DAVALININ SÜRESİ İÇERİSİNDE CEVAP DİLEKÇESİ VERMEMESİ DURUMUNDA DAVACI CEVABA CEVAP DİLEKÇESİ VEREMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


11 Ara
2023

Yazdır

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-127
Karar No       : 2023/796

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 27.05.2021
SAYISI                          : 2021/532 E., 2021/838 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.01.2021 tarihli ve 2019/4639 Esas
                                        ve 2021/319 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında karşılıklı olarak açılan tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tenkis, alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı-karşı davalıların istinaf başvurusunun reddine, davalı-karşı davacıların istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle asıl davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı-karşı davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. ASIL DAVA    

Davacılar vekili dava dilekçesinde; mirasbırakan babaları Osman K.’nun tek oğlu davalı Durmuş K.’na verdiği vekâletname ile paydaşı olduğu 9 parsel sayılı taşınmazı için kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığını, bu sözleşme ile mirasbırakana isabet eden 2 ve 5 nolu bağımsız bölümlerin vekil Durmuş tarafından davalının kızı olan Yasemin’e satış suretiyle devredildiğini, işlemlerin mirastan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak ve vekâlet görevinin kötüye kullanılması suretiyle yapıldığını ileri sürerek çekişme konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, tescil mümkün olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalılar vekili cevap dilekçesinde; müvekkili Durmuş’un sözleşme yapılan taşınmazda mirasbırakan ile eşit paya sahip olduğunu, mirasbırakanın hastalığı ve şahsi bakımı ile maddi ve manevi olarak sadece müvekkili Durmuş’un ilgilendiğini, mirasbırakanın da bu nedenle müvekkiline çekişme konusu taşınmazların satışı için vekâletname verdiğini belirterek asıl davanın reddini savunmuştur.

I. KARŞI DAVA

Karşı davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin inşaat için para harcadıklarını, çekişme konusu taşınmazlar için yapılan elektrik, su, doğalgaz abonelikleri ve sayaç bağlama ücretleri ile belediyeye ödenen işgaliye ücreti, harç, vergi ve benzeri giderler ile mirasbırakanın tedavi giderlerinin müvekkili Durmuş tarafından karşılandığını ve bunun için bankadan kredi çekildiğini, toplamda 42.600,00 TL harcama yapıldığını ileri sürerek mahkemece tenkise karar verilmesi durumunda bu harcamaların tenkis ve sebepsiz zenginleşme hükümleri gereğince dikkate alınarak ödenecek tazminattan davacıların miras payı oranında düşülmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Karşı davalılar vekili karşı davaya cevap dilekçesinde; mirasbırakanın sigortasının bulunduğunu ve ihtiyaç içinde olmadığını, iddia edilen yardımların ancak vefa borcu kapsamında yapıldığının kabul edilmesi gerektiğini belirterek karşı davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 12.02.2019 tarihli ve 2017/278 Esas, 2019/110 Karar sayılı kararıyla; davanın vekâlet akdinin kötüye kullanılması ve muvazaa hukuksal sebebine dayalı tapu iptal tescil istemine ilişkin olduğu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın vekâlet görevinin kötüye kullanıp kullanılmadığı, davalı Yasemin'in bu konuyu bildiği ya da bilebilecek kişilerden olup olmadığı, karşı dava yönünden ise davalı Durmuş'un iddia ettiği giderleri yapıp yapmadığı, yapmış ise miktarı noktalarında toplandığı, murisin hissedarı bulunduğu taşınmazın diğer hissedarlar ile birlikte kat karşlığı inşaat sözleşmesi gereğince müteahhite verildiği, davalının tek oğlu olan Durmuş'un sözleşmeyi muristen aldığı vekâletle akdettiği, sözleşme gereğince 2 ve 5 nolu bağımsız bölümlerin murise düştüğü, davalı Durmuş'un yine muristen aldığı vekâlet ile bu iki bağımsız bölümü kızı Yasemin'e devrettiği, davalı Osman'ın vekâlet görevini kötüye kullandığı, davalı Yasemin'in de davalı Durmuş'un kızı olması nedeniyle bu durumu bilebilecek kişilerden olduğu, davalı Durmuş'un karşı davada iddia ettiği harcamalar ile ilgili ispat vasıtası getiremediği gerekçesiyle asıl davanın kabulü ile dava konusu 2 ve 5 nolu bağımsız bölümlerin davalı Yasemin K. adına olan tapu kayıtlarının davacıların miras hissesi oranında iptali ile, miras hisseleri oranında davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline, karşı davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 08.10.2019 tarihli ve 2019/830 Esas, 2019/1317 Karar sayılı kararıyla; davanın muris muvazaası ve vekâlet yetkisinin kötüye kullanılması ile terditli olarak tenkis hukuksal nedenlerine dayalı miras payı oranında tapu iptal ve tescil, karşı davanın ise alacak istemine ilişkin olduğu, mahkemece davanın hukuki niteliğinin vekâlet yetkisinin kötüye kullanılması olduğu kabul edilerek davanın esastan kabulü ile davacıların miras payı oranında tapu iptal ve tescile karar verildiği, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, olayları bildirmenin taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamanın ise mahkemeye ait olduğu, dava dilekçesinde iddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriğine göre davalı Durmuş K.'nun vekil olarak murisin hastalıkla uğraştığı ve satış iradesi olmadığı bir dönemde, kız kardeşlerinden mal kaçırmak amacıyla vekâlet yetkisini kötüye kullandığı yönündeki anlatım karşısında davanın vekâlet yetkisinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı, taraf teşkili kamu düzenine ilişkin ve resen gözetilmesi gereken dava şartı olduğundan öncelikle ele alınması gerektiği, mirasçılardan bir kısmı tarafından terekeye iade istemiyle açılmış bir dava söz konusu olmadığı için mahkemece davada yer almayan diğer mirasçıların davaya katılımını sağlayacak usul işlemlerinin yapılmasına, terekeye temsilci atanması dosyasını beklemesine de gerek bulunmadığı, zira pay oranında açılan davanın dinlenemeyeceği, mahkemece öncelikle davada kamu düzenine ilişkin olan taraf teşkili dikkate alınarak davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle davacı-karşı davalıların istinaf başvurularının reddine, davalı-karşı davacıların istinaf başvurularının kabulü ile mahkeme kararın kaldırılmasına, asıl davanın usulden reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun(HMK) 362/1-a maddesi uyarınca, 2019 yılı itibariyle dava değeri 58.800,00-TL'den az olan davalara ait bölge adliye mahkemesi kararlarına karşı temyiz yoluna gidilemeyeceği öngörülmüştür.

Somut olayda, karşı dava, alacak isteğine ilişkin olup, 5.000,00 TL değer gösterilmek suretiyle açılmış, yargılama sırasında ıslahla talep 42.600,00 TL’ye yükseltilmiş, ilk derece mahkemesince karşı dava reddedilmiş, kararın istinafı üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 08.10.2019 tarihinde karşı davanın istinaf isteğinin esastan reddine karar verilmiştir.

Öte yandan, temyiz kesinlik sınırı içinde kalması nedeniyle temyiz kabiliyeti bulunmayan kararlar hakkında 01.06.1990 gün ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtayca da bir karar verilebileceği açıktır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz kesinlik sınırı içinde kaldığı anlaşılan karşı dava yönünden karşı davacının temyiz dilekçesinin değerden REDDİNE,

Asıl dava davacılarının temyiz itirazlarına gelince;

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1934 doğumlu mirasbırakan Osman K.’nun 04.06.2016 tarihinde ölümü üzerine, geriye mirasçı olarak davacı kızları Hazel ve Sıdıka ile davalı oğlu Durmuş ve dava dışı eşi Fatma’nın kaldıkları, mirasbırakan Osman’ın Bakırköy 19.Noterliğinin 14.01.2014 tarih ve 1631 yevmiye sayılı vekaletnamesi ile davalı oğlu Durmuş’u vekil tayin ettiği, mirasbırakana ait 1357 ada 9 parsel sayılı taşınmazdaki 2 ve 5 nolu bağımsız bölümlerin vekili Durmuş eliyle 04.12.2015 tarihinde kızı olan davalı Yasemin’e satış suretiyle devredildiği, mirasbırakanın eşi Fatma’nın yerel mahkeme hükmünden sonra 08.12.2017 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır.

Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hemen belirtmek gerekir ki, davacılar tarafından vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak mirasçı olmayan kayıt maliki Yasemin aleyhinde pay oranında açılan davanın dinlenme olanağı bulunmadığından Bölge Adliye Mahkemesince, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı iptal-tescil isteği yönünden asıl davanın usulden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur.Asıl dava davacılarının bu yöne ilişkin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine.

Asıl dava davacılarının diğer temyiz itirazlarına gelince;

6100 sayılı HMK’nın 140/3. maddesinde; "Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür." hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda, davacılar tarafından dava dilekçesinde vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğinde bulunulmuş, ilk derece mahkemesince de ön inceleme duruşmasında uyuşmazlık bu şekilde tespit edilmiştir. Ne varki, ilk derece mahkemesi gerekçesinde uyuşmazlığın vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayandığı ve bu hususun da ispatlandığını belirterek davanın kabulüne karar vermiş, Bölge Adliye Mahkemesince de aynı hukuki nitelendirme benimsenmiş olup, davacıların muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı iptal tescil isteği yönünden bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Böyle bir durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Hâl böyle olunca, 6100 sayılı HMK'nın 140/3. maddesi uyarınca ön inceleme duruşmasında uyuşmazlığın vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası olarak nitelendirildiği gözetilmek suretiyle, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı istek yönünden yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanıp değerlendirilmesi, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelemede hataya düşülerek, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeler ve dava dilekçesinde dayanılan hukuksal nedenlerin terditli incelenmesine imkân bulunmadığı, çünkü vekâletin kötüye kullanılması hukuksal nedeni tamamen murisin iradesine aykırı işlem yapıldığı iddiasına dayanmakta iken, muris muvazaasında murisin iradesiyle işlem yapıldığı iddiasına dayanıldığı, bu nedenlerden birinin tercih edilmesi ve maddi vakıaların bu nitelendirmeye uygun olması gerektiği, bu durumda dava dilekçesindeki anlatımlardan davanın hukuki dayanağının vekâletin kötüye kullanılması olduğu, anlatılan maddi vakıaların muris muvazaası hukuksal nedenine ilişkin bir nitelendirme yapmaya imkân tanımadığı, dolayısıyla gerek ilk derece mahkemesince ve gerekse İstinafta yapılan nitelendirmenin dosya kapsamına uygun olduğu, bu hukuki nitelendirme karşısında davanın usulden reddinin yerinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı- karşı davalılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı- karşı davalılar vekili; davanın temelinin esasen muris muvazaası hukuksal nedenine dayandırıldığını, netice ve talep kısmında da muris muvazaası sebebiyle tapunun iptali talep edildiğini, vekâletin kötüye kullanılmasının ise muvazaanın içerisinde kötüniyetli yapılan ikinci devirde olduğunu, mahkemece dilekçeler arasında bir çelişki görüldüğü takdirde çelişkinin giderilmesinin gerektiğini, yanlış hukuki nitelendirme sonucunda asıl taleplerinin incelenip değerlendirilmediğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ön inceleme duruşmasında vekâlet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası olarak nitelendirilen eldeki dava dosyasında; davanın vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak mı muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak mı açıldığı, yoksa istemin aynı anda her iki hukuksal nedene mi dayandırıldığı, somut olayda davanın hukuki nitelendirmesinin hatalı yapılıp yapılmadığı, vekâlet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaasının hukuksal neden olarak bir arada veya terditli olarak ileri sürülüp sürülemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre muris muvazaası hukuksal nedeni yönünden de bir araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun, HMK) 31, 33, 119, 137, 139, 140 vd. maddeleri

2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun [(TBK, 6098 sayılı Kanun), mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun, BK) 18 inci] maddesi, 504, 506

3. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın incelenmesi gerekmektedir.

2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 24 üncü maddesinin 1 inci bendinde de açıkça ifade edildiği üzere; hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.

3. Medeni yargılamanın konusunu oluşturan uyuşmazlıklar özel hukuka ilişkin olduğundan bu uyuşmazlıklara bakılabilmesi için kural olarak uyuşmazlığın taraflarından birince (davacı tarafça) mahkemeden talep edilmiş edilmiş olması gerekir. Uyuşmazlık mahkeme önüne dava dilekçesiyle getirilir.

4. 6100 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ilk derece yargılaması dilekçeler teatisi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm olmak üzere beş aşamadan oluşur. Dava dilekçesinin verilmesiyle bahsi geçen ilk aşama başlamış olur.

5. Dava dilekçesinde hangi hususların yer alacağı 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinde ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Buna göre dava dilekçesinde; mahkemenin adını, dava konusu ve mal varlığı haklarına ilişkin davalarda dava konusunun değeri, iddianın dayanağı olan tüm vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delille ispat edileceği ve dayanılan hukuki sebeplerin (maddi vakıaları) açıklanması zorunludur. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; birinci fıkrada az önce açıklanan (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre vereceği, bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde davanın açılmamış sayılacağı düzenlenmiştir. Öte yandan davalı da, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde cevap dilekçesini sunmalı (6100 sayılı Kanun, HMK md. 127/1); yine cevap dilekçesinde, savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini, her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini göstermeli ve taleplerini belirtmelidir (6100 sayılı Kanun, HMK md. 129). Dava ve cevap dilekçelerinin kapsamına ilişkin ilkelerin tamamlayıcısı niteliğinde olan 136/2 nci maddesi gereğince; davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanacaktır. Davalının süresi içerisinde cevap dilekçesi vermemesi sonucunda davacının da artık 136/1 inci maddesine göre cevaba cevap dilekçesi veremeyeceğinin tâbi bulunması karşısında, davalının hiç cevap dilekçesi vermemiş olması hâlinde hâkim, 136 ve devamı maddelerine göre dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanması nedeniyle ön inceleme aşamasına geçecek ve kanundan kaynaklı istisnai hâller dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmayı değiştirme veya genişletme yasağı başlamış olacaktır. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 05.10.2021 tarihli ve 2017/2-2649 Esas, 2021/1148 Karar; 13.02.2020 tarihli ve 2017/2-1288 Esas, 2020/143 Karar ile 30.09.2020 tarihli ve 2017/2-2716 Esas, 2020/705 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

6. İddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi ile kastedilen vakıaların, talep sonucunun ya da savunma sebeplerinin değiştirilmesi veya yeni vakıalar, talepler ya da savunma sebepler ilâve edilerek genişletilmesidir (Ali Cem Budak, Varol Karaarslan, Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2021, s. 215). Bazı usul işlemleri ise iddia ve savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi kapsamında değerlendirilemez. Örneğin talep sonucunun daraltılması ya da azaltılması bu yasak kapsamında değildir.

7. Yine 6100 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesi uyarınca; hâkim Türk hukukunu resen uygular. 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi; bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir. Diğer bir deyişle; bir davada maddi olayı anlatmak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak hâkime aittir (HMK, m 33). Anılan yasal düzenlemeye göre davayı aydınlatma görevinin mahkeme hâkimine ait olması karşısında uyuşmazlığın çözümüne dair hukuki nitelendirmeyi de yine hâkim yapacaktır. Bu nedenle maddi vakıayı etkilememek kaydıyla salt hukuki sebebin değiştirilmesi de bu yasak kapsamında değerlendirilemez.

8. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme aşamasına geçilir. Kanun’un 140 uncu maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Mahkeme ön inceleme aşamasında; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler ve uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir ve üçüncü fıkranın son cümlesinde de düzenlendiği üzere “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” O hâlde, uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Mahkeme, Kanun’un bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.

9. Az yukarıda da vurgulandığı üzere davanın dayanağını oluşturan maddi vakıaları olayları bildirmek davacıya, bildirilen bu olaylara bağlı kalmak suretiyle hukuki nitelendirmeyi yapmak ve uygulanacak en uygun kanun hükmünü ve kuralı tespit ederek uyuşmazlığı çözüme kavuşturmak hâkime aittir. Bunun yanında birbiriyle bağdaştıkları ve dava şartları elverdiği takdirde, birden fazla dava sebebine ait olayın bir dava içerisinde gösterilmesini yasaklayan bir kanun hükmü de bulunmamaktadır. Bu durumda hâkim bildirilen bu dava sebeplerini aynı dava içerisinde en uygun sıralama ile araştırma ve inceleme konusu yapabilir. Ne var ki, bu dava sebeplerinden birinin varlığı durumunda ötekinin bulunması olanaksızsa, bunların bir dava içerisinde bildirilmeleri iddianın inandırıcılığı ve davanın ciddiyeti ile bağdaşmaz. Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1999 tarihli ve 1990/152 Esas, 1990/236 Karar sayılı; 17.03.1999 tarihli ve 1999/1-159 Esas, 1999/147 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

10. Dosya içeriği ve toplanan delillere göre, 1934 doğumlu mirasbırakan Osman K.’nun 04.06.2016 tarihinde ölmüş, geriye mirasçı olarak davacı kızları Hazel ve Sıdıka ile davalı oğlu Durmuş ve dava dışı eşi (mahkeme kararından sonra ölen) Fatma kalmıştır.

11. Mirasbırakan Osman’ın Bakırköy 19. Noterliğinin 14.01.2014 tarihli ve 1631 yevmiye sayılı vekâletnamesi ile davalı oğlu Durmuş’u vekil tayin ettiği, mirasbırakana ait 1357 ada 9 parsel sayılı taşınmazdaki 2 ve 5 nolu bağımsız bölümlerin vekili Durmuş eliyle 04.12.2015 tarihinde kızı olan davalı Yasemin’e satış suretiyle devredildiği anlaşılmıştır.

12. Eldeki davada, mahkemece vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı belirtilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince aynı nitelendirme benimsenmek suretiyle davanın usulden reddine karar verilmiş, Özel Dairece verilen ret kararına yönelik temyiz itirazları reddedilmek suretiyle kesinleştirilmiş, ancak muris muvazaası talebi yönünden de değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerektiği belirtilerek karar bozulmuştur.

13. Dava dilekçesinde temlik işleminin muvazaalı ve vekâletin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştiği iddia edilmiştir. Ön inceleme duruşmasında; "Dava dilekçesine göre; davacının talebinin muris muvazaası, vekaletin kötüye kullanılması hukuki sebeplerine dayalı olarak tapu iptali tescil olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkin olduğu, cevap ve karşı dava dilekçesinde davalı vekilinin davanın reddi ile yapılan bir kısım harcamalara ilişkin alacak isteminde bulunduğu, uyuşmazlığın işlemde muvazaa olup olmadığı, vekalet hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, karşı dava yönünden davalı-davacının alacak isteminde bulunup bulunamayacağı, varsa miktar noktasında toplandığı anlaşıldı." yönündeki belirlemeye yer verildikten sonra karşı dava yönünden yapılan incelemede 22.03.2018 tarihli celsede ise; "Karşı dava dilekçesine göre; davacının davayı kazanması durumunda davalı-davacının yaptığı masraflar kadar haksız zenginleştiğinden bahisle alacak isteminde bulunulduğu, davacı-davalı vekili tarafından davanın reddinin talep edildiği, karşı dava yönünden uyuşmazlığın muris muvazaasına dayalı tapu iptali tescil davasının kazanılması durumunda davacının sebepsiz zenginleşip zenginleşmediği, zenginleşmiş ise miktarı noktasında toplandığı anlaşıldı." yönünde tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir. Bu durumda dava dilekçesinde ve ön inceleme duruşmasında asıl dava vekâlet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı dava olarak nitelendirildiği hususu kuşkusuzdur. Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı istek yönünden yukarıda değinilen ilkeler ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanıp değerlendirilmesi, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, aynı dava içerisinde her iki hukuki sebebe dayanılmasının mahiyeti itibari ile mümkün olmadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; hukukumuzda çelişkili karar verme yasağı bulunduğu, vekâletin kötüye kullanılması hukuksal nedeni tamamen murisin iradesine aykırı işlem yapıldığı iddiasına dayanmakta iken muris muvazaasında murisin iradesiyle mal kaçırıldığı iddiasına dayanıldığı, vekil aracılığıyla yapılan temliklerde muris muvazaası var ise vekil, vekil edenin iradesi yönünde işlem yaptığından vekâletin kötüye kullanılmasından söz edilemeyeceği, vekaletin kötüye kullanıldığı iddiası sabit olduğunda da miras bırakanın iradesine uygun olmayan bir işlem yapılmış olacağından muris muvazaasından bahsedilemeyeceği, dolayısıyla Bölge Adliye Mahkemesi kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği; çelişkili karar verme yasağı kapsamında davacının talebinin net olarak açıklatılması gerektiğinden dosyanın bu değişik gerekçe ve nedenden dolayı bozulması gerektiği; davacı tarafın ilk derece mahkemesi kararını gerekçeden istinaf edip davada muris muvazasına da dayandığını ve tapunun bu nedenle de iptali gerektiğini ileri sürmediği için istinaf incelemesi dışında kalan bu hususu davacının temyizde bu ileri süremeyeceği, kararın bu değişik gerekçe ve nedenden dolayı onanması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

15. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı karşı davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

13.09.2013 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

K A R Ş I   O Y

Mahkemece, vekâlet akdinin kötüye kullanılması nedeniyle tapunun iptaline karar verilmiş; davacı sadece paylara yönelik olarak istinaf incelemesi talep etmiş, davalı ise davanın reddi gerektiği gerekçesiyle istinafa başvurmuştur.

HMK'nın 355 inci maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesi istinaf sebepleriyle sınırlı olarak inceleme yapmış ve yeniden karar tesis ederek davanın reddine hükmetmiştir.

Davacı, ilk derece mahkemesi kararını gerekçeden istinaf edip davada muris muvazaasına da dayandığını ve tapunun bu nedenle de iptali gerektiğini ileri sürmediğine ve bu husus HMK'nın 355 inci maddesi gereğince istinaf incelemesi dışında kaldığına göre davacı bu kez temyizinde muris muvazaasının da bulunduğunu ileri süremez. Bu nedenle kararın onanması gerektiği görüşündeyim.

Üye
Ayşe Albayrak Doğan

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 19’u BOZMA, 3’ü DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA, 3’ü ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : Bu konudaki çalışma için bkz. ÖZKAYA-FERENDECİ, Özden, Davalının Cevap Dilekçesi Vermemesi Halinde M. 128’in Uygulanması ve Ortaya Çıkan Sorunlara İlişkin Çözüm Arayışları, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, C: 24, S: 1, Y: 2018, s. 258-269.

İlgili makale için bkz.

https://bit.ly/4157N3L