FARKLI YARGILAMA USULÜNE TABİ DAVALAR BİRLİKTE GÖRÜLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


26 Mar
2023

Yazdır

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2021/19277
KARAR NO    : 2022/10757

Y A R G I T A Y   İ L A M I

MAHKEMESİ              : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi
TARİHİ                        : 25/03/2021
NUMARASI                 : 2019/1727 - 2021/446
DAVACI                       : D.bank AŞ vekili Av. M.A.
DAVALILAR                : 1- A.O. 2- Y.Y. Üniversitesi vekili Av. T.M.B.
BİRLEŞEN BAKIRKÖY 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ 2015/175 E
DAVACI                        : D. Finansal Kiralama AŞ vekili Av. F.K.Ö.
DAVALILAR                 : 1- A.O.
                                        2- Y.Y. Üniversitesi vekili Av. T.M.B.
İLK DERECE
MAHKEMESİ              :
Bakırköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 16/01/2018
NUMARASI                 : 2014/579 - 2018/5

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekillerince talep edilmiş, davacılardan D.bank A.Ş vekilince duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 21/09/2022 Salı günü davacı D.bank A.Ş vekili Av. E.O. ile davalılar vekili Av. T.M.B. geldiler. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan tarafların vekilleri dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Asıl davanın davacı vekili; müvekkil ile dava dışı E. Sağlık Tesisleri ve Eğitim Müesseleri AŞ ve U. Sağlık Yatırımları Holding AŞ arasında imzalanan kredi genel sözleşmelerinde davalı borçlu Azmi O.’nun müşterek ve müteselsil kefil olarak imza attığını, kredilerin geri ödenmemesi üzerine dava dışı borçlular ve davalı borçlu aleyhine İstanbul 27. İcra Müdürlüğü’nün 2012/22551 ve İstanbul 5. İcra Müdürlüğü’nün 2013/4382 sayılı dosyalar ile tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile takipler yapıldığını, takiplerin kesinleştiğini, davalı borçlunun acz halinde olduğunu, adına kayıtlı İstanbul İli, Sancaktepe İlçesi, Samandıra Mah. Mezarlıkcivarı Mevkii, 8.97 ada, 1 parselde kayıtlı arsanın diğer davalıya mal kaçırma saiki ile bağışlandığının tespit edildiğini beyan ile davalılar arasındaki tasarrufun İİK 277 ve devamı ve TBK 19 maddeleri gereğince iptalini talep ve dava etmiştir.

Birleşen davada davacı vekili; müvekkili ile dava dışı borçlu E. Sağlık Tesisleri ve Eğitim Müesseseleri AŞ ve İ.V. Sağlık Hizmetleri Aş arasında finansal kiralama sözleşmesi düzenlendiğini davalı borçlunun söz konusu sözleşmelerde kefil sıfatı ile imzasının bulunduğunu, borcun ödenmemesi sebebi ile davalı borçlu aleyhine İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün 2013/7404, 2013/30136, ve 2013/30137 sayılı dosyalar ile tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile takipler yapıldığını, davalı borçlunun adına kayıtlı İstanbul İli, Sancaktepe İlçesi, Samandıra Mah. Mezarlıkcivarı Mevkii, 8.97 ada, 1 parselde kayıtlı arsanın diğer davalıya mal kaçırma saiki ile bağışlandığının tespit edildiğini beyan ile davalılar arasındaki tasarrufun İİK 277 ve devamı ve TBK 19 maddeleri gereğince iptalini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili davanın reddini savunmuştur.

İlk derece mahkemesince yapılan yargılama neticesinde; asıl ve birleşen davaların İİK 277 ve devamına göre açıldığı hukuki nitelendirmesi yapılarak asıl dava yönünden davanın kabulüne, birleşen dava yönünden ise 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmesi gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, söz konusu hüküm aleyhine asıl davanın davalılar vekili, birleşen davanın ise davacı vekili istinaf talebinde bulunmuş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesince yapılan inceleme neticesinde dosyanın hem İİK 277 ve devamı hükümleri gereğince hem de TBK 19 hükümleri gereğince incelemesi yapılarak asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiş söz konusu karar asıl ve birleşen davanın davacıları tarafından temyiz edilmiştir.

1- Söz konusu tasarruf işleminin hem İİK 277 ve devamı hem de TBK 19 maddeleri gereğince iptali talep edilmiştir.

Mahkemece davacı vekillerinden dilekçenin açıklattırılması talep edilmiş, davacı vekilleri cevaba cevap dilekçesinde; söz konusu tasarruf işleminin hem TBK 19'a göre hem de İİK 280/1 hükmü gereğince muvazaalı olduğunu, muvazaa veya İİK 277 değerlendirmesinin hakime ait olduğunu beyan etmişlerdir.

Mahkemece asıl ve birleşen davanın hukuki nitelendirmesi İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali olarak nitelendirilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince ise hem TBK m. 19 hukuksal nedeni hem de İİK 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali hukuksal nedeni değerlendirilerek karar verilmiştir.

Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK 277. maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3.kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler.

İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı açılmış tasarrufun iptali davaların dinlenebilmesi için,davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278.maddesinde akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır.

Keza İİK.nun 280. maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.nun 279.maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır.

TBK m. 19 muvazaa hukuksal nitelemesine dayalı davalarda ise; 3.kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesini önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkan verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde ise iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1,2 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir. Ancak bu tür davaların görülebilmesi içinde diğer dava koşularının yanında davacıların borçlulardan alacaklı olmaları yani hukuki yararlarının olması gerekir.

Dosyadaki beyanlara, istinaf dilekçelerinde davanın tasarrufun iptali davası olmadığının ileri sürülmemesine ve davacılar vekillerinin dilekçelerindeki vakıaların açıklanması gözetildiğinde, asıl davanın İİK 277 ve devamı maddeleri uyarınca açıldığının anlaşılmasına göre Bölge Adliye Mahkemesince asıl dava yönünden İİK 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali koşulları olup oluşmadığı belirlenmeksizin karar verilmesi doğru görülmemiştir.

2- Tasarrufun iptali davaları basit yargılama usulüne; muvazaaya dayalı tapu iptali ve tescil davaları ise yazılı yargılama usulüne; tabidir. Birleşen dava yönünden davacı vekillerinin özellikle temyiz dilekçelerinde ileri sürdükleri beyanlara göre birleşen davanın TBK 19 maddesine dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır. Farklı yargılama usulüne tabi davaların birlikte görülmesi caiz değildir. Buna göre; birleşen dosyanın tefrik edilerek birleşen davanın TBK m. 19 koşulları kapsamında değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yargılama usulleri farklı olan davaların birarada görülerek karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

3- Bozma neden ve şekline göre asıl davanın davacı vekilinin ve birleşen davanın davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle asıl davanın davacı vekilinin (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle birleşen davanın davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüne hükmün BOZULMASINA (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle asıl ve birleşen davanın davacı vekillerinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, dosyanın HMK’nın 373/2.maddesi gereğince İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 3.815,00 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacı D.bank A.Ş'ne verilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden asıl ve birleşen davada davacılara geri verilmesine 21/09/2022 tarihinde Üye H.Akdere'nin karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.

Başkan V.       Üye            Üye         Üye              Üye
M.Çakmak      S.Arslan    M.Erol     H.Akdere     Y.Yılmaz
                                                           (Muhalefet)

KARŞI OY YAZISI

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.

Üye
H.Akdere

İÇTİHAT YORUMU : 
“Kanımızca farklı yargılama usulüne tâbi davaların birleştirilmesinin hukuka uygun olmadığına ilişkin mutlak bir yaklaşım ortaya konulamaz. Her şeyden önce kanun koyucu böyle bir mutlak engel öngörmüş olsaydı, bu hususu Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açıkça düzenlerdi. Kanun koyucu bu şekilde bir düzenleme öngörmediğine göre, salt yargılama usulünün farklılığından hareket edilerek kesin bir sonuca varılamaz.

Bu davaların birlikte görülemeyeceğine ilişkin gerekçe olarak ileri sürülen, basit yargılama usulünde sürelerin farklı olması, ön inceleme ve tahkikatın birlikte yapılması, dosyanın bir defa işlemden kaldırılması ve benzeri nedenler, aralarında bağlantı bulunan davaların ayrı ayrı görülmesi için bir dayanak noktası oluşturamaz. Zira davaların birleştirilebilmesi için her iki davanın aynı safhada olması gibi bir şart aranmadığından, aynı yargılama usulüne tâbi birisi tahkikat aşamasında diğeri ön inceleme aşamasında olan iki dava da birleştirilebilir. Ulaştığımız bu sonucu destekleyen en önemli argümanlardan birisi de, davaların birlikte görüldüğü özel hallerden birisini teşkil eden karşı dava müessesesinin varlığıdır. Zira, davaların birleştirilmesinden farklı olarak görev kurallarının dahi göz ardı edildiği bir müessese bakımından, salt yargılama usullerinin farklılığı karşı dava açılmasına bir engel teşkil etmemelidir. Özellikle kanun koyucunun takas veya mahsup talebinin varlığı halinde, başka hiçbir araştırmaya gerek kalmaksızın, asıl dava ve karşı dava arasında bağlantıyı var kabul etmesi, bu davaların birlikte görülmesi bağlamında onun iradesinin güçlülüğünü göstermektedir.” (ERMENEK, İbrahim, Medenî Usul Hukukunda Davaların Birleştirilmesi ve Ayrılması, Ankara, 2014, s. 138, 139)

“Kanunda birleştirilecek davaların aynı yargılama usûlüne tâbi olması gerektiği yönünde de düzenleme yapılmamıştır. Örneğin, asliye ticaret mahkemesinde görülen yazılı yargılama usûlüne tâbi bir dava ile basit yargılama usûlüne ilişkin dava birleştirilebilir mi? Kanaatimizce bu soruya olumlu cevap vermek gerekir. Her şeyden önce kanun böyle bir sınırlama getirmemiştir, ayrıca birleştirme için aranan şart (m. 166/4), farklı yargılama usûllerinde görülen davalar bakımından da geçerliliğini korumaktadır. Farklı iki yargılama usûlüne tâbi davalar, baştan birlikte açıldığında dilekçeler teatisi aşamasından başlayarak bir takım sorunlara yol açacaktır. Oysa, aşağıda da belirtileceği üzere, davaların birleştirilmesi, (hukuken bir engel olmasa da) dilekçeler teatisi aşamasından, hatta çoğu kez ön incelemeden sonra gerçekleşecektir. Bu açından da davaların yığılmasındaki sakıncalar burada söz konusu olmayacaktır. Belirtilen gerekçelerle, davaların yığılmasında aransa dahi, davaların birleştirilmesinde aynı yargılama usûlüne tâbi olmanın şart olmadığı kanaatindeyiz. Bunun 166. maddenin 5. fıkrasını da birçok kez uygulanamaz hâle getireceği de unutulmamalıdır.” (ÖZEKES, Muhammet, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, C: II, İstanbul, 2017, s. 1438)

Doktrinde yer verilen iki görüş ayrı yargılama usûlüne tabi davaların birleştirilebileceği yönündedir. Her iki yargılama usûlüne tabi dosyalar açısından ön inceleme aşamasından sonra dosyaların birleştirilebileceği öne sürülse bile uygulamadaki iş yükü dikkate alındığında; bilirkişi raporunun verilme süresi ve bu sürenin uzatılması açısından HMK m. 274/1 hükmü ve dosyanın işlemden kaldırılması ve davanın açılmamış sayılması açısından HMK m. 150/6 ile HMK m. 320/4 hükmü düzenlemelerinin göz ardı edilmesi sonucu yargılama süreci içerisinde büyük karışıklıkların ortaya çıkacağını da unutmamak gerekir.