BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA HUKUKİ YARAR DAVA ŞARTI SONRADAN TAMAMLANAMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


24 May
2018

Yazdır

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
İZMİR
12. İŞ MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO       : 2014/425 Esas
KARAR NO    : 2014/685

DAVA                             : Alacak (İşçi İle İşveren İlişkisinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ                : 10/07/2014
KARAR TARİHİ             : 15/10/2014
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ               :
06/11/2014

Mahkememizde görülmekte bulunan Alacak (İşçi İle İşveren İlişkisinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :

DAVA :

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilin davalı Bakanlığa ait İzmir K. Subay Ordu evinde sözleşmeli işçi olarak 20/06/2000 tarihinden beri çalıştığını, 6772 Sayılı Devlet ve ona bağlı müessesselerde çalışan işçilere ilave tediye yapılması kanunu gereği ödeme yapılması gereken işçilerden olduğunu, müvekkile 2011 yılından beri hiç bir ödeme yapılmadığını, kanun gereği yılda 52 günlük çıplak maaşa denk gelen ödemenin yapılması gerektiği ancak 2011 Ocak ayından itibaren yapılan ödemenin eksik olduğunu, müvekkilinin toplam 4.500,00 TL ilave tediye alacağının olduğunu, bu nedenlerle; davanın kabulü ile müvekkilinin işe giriş tarihinden dava tarihine kadar net 4.500,00 TL ilave tediye alacağının dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı tarafa ödenmesine, her türlü yargılama gideri ile avukatlık ücretinin davalı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP :

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; usul yönünden itirazda bulunduğunu, işçi ücreti alacağının zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğunu, bu nedenle zamanaşımı yönünden reddinin gerektiğini, sözleşmeli işçi olarak görev yaptığı dönemlere ilişkin ilave tediye ücret alacaklarının yasal faizi ile ödenmesi istemli ücret alacağı davasının görev yönünden yasaya aykırılık teşkil ettiğini, esas yönünden itirazda bulunduğunu, bu nedenlerle davanın reddini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı karşı yan üzerinde bırakılmasını istemiştir.

DELİLLER :

Davalı Milli Savunma Bakanlığı tarafından ibraz edilen maaş bordroları ile ilave tediye dökümleri, bilirkişi raporu

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :

Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; davacının 6772 sayılı yasa kapsamında bulunan işyerinde hizmet akdi ile çalışan işçi olduğu, ilave tediye alacağından yararlanması gerektiği, 2011 yılından itibaren davalı tarafından kısmi ödemeler yapıldığı, muaccel ilave tediyelerden ödenenlerin mahsubu neticesinde davalının zamanaşımı def'i de dikkate alınarak hazırlanmış olan bilirkişi raporunun hüküm kurmaya elverişli olduğu, davacının 4.500,00 TL net ilave tediye alacağı bulunduğu ve davalıdan tahsilinin gerektiği anlaşılmakla HMK 26. Maddesi gereğince davacının talebine göre Mahkememizin 13/02/2014 tarih ve 2013/461 Esas - 2014/143 Karar sayılı ilamı ile davanın kabulüne karar verilmiş, verilen karar Yargıtay 22 Hukuk Dairesi Başkanlığı'nın 2014/12095 Esas - 2014/13184 Karar sayılı ilamı ile dava konusu alacakların belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri nedeniyle hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile bozularak gelmiştir.

Davacı dava dilekçesi ile çıplak ücret miktarı üzerinden hesaplama yaparak davasını açmış, ancak Yargıtay ve Danıştay kararlarındaki teknik hesaplamalara göre bilirkişi incelemesi sonucunda gerçek rakamın tespit edilebileceğini belirtmiş, yapılan yargılama sırasında bilirkişi raporu alınmış, davacının alacağının dava edilenden fazla olduğu ve davalı Bakanlıktan alacaklı olduğu belirlenmiştir.

Davanın açıldığı tarihte alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenememesi, belirlenmesinin imkansız olması, taraflar arasında tartışmalı olması, açıkça belirlenememesi halinde kanunun belirsiz alacak davası açılabileceğini vurguladığı, yargılama sırasında hesap raporu alınmasını gerektiren her alacağın belirsiz kabul edilmesi gerektiği şüphesizdir. Dosyamızda da bilirkişi incelemesi yapılarak hesap raporu alınması karşısında alacak belirsizdir. Kaldı ki Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2012/1756 esas 2012/5741 karar sayılı 27/12/2012 tarihli ilamında, dava şartı olan hukuki yarar şartının tamamlanması gereken şartlardan olup belirsiz alacak davası kriterleri olmadığında dahi davanın hemen red edilmemesi gerektiğini, tam eda davası için davacı tarafa harç yatırılması hususunda mehil verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Dava, tam eda davası olarak kabul edilse dahi davacının eksik harcı bulunmamaktadır. Davacı dava konusu ettiği alacağın harcını yatırmıştır, davasını ıslah etmemiş, ek dava da açmamış, dava değerini artırmamış, dava dilekçesindeki talep gibi davanın tamamen kabulüne karar verilmiştir. Davacının alacağının var olduğu bilirkişi raporu ile tespit edilmişken hukuki yararının olmadığından bahsedilemez.

Ayrıca aynı konuda bir kısım işçilerin açmış olduğu belirsiz alacak davalarında aynı gerekçe doğrultusunda verilen kabul kararları Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından onanmış iken (İzmir 6. İş Mahkemesinin 2012/437 esas-2013/172 karar, İzmir 6. İş Mahkemesinin 2012/450 esas 2013/173 karar sayılı emsal kararları v.b...) bir kısmının bozulması çelişki ve eşitsizlik sonucu doğurmuştur.

Açıklanan nedenlerle bozma ilamına karşı eski kararda direnilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM :

Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin bozma ilamına karşı eski kararda direnilmesine,

1- Davanın kabulüne, 4,500,00 TL net ilave tediye alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine

2- Davalı kurum harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,

3- 1.500,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,

4- Davacı tarafından yapılan 61,00 TL tebligat, 16,00 TL müzekkere gideri, 250,00 TL bilirkişi ücreti, 42,00 TL Yargıtay'a gidiş-dönüş ücreti olmak üzere toplam 369,00TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,

5- Taraflarca yatırılan gider avansının kullanılmayan kısımlarının HMK 333 maddesi uyarınca karar kesinleştiğinde ilgililerine ayrı ayrı iadesine,

Dair; Davacı vekilinin yüzlerine karşı tefhim davalı vekiline tebliğ tarihinden itibaren 8 günlük süre içerisinde Mahkememize verilecek dilekçe ile Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 15/10/2014

 

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2015/22-188
KARAR NO   : 2018/481

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           : 
İzmir 12. İş Mahkemesi
TARİHİ                     : 15/10/2014
NUMARASI              : 2014/425 - 2014/685
DAVACI                    : B.B. vekili Av. B.H.
DAVALI                    : Milli Savunma Bakanlığı vekili Av. S.T.

Taraflar arasındaki “ilave tediye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 12. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.02.2014 gün ve 2013/461 E., 2014/143 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 20.05.2014 gün ve 2014/12095 E., 2014/13184 K. sayılı kararı ile;

 “… Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek, 6772 sayılı Kanun gereği ödeme yapılması gereken işçilerden olduğunu, ancak ödenmesi gereken ilave tediye alacağının 2011 yılına kadar hiç ödenmediğini, 2011 yılından sonra da eksik ödendiğini ileri sürerek, ilave tediye alacağının hüküm altına alınmasını istemiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı, usul yönünden itirazda bulunduğunu, işçi ücreti alacağının zamanaşımı süresinin beş yıl olduğunu, bu sebeple zamanaşımı yönünden reddinin gerektiğini, sözleşmeli işçi olarak görev yaptığı dönemlere ilişkin ilave tediye ücret alacaklarının kanuni faizi ile ödenmesi istemli ücret alacağı davasının görev yönünden kanuna aykırılık teşkil ettiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, davacının İzmir Konak Subay Orduevinde sözleşmeli işçi olarak çalıştığı, kamu kurumlarında çalışan sözleşme ve kapsam dışı personelin kamu personeli olması karşısında davacının da kamu personeli sayılacağı, idareyle ilgili olan ilişkileri sebebiyle açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesi ile dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı tarafından temyizi üzerine Dairemizce, dava konusu alacağın davalı ile davacı arasındaki iş sözleşmesine dayandığı ve bu durumda iş mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan mahkemece, işin esasına girilmiş ve toplanan kanıtlarla bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.                                                     

Gerekçe:

Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanunun 107. maddesine göre,

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.

6100 sayılı Kanun'un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.                                     

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirlyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.

Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.                                                          

6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.

Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s.454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

6100 sayılı Kanun'un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;

Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Uyuşmazlık konusu ilave tediye alacağı bakımından; davacı 2011 yılından sonra yapılan ödemenin eksik olduğunu da belirttiğine göre talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı ödenmesi gereken ilave tediye miktarını ve dönemler itibariyle aldığı ücreti belirleyebilmektedir. Bu halde ilave tediye alacağı belirsiz alacak değildir. Dava konusu edilen alacağın gerçekte belirli alacak olması ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir....”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava ilave tediye alacağının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin davalı Bakanlığa bağlı orduevinde 20.06.2000 tarihinde çalışmaya başladığını, işe başladığı tarihten 2011 yılına kadar ilave tediye ödenmediğini, 2011 yılı Ocak ayından itibaren de ilave tediye adı altında ödeme almakla birlikte bu ödemenin eksik olduğunu, ilave tediyenin yılda 52 günlük çıplak ücreti üzerinden yapılması gerekirken müvekkiline daha az ödeme yapıldığını, 20.06.2000 ile dava tarihi arasında her yıl için ayrı ayrı hesaplanmak şartıyla toplam 4.500,00 TL net ilave tediye alacağının olduğunu düşündüklerini ancak gerçek rakamın belirtilen Sayıştay ve Yargıtay kararlarındaki teknik hesaplamalara göre (davalı kurumun 2011 yılından itibaren ödediği tutarın toplam alacaktan düşülmesi ile) uzman bilirkişi incelemesi ile ortaya çıkacağını, bu hesaplamada Kanunun ilgili maddesi gereği her yıl çıkan Bakanlar Kurulu kararlarının da dikkate alınması gerektiğini, bu sebeple davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107’inci maddesinde belirtilen belirsiz alacak davası niteliğinde olduğunu belirterek müvekkilinin işe giriş tarihinden dava tarihine kadar olan 4.500,00 TL net ilave tediye alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili davacının işçi niteliği taşımadığı ve İş Kanunu hükümlerinin uygulanamayacağını, idari yargının görevli olduğunu, davacı tarafından imzalanan hizmet sözleşmesinin yedinci maddesinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değişik 48’inci maddesinin dört, beş, altı ve yedinci fıkralarında belirtilen koşulları taşıması gerektiğinin yer aldığı, sözleşmenin 5’inci maddesinde “Sözleşmeli personele Bakanlar Kurulunca devlet memurları için saptanan çalışma saat ve ücretlerinin uygulanacağı, çalışma saatleri dışında veya tatil günlerinde yapacakları çalışma karşılığında herhangi bir ek ücret ödenmeyeceği”nin kararlaştırıldığını bildirerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece kamu kurumlarında çalışan sözleşme ve kapsam dışı personelin kamu personeli olması karşısında davacının da kamu personeli sayılacağı, idareyle ilgili olan ilişkileri nedeniyle açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine;

Özel Dairece dosya içeriğinde davacı ile davalı arasında akdedilmiş iş sözleşmesi bulunduğu, dava konusu alacağın işçinin akdettiği iş sözleşmesi gereği olduğu, iş sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğu, görevsizlik kararında isabet bulunmadığı, işin esasına girilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkemece bozmaya uyularak, davacının 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan iş yerinde hizmet sözleşmesi ile çalışan işçi olduğu, ilave tediye alacağından yararlanması gerektiği, 2011 yılından itibaren davalı tarafından kısmi ödemeler yapıldığı, muaccel ilave tediyelerden ödenenlerin mahsubu neticesinde davalının zamanaşımı def'i de dikkate alınarak hazırlanmış olan bilirkişi raporunun hüküm kurmaya elverişli olduğu, davacının 4.546,86 TL net ilave tediye alacağı bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece davacının dava dilekçesi ile çıplak ücret miktarı üzerinden hesaplama yaparak davasını açtığı ancak Yargıtay ve Danıştay kararlarındaki teknik hesaplamalara göre bilirkişi incelemesi sonucunda gerçek rakamın tespit edilebileceğini belirttiği, yapılan yargılama sırasında bilirkişi raporu alındığı, davacının alacağının dava edilenden fazla olduğunu ve davalı Bakanlıktan alacaklı olduğunun belirlendiği, davanın açıldığı tarihte alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenememesi, belirlenmesinin imkânsız olması, taraflar arasında alacağın miktar ve değerinin tartışmalı olması, açıkça belirlenememesi hâlinde kanunun belirsiz alacak davası açılabileceğini vurguladığı, yargılama sırasında hesap raporu alınmasını gerektiren her alacağın belirsiz kabul edilmesi gerektiği, dosyada da bilirkişi incelemesi yapılarak hesap raporu alınması karşısında alacağın belirsiz olduğu, kaldı ki Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 27.12.2012 tarihli ve 2012/1756 E., 2012/5741 K. sayılı kararında dava şartı olan hukuki yararın tamamlanması gereken şartlardan olup belirsiz alacak davası kriterleri olmadığında dahi davanın hemen reddedilmemesi, tam eda davası için davacı tarafa harç yatırılması hususunda mehil verilmesi gerektiğinin belirtildiği, davanın tam eda davası olarak kabul edilse dahi davacının eksik harcı bulunmadığı, davacının dava konusu ettiği alacağın harcını yatırdığını, davasını ıslah etmediği, ek dava da açmadığı, dava dilekçesindeki talep gibi davanın tamamen kabulüne karar verildiği, davacının alacağının var olduğu bilirkişi raporu ile tespit edilmişken hukuki yararının olmadığından bahsedilemeyeceği, ayrıca aynı konuda bir kısım işçilerin açmış olduğu belirsiz alacak davalarında aynı gerekçe doğrultusunda verilen kabul kararlarının Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından onanmış iken bir kısmının bozulmasının çelişki ve eşitsizlik sonucunu doğurduğu gerekçesiyle ve önceki gerekçeler de eklenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. 

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda dava konusu ilave tediye alacağının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır. 

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 107'nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanun'un 107'nci maddesinde yer alan,

"1- Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2- Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3- Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde; "bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hallerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler kabul edilmiştir.

Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

1- Davacının kendisinden beklenememesi,

2- Bunun olanaksız olması,

3- Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usûl ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.

Öncelikle şu hususa değinmek gerekir ki, işçilik alacaklarına ilişkin davaların genel bir yaklaşımla, belirsiz alacak davası olduğu söylenemez. Ancak belirsiz alacak davasının açılabilmesinin koşulu olan, talep sonucunun belirlenmesi alacaklıdan beklenemeyecek kadar zor ise şüphesiz bu tür talepler belirsiz alacak davası olarak açılabilecektir. Örneğin, kıdem tazminatı da dahil olmak üzere bir iş kazasından kaynaklanan veya bunun gibi alacağın tam belirlenemediği özel durumlarda belirsiz alacak davası açma imkânı mevcuttur (Pekcanıtez H., Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulaması, DEÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl:2013, Cilt:XXV (Özel Sayı Prof. Dr. M. Polat Soyer’e Armağan), İzmir 2014, s. 949).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 gün ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.        

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 gün, 2015/22-1156 E., 2015/1598 K. sayılı, 22.06.2016 gün, 2016/22-874 E., 2016/824 K. sayılı ve 17.01.2018 gün, 2016/22-2181 E., 2018/24 sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay'ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 gün ve 2016/6 E. - 2017/5 K. sayılı kararı ile "İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağı belirtilmek suretiyle içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı" yönünde karar verilmiştir.

Bu noktada, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı ancak alacağın gerçekte belirlenebilir bir alacak olduğunun anlaşılması durumunda nasıl bir yol izleneceği hususu açığa kavuşturulmalıdır. 

İlk olarak dava şartları ve dava şartlarından olan hukuki yarar kavramının üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır.

Dava şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114-115’inci maddelerinde düzenlenmiş olup davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak, mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür (m. 115/2, c. 1; istisna m. 115/2, c. 1 ve c. 2) (Kuru, B. :Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Legal Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2015, s.120).

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h bendine göre davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır.

Davacının dava açmaktaki yararının hukuki, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var olması gerekmektedir.

Belirsiz alacak davası yönünden konu değerlendirildiğinde, belirsiz alacak davasının koşulları bulunmadığı hâlde bu tür davanın açılması durumunda, davanın açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmeli ancak hâkim bu hukuki yarar eksikliğinin tamamlanması için davacıya süre vermemelidir. Bazı dava şartı eksikliği sonradan tamamlanabilse de, hukuki yarar şartı eksikliği tamamlanamaz. Çünkü açıklandığı üzere dava şartları dava açıldığı tarih esas alınarak belirlenir (Pekcanıtez, a.g.e, s. 954).

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.03.2018 gün, 2014/22-2350 E., 2018/439 K. sayılı kararında da hukuki yararın, tamamlanamayacak bir dava şartı olduğu kabul edilmiştir.

Dava konusu bakımından önem arz etmesi nedeniyle 6772 sayılı Kanundaki düzenlemeye de değinmekte yarar bulunmaktadır.

6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkındaki Kanun’un 1’inci maddesine göre “Umumi, mülhak ve hususi bütçeli dairelerle mütedavil sermayeli müesseseler, sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlarla belediyeler ve bunlara bağlı teşekküler, 3460 ve 3659 sayılı Kanunların şümulüne giren İktisadi Devlet Teşekkülleri ve diğer bilcümle kurum, banka, ortaklık ve müesseselerinde müstahdem olanlardan İş Kanununun şümulüne giren veya girmiyen yerlerde çalışmakta olan ve İş Kanununun muaddel birinci maddesindeki tarife göre işçi vasfında olan kimselere, ücret sistemleri ne olursa olsun, her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye yapılır.” hükmüne yer verilmiş, aynı Kanunun 3’üncü maddesinde ise “Birinci ve ikinci maddelerde yazılı olan işçilere mezkür maddeler gereğince yapılan tediyelerden ayrı olarak her yıl için bir aylık istihkakları tutarını geçmemek üzere İcra Vekilleri Heyeti kararıyla aynı nispette bir ilave tediye daha yapılabilir.” düzenlenmesi mevcuttur.

Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı vekili, davalı Bakanlığa bağlı orduevinde işçi olarak çalıştığını, müvekkiline işe başladığı 20.06.2000 tarihinden 2011 yılına kadar ilave tediye ödenmediğini, 2011 yılı Ocak ayından itibaren de ilave tediye ödemelerinin eksik yapıldığını belirterek 4.500,00 TL ilave tediye alacağının davalıdan tahsilini talep etmiş, mahkemece bilirkişi raporunda davacının alacağı 4.546,86 TL net olarak belirlenmekle birlikte taleple bağlılık ilkesi gereği 4.500,00 TL net ilave tediye alacağının kabulüne karar verilmiştir.

Somut olay bakımından davacı, kendisine ödenmesi gereken ilave tediye miktarını basit hesaplama ile tespit edebilmekte ve alacağını belirleyebilmektedir. Diğer taraftan, ilave tediye alacağının miktarının Kanunla belirlendiği ve davacının ilave tediye alacağını hesaplayabilmesi noktasında objektif imkânsızlıktan bahsedilemeyeceği gözetildiğinde de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Nitekim dava dilekçesinde de ilave tediye alacağının hangi esaslara göre hesaplanması gerektiği açık bir şekilde ifade edilmiştir.

Gelinen noktada, dava konusu alacağın belirsiz olmadığı anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğu sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda Özel Dairece belirsiz alacak davası açılamayacağı ve davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğine değinen bozma kararının hatalı olduğu, hukuki yararın tamamlanabilir bir dava şartı olduğu, hukuki nitelendirmenin mahkemeye ait olduğu, ayrıca HMK'nun Geçici 3'üncü maddesi atfı ile uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı HUMK'un 428'inci maddesi hükmü uyarınca taraflarca ileri sürülmeyen somut olaydaki gibi bir hususun resen tek başına bozma nedeni yapılmasının mümkün olmadığı, ancak başka bozma nedenleri ile varsa bunun da bozma nedeni yapılabileceği, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de, bu görüşler Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca, mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 14.03.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 21 üyenin 14’ü BOZMA, 7’si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin şartları bulunmadığı halde açılan belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmesi yönünde yani bu konu hakkında doktrindeki hâkim görüş uyarınca TAMAMLANAMAZ DAVA ŞARTI yönünde görüş bildirdiği 05 Temmuz 2017 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/surekli-kiraya-verilen-arac-kira-geliri-kaybi-belirsiz-alacak-davasi-acilamaz

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin şartları bulunmadığı halde açılan belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmemesi yönünde yani bu konu hakkında doktrindeki azınlıkta kalan görüş uyarınca TAMAMLANABİLİR DAVA ŞARTI yönünde görüş bildirdiği 11 Aralık 2017 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/belirsiz-alacak-davasinda-hukuki-yarar-dava-sarti-sonradan-tamamlanabilir


İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 14 Mart 2018 tarihli kararı ile belirsiz alacak davası açısından hukuki yarar dava şartının TAMAMLANAMAZ DAVA ŞARTI olduğu görüşünü benimsemiştir. Doktrindeki görüşleri tarih sırası ile sıralayacak olursak;

HANAĞASI’na göre, “Öte yandan, Türk medeni yargılama hukuku bakımından da menfaat kavramının hukuki niteliği, bir dava şartı olmaktan ibaret değildir. Menfaat, mahkemeye yöneltilen her türlü talep için varlığı aranan bir kabule şayanlık şartı olarak kendini göstermektedir. Çünkü mahkemeye yöneltilen her talep için talepte bulunanın menfaatinin var olması gerektiği; bu şart gerçekleşmediği takdirde talebin menfaat yokluğu nedeniyle reddedileceği kabul edilmektedir.” (HANAĞASI, Emel, Davada Menfaat, Ankara, 2009, s. 21)

“… davacının davada menfaati olup olmadığı da kural olarak davanın açıldığı tarihe göre belirlenecektir. Bu nedenle, davacının menfaati, kural olarak davanın açıldığı tarihte var olmalıdır. Aksi halde, davacının açtığı bu dava, kabule sayan değildir ve davanın, menfaat yokluğu nedeniyle esası incelenmeksizin usulden reddi gerekir. Hemen belirtelim ki, hâkimin eksik olan menfaatin tamamlanması için bir süre vermesi söz konusu olamaz. Çünkü menfaat eksikliği, belirli bir süre verilerek giderilebilecek türde bir dava şartı değildir.” (HANAĞASI, Emel, Davada Menfaat, Ankara, 2009, s. 322, 323)

SİMİL'e göre, “… belirsiz alacak davasında da, davacının, hukuki yararı, diğer davalarda kabul edildiği gibi, kural olarak davanın açıldığı anda var olmalıdır. Bu nedenle mahkeme, belirli alacak için belirsiz alacak davası açıldığında süre vermeksizin davayı usulden reddetmelidir. Mahkeme kendiliğinden davayı normal bir eda davası olarak da görmeye devam edemez. Ancak, davalı belirlenebilir alacağı için belirsiz alacak davası açmış, fakat yargılama sırasında bu fark edilmeksizin davacı ıslah yoluyla veya karşı tarafın açık rızasıyla talep sonucunu değiştirmiş ise artık mahkeme hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar veremeyecektir.” (SİMİL, Cemil, Belirsiz Alacak Davası, İstanbul, 2013, s. 236)

ASLAN/AKYOL ASLAN/KİRAZ’a göre, “Bir davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için de dava şartı teşkil eden hukuki yararın bulunması gerekir. Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılmasında ise hukuki yarar yoktur. Çünkü kanun belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yararı, onun koşullarının gerçekleşmiş olmasında görmüştür. Dolayısıyla ancak bu koşulların gerçekleşmesi halinde davacının tam eda davasında sahip olmadığı bazı avantajlardan yararlanabilmesi mümkün olacaktır. Kanun koyucu alacağın miktarını ya da tutarını dava açarken belirlemenin imkânsız olduğu hallerde, talebin mutlaka belirlenerek dava açılması halinde davacı aleyhine ortaya çıkabilecek bazı olumsuz durumları önlemek, hak arama özgürlüğü ve etkin hukuki koruma kavramlarıyla bağdaşmayan bazı durumları ortadan kaldırmak amacıyla bu dava türünü hukukumuza dâhil etmiştir. Dolayısıyla, burada söz konusu olan hukuki yarar noksanlığı, HMK m. 115/2 hükmüne göre davacıya süre verilerek giderilebilecek bir noksanlık değildir. Çünkü alacak belirli veya belirlenebilen bir alacaktır. Mahkemenin süre vermesi halinde alacak belirsiz hale gelecek de değildir. Alacak zaten nitelik olarak dava açılmasından önce de belirli bir alacaktır. Mahkemenin hukuki yarar eksikliğini gidermek adına davacıya alacağını tam eda davasına dönüştürmesi, diğer bir deyişle talebini tam olarak belirlemesi için süre vermesi söz konusu olamaz.” (ASLAN, Kudret; AKYOL ASLAN, Leyla; KİRAZ, Taylan Özgür, Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C: 16, Özel Sayı (Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ’e Armağan), Y: 2014, s. 1000, 1001)

ARSLAN/YILMAZ/TAŞPINAR AYVAZ’a göre, “Davanın açıldığı sırada var olmayan “hukukî yararın” dava sırasında tamamlanması, mahkemenin “hukukî yarar” eksikliğinin tamamlanmasını beklemesi söz konusu olamaz. Çünkü, hukukî yarar dava şartı eksikliği ilgili tarafa belli bir süre verilerek tamamlanabilecek bir dava şartı değildir. Hukukî yararın bulunması dava şartı, sadece dava açılırken değil, nihai karar verilinceye kadar var olmalıdır. Bu dava şartının eksikliğinin mahkemece tespiti üzerine davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir.” (ARSLAN, Ramazan; YILMAZ, Ejder; TAŞPINAR AYVAZ, Sema, Medenî Usul Hukuku, 3. Baskı, Ankara, 2017, s. 286)

PEKCANITEZ’e göre, “… davacının belirsiz alacak davası açmakta hukukî yararının bulunmadığı tespit edilirse hâkim bu hukukî yarar eksikliğinin tamamlanması için davacıya süre veremez. Bazı dava şartı eksiklikleri sonradan tamamlanabilirse de, hukukî yarar şartı eksikliği sonradan tamamlanamaz. Çünkü dava şartları dava açıldığı tarih esas alınarak belirlenir. Ancak, hukukî yarar eksikliği dava sırasında fark edilmeden giderilmişse bu durumda hukukî yararın bulunmaması sebebiyle davanın reddi doğru olmaz. Bununla beraber dava açarken hukukî yararı bulunmayan davacıya, “senin bu davayı açmakta hukukî yararın yok, ama sana bir haftalık süre, hukukî yararın olan başka bir talep sonucu ileri sür ve böylelikle eksik olan hukukî yararın tamamlansın” denilemez.” (PEKCANITEZ, Hakan, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, İstanbul, 2017, s. 1040)

“… Yargıtay yıllardır istikrar bulmuş olan kararlarında hukukî yararı bulunmayan davacının açtığı tespit davasının reddine karar verilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu konuda kısmî dava bakımından hukukî yararı bulunmayan davacıya herhangi bir süre verilmesine ya da talep sonucunu değiştirmesine imkân tanınmamıştır. Belirsiz alacak davası bakımından uygulamayı farklı kılmanın bu anlamda bir nedeni de bulunmamaktadır. Her ne kadar Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda dava şartları yeni düzenlenmiş ise de, bu düzenleme eski uygulamadan bir farklılık gerektirecek nitelikte değildir. Bütün dava şartı eksikliklerinde mutlaka süre verilerek eksik olan dava şartının giderilmesi mümkün değildir. Örneğin, dava şartı olmasına rağmen mahkemenin görevsiz olması, yargı yoluna aykırılık ya da kesin hüküm halinde nasıl süre verilerek eksikliğin tamamlanması söz konusu değilse hukukî yarar yokluğunda da aynı sonuca varmak gerekir.” (PEKCANITEZ, Hakan, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, İstanbul, 2017, s. 1064)

Ancak doktrinde bu görüşün aksini savunan yazarlar da bulunmaktadır.

YILMAZ’a göre, “Alacak belirli veya hayatın olağan akışı çerçevesinde belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılmasında hukukî menfaat yoktur; buna rağmen açılan belirsiz alacak davası, dava şartı (m. 114, l/h) çerçevesinde değerlendirilmelidir. Yani, açılan belirsiz alacak davası açılması geçen gerekli şartlar -hukukî menfaat- yoksa, hâkim dava şartı eksikliğinden dolayı davayı hemen reddetmemeli, eksikliğin tamam­lanması (yani, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın belirli alacak da­vası şekline sokulması) için kesin süre vermeli, bu süre içinde gerekli işlem­lerin (dava dilekçesinin düzeltilmesi -bu arada istem sonucunun değiştiril­mesi- ve harçların yatırılması/tamamlanması) yapılmaması halinde, belirsiz alacak davasının, dava şartı eksikliğinden dolayı reddi yoluna gidilmelidir (m. 115,2).” (YILMAZ, Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 3. Baskı, Ankara, 2017, s. 1600)

TANRIVER’e göre, “Koşullarının oluşmamasına rağmen, bir dava, belirsiz alacak davası şeklinde açılmışsa, hukukî yarar, yani dava şartı yokluğundan, usûlden hemen reddedilmemeli; hâkim, taleple bağlı olup (HMK m. 26) hukukî tavsifle bağlı bulunmadığı için (HMK m.33), ortada örtülü bir kısmî dava da mevcut değilse (HMK m. 109), bir ara kararıyla, açılan davayı, tam bir eda davası (HMK m. 105) olarak nitelendirip görmeye devam etmelidir. Çünkü, belirsiz alacak davası bağlamında, dava dilekçesinde gösterilmesi gereken asgarî tutar, zaten somut olayın koşullarına ve özelliklerine göre, tespiti mümkün olan alacak tutan konumundadır. Dolayısıyla, anılan durumda, örtülü kısmî davanın koşullan da mevcut değilse, davacının, tam bir eda davası açtığı kabul edilmelidir. Buna karşılık, dava dilekçesinde, asgarî bir tutar gösterilmiş olup; bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı yoksa kısmî dava mı olduğu hususunda, talep sonucu bağlamında herhangi bir açıklık yok ise (HMK m. 119, I/ğ), hâkim, taleple de bağlı olduğu için (HMK m. 26, I), öncelikle Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre verip; onun beyanı doğrultusunda, açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı yoksa kısmî dava mı olduğunu saptamak zorundadır.” (TANRIVER, Süha, Medenî Usûl Hukuku, C: I, Ankara, 2016, s. 587, 588)

BUDAK/KARADEMİR’e göre, “Kanunda belirsiz alacak davasının şartları gösterilmiş olmasına rağmen, şartları olmadan belirsiz alacak davası şeklinde açılmış olan bir davanın akıbetinin ne olacağı düzenlenmemiştir. Bu konuda uygulanması söz konusu olabilecek kanun hükümleri kanımızca dava dilekçesindeki eksikliklerin giderilmesiyle ilgili HMK m.119(1)(ğ), (2) hükümleri ile dava şartı eksiklerinin giderilmesine ilişkin HMK m. 115(2) hükmü olabilir. Her halde, şartları olmadan açılan belirsiz alacak davasının hemen reddedilmemesi; davacıya talebini belirli hale getirmesi için süre verilmesi gerektiği yönündeki görüşler bize de daha doğru görünmektedir.” (BUDAK, Ali Cem; KARADEMİR, Dilek, Şartları Oluşmadığı Halde Belirsiz Alacak Davası Açılırsa Hâkim Nasıl Karar Vermelidir?, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C: XIII, Özel Sayı (Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Kuruluşunun 20. Yılı Armağanı), Y: 2016, s. 140, 141)

KARAASLAN’a göre, “Bir görüşe göre belirsiz alacak davalarında özel bir hukukî menfaatin varlığı aranmakdır. Kanımca bu dava bakımından bulunması gereken hukukî menfaat herhangi bir eda davasından farklı değildir. Burada davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün değilse hukukî menfaatinin var olduğu kabul edilmelidir. Söz konusu davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmiş olması ancak belirsiz alacak davasının koşullarını taşımaması davacının hukukî menfaatinin bulunmadığını göstermez. Belirsiz alacak davacında özel bir hukukî menfaatin mevcut bulunması gerektiğini gerekçelendirmek için kullanılan tespit davası açmakta hukukî menfaati bulunmadığı halde tespit davası açmış davacıya davasını eda davasına dönüştürme imkânı verilmeden davanın reddine karar verilmesi gerektiğine ilişkin kıyas da kanımca yerinde değildir. Çünkü benzer şeyler birbirleri ile kıyas edilebilir. Tespit davalarında özel bir hukukî menfaat aranacağı öteden beri kabul edilen ve bugün itibariyle Kanunda da yer alan bir husustur. Hâlbuki belirsiz alacak davası bir eda davasıdır ve eda davalarında kural olarak hukukî menfaatin varlığı kabul edilir. Burada kanımca “alacağın miktar yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenmesinin davacıdan beklenememesi veya bunun imkânsız olması” hali gerçekleşmese bile açılan davada hukukî menfaat mevcuttur. Ancak bu dava belirsiz alacak davası olarak değil, kısmî veya tam eda davası olarak görülmelidir. Bu halde mahkemenin m. 31 gereği alacak miktarının netleştirilmesi için davacıya süre verip yargılamaya devam etmesi gerekecektir. Esasen böyle bir durumda dava değişikliği de söz konusu değildir. Çünkü davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmiş olması durumunda da davacının talebi tüm zararının tazmin edilmesidir.” (BUDAK, Ali Cem; KARAASLAN, Varol, Medenî Usul Hukuku, 2017, s. 136, 137)

AKİL’e göre, “… Şartları oluşmadan belirsiz alacak davasının açılması durumunda hukuki nitelendirme ile bağlı olmayan mahkeme (HMK m. 33) davayı reddetmemeli, davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) gereği davacıya süre vererek dava konusu meblağı rakamla belirlemesini sağlamalı ve davaya buna göre devam etmelidir. Davacının verilen süreye rağmen dava konusu meblağı rakamla belirlememesi durumunda ise HMK m. 119/2 uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmelidir.” (AKİL, Cenk, Belirli Alacağın Belirsiz Alacak Davasına Konu Edilmesi Durumunda Mahkeme Ne Tür Bir Karar Vermelidir?, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C: XIV, S: 2, Y: 2017, s. 207)