BEDELSİZLİK BAŞKA DELİLLERLE DESTEKLENMEDİĞİ SÜRECE BU HUSUS TEK BAŞINA MURİS MUVAZAASININ KABULÜ İÇİN YETERLİ OLAMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


29 Nis
2023

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2020/1-194
KARAR NO   : 2022/1357

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                 :
 Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi
TARİHİ                           : 09/10/2019
NUMARASI                   : 2019/1329 - 2019/1146
ASIL VE BİRLEŞEN
DAVADA DAVACI          :
E.I. vekilleri Av. A.K., Av. S.K.
ASIL DAVADA DAVALI : Ş.İ. vekili Av. M.E.K. 
BİRLEŞEN DAVADA 
DAVALI                          :
M.I. vekili Av. T.F.İ.

1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen "tapu iptali ve tescil" davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesince verilen davacının istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının ortadan kaldırılmasına, asıl ve birleştirilen davanın kabulüne ilişkin karar, asıl ve birleştirilen davada davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı asıl ve birleştirilen davada davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Asıl Davada;

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin babası miras bırakan Hüseyin I.’ın 24.11.2013 tarihinde öldüğünü, geriye mirasçı olarak miras bırakanın eşi Mukaddes I. ve çocukları; müvekkili, Mitat I. ve davalı Şengül İ.’ın kaldığını, miras bırakının mirastan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak aslında bağışlamak istediği 101 parsel numaralı 17.600 metrekare ve 1560 parsel numaralı 73.666 metrekare yüzölçümlü taşınmazları 15.03.2013 tarihinde davalıya 22.000 TL ve 91.000 TL bedel karşılığında satılmış gibi göstermek suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir .

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tapuda yer alan şerhe göre dava konusu taşınmazların 3083 sayılı Kanun kapsamında kaldığını ve dava konusu edilemeyeceğini, mal kaçırma ve muvazaa iddialarının gerçeği yansıtmadığını, miras bırakanın asıl amacının çocukları arasında dengeyi sağlamak olduğunu, anneleri Mukaddes I.’a miras yoluyla kalan taşınmazın davacıya bağış suretiyle devredilmesine rıza gösterdiklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Birleştirilen Davada;

Davacı İstemi:

6. Davacı vekili dava dilekçesinde; miras bırakının mirastan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak aslında bağışlamak istediği tarla vasfındaki 72 parsel numaralı 108.200 metrekare yüzölçümlü taşınmazın tamamını 26.03.2013 tarihinde oğlu davalı Mitat I.'a 134.000 TL bedel karşılığında satılmış gibi göstermek suretiyle devrettiğini, miras bırakanın aynı amaçla başka taşınmazlarını da temlik ettiğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

7. Davalı vekili cevap dilekçesinde; mal kaçırma ve muvazaa iddialarının gerçeği yansıtmadığını, miras bırakanın asıl amacının çocukları arasında dengeyi sağlamak olduğunu, miras bırakanın 2013 yılı Ağustos ayı içerisinde rahatsızlanarak bakıma muhtaç hâle geldiğini, tedavi süresince bakım ve ihtiyaçlarının müvekkili tarafından karşılandığını, bu durumun malların paylaşılması aşamasında göz önüne alındığını, miras bırakanın ölümünden sonra davacının isteği doğrultusunda tarafların bir araya geldiğini ve anneleri Mukaddes I.’a miras yoluyla kalan taşınmazın davacıya bağış suretiyle devredilmesine rıza gösterdiklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

8. Ereğli (Konya) 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.02.2017 tarihli ve 2014/37 E., 2017/54 K. sayılı kararı ile; miras bırakanın sağ iken davacının babasına ait tarlayı sattığı, satış parası olan 400.000 TL'nin davacı tarafından babasına verilmediği, bu satış parasının davacı tarafta kaldığı, bu durumun tanık Mukaddes I.'ın beyanları ile sabit olduğu, yine dinlenen tanık anlatımları ile tüm dosya kapsamından 400.000 TL'nin davacıda kalması nedeniyle miras bırakanın rahatsız olduğu, ölmeden önce diğer iki çocuğu olan davalılara bu satış parasına denk olacak şekilde mallarını paylaştırmak istediğinin anlaşıldığı, miras bırakanın oğlu davacı ile de bir husumetinin bulunmadığı, miras bırakanın gerçek amaç ve iradesinin davacı mirasçıdan mal kaçırmak olmadığı, temliklerin yapılma nedeninin çocukları arasındaki malların eşit bir şekilde denkleştirme olduğu dolayısıyla satış işlemlerinin muvazaalı olmadığı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.        

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

9. Asıl ve birleştirilen davada davacı vekili tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.

10. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesinin 22.12.2017 tarihli ve 2017/849 E., 2017/1414 K. sayılı kararı ile; birçok taşınmazı bulunan ve varlıklı olan murisin satış ihtiyacının bulunmadığı, murisin tüm mirasçılarını kapsar, hak dengesini gözeten, kabul edilebilir mal paylaştırdığının söylenemeyeceği, başka bir deyişle dava konusu taşınmazları davalı çocuklarına temlikindeki iradesinin mirasçıları arasında mal paylaştırmak olmadığı, kayıtlar ile doğrulanmayan davalıların bu yöndeki savunmalarına itibar edilemeyeceği, murisin mirasçıdan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olarak çekişmeli yerleri çocukları davalılara devrettiği sonucuna varıldığı, davacının ve murisin 23.09.2011 tarihinde yaptıkları taşınmaz devirleri sonucunda aynı gün murisin hesabından çıkan para ile murisin bankaya olan ipotek borcunun ödendiği, ayrıca murisin eşi Mukaddes I.’ın oğlu davacıya taşınmaz bağışında bulunmuş olmasının muris Hüseyin I.’ın dava konusu taşınmazları çocukları davalılara temlikindeki iradesinin mal paylaştırma olduğunu göstermeyeceği, mahkemece davacının muris muvazaası iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil isteği ile açtığı asıl dava ve birleştirilen davanın sabit olduğu gözetilerek kabulüne karar verilmesinin gerektiği gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun kabulüne, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 353/1-b-2 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, asıl ile birleştirilen davanın kabulüne oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

11. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davalılar vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

12. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 12.06.2019 tarihli ve 2018/1968 E., 2019/3725 K. sayılı kararı ile;

“… Somut olaya gelince, davalı tanığı olarak dinlenen tarafların anneleri Mukaddes I., mirasbırakan tarafından bir taşınmazın satılıp bedelinin davacıya verildiğini, diğer çocuklarına haksızlık olacağı düşüncesi ile de dava konusu taşınmazların davalı çocuklarına temlik edildiğini bildirmiştir. Çekişme konusu taşınmazların davalılara devrinin bedelsiz olduğu kuşkusuzdur.

Ne var ki, bedelsizlik muris muvazaasının varlığı için başlı başına bir neden değildir. Başka bir ifade ile mirasbırakanın mirasçılarından mal kaçırma gayesi ile temliki gerçekleştirdiği açıkça ortaya konulmalıdır.

Yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde devrin mal kaçırma amaçlı olmadığı, temlikin mirasçılar arasında eşitliği sağlamak amacıyla yapıldığı sonucuna varılmaktadır.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

13. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesinin 09.10.2019 tarihli ve 2019/1329 E., 2019/1146 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

14. Direnme kararı süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl dava dosyasında miras bırakanın 101 ve 1560 parsel numaralı taşınmazlar ve birleştirilen dava dosyasında 72 parsel numaralı taşınmaz yönünden yapmış olduğu temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

17. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

18. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).

19. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

20. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

21. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

22. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

23. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

24. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

25. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

26. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

27. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

28. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

29. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

30. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse HMK’nın 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

31. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

32. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.

33. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

34. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

35. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

36. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dosya kapsamından miras bırakan Hüseyin I.’ın 24.11.2013 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak eşi Mukaddes I. ile davacı oğlu Erdal I. ve davalı çocukları Mitat I. ve Şengül İ.’ın kaldığı, murisin asıl dava dosyasında çekişme konusu 101 ve 1560 parsel sayılı taşınmazları 15.03.2013 tarihinde davalı kızı Şengül’e, birleştirilen dava dosyasında 72 parsel sayılı taşınmazı ise 26.03.2013 tarihinde davalı oğlu Mitat’a satış suretiyle temlik ettiği, miras bırakanın dava konusu taşınmazlar dışında on yedi adet taşınmazının olduğu ve mirasçılara intikal ettiği anlaşılmaktadır.

37. Dinlenen davacı tanıkları dava konusu taşınmazların mal kaçırma amaçlı olarak temlik edildiği yönünde herhangi bir beyanda bulunmamışlardır. Murisin eşi tanık Mukaddes I. gerek 15.04.2015 ve 06.05.2016 tarihli duruşmalardaki gerekse 2014/49 D. İş sayılı dosyadaki beyanında özetle, murise ait bir taşınmazın dava dışı şirkete satışından elde edilen paranın davacı tarafından alınması nedeniyle, çocukları arasında eşitliği sağlamak gayesiyle bu temlikleri gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Murisin dava dışı şirkete temlik ettiği taşınmaz ile davacının anne Mukaddes I.’ın 109 parsel sayılı taşınmazdaki payını bağış suretiyle temlik aldığı beyanının dosyaya sunulan bilgi ve belgeler ile de uyum gösterdiği tespit edilmiştir. Yine, murisin bilirkişi raporlarında belirtilen 645 parsel sayılı taşınmazı satmayı gerektirecek miktarda borcunun da bulunmadığı anlaşılmıştır.

38. Çekişme konusu taşınmazların davalılara devrinin bedelsiz olduğu hususu kuşkusuz ise de, bedelsizlik başka delillerle desteklenmediği sürece bu hususun tek başına muris muvazaasının kabulü için yeterli olmayacağı açıktır.

39. Dosyaya sunulan deliller, bilgi ve belgelerden murisin birlikte çiftçilik yaptığı oğlundan mal kaçırmasını gerektirecek bir olgu ortaya konulmamıştır.

40. Anılan tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde, eldeki davada ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın miras bırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini kanıtlayamadığı anlaşıldığından asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmelidir.

 41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; somut olayda davalıların miras bırakanın temlikleri mirastan mal kaçırmak amacıyla değil, paylaştırma ve denkleştirme amacıyla yaptığını savunduğu, pay temliklerinin bedelsiz yapıldığı, temlik dışı mirasçıların bulunduğu ve murisin mal varlığı bakımından tam bir denkleştirme yapılmadığının da açık olduğu, dosya kapsamından asıl ve birleştirilen davaya konu olan satış işlemlerinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak yapıldığı hususu sabit olup, davacı tarafça da ispatlandığından davaların kabulüne karar verilmesi gerektiğini işaret eden Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

42. O hâlde; mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Asıl ve birleştirilen davada davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 20.10.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı asıl ve birleşen davasında; ortak miras bırakan babası Hüseyin’in 24.11.2013 tarihinde vefat ettiğini, murisin gerçekte bağış olduğu hâlde 101 parsel sayılı 17.600,00 m2 ve 1560 parsel sayılı 73.666,00 m2 miktarlı taşınmazlarını 15.03.2013 tarihinde davalı kızı Şengül’e, 72 parsel sayılı 108.200,00 m2 miktarlı taşınmazını ise 26.03.2013 tarihinde davalı oğlu Mitat’a satış suretiyle temlik ettiğini, yapılan işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu iptali ve miras payı oranında tescil isteğinde bulunmuştur.

Asıl dava davalısı Şengül; talebin hukuka aykırı olup, maddi gerçekle bağdaşmadığını, dava konusu temlikler öncesinde davacının kendi arazisi ile bu arazinin yanındaki miras bırakana ait arazinin aynı kişiye satıldığını, murisin taşınmazının satış parasını da davacının satın alan kişiden aldığını ve murise vermediğini, bunun üzerine köydeki yaşlıların ikazlarıyla miras bırakanın dava konusu iki adet taşınmazı kendisine, bir adet taşınmazı da oğlu Mitat’a kayden devrettiğini, böylece mirasçıları arasında dengeyi sağladığını, ayrıca tarafların annesi Mukaddes’in kendisine ait araziyi davacıya hibe ettiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Birleşen dava davalısı Mitat; miras bırakanın amacının sağlığında mallarını mirasçılar arasında, makul ölçüler içerisinde, dengeli bir biçimde paylaştırma yapmak olduğunu, uygulamada “denkleştirme” olarak da tanımlanan bu paylaştırmanın kabulü için miras bırakanın tüm mirasçılar arasında paylaştırma yapması, paylaştırmada tam bir eşitlik olmasa dahi makul ve hoşgörü ile karşılanabilecek bir denge kurması gerektiğini, buna göre miras bırakanın mirasçı davacıdan mal kaçırma amacı olduğu söylenemeyeceği gibi paylaştırma iradesi ve arzusunun gerçek olduğunu beyan ederek, davanın reddini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesince “mirasbırakanın gerçek amaç ve iradesinin davacı mirasçıdan mal kaçırmak olmadığı, temliklerin yapılma nedeninin çocukları arasındaki malların eşit bir şekilde denkleştirme olduğu dolayısıyla satış işlemlerinin muvazaalı olmadığı” gerekçesiyle “asıl ve birleşen davanın ispatlanamadığından reddine” dair verilen karara karşı istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nce “mirasbırakan Hüseyin I.'ın 24/11/2013 tarihinde ölümü ile davacı, davalılar ve dava dışı eşi Mukaddes I.'ın mirasçı kaldıkları, murisin çekişme konusu taşınmazları satış suretiyle çocukları davalılara temlik ettiği, birçok taşınmazı bulunan ve varlıklı olan murisin satış ihtiyacının bulunmadığı, murisin mirasçılarından davacı ve dava dışı eşi Mukaddes'e taşınmaz temlikin söz konusu olmadığı, murisin ölümü ile mirasçılarının 17 parça taşınmazı adlarına miras payları oranında intikal ettirdikleri, davalıların savunmalarında satış suretiyle temlik aldıkları dava konusu taşınmazların devrinin bedelsiz olduğunu kabul ettikleri ancak murisin mirasçıları arasında mal paylaştırdığını, davacıya da 2011 yılında üçüncü kişiye satış suretiyle devrettiği 645 parselin satış bedelini vermek suretiyle kazandırmada bulunduğunu belirttikleri, davalı tanıklarının da murisin çocukları arasında mal paylaştırdığı, oğlu davacıya sattığı yerin parasını verdiği yönünde beyanda bulundukları ne var ki Mahkemece yapılan keşif sonucu dava tarihi değeri belirlenen ve murisin davacıya malvarlığı kazandırmasına yönelik savunmaya konu olan satış bedelini davalının aldığının banka kayıtları ile sabit olmadığı gibi murisin, davalılar dışındaki mirasçıları davacı ve dava dışı eşi Mukaddes I.’a taşınmaz ya da malvarlığı değeri kazandırmasının söz konusu bulunmadığı, aksi yöndeki davalıların savunmasının kayıtlar ile doğrulanmadığı açıktır.

Öte yandan dosya kapsamı, toplanan deliller, tapu ve banka kayıtları, dinlenen tanık beyanları gözetildiğinde murisin tüm mirasçılarını kapsar, hak dengesini gözeten, kabul edilebilir mal paylaştırdığının söylenemeyeceği, başka bir deyişle dava konusu taşınmazları davalı çocuklarına temlikindeki iradesinin mirasçıları arasında mal paylaştırmak olmadığı, kayıtlar ile doğrulanmayan davalıların bu yöndeki savunmalarına itibar edilemeyeceği, murisin mirasçıdan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olarak çekişmeli yerleri çocukları davalılara devrettiği sonucuna varılmaktadır.

Diğer taraftan davacının ve murisin 23/09/2011 tarihinde yaptıkları taşınmaz devirleri ile aynı gün murisin hesabından çıkan para ile murisin bankaya olan ipotek borcunun ödendiği, ayrıca murisin eşi Mukaddes I.’ın oğlu davacıya taşınmaz bağışında bulunmuş olmasının muris Hüseyin I.’ın dava konusu taşınmazları çocukları davalılara temlikindeki iradesinin mal paylaştırma olduğunu göstermeyeceği, her murisin iradesinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği şüphesizdir.

O halde Mahkemece davacının muris muvazaası iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil isteği ile açtığı asıl dava ve birleşen davanın sabit olduğu” gerekçesiyle “davacının istinaf talebinin kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, asıl ve birleşen davanın kabulüne” oy çokluğu ile karar verilmiş, bu kararın davalı vekilleri tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “… muris muvazaasından söz edebilmek için mirasbırakanın kastının diğer mirasçılarından mal kaçırmak olmak gerekir.

Somut olaya gelince, davalı tanığı olarak dinlenen tarafların anneleri Mukaddes I., mirasbırakan tarafından bir taşınmazın satılıp bedelinin davacıya verildiğini, diğer çocuklarına haksızlık olacağı düşüncesi ile de dava konusu taşınmazların davalı çocuklarına temlik edildiğini bildirmiştir. Çekişme konusu taşınmazların davalılara devrinin bedelsiz olduğu kuşkusuzdur.

Ne var ki, bedelsizlik muris muvazaasının varlığı için başlı başına bir neden değildir. Başka bir ifade ile mirasbırakanın mirasçılarından mal kaçırma gayesi ile temliki gerçekleştirdiği açıkça ortaya konulmalıdır.

Yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde devrin mal kaçırma amaçlı olmadığı, temlikin mirasçılar arasında eşitliği sağlamak amacıyla yapıldığı sonucuna varılmaktadır.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuş; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi tarafından “mirasbırakanın çekişme konusu taşınmazları çocukları davalılara satış suretiyle devrettiği, davalıların mal paylaştırma savunmasında bulundukları, ne var ki murisin davacıya ve dava dışı eşi Mukaddes I.’ı herhangi bir taşınmaz devri ya da malvarlığı kazandırmasının söz konusu olmadığının sabit olduğu, belirlenen bu olgu ve tüm dosya kapsamı gözetildiğinde murisin iradesinin mal paylaştırma olduğunun söylenemeyeceği, bedelsizliğin davalıların kabulünde olmakla birlikte eldeki somut olayda muvazaa iddiasının bedelsizlik nedeniyle kabulünün söz konusu olmadığı, tüm mirasçıları kapsayacak ve hak dengesini gözetecek şekilde murisin paylaştırma yapmadığı belirlendiğine göre Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yıllardır kararlılıkla uygulanan içtihatlarında açıklandığı üzere murisin iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olduğunun kabulü gerektiği, “temlikin mirasçılar arasında eşitliği sağlamak' amacıyla yapıldığının söylenemeyeceği, aksi kabulün kendilerine hiçbir temlik yapılmayan davacı ve dava dışı mirasçıya haksızlık olacağı vicdani kanısına varılmıştır. Bu durumda, davacının muris muvazaası iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil isteği ile açtığı asıl dava ve birleşen davanın sabit olduğu” şeklinde gerekçe genişletilerek direnme kararı verilmiştir.

Uyuşmazlık, asıl dava dosyasında miras bırakanın 101 ve 1560 parsel numaralı taşınmazlar ve birleşen dava dosyasında 72 parsel numaralı taşınmaz yönünden yapmış olduğu temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görünüşünü/intibaını yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanununun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaasının esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile "bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına" karar verilmiştir.

Anılan kararın salt adalet duygusu ve kamu vicdanını rahatsız edebilecek sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle değiştirilmesi için yapılan başvuru üzerine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.3.1990 tarih ve 1989/1 E., 1990/2 K. sayılı kararında ise, "...Bu karar toplumun özel koşul ve gereksinimleri dikkate alınarak çıkarılmıştır. Şöyle ki, özellikle küçük kırsal bölgelerde kız çocuklarını mirastan mahrum etmek amacıyla muris, erkek çocuğu ile anlaşarak gerçekte bağışlama istediği malvarlığını, kötüniyetle satış göstermek suretiyle devir işlemini gerçekleştirmektedir. Bunun yanında eşin ölümü veya boşanma sebebiyle yeniden evlenen erkek, önceki eşinden olma çocuklarını sonraki eşin etkisiyle mirastan mahrum etmek amacıyla sonraki çocuklara gerçekte bağışlamak istediği malvarlığını satış göstermek suretiyle onlara intikal ettirmektedir. İşte, 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı esas itibariyle muvazaalı tasarruflar karşısında gerek kız çocuklarını erkek çocuklarla eşit miras hakkına kavuşturmak ve gerekse murisin çocukları arasında eşitliği sağlamak amacıyla çıkarılmış olup, bu düzenlemenin toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği ve hukuk önünde eşitliği sağladığı tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Bu çözüm tarzının değiştirilmesini haklı kılacak hiç bir neden görülmemiştir" şeklindeki açıklamalarla 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının Türk Hukukunda benimsenmesinin sebeplerine de değinilerek, değiştirilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşımaktadır.

Muris muvazaası da öteki nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaalar gibi dört unsurdan oluşur.

a-) Görünüşteki Sözleşme: Miras bırakanın, mirasçıdan mal kaçırmak, onların kendilerinden mal kaçırıldığı yönünde yapacakları itirazları, açacakları davaları önlemek, başka bir anlatımla onları aldatmak için karşı taraf ile anlaşarak, gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği sözleşmeye görünüşteki sözleşme denir.

b-) Üçüncü Şahısları (Mirasçıları) Aldatmak Amacı: Muris muvazaasına bu açıdan bakıldığında, öteki nispi muvazaalardan farkı mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımıyla, muris muvazaasında aldatmak isteyen (muvazaalı işlem yapan) miras bırakan, aldatılmak istenen ise mirasçıdır. Oysa muris muvazaası dışında kalan mutlak ve nispi muvazaalarda aldatılmak istenen üçüncü kişinin mirasçı olması şart değildir.

Muvazaalı sözleşme yapıldığı sırada mal kaçırılmak, aldatılmak istenen bir mirasçının veya mirasçıların bulunması, aldatmak amacının (kastının) gerçekleşmesi için yeterlidir. Bu durumda miras bırakanın ölüm tarihine göre mirasçı olan ve terekeden miras hakkı alması gereken mirasçının, kendisinin henüz mirasçılık sıfatını kazanmadığı tarihte yapılan muvazaalı işleme karşı durarak, muvazaanın tespiti için murisin ölümünden sonra dava açmakta hukukî yararının ve hakkının bulunduğu açıktır. Muvazaalı sözleşmenin yapıldığı tarihte mirasçı olmamasının muvazaa davası açma hakkına hiçbir etkisi yoktur. Esasen bir mirasçı muvazaa nedeniyle açtığı bir iptal ve tescil davası sonunda muris muvazaasının varlığını ispat edip o taşınmazın terekeye dönmesini sağladığı takdirde, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmayıp da, miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçılık sıfatını kazanan mirasçı o taşınmazdan pay aldığına göre, kendisine, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmaması nedeniyle dava açma hakkı tanınmaması açık bir çelişki yaratacağı gibi, hukuk mantığına da uygun düşmez.

Miras bırakan sağlığında mallarını mirasçıları arasında, makul ölçüler içerisinde, dengeli bir biçimde paylaştırmışsa, artık mirasçıdan mal kaçırmak, onları aldatmak kastı ve iradesi bulunmadığından, muris muvazaasından söz etmek mümkün olmaz.

Bu gibi temliklerde miras bırakanın amacı mirasçıdan mal kaçırmak değil, mallarını sağlığında mirasçılar arasında pay etmektir. Uygulamada “denkleştirme” olarak da tanımlanan bu paylaştırmanın kabulü için, miras bırakanın tüm mirasçılar arasında paylaştırma yapması, paylaştırmada tam bir eşitlik olmasa dahi makul ve hoşgörü ile karşılanabilecek bir denge kurması gerekir.

Miras bırakan sadece mirasçılardan birine veya birkaçına pay vermişse veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırlarını aşan bir dengesizlik bulunuyorsa, paylaştırma değil mirasçıdan mal kaçırma amacı üstün tutulmuş sayılacağından, aldatmak unsuru teşekkül edecektir. Bu takdirde de pay almayan veya az pay verilen mirasçı veya mirasçıların dava açmak hakları doğacaktır.

Denkleştirmenin var olup olmadığının, başka bir ifadeyle miras bırakanının mirasçıları arasında paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının anlaşılabilmesi için, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, taraf tanıklarının dinlenmesi, tarafların tüm delillerinin toplanması, her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak her bir mirasçıya verilen mal ve değerlerin birbirleri ile kıyaslanması gerekir.

c-) Tarafların Beyanları ile İradeleri Arasında İsteyerek Meydana Getirdikleri Uyumsuzluğu Açıklayan Muvazaa Anlaşması: Muris muvazaasındaki muvazaa anlaşması, miras bırakan ile karşı taraf arasında görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren sözleşmedir.

Muvazaa sözleşmesi hiçbir şekil koşuluna bağlı değildir. Yazılı yapıldığı gibi çok kez de sözlü yapılabilmektedir. Uygulamada muvazaa anlaşmasının çok zaman gizli sözleşme ile bir arada, hatta onunla iç içe yapıldığı görülmektedir. Ancak gizli sözleşme ile birlikte yapılması muvazaa sözleşmesinin ayrı bir sözleşme olması niteliğini ortadan kaldırmaz.

Gerek "taraf" gerekse "muris muvazaasında" muvazaa anlaşmasının varlığı muvazaanın oluşması için şarttır. Muvazaa anlaşmasını miras bırakan bizzat veya vekili aracılığı ile yapabilir. Miras bırakanın görünüşteki sözleşmeyi bizzat yapması, muvazaa anlaşmasını vekili aracılığı ile yapmasına engel teşkil etmez.

Muvazaa anlaşmasının görünüşteki sözleşmeden önce veya en geç onunla aynı zamanda yapılması gerekir. Daha sonra yapılan sözleşme bu muvazaa sözleşmesini değil, önceki geçerli sözleşmeyi değiştiren ikinci bir sözleşme niteliğini taşır.

d-) Gizli Sözleşme: Muris muvazaasının son unsuru, tüm nispi muvazaalarda olduğu gibi gizli sözleşmedir. Miras bırakan malını bağış yoluyla devretmek istemekte, bu iradesine uygun bir sözleşme yapmaktadır. Ne var ki, bu sözleşmeyi gerçek iradesine uygun olmayan başka nitelikteki bir sözleşmenin arkasına gizlemektedir. Gerçek iradesine uygun olmayan, bilinen ve açıklanan sözleşmeye "görünüşteki sözleşme", gerçek iradesine uygun olan, ancak saklanan, gizli kalan sözleşmeye de "gizli sözleşme" denmektedir.

Muris muvazaasında gizli sözleşme daima bağış sözleşmesi şeklinde yapılmaktadır. O hâlde muris muvazaasında öteki mirasçılardan gizlenen, malın temliki değil, temlik sözleşmesinin niteliğidir. Gizli sözleşme bulunmadığı takdirde muris muvazaasından söz etme olanağı yoktur.

Bu noktada; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Saklı pay sahibi olsun veya olmasın, her mirasçı mirastan mal kaçırmak amacıyla miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğinin tespitini, bu sözleşmeye dayanılarak bir tapu kaydı oluşmuşsa tapu kaydının iptali ile pay oranında adına tescilini veya eski hâle getirilmesini (terekeye döndürülmesini) isteyebilir. Mirasçı, muvazaalı sözleşmenin dışında kaldığından ve ona karşı koyduğundan üçüncü kişi durumundadır. Her ne kadar mirasçı muvazaalı sözleşme yapan kişinin ardılı (külli halefi) ise de miras bırakan muvazaalı sözleşme yaparak kanunen kendisine intikal etmesi gereken miras hakkına mani olup onun tamamını veya bir bölümünü başkasına intikal ettirdiğinden, bu sözleşmeye karşı koymakta, onun geçersizliğini istemektedir.

Görülüyor ki, miras bırakanın iradesi ile mirasçının yararı çatışmaktadır. Bir bakıma mirasçı kanuni hakkını miras bırakana karşı korumaya çalışmaktadır. Miras bırakanın iradesine karşı dava açmaktadır. Bu itibarla muris muvazaası davasında mirasçının üçüncü kişi sıfatıyla hareket ettiği kuşkusuzdur.

Elbette miras bırakan saklı pay dışındaki mallarını kanunların öngördüğü biçimde serbestçe tasarruf etme ve başkasına dilediği gibi temlik etme hakkına sahiptir. Ancak mallarını kanuna uymayan şekilde temlik ettiği takdirde, öldükten sonra zarar gören mirasçının bu tasarrufa karşı koyma, geçersizliğinin tespitini isteme hakkının bulunduğunun da kabulü gerekir.

Öteki deyişle, miras bırakanın nasıl ki saklı pay dışındaki mallarını kanuna uygun biçimde devretme hakkı varsa, mirasçının da miras bırakanın kanuna aykırı biçimde düzenlediği ve kendisini miras hakkından yoksun bırakan hukukî tasarruflarına karşı koyma, yapılan temlik ve tescilin iptalini isteme hakkı vardır.

Asıl olan miras bırakanın terekesinin kanunlarda öngörülen şekilde mirasçılarına intikal etmesidir. Miras bırakanın saklı pay dışındaki mallarda dilediği gibi tasarruf etme hakkı varsa da, bu temliki yaparken kanunlarda öngörülen şekil koşuluna uymak zorundadır. Şekil koşuluna uyulmadığı takdirde, kanun gereği malik olacak mirasçının şekil noksanlığından dolayı bu temlikin iptalini istemekte hukukî yararı vardır.

Bununla birlikte, miras bırakan bağış sözleşmesini görünüşte satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi ivazlı bir sözleşme arkasına gizleyerek, mirasçının saklı payını da temlik etmiştir. Miras bırakanın bu kötü niyeti ve onunla işbirliği içerisindeki karşı tarafın kötü niyete dayanan hakkı kanun tarafından korunamaz.

Muris muvazaası davası açacak kişinin muvazaalı sözleşme yapan miras bırakanın mirasçısı olması yeterlidir. Saklı pay sahibi mirasçı olması gerekmez. Dava açan mirasçı üçüncü kişi durumunda olduğundan, davasını her türlü delil ile ispat edebilir.

Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2010 tarih ve 2010/1-295 E. 2010/333 K. sayılı ve 21.03.2019 tarih ve 2017/1-1207 E. 2019/325 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Öte yandan; Hukuk Genel Kurulunun 20.04.2011 tarih ve 2011/1-44 E. 2011/203 K. Sayılı kararında da “…Her ne kadar Özel Daire bozma ilamında, açıkça dile getirmemişse de, Yerel Mahkemeyi denkleştirme araştırmasına sevk ettiğinden ve ancak muvazaalı işlemlerde denkleştirme kastı varsa muvazaa davası reddedileceğinden, eldeki davada gerçekte miras bırakan tarafından gerçekleştirilen temliki işlemlerin muvazaalı yapıldığı olgusunu zımnen kabul ettiği anlaşılmaktadır…” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.

Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ortak miras bırakan Hüseyin’in 24.11.2013 tarihinde ölümüyle mirasçıları olarak davacı ve davalı çocukları ile dava dışı eşi Mukaddes’in kaldığı, murisin sağlığında 101 parsel sayılı taşınmazını 22.000,00 TL bedelle ve 1560 parsel sayılı taşınmazını 90.000,00 TL bedelle davalı kızı Şengül’e 15.03.2003 tarihinde, 72 parsel sayılı taşınmazını da 134.000,00 TL bedelle davalı oğlu Mitat’a 26.03.2013 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği; mahkemece yapılan keşif sonucu işlem tarihlerinde 101 nolu parselin 79.200,00 TL 1560 sayılı parselin 339.107,00 TL 72 parsel sayılı taşınmazın 491.700,00 TL değerinde olduklarının belirlendiği, miras bırakanın vefatından sonra murisin bazılarında tam malik bazılarında paydaş olduğu toplam 17 adet taşınmazın 30.12.2013 tarihinde mirasçılar adına intikal işleminin yapıldığı; her ne kadar davalılar savunmalarında miras bırakanın davacının taşınmazına komşu taşınmazını sattığı ve satış parasını davacının aldığını belitmişler ve davalı tanıklarından bazıları “murisin taşınmazını 400.000,00 TL bedelle sattığını fakat satış parasını davacının aldığını” beyan etmişler ise de davacının, kendisine ait 130 dekar arazi ile murisin 119 dekar arazinin aynı tarihte satıldığını ancak alıcının kendisine ait bedeli ödeyip, miras bırakana ait bedeli ise murise ödediklerini beyan ettiği, davacı tanıklarından Kenan’ın da “..davacının yanında işçi olarak çalışırdım, birkaç ay önce çalışmayı kendi isteğimle bıraktım, ben davacının hayvanlarına bakıyordum, sonrasında da işim bitince Ereğli'ye gelirdim, bir gün davacı Erdal I. tapuda işinin olduğunu, beraber gitmemiz gerektiğini söyledi, tapuda Erdal I.'ın babası vardı, beraberce tapudaki işlerini bitirdiler, sonrasında da tarlaları satın alan kişi taraflara tarlaların bedellerini ayrı poşetler içerisinde verdi, her biri bedelini aldı, sonrasında parayı ne yaptıklarını bilmem, bu satış işlemi iki veya üç yıl önceydi, babasının ve Erdal I.'ın aldıkları parayı ne yaptıkları konusunda bilgim yoktur, Erdal I. ile beraber parayı alınca biz tapudan ayrıldık, davacının babası da parayı aldıktan sonra tapudan ayrıldı, ama nereye gittiğini bilmiyorum…” şeklindeki ifadesiyle murisin satış bedelini aldığını açıkça belirttiği; yine keşfen alınan bilirkişi raporunda 645 parsel sayılı 119.050,00 m2 miktarlı taşınmazın 23.03.2011 devir tarihinde değerinin 178.575,00 TL olduğunun bildirildiği, miras bırakanın dosyaya gelen hesap ekstrelerinde 2011 yılında kredi ödemelerinde bulunduğu, 109 parsel sayılı taşınmazın dava dışı Mukaddes ile erkek kardeşleri adlarına kayıtlı iken davacının dayılarının paylarını 29.09.2011 tarihinde satın aldığı, Mukaddes’in payını da murisin ölümünden sonra 25.12.2013 tarihinde hibe suretiyle edindiği görülmekle; öncelikle, tarafların annesi Mukaddes’in davacıya yapmış olduğu pay temlikinin muris Hüseyin’in temliki gibi değerlendirilemeyeceği, bu temlikle ilgili davalıların ileride mirasçı sıfatıyla sahip olabilecekleri yasal hakların işbu dava içerisinde irdelenmesine yasal olanak bulunmadığı ve ileride farklı dava konusu yapılabileceği, başka bir ifadeyle muris Hüseyin’in paylaştırma amacıyla hareket edip etmediği noktasında dikkate alınamayacağı açıktır. Yine miras bırakanın 645 parsel sayılı taşınmazın satış bedelini davacıya verdiğine dair dekont, makbuz vb. herhangi bir belge bulunmamaktadır. Bu savunmanın dosya kapsamı itibariyle kanıtlandığı söylenemez. Muris Hüseyin’in davacı oğluna kayden herhangi bir taşınmaz temlik etmediği ve yine sağlığında eşi Mukaddes’e de herhangi bir kazandırmada bulunmadığı -ve bu hususta aksi beyan-savunma, bilgi-belge de söz konusu olmadığı- gözetildiğinde; miras bırakanın tüm mirasçılarını kapsar biçimde paylaştırma yapmadığı, yani denkleştirme amacı taşımadığı sonucuna varılmalıdır.

Benzer bir olayda Yargıtay 1.HD.nin 2010/587-2008 sayılı kararında da “… miras bırakanın, sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapması hâlinde mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden, olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Ne var ki, miras bırakanın çocukları lehine bir takım kazandırmalarda bulunduğu anlaşılmakta ise de, mirasçılarından olan eşi lehine böyle bir tasarrufu bulunmadığı gibi, açıkça feragati olmadığı sürece eşinin çocuklar lehine gerçekleştirilen tasarruflara ses çıkarmamasının, hakkından feragat ettiği anlamına geleceğini söyleyebilme ve böylece tüm mirasçıları kapsayan bir paylaştırmanın varlığını kabul etme olanağı yoktur. Esasen muvazaalı işleme rıza gösterilmesi veya icazet verilmesine hukuken sonuç bağlanamayacağı açıktır…” şeklinde istikrarlı uygulama vurgulanmıştır. Yine aynı Özel Dairenin 2010/1445-3898 sayılı kararında da, “…muvazaalı sözleşme yok hükmünde, en azından geçersiz bir sözleşmedir. Bu itibarla taşınmaz miras bırakanın mal varlığından şeklen çıkmış gözükse de, gerçekten mal varlığı içerisinde kalmaktadır. O hâlde terekeye dâhil olan bir taşınmazda her mirasçının hakkı (payı) bulunduğu kuşkusuzdur. Bir önceki miras bırakanın (kök miras bırakanın) yaptığı muvazaalı temlik hakkında mirasçılardan biri (ara miras bırakan) dava açmasa bile, ölümü ile onun mirasçılarının dava açmak hakları mevcuttur. Zira yukarıda da değinilen ilkeler gereğince icazetle veya belirli bir süre geçtiği hâlde dava açılmaması ile muvazaalı sözleşme geçerli hâle gelmez…” biçiminde muvazaaya dayalı davaların her hak sahibi tarafından her zaman açılabileceği açıklanmıştır.

O hâlde; miras bırakanın davacı oğluna yapmış olduğu bir temliki işlem bulunmadığı gibi, kazandırmada bulunduğunun da kanıtlanamadığı, yine murisin eşine yaptığı bir temlik veya kazandırma olmadığına göre, miras bırakanın eşi olan Mukaddes, henüz dava açmasa dahi dava hakkından vazgeçmiş sayılamayacağından, gerek sağlığında kendisi, gerekse ölümü hâlinde onun hakkı halefiyet kuralı ile mirasçılarına geçeceğinden mirasçısı olarak da davacı, miras hakkına engel olan kök miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmelerin geçersizliğini ve bu sözleşmelere dayanan tapuların iptali ve tescilini isteyebileceği, yani, davacının annesinden intikal edecek paya ilişkin olarak da dava konusu temlikler nedeniyle ayrıca dava açabileceği dikkate alındığında, miras bırakanın davalılara yaptığı dava konusu temliklerde iradesinin paylaştırma-denkleştirme olmadığı kuşkusuzdur.

Paylaştırma savunması, murisin dava konusu pay temliklerini bedelsiz olarak yaptığı, yani işlemler satış olarak gösterilmiş ise de gerçekte bağış olduklarının ikrarıdır, sadece bu işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olmayıp mirasçıları arasında denkleştirmek için yapıldığından 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağını içerir. Davalılar da paylaştırma savunmasında bulunmuşlar ve yukarıda açıklandığı üzere de denkleştirmeyi kanıtlayamamışlardır. Temlik dışı mirasçılar olup, murisin çekişmeli taşınmazları temliklerinin paylaştırma amaçlı olmadığı sabittir. Kaldı ki, murisin davacıya kazandırmada bulunduğu kabul edilse dahi bu kazandırmanın davalılara yapılan temliklerin yarısından daha az olduğu ve mirasçı eşe yapılan kazandırma bulunmadığından murisin mirasçılar arasında eşitliği sağlama amacıyla hareket ettiği sonucuna varılamamaktadır. Miras bırakanın ölmeden kısa bir süre önce yakın tarihlerde davalılara çekişmeli taşınmazları temlik etmesinde haklı ve makul bir nedeninin bulunmadığı, temlik tarihinde gelir sahibi olup, mali durumunun iyi olduğu, satıma ihtiyacının olmadığı tartışmasızdır. Temliklerin bedelsiz olduğu hususunda da uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Öyle ise, davalıların satış bedeli ödemeksizin edindikleri çekişmeli taşınmazlara ilişkin satış işlemlerinin terekeden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, yani muris muvazaası ile illetli olup, geçerli olmadığına ilişkin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesinin direnme kararı yerindedir.

Hâl böyle olunca; asıl ve birleşen davanın kabulüne dair direnme kararı uygun olduğundan kabul biçimi itibariyle temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyoruz.

Nurten ABACI UTKU      Sevinç TÜRKÖZMEN      Ali Kemal ÜNSOY
Üye                                  Üye                                 Üye