale gelen davacının maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece verilen 13.06.2014 tarihli ilk kararın Dairemizin 05.05.2015 tarih, 2014/23856 Esas ve 2015/9927 Karar sayılı ilamı ile bozulduğu, Mahkemece Bozma İlamına uyularak yapılan yargılama sırasında davacı vekilinin maddi tazminat istemini 25.04.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece ıslaha itibar edilerek maddi tazminatın belirlendiği; söz konusu ilamın Dairemizin 21.02.2019 tarih, 2018/159 Esas ve 2019/1217 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile tekraren bozulduğu, Mahkemece iş bu bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada neticeten 7.000,00 TL maddi tazminat alacağının 19/06/2007 kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere maddi tazminata ilişkin ıslah edilen kısmın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Türk Medeni Usul Hukukuna yön veren en önemli ilkelerden biri teksif ilkesidir. Teksif ilkesi tarafların bütün iddia ve savunma sebeplerini belli bir usul kesitine kadar mahkemeye sunmalarını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca taraflar dava malzemelerini yargılamanın herhangi bir aşamasında değil, ancak kanunca öngörülen süre dâhilinde mahkemeye hasredeceklerdir. Teksif ilkesiyle davaların gereksiz ve kötü niyetli olarak uzamasının önlenmesi ve yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Teksif ilkesi hem tarafları hem de Hâkimleri kanunda belirtilen süreye uymaya zorlayarak yargılanmanın hızlanmasını sağladığından usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine de hizmet etmektedir. Teksif ilkesinin yargılamadaki en önemli yansıması iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağıdır. 6100 Sayılı HMK’nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Bu düzenleme ile kural olarak dilekçeler aşamasında tarafların iddia ve savunmalarını sunmaları istenmektedir. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağının ancak ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati ile aşılabileceği yine HMK’nın 144/2. maddesinde belirtilmiştir. Karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda ıslah, yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek enstrüman olacaktır. 

Islah, iddia ve savunma yasağının kapsamına giren taraf usul işlemlerini tamamen veya kısmen düzeltmeye yarayan bir hukukî imkândır. Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilirler. Yine, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde taraflar yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Teksif ilkesinin sert bir biçimde uygulanması ve belli bir zaman kesitinden sonra taraflara iddia ve savunmada değişiklik yapma imkânının tanınmaması halinde, şekilcilik esası engeller hale gelir ve yargılamanın adaletli bir karar ile sonuçlanmama tehlikesi doğabilir. Bu noktada ıslah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı başladıktan sonra tarafların kendi usul işlemlerini kısmen ya da tamamen değiştirmelerine imkân tanımak suretiyle, Medeni Usul Hukukunun katı şekilciliğini yumuşatan ve adaletli bir yargılamanın tesis edilmesini sağlayan bir kurum olarak Hukukumuzda ön plana çıkmaktadır. Kanundaki koşullara riayet edilmesi durumunda ıslahın sonuç doğurması için tek taraflı irade beyanı yeterli olacak, mahkemenin veya karşı tarafın rızası aranmayacaktır. HMK’da ıslah ile ilgili öngörülen koşullardan biri de zamanla ilgilidir. HMK’nın 177/1. maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslaha başvurulabileceği düzenlenmiştir. Islahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı meselesi ile doğrudan alakalıdır. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını daha net ortaya koymak için tahkikat kavramının ve tahkikatın ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğinin üzerinde durmak uygun olacaktır. 

Tahkikat, yazılı yargılama usulünde de basit yargılama usulünde de ön inceleme aşamasının sona ermesi üzerine başlamaktadır. HMK’nın 147. maddesinde ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların tahkikat için duruşmaya davet edileceği düzenlenmiştir. Tarafların duruşmaya çağrılmasıyla tahkikat başlayacaktır. 

Tahkikat evresi, taraflar arasındaki ihtilaflı vakıaların incelenip hakikatin ortaya çıkarılması için yapılan işlemlerin zaman itibariyle işgal ettiği yargılama aşamasıdır. Mahkeme bu aşamada tarafların talep sonucunu dayandırdıkları, davanın halli bakımından önem taşıyan ve ön inceleme tutanağında çekişmeli olarak belirtilen vakıaların, yine kural olarak tarafların sunduğu deliller çerçevesinde doğruluğunu araştırır. Taraflarca getirilen delillerin değerlendirilmesi ve ispat faaliyeti neticesinde uyuşmazlığın aydınlanmasıyla birlikte, Hâkimin davayı sonlandıracak kararı vermesi mümkün hale gelmektedir. Bu yönüyle tahkikat, davanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Tahkikat aşamasından sonra taraflara yargılamayla ilgili son sözlerinin sorulacağı sözlü yargılama aşamasına geçilecek ve ardından mahkeme nihai kararını verecektir. HMK’nın “Tahkikatın Sona Ermesi” başlığı altındaki 184. ve 185. maddelerinde, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında Mahkemenin, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği düzenlenmiştir. Tahkikat aşamasının bitimi bu tefhim ile birlikte gerçekleşecektir. 

Bu bağlamda, 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir.

Bu noktada aydınlatılması gereken diğer bir husus da usulü kazanılmış hak kavramıdır. Karar tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK'da (ayrıca mülga 1086 sayılı HUMK içeriğinde) “usulü kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrarı sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usulü müktesep hak, anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulü kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulü kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).

Kazanılmış haklar “Hukuk Devleti” kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa'nın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Örneğin Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.

Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. (HGK.nun 12.07.2006 T., 2006/4-519 E, 2006/527 K, 03.12.2008 T., 2008/10-730 E., 2008/732 K.) Zira usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir. (09.05.1960 T., 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı)

Bu açıklamalar ışığında, Mahkemece verilen ilk kararın özetle zararlandırıcı olayın iş kazası olup olmadığının Mahkemece ön sorun kabul edilerek değerlendirilmesi ve iş kazası olduğuna kanaat getirilmesi halinde davacının maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında bir karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile Dairemizce bozulduğu; bozma ilamına uyulmak sureti ile Mahkemece tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı vekilinin maddi tazminat istemini 25.04.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece ıslaha itibar edilerek maddi tazminatın belirlendiği; söz konusu ilamın Dairemizin 21.02.2019 tarih, 2018/159 Esas ve 2019/1217 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmıştır. Akabinde Yerel Mahkeme her ne kadar Dairemizin Bozma ilamına uymuş ise de; 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek, yukarıda açıklandığı üzere usulü kazanılmış hakkın istisnası niteliğindeki yasa değişikliği uyarınca karar verilmesi gerekliliği hasıl olmuştur.

Mahkemece yapılacak iş; 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi doğrultusunda davacı tarafın 25.04.2016 tarihli maddi tazminat isteminin ıslahına değer verilerek hüküm tesis edilmesinden ibarettir. 

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. 

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının temyiz edenlerden davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edenlerden davalıya yükletilmesine, 01/10/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan V.          Üye                    Üye                Üye                             Üye
Mesut BALCI     B. AYDOĞAN     A. YENER     G. MISIR ÖZYURT     D. KORKMAZ

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2020/1323
KARAR NO    : 2021/124

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Mahkemesi                  : Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
Tarihi                            : 18/12/2019
Numarası                     : 2019/240 - 2019/496
Davacı                          : G. İnş. Ltd. Şti. Vek. Av. H.N.T.
Davalı                          : R.T. Vek. Av. K.C.
Fer'i müdahiller          : 1- Ö.A. 2- K.A. 3- T. Elekt. Mek. İnş. Taah. Mim. Müh. Gıda Turz. Day. Tük.
                                           Malları San. ve Tic. Ltd. Şti. Vek. Av. G.D.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozmaya uyularak verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı ile davalı vekillerince istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili Avukat T.D. ile davalı vekili Avukat O.B. geldi. Fer'i müdahiller vekili gelmedi. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

- K A R A R -

Dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan alacak talebine ilişkindir.

Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davacı ile davalı vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Somut olayda, Mahkemece verilen 27.03.2013 tarihli ilk kararın Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 10.03.2015 tarih, 2014/7006 Esas ve 2015/1518 Karar sayılı ilamı ile bozulduğu, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sırasında davacı vekilinin alacak istemini 16.02.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı, mahkemece ıslaha itibar edilerek alacağın belirlendiği; bu kararın Dairemizin 25.06.2018 tarih, 2018/638 Esas ve 2018/2674 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilamı doğrultusunda, “Bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı” gerekçesi ile tekrar bozulduğu, Mahkemece iş bu bozma ilamına uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; yüklenicinin yaptığı faydalı masraflara ilişkin 3.000,00 TL, kar kaybına ilişkin ise 7.000,00 TL alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gözetilerek davacının alacağına ilişkin ıslah edilen kısmın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

6100 sayılı HMK'nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme aşamasında ancak karşı tarafın açık muvafakati ile ön inceleme duruşmasında taraflardan birisi gelmez ise gelen tarafın, karşı tarafın muvafakati aranmaksızın iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi mümkündür. Yine HMK’nın 144/2. maddesinde, iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiştir. Bu anlamda ıslah, karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek çare olmaktadır.

Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (6100 sayılı HMK. m. 176). Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilecekleri gibi, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde de yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Islah müessesesi, dava değiştirme, başka bir deyişle iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılanabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapılabilmektedir (Üstündağ S: Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B.5, İstanbul 1992, s.534).

Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde, karşı tarafın ya da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı değiştirme ya da genişletme sayılmayan hallerde veya karşı tarafın genişletme ve değiştirmeye rıza gösterdiği hallerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı açıktır. Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da mümkündür. Ancak ıslahın yapılması, Kanun uyarınca zaman bakımından sınırlandırılmış ve HMK'nın "Islahın Zamanı ve Şekli" başlıklı 177. maddesinin 1. fıkrasında tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği düzenlenmiştir. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını belirleyebilmek için tahkikat evresinden bahsetmek gerekmektedir. Zira ıslahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı ile doğrudan ilgilidir.

Tahkikat, HMK’nın 147. maddesi uyarınca ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra başlamaktadır. Bu anlamda tahkikat evresinde işin esasına girilerek delillerin değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmek üzere taraflar duruşmaya davet edilir. Bu yönüyle tahkikat evresi, yargılamanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Mahkeme, tahkikatın bitiminden sonra, sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder. Taraflara çıkartılacak olan davetiyede, belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususu bildirilir. Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve hükmünü verir (Madde 186). HMK’nın 184. ve 185. maddeleri gereğince tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında Mahkeme, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder ve bu tefhim ile tahkikat aşaması sona erer.

Bununla birlikte, bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı hususu Yargıtay Hukuk Daireleri ve öğreti arasında tartışmalı bir hususken, 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde bozmadan sonra ıslah konusuna açıklık getirilmiştir. Bu maddeye göre; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu bağlamda açıklanması gereken bir diğer husus ise usuli kazanılmış hak kavramıdır. Usuli kazanılmış hak, bir davada, mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine (diğeri aleyhine) doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan haktır. Usul hukukunun temel prensiplerinden birisi olan usuli kazanılmış hak kavramı, gerek HUMK, gerekse HMK’da düzenlenmemesine rağmen gerek öğretide gerekse uygulamada kabul edilmiştir.

Yargıtay’ın bozma kararı nedeniyle kazanılmış hak iki çeşit olup, birincisi Mahkemenin Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına kazanılmış hak, ikincisi bazı konuların bozma kararının kapsamı dışında kalması ile doğan usuli kazanılmış haklardır. Bozma kararına uymuş olması halinde Mahkeme, bu uyma kararı ile bağlı olup, usuli kazanılmış hak ilkesi uyarınca lehine bozulan taraf yararına araştırma ve inceleme yapmak zorundadır ( 04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK). 

Usuli kazanılmış hak yukarıda belirtildiği üzere açık bir kanun hükmüyle düzenlenmemiş olsa da önemli ve temel bir hukuk ilkesidir. Ancak usuli kazanılmış hak ilkesinin de istisnaları bulunmaktadır. Geriye etkili kanun değişikliği, görev kuralına aykırılık, sonradan ortaya çıkan içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK), hak düşürücü süre, kamu düzeni gibi hususlar kazanılmış hak kuralının istisnalarındandır. Bu durumda usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (HGK.nun 12.07.2006 T., 2006/4-519 E, 2006/527 K, 03.12.2008 T., 2008/10-730 E., 2008/732 K.). Zira usuli kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir (09.05.1960 T., 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).

Bu anlatımlar ışığında somut olay incelendiğinde; mahkemece verilen ilk kararın Yargıtay 23. Hukuk Dairesi tarafından, taraflar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinin davalı arsa sahibinin kusuru ile sona erdiği gözetilerek yüklenicinin yaptığı faydalı masraflar ve kar kaybı istemleri hakkında karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile bozulduğu, bozma ilamına uyulmak sureti ile Mahkemece tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı vekilinin alacak istemini 16.02.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı, Mahkemece ıslaha itibar edilerek alacağın belirlendiği; söz konusu ilamın Dairemizin 25.06.2018 tarih, 2018/638 Esas ve 2018/2674 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmıştır.

Mahkemece, her ne kadar Dairemizin bozma ilamına uyulmuş ise de; 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile Yargıtay’ın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılması mümkün hale getirilmiştir.

Sonradan aynı hususta bir kanun çıkarılmış olmasının usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğu, usule ilişkin kanun değişikliğinin geçmişe etkili olarak uygulanması gerektiği, mahkemece verilen nihai karardan sonra değişiklik yapılmış olsa dahi, bu değişikliğin uygulanmasında zorunluluk bulunduğu Yargıtay kararlarıyla açıklanmıştır (Yargıtay HGK 20.02.2008 gün, 2008/13-160 E., 2008/147 K.). Açıklanan tüm bu nedenlerle mahkemece ıslahla arttırılan talebin de değerlendirilerek, sonucuna uygun karar verilmesi gerekmekle, hükmün bu yönden bozulması gerekmiştir. 

Bozma sebebine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, bozma sebebine göre tarafların işin esası ile ilgili diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 3.050,00’er TL duruşma vekillik ücretinin taraflardan karşılıklı olarak alınarak Yargıtay'daki duruşmada vekille temsil olunan diğer tarafa verilmesine, ödenenden 5766 sayılı Kanun'un 11. maddesi ile yapılan değişiklik gereğince Harçlar Kanunu 42/2-d maddesi uyarınca alınması gereken 267,80 TL Yargıtay başvurma harcının mahsup edilerek, varsa fazla alınan temyiz harcının temyiz eden davacıya iadesine, ödediği temyiz peşin ve Yargıtay başvurma harçlarının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 21.01.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan              Üye                       Üye                 Üye                      Üye
M. ÖZTÜRK      E. G. ELVERİCİ     B. SONER      B. AYDOĞAN      D. AĞIRMAN
(Muhalif)                                                                                              (Muhalif)

- K A R Ş I    O Y     Y A Z I S I -

Dava eser sözleşmesinin bir türü olan Kat Karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkin olup ilk derece mahkemesinin davanın kabulüne dair 04.04.2016 tarih ve 2015/156 esas 2016/141 karar sayılı ilamı dairemizin 25.06.2018 tarih ve 2018/638 Esas, 2018/2674 Karar sayılı ilamı ile bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyan ilk derece mahkemesinin 18.12.2019 tarih ve 2019/240 Esas, 2019/496 Karar sayılı ilamıyla davanın kısmen kabulü ve kısmen reddine ilişkin verilen karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Dairemizin yukarıda belirtilen bozma gerekçesi olarak, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gösterilmiş olup, bu içtihadı birleştirme kararı gereğince bozmadan sonra ıslah yapılamaması nedeniyle mahkemece de bozmaya uyularak ıslah dikkate alınmadan karar verilmiştir. Bozmaya uyulmakla diğer taraf yönünden usulü müktesap hak doğmuştur. Bu nedenle bozmaya uyulmakla bozma gereğince karar verilmesi gerekmektedir. Her ne kadar 7251 Sayılı Yasa’nın 18. maddesiyle 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde yapılan değişiklikle yargıtay bozmasından sonra ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir hükmü getirilmiş ise de bu hüküm usule ilişkin bir yasa değişikliğidir.

Usul hükümlerinin niteliği itibariyle derhal uygulanmaları gerekir. Derhal uygulanma ilkesi HMK’nın 448. maddesinde de kabul edilmiş olup, bu ilke ile tamamlanmış hukuki işlemlerin etkilenmemesi, hukuk güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Usule ilişkin bir yasa değişikliği veya yeni bir hüküm getirilmesi durumunda yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanması gerekir. Usul hükümlerinin derhal uygulanması gereken niteliği gereği, öncesine ilişkin gerçekleşmiş olan olay ve tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Bunun aksinin kabulü için yeni usul kanunlarının uygulanmasıyla ilgili bir geçiş sürecinin öngörülmesi gerekir. HUMK’nın kaldırılması ve HMK’nın yürürlüğe girmesi sırasında bazı hükümler yönünden bir geçiş süreci öngörülmüştür. Ancak HMK’nın 177. maddesinde 7251 sayılı yasayla değişiklik yapılan usul hükümlerinin uygulanması konusunda geçiş süreci öngörülmemiştir. Bu nedenle yukarıda değinilen usul hükümlerinin derhal uygulanması ilkesinden sapmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

Bu durum dikkate alındığında, dairemiz bozma incelemesi sırasında yürürlükte bulunan yasaya göre değerlendirme yapılmış, mevcut usul kuralı uygulanmış, ilk derece mahkemesince bozma ilamına uyulmasıyla o tarihle yürürlükte bulunan usul yasasına göre söz konusu işlem tamamlanmıştır. Bu nedenle sonradan yapılan yasa değişikliğinin derhal uygulanması ilkesi ve önceki usul işleminin tamamlanmış olması nedeniyle önceki işleme uygulanması mümkün değildir. Bu hükümden sonra ıslah yapılması halinde bu hüküm uygulanacaktır.

Diğer yönden usul kanunlarının derhal uygulanır niteliği dışında, ceza kanunu değişikliklerinde olduğu gibi lehe kanun değerlendirmesi yapılması mümkün olmadığı gibi yeni yasayla yeni bir hak verildiğinin kabul edilmesi de mümkün değildir. Usule konu işlemin yapıldığı tarihte mevcut usul kuralına göre işlem yapılması söz konusudur. Bir geçiş dönemi öngörülerek yasa koyucunun farklı bir durumu benimsememesi durumunda sonraki değişikliğin uygulanma kabiliyeti söz konusu edilemeyecektir. Nasıl ki HUMK döneminde tahkikata başlanan yargılamada HMK ile ön inceleme duruşması getirildi diye başa dönülüp o yargılama için ön inceleme duruşması yapılması söz konusu değilse ıslahla ilgili değişiklikten sonra bir hak doğduğunu kabul edip ıslah talebi değerlendirilemez. Bu hükmün kanun değişikliği yürürlüğe girdikten sonra yapılacak ıslah taleplerinde uygulanması mümkün olup, daha önce dile getirilip kabul görmeyen hakkın yasa değişikliğinden sonra tekrar değerlendirilerek kabul görmesi mümkün değildir.

Tüm bu hususlar dikkate alındığında ilk derece mahkemesi kararının onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmamaktayız.

Başkan                            Üye
Muammer ÖZTÜRK        Doğan AĞIRMAN

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi

ESAS NO            : 2019/1411
KARAR NO         : 2020/6683

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Davacılar Hasan T., Sedriye T., Tuğba T. ile davalılar Ahmet Ö., Mustafa Ö., B.G. Sigorta AŞ arasındaki dava hakkında İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 13/06/2016 gün ve 2016/47-2016/389 sayılı hükmün Dairenin 13/11/2018 gün 2018/6 E 2018/10466 K sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiş olup, davacılar vekili tarafından süresi içinde kararın düzeltilmesi istenilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

- K A R A R -

1- Davacılar vekili, davalıların sürücüsü, işleteni ve trafik sigortacısı olan aracın, müvekkillerin yaya olan desteklerine çarparak ölümüne neden olduğunu belirterek şimdilik 1.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile her bir davacı için 40.000,00'er TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında (ilk bozma ilamı sonrasında) 20.05.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini yükseltmiştir.

Davalı sigorta şirketi vekili ve diğer davalılar vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, karar verilmiş, hüküm, davacılar vekili ile davalılar Ahmet ve Mustafa Ö. vekili tarafından temyiz edilmiş, Dairenin 05.03.2015 tarih 2013/15620 E 2015/3896 K sayılı ilamı ile bozma sonrasında yapılan ıslah doğrultusunda karar verilmiş olması doğru görülmemiş, gerek bu yönden gerekse hükmedilen manevi tazminatların fazla bulunması yönünden kararın bozulmasına karar verilmiş, yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda; davacı Hasan T.'ın maddi tazminat talebinin reddine, davacılar Sedriye T. ve Tuğba T. (Y.)'ın maddi tazminat taleplerinin kabulü ile 2.803,09 TL. geçici tam işgöremezlik tazminatının, olay tarihi olan 11.04.2009 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte, davalılardan (davalı B.G. Sigorta A.Ş'nin poliçe limiti ile sınırlı olarak ve dava tarihi olan 30.09.2011 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte sorumlu olmak üzere) müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılar Sedriye T. ve Tuğba T. (Y.)'a verilmesine, davacı Sedriye T. için 48.522,73 TL; davacı Tuğba T. (Y.) için 339,31 TL olmak üzere toplam 48.862,04 TL. destekten yoksun kalma tazminatının, olay tarihi olan 11.04.2009 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte, davalılardan (davalı B.G. Sigorta A.Ş'nin poliçe limiti ile sınırlı olarak ve dava tarihi olan 30.09.2011 tarihinden itibaren yasal faizi ile birliket sorumlu olmak üzere) müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılar Sedriye T. ve Tuğba T. (Y.)'a verilmesine, davacıların davalı sigorta şirketi hakkındaki manevi tazminat taleplerinin reddine, davacıların davalılar Ahmet Ö. ve Mustafa Ö. haklarındaki manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü ile davacı Sedriye T. için 25.000,00 TL; davacı Hasan T. için 25.000,00 TL ve davacı Tuğba T. (Y.) için 25.000,00 TL olmak üzere toplam 75.000,00 TL manevi tazminatın, olay tarihi olan 11.04.2009 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte, davalılar Ahmet Ö. ve Mustafa Ö.'den müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine, karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili ile davalılar Ahmet ve Mustafa Ö. vekili tarafından temyiz edilmiş, Dairemizin bozma ilamı üzerine davacılar vekili tarafından kararın düzeltilmesi talep edilmiştir.

Aşağıda açıklanacak gerekçelerle karar düzeltme isteminin kısmen kabulüyle Dairemizin 08.02.2018 gün ve 2015/7427 Esas ve 2018/729 Karar sayılı ilamının 2.bendinin ortadan kaldırılmasına karar verilerek dosyanın yeniden yapılan incelenmesi sonunda; 

2- Dava, trafik kazası sonucu ölümden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece verilen 19/04/2013 tarihli ilk kararın Dairemizin 05.03.2015 tarih, 2013/15620 Esas ve 2015/3896 Karar sayılı ilamı ile bozulduğu, Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sırasında davacı vekilinin maddi tazminat istemini 20/05/2016 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece ıslaha itibar edilerek maddi tazminatın belirlendiği; söz konusu ilamın Dairemizin 13/11/2018 tarih, 2018/6 Esas ve 2018/10466 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile tekraren bozulduğu ve bozma ilamına karşı davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunduğu anlaşılmıştır.

Türk Medeni Usul Hukukuna yön veren en önemli ilkelerden biri teksif ilkesidir. Teksif ilkesi tarafların bütün iddia ve savunma sebeplerini belli bir usul kesitine kadar mahkemeye sunmalarını öngörmektedir. Bu ilke uyarınca taraflar dava malzemelerini yargılamanın herhangi bir aşamasında değil, ancak kanunca öngörülen süre dâhilinde mahkemeye hasredeceklerdir. Teksif ilkesiyle davaların gereksiz ve kötü niyetli olarak uzamasının önlenmesi ve yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Teksif ilkesi hem tarafları hem de Hâkimleri kanunda belirtilen süreye uymaya zorlayarak yargılanmanın hızlanmasını sağladığından usul ekonomisi ilkesinin gerçekleşmesine de hizmet etmektedir. Teksif ilkesinin yargılamadaki en önemli yansıması iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağıdır. 6100 Sayılı HMK’nın 141/1. maddesinde tarafların yargılamada iddia ve savunmalarını ne zamana kadar değiştirebilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Bu düzenleme ile kural olarak dilekçeler aşamasında tarafların iddia ve savunmalarını sunmaları istenmektedir. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağının ancak ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati ile aşılabileceği yine HMK’nın 144/2. maddesinde belirtilmiştir. Karşı tarafın rızasının olmadığı durumlarda ıslah, yasağın başladığı andan itibaren iddia ve savunmaları değiştirme noktasında taraflar için tek enstrüman olacaktır. 

Islah, iddia ve savunma yasağının kapsamına giren taraf usul işlemlerini tamamen veya kısmen düzeltmeye yarayan bir hukukî imkândır. Taraflar ihmal, unutma, yetersiz bilgi ve benzeri sebeplerle eksik ya da hatalı şekilde iddia ve savunmada bulunmuş olabilirler. Yine, yargılama sırasında meydana gelen gelişmeler neticesinde taraflar yargılamanın başında sundukları iddia ve savunmalarında değişiklik yapma ihtiyacı duyabilirler. Teksif ilkesinin sert bir biçimde uygulanması ve belli bir zaman kesitinden sonra taraflara iddia ve savunmada değişiklik yapma imkânının tanınmaması halinde, şekilcilik esası engeller hale gelir ve yargılamanın adaletli bir karar ile sonuçlanmama tehlikesi doğabilir. Bu noktada ıslah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı başladıktan sonra tarafların kendi usul işlemlerini kısmen ya da tamamen değiştirmelerine imkân tanımak suretiyle, Medeni Usul Hukukunun şekilciliğini yumuşatan ve adaletli bir yargılamanın tesis edilmesini sağlayan bir kurum olarak Hukukumuzda ön plana çıkmaktadır. Kanundaki koşullara riayet edilmesi durumunda ıslahın sonuç doğurması için tek taraflı irade beyanı yeterli olacak, mahkemenin veya karşı tarafın rızası aranmayacaktır.

HMK’da ıslah ile ilgili öngörülen koşullardan biri de zamanla ilgilidir. HMK’nın 177/1. maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslaha başvurulabileceği düzenlenmiştir. Islahın zaman bakımından sınırı, bozmadan sonra ıslahın yapılıp yapılamayacağı meselesi ile doğrudan alakalıdır. Bu noktada yargılamanın hangi aşamasına kadar ıslahın mümkün olacağını daha net ortaya koymak için tahkikat kavramının ve tahkikatın ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğinin üzerinde durmak uygun olacaktır.

Tahkikat, yazılı yargılama usulünde de basit yargılama usulünde de ön inceleme aşamasının sona ermesi üzerine başlamaktadır. HMK’nın 147. maddesinde ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların tahkikat için duruşmaya davet edileceği düzenlenmiştir. Tarafların duruşmaya çağrılmasıyla tahkikat başlayacaktır. Tahkikat evresi, taraflar arasındaki ihtilaflı vakıaların incelenip hakikatin ortaya çıkarılması için yapılan işlemlerin zaman itibariyle işgal ettiği yargılama aşamasıdır. Mahkeme bu aşamada tarafların talep sonucunu dayandırdıkları, davanın halli bakımından önem taşıyan ve ön inceleme tutanağında çekişmeli olarak belirtilen vakıaların, yine kural olarak tarafların sunduğu deliller çerçevesinde doğruluğunu araştırır. Taraflarca getirilen delillerin değerlendirilmesi ve ispat faaliyeti neticesinde uyuşmazlığın aydınlanmasıyla birlikte, Hâkimin davayı sonlandıracak kararı vermesi mümkün hale gelmektedir. Bu yönüyle tahkikat, davanın en önemli ve uzun aşaması olarak nitelendirilmektedir. Tahkikat aşamasından sonra taraflara yargılamayla ilgili son sözlerinin sorulacağı sözlü yargılama aşamasına geçilecek ve ardından mahkeme nihai kararını verecektir. HMK’nın “Tahkikatın Sona Ermesi” başlığı altındaki 184. ve 185. maddelerinde, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığında mahkemenin, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği düzenlenmiştir. Tahkikat aşamasının bitimi bu tefhim ile birlikte gerçekleşecektir.

Bu bağlamda 22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesinde; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.” düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık getirilmiştir.

Bu noktada aydınlatılması gereken diğer bir husus ise; usule ilişkin kazanılmış hak kavramıdır. Karar tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK'da (ayrıca mülga 1086 sayılı HUMK içeriğinde) usule ilişkin kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrarı sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usule ilişkin kazanılmış hak, anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usule ilişkin kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usule ilişkin kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).Kazanılmış haklar “Hukuk Devleti” kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa'nın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usule ilşkin kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Örneğin, mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usule ilişkin kazanılmış hak bu durumda artık hukuki değer taşımayacaktır.

Usule ilişkin kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada ya taraflar, ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. (HGK 12.07.2006 T., 2006/4-519 E, 2006/527 K, 03.12.2008 T., 2008/10-730 E., 2008/732 K.) Zira usule ilişkin kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir.(09.05.1960 T., 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı)

Bu açıklamalar ışığında konu incelendiğinde; somut olayda mahkemece verilen ilk kararın, manevi tazminat miktarı ve hesap raporundaki saptamalar yönünden değerlendirilmesi ve davacının maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında buna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile Dairemizin 5/3/2015 gün 2013/15620 E 2015/3896 K sayılı ilamı ile bozulduğu, bozma ilamına uyulmak sureti ile mahkemece tahkikata dair işlemler tesis edildiği, bu doğrultuda davacı vekilinin maddi tazminat istemini 20/05/2016 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırdığı ve Mahkemece verilen sonraki kararda ıslaha itibar edilerek maddi tazminatın belirlendiği; söz konusu kararın Dairemizin 13/11/2018 tarih, 2018/6 Esas ve 2018/10466 Karar sayılı ilamı ile ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca alınan 06.05.2016 tarih ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı ilam doğrultusunda, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile bozulduğu anlaşılmıştır. 

22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2. maddesi ile, Yargıtayın bozma kararından sonra tahkikata ilişkin bir işlem yapılması halinde, tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceğine dair açık düzenleme yapıldığı gözetilerek, yukarıda açıklandığı üzere usule ilişkin kazanılmış hakkın istisnası niteliğindeki Yasa değişikliği uyarınca karar verilmesi yerinde olup davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan karar düzeltme isteğinin kabulü gerekmiştir.

3- Davacı vekilinin, dosya içeriğine, Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre 6100 Sayılı HMK'nın geçici 3. maddesinin 2. fıkrası delaletiyle 1086 Sayılı HUMK'un 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birisine uygun olmayan ve yukarıdaki 2. bent dışında kalan sair karar düzeltme isteğinin ise reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kısmen kabulü ile Dairemizin 13/11/2018 tarih, 2018/6 Esas ve 2018/10466 Karar sayılı bozma ilamının 2. bendinin ortadan kaldırılmasına, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, Dairemizin 13/11/2018 tarih, 2018/6 Esas ve 2018/10466 Karar sayılı ilamına 2. bent olarak yukarıdaki Dairemiz ilamının 2. nolu bendinde yazılan açıklamaların yazılmasına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin sair karar düzeltme nedenlerinin reddine, tashihi karar peşin harcının karar düzeltme isteyen davacıya geri verilmesine, 05/11/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan             Üye       Üye          Üye                  Üye
A.Ş.Sertkaya     R.Eğri    B.Aydın    K.Özerdoğan   Ö.F.Aydıner