T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-2710
KARAR NO   : 2021/34

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
İzmir 2. Aile Mahkemesi
TARİHİ                         : 10/03/2014
NUMARASI                 : 2014/94 - 2014/226
DAVACI                       : N.M. vekilleri Av. F.A., Av. M.T., Av. H.B.Ö.
DAVALI                        : E.M. vekili Av. N.Ö.

1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 2. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı 27.07.2012 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 03.03.1999 tarihinde evlendiklerini, ilk iki yıl güzel geçtikten sonra davalının önceki evliliğinden olma oğlunun eşinden boşandığını, bu sebeple ilk yıllarda izin alarak, sonrasında izne dahi gerek olmaksızın “oğlu ve torunlarının bakıma ihtiyaçları olduğu” sebebiyle oğlunun yanına Manisa'ya gittiğini, uzun süreler kaldığını, yaz aylarında ise sürekli Gümüldür’de oğlu ve torunları ile çadırda kaldıklarını, davalının eve geldiği zamanlarda ise birlik görevlerini yerine getirmediğini, evle ilgilenmediğini, yemek dahi yapmadığını, elbiseleri toplamadığını, birliğe ekonomik katkı sağlamadığını, 2010 yılında ortak haneyi tamamen terk ederek Manisa’da yaşayan oğlunun yanına yerleştiğini, bağımsız tedbir nafakası açtığını, bu arada barıştıklarını fakat iki ay geçtikten sonra davalının haber vermeden müvekkilini yeniden terk ettiğini belirterek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı İstemi:

5. Davalı yasal süresi içerisinde davaya cevap vermemiş, süresinden sonra vekili tarafından sunulan dilekçe ile davacı eşin aşağılama ve kötü davranış şeklinde gerçekleştirdiği eylemleriyle tam kusurlu olduğunu ileri sürerek davanın reddini, mahkeme aksi kanaatte ise, müvekkili yararına 500,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 30.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı: 

6. İzmir 2. Aile Mahkemesinin 11.04.2013 tarihli ve 2012/590 E., 2013/273 K. sayılı kararı ile; kadın eşin evlilik birliğinin kendisine yüklediği görevleri yerine getirmediği gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, davalının tazminat talepleri hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. 

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 11.12.2013 tarihli ve 2013/16048 E. ve 2013/29319 K. sayılı kararı ile; 

"... Hüküm davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü:

Dava, 27.07.2012 tarihinde açılmıştır. Mahkemece ön incelemenin duruşmalı yapılmasına ve davalıya delillerini bildirmesi için ihtar gönderilmesine karar verilmiş ve bu ihtar taraflara tebliğ edilmiştir. Davacı ön inceleme duruşmasından önce delil listesini ibraz etmiş, davalı ise cevap süresi geçtikten sonra cevap ve delil listesi sunmuştur, ön inceleme duruşması yapılmış ve tarafların anlaşamadıkları hususlar tespit edilmiştir. Davalı tarafından bildirilen tanıklar, süresinde bildirilmediği gerekçesiyle dinlenmesi talebinin reddine karar verilmiştir. Ön inceleme duruşması yapılmadan, tensiple taraflara, dilekçelerinde göstermiş oldukları ve belge niteliğindeki delilleri sunmaları veya bulundukları yerlerle ilgili açıklamada bulunmaları (HMK md. 140/5) için süre verilmesi bu anlamda sonuç doğurmaz. Öte yandan; delil, çekişmeli vakıaların ispatı için gösterilir (HMK md. 187/1). Ön inceleme duruşması yapılmadan, tarafların üzerinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar belirlenmeden, tarafların tanık listesi vermeleri de beklenemez.

Bu sebeple süresinde cevap ve delil bildirmeyen davalının, davacının dava dilekçesinde dayandığı vakıaları inkar etmiş olacağına göre, ön inceleme duruşmasından önce bildirdiği tanıkların da bu doğrultuda dinlenmesi gerekirken, eksik inceleme ile hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. İzmir 2. Aile Mahkemesinin 10.03.2014 tarihli ve 2014/94 E., 2014/226 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; HMK’nın 129. maddesine göre delillerin cevap dilekçesinde gösterilmesinin zorunlu unsur olarak düzenlendiği, 130. maddede bu eksikliğin sonradan giderilemeyeceğinin belirtildiği, 6100 sayılı Kanun’un madde gerekçeleri incelendiğinde davaların usul ekonomisi ilkesine uygun biçimde makul sürede sonuçlandırılmasının hedeflendiği, 140/5. maddenin birinci fıkrasında, ön inceleme duruşmasında uyuşmazlık tespit edildikten sonra tarafların dilekçelerinde gösterdikleri ancak henüz sunmadıkları belgeleri sunmaları amacıyla gerekli açıklama için kesin süre verilebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK 

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yasal süresi içerisinde cevap vermeyen davalının, HMK’nın 128. maddesi karşısında davacı tarafın ileri sürdüğü vakıaları çürütmeye yönelik delil bildirip bildiremeyeceği, burada varılacak sonuca göre yasal süresinden sonra vermiş olduğu davaya cevap ve delil dilekçesinde bildirdiği tanıklarının en azından karşı ispat bağlamında dinlenmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmıştır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

12. Bilindiği üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile yapılan düzenlemelerle amaçlanan; yargılamanın makul sürede tamamlanması olup, bu zorunluluk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90/5. maddesine göre “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü gereğince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 6. maddesi ile düzenleme altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlardan olan “makul sürede yargılanma” ilkesine dayanmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), sözleşmenin tarafı devletlerin yasal sistemlerini, AİHS şartlarına uyacak şekilde düzenlemekle görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner-İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. Paragraf).

13. Kuşkusuz ki; yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlanması için öngörülen hususların en önemlisi, taraflara yapacakları işlemler için belirli bir süre tanınması ve bu sürelerin hak düşürücü nitelik taşımasıdır. Bu yolla amaçlanan usul ekonomisidir. Usul ekonomisi ilkesi, HMK’nın 30. maddesiyle düzenleme altına alınmış olup; uyuşmazlıkların en az giderle, en makul sürede ve en az emekle çözümü ve gereksiz yere dava açılmasının engellenmesi şeklinde açıklanmaktadır. Bu ilke çabukluğu, gerçeğe ulaşmadan ödün vererek sağlamayı hedeflemez. İlke, adil yargılanma açısından makul sürede yargılanma hakkı ile ilgilidir. Bu sebeple yargılamanın makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğini belirleme açısından AİHM bu konuda; davanın niteliği, tarafların yargılamanın sürüncemede kalmaması için üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediği ve bireysel başvuruya konu olan dava bağlamında o devletin ulusal mahkemelerinin genel olarak sergilediği tavır olmak üzere üç ölçüt geliştirmiştir. 

14. Davacının yargı organlarına başvurarak dava açma hakkı bulunduğu gibi, davalının da meşru vasıta ve yollardan yararlanarak mahkeme önünde savunma hakkı bulunmaktadır (Anayasa m. 36). Hiç şüphesiz, hukuki dinlenilme hakkının gereği olarak savunma, aynı zamanda davalı açısından usuli bir haktır. Kanunda belirtilen istisnalar dışında hâkim, iki tarafı dinlemeden ve davalıyı savunmasını bildirmek için davet etmeden hüküm veremez. Dava dilekçesi, mahkeme tarafından davalıya tebliğ edilir (HMK m. 122, c. 1). Bunun amacı, davalının kendisine karşı açılmış bulunan davadan haberdar edilmesidir. Davalının, davaya cevap vermesini ve dava sürecinde kendisine tanınmış olan hukuki dinlenilme hakkı ile diğer usuli hak ve yetkileri kullanmasını sağlamak için öncelikle davadan ve aleyhinde dayanılan vakıalar ile talep sonucundan tam olarak haberdar edilmesi gerekir. Mahkemece; davalıya savunma hakkını kullandırtma imkânı, dava dilekçesinin usule uygun şekilde tebliğ edilmesi ile başlatılmış olur.

15. Dava dilekçesi kendisine tebliğ edilen davalı, istediği savunma şeklini seçmekte serbesttir. Bu noktada davalı; davayı kabul edebileceği gibi, davaya cevap vermeyebilir veya cevap dilekçesi vererek davaya karşı koyabilir. Bunlardan başka ayrıca kendisi bir talep ileri sürerek aynı davada hüküm altına alınması amacıyla karşı dava açabilir. Önemle vurgulamak gerekir ki; davaya cevap vermek ve savunma yapmak, bir hak olup davalı için bir yük ya da yükümlülük teşkil etmemektedir. Başka bir anlatımla, davaya cevap vermeyen ve yargılamaya katılmayan davalının, buna zorlanması mümkün değildir. HMK ile düzenleme altına hükümler ile davalının aleyhine açılan bir davaya karşı savunma hakkını kullanmak zorunda bırakılmadığı ancak süresinde cevap vermediği takdirde de, o davadaki hukuki durumunu zorlaştırmış hâle getireceği Hukuk Genel Kurulu’nun 13.02.2020 tarihli ve 2017/2-1288 E., 2020/143 K. sayılı kararı ile de tartışılarak benimsenmiştir. Cevap dilekçesi verilmesi gibi verilmemesi de savunma hakkının kapsamına dâhil olan bir husustur. Kanun koyucu, süresinde cevap dilekçesi verilmemesine 128. maddeyle bağladığı sonuç dışında, konu hakkında başka bir düzenleme yapmamıştır. Ancak cevap dilekçesi verilmemesinin özellikle dilekçeler aşamasına etkisi ve davanın inkâr edilmiş sayılması nedeniyle, inkâr kavramının niteliği, inkâr savunmasının kapsamı, değiştirilmesi veya genişletilmesi, ayrıca inkâr savunmasında ispat ve delil gösterme faaliyetlerinin nasıl gerçekleşeceği gibi konuların açıklanması gerekmektedir.

16. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini dezavantajlı bir konumda bırakmayacak şartlarda, iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997). Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers-Belçika, 30 Ekim 1991). Açıklanan bu ilkelere paralel olarak 6100 sayılı HMK ile yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir. HMK’nın 194. maddesi ile düzenleme altına alınan hüküm gereği, taraflar dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırma yükümlülüğü altındadırlar. Bu madde kapsamında taraflar; dayandıkları delilleri ve hangi delilin, hangi vakıanın ispatı için gösterdiklerini açıkça belirtme zorunluluğu altında bırakılmışlardır. Buradan hareketle açıkça söylenmelidir ki; 6100 sayılı HMK ile benimsenen yargılama usulünde “dayanak vakıa ve o vakıanın ispatı için gösterilecek delil” birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçası olarak ele alınmıştır. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır (YHGK. 20.04.2016 tarihli ve 2014/2-695 E., 2016/522 K.).

17. HMK’nın 194. maddesi ile düzenleme altına alınan “somutlaştırma yükü ve delilerin gösterilmesi” zorunluluğu; davacı taraf yönünden “Dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119. maddenin 1-f bendiyle “İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” hususunun düzenleme altına alınmasıyla, davalı taraf yönünden ise “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129. maddenin 1-e bendiyle “Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” hususunun düzenleme altına alınmasıyla “iddia ve savunmaya yönelik dayanılan vakıa ve o vakıanın hangi delille ispatlanacağı” hususları birbiri ile bir bütün olarak ele alınmış olup, dayanılan vakıa ve o vakıanın ispat vasıtası delilin aynı anda gösterilmesi zorunluluğu tartışmasız olarak açıklanmıştır.

18. Davaya cevap verme süresi yazılı yargılama usulünde iki haftadır ve bu süre dava dilekçesinin davalıya tebliği ile başlar (HMK m.127). Kanun’un 122. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere “cevap süresi, Kanun tarafından düzenlenmiş kesin bir süre hâline getirilmiştir,…” Bu hakkını kullanmayan, yani süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılacaktır (HMK. m.128). 

19. Uyuşmazlığın çözümü bakımından üzerinde dikkatle durulması gereken husus; cevap dilekçesi vermemek suretiyle davayı inkâr etme yolunu seçen davalının, inkârını yani dava konusu talebin hangi vakıalar nedeniyle dayanaksız olduğunu mahkemeye bildirmemiş olduğu noktasıdır. Burada “inkâr etmiş sayılma” kanundan doğan bir sonuç olarak düzenleme altına alınmıştır. Davalı kanuna (129/1-e) aykırı olarak dava konusu talebin hangi vakıalar nedeniyle dayanaksız olduğuna dair savunmasını mahkemeye bildirmemiş, özetle herhangi bir vakıaya dayanmamıştır. Bunun sonucunda da mahkemece; davalının inkârına yönelik her hangi bir vakıa ileri sürülmemesi nedeniyle davacıdan bu inkâra karşı cevaba cevap dilekçesi ile karşı koyması düşünülemeyecek ve netice itibariyle o dava yönünden dava dilekçesinin verilmesi ile iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı başlamış olacaktır. Zira HMK’nın 129. maddesinin hükümet gerekçesinden cevap dilekçesinde yer alması gereken hususların dava dilekçesine paralel olarak düzenlenmiş olduğu anlaşılmakla, en temel hukuk prensibi olan nimet-külfet dengesi korunmaktadır. Şüphesiz ki; cevap dilekçesi vermeyen davalı, davacının cevaba cevap hakkını elinden almış olduğu gibi, kendi durumunu da elverişsiz kılmaktadır. Çünkü cevap dilekçesi vermemesi inkâr sayılsa bile bunun dayanağı olan vakıanın davaya getirilmesi, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı kapsamına gireceğinden, söz konusu yasağı aşmanın yolu ancak davacının açık muvafakati ile mümkün olabilecektir. Tekrar edilmesinde yarar vardır ki; kanun koyucu, tarafların, kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremeyecek olmalarını emredici bir düzenlemeyle (m. 145) benimsedikten sonra, bunun istisnasını da “…Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde ki düzenlemeyle belirlemiştir. 

20. Kanunda aksi düzenlenmediği için HMK’nın 129/1-e maddesiyle düzenleme altına alınan hükümde belirtilen “delil” sözcüğünün hem asıl ispat hem de HMK’nın 191. maddesiyle hüküm altına alınan karşı ispatı kapsadığını belirtmek gerekir. Usulün emredici hükümleri yorum yoluyla daraltılamaz.

21. Belirtmekte fayda vardır ki; gerek davacı gerekse davalı bakımından “delil gösterme ile delil sunma” kavramlarının ayrı olarak ele alındığı Kanun’un “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesinden çok açık şekilde anlaşılmaktadır. İlgili madde;

“Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:

a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.

b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.

c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.

ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Görüldüğü üzere; 119 ve 129. maddelerle dava ve cevap dilekçelerinde iddia edilen vakıaların hangi delillerle ispatlanacağının belirtilmesi zorunluluğundan söz edildikten sonra, 139. maddenin (ç) bendiyle gösterilen ancak henüz sunulmamış olan belgelerle ilgili tarafın elinde bulunması hâlinde mahkemeye ibrazı, elinde bulunmaması hâlinde ise belgenin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamanın yapılması zorunluluğu öngörülerek delil gösterme ve delil sunma yükümlülüklerinin birbirlerinden farklı kavramlar olduğu anlaşılmaktadır.

22. Aynı hususun “Ön inceleme duruşması” başlıklı 140. maddenin son fıkrasıyla “(5) (Değişik:22/7/2020-7251/14 md.) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” şeklinde ki düzenlemeyle de üzerinde durulduğu ve uygulanacak yaptırımın açıklandığı görülmektedir. Gerek 139. madde, gerekse 140. madde metinlerinde üzerinde asıl dikkat edilmesi gereken nokta “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır. 6100 sayılı HMK’nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirtilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.

23. Kanunun 140. maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Bu sebepledir ki, ön inceleme duruşmasında yapılacak işlemler 140. maddenin her bir fıkrasında ayrıca belirtilmiştir. Birinci fıkra uyarınca hâkim; usule ilişkin hususlarda tarafları dinledikten sonra uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddia ve savunmaları dikkate alarak, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tespit edecektir. Bu belirleme genel bir belirlemenin ötesinde, tarafların ortaya koydukları her bir somut vakıa üzerinde anlaştıkları veya anlaşamadıkları yönlerin tespit edilmesi niteliğindedir. İkinci fıkra ise sulhe ilişkin özel bir fıkradır. Taraflar sulh olurlarsa bu durum, olmazlarsa sulh olmadıkları tutanağa geçirilecektir. Ön inceleme duruşmasında düzenlenen tutanak üçüncü fıkranın son cümlesinde “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” şeklindeki düzenleme nedeniyle de özel bir öneme sahiptir. Zira uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Mahkeme, kanunun bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.

24. Bu aşamada bir diğer istisnai hükmün açıklanması gereklidir. HMK’nın “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesi 22.07.2020 tarih ve 7251 sayılı Kanunun 15 maddesi ile değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri (m.136) ile serbestçe; ön inceleme aşamasında (m.137) ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına (m.140) taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir (m.139). Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah (m.176) ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” değişiklikten sonra ise “- (1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. HMK’nın 141. maddesine göre; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında bu yasağın uygulanmaması ile daha uyuşmazlığın en başında, karşı tarafın açıklamasını, iddia ve savunmasını tam olarak görmeden, sağlıklı ve tam bir iddia ve savunma örgüsü kurmanın mümkün ve gerçekçi olmadığı gözetilerek; tarafların dilekçelerinde rahat, doğru ve sağlıklı bir iddia ve savunma bütünü oluşturmalarını sağlamak olduğu gibi, maddi ve hukuki nitelendirmeleri uyuşmazlığı çözecek doğrulukta ortaya koymaları amaçlanmaktadır. Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Kanunun 141. maddesinin birinci fıkrasında 28.07.2020 tarih, 7251 s. Kanun’un 15. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hâlinin hükümet gerekçesinde, ön inceleme duruşmasının yargılama bakımından öneminden dolayı, tarafların bu duruşmaya katılımını sağlamak amacıyla “gelen tarafın ödüllendirildiği, mazereti olmadığı hâlde gelmeyen tarafın ise cezalandırıldığı” bir yol izlenmesinin zorunlu olduğu görüşüyle hareket edilerek, her iki tarafında ön inceleme duruşmasına gelmesi hâlinde karşı tarafın muvafakati ile genişletme söz konusu iken, taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmediği takdirde, gelen taraf karşı tarafın muvafakatine gerek olmaksızın iddia ve savunmasını genişletip değiştirebileceği açıklanmıştır. Maddede yapılan değişiklikle, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hariç olmak üzere, iddia ve savunma genişletilemeyecek veya değiştirilemeyecektir. Gerekçede değişikliğin amacı “sırf ön inceleme duruşmasına katılım sağlanmadığı için aleyhte iddia ve savunmanın rahatlıkla genişletilebilmesi veya değiştirilebilmesinin” silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak açıklanmıştır. Bu ihlalin “davayı takip etmediğinde davayı inkâr ettiği kabul edilen ve duruşmaya katılma zorunluluğu bulunmayan davalı taraf” yönünden çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilme ihtimali üzerinde durulduktan sonra adil yargılanma hakkı ayrıca uyuşmazlığın ön inceleme aşamasında netleşmesini sağlaması sayesinde, ön inceleme duruşma tutanağının “yargılamanın yol haritası” olma özelliğini güçlendireceği gerekçelerine de yer verilmiştir. 

25. Görüldüğü üzere, 6100 sayılı HMK’nın sistematiği içinde; tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Zira tahkikatın amacı; kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. 

26. Bu itibarla, yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan hususların özetlenmesi gerekirse; AİHS'nin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için 6100 sayılı HMK’da düzenlemelere yer verilmiş olup, bu bağlamda delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına hasredilmiştir. Tarafların, Kanunda belirtilen bu sürelerden sonra delil gösterebilmeleri ancak iki yasa maddesinde belirtilen hâllerle sınırlıdır. Onlar da; iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesini düzenleyen 141. madde ile sonradan delil gösterilmesinin hüküm altına alındığı 145. maddedeki durumlardır.

27. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; dava dilekçesinin davalıya 16.10.2012 tarihinde usule uygun şekilde tebliğ edildiği, davalı tarafından süresi içerisinde cevap dilekçesinin sunulmadığı, böylece davalının dava dilekçesinde yer alan tüm iddialarını inkâr etmekle birlikte savunmasına yönelik herhangi bir vakıaya dayanmadığı, davalının kanunla kesin şekilde belirlenen iki haftalık süreden sonra 05.11.2012 tarihinde, davaya cevap vererek aynı dilekçe ile tanık deliline dayandığı, mahkemece yapılan 12.12.2012 tarihili ön inceleme duruşmasına her iki taraf vekilinin katıldığı, davacı ve vekilinin süresinden sonra verilen cevap dilekçesine muvafakatinin olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda; süresi içerisinde cevap dilekçesi vermemekle inkâr savunmasına dayanak vakıa ve delile dayanmayan davalının süresinden sonra bildirmiş olduğu tanıklarının karşı ispat hakkı kapsamına taşınarak dinlenilmesine de imkân bulunmamaktadır.

28. Mahkemece ilk kararda tarafların boşanmalarına karar verildiği hâlde, direnme kararı gerekçesinde “…davanın reddine, karar vermek gerekmiştir.” denildiği, hüküm kısmında ise “davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına” karar verildiği, belirtilen bu hususun ise maddi hata olduğu anlaşılmaktadır. 

29. Hâl böyle olunca; süresinde cevap dilekçesi vermeyerek delillerini bildirmeyen davalı tarafın yasal süre geçtikten sonra bildirmiş olduğu tanıklarının dinlenmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen Yerel Mahkeme direnme kararı yerindedir.

30. Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun bulunduğundan davalı vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle Hukuk Genel Kurulu kararının mahkemesince taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise doğrudan 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

BİLGİ : "Kural olarak yasal sürenin geçmesinden sonra delil bildirme talebinin reddi gerekir" şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 13 Haziran 2019 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/kural-olarak-yasal-surenin-gecmesinden-sonra-delil-bildirme-talebinin-reddi-gerekir

"Kural olarak yasal süre geçtikten sonra delil bildirme talebinin reddi gerekir" şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 27 Aralık 2018 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/kural-olarak-yasal-sure-gectikten-sonra-delil-bildirme-talebinin-reddi-gerekir

"Dava dilekçesinde herhangi bir delil bildirmeyen daha sonra delil bildirme hakkını kaybeder" şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16 Kasım 2016 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/dava-dilekcesinde-delil-bildirmeyen-delil-bildirme-hakkini-kaybeder