BORCU SONA ERDİREN BELGE TEMYİZ AŞAMASINDA DİKKATE ALINABİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


04 Ara
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2021/9737
KARAR NO    : 2022/4195

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, Mahkemece davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine ilişkin olarak verilen karar, bir kısım davalı Erdem, Nida ve Ufuk vekili tarafından süresinde duruşma istekli, davacı vekili tarafından süresinde katılma yolu ile ve hakkında hüküm kurulan Emre Emin A. tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 26/05/2022 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılardan Emre Emin A., Ufuk Emin A. ve vekilli M.T. ile temyiz edilen davacı vekili Avukat E.Ö. ve Avukat S.Ö. geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davalılar Nida A. v.d. gelmedi. Yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı, dosya incelenerek gereği görüşüldü:

I. DAVA

Davacı, yurt dışında yaşadığını, birtakım sorunlarla ilgilenmesi için kardeşi davalı Mehmet’i vekil tayin ettiğini, bilgisi ve rızası dışında 1576, 1225, 657, 1883, 605, 790 ve 735 parsel sayılı taşınmazların davalılara devredildiğini ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalılar Nida, Erdem ve Ufuk, taşınmazların bedeli ödenerek satın alındığını, davacının devirden haberdar olduğunu ve diğer davalı vekil Mehmet ile işbirliği içinde olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

III. MAHKEME KARARI

Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17/04/2014 tarihli, 2013/757 E. 2015/250 K. sayılı kararı ile; davacının, davalı kardeşi Mehmet A. ile yakın ve iyi ilişki içerisinde bulunduğu, iş birliği içerisinde hareket edenlerin davacı Gazi ve davalı Mehmet olduğu, davacının dava konusu taşınmazların davalı Mehmet'e verilen vekaletname ile diğer davalılara devredildiğini başından beri bildiği ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığının ileri sürülmesinin hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ

1. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz başvurusunda bulunmuştur.

2. Bozma Kararı

Dairenin 03/10/2018 tarihli, 2015/16930 E. 2018/13080 K. sayılı kararı ile; ‘‘...davacının Adana 4. Noterliğinin 14.04.2000 tarihli 11.51 yevmiye numaralı vekaletname ile davalı kardeşi Mehmet’i vekil tayin ettiği, dinlenen tanıklarca davacının dava dışı kardeşi Emin’e verilen vekaletnameden bahsedildiği, dosyada vekil sıfatıyla Emin’in yaptığı temliğe ilişkin yansıyan bir durumun olmadığı açıktır. Hal böyle olunca, delil olarak dayanılan ceza ve hukuk dosyalarının temini ile incelenmesi, 29.01.2001 tarihli akdin dosyaya alınması, temlik tarihleri itibariyle taşınmazların gerçek satış bedelinin keşfen belirlenmesi ve bunun akit değerleri ile karşılaştırılması, davacıya vekaleten vekil Mehmet tarafından yapılan bahse konu temliklere ilişkin taraflarca bildirilen tanıkların belirtilen ilkeler doğrultusunda yeniden dinlenmesi ve varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.’’ gerekçesi ile Mahkeme kararı bozulmuştur.

3. Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01/07/2021 tarihli, 2019/100 E. 2021/232 Karar K. sayılı kararıyla; davacının taşınmazların satışı için vekile talimat verdiği ve satış bedelinin davacıya ödendiği savunmasının kanıtlanamadığı, davalı vekil Mehmet’in vekalet görevini kötüye kullandığı, tarafların akrabalık durumları değerlendirildiğinde son malikler Nida ve Ufuk Emin'in durumu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda oldukları, TMK'nın 1024. maddesi aracılığı ile 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacakları, diğer davalıların kayıt maliki olmadıkları, tapu iptal ve tescil davasının kayıt malikine yöneltilmesi gerektiği gerekçeleri ile davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine karar verilmiştir.

4. Bozma Sonrası Mahkeme Kararına Karşı Temyiz Yoluna Başvuranlar

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı bir kısım davalı Erdem, Nida ve Ufuk vekili tarafından süresinde duruşma istekli, davacı vekili tarafından süresinde katılma yolu ile, hakkında hüküm kurulan Emre Emin A. tarafından süresinde temyiz isteminde bulunulmuştur.

5. Temyiz Nedenleri

5.1. Davalılar Erdem, Nida, Ufuk vekili temyiz dilekçesinde özetle; davacının satış işlemlerinden başından beri haberdar olduğunu, davalı Mehmet"in vekalet görevini kötüye kullandığını ve bunu davalılar ile işbirliği içerisinde yaptığına yönelik iddiasını ispatlayamadığını, varsayımsal yorum ile davanın kabul edildiğini, 07/02/2001 tarihli taahhütnamelerde davacının o tarihteki avukatının açıkça dava konusu taşınmazların mülkiyetinin kendisinde olmadığını beyan ederek, 01/01/2015 tarihinde boşaltıp teslim edeceğini taahhüt ettiğini, taraf teşkili tamamlanmadan yargılama yapıldığını, Emre Emin A.’na hiçbir aşamada tebligat yapılmadan davaya devam edildiğini, ancak bu kişinin temyiz aşamasında davacının davalıları ibra ettiğine dair belgeler sunduğunu, harç ve yargılama giderinin hatalı belirlendiğini belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.

5.2. Emre Emin A. temyiz dilekçesinde özetle; bu dava ile ilgili olarak ilk defa kendisine karar ile tebligat yapıldığını, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, davacının kötüniyetli olarak ailesini ve kendisini tehdit ederek haksız dava açtığını, kendisi yönünden davanın reddine karar verilse de diğer davalılar yönünden vereceği cevabın önemli olduğunu ve dikkate alınması gerektiğini belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.

5.3. Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle: Emre Emin A.'nun temyiz başvurusunun taraf sıfatı olmadığından reddine karar verilmesi gerektiğini veya davada taraf sıfatı olmayan Emre Emin A. yönünden kurulan hükmün gerekçeli karar içeriğinden kaldırılarak kararın düzeltilerek onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.

6. Gerekçe

6.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık; vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

6.2. İlgili Hukuk

6.2.1. Türk Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re'sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

6.2.2. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edilebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırma-malıdır. (Arslan, Ramazan; aktaran: Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII) Hukuk Genel Kurulunun 26.04.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K.sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir. (Rechts-schutzbedürfnis) Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır. Öte yandan, bu hukuksal yararın, “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135)

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır. Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.

Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olaya veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)'nin 6.maddesi ve 1982 Anayasası'nın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır. Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. (Pekcanıtez, H./Atalay, O./ Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297)

6.3. Değerlendirme

Somut olayda, davacının Adana 4. Noterliğinin 14/04/2000 tarihli ve 11651 yevmiye numaralı satış yetkisini içerir genel bir vekaletname ile kardeşi olan davalı Mehmet’i vekil tayin ettiği, 02/11/2000 tarihinde çekişme konusu 1883 ada 8, 9, 10 nolu bağımsız bölümler ile 605 ve 1225 parsel sayılı taşınmazların, aynı tarihli farklı bir akitle dava dışı 94 ve dava konusu 1576 parsel sayılı (imar işlemi neticesinde 5249 ve 5250 parseller) taşınmazların, 03/11/2000 tarihinde dava konusu 657 parseldeki 7, 8, 9,10 ve 11 nolu bağımsız bölümlerin, 29/01/2001 tarihinde de 1883 parseldeki 2, 3 ve 4 nolu bağımsız bölümlerin davalı vekil Mehmet tarafından davalı Nida’ya satış suretiyle devredildiği, davalı vekil Mehmet’in 04/01/2001 tarihinde Emre Emin A.’nu tevkil vekil tayin ettiği, Emre Emin A. tarafından da dava konusu 790 ve 735 parsellerin 09/12/2003 tarihinde davalı Erdem Emin’e satış suretiyle temlik edildiği, davalı Erdem’in anılan taşınmazları 12/08/2009 tarihinde davalı Ufuk’a devrettiği, temyiz aşamasında Emre Emin A. tarafından 14/09/2004 tarihli adi yazılı ‘’İbraname’’ başlıklı davacı ile davalılar Nida ve Erdem Emin’nin imzalarını içerir 2 adet fotokopi belge sunulduğu, bir kısım davalılar Erdem, Nida ve Ufuk’un da temyiz dilekçelerinde ‘’İbraname’’ başlıklı belgelerin dikkate alınması gerektiğini belirttikleri, davacının ise anılan belgelerin gerçeğe aykırı olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, yargılama aşamasında dayanılıp sunulmayan deliller, temyiz veya karar düzeltme aşamasında sunulamazlar; sunulmuş olsalar bile, bu aşamalardaki incelemeler sırasında dikkate alınamazlar. Bu kuralın tek istisnası, dayanılıp sunulan delilin, o davaya konu borcu sona erdiren bir nitelik taşıması; örneğin, davaya konu borcun ödenmiş olduğunu gösteren makbuz, ibraname gibi bir belge olmasıdır.

Diğer taraftan, ödenmiş bir hak söz konusu ise davacının dava açmakta hukuki yararı olmayacağı açıktır. Bu halde, 6100 sayılı Kanun’un 115. maddesi gereğince, dava şartının varlığı ya da yokluğunun incelenmesi, doğrudan mahkemeye verilmiş ödevlerden olması karşısında, önceden ileri sürülmemiş olsa bile temyiz aşamasında dava şartının var olup olmadığını kendiliğinden gözetilmesinde bir usuli engel bulunmamaktadır. (HGK’nın 24/02/2016 tarihli, 2014/22-735 E. 2016/166 K. sayılı kararı)

Hal böyle olunca, 14/09/2004 tarihli adi yazılı "İbraname" başlıklı davacı ile davalılar Nida ve Erdem Emin’nin imzalarını içerir 2 adet fotokopi belgelerin asıllarının dosyaya ibrazının usulünce sağlanması, belge aslı sunulduğu takdirde, davacı tarafından bu belgelerin gerçeğe aykırı olduğu ileri sürüldüğünden sözleşme altındaki imzanın davacının eli ürünü olup olmadığı hususunda imza incelemesi yapılması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.

Kabule göre ise, davacı tarafından husumet yöneltilmeyen Emre Emin A.’nun karar başlığında davalı olarak gösterilmesi ve anılan kişi hakkında açılmış bir dava bulunmamasına rağmen davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; tarafların ve hakkında hüküm kurulan Emre Emin A.’nun temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 6100 sayılı Yasa'nın geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK.'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 20/11/2021 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden davacı vekili içen 3.815,00 TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilen-hakkında hüküm kurulan Emre Emin A.’ndan alınmasına, temyiz eden bir kısım davalılar Ufuk Emin ve hakkında hüküm kurulan Emre Emin A. vekili için 3.815,00 TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilen davacıdan alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26/05/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Başkan         Üye                        Üye               Üye               Üye
H. KAYA        F. ERNALBANT     İ. AYSAL       F. DEMİR      M. TEPE
(Muhalif)

- MUHALEFET ŞERHİ -

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine dayalı tapu iptal tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece yapılan yargılama sonucu davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz aşamasında davalı tarafından ibranamenin noter onaylı örneği ibraz edilmiştir. Sayın çoğunluk ile aramızda çıkan uyuşmazlık, yargılama aşamasında delil olarak dayanılmayan, bir engel olmamasına rağmen sunulmayan, temyiz aşamasında sunulan ibranamenin delil olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususundadır.

Dairenin sayın çoğunluğu, ibranamenin borcu söndüren belgelerden olması nedeniyle her aşamada ileri sürülebileceği, bu nedenle değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir.

Dava, 2013 tarihinde açılmıştır bu nedenle 6100 sayılı HMK hükümleri uygulanacaktır.

Somut dava, niteliği gereği kamu düzeninden değildir. Dolayısıyla yargılama hukukunun temel ilkelerinden olan “taraflarca getirilme ilkesi”ne tabidir. Bu durumda “Kanunla belirtilen durumlar dışında, hakim, kendiliğinden delil toplayamaz.” (HMK 25/2, )

Davacı, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını iddia ettiğine, davalı da vekil edenin vekili ibra ettiğini savunduğuna göre, ibra savunmasının ispatı davalıya düşecek ve davalı bu savunmasını usul hükümleri dairesinde ileri sürebilecek ve ispat edecektir. İbra savunmasının en önemli delili yazılı belgedir. Bu belge davalı tarafın en önemli argümanı olmakla süresi içinde ibraz edilmeli, bu delilin ibrazı için de bir süre bulunmalıdır. Bir başka deyişle ibra belgesine, diğer deliller nazarında üstünlük tanıyan yasal bir düzenleme bulunmadığı sürece, aynı diğer delillerin toplanması ve ibrazı usulüne tabi olmalıdır. Davalı taraf ibranameyi temyiz aşamasında ibraz ettiğine göre HMK nın 145. maddesi “Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülmemesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.”şeklinde düzenlenmiştir. Usul hükümleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde delillerin ibrazı aşamasından sonra yeni delil ibrazını öngörmeyen bir sistematik içermektedir. Diğer bir deyişle temyiz aşamasında yeni delil ibrazını düzenleyen bir hüküm bulunmadığı gibi aksine böyle bir uygulama yasaklanmıştır. Nitekim HMK da delillerin ne zaman ve nasıl ibraz edileceği açıkça düzenlenmiştir.

Nasıl ki davacı ıslah dışında (davalının kabulü hariç) davasını genişletemezse, davalı da yine davacının kabulü ve ıslah dışında savunmasını genişletemez. Ödeme (ibra) iddiası davalının en önemli savunmasıdır ve bu savunmanın genişletilmesi yasağının istisnası Usul Yasasında düzenlenmemiştir.

“Ödenmiş alacak hakkında davacının dava açmakta hukuki yararı yoktur, hukuki yarar dava şartıdır, öyleyse ödemeye ilişkin belge borcu söndüren belgedir yargılamanın her aşamasında nazara alınır” şeklindeki görüşün yasal dayanağı bulunmamaktadır.

Dava şartları, davanın hemen başında, en geç ön inceleme duruşmasında görülüp karara bağlanacak hususlardandır. Davalının elinde bulunan belgeyi hiç ibraz etmemesi veya bu belgeyi bulamaması halinde dava şartı yokluğundan bahsedemeyecek isek, belge ortaya çıktığında da dava şartı yokluğundan bahsedemeyiz. Nitekim yargılama aşamasında dava konusu borcun ödenmesi halinde dava, “dava şartı yokluğundan davanın usulden reddi” şeklinde değil, “davanın konusu kalmadığından hüküm kurulmasına yer olmadığına” şeklinde sonuçlandırılmaktadır. Diğer yandan aynı ödeme belgesi temyiz aşamasında değil de karardan önce, yargılama aşamasında ibraz edilseydi verilecek karar “dava şartı yokluğundan usulden ret” değil “davanın esastan reddi” olacaktı. O halde borcu söndüren belgenin “dava şartı” gerekçesiyle temyiz aşamasında nazara alınması mümkün olmayacaktır.

Yargılama aşamasında elde edilemeyen belgenin yargılamadan sonra ele geçirilmesi halinde kanun koyucu bu tür durumlar için yargılamanın yenilenmesi kapsamında belge sahibi lehine HMK 375/1-ç maddesini getirmiştir. Bu madde gereğince davalı süresi içinde yargılamanın yenilenmesi yoluna gidebilecektir. Diğer yandan böyle bir uygulamanın kabulü halinde yargılamanın yenilenmesi müessesesinin (bu sebep açısından) amacı ortadan kalkacaktır. Eğer davalı bu belgeyi keyfi olarak yargılama aşamasında ileri sürmemişse sonuçlarına da katlanmalıdır. Aksinin kabulü, yargılama sürecini davalının inisiyatifine bırakmak olacaktır. Böylece uygulamada davalı, elinde belgesi olmasına rağmen sırf davacıyı uğraştırmak, işini güçleştirmek için ibraz etmeyecek, davanın kabulü halinde temyiz aşamasında bu belgeyi ibraz ederek itirazda bulunacak ve yargılamanın yeniden başlamasına sebep olacaktır. Bir adım ötesi, davalının ibraz ettiği ödeme belgesi altındaki imza davacının imzası olmayabilecek, imza incelemesi sürecinden sonra davanın kabulü halinde de davacının alacağına kavuşması için geçecek sürenin ne kadar olacağını kestirmek de mümkün olmayacaktır. Bu nedenlerle ünlü hukukçu Jhering “usul hürriyetin ikiz kardeşi, keyfiliğin can düşmanıdır” diyerek usul kurallarına bağlılığın önemine işaret etmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önceleri “borcu söndüren belgelerin” her aşamada, temyiz aşamasında da ibraz edilebileceğini ve bu belgelerin incelenmesi gerektiğini belirtmişken (2014/22-735 E) (bu karara tarafımca muhalefet şerhi yazılmıştır) son zamanlarda vermiş olduğu kararlarında “ Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında; temyiz aşamasında ilk defa sunulan ödeme belgelerinin icra mahkemesinde yapılan inceleme sırasında borçlunun elinde bulunup sonradan oluşturulmadığı anlaşılmaktadır.

Ödeme belgesini bilen borçlunun buna rağmen bu belgeden söz etmemesi ya da sunmaması, ona etkin hak arama imkânı tanınmamasından değil, kendi ihmalinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, bu ödeme belgeleri icra mahkemesindeki incelemeden önce var olduğu hâlde ileri sürmeyen borçlunun, kararın temyizi aşamasında dosyaya sunarak bu deliller doğrultusunda değerlendirme yapılmasını talep etmesi mümkün değildir. Nitekim bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 11.11.2021 tarihli ve 2019/(22)9-637 E., 2021/1387 K. sayılı ile 23.11.2021 tarihli ve 2017/(6)8-1850 E., 2021/1484 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.” derken, 2019/637 E sayılı kararında ise,

“6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun sisteminde, uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan HMK’nın 140/5. maddesi dikkate alındığında ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, vazgeçme yaptırımına bağlanarak, davayı uzatıcı bu kötüniyetli davranışlar engellenmeye çalışılmıştır. Zira dilekçelere eklenip sunulmamış, daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen süre içinde de verilmemiş delillere, tahkikat içinde kural olarak dayanılamaz. Tahkikatın amacı, kural olarak, delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.

Ancak istisnaen belirli koşulların gerçekleşmesi kaydıyla, taraflar gerek ön inceleme gerekse de tahkikat aşamasında yeni delil gösterebilme olanağına sahiptirler.

Nitekim bu husus, HMK’nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlığını taşıyan 145. maddesinde “(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

 Tarafların Kanun’da belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin kurala getirilen istisnanın, dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil bildirmeyen, ön inceleme aşamasında veya çıkarılacak davetiye üzerine delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafın tahkikat aşamasında delil bildirme haklarının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir.” Diyerek direnme kararını uygun bulmuştur.

Sonuç itibariyle; kamu düzenine ilişkin olmayan davada, HMK da öngörülen delil ibraz sistemine uymayan, süresi içinde ileri sürülmediği gibi yargılama aşamasında da ibraz edilmeyen, davalının savunmasının en önemli delili olan ibra belgesinin temyiz aşamasında ibraz edilmesi halinde dikkate alınamayacağı, bu nedenle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum.

Hasan KAYA
Başkan

BİLGİ :
“Ödeme belgelerini yargılamadan önce ileri sürmeyen taraf, temyiz aşamasında bu belgelere dayanarak değerlendirme yapılmasını isteyemez.” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24 Şubat 2022 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/odeme-belgelerini-yargilamadan-once-ileri-surmeyen-taraf-temyiz-asamasinda-bu-belgelere-dayanarak-degerlendirme-yapilmasini-isteyemez