DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI KARARI UYUŞMAZLIĞIN ESASINI ÇÖZÜME BAĞLAYAN VE MAHKEMENİN O İŞTEN MUTLAK ANLAMDA EL ÇEKMESİ SONUCUNU DOĞURAN BİR KARAR DEĞİLDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


04 Ara
2023

Yazdır

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-866
Karar No       : 2023/830

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Avanos Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 17.12.2020
SAYISI                          : 2020/201 E., 2020/268 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.09.2019 tarihli ve 2016/4591 Esas
                                         ve 2019/4714 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki vasiyetnamenin iptali olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Avanos Asliye Hukuk Mahkemesince verilen vasiyetnamenin iptali isteminin reddine, tenkis davasının kısmen kabulüne ilişkin kararın; bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından bir kısım davalılar vekilinin duruşma isteminin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi   

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin babası Mehmet Yazıcı'nın 05.03.1969 tarihinde vefat ettiğini, rahmetlinin okuryazarlığının olmadığını, mirasın murisin ölümünden bu yana mirasçılar arasında taksim edilmediğini, bu nedenle taraflar arasında terekenin tespiti davası açıldığını, bu davanın 18.03.1993 tarihli duruşmasında bir kısım davalılar tarafından dosyaya kök muris Mehmet Yazıcı’ya ait Kırşehir Noterliğince düzenlenen 19.05.1961 tarihli ve 1734 yevmiye numaralı vasiyetnamenin sunulduğunu, müvekkillerinin ibraz edilen bu vasiyetnameden haberdar olmadıklarını, vasiyetnamenin tereke hâkimliği vasıtasıyla açılmadığını ve müvekkillerine tebliğ edilmediğini, bu nedenle zamanaşımı süresinin başlamadığını, ayrıca vasiyetnamenin gerekli resmî şartları taşımadığı gibi kuşku ve şüphelerle dolu olduğunu, söz konusu vasiyetnamenin resmî makamlarda kullanılmadığını, sonradan edinilen bilgiye göre Avanos Asliye Hukuk Mahkemesinin 1969/480 Esas ve 1970/45 Karar sayılı ilâmı ile lehine mal vasiyet edilenler tarafından vasiyetnamenin bazı hükümlerinin iptal edildiğini, vasiyetnamenin incelenmesinde murisin tüm malvarlığını eşi Esma ile erkek çocukları olan Hacıbekir, Mustafa, Ali, Mehmet, Tahir ve Yusuf’a vasiyet edildiğini, öz kızları olan davacılara hiçbir mal bırakılmadığını, müvekkillerinin miras hisselerini alamamaları nedeni ile mağdur olduklarını ileri sürerek öncelikle vasiyetnamenin iptaline olmadığı takdirde ise tasarruf nisabının aşılması nedeniyle tenkisine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı

5. Bir kısım davalılar vekili cevap dilekçesinde; vasiyetnamenin iptali için öngörülen zamanaşımı süresinin dolduğunu, davacıların vasiyetnameden habersiz olduklarına dair iddianın gerçeği yansıtmadığını, söz konusu vasiyetnamenin açılması hakkında Avanos Sulh Hukuk Mahkemesinin 1969/56 Esas sayılı dava dosyasının açıldığını, sonrasında davalılar aleyhine Avanos Asliye Hukuk Mahkemesinin 1969/334 Esas sayılı dosyası ile tenkis davası görüldüğünü, taraflar arasında sulh sağlandığını, eldeki davanın davalılar adına kayıtlı gayrimenkuller üzerine tedbir koydurmak amacıyla kötü niyetli açıldığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkeme Kararı

6. Avanos Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.12.1997 tarihli ve 1993/126 Esas, 1997/416 Karar sayılı kararı ile 1086 sayılı HUMK’nın 409/5 inci maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş ise de davacılar vekilinin 10.12.1997 tarihli dilekçesi ile eski hâle getirme talebinde bulunması üzerine, eski hâle iade koşullarının oluştuğu gerekçesiyle dosya yeni bir esasa kaydedilmiş ve yargılamaya devam edilerek, 06.03.2015 tarihli, 1998/14 Esas, 2015/72 Karar sayılı karar ile; dava dilekçesinde belirtilen taşınmazlar hakkında tarafların kök murisi olan Mehmet Yazıcı tarafından Kırşehir Noterliğince 19.05.1961 tarihli ve 1734 yevmiye numaralı vasiyetname düzenlendiği, vasiyetnamenin incelenmesinde taşınmazların tamamının bir kısım mirasçılara bağışlandığının anlaşıldığı, buna karşılık davacılara herhangi bir vasiyette bulunulmadığı, bu şekilde saklı paylarının zedelendiği, ne var ki vasiyetnamenin iptalini gerektirir kanunda sayılı hâllerden hiçbirinin somut olayda gerçekleşmediği, hâl böyle olunca davacıların vasiyetnamenin iptali isteminin reddine, tenkis davasının ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Özel Dairenin Bozma Kararı

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.09.2019 tarihli ve 2016/4591 Esas, 2019/4714 Karar sayılı kararı ile;

“… Dosya içeriğinden; davacılar vekilinin 07.07.1994 tarihli oturuma gelmediği, mazeret de bildirmediği, bir kısım davalılar vekili tarafından gönderilen mazeret dilekçesinde ise; davacı yanın gelmemesi halinde davanın müracaata bırakılmasının istenildiği, davalıların bir kısmının da mazeretsiz duruşmaya katılmadıkları, bunun üzerine, anılan oturumda 1086 sayılı HUMK’nın 409. maddesi uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği, yenilemeden sonra 12.12.1996 tarihli oturuma davacılar vekilinin ve davalıların bir kısmının gelmedikleri gibi mazeret de bildirmedikleri, söz konusu oturumda bir kısım davalılar vekilinin ise; davayı takip etmeyeceklerini beyan etmesi nedeniyle dosyanın ikinci defa işlemden kaldırıldığı, bilahare, davanın tekrar yenilendiği,08.12.1997 tarihli oturumda da; davacılar vekilinin mazeretsiz gelmediği, duruşmaya gelen bir kısım davalılar vekilinin davayı takip etmeyeceklerini bildirdiği ve bu itibarla; ikinci yenilemeden sonra davanın üçüncü kez takipsiz bırakıldığı gerekçesiyle 08.12.1997 tarihinde HUMK’nın 409/5. maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anılan karardan iki gün sonra davacılar vekili tarafından verilen 10.12.1997 tarihli dilekçeyle eski hale getirme isteğinde bulunulduğu, mahkemece de, 15.12.1997 tarihinde bu talebin kabulüne karar verilerek yargılamaya devam edildiği ve davanın esastan sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, davanın açılmamış sayılması kararının verildiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK.'nun 166. ve devamı maddelerinde;''eski hale getirme(hali sabıka irca)'' kurumu düzenlenmiş olup, söz konusu Kanun'un 167. maddesinde; ''Sakıt olan hakkın hali sabıka ircaına karar verebilmek için: 1- Muayyen mühlet zarfında muameleyi yapmağa mecbur olan kimsenin veya vekilinin, arzu ve ihtiyarı haricinde olarak muameleyi yapmaktan aciz bulunduğunun tahakkuk etmesi, 2- Kanuni yollara müracaatın hukuken imkânsız bulunması lazımdır.'' hükmüne yer verilmiştir.

Bu durumda, somut olayda, davacılar vekilinin 08.12.1997 tarihli davanın açılmamış sayılması kararına yönelik kanuni yola başvurabileceği, nitekim anılan kararı temyiz etme imkanının bulunduğu açıktır. Öyleyse, bu yolu kullanmayan davacılar vekilinin HUMK’nın 167/2. maddesi uyarınca eski hale getirme talebinde bulunamayacağı da kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, mahkemece, eski hale getirme isteği reddedilerek davanın açılmamış sayılması kararı ile yetinilmesi gerekirken, yasal şartlarının oluşmadığı gözetilmeksizin ve yanılgılı değerlendirmeyle, eski hale getirme talebi kabul edilmek suretiyle davanın sürdürülüp esastan karar verilmesi isabetsizdir,…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı

9. Avanos Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.12.2020 tarihli ve 2020/201 Esas, 2020/268 Karar sayılı kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; 1086 sayılı HUMK’nın 166 ve devamı maddelerinde eski hâle getirme kurumunun düzenlendiği, ilgili maddede “muayyen mühlet zarfında muameleyi yapmağa mecbur olan kimsenin veya vekilinin, arzu ve ihtiyarı haricinde olarak muameleyi yapmaktan aciz bulunduğunun tahakkuk etmesi” durumunda eski hâle getirme talebinde bulunulabileceğinin düzenleme altına alındığı, kanunun tanıdığı imkân neticesinde nihai karar verilse dahi mahkemece eski hâle getirme talebi kabul edilerek yargılamaya devam edilebileceği, nihai karar verilmesinin eski hâle getirmeye engel oluşturmayacağı, aynı Kanun’un 171 inci maddesinde “Hali sabıka irca talebi muhakemenin talikini icap etmez ve hükmün icrasına da mani olmaz” hükmünün düzenleme altına alınarak söz konusu durumu desteklediği, somut olayda davacı vekilinin mazeretinin geçerli bir nedene dayandığı ve eski hâle getirme talebinin tüm koşullarını taşıdığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

10. Direnme kararı yasal süresi içinde bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yerel Mahkemenin HUMK’nın 409 uncu maddesi uyarınca vermiş olduğu davanın açılmamış sayılmasına dair karara karşı temyiz kanun yoluna başvuru süresi içerisinde davacı vekilinin Mahkemeye eski hâle getirme talebinde bulunduğu eldeki davada, Mahkemece davacı vekilinin eski hâle getirme talebi kabul edilerek işin esası hakkında bir karar verilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından uygulanması gereken 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun “hali sabıka irca” başlığı altında düzenlenmiş bulunan eski hâle getirme kavramının açıklanması gerekmektedir.

13. Bilindiği üzere davaların usul ekonomisi ilkesine uygun bir şekilde, en kısa süre içinde sonuçlandırılabilmesi için mahkemeler ve taraflar için süreler öngörülmüştür. Kanunun veya hâkimin tayin ettiği kesin süre içinde bir işlem yapılmazsa, işlemin ilişkin olduğu hak düşer (1086 sayılı HUMK md. 163). İşte eski hâle getirme, kanun veya hâkim tarafından tayin edilen kesin sürenin, kusur olmaksızın kaçırılması hâlinde, süresinde yapılamayan işlemin, tekrar yapılabilmesi için tarafa tanınan hukuki bir çaredir.

14. Eski hâle getirme kurumu; temelini Roma Hukukundan almakta olup, usul hukukunda taraflara süre getirmenin ve süreye uyulmaması hâlinde “hakkın sona ermesi sisteminin” zorunlu bir unsurudur. Bir hukuki kurumun niteliği ve amacı, özellikle, o kuruma ilişkin kuralların uygulanmasında ve yorumlanmasında önem arz eder. O nedenle, eski hâle getirmeye ilişkin kurallar uygulanırken ve yorumlanırken, eski hâle getirme kurumunun niteliği, amacı ve fonksiyonu göz önünde tutulmalı, ilgililer açısından, hak arama özgürlüğünü engelleme anlamına gelebilecek uygulama ve yorumlardan kaçınılmalıdır.

15. Eski hâle getirmenin tanımı 1086 sayılı Kanun’da yapılmamış sadece 166 ncı maddede “Bu kanunun veya hâkimin tayin ettiği kati müddetin müruriyle sukut etmiş olan hakkın hali sabıka ircaı aşağıda beyan olunan hallerde talep ve hükmolunabilir” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise bir kararında “eski hale getirme dileği, geçerli bir işlem için ve elde olmayan nedenlerle, belirli sürenin geçirilmiş olması yüzünden düşen bir hakkın, yeniden elde edilmesi amacına yönelik, Usul Kanununun tanıdığı bir yoldur” şeklinde tanımlamıştır (YHGK’nın 03.06.1982 tarihli ve 13-1612/748 K. sayılı K.). “Eski hâle getirme, yargılama sırasında elde olmayan nedenlerle yasal süreyi geçiren kişinin engelini bildirerek süresi içinde başvurup yitirilen hakkı kullanmasına olanak tanınması istemidir” şeklinde de tanımlanmaktadır (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 356). Diğer bir ifadeyle eski hâle getirme, davanın taraflarından birinin, kanunun veya hâkimin belirlediği kesin süre içinde, kusuru olmaksızın, dava ile ilgili bir işlemi süresinde yapamaması hâlinde, talep üzerine, mahkemenin yapılamayan bir işlemi tekrar yapılabilmesi için, kendisine bir hak daha verilmesini sağlayan bir hukuki çare olarak tanımlanabilir. Mahkeme, eski hâle getirme talebini kabul ederse, ilgili taraf, süresinde yapamadığı işlemi tekrar yapma hakkını elde edecektir. Dikkat edilirse, eski hâle getirme talebi kabul edildiğinde, kaçan süre, ilgili tarafa aynen verilmemekte, süresinde yapılamayan işlemi tekrar yapma hakkı elde edilmektedir.

16. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda süreler, ya doğrudan doğruya Kanun tarafından veya kanunun öngördüğü hâllerde Hâkim tarafından belirlenmiş olabilir. Eski hâle getirme kurumuna başvurabilmek için süresi içinde yapılamayan işlem bir usuli işlem olmalıdır. Zira maddi hukuk işlemleri için maddi hukukta öngörülen hak düşürücü süreler veya zamanaşımı sürelerinin geçirilmesi hâlinde, eski hâle getirme yoluna başvurulamaz. Eski hâle getirme, sadece usuli işlemler için kabul edilmiş bir hukuki çaredir.

17. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 166 ncı maddesi uyarınca eski hâle getirme kurumunun genel anlamda tanımı ve konusu yukarıdaki gibi açıklandıktan sonra, aynı Kanun’un 167 nci maddesinde eski hâle getirme şartları; “Sakıt olan hakkın hali sabıka ircaına karar verebilmek için: 1 – Muayyen mühlet zarfında muameleyi yapmağa mecbur olan kimsenin veya vekilinin, arzu ve ihtiyarı haricinde olarak muameleyi yapmaktan aciz bulunduğunun tahakkuk etmesi, 2 – Kanuni yollara müracaatın hukukan imkansız bulunması lazımdır” şeklindeki hüküm ile düzenleme altına alınmıştır.

18. Eski hâle getirme yoluna başvurabilmek için gerçekleşmesi gereken şartlardan belki de en önemlisi, kaçırılan süreyi telafi etmek, işlemi tekrar yapabilmek için eski hâle getirme dışında, başvurulabilecek başka bir kanuni yolun bulunmamasıdır. Bu durum 1086 sayılı Kanun’un 167 nci maddesinde yer alan “kanuni yollara müracaatın hukuken imkânsız bulunması lazımdır” şeklinde ifade edilmiştir.

19. Öncelikle belirtmek gerekir ki somut olayda olduğu gibi hükümde geçen “kanuni yollar” ifadesi çeşitli tereddütlerin doğmasına neden olmuştur. Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre de buradaki kanuni yol ile kastedilen, kaçırılmış olan sürenin yeniden elde edilebilmesi veya süresi içerisinde yapılmamış olan işlemin buna rağmen yapılabilmesi için kabul edilmiş olan hukuki imkânlardır. Zira aynı Kanun’un 168 inci maddesinin 2 nci cümlesinde yer alan “Tahkikat esnasında mürur etmiş olan müddetlerin esasa mütedair vicahi hükümden sonra hali sabıka ircaı talep olunamaz” hükmüne göre, tahkikat sırasında eski hâle getirme sebebinin varlığı nedeni ile geçirilmiş olunan süreye rağmen, yargılamaya devam edilmiş ve sonuçta dava tarafların yüzlerine karşı verilen bir hükümle sonuçlandırılmışsa, verilen bu hükme karşı temyiz kanun yolu açıktır ve fakat eski hâle getirme talep edilemez. Öyle ise yasak, sırf bu varsayıma hasredilmiştir. Görüldüğü gibi burada eski hâle getirme yoluna başvurulamaması, 167 nci maddenin ikinci fıkrasından kaynaklanmamaktadır. Dolayısıyla, hüküm tarafın yokluğunda verilmişse, eski hâle getirme, sözü edilen hükme karşı temyiz imkânının varlığına rağmen istenebilecektir. Zira 1086 sayılı Kanun’un md. 168/II hükmü bu duruma ilişkin değildir. O hâlde, Kanun’un 167 nci maddesinde geçen kanun yolu kavramına temyiz kanun yolu dâhil edilmemelidir. Dâhil olsaydı md. 168/II hükmünün ayrıca düzenlenmesine ihtiyaç bulunmazdı. Nitekim yokluğunda verilmiş olan hüküm kısmen veya tamamen aleyhine olan taraf, tahkikat esnasında iradesi dışındaki sebeplerden biri ile geçmiş olan süreden ötürü eski hâle getirme isteyebilecektir. Buna yokluğunda verilmiş olan karara karşı temyiz yolunun açık olması engel olmayacaktır. Bu hâlde eski hâle getirme talebi kabul edilirse, bunun sonucu, mahkemenin vermiş olduğu hükmün yerel mahkemece kaldırılması olacaktır.

20. Yeri gelmişken; eski hâle getirmenin amacı, konusu ve uygulanma şartları ile temyiz kanun yolunun amacı, konusu ve uygulanma şartları arasındaki farklılıkların da açıklanmasında yarar vardır. Eski hâle getirme, işlemin süresinde yapılmamış olması nedeniyle alınan kararın iptali için kabul edilmiş bir hukuki yoldur. Temyiz ise olağan bir kanun yoludur. Temyizin amacı, bir kanun yolu olarak, kararın hukuka uygun olarak verilmesini sağlamak, böylece kararın maddi bakımdan doğru olmasını ve ülkede hukuk birliğini temin etmek iken; eski hâle getirmenin amacı, elde olmayan nedenlerle sürelere riayet edilememesi hâlinde, ortaya çıkacak aleyhe sonucu engellemek, bu amaçla işlemin sonradan, tekrar yapma şansı vermektir. Temyizde, incelemenin kapsamı açısından, temyiz edilen kararın maddi hukuka ve usul hukukuna uygun olup olmadığı araştırılırken; eski hâle getirmede talepte bulunan tarafın, işlemi süresinde yapamamasında kusurlu olup olmadığı hususu araştırılır. Aynı şekilde temyiz nedenleri genel olarak hukukun yanlış uygulanmış olmasına ilişkindir. Oysaki eski hâle getirme nedenleri tarafın “arzu ve ihtiyarı haricinde” kusuru olmaksızın karşılaştığı ve işlemin süresinde yapılmasına engel olan olaylardır. Görüldüğü gibi sırf eski hâle getirme talebinin kabulüne yönelik iddiaların, temyiz yolu ile ileri sürülmesi işin doğasına da aykırılık teşkil etmektedir.

21. Eski hâle getirme talebinin hangi mahkemece incelenip karara bağlanacağı hususu 1086 sayılı Kanun’un 169 uncu maddesinde yer alan “Hali sabıka irca talebi meselenin esasını halle salahiyettar olan hakime arzolunur. Bir hüküm hakkında kanuni yollara müracaat hakkının sakıt olması üzerine hali sabıka irca talebi, verilen hükmü tetkika salahiyettar olan mahkemeye arzolunur” şeklindeki düzenleme ile belirtilmiştir. Görüldüğü gibi, Kanun Koyucu tarafından eski hâle getirme talebinin nereye yapılması gerektiği sorunu; kaçırılan sürenin, ilk derece yargılamasına veya kanun yollarına ilişkin olup olmamasına göre farklı cevaplandırılmıştır. Ancak bu soruya çözüm getirirken de “süresinde yapılamayan işlemin esası hakkında hangi mahkeme yetkili ise, o işleme ilişkin eski hale getirme talebi de aynı mahkemeye yapılmalıdır” şeklinde formüle edilebilecek genel bir kuraldan hareket etmiştir. Öyle ise kural olarak, hüküm verilmeden önceki, ilk derece yargılaması döneminde vuku bulan eski hâle getirme talepleri, yine davaya bakan mahkemeye yapılmalıdır.

22. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 409 uncu maddesi ile “Oturuma çağrılmış olan tarafların hiçbiri gelmediği veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.

Oturum gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hallerde, gün tespit ettirilmemiş ise, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle birinci fıkra hükmü uygulanır.

Yukarıdaki fıkralar hükmü gereğince dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurması üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, oturum, gün, saat ve yerini bildiren çağırı kâğıdı ile birlikte taraflara tebliğ olunur.

Dava dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay geçtikten sonra yenilenirse yeniden harç alınır. Bu harç yenileyen tarafından ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava, yeni bir dava sayılmaz.

İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar açılmamış sayılır ve mahkemece bu hususta kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.

Birinci ve ikinci fıkralar gereğince işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilemeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi halde beşinci fıkra hükmü uygulanır” hükmü düzenleme altına alınmıştır.

23. Yukarıda yer verilen maddenin birinci fıkrasına göre oturuma usulüne uygun olarak çağırılmış olan tarafların hiç biri gelmediği veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.

24. Belirli bir davaya ilişkin olarak mahkeme önünde yapılacak tahkikat ve yargılama işlemleri için yine mahkeme tarafından önceden belirlenmiş olan zaman dilimine oturum veya celse; bu zaman diliminde o davaya ilişkin olarak yapılan tahkikat ve yargılama işlemine de duruşma denilmektedir. Uygulamada bu iki kavram birbirleri ile karıştırılıyor olsa da görüldüğü gibi duruşmalar; önceden belirlenmiş zaman diliminde gerçekleştirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında ve özellikle somut olayın çözümü için “duruşmaya gelinmesinin” bir usul işlemi olarak kabul edilip, tarafın elinde olmayan nedenlerle duruşmaya gelememesi hâlinde eski hâle getirme yoluna başvurup başvuramayacağı sorununa açıklık getirilmelidir.

25. Konuya ilişkin 1086 sayılı Kanun’a baktığımızda “tarafların duruşmaya gelmemeleri” hâline ilişkin olarak 213/II-III ve özellikle 409 uncu maddelerinde özel düzenlemelerin bulunduğunu görmekteyiz. Öyle ise konunun, bir usul işlemi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorunu bu hükümler dikkate alınarak değerlendirilmeli ve sonuca varılmalıdır.

26. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kanun koyucu, eski hâle getirme kurumunu düzenlerken, yukarı paragraflarda ayrıntılı olarak belirtildiği gibi süresi içerisinde yapılması gereken bir usuli işlemin bulunmasını, bu işlemin ilgili tarafça süresi içerisinde yapılamamasını, bunun sonucunda bir hak kaybının doğması ve son olarak kaçırılan süreyi telafi etmek veya işlemi tekrar yapabilmek için eski hâle getirme dışında başvurulabilecek başka bir kanuni yolun bulunmamasını öngörmektedir.

27. Yukarıda yer verilen 1086 sayılı Kanun’un 409 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre taraflar duruşmaya gelmedikleri takdirde dosya işlemden kaldırılmaktadır. Burada hak düşürücü nitelik taşıyan kesin bir süre söz konusu olmadığı gibi, duruşmaya gelinmemesi hâlinde kesin olarak sona eren, düşen bir hak da kural olarak bulunmamaktadır. Zira, dosyanın işlemden kaldırılması hâlinde, aynı maddenin 3 üncü fıkrası gereğince dava işlemden kaldırılma tarihinden itibaren üç ay içinde yenilenebilir. Görüldüğü gibi Kanun Koyucu, duruşmaya gelinmemesi hâlinde bunun yaptırımı olan dosyanın işlemden kaldırılmasına karşı başvurulabilecek yolu da belirtmiş ve davanın yenilenmesini kabul etmiştir. Buna göre duruşmaya gelinmemesi ve dosyanın işlemden kaldırılması hâlinde eski hâle getirme dışında, davanın yenilenmesi şeklindeki bir başka hukuki yol (çare) bulunmaktadır. Oysa ki eski hâle getirme yoluna başvurabilmek için başka bir hukuki yol (çare) bulunmamalıdır. Keza, bir taraf aynı Kanun’un 213/III maddesi uyarınca geçerli bir özrü nedeniyle duruşmaya gelememişse, hak kaybını önleyebilmek adına yokluğunda yapılan işlemlere itiraz etmesi şeklinde bir hukuki yol öngörüldüğünden, eski hâle getirmeye başvuramayacağı tartışmasızdır.

28. Ne var ki, işlemden kaldırılan bir davanın üç ay içinde yenilenmemesi hâlinde 1086 sayılı Kanun’un 409 uncu maddesinin beşinci fıkrasına göre davanın açılmamış sayılacağı ve mahkemece bu hususta kendiliğinden karar verileceği düzenleme altına alınmış, yine altıncı fıkrasında da işlemden iki kez kaldırılmasına karar verilmiş ve yenilenmiş olan davanın üçüncü kez takipsiz bırakılması hâlinde beşinci fıkra hükmünün uygulanacağı belirtilmiştir. Kanun koyucu davada üç ay yenileme talebinde bulunmamaya veya davayı üç kez takip etmemekteki bu ısrarlı davranışa, bir sonuç bağlamış ve davanın açılmamış sayılacağını belirtmiştir. İşte böyle bir durumda duruşmaya gelinmemesine bağlı olarak davanın açılmamış sayılması sonucunda bir hak kaybının doğacağı açık olup, bu hâllerde, eski hâle getirme talebinden başka bir hukuki yol bulunmadığı gözetildiğinde duruşmaya katılamamanın da bir usuli işlem olduğunun kabulü gerekir. Nitekim yerleşik Yargıtay içtihatları da bu yöndedir.

29. Eldeki davada; Mahkemece, davacılar vekilinin yargılamanın devamı sırasında 07.07.1994, 12.12.1996 ve 08.12.1997 tarihinde yapılan duruşmalarda davayı takip etmediği gerekçesiyle ikinci yenilemeden sonra 08.12.1997 tarihinde 1086 sayılı Kanun’un 409 uncu maddesinin beşinci fıkrası uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Açılmamış sayılmasına dair verilen karara karşı, davacılar vekili tarafından 10.12.1997 tarihinde eski hâle getirme talebinde bulunulmuş, Mahkemenin 15.12.1997 tarihli ve 1997/76 Değişik Esas, 1997/53 Değişik İş Karar sayılı kararı ile Mahkemenin 1993/126 Esas sayılı dosyasının 08.12.1997 tarihli ve 10.50 saatli duruşmasına davacılar vekilinin katılmadığı görülmüş ise de “vekilin aynı gün ve saatte Kayseri 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 1997/1136 E. sayılı dosyasının duruşmasına saat 09.20’de girip 10.00’da çıktığı, Kayseri’den Avanos’a gelirken eşinin kullandığı aracın lastiğinin patladığı ve bu nedenle duruşmaya geç kaldığı, anlatılan sebeplerle vekilin eski hale getirilme talebinde haklı olduğu gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verilen dava dosyasının eski hale getirilmesine” karar verilmiş ve yargılamaya yeni esas numarası üzerinden devam olunmuştur.

30. Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında; 1086 sayılı Kanun’un 169 uncu maddesi uyarınca eski hâle getirme istemi, ilgili mahkemeye yöneltileceğine göre davanın takip edilmemesi nedeniyle Mahkemece verilen davanın açılmamış sayılması kararı usule ilişkin bir karar olması dolayısıyla uyuşmazlığın esasını çözüme bağlayan ve mahkemenin o işten mutlak anlamda el çekmesi sonucunu doğuran bir karar olmadığından; Mahkemece istemin incelenip dayandırıldığı olgular değerlendirilerek bir karar verilmiş olması usule ve Yargıtayın yerleşik içtihatlarına uygundur.

31. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; duruşma gün ve saatinin belirlenmesine ilişkin işlemin bir usul işlemi sayılamayacağı, dolayısıyla somut olayda 1086 sayılı Kanun’un 166 ncı ve devamı maddelerinde düzenlenen eski hâle getirme sebeplerinin bulunmadığı, davanın açılmamış sayılmasına dair verilen karardan sonra Mahkemece bu kararın kaldırılarak yargılamaya yeni bir esas numarası üzerinden devam edilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu, mahkemelerin nihai kararlarına karşı temyiz kanun yoluna başvurulması gerektiği belirtilerek, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

32. Hâl böyle olunca; Mahkemece davacılar vekilinin eski hâle getirme istemi hakkında bir karar verilerek yargılamaya devam edilmesine yönelik verilen direnme kararı yerindedir.

33. Ne var ki, bir kısım davalılar vekilinin Mahkemece verilen eski hâle getirmeye yönelik kabul kararına ve davanın esası hakkındaki hükme yönelik sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Direnme uygun bulunduğundan, bir kısım davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

20.09.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 19’u DİRENME UYGUN DAİREYE, 6’sı ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.