KARDEŞLER ARASINDA PARA ALIŞ VERİŞİ HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA UYGUN OLUP DEKONTTAKİ AÇIKLAMALAR DELİL BAŞLANGICI OLARAK KABUL EDİLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


07 Mar
2023

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2020/(14)7-598
KARAR NO   : 2022/1307

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 İstanbul Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 07/11/2019
NUMARASI                 : 2019/77 - 2019/494
DAVACI                       : R.S. vekili Av. O.S.
DAVALI                       : M.S. vekili Av. M.A.
FER'Î MÜDAHİL         : D. Yapı Enerji San. Tic. Ltd. Şti. vekili Av. F.D.

1. Taraflar arasındaki “inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun reddine dair verilen karara karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:              

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalının aile olarak Almanya'ya çalışmaya gittiklerini, müştereken çalışarak biriktirilen paralarla 1.84 ada 59 ve 60 parsel sayılı iki adet arsanın 23.09.1986 tarihinde satın alınarak davalı adına tescil edildiğini, müvekkilinin küçük kardeşleri dava dışı Yıldırım S.'ın payını da haricen satın aldığını, bu nedenle davalıdan 2/3 payın adına devrinin yapılmasını istediğini, davalının ise sadece kız çocuğu bulunan davacıya “Senin kız çocuğun var” diyerek kendi takdir edeceği bedeli para olarak vereceğinden bahisle müvekkilinin talebini reddettiğini, daha sonra da takdir ettiği 50000 DM’ı banka kanalı ile 10 Nisan 2001 tarihinde müvekkiline göndermiş ise de müvekkilinin bu parayı aynı gün aynı banka aracılığıyla iade ettiğini, 14.10.2011 tarihinde arsaların tevhit edilerek 1.84 ada 68 parsel sayılı taşınmaz hâline getirildiğini, ayrıca davalının 23.05.2011 tarihinde dava dışı şirket ile kat karşılığı sözleşmesi yaptığını ve tapu siciline şerh verildiğini ileri sürerek, İstanbul ili, Ataşehir ilçesi, Barbaros Mahallesinde bulunan ve tapuda mülkiyeti Mehmet S. adına tescilli olan 1.84 ada 68 parsel sayılı 1.622,65m2 miktarlı taşınmazla ilgili olarak davanın daha karışık gelmemesi ve davacı müvekkilinin haklarının korunması yönünden tapu kayıtlarına bihakkın olarak ihtiyati tedbir konulmasına, tamamı davalı Mehmet S. adına tapuda kayıtlı olan taşınmazın 2/3 payının iptali ile müvekkili Remzi S. adına tapu siciline kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı cevap dilekçesinde; davanın içeriğini, kapsamını ve iddiaları hiçbir şekilde kabul etmediklerini, dava konusu edilen taşınmazın bedelinin müvekkili tarafından ödendiğini, davanın hukukî ve kanunî dayanaktan mahrum olduğunu, davacının makul ve kabul edilebilir delil veya belgesi bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. İstanbul Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.11.2016 tarihli ve 2013/190 E., 2016/221 K. sayılı kararı ile; davalının ikrar mahiyetinde bir beyanının mevcut olmadığı, tarafların iddia ve savunmalarına göre davacının dayandığı inanç sözleşmesini kanıtlamak için yazılı delili ve dava konusu davacının irtibatı ve ilgisi bulunduğunu göstermeye elverişli, bunun vukuuna delalet edebilecek bilgi ve açıklama içeren yazılı delil başlangıcı sayılabilecek bir belgesinin bulunmadığı, davacının dayandığı makbuzun bu mahiyette bir belge olmadığı, diğer yandan davacının iddiasını hukuka aykırı delillerle ya da ses kayıtlarıyla da kanıtlamasının olanaklı olmadığı, zira gizli ses kaydının başlı başına 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'na (TCK) göre hukuka aykırı bir fiil/suç olarak düzenlenmiş olduğu, davacının iddiasını kesin delille kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf isteminde bulunulmuştur.

8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 10.05.2017 tarihli ve 2017/521 E., 2017/477 K. sayılı kararı ile; davacının iddiasını yazılı delil veya "delil başlangıcı" sayılacak bir belge ile kanıtlayamadığı, davacı vekilinin dava dilekçesinde yemin deliline de dayanmadığı, davacının dayandığı ses kaydının 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında açıklanan yazılı delil ya da yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilemeyeceği, bu nedenle ceza davasının kesinleşmesinin beklenmesi ve bu delilin ispata elverişli bulunduğuna ilişkin istinaf itirazlarının yerinde olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

10. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 07.11.2018 tarihli ve 2018/454 E., 2018/7490 K. sayılı kararı ile;

“… Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.

İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.

Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.

Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2015 tarihli, 2014/14-516 E. 2015/2838 K. sayılı kararı da bu doğrultudadır.)

İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.

Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; dosya içindeki bilgi ve belgelere göre 27.03.2001 tarihinde davalının Almanya’daki KreissparkasseLudwigsburg bankası kanalı ile davacıya 50.000 Mark gönderdiği, davacının ise bu parayı aynı gün iade ettiği, buna ilişkin dekontların her iki tarafca tercüme ettirildiği anlaşılmaktadır.

Davalı tarafından tercüme dekontta “kişiye özel kredi” yazıldığı, davacı tarafından ibraz edilen tercüme dekontta ise “kişiye özel, hisse’’ yazıldığı görülmektedir. Dinlenen tanık, tarafların kardeşi Yıldırım S. 26.12.2013 tarihli oturumda davalı ağabeyinin 1986 yılında Türkiye’ye geldiğini, Almanya’da birlikte ek iş olarak restoran çalıştırdıklarını, bir arsa bulduğunu, değerinini 35.000 Mark olduğunu söylediğini, arsayı üç kardeş birlikte aldıklarını, para göndererek ortak olduklarını, davalının daha sonra Almanya’ya döndüğünü, tapuda işlemlerin onun adına yapıldığını, büyük olması nedeniyle davalıya güvendiklerini, kendi payını sözlü olarak davacıya devrettiğini bildirmiştir.

Tarafların diğer kardeşleri Doğan S. ve Zülfü S., taşınmazın ortak alındığını bildiklerini söylemişlerdir.

Davalı tanığı Zülfü G., arsayı davalının satın aldığını, parasını ödediğini, Almanya’ya gitmeden önce kendisine vekalet verdiğini, davacının askerden geldikten sonra gecekondular nedeniyle arsayı almaya taraftar olmadığını söylediğini, davalı ağabeyi ile konuşmak üzere Almanya’ya gittiğini, daha sonrasını bilmediğini ifade etmiştir.

Davacı, yazılı delil olmasa da tercüme dekontların yazılı delil başlangıcı olduğunu, tanıklarının da olayı doğruladıklarını ileri sürmüştür. Gerçekten yukarıda değinilen ilkelere göre somut olay incelendiğinde, tarafların arsa alımı konusunda anlaştıkları, taşınmazın davalı adına tapudan satın alındığı, davacının payını istemesi üzerine davalının davacıya 50.000 Mark gönderdiği davacının ise bu parayı aynı gün iade ettiği, tapudan pay istediği, maddi olayın gelişimine göre davacının iddiasını yazılı delil başlangıcı niteliğindeki dekontlar ve tanık beyanları ile kanıtlandığı sonuç ve kanısına varılmıştır.

O halde davacının 1/3 payı bakımından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılmasına, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

11. İstanbul Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.11.2019 tarihli ve 2019/77 E., 2019/494 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, davalının davacıya 50.000 Mark gönderdiği ve aynı gün iade edildiği sunulan dekont örneklerinden anlaşılmakta ise de, bu para alışverişinin yazılı delil başlangıcı olarak kabulü mümkün olmayıp, taşınmaz karşılığı gönderildiği ve iade edildiğinin hiçbir şekilde anlaşılamadığı, taraflar kardeş olduklarından aralarında para alışverişi olmasının doğal olduğu, dekontlarda herhangi bir açıklama bulunmadığı, dolayısıyla bu taşınmazın payı karşılığı davacıya gönderildiği, davacı tarafından da iade edildiği anlaşılamadığından yazılı delil başlangıcı kabul edilemeyeceği, taraflar akraba bile olsa, inanç sözleşmesinin varlığının tanıkla ispatlanamayacağı, ayrıca taşınmaz davalı adına kayıtlı olduğundan, senede karşı senetle ispat kuralı bulunduğu, davanın kesin delil ile kanıtlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.     

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının davacıya 50.000DM gönderdiği, davacının ise bu parayı aynı gün iade ettiği uyuşmazlık dışı olan eldeki davada, bu para alışverişine ilişkin dekontların yazılı delil başlangıcı olarak kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre inanç sözleşmesinin varlığının tanıkla ispat edilip edilemeyeceği ve davacının 1/3 payı bakımından davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

15. Bilindiği üzere, Türk hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19. maddesi) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir.

16. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukukî sebebini teşkil eder.

17. Başka bir deyişle; bu tür sözleşmelerde inanan, inanılana bir hakkı yalnız belirli bir amaçla kullanması ve talebi hâlinde aralarındaki inanç anlaşmasına göre tekrar kendisine devretmesi kayıt ve şartıyla devretmektedir (Eren, Fikret/Dönmez, Ünsal: Eren Borçlar Hukuku Şerhi, C.I, s. 294, Ankara 2022).

18. İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

19. İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi bulunduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

20. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde ise bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

21. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukukî muamelelerden daha güçlü bir hukukî durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

22. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

23. İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.

24. Bu sözleşmelerin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

25. Uygulamada bu konu 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

26. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

27. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hâllerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukukî bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötü niyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekâlet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmî senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

28. İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen içtihadı birleştirme kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması hâlinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

29. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/1-443 E., 2009/539 K.; 01.02.2012 tarihli ve 2011/14-688 E., 2012/34 K. ve 17.01.2019 tarihli ve 2017/1-2610 E., 2019/12 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

30. İspat kuralları açısından bakıldığında ise inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 6. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190/1. maddesi uyarınca iddiasını ispat etmesi gerektiği kuşkusuzdur.

31. İnançlı işlemi doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmadığından, ispatı hakkında da kanunlarımızda bir hüküm yer almış değildir. İnançlı işlemin ana unsurları, inanç sözleşmesi ve kazandırıcı işlem (hakkın devri işlemi) nasıl özel bir şekle bağlı değilse, inançlı işlemin ispatında da, kural olarak özel bir biçim koşulunun aranmaması, inançlı işlemin ispatında genel hükümlerin uygulanması gerekir (Özkaya, Eraslan: İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 6. Baskı, sayfa 61).

32. Diğer taraftan, Hukuk Genel Kurulunun 14.07.2010 tarih ve 2010/14-394 E., 2010/395 K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere, inanç sözleşmesinin yazılı olması koşulu bir geçerlilik şartı olmayıp ispat şartıdır. İnançlı işlemin yazılı delilini inanç sözleşmesi oluşturmaktadır. Kazandırıcı işlem resmî şekilde yapılsa dahi inanç sözleşmesinin resmî şekilde yapılması gerekli olmayıp sadece yazılı yapılması zorunlu ve yeterlidir. Nitekim bu husus yukarıda etraflıca açıklandığı üzere 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da açıkça belirtilmiştir. Başka bir anlatımla, tapulu taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararının gereğidir.

33. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin “tanık” dahil her türlü delil ile kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 E., 2005/774 K.; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 E., 2019/1197 K.; 18.02.2020 tarihli ve 2018/14-1065 E., 2020/180 K. ve 14.06.2022 tarihli ve 2019/14-799 E., 2022/911 K. sayılı kararları).

34. Delil başlangıcı, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 292. maddesinde “Senetle ispatı lazımgelen hususlarda tahriri bir mukaddimei beyyine mevcut olursa şahit istimaı caizdir. Mukaddimei beyyine müddeabihin tamamen sübutuna kafi olmamakla beraber bunun vukuuna delalet eden ve aleyhine ibraz edilmiş olan taraf canibinden verilen evrak ve vesaiktir” şeklinde hükme bağlanmış iken 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 202. maddesinde “(1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir. (2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.” şeklinde düzenlenmiştir.

35. Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi mümkündür.

36. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; 1.84 ada 59 ve 60 parsel sayılı taşınmazların dava dışı üçüncü kişinin temlikiyle 23.09.1986 tarihinde satış suretiyle davalı adına tescil edildiği, 14.10.2011 tarihinde de tevhit edilerek 1.84 ada 68 sayılı parselin oluşturulduğu, 68 parsel sayılı taşınmazda 06.01.2016 tarihinde kat irtifakı tesis edildiği ve 12.02.2016 tarihinde de kat mülkiyetine çevrildiği, 1-3-5 ve 7 nolu bağımsız bölümlerin davalı adına kayıtlı olduğu, diğer bağımsız bölümlerin ise dava dışı şirkete ait oldukları görülmektedir. Davacı; taşınmazın kendisi, davalı ve dava dışı kardeşleri Yıldırım S. tarafından bedeli ödenmek suretiyle 1/3’er paylarla satın alındığını, ancak geleneksel aile yapısına sahip olmaları, davalının ailenin büyüğü olması ve aradaki güven ilişkisi nedeniyle taşınmazın davalı adına tescil edildiğini, ayrıca kendisinin daha sonra dava dışı kardeşi Yıldırım S.’ın ortak olduğunu belirttiği payı da haricen satın aldığını ileri sürerek, taşınmazın 2/3 payının iptali ile adına tescili isteğiyle eldeki davayı açmış, inançlı işlem niteliğindeki bu iddianın ispatı için de banka dekontlarına dayanmıştır.

37. Hemen belirtilmelidir ki, davacının davalı ile aralarında inanç sözleşmesi bulunduğuna ilişkin iddiasının yazılı delille ispat edilemediği hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, banka dekontlarının delil başlangıcı niteliğinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 27.03.2001 tarihinde davalının Almanya’daki Kreissparkasse Ludwigsburg Bankası kanalıyla davacıya 50.000 Mark gönderdiği, davacının ise bu parayı iade ettiği, buna ilişkin dekontların her iki tarafça tercüme ettirildiği, davalı tarafından tercüme dekontta “kişiye özel kredi”, davacı tarafından ibraz edilen tercüme dekontta ise “kişiye özel hisse” yazıldığı anlaşılmaktadır.

38. Önemle vurgulamak gerekir ki, davalının dava konusu taşınmazın edinildiği tarih 23.09.1986, davacı tarafından yazılı delil başlangıcı ve taşınmaz payı karşılığı olduğu ileri sürülen dekont ise 27.03.2001 tarihlidir. Eldeki dava 11.04.2013 tarihinde açılmıştır. 27.03.2001 tarihli dekontun satış tarihi itibariyle davacı tarafından dava konusu taşınmazın satış bedelinin davalıya gönderildiğine ilişkin olmadığı tartışmasızdır. Anılan dekontun dava konusu taşınmazın satın alımında kullanılan paranın iadesi, yani davacının adına olması gereken hisse bedeli olarak düzenlendiği ileri sürülmüş ise de, bu hususu doğrulayan bir açıklama da içermemektedir. Taraflar kardeş olup, aralarında para alış verişinin olması hayatın olağan akışına uygundur. Davacının dayandığı dekonttaki gerek kredi, gerekse hisse olarak tercümesi yapılan açıklamanın dava konusu taşınmazla bağlantı sağlamadığı ve inanç sözleşmesini ispata elverişli olmadığı açıktır. Başka bir ifadeyle, davacının dayandığı dekontun, dava konusu taşınmazın satın alınmasında davacının dava konusu taşınmazda paydaş olması gerekirken davalının adına sicil oluşturulduğunu kanıtlamaya yarar nitelikte delil başlangıcı olarak kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi davacı taraf delilleri arasında açıkça yemin deliline de dayanmamıştır.

39. Hâl böyle olunca, mahkemece az yukarıda belirtilen maddi ve hukukî olgular gözetilerek davanın kesin delil ile kanıtlanamamış olmasından dolayı reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 18.10.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.