YOLUN KONTROLÜNDEN SORUMLU İDAREYE KARŞI AÇILAN HİZMET KUSURUNA DAYALI DAVADA İDARİ YARGI GÖREVLİDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


25 May
2020

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2018/17-845
KARAR NO   : 2019/1215

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ             :
Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                       : 19/10/2017
NUMARASI                : 2016/521 - 2017/210
DAVACILAR              : 1- E.G., 2- R.G.U., 3- Ş.K., 
                                     4- İ.G., 5- P.G. vekilleri Av. A.K.
DAVALI                      : A. Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili Av. D. B.G.

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.03.2014 tarihli ve 2013/333 E., 2014/28 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 09.12.2015 tarihli ve 2014/11120 E., 2015/13688 K. sayılı kararı ile; 

"... Davacı vekili, 16.06.2008 tarihinde dava dışı sürücü İlhan Y.'in idaresindeki 06 Z.A 78 plakalı aracı ile Ulus istikametinden Aydınlıkevler istikametine seyir halinde iken yaya Ali G.'e çarparak ölümüne neden olduğunu, davacıların Ali G.'in eş ve çocukları olduğunu, meydana gelen olayda dava dışı sürücünün kusurlu olduğunu, olayın olduğu yerde refüjdeki fiziki demir bariyerlerin açık bırakıldığını, yolun kontrolünden sorumlu olan davalının kusurlu olduğunu belirterek davacı Peri G. için 20.000 TL, diğer davacılar için 10.000'er TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan tahsilini istemiştir. 

Davalı vekili, davacının iddiasının hizmet kusuruna dayandığını, yargı yolu itirazında bulunduklarını, kazanın İrfan Baştuğ Caddesi Halk Pazarı önünde meydana geldiğini, Altındağ Belediyesi'nin sorumluluk alanında olduğunu, müvekkili idarenin olayda sorumluluğunun bulunmadığını, sürücünün aşırı hızlı olmasından kazanın meydana geldiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre; davanın kısmen kabulüne, davacı Peri G. için takdiren 10.000,00 TL, davacılar Remzi G., İkram G., Ekrem G. ve Şükran K. için takdiren 5.000,00'er TL olmak üzere olay tarihi olan 16.06.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak adı geçen davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan hasar bedeli ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacılar, destek Ali G.'in olayın olduğu yerde refüjdeki fiziki demir bariyerlerin açık bırakılması ve yolun kontrolünden sorumlu olan davalının kusuru nedeniyle meydana gelen kazada dava dışı sürücünün araç ile çarpması sonucu hayatını kaybettiği manevi zarara uğradıkları iddiasıyla Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine dava açılmış olup, davada hizmet kusuruna dayanılmıştır. Kamu hizmeti görmekle yükümlü olan belediyeler, kamu hizmeti sırasında verdikleri zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi değildirler. Kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkilerin kullanılması sırasında oluşan zararlar niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla hizmet kusurlarına dayalı olarak İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi hükmü uyarınca idari yargı yerinde tam yargı davası ikame edilmesi gerekmektedir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden (re'sen) dikkate alınması zorunludur. O halde mahkemece, adli yargının yargı yolu bakımından görevsiz bulunması nedeniyle dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…"

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; trafik kazasından kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacılar vekili; 16.06.2008 tarihinde dava dışı sürücü İlhan Y.'in idaresindeki kamyoneti ile Ulus istikametinden Aydınlıkevler istikametine seyir hâlinde iken yaya Ali G.'e çarparak ölümüne neden olduğunu, müvekkillerinin Ali G.'in eş ve çocukları olduğunu, olayın meydana geldiği yolda orta refüjdeki fiziki demir bariyerlerinin açık bırakıldığını, gün içerisinde yoğun bir yaya geçişinin söz konusu olduğunu, ölen Ali G.'in de mevcut olan ve yayalar tarafından kullanılan orta refüjden geçmek sureti ile karşı tarafa geçerken kazanın meydana geldiğini, yolun kontrolünden sorumlu idarenin bu olayda tam kusurlu olduğunu ileri sürerek müvekkili Peri G. için 20.000,00 TL, diğer müvekkilleri için 10.000,00'er TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili; davacıların iddiasının hizmet kusuruna dayandığını, görevli yargı yolunun idari yargı olduğunu, kabul anlamına gelmemekle beraber Ego Genel Müdürlüğünün gerekli tedbirleri almakla yükümlü olduğundan müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, aksi düşünüldüğü takdirde de kaza ilçe belediye sınırlarında meydana geldiğinden davanın Altındağ Belediye Başkanlığına yöneltilmesi gerektiğini, müvekkili Belediyenin kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir. 

Yerel Mahkemece; meydana gelen olayda yol üzerinde gerekli işaretlemeleri yapmayan davalı idarenin %25 oranında, müteveffa Ali G.'in %75 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacı Peri G. için takdiren 10.000,00 TL, diğer davacılar için ise takdiren 5.000,00'er TL manevi tazminatın olay tarihi olan 16.06.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak adı geçen davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. 

Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece; görev hususunun yargılamanın her aşamasında mahkemece resen dikkate alınması gerektiği, Hukuk Genel Kurulunca verilen en son karar gereğince karayolunda meydana gelen trafik kazalarında adli yargının görevli olduğunun kabul edildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yargı yoluna ilişkin olup, eldeki davada adli yargı mercilerinin mi yoksa idari yargı mercilerinin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.

11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E., 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça ifade edildiği gibi bir kamu kurumu tarafından verilen kararlar üzerine plân ve projesine göre bir yol yapılması dolayısıyla evinin duvarı yıkılan veya bodrumunu sel basan, su tesisinin bozukluğu yahut bakımındaki ihmal yüzünden tarlasını sular basıp, tarlası kullanılamaz hâle gelen kimsenin uğradığı zararlar gibi zararlar, idari kararın ve fiilin neticesinde meydana gelen zararlardır. 

Zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp, o plan ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir. O hâlde bu fiillerden doğan zararların ödettirilmesi istekleri, 2557 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi hükmünce bir tam yargı davasıdır ve bu davalara bakmaya idari yargı yeri görevlidir.

Kısaca 11.02.1959 tarihli ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projelerine uygun olarak tesisler yaptırmış olmaları ya da bu tesisleri kullanmaları yahut tesislere bakmaları nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararların ödetilmesine ilişkin davalar idari davalardan olup, bu tür davalara bakmaya idari yargının görevli olduğu benimsenmiştir. 

Uyuşmazlık Mahkemesinin 06.12.1999 tarihli ve 1999/38 E., 1999/40 K. sayılı kararında ise “idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu” vurgulandıktan sonra “Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin; dolayısıyla, olayda hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde ‘idari dava türleri’ arasında sayılan ‘idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası’ kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağına” işaret edilmiş ve idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Gerçekten, idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak "tam yargı" davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kuruluşlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelere denilmektedir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir. 

Kamu idare ve kuruluşlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsuru söz konusudur. 

O hâlde; kamu kuruluş faaliyet alanı içerisine giren kamu hizmetlerini yerine getirirken sebebiyet verdikleri zararların tazmini için açılan davaların hizmet kusuruna dayanması nedeniyle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi gereğince idari yargı yerinde görülüp sonuçlandırılması gerekir. 

Nitekim aynı ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2007 tarihli ve 2007/4-141 E. , 2007/188 K.; 05.03.2014 tarihli ve 2013/ 4-415 E. 2014/199 K.; 27.06.2018 tarihli ve 2017/4-1382 E., 2018/152 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Somut olayda; ölen yaya Ali G.'in olayın olduğu yerde refüjdeki fiziki demir bariyerlerin açık bırakılması ve yolun kontrolünden sorumlu olan davalının kusuru nedeniyle meydana gelen kazada dava dışı sürücünün araç ile çarpması sonucu hayatını kaybetmesinden dolayı manevi zarara uğradıkları iddiasıyla Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine dava açılmış olup, davada hizmet kusuruna dayanılmıştır. 

Kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkilerin kullanılması sırasında oluşan zararlar niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla hizmet kusurlarına dayalı olarak açılan davadaki bir uyuşmazlığın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. 

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinin birinci fıkrası gereğince eldeki uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda belirtilen maddî ve yasal olgular dikkate alındığında; açılan davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenmesi doğru değildir. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde peşin alınan temyiz harcının yatırana iadesine, aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 26.11.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI  OY

1. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı belediye tarafından orta refüjleri yapılan ve bariyerin açık bırakılması nedeni ile yaya geçişine açılması sonucu meydana gelen kaza sonucu üzerine mirasçıları tarafından destekten yoksun kalmaları nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemli Belediye Başkanlığı aleyhine açılan davanın adli yargı yerinde mi? yoksa idari yargı yerinde mi görüleceği noktasında toplanmaktadır. 

2. İlk derece mahkemesinin “meydana gelen olayda yol üzerinde gerekli işaretlemeleri yapmayan davalı Belediyenin kusurlu olması neden ile sorumluluğuna dair kararının temyizi üzerine Özel Daire tarafından “davada hizmet kusuruna dayanıldığı, kamu hizmeti görmekle yükümlü olan belediyelerin, kamu hizmeti sırasında verdikleri zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi olmadıkları, kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkilerin kullanılması sırasında oluşan zararlar niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla hizmet kusurlarına dayalı olarak İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi hükmü uyarınca idari yargı yerinde tam yargı davası ikame edilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir. 

3. Yerel mahkemenin “Hukuk Genel Kurulunca verilen en son karar gereğince kara yolunda meydana gelen trafik kazalarında adli yargının görevli olduğunun kabul edildiği” gerekçesiyle verdiği direnme kararının temyizi üzerine, Özel Dairenin bozma gerekçesi benimsenmiş ve çoğunluk görüşü ile idari yargının görevli olduğu gerekçesi ile karar düzletme istemi reddedilmiştir.

4. Çoğunluk görüşü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 100. maddesi, bu konudaki Anayasa ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına ve önceki uygulamalara uygun olmadığından, aşağıdaki gerekçelerle katılınmamıştır.

4.1. 577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK)'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar; idari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir. 

Bu nedenle idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak "tam yargı" davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücüne (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir.

Belirtmek gerekir ki bir kamu hizmetinin yasa ile idareye görev olarak verilmiş olması, bir hakka yapılan müdahalenin önlenmesi, tazmini isteğiyle açılan davanın idari yargı yerinde görülmesi için yeterli sayılamaz. Kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine ilişkin olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler özel hukuk alanına girmekle, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler. Kamu idare ve kurumlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsuru söz konusu olup, idari yargının görev alanı söz konusu olduğu hâlde, özel hukuk tüzel kişisi olarak yürüttüğü faaliyetler sırasında meydana gelen zararlardan ötürü ilgili kamu tüzel kişisinin sorumluluğunun özel hukuk hükümleri ve ilkeleri uyarınca belirlenmesi gerekir.

4.2. Yargı yolu ve görev kamu düzeninden olup, kanun koyucu bazı uyuşmazlıkların çözüm yerini, kamu veya özel hukuk ayrımı yapılmadan, adli yargının görev alanı olarak belirleyebilir. Bu düzenlemelerden biri de 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesidir. Anılan maddeye göre “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır”. Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

4.3. 2918 sayılı Kanunun 110. maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi; 

“… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması hâlinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” gerekçesi ile Anayasa’ya aykırılık itirazını reddetmiştir (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147).

Anayasa’nın 158. maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, tüm yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, 6100 sayılı HMK’nın “her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara “asliye hukuk mahkemelerince” bakılacağı düzenlenmesi ile ilgili 3. maddeyi iptal ederken, “Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir” gerekçesine dayanmıştır. 

4.4. Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi kararındaki gerekçelerle “2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine” karar vermiştir (30.11.2015 gün ve 2015/7753 Esas, 2015/771 Karar-11.04.2016 gün ve 2016/7163 Esas, 2016/210 Karar- 24.09.2018 gün ve 2018/530 Esas, 2018/467 Karar).

2918 sayılı Kanunun 110. maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra Uyuşmazlık Mahkemesi anılan yasa kapsamında açılan uyuşmazlıklarda ister hizmet kusuru olsun, ister olmasın idareye karşı açılan davalarda uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini istikrarlı olarak devam etmektedir (26.04.2019 gün ve 2019/290 Esas, 2019/356 Karar).

4.5. Diğer taraftan 11.02.1959 gün ve E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının 1. bendinde de açıklandığı üzere; bir kamu kurumu tarafından verilen kararlar üzerine plan ve projesine göre bir yol yapılması dolayısıyla evinin duvarı yıkılan veya bodrumunu sel basan, su tesisinin bozukluğu yahut bakımındaki ihmal yüzünden tarlasını sular basıp, tarlası kullanılamaz hale gelen kimsenin uğradığı zararlar gibi zararlar, idari kararın ve fiilin neticesinde meydana gelen zararlardır. Zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp, o plan ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir. O hâlde bu fiillerden doğan zararların ödettirilmesi istekleri, 2557 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi hükmünce bir tam yargı davasıdır ve bu davalara bakmaya idari yargı yeri görevlidir. Ancak bunun için bu eylemi doğrudan kamu hizmetini yerine getiren idarenin yapması gerekir. Kendisi doğrudan yapmıyor, özel hukuk sözleşmesi ile üçüncü kişiye yaptırıyor veya idare tarafından doğrudan kendisi tarafından yapılan işler plan veya projelere aykırı ise, ortada idari kararın tatbiki olan bir fiil bulunmadığından, bu iddia ile açılmış bir davada haksız eyleme ilişkin özel hukuk hükümleri uygulanacaktır. Haksız fiilden doğan zararların tazminine ilişkin davaların özel hukuk hükümlerine göre çözüm mercii ise adli yargı yeridir. Aynı ilkeler Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 06.12.1999 gün ve E:1999/38 K:1999/40 sayılı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2005 gün ve 2005/4-650 E.-2005/711 K.; 04.04.2007 gün ve 2007/4-141 E.2007/188 K. ve 02.02.2011 gün ve 2010/7-672 E, 2011/1 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir. 

5. Somut olayda ise; davacılar tarafından davalı Belediye tarafından yolda orta refüjdeki fiziki demir bariyerlerinin açık bırakılması ve yaya geçişlerine açık tutulması nedeni ile trafik kazasında kusurlu olduğu ileri sürülerek maddi ve manevi tazminat istenmiştir. Davacılar davalının 2918 sayılı kanun uyarınca sorumlu olduğunu belirtmektedirler. Davalının kusuru 2918 sayılı kanuna göre belirlenecektir. Uyuşmazlığın 2918 sayılı Kanundan doğduğu, kanunun 110. maddesi uyarınca da adli yargının görevli olacağı açıktır. Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları bu yöndedir. Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi, kamu yararınadır. 

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta adli yargı yeri görevli olup, direnme kararının onanması gerektiğinden çoğunluk görüşüne katılınmamıştır. 

Harun KARA       Yakup ATA         Abdullah ERGİN 
Üye                      Üye                   Üye

Ömer Faruk HERDEM                  Bektaş KAR
Üye                                                Üye

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/17-3149
KARAR NO   : 2020/648

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ             :
Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                       : 19/11/2015
NUMARASI                : 2015/458 - 2015/456
DAVACI                      : H.B. vekili Av. M.Ş.
DAVALILAR               : 1- D.G. Sigorta A.Ş. vekili Av. N.D.
                                     2- R.K. vekili Av. F.B.
                                     3- Çorum Valiliği (İl Özel İdaresine İzafetin) vekili Av. A.A.
Birleşen Dava            : 13. AHM 2012/480 esas sayılı dosya;
DAVACILAR               : 1- R.B. 2- V.B. ve diğerleri
DAVALILAR               : 1- R.K. vekili Av. F.B.
                                      2- Çorum Valiliği (İl Özel İdaresine İzafeten) vekili Av. A.A.

1. Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı Resul K. vekili ile davalı İl Özel İdaresi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili, davalı İl Özel İdaresi vekili ve davalı Resul K. vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili asıl davada; müvekkilinin eşi ve kızının bir kısım davalıların sürücüsü ve trafik sigortacısı oldukları araçta yolcu iken gerçekleşen kazada vefat ettiğini, diğer davalı İl Özel İdaresinin hizmet kusuru nedeni ile sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürerek müvekkilinin eşinin ölümünden dolayı 1.000,00TL destekten yoksun kalma tazminatının tüm davalılardan, müvekkilinin eşinin ölümü nedeni ile 17.500,00TL, kızının ölümü nedeni ile 7.500,00TL manevi tazminatın davalılar Çorum Valiliği İl Özel İdaresi ve Resul K.'den kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline; birleştirilen davada davacıların her biri için babalarının ölümünden dolayı ayrı ayrı 20.000,00TL, kız kardeşlerinin ölümünden dolayı ise ayrı ayrı 15.000,00TL manevi tazminatın davalılar Çorum Valiliği İl Özel İdaresi ve Resul K.'den kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş iken; ıslah dilekçesi ile davalı sigorta şirketi hakkındaki maddi tazminat davasından feragat ettiklerini, davalı Çorum İl Özel İdaresinden 11.360,68TL maddi tazminat talepleri olduğunu bildirmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Çorum İl Özel İdaresi vekili cevap dilekçesinde;müvekkili yönünden idari yargının görevli olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

6. Diğer davalı vekilleri davanın reddini savunmuşlardır. 

Mahkeme Kararı:

7. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 25.04.2013 tarihli ve 2011/608 E., 2013/247 K. sayılı kararı ile; asıl davada davalı D. Sigorta A.Ş. ve Resul K. ile ilgili maddi tazminat davasının feragat nedeniyle reddine, Özlem K.'ün vefatı sebebiyle açılan maddi tazminat davasının işlemden kaldırılmasına, Çorum Valiliği İl Özel İdaresi ile ilgili maddi tazminat davasının kabulü ile 11.360,00TL'nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte anılan davalıdan alınarak davacı Hatice B.'e verilmesine, davacı Hatice'nin vefat eden eşi nedeni ile 15.000,00TL, vefat eden kızı nedeniyle de 7.500,00TL manevi tazminatın davalılar Çorum Valiliği İl özel İdaresi ve Resul K.'den kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte müteselsilen tahsiline, birleştirilen davada ise, davacıların her birine babalarının vefatı nedeni ile 15.000,00TL, kız kardeşlerinin vefatı nedeniyle de 7.500,00TL manevi tazminatın davalılar Çorum Valiliği İl Özel İdaresi ve Resul K.'den kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı İl Özel İdaresi vekili ile davalı Resul K. vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 

9. Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 16.06.2015 tarihli ve 2013/20263 E.,2015/8811 K. sayılı kararı ile; Resul K. vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi ile davacılar için hükmedilen manevi tazminat miktarının fazla olduğu ve Özlem K.'ün ölümü nedeniyle açılmış bir maddi tazminat davası bulunmadığından işlemden kaldırma kararı verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle davalı Resul K. vekilinin temyiz itirazlarının kabulüne karar verilmiş; davalı İl Özel İdaresi vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;

“… 2- Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Bir kamu hizmeti görmekle yükümlü davalı idareye davaya konu karayolunda mal ve can güvenliği yönünden gerekli işaretlemeleri yaparak önlemleri almak ve aldırmak görevleri verilmiş bulunmaktadır. Bu görevin 2918 sayılı Yasada verilmiş olması bunun ihlali nedeniyle oluşacak zarardan dolayı idarenin özel hukuk hükümlerine tabi olacağı sonucunu doğuramaz. Hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar yönünden idare aleyhine tam yargı davasının idari yargı yerinde açılması gereklidir. Esasen, 2918 sayılı Yasa’nın hukuki sorumluluğa ilişkin 85 ve onu izleyen maddelerinde araç işleteninin sorumluluğu düzenlenmiş olup, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluğu bu yasa kapsamı dışında tutulmuştur. 

Bu nedenler karşısında davalı Çorum İl Özel İdaresi vekilinin bu yöndeki görev itirazının kabulü gerekirken, işin esasına girilerek sonuçlandırılması doğru olmamış ve kararın açıklanan nedenle bozulmasına karar vermek gerekmiştir...”gerekçesiyle yerel mahkeme kararının bozulmasına, bozma nedenine göre davalı Çorum İl Özel İdaresi vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

10. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.11.2015 tarihli ve 2015/458 E., 2015/456 K. sayılı kararı ile; 2 numaralı bent kapsamı dışında kalan bozma nedenlerine uyulmasına karar verilmiş, bozma kararında yer alan 2 numaraları bent bakımından ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar kazanmış uygulamaları karşısında uyuşmazlığın çözümünde gereksiz yere gecikmeye yol açacağı, bozma öncesi yapılan yargılama ile davalıların olayda %80 oranında sürücü hatası, %20 oranında yol kusurundan kaynaklanan eylemleri sonucu gerçekleşen ölümler nedeniyle davacı Hatice B.'in yapılmış ödemeler düşürüldükten sonra karşılanmayan destek kaybı zararının 11.360,00TL olduğu, davalılar Resul K. ile Çorum Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğünün bu zarardan birlikte sorumlu oldukları, davacının, yapılan ödemeler nedeniyle davalı Resul K. ve D. Sigorta şirketi hakkındaki davasından vazgeçmiş olduğu anlaşıldığından karşılanmayan zarar yönünden davalı Çorum Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğünün kusuruna isabet eden bölüm hakkındaki davanın kabulüne karar vermek gerektiği, bozma kararı uyarınca davacı Özlem K. yönünden maddi tazminat istemi bulunmadığından bu konuda ayrıca bir karar ise verilmediği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili, davalı İl Özel İdaresi vekili ve davalı Resul K. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı İl Özel İdaresine yönelik olarak açılan davanın yargı yolu bakımından adli yargıda mı yoksa idari yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

13. Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

14. İl Özel İdaresinin görev ve sorumlulukları 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesinde düzenlenmiştir. Dava dilekçesinde kazanın oluşumu ve kazanın meydana geldiği yolun fiziki durumu incelendiğinde; yolun trafiğin güvenli şekilde seyrine imkân verecek nitelikleri taşımadığı, yolda gerekli işaretlemeler ile uyarı levhalarının ya da herhangi bir bariyer setin bulunmadığı, davalı İl Özel İdaresinin bu maddede yer alan görevini gereği gibi yerine getirmediği belirtilerek hizmet kusuru nedeniyle sorumluluğunun bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle "hizmet kusuru" kavramının açıklanmasında yarar bulunmaktadır. 

15. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrasında “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmü yer almaktadır. Anılan maddenin son fıkrası ise “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” düzenlemesini içermektedir. 

16. İdare hukukunda idarenin iki tür sorumluluğu kabul edilmektedir. Biri idarenin özel hukuk ilkeleri doğrultusunda yaptığı sözleşmelerden kaynaklanan özel hukuk sorumluluğu, diğeri ise idarenin idare hukuku ilkeleri doğrultusunda yapmış olduğu sözleşmeler ve idarenin her türlü işlem ve eyleminden kaynaklanan kamu hukuku ilkeleri doğrultusunda oluşmuş idare hukukuna özgü sorumluluk türüdür. İdarenin kişilere verdiği zararları tazmin yükümlülüğü, idarenin “hizmet kusuruna (kusurlu sorumluluk)” ve “kusursuz sorumluluğuna” dayanmaktadır.

17. İdarenin kusura dayanan sorumluluğu, uygulamada “hizmet kusuru” kavramı ile anlatılmaktadır. Hizmet kusurunun tam ve kapsamlı bir tanımını yapmak zor olmakla birlikte genel olarak doktrinde hizmet kusuru, idarenin ifa ile mükellef olduğu herhangi bir kamu hizmetinin kuruluşunda, düzenlenmesinde veya teşkilatında, bünyesinde, personelinde yahut işleyişinde birtakım aksaklık, hukuka aykırılık, bozukluk, düzensizlik, eksiklik, sakatlık veya ihmalin ortaya çıkması, şeklinde tanımlanmaktadır (Sarıca, R: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Hizmet Kusuru ve Karakterleri, Y. 1949, C. 15, S. 4, s. 858; Atay, E.E.: İdare Hukuku, Ankara 2006, s. 571; Yıldırım, T.: İdari Yargı, İstanbul 2008, s. 253).

18. Hizmet kusurunun üç durumda varlığı hem yargı içtihatları hem de öğreti tarafından kabul edilmiştir. Bunlar; hizmetin hiç işlememesi, hizmetin geç işlemesi ve hizmetin kötü işlemesidir. Buna göre, idare kural olarak yürüttüğü kamu hizmeti ile nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, tazmin istemleriyle ilgili görülecek davalara ilişkin olarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu maddeye göre, idari davalar; idari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardır. 

19. Gerçekten, idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak "tam yargı" davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir. 

20. Kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine ilişkin olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler ise özel hukuk alanına ilişkin olduğundan, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler. Kamu idare ve kurumlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsuru söz konusu olduğu hâlde, özel hukuk tüzel kişisi olarak yürütülen faaliyetler sırasında meydana gelen zararlardan ötürü ilgili kamu tüzel kişisinin sorumluluğunun özel hukuk hükümleri ve ilkeleri uyarınca belirlenmesi gerekir.

21. Uyuşmazlık Mahkemesinin 06.12.1999 tarihli ve 1999/38 E. 1999/40 K. sayılı kararında; “İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu” vurgulandıktan sonra; “Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin; dolayısıyla, olayda hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde ‘idari dava türleri’ arasında sayılan ‘idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası’ kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağına” işaret edilmiş ve idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

22. Zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp, o plan ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir.

23. Ayrıca 11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E., 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı gibi, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projesine uygun olmak üzere tesisler yaptırmış olmaları, bu tesisleri kullanmaları veya bu tesislere bakmaları sebebiyle fertlerin uğramış oldukları zararların tazminine yönelik davalar tam yargı davası olarak idari yargı mercilerince çözümlenecektir. Öte yandan, yapılan işlerin plan veya projelere aykırı olması hâlinde ortada idari kararın tatbikine ilişkin bir fiil bulunmadığından, bu iddia ile açılmış bir dava ancak haksız fiilden doğan bir dava olarak ele alınacaktır.

24. O hâlde, idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların çözümü, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine; idarece herhangi bir hakka haksız müdahalede bulunulduğu, plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak zararın tazmini davalarının haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre çözümü ise adli yargı yerine ait olacaktır. Nitekim aynı ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2014 tarihli ve 2013/4-415 E., 2014/199 K.; 16.10.2018 tarihli ve 2017/4-1458 E., 2018/1437 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

25. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden (resen) dikkate alınması zorunludur. Esasen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin 85 ve onu izleyen maddelerinde araç işletenin sorumluluğu düzenlenmiş olup idarenin kusurundan kaynaklanan sorumluluğu bu Kanun kapsamı dışında tutulmuştur.

26. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı İl Özel İdaresinin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirmediği ileri sürüldüğünden, dava hizmet kusuruna dayanmakta olup tam yargı davası ile idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir.

27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra Uyuşmazlık Mahkemesince verilen istikrarlı kararlarda, bu Kanun kapsamında açılan uyuşmazlıklarda hizmet kusuruna dayanıldığına bakılmaksızın adli yargıda görülmesinin gerektiğinin belirtildiği, somut olayda; davacılar tarafından davalı İl Özel İdaresinin yolun trafiğin güvenli şekilde seyrine imkân verecek nitelikleri taşımaması, yolda gerekli işaretlemeler ile uyarı levhalarının ve yolun kenarında bulunan dere yatağı ile yol arasında herhangi bir bariyer set bulunmaması nedeni ile trafik kazasında kusurlu olduğu ileri sürülerek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunduğu, davalı idarenin kusurunun ve varsa sorumluluğunun 2918 sayılı Kanun uyarınca belirleneceği ve bu Kanun’un 110. maddesinde de başvurulacak yargı yolunun adli yargı olduğunun açıkça düzenlendiği, Anayasa Mahkemesinin 26.12.2013 tarihli ve 2013/68 E., 2013/165 K. sayılı kararında belirtildiği gibi aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesinin kamunun yararına olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

28. O hâlde yerel mahkemece davalı idare yönünden davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenmesi doğru değildir. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

29. Öte yandan yerel mahkemece bozma kararına kısmen uyulmasına karar verilmiştir. Davacılar vekili ile davalı Resul K. vekilinin temyiz itirazları uyulan kısımlara yönelik olduğundan, anılan temyiz itirazları Özel Dairece incelenmelidir.

IV. SONUÇ: 

Açıklanan nedenlerle;

1- Davalı Çorum İl Özel İdaresi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 

2- Uyulan kısım yönünden kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 17. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 

3- Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 22.09.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

1. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı Özel İdare tarafından mal ve can güvenliği yönünden gerekli işaretleri yapmama ve önlemleri almama nedeni ile meydana gelen kaza sonucu üzerine mirasçıları tarafından açılan maddi ve manevi tazminat istemli Özel İdare aleyhine açılan davanın adli yargı yerinde mi? yoksa idari yargı yerinde mi görüleceği noktasında toplanmaktadır. 

2. İlk derece mahkemesinin “meydana gelen olayda yol üzerinde gerekli işaretlemeleri yapmayan davalı Özel İdarenin de kusurlu olması neden ile sorumluluğuna dair kararının temyizi üzerine Özel Daire tarafından “Bir kamu hizmeti görmekle yükümlü davalı idareye davaya konu karayolunda mal ve cangüvenliği yönünden gerekli işaretlemeleri yaparak önlemleri almak ve aldırmak görevleri verilmiş bulunmaktadır. Bu görevin 2918 sayılı Yasada verilmiş olması bunun ihlali nedeniyle oluşacak zarardan dolayı idarenin özel hukuk hükümlerine tabi olacağı sonucunu doğuramaz. Hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar yönünden idare aleyhine tam yargı davasının idari yargı yerindeaçılması gereklidir. Esasen, 2918 sayılı Yasa’nın hukuki sorumluluğa ilişkin 85 ve onu izleyen maddelerinde araç işleteninin sorumluluğu düzenlenmiş olup, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluğu bu yasa kapsamı dışında tutulmuştur. Bu nedenler karşısında davalı Çorum İl Özel İdaresi vekilinin bu yöndeki görev itirazının kabulü gerekirken, işin esasına girilerek sonuçlandırılması doğru olmamış ve kararın açıklanan nedenle bozulmasına karar vermek gerekmiştir...” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir. 

3. Yerel mahkemenin “Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar kazanmış uygulamaları karşısında uyuşmazlığın çözümünde gereksiz yere gecikmeye yol açacağı, Çorum Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğünün zararda birlikte sorumlu olduğu” gerekçesiyle verdiği direnme kararının temyizi üzerine, Özel Dairenin bozma gerekçesi benimsenmiş ve çoğunluk görüşü ile idari yargının görevli olduğu gerekçesi ile karar direnme kararı bozulmuştur.

4. Çoğunluk görüşü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesi, bu konudaki Anayasa ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına ve önceki uygulamalara uygun olmadığından, aşağıdaki gerekçelerle katılınmamıştır.

4.1. 577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK)'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar; İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir. 

Bu nedenle idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak "tam yargı" davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücüne (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir.

Belirtmek gerekir ki bir kamu hizmetinin yasa ile idareye görev olarak verilmiş olması, bir hakka yapılan müdahalenin önlenmesi, tazmini isteğiyle açılan davanın idari yargı yerinde görülmesi için yeterli sayılamaz. Kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine ilişkin olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler özel hukuk alanına girmekle, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler. Kamu idare ve kurumlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsuru söz konusu olup, idari yargının görev alanı söz konusu olduğu hâlde, özel hukuk tüzel kişisi olarak yürüttüğü faaliyetler sırasında meydana gelen zararlardan ötürü ilgili kamu tüzel kişisinin sorumluluğunun özel hukuk hükümleri ve ilkeleri uyarınca belirlenmesi gerekir.

4.2. Yargı yolu ve görev kamu düzeninden olup, kanun koyucu bazı uyuşmazlıkların çözüm yerini, kamu veya özel hukuk ayrımı yapılmadan, adli yargının görev alanı olarak belirleyebilir. Bu düzenlemelerden biri de 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesidir. Anılan maddeye göre “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır”. Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.

4.3. 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin idarenin hizmet kusurlarını da içerdiği, bu nedenle Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesi ile birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi; 

“… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” gerekçesi ile Anayasa’ya aykırılık itirazını reddetmiştir (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E. 2013/68, K. 2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147).

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, tüm yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, 6100 sayılı HMK.’un “her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara “asliye hukuk mahkemelerince” bakılacağı düzenlenmesi ile ilgili 3. maddeyi iptal ederken, “Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir” gerekçesine dayanmıştır. 

4.4. Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi kararındaki gerekçelerle “2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine” karar vermiştir (30.11.2015 gün ve 2015/7753 Esas, 2015/771 Karar-11.04.2016 gün ve 2016/7163 Esas, 2016/210 Karar - 24.09.2018 gün ve 2018/530 Esas, 2018/467 Karar).

2918 sayılı kanunun 110. maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra Uyuşmazlık Mahkemesi anılan yasa kapsamında açılan uyuşmazlıklarda ister hizmet kusuru olsun, ister olmasın idareye karşı açılan davalarda uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini istikrarlı olarak devam etmektedir (26.04.2019 gün ve 2019/290 Esas, 2019/356 Karar- 24.02.2020 gün ve 2020/73 Esas, 2020/141 Karar).

5. Somut olayda; davacılar tarafından davalı İl Özel İdaresinin yolun trafiğin güvenli şekilde seyrine imkân verecek nitelikleri taşımaması, yolda gerekli işaretlemeler ile uyarı levhalarının bulunmaması, yolun kenarında bulunan dere yatağı ile yol arasında herhangi bir bariyer set bulunmaması nedeni ile trafik kazasında kusurlu olduğu ileri sürülerek maddi ve manevi tazminat istenmiştir. Davacılar davalının 2918 sayılı kanun uyarınca sorumlu olduğunu belirtmektedirler. Davalının kusuru 2918 sayılı kanuna göre belirlenecektir. Uyuşmazlığın 2918 sayılı kanundan doğduğu, kanunun 110. maddesi uyarınca da adli yargının görevli olacağı açıktır. Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları bu yöndedir. Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi, kamu yararınadır. 

Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta adli yargı yeri görevli olup, direnme kararının onanması gerektiğinden çoğunluk görüşüne katılınmamıştır. 

Nurten Abacı UTKU    Bektaş KAR
Üye                              Üye

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/17-1712
KARAR NO   : 2021/424

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                : 
Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 09/09/2014
NUMARASI                  : 2014/1405 - 2014/1725
DAVACI                        E. Sigorta A.Ş vekili Av. D.B.
DAVALI                        : Karayolları Genel Müdürlüğü vekili Av. Y.P.

1. Taraflar arasındaki “rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacı vekili 18.05.2011 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkili şirkete Kasko sigortası ile sigortalanan aracın trafik ışıklarının bir kısmının yanıp bir kısmının yanmaması nedeni ile kazaya karışarak hasarlandığını, hasar bedelinin sigortalısına ödendiğini, bedelin rücu amacıyla bakım ve onarımdan sorumlu olan davalı Kuruma yapılan başvurunun olumsuz sonuçlandığını ileri sürerek 10.221,20 TL tazminatın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili 15.06.2011 havale tarihli cevap dilekçesinde; kazanın meydana geldiği yerin müvekkilinin sorumluluğunda olmadığını, müvekkiline atfedilecek bir kusur bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

6. Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.04.2013 tarihli ve 2011/521 E., 2013/251 K. sayılı kararı ile; kavşak girişinde ışıkların yanmamış olması nedeni ile davalı kurumun %50 oranda kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 5.000TL’nin 05.10.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 18.02.2014 tarihli ve 2013/21171 E., 2014/2045 K. sayılı kararı ile;

“… 1- Dava, trafik kazasından kaynaklanan rücuan maddi tazminat istemine ilişkindir. Davalı idarenin kazanın meydana geldiği karayolundaki bakım ve onarım görevini yerine getirmediğinden dolayı hizmet kusuruna dayalı olarak dava açılmıştır. Kamu hizmeti görmekle yükümlü olan idarenin, kamu hizmeti sırasında verdiği zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi değildir. Hizmet kusurundan dolayı açılan davalar 2577 sayılı İYUY nın 2. maddesi hükmü uyarınca tam yargı davası olarak ikame edilmesi gerekmektedir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden dikkate alınması zorunludur. O halde, mahkemece yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.

2- Bozma kapsamına göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

 9. Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.09.2014 tarihli ve 2014/1405 E., 2014/1725 K. sayılı kararı ile; Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından verilen kararlarda adli yargı yolunun görevli olduğunun belirtildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın yargı yolu bakımından adli yargıda mı, yoksa idari yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrası “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünü, son fıkrası ise “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” düzenlemesini içermektedir.

13. Yargı yolu kavramı, açılan bir davanın o hukuk sistemine dâhil yargı kollarından hangisinde bakılacağını ifade eder. Adli yargı ile idari yargı, eş söyleyişle hukuk mahkemeleri ile idare mahkemeleri arasındaki ilişki yargı yolu ilişkisidir. Bu münasebet kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemece yargılamanın her aşamasında resen araştırılmalıdır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114/1-b maddesi uyarınca da yargı yolunun caiz olması hususu dava şartı olarak sayılmıştır.

14. Mahkemelerin görev ve yetkileri ancak kanunla düzenlenebilir (Anayasa m 142, HMK m. 1). Adli yargı kolu kapsamına girip, hukuk mahkemelerinde görülmesi gerekli olan davalarda görev, genel olarak HMK ve 5235 sayılı Kanun’da düzenlenmiş, ticaret mahkemelerinin görevine ise 6102 sayılı Kanun’da yer verilmiştir. Özel mahkemelerin görev ve yetkisi ise ilgili özel kanunlarında yer almıştır. Yargı yolu gibi, görev de kamu düzenine ilişkin bir husus olup resen araştırılır.

15. HMK’nın “Ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev” başlıklı 3. maddesi Anayasa Mahkemesinin 16.02.2012 tarihli ve 2011/35 E.., 2012/23 K. sayılı kararı ile ve “…Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez…” gerekçeleriyle Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

16. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da (KTK) görev ve sorumluluğa ilişkin birtakım düzenlemeler bulunmaktadır. KTK’da hukuki sorumluluğa ilişkin düzenlemeler “Hukuki Sorumluluk ve Sigorta” başlıklı 8. kısımda 85 ve devamı maddelerinde yer almakta olup sorumlu olarak motorlu araç işleteni ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi belirlenmiştir. Buna göre bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi hâlinde, “motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olacaklardır”. Kanun’un 106. maddesinde ise, kamu kuruluşlarına ait araçların neden olduğu zararlara ilişkin sorumluluk da 85 ve devamı maddeleri gereğince işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümlere tabi kılınmıştır. Görüldüğü gibi, özel hukuk ya da kamu hukuku kişisi olması fark etmeksizin KTK gereğince sorumluluk ancak motorlu araç işleteni ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi sıfatı ile sınırlı tutulmuştur. Kanun, dolayısıyla kanun koyucu, idarenin hizmet kusurunu kapsam dışında tutmuştur.

17. KTK’nın “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlıklı 110. maddesinin 1. fıkrasında ise aynen; “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.

18. Maddenin başlığı daha evvel “Yetkili mahkeme” iken, bu başlık 11.01.2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile yukarıdaki şekilde değiştirilmiştir. Bu değişiklik gerekçesinin değerlendirilmesi de uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayacaktır. Maddenin taslak gerekçesinde; “…İdari ve Adli Yargı kolları arasındaki görev uyuşmazlıkları, trafik kazalarından kaynaklanan davaların görülmesinde sürekli bir belirsizliğe, gecikmelere ve hak kayıplarına yol açmaktadır. Teklif, sözü edilen belirsizlikleri, hukuk devletinin ve trafik/tehlike sorumluluğunun yapısal özelliği içinde gidermektedir. Zarar görenin kamu görevlisi olması, adli yargı görevini etkilemez. Karayolları Trafik Kanunu, ne kamu araçları ve ne de o araçlar içinde bulunan zarar gören kamu görevlileri bakımından -doğru olarak- bir ayırım yapmamıştır. Yasanın amacı, karayolu trafiğinin ve araçların ürettikleri risklere dayalı hukukta yeknesak çözüm düzeni oluşturmaktır. Yargısal görev (usul) de bu amacın dışında değildir. Bir başka yönüyle teklif, yargı sistemindeki "görevsizlik tartışmalarının yükünü" ortadan kaldırmakta ve hak arama özgürlüğü ile adil yargılanma hakkını güçlendirmektedir. Görev kuralını üretme münhasır yetkisi, anayasaya aykırı olmamak kaydı ile yasama organına aittir (Any.m.142)…” ibareleri dikkat çekmekte iken; komisyonun değişiklik gerekçesinde ise değişikliğin amacı net bir şekilde belirtilerek; “… Sonuç olarak, kamuya ait olan araçların sebebiyet verdiği trafik kazaları ile hemzemin geçitlerde meydana gelen tren-trafik kazaları Karayolları Trafik Kanununa bağlı kılınmış, bu uyuşmazlıklarda görevin adli yargıda olduğu yönünde düzenleme yoluna gidilmiştir. Ayrıca Karayolları Trafik Kanununun sorumluluk hukuku yönünden benimsediği "işleten" terimi ile (m. 85) yine aynı Kanunda kamuya ait araçlar yönünden benimsenen "aidiyet" terimi (m.106) arasında sorumluluk bağı yönünden bir ayrıma gidilemeyeceği hususunun Kanun düzeyinde açıklığa kavuşturulması ve kamuya aidiyetin kategorik farklılığı (mülkiyet, sınırlı ayni hak, sözleşmeye dayalı kullanım vb.) işleten kavramıyla bağdaştığı sürece ayrı bir sonuç doğurmayacağı hususları göz önünde bulundurulmuş ve mülkiyetin yanında diğer tiplerin de kapsanması amacıyla Karayolları Trafik Kanununun değiştirilmesi öngörülen 110 uncu maddesinin birinci fıkrasında geçen "İşleteni" ibaresinden sonra gelmek üzere " veya sahibi" ibaresi eklenmiştir. Komisyon, bu tür kazalarda, zarar görenin kamu görevlisi olması hallerinde, farklı bir görev kuralı üretilmesinin özel hukukun sağladığı daha avantajlı duruma karşın, eşitlik ilkesine aykırı olacağı düşüncesiyle farklı bir düzenlemeye gitmemiştir…” ifadelerine yer verilmiştir.

19. Kısaca özetlemek gerekir ise, 110. maddede yapılan değişiklik ile “kamu araçlarının” verdiği zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğuna ilişkin olarak 2918 sayılı Kanun’un amacına uygun biçimde adli yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiş, bu çözümün adli ve idari yargı görev ayrımına ilişkin anayasal normlarla da uyum içinde olduğu vurgulanmış, düzenlemede, taslak ve komisyon gerekçelerinde, hizmet kusurundan kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların da bu kapsamda değerlendirileceğine yönelik herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir.

20. İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda (İYUK) çizilerek, Kanun’un 2. maddesinde; “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar” idari yargı yerinde tam yargı davası açabileceği hükme bağlanmıştır.

21. İdare hukukunda idarenin iki tür sorumluluğu kabul edilmektedir. Biri idarenin özel hukuk ilkeleri doğrultusunda yaptığı sözleşmelerden kaynaklanan özel hukuk sorumluluğu, diğeri ise idarenin idare hukuku ilkeleri doğrultusunda yapmış olduğu sözleşmeler ve idarenin her türlü işlem ve eyleminden kaynaklanan kamu hukuku ilkeleri doğrultusunda oluşmuş idare hukukuna özgü sorumluluk türüdür. İdarenin kişilere verdiği zararları tazmin yükümlülüğü, idarenin “hizmet kusuruna (kusurlu sorumluluk)” ve “kusursuz sorumluluğuna” dayanmaktadır.

22. İdarenin kusura dayanan sorumluluğu, uygulamada “hizmet kusuru” kavramı ile anlatılmaktadır. Hizmet kusurunun tam ve kapsamlı bir tanımını yapmak zor olmakla birlikte genel olarak doktrinde hizmet kusuru, idarenin ifa ile mükellef olduğu herhangi bir kamu hizmetinin kuruluşunda, düzenlenmesinde veya teşkilatında, bünyesinde, personelinde yahut işleyişinde birtakım aksaklık, hukuka aykırılık, bozukluk, düzensizlik, eksiklik, sakatlık veya ihmalin ortaya çıkması, şeklinde tanımlanmaktadır (Sarıca, R: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Hizmet Kusuru ve Karakterleri, Y. 1949, C. 15, S. 4, s. 858; Atay, E.E.: İdare Hukuku, Ankara 2006, s. 571; Yıldırım, T.: İdari Yargı, İstanbul 2008, s. 253).

23. Hizmet kusurunun üç durumda varlığı hem yargı içtihatları hem de öğreti tarafından kabul edilmiştir. Bunlar; hizmetin hiç işlememesi, hizmetin geç işlemesi ve hizmetin kötü işlemesidir.

24. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir. İYUK’un 2. maddesine göre, idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak "tam yargı" davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir.

25. Kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine ilişkin olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler ise özel hukuk alanına ilişkin olduğundan, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler. Kamu idare ve kurumlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsuru söz konusu olduğu hâlde, özel hukuk tüzel kişisi olarak yürütülen faaliyetler sırasında meydana gelen zararlardan ötürü ilgili kamu tüzel kişisinin sorumluluğunun özel hukuk hükümleri ve ilkeleri uyarınca belirlenmesi gerekir.

26. Uyuşmazlık Mahkemesinin 06.12.1999 tarihli ve 1999/38 E. 1999/40 K. sayılı kararında; “İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal, baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların görüm ve çözümünün idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu” vurgulandıktan sonra; “Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin; dolayısıyla, olayda hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde ‘idari dava türleri’ arasında sayılan ‘idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası’ kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağına” işaret edilmiş ve idarenin görevinde olan kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik olarak açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

27. Zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp, o plan ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir.

28. Ayrıca 11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E., 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı gibi, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda plan ve projesine uygun olmak üzere tesisler yaptırmış olmaları, bu tesisleri kullanmaları veya bu tesislere bakmaları sebebiyle fertlerin uğramış oldukları zararların tazminine yönelik davalar tam yargı davası olarak idari yargı mercilerince çözümlenecektir. Öte yandan, yapılan işlerin plan veya projelere aykırı olması hâlinde ortada idari kararın tatbikine ilişkin bir fiil bulunmadığından, bu iddia ile açılmış bir dava ancak haksız fiilden doğan bir dava olarak ele alınacaktır.

29. O hâlde, idarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre tesislerin kurulması, işletilmesi ve bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların çözümü, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal denetim yapan idari yargı yerine; idarece herhangi bir hakka haksız müdahalede bulunulduğu, plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak zararın tazmini davalarının haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre çözümü ise adli yargı yerine ait olacaktır. Nitekim aynı ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2014 tarihli ve 2013/4-415 E., 2014/199 K.; 16.10.2018 tarihli ve 2017/4-1458 E., 2018/1437 K.; 22.09.2020 tarihli ve 2017/17-3149 E., 2020/648 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

30. Yeri gelmiş iken KTK’da kuruluşlar ve komisyonlara verilen görev ve yetkilere ilişkin sorumluluğun bu Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekip gerekmediğinin de irdelenmesi gerekmektedir. Karayolları Genel Müdürlüğü 6001 sayılı kuruluş Kanunu yanında KTK’nın 7. maddesinde de genel olarak karayollarını emniyetle kullanılmasını sağlamakla görevli ve yetkili kılınmıştır. KTK’da yalnızca Karayolları Genel Müdürlüğünün değil, Kanun’un 2. Kısmının 4 ila 12. maddelerinde karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzen ve güvenliğini sağlamak, trafik güvenliğini ilgilendiren gerekli önlemleri belirlemek ve motorlu araçlar ile ilgili idari işlemleri düzenlemek amacı ile başka kurumların da görev ve yetkileri sayılmıştır. Bununla birlikte 2918 sayılı KTK’da diğer kamu idareleri ve Karayolları Genel Müdürlüğü'nün trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili üstlendikleri kamu hizmetlerinden dolayı hukuki sorumluluğu düzenlenmiş değildir. Yani Karayolları Genel Müdürlüğü'nün karayolu yapım, bakım ve işletilmesi şeklindeki kamu hizmetleri gibi diğer kamu kuruluşlarının kendi görev alanlarındaki kamu hizmetlerinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre yürütülmesi, anılan kuruluşların idari işlem ve eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların da Anayasa’nın 125. maddesi ve İYUK’un 2. maddesine göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

31. Somut uyuşmazlıkta, davalının trafik ışıklarındaki arızanın giderilmesine ilişkin hizmetinin ve temelinde ifade olunan zararın, hizmet kusuru teşkil eden eyleme dayandığı hususu ise kuşkusuzdur. Hizmet kusuruna dayalı olarak açılan bu davanın tam yargı davası ile idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekeceğinden, mahkemece davanın HMK'nın 114/1-b maddesi gereğince yargı yolu caiz olmadığından HMK'nın 115/2. maddesi gereğince dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmelidir.

32. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; KTK’nın 110. maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra Uyuşmazlık Mahkemesince verilen istikrarlı kararlarda, bu Kanun kapsamında açılan uyuşmazlıklarda hizmet kusuruna dayanıldığına bakılmaksızın adli yargıda görülmesi gerektiğinin belirtildiği, somut olayda; davacılar tarafından sinyalizasyondaki arıza nedeniyle idarenin trafik kazasında kusurlu olduğunun ileri sürüldüğü, davalının görevlerinin KTK ile düzenlendiği, varsa kusurunun ve sorumluluğunun KTK uyarınca belirleneceği ve bu Kanun’un 110. maddesinde de başvurulacak yargı yolunun adli yargı olduğunun açıkça düzenlendiği, Anayasa Mahkemesinin 26.12.2013 tarihli ve 2013/68 E., 2013/165 K. sayılı kararında belirtildiği gibi aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesinin kamunun yararına olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

33. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

34. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

35. Öte yandan dava tarihinin 18.05.2011 olmasına rağmen direnme kararının başlığında "22.05.2014" olarak yazılması, mahalinde her zaman düzeltilmesi mümkün maddi hata olarak kabul edildiğinden esasa etkili görülmemiş ve bozma nedeni yapılmamıştır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

HUMK’nın 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.04.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Uyuşmazlık davanın yargı yolu bakımından adli yargıda mı yoksa idari yargıda mı görülmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK)’nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar; idari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardır.

Bu nedenle idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak “tam yargı” davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücünü (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir.

Yargı yolu ve görev kamu düzeninden olup, kanun koyucu bazı uyuşmazlıkların çözüm yerini, kamu veya özel hukuk ayrımı yapılmadan, adli yargının görev alanı olarak belirleyebilir. Bu düzenlemelerden biri de Karayolları Trafik Kanunu’nun 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi olup, maddenin birinci fıkrası “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” hükmünü düzenlemiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun:

1. maddesinde; Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önemleri belirlemek olduğu,

2. maddesinde; bu Kanunun trafik ile ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu Kanunun karayollarında uygulanacağı,

10. maddesinde; yapım ve bakımından sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmak, gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret ve levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın belediye trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu,

Belirtilmiştir.

2918 sayılı Kanunun 110. maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi;

“… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirttiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuku alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması hâlinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinden hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” gerekçesi ile Anayasa’ya aykırılık itirazını reddetmiştir (Anayasa Mahkemesinin 26.12.2013 tarih ve E. 2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014 Sayı: 28954, s.136-147).

Anayasa’nın 158. maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110. maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158. maddesi uyarınca, tüm yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, 6100 sayılı HMK’nın “Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemelerince bakılacağı” düzenlemesi ile ilgili 3. maddeyi iptal ederken, “Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında koruma kapsamını genişleten kavramlardır. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez” gerekçesine dayanmıştır (Anayasa Mahkemesinin 16.02.2012 tarih ve E.2011/35, K. 2012/23 sayılı kararı. R.G.19.05.2012, Sayı:28297).

Uyuşmazlık Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi kararındaki gerekçelerle “2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafik ile ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine” karar vermiştir (30.11.2015 gün ve 2015/7753 Esas, 2015/771 Karar, 11.04.2016 gün ve 2016/7163 Esas, 2016/210 Karar, 24.09.2018 gün ve 2018/530 Esas, 2018/467 Karar).

2918 sayılı Kanunun 110. maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra Uyuşmazlık Mahkemesi anılan yasa kapsamında çıkan uyuşmazlıklarda hizmet kusuru olsun ya da olmasın idareye karşı açılan davalarda uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğine istikrarlı olarak devam etmektedir ( 26.04.2019 gün ve 2019/290 Esas, 2019/356 Karar).

Açıklanan nedenlerle; uyuşmazlıkta adli yargı yerinin görevli olduğu düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki düşüncesine katılmıyoruz.

Adem ALBAYRAK            Nurten ABACI UTKU           Nebahat ŞİMŞEK
Birinci Başkanvekili          Üye                                      Üye

Yakup ATA                        Fatma Feyza ŞAHİN
Üye                                   Üye

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.04.2021 tarihli 2018/17-632 E. - 2021/425 K. ve 2018/17-826 E. - 2021/426 K. sayılı kararları da aynı yöndedir.