HMK 141 HÜKMÜ GEREĞİ MUVAZAA VE VEKÂLET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILDIĞINA DAİR DAVACININ YARGILAMANIN İLERLEYEN SAFHALARINDA İLERİ SÜRÜLEN İDDİALARI DİNLENEMEZ

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


24 Ock
2024

Yazdır

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-859
Karar No       : 2023/990

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Marmaraereğlisi Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 09.09.2021
SAYISI                          : 2021/187 E., 2021/312 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 11.02.2021 tarihli ve 2018/5003 Esas,
                                         2021/751 Karar  sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili, müvekkili Celal Ş.’in bipolar bozukluk tanısı ile yirmi beş yıldır tedavi gördüğünü, hastalığından yararlanılması suretiyle dava dışı Ümit K. adına alınan vekâletname kullanılarak müvekkilinin maliki olduğu Tekirdağ ili, Marmaraereğlisi ilçesi, Yeniçiftlik Mahallesi 38.9 parseldeki hisselerinin dava dışı Ender T.’e satıldığını, Ender’in de dava konusu yeri dayısının oğlu olan davalıya muvazaalı olarak satış suretiyle devrettiğini, müvekkilinin işlem tarihinde ehliyetsiz olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile payı oranında müvekkili kısıtlı adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili, emlakçılık yapan müvekkilinin davaya konu taşınmazı dava dışı Ender T.’den bedelini ödeyerek ve iyiniyetli şekilde satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Marmaraereğlisi Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.05.2018 tarihli ve 2015/339 Esas, 2018/161 Karar sayılı kararıyla; Adli Tıp Kurumundan alınan rapora göre vekâletnamenin düzenlendiği tarih ile taşınmazın devrine ilişkin resmî akit tarihinde davacının fiil ehliyetinin bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 12.09.2018 tarihli ve 2018/1242 Esas, 2018/1074 Karar sayılı kararıyla; davacının dava dilekçesinde ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayandığı, vekâletname verildiği tarih ve taşınmazın devrine ilişkin resmî akit tarihinde hukuki ehliyeti haiz olduğunun Adli Tıp Kurumu raporu ile tespit edildiği, bu raporun yeterli olduğu, taşınmazın teminat amaçlı verildiği ve kandırıldığına ilişkin İlk Derecede ileri sürülmeyen hususların istinaf aşamasında ileri sürülemeyeceği, davanın ehliyetsizlik iddiasına dayalı olduğu ve Mahkemenin Adli Tıp Kurumu raporu doğrultusunda davanın reddine karar vermesinin doğru olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;

“… Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı kısıtlı Celal Ş.’in 04.06.2013 tarihinde maliki olduğu taşınmazları dilediği kişiye dilediği bedelle satma yetkilerini içerir şekilde dava dışı Ümit K.’ı vekil tayin ettiğini, anılan vekilin çekişme konusu 38.9 parsel sayılı taşınmazda davacıya ait 17574/107520 payın tamamını 05.06.2013 tarihinde dava dışı Ender T.’e, adı geçenin de 23.07.2013 tarihinde davalı Candan Boz’a satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, bir davada dayanılan maddi olaylar için birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Nitekim Yargıtay içtihatları bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.(11.04.1990 günlü ve 1990/1-152 E, 1990/236 K; 15.05.2013 günlü ve 2012/1-1808 E, 2013/699K sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları)

Eldeki davada, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davacının, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Somut olayda, Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu’nun 10.11.2017 tarihli raporu ile kısıtlı Celal Ş.’in vekaletname ve akit tarihinde ehliyetli olduğu saptanarak ehliyetsizlik iddiası yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden, reddine.

Ancak, davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayanılmasına rağmen mahkemece bu yönden bir araştırma ve değerlendirme yapılmış değildir.

Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası yönünden araştırma ve inceleme yapılması, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek dava dışı Ender'e yapılan ilk temlikin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi, belirlenir ise taşınmazı devrettiği ikinci el olan davalının 4721 sayılı TMK'nın 1023. maddesi kapsamında ediniminde iyiniyetli olup olmadığının araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. ..” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, dava dilekçesinde davacının fiil ehliyetini haiz olmadığı hukuki nedenine dayanıldığı, aynı dilekçede dava dışı eski malik Ender T. ile dava dışı vekil Ümit K. tarafından fiil ehliyeti bulunmadığı iddia edilen davacının kandırıldığı ve kendisine vekâletname imzalattırıldığı iddiasının ileri sürüldüğü, vekâlet görevinin kötüye kullanılması değil bilakis zikredilen nedenlerle (davacının fiil ehliyeti yokluğundan) vekâletnamenin geçersizliği ileri sürülerek tapu iptali ve tescili talep edildiği, kaldı ki, davacı vekili tarafından ilk defa istinaf ve temyiz aşamalarında ileri sürülen vekilin sadakat ve özen borcuna aykırı davranması nedeniyle vekâlet görevinin kötüye kullanılmasından kaynaklanan tapu iptali ve tescili talep edilebilmesi için dava dışı vekil Ümit K.'a usulen husumet yöneltilmesi gerektiği, işbu davada vekile husumet yöneltilmediği, bu nedenle Özel Dairenin bozma nedenlerine uyularak yargılamaya devam edilmesinin usulen mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarına göre Adli Tıp Kurumu raporlarının nihai raporlar olmadığını, bu nedenle itirazlarının kabulü ile bir üniversitenin ilgili nöroloji ve psikiyatri ana bilim dalından rapor alınması gerektiğini, dosyada dinlenmiş olan tanıkların da belirttiği üzere davacının herkesçe bilinen ve uzun yıllardır devam eden hastalığının olduğunu, bununla ilgili ayrıntılı araştırma yapılması gerektiğini, zira dava konusu işlemlerin bitiminden kısa bir süre sonra davacıya vasi tayin edildiğini, dinlenen tanık beyanları ile ortada gerçek bir satışın olmadığı ve devrin teminat olarak yapıldığının açık olduğunu, üçüncü kişinin vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde olduğunu, vekâlet ilişkisinin kötüye kullanıldığını bildiği ve bilebilecek durumda olduğunun ispat edildiğini, bu hususa bozma kararında da değinildiğini belirterek hükmün bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanılıp dayanılmadığı, buradan varılacak sonuca göre vekâlet görevinin kötüye kullanılması iddiası bakımından araştırma ve inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25 inci, 33 üncü, 119 uncu maddesinin 1 inci bendinin (g) paragrafı, 141 inci, 194 üncü maddesi.

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 9 uncu maddesi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümüne geçmeden önce davaya dair hukuki nitelendirmenin önemine değinmekte fayda vardır.

2. Bilindiği üzere, HMK'nın 33 üncü maddesi ve ayrıca 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davanın dayandığı maddi vakıaları bildirmek ve izah etmek davacıya, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak hâkime aittir.

3. Taraflarca getirilme ilkesinin sonucu olarak davacı, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaları dava dilekçesinde bildirmelidir. Bu hususa, HMK'nın 194 üncü maddesinde (vakıaları) somutlaştırma yükü denilmektedir. Bir davada ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Bu şekilde somutlaştırma yükü yerine getirileceği gibi davalı da bu vakıalara göre savunmasını yapacaktır. Dayanılan bu vakıalara uygulanacak hukuki sebepler de HMK’nın 119/1-g bendinde dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Ancak hukuki sebepler dava dilekçesinin zorunlu olmayan unsurları arasındadır. Çünkü, Türk hukukunu resen uygulamakla görevli olan hâkim (HMK m. 33) için dava dilekçesinde gösterilen hukuki sebepler bağlayıcı değildir. Buna karşılık, hâkim, davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalarla bağlı olup, davacının bildirmediği vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dâhi bulunamaz (HMK m. 25). Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalar davanın temelidir. Bu vakıalar davanın sınırını çizmekte ve hâkim ancak bu vakıalar hakkında inceleme yapabilmektedir. Davanın hukuki niteliği de bu vakıalara göre belirlenmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2021 tarihli ve 2017/1-1216 Esas, 2021/60 Karar sayılı kararı).

4. Somut olayda, davacı vekili dava ve cevaba cevap dilekçesinde müvekkili Celal Ş.'in işlem tarihinde hukuki ehliyetinin olmaması nedeniyle dava dışı Ümit K.'a verilen 04.06.2013 tarihli vekâletnamenin hüküm ifade etmediğini dolayısıyla bu vekâletnameye istinaden tapuda yapılan alım satım işlemlerinin geçersiz olduğunu ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.

5. Davacı vekili dava ve cevaba cevap dilekçesinde yalnızca yukarıda anılan vakıaya dayandığından davanın ehliyetsizlik hukuki sebebi bağlamında ele alınması gerekir.

6. Bu kapsamda, bir sözleşmenin geçerli bir şekilde kurulabilmesi için gerekli olan unsurlardan biri de sözleşme ehliyetidir. Sözleşme ehliyetinin bulunmadığı durumlarda mevcut bir irade açıklaması bulunmasına rağmen bu açıklama sonucu herhangi bir borç doğmaz. Zira sözleşme irade açıklaması ile kurulmakta olup böyle bir irade açıklamasının hukuki sonuç doğrulabilmesi, kanuni anlamda gerekli olan fiil ehliyetini gerektirir. Bu sebeple ehliyet sözleşmenin geçerliliği için gerekli olan bir unsurdur.

7. Türk Hukuk Lûgatında; kişinin kendi filleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir olması olarak tanımlanan "fiil ehliyeti", sözleşme geçerliliği için aranan ehliyet olup 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 9 uncu maddesine göre ancak fiil ehliyetine sahip olan kimselerin, kendi fiilleriyle hak edinebilecek ve borç altına girebileceklerdir (Türk Hukuk Lûgatı: Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C.1, s. 382). Bu anlamda fiil ehliyeti tam olan (kısıtlı olmayan, ergin olan ve ayırt etme gücü olan) kimseler hak ve borç altına girebileceklerdir. Sözleşme ehliyeti ise sözleşmenin her iki tarafı için de aranan bir unsur olup tarafların sözleşmenin kurulduğu anda bu ehliyeti haiz olmaları durumunda geçerli bir sözleşme ilişkisi kurulur.

8. Dosya kapsamında alınan 10.11.2017 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda, davacı Celal Ş.'in vekâletnamenin verildiği 04.06.2013 ve satış işleminin yapıldığı 05.06.2013 tarihlerinde fiil ehliyetini etkileyecek herhangi bir kognitif bozukluk ya da ruhsal rahatsızlığının tespit edilemediği belirtilmiş; anılan rapor Mahkeme ve Özel Dairece yeterli görülerek anılan işlem tarihlerinde davacının fiil ehliyetinin bulunduğu çekişmesiz şekilde benimsenmiştir.

9. Mahkeme ve Özel Daire arasındaki çekişme, davada fiil ehliyetinin bulunmadığı hususunun yanında ayrıca vekâlet ilişkisinin kötüye kullanıldığı hukuksal nedenine de dayanılıp dayanılmadığından ibarettir.

10. Gelinen aşamada, iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağına da değinmek gerekir.

11. Somut olayda davanın açıldığı ve ön incelemenin yapıldığı tarihte yürürlükte olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141 inci maddesine göre; "(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır".

12. İddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi ile kastedilen vakıaların, talep sonucunun ya da savunma sebeplerinin değiştirilmesi veya yeni vakıalar, talepler ya da savunma sebepleri ilâve edilerek genişletilmesidir (Ali Cem Budak, Varol Karaarslan, Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2021, s. 215). Bazı usul işlemleri ise iddia ve savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi kapsamında değerlendirilemez. Örneğin, talep sonucunun daraltılması ya da azaltılması bu yasak kapsamında değildir.

13. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendiğinde; davacı vekili dava ve cevaba cevap dilekçesinde, davaya konu satış işlemlerinin muvazaalı olduğundan bahsetmişse de sonuç olarak yalnızca ehliyetsizlik hukuki nedenine dayanmıştır. Adli Tıp Kurumu raporunun dosyaya kazandırılmasıyla yargılamanın sonraki safhalarında (istinaf ve temyiz) aslında gerçek bir satışın olmadığından, yapılan satış işleminin aslında teminat amacıyla yapıldığından, ortada bir irade sakatlığının bulunmasıyla vekâlet alan dava dışı Ümit K.'ın aslında vekâlet görevini kötüye kullanmak suretiyle davaya konu taşınmazı dava dışı Ender T.'e, onun da muvazaalı şekilde davalıya sattığından bahsedilmesi ve bu sebeplere dayanarak tapu iptali tescil istenilmesi artık iddianın genişletilmesi kapsamında kabul edilmelidir.

14. İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı gereğince, muvazaa ve vekâlet görevinin kötüye kullanıldığına dair davacının yargılamanın ilerleyen safhalarında (istinaf ve temyiz) ileri sürülen iddiaları dinlenemez. Kaldı ki, 15.03.2016 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında davacı vekili o tarihteki HMK'nın 141 inci maddesi düzenlemesine göre iddiasını genişletmesi mümkün iken bunu talep dahi etmemiş; müvekkili Celal Ş.'in uzun yıllardır bipolar bozukluk hastası olduğunu belirterek davalıya devredilen taşınmazın tapusunun iptalini istemiş; uyuşmazlık da buna göre belirlenmiştir.

15. Bu durumda ehliyetsizlik yönünden davanın reddinin gerektiği Mahkeme ve Özel Daire arasında çekişmesiz iken ayrıca vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına ilişkin inceleme ve araştırma yapılmasına lüzum bulunmamaktadır.

16. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dava dilekçesinden tapu iptali ve tescil isteminin ehliyetsizlik yanında vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayandırıldığının kabul edilmesi gerektiği dolayısıyla direnme kararının Özel Daire kararında olduğu gibi bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

17. O hâlde; usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.

VII . KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

25.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I  O Y"

Dava, ehliyetsizlik ve vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

İlk Derece Mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, eldeki davada ehliyetsizlik iddiası yanında vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayanılıp dayanılmadığı, vekâlet görevinin kötüye kullanılması iddiasına ilişkin araştırma ve inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, bir davada dayanılan maddi olaylar için birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir. Nitekim Yargıtay İçtihatları bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (11.04.1990 günlü ve 1990/1-152 Esas, 1990/236 Karar; 15.05.2013 günlü ve 2012/1-1808 Esas, 2013/699 Karar sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları).

Dava dilekçesi incelendiğinde; davacının rahatsızlığını ve zaafını bilmekte olan Ümit K. ve Ender T.'in birtakım hayali senaryolarla davacıyı kandırarak önce alım-satım vekâletnamesi aldıklarını, bunu takiben 38.9 parseldeki hissesinin vekil Ümit K. tarafından birlikte hareket ettiği Ender T.'e satıldığını, Ender'in de taşınmazı akrabası olan davalıya devrettiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil talebinde bulunulmuştur.

Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davacının, ehliyetsizlik ve vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Vekâletin hile ile alındığı iddiası, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da kapsar. Kaldı ki, ön inceleme tutanağında davanın hukuki niteliğine ilişkin tahkikatı sınırlayıcı ve bağlayıcı bir tespit de yapılmış değildir.

Somut olayda, Adli Tıp Kurumu raporu ile kısıtlı Celal Ş.'in vekâletname ve akit tarihinde ehliyetli olduğu saptanarak ehliyetsizlik iddiası yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Ancak, davada vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayanılmasına rağmen mahkemece bu yönden bir araştırma ve değerlendirme yapılmış değildir.

Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506 ncı maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 390 ıncı madddesi) maddesinde aynen; ''Vekil, vekâlet borucunu bizzat ifa etmekle yükümüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.'' hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir (TBK'nın 504/1). Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3 üncü maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2 nci maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası yönünden araştırma ve inceleme yapılması, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek dava dışı Ender'e yapılan ilk temlikin vekâlet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi, belirlenir ise taşınmazı devrettiği ikinci el olan davalının 4721 sayılı TMK'nın 1023 üncü maddesi kapsamında ediniminde iyiniyetli olup olmadığının araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yalnızca ehliyetsizlik iddiası yönünden inceleme yapılarak karar verilmiş olması nedeniyle sayın çoğunluğun onama kararına katılamıyoruz.

Üye                    Üye
Battal Yılmaz     İsmail Aysal

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 19’u ONAMA, 6’sı ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.