HUMK DÖNEMİNDEKİ KISMİ DAVA ISLAHLA BELİRSİZ ALACAK DAVASINA DÖNÜŞTÜRÜLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


03 Nis
2019

Yazdır

T.C.
YARGITAY    
3. HUKUK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI

ESAS NO       : 2018/2898
KARAR NO    : 2018/9383

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                  : 
İSTANBUL 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ                            : 11/01/2018
NUMARASI                    : 2015/24 - 2018/15
DAVACI                          : F.E. VEK. AV. A.B.
DAVALILAR                   : 1- M.O., 2- S.Ş.M.H.,
                                          3- Ü.H. VEK. AV. D.A.Y., AV. O.E., AV. E.S.T.

Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, duruşmalı olarak incelenmesi davalı tarafından istenilmekle daha önceden belirlenen 18.09.2018 duruşma günü için tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Av. O.E. geldi. Davacı vekili Av. A.B. geldi. Açık duruşmaya başlandı. İşin daha derinlemesine incelenmesi ve bu konuda bir araştırma yapılması gerektiği heyetçe zorunlu görüldüğünden, Yargıtay Kanununun 24/1 ve Yargıtay İç Yönetmeliğinin 21/3 maddeleri uyarınca görüşmenin başka bir güne bırakılması uygun görüldüğünden, belli gün ve saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y     K A R A R I

Davacı; 01.11.2002 başlangıç tarihli kira sözleşmesi ile kiracı olduğu taşınmazda, kiralayanın vefat ettiğini, taşınmazın davalı murislere intikal ettiğini, davalıların ihtiyaç nedenine dayalı olarak açtıkları Şişli 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2006/2..9 esas sayılı dosyasında tahliyesine karar verildiğini, mahkeme kararının Şişli 2. İcra Müdürlüğünün 2008/2.0.4 esas sayılı dosyası ile icraya konulduğunu, müvekkilinin icra baskısı nedeniyle 30.05.2009 tarihinde mecuru tahliye edip, davalılara teslim etmek zorunda kaldıklarını, davalıların ise kısa süre sonra taşınmazı 3. kişiye kiraya verdiğini, bu durum karşısında zarara uğradığını belirterek şimdilik 20.000 TL maddi; 5.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiş, 02.10.2017 tarihli dilekçesi ile talebini 196.084,97 TL olarak ıslah etmiştir.

Davalılar; davalılardan Nöber Mine O.'un oğlu Cenk Osman O.'un iş yeri ihtiyacı için Şişli 2. Sulh Hukuk Mahkemesine dava açtıklarını, davanın karara çıktığını ve kararı Şişli 2. İcra Müdürlüğünün 2008/2.0.4 esas sayılı dosyası ile takibe koyduklarını, taşınmazın tahliye edildiğini, bu işlemlerin uzun zaman aldığını, dava konusu mecurun 30.05.2009 tarihinde davalı tarafından tahliye edilmesinden sonra Cenk Osman O.'un iki ay süre ile taşınmazda ticaret yapmak için gereken girişimlerde bulunduğunu ancak ekonomik kriz nedeniyle gereken mali kaynağın bulunamadığını, bu nedenle taşınmazı kiraya vermek zorunda kaldıklarını, davacıya taşınmazı yeniden kiraya vermek için ihtar gönderdiklerini ancak davacının taşınmazı yeniden kiralamaya yanaşmadığı için 3. Kişiye taşınmazı kiraya vermek zorunda kaldıklarını savunarak davanın reddine karar verilmesini dilemişlerdir.

Yapılan yargılama sonucu Mahkemece; davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı tarafından temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 23.09.2015 tarih, 2014/7146 esas 2014/12119 karar sayılı ilamıyla, “...Mahkemece bozmaya uyularak bozma gereğince işlem yapılmasına rağmen "davacının, yasal olarak kiralanandan tahliye edildiği, davacının uğradığını iddia ettiği zararlarının yasal tahliyenin sonucu olduğu, kiralananın bir başka şahsa kiraya verilmesi eylemi ile bu zararlar arasında illiyet bağı olmadığı" şeklindeki gerekçe ile maddi tazminata yönelik istemin reddine karar verilmiş ise de; Dairemizce verilen bozma kararına uymakla davacı yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Bu nedenle Dairemizin bozma ilamı doğrultusunda maddi zararın kapsamı belirlenerek hüküm altına alınması gerekirken maddi tazminat talebinin reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmemiş; kararın açıklanan nedenle de bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde; HMK 107. Maddesi gereğince alacağın belirli hale geldiği gerekçesi ile 196.084,97 TL'nin dava tarihi olan 22.02.2010 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.

2- HMK’nun 281. maddesinde; tarafların, bilirkişi raporunda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri; mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden ek rapor alabileceği; ayrıca gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabileceği açıklanmıştır.

Bilirkişiler, raporlarını hazırlarken raporun dayanağı olan somut ve özel nedenleri bilimsel verilere uygun olarak göstermek zorundadır. Bilirkişi raporu aynı zamanda Yargıtay denetimine de elverişli olacak şekilde bilgi ve belgeye dayanan gerekçe ihtiva etmelidir. Ancak, bu şekilde hazırlanmış raporun denetimi mümkün olup, hüküm kurmaya dayanak yapılabilir.

Bilirkişi raporu kural olarak hâkimi bağlamaz. Hâkim, raporu serbestçe takdir eder. Hâkim, raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor isteyebileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla yeniden inceleme de yaptırabilir. Bilirkişi raporları arasındaki çelişki varsa hakim çelişkiyi gidermeden karar veremez.

Somut olayda, mahkemece, bozma sonrası tekstil ve mali analiz konusunda uzmanlığı anlaşılamayan hukukçu bilirkişiden alınan rapora göre davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bilirkişi raporunda; davacıya ait vergi beyannamelerindeki zararların sadece dava konusu işletmeye mi ait olduğu ve zararın sadece tahliyeden mi kaynaklandığı gibi hususlarda herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan eksik inceleme ve araştırma ile karar verilemez. 

Bu nedenle, hükme esas alınan bilirkişi raporu yeterli ve Yargıtay denetimine elverişli olmadığından, zarar konusunda uzman tekstil ve mali işlerinden anlayan bilirkişilerden oluşacak bir heyetten gerekçeli, ayrıntılı ve Yargıtay denetimine uygun bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

3- Mahkemece, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin iki adet bozması sonrasında, maddi tazminat isteminin ıslah yoluyla artırımına ilişkin isteme; "HMK 107. maddesi uyarınca dava belirli hale getirilmiş ve istem değinilen miktara yükseltilmiştir." denilerek, alacak belirsiz alacak davası olarak kabul edilerek karar verilmiştir.

Uyuşmazlık tazminatın ıslah suretiyle artırılıp artırılamayacağı ve görülmekte olan kısmi davanın, ıslah yoluyla yargılama sırasında yürürlüğe giren HMK’nun 107 maddesine göre belirsiz alacak davasına dönüşmesinin mümkün bulunup bulunmadığına ilişkindir.

Davacı 02.10.2017 tarihli ıslah dilekçesinde HMK’nun 107 maddesine dayandığını beyan etmiş ise de anılan yasal düzenlemenin görülmekte olan davada uygulama olanağı yoktur. Zira usul hukuku alanında geçerli temel ilke; yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, usul kanunu hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olması, yeni hükümlerin daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.

Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında, derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken diğer bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır.

Dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden, çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bir davayı bütün olarak değerlendirip, bu konuda yeni kanunun etkili olup olmayacağı söylenemez. Yargılama sırasında yapılan bir usul işlemi ve kesiti tamamlanmış ise, artık yeni kanun o usul işlemi hakkında etkili olmayacak, dolayısıyla da uygulanmayacaktır.

Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar -aksine bir kural benimsenmediği takdirde- genel olarak hemen etkili olup, uygulanırlar (Y.İ.B.K.’nun 8.7.1942 gün ve E:13, K:19; Hukuk Genel Kurulu'nun 23.09.1964 gün ve E:7/1139, K:575; 09.3.1988 gün ve E:860, K:232; 23.11.1988 gün ve E:1988/1-825, K:1988/964; 22.02.2012 gün ve E:2011/2-723, K:2012/87 sayılı ilamları).

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun “Zaman Bakımından Uygulanma” başlığını taşıyan 448/1. maddesi de yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak; “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir.

Bu madde hükmüne göre, kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde, yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır. Aynı hususlar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.02.2011 gün ve 2011/19-735 E. 2012/93 K. ile 22.02.2012 gün ve 2011/2-733 E. - 2012/87 K.sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda uyuşmazlığın çözümünde, somut olay yönünden; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesi ve gerekli harçların yatırılması ile tamamlanan dava açılması işleminde, diğer bir ifade ile davanın açıldığı 22.02.2010 tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

Buna göre, 6100 sayılı HMK ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına ilişkin hükümlerin, somut uyuşmazlıkta uygulanma imkânı bulunmamaktadır. (Yargıtay HGK 2013/10-436 E. - 2013/1743 K.)

Yukarıdaki açıklamaların ışığında ıslah suretiyle kısmi davanın belirsiz alacak davasına dönüşmeyeceği ortadadır.

Islah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. HMK' nun 176. maddesinde ıslah; “taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir" olarak tanımlanmıştır.

Aynı Kanun'un müteakip 177. maddesinde ise, ıslahın tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar yapılabileceği öngörülmüş olduğundan ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığından, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilme ve bu nedenle bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.

Hukuk Genel Kurulunun 15.3.2006 tarih ve 2006/9-21E-2006/72K sayılı kararı ile; Mahkemece tüm deliller toplanıp, bilirkişi incelemesi yaptırılıp ve dosya esas yönünden de karar vermeye hazır hale getirildikten sonra yerel mahkemece verilen karar Yargıtay Dairesince bozulmuş ve bozmadan sonra da herhangi bir tahkikat yapılmamışsa artık ıslahın açıklanan nedenlerle kabulünün mümkün olmayacağı belirtilmiştir.

Nitekim, 04.02.1948 gün ve 1948-3 Esas, 1944-10 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; 'ıslah'ın; Hukuk Muhakemeleri Kanununun 177. maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabileceği Yargıtay'ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağı açıklanmış, 06.05.2016 tarihli ve 2015/1 Esas 2016/1 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile de; "bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağı ve 04.02.1948 gün ve 04.02.1948 gün ve 1944/10 Esas 1948/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine” karar verilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında ise; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 23.09.2015 tarihli, 2014/7146 Esas - 2014/12119 Karar sayılı bozma ilamı sonrasında mahkemece yapılan yargılamada alınan bilirkişi raporu doğrultusunda davacı vekilince 02.10.2017 havale tarihli ıslah dilekçesinin sunulduğu, mahkemece de davacılar vekilinin söz konusu ıslah dilekçesi dikkate alınmak suretiyle hüküm tesis edildiği anlaşılmaktadır. Ne var ki, yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatları da nazara alındığında bozmadan sonra ıslah yapılamayacağından; mahkemece, bu husus gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalıların sair temyiz talebinin REDDİNE, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince hükmün davalılar lehine BOZULMASINA, 1.630 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 6100 sayılı HMK'nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.10.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan               Üye                        Üye                  Üye                    Üye
M. DUMAN          F. PINARCI           M. ÖZER          H. KANIK           M. GÜRKANLI

BİLGİ :
"HUMK döneminde açılmış kısmi dava tamamen ıslah yoluyla tam eda davasına dönüştürülebilinir" şeklindeki Yargıtay 22. Hukuk Dairesi'nin 17 Ocak 2017 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/humk-donemindeki-kismi-dava-tamamen-islah-yoluyla-tam-eda-davasina-donusturulebilinir