KURAL OLARAK BORÇLANDIRICI İŞLEMLER HAKKINDA İPTAL DAVASI AÇILAMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


16 May
2023

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2022/(17)4-58
KARAR NO   : 2022/1818

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi
TARİHİ                         : 07/07/2021
NUMARASI                 : 2021/793 - 2021/1091
DAVACI                       : H.C.B. vekilleri Av. Y.G. Av. K.Y.Y.
DAVALILAR                : 1- S. Yayıncılık A.Ş. 2- M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. 
                                           vekilleri Av. Z.D.
                                      3- D.B. vekili Av. Y.Ş.
                                      4- T.C. vekilleri Av. S.A., Av. C.T.G.
ASLİ MÜDAHİL          : Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu vekili Av. A.Ö.

1. Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine ilişkin verilen karar davacı vekili ve davalılar M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. ile S. Yayıncılık A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalılar Dinç B., S. Yayıncılık A.Ş., M. Basın Servisleri ve Tic. A.Ş.’den olan alacağının tahsili amacıyla İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/9021 ve 2007/9022 E. sayılı dosyalarında kambiyo senetlerine mahsus takip yolu ile icra takibinde bulunduğunu, dosya borçlularının 04.06.2007 tarihinde sundukları mal beyanı dilekçeleri ile tüm mal varlıkları üzerinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından haciz ve tedbir uygulandığını ve borcu ödeme imkânlarının bulunmadığını bildirdiklerini, takiplerin semeresiz kaldığını, davalı Dinç B.'in birçok medya kuruluşunun sahibi iken hakim hissedarı bulunduğu E..bank A.Ş. ve TMSF tarafından mallarına el konulmasından sonra davalı Turgay C.'in, kendi şirketleri üzerinden olaya müdahil olan TMSF ile imzalamış olduğu 03.05.2005 tarihli protokol çerçevesinde 443.000.000 USD bedel üzerinden yıllara yayılan taksitler hâlindeki ödeme planı ile Dinç B.'e ait tüm ticari işletme ve mal varlığını iktisap ettiğini, Dinç B. ile Turgay C. arasında 12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli iki adet gizli sözleşmenin mevcut olduğunu, davalı Dinç B.'in gizli sözleşmeleri TMSF'ye ihbar etmesi üzerine Fon tarafından alınan 30.03.2007 tarihli ve 2007/138 sayılı kararla M. Grubuna dâhil tüm şirketlerle Dinç B.'in Medya Grubuna dâhil tüm şirketlere el konulduğunu, 12.06.2002 tarihli ve 08.08.2002 tarihli sözleşmelerin ortaya çıkması kapsamında davalılar Dinç B., S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Servisleri ve Tic A.Ş.’nin hacizlerden korunarak alacaklılarına zarar vermek ve mal varlıklarını kaçırmak kastıyla davalı Turgay C. ile hileli işlemlere giriştiğini, böylece davalı Turgay C.'in diğer davalılara ait tüm ticari işletmeler ve mal varlıklarını üzerine geçirdiğinin sabit olduğunu ileri sürerek; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 44 ve 280/1-3 maddeleri gereğince TMSF'nin 30.03.2007 tarihli ve 2007/138 K. sayılı kararında ismen zikredilen tüm tasarrufların iptali ile 283/1. maddesi gereğince açılmış icra dosyaları üzerinden cebri icra yolu ile hakkın temini yetkisinin verilmesine; tahsilde tekerrür olmamak ve icra dosyaları ile sınırlı olmak kaydıyla, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 179, 180 ve 110. maddeleri uyarınca davalı Turgay C.’in de, İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/9021 ve 2007/9022 E. sayılı dosyalarından sorumlu olduğuna hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalı Dinç B. usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen cevap dilekçesi sunmamış, mahkemece davalının münkir sayılmasına karar verilmiş; davalı vekili duruşmadaki beyanlarında davanın reddini savunmuştur.

6. Davalılar S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Serv. ve Tic. A.Ş. vekilleri cevap dilekçelerinde; İİK’nın 284. maddesindeki beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, davacının Dinç B. ve Turgay C. arasında vuku bulan iki adet sözleşmeye dayanak muvazaalı tasarrufun iptalini talep ettiğini, oysa davalı şirketlerin sözleşmelerde taraf olmadığından davanın taraf sıfatı bulunmayan davalı firmalar yönünden reddinin gerektiğini, davacının dava açmakta hukukî yararının olmadığını, Dinç B.'in TMSF'ye olan borcu nedeniyle mallarının TMSF'nin yönetim ve denetimine geçtiğini, daha sonra alınan ticari ve iktisadi bütünlük kararı ile de, bu firmaların TMSF tarafından satışa çıkarıldığını, bu işlem ile davada varılmak istenen hedefin zaten gerçekleşmiş olduğunu, dolayısıyla bu işlem sebebiyle davanın konusuz kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

7. Davalı Turgay C. vekili cevap dilekçesinde; davaya dayanak edilen alacağın fiktif bir alacak olduğunu, İİK kapsamında açılabilecek bir tasarrufun iptali davasının şartları bulunmadığı gibi BK kapsamında dayanılan hükümlerin de uyuşmazlık konusu ile ilgisinin bulunmadığını, müvekkilinin mal varlığına dâhil olup diğer davalılardan edindiği bir hak da bulunmadığından huzurdaki davanın taraf sıfatı yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, davalı Turgay C. ile Dinç B. arasında akdedilen 08.08.2002 tarihli sözleşmenin hiçbir zaman uygulama alanı bulmadığını, davanın TMSF'ye ihbar edilmesini talep ettiklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

8. İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 21.06.2017 tarihli ve 2014/325 E., 2017/877 K. sayılı kararı ile; sunulan iki sözleşmede de borçlu konumunda olan davalılar S. Yayıncılık A.Ş., Dinç B. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş.'den diğer davalı Turgay C.'e yapılmış herhangi bir tasarruf işleminin bulunmadığı, bu iki belgeden dolayı davacı iddiası gibi dava tarihinden önce yürürlükte bulunan BK’nın 179, 180, ve 110. maddeleri uyarınca davalı Turgay C.'in sorumlu olduğu iddiası incelendiğinde ise; söz konusu protokol ve sözleşme başlıklı belgelerde bir mamelekin veya işletmenin devralındığı ya da birleştiğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı, her ne kadar davacı tarafça TMSF tarafından daha önce Dinç B.'in yönetiminde olup Fon tarafından el konulan ve davalılar S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş.'nin de içinde bulunduğu bir kısım şirketlerin M. Grubundaki şirketlere satışına ilişkin Fon kurulunun aldığı kararın iptaline yönelik alınan karar yönünden ise söz konusu kararlarda devir yapılan şirketlerin ayrı tüzel kişiliklerinin bulunduğu, yine bu şirketleri satın alan şirketlerin de ayrı bir tüzel kişiliklerinin bulunduğu, iptaline karar verilen satış ve devir işlemlerinin davalı Turgay C. dışındaki farklı tüzel kişiliği bulunan şirketlere yapıldığı, dolayısıyla Turgay C.'in gerçek şahıs olduğu, devir yapılan şirketlerin ve devralan şirketlerin ise ayrı bir tüzel kişiliklerinin bulunduğu, tasarruf işleminin iptaline yönelik bir dava açılacaksa devralan şirketlerin tüzel kişiliğine karşı açılması gerektiği, dolayısıyla davalılar S. Yayıncılık A.Ş, Dinç B. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. tarafından davalı Turgay C.'e şahsen satılmış, devredilmiş, hibe edilmiş, taşınır, taşınmaz, alacak gibi bir mal varlığı bulunmadığı, bu itibarla davalı Turgay C.'in İİK'nın 282. maddesindeki davalı sıfatının bulunmadığı gerekçeleriyle davalılardan Turgay C. yönünden açılan davanın taraf sıfatı yokluğu nedeniyle reddine, davalılardan S. Yayıncılık A.Ş, M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş ve Dinç B. hakkında açılan davanın esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

9. Davacı vekili ve davalı M. Basın Serv. ve Tic. A.Ş. vekili tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.

10. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesinin 17.10.2019 tarihli ve 2019/1005 E., 2019/251 K. sayılı kararı ile; iddianın esas dayanağı olup davalı Dinç B. ile davalı Turgay C. arasında imzalanan 12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli gizli anlaşmaların içerdikleri hükümlerin bir hakkın devrine ilişkin değil karşılıklı borç vaatleri içeren borçlandırıcı işlem niteliğinde olduğu, sözleşme taraflarının mal varlıklarından herhangi bir değerin diğer tarafın mal varlığına geçmediği, İİK'nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen iptale tabi tasarruf kapsamında değerlendirilemeyeceği, yine davacı tarafça dava açıldıktan bir süre sonra TMSF ile davalı Turgay C. arasında düzenlenen 29.08.2007 tarihli protokole göre Turgay C.'e iadesi kararlaştırılan malvarlıkları ile ilgili tasarrufun iptali talep edilmekte ise de; bu iadenin davacının icra takibinde borçlu olan davalı Dinç B. ile veya gizli sözleşme olarak nitelendirilen sözleşmelerle ilişkilendirilmesi olanağının bulunmadığı, bu işlemin tasarrufun ilgili mevzuatı uyarınca TMSF’ce yapıldığı, TMSF'nin 30.03.2007 tarihli kararla el konulmasına ve 29.08.2007 tarihli kararla bir kısmının iadesine karar verilen şirket ve varlıklarla ilgili olarak davalılar Dinç B. ve Turgay C.'in gizli sözleşme ve protokol hükümleri çerçevesinde tasarrufi işlem yaptıkları yani davalı Dinç B.'in alacaklılarını zarara uğratmak amacıyla bu varlıklar üzerinde davalı üçüncü kişi Turgay C. lehine işlem yaptığı veya ticari işletmeleri tamamen veya kısmen devrettiği iddiasının ispat edilemediği, diğer yandan davalılar Dinç B. ile Turgay C. arasındaki sözleşme ve protokol içeriklerinde mevcut bir şirket veya mal varlığının devrinin değil yönetiminde izlenecek esasların belirlenmiş olmasına, anılan kanun hükümleri uyarınca işletmeyi devralan kişinin sorumluluğu için söz konusu mal varlığı değerlerinin devredilmiş olmasının zorunlu bulunmasına, somut olayda davalı borçlular ile davalı üçüncü kişi Turgay C. arasında devir işleminin gerçekleştiğinin ispat edilememiş olmasına, gizli sözleşmelerdeki işlemlerin ticari işletme devri olarak kabul edilmesi hâlinde dahi davalı Turgay C.'in hakimiyetinde bulunan şirketlere geçirildiği iddia olunabilecek mal varlığı değerlerine TMSF tarafından el konulmasına göre, BK kapsamında ticari işletme devrinin söz konusu olmadığı gibi 08.08.2002 tarihli sözleşmede belirtilen şirketlere TMSF tarafından el konulması üzerine bu sözleşme uyarınca yapılması düşünülen işlemlere ilişkin borç taahhüdü veya projeleri hayata geçirilmediğinden davalı Turgay C.'in bu sözleşmenin 5. maddesine göre BK’nın 110. maddesi anlamında yerine getirmek zorunda bulunduğu üçüncü kişinin fiili ve dolayısıyla bu davalının herhangi bir kişisel sorumluluğu da bulunmadığından davacı vekilinin bu hususlara ilişen istinaf itirazlarının yerinde olmadığı, ancak alacağa dayanak gösterilen iki ayrı icra takibinin bulunduğu, İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/9022 E. sayılı dosyasında borçluların S. Yayıncılık A.Ş. ile Dinç B., 2007/9021 E. sayılı dosyasında ise borçlunun M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. olduğu,. 2007/9022 E. sayılı icra dosyasının borçluları ile borçlularla tasarrufi işlem yaptığı ileri sürülen davalı üçüncü kişi Turgay C.’in mecburi dava arkadaşı, 2007/9021 E. sayılı dosyada ise borçlu M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. ile davalı üçüncü kişi Turgay C.’in zorunlu dava arkadaşı konumunda olduğu, mahkemece her bir icra dosyası için ayrı ayrı hüküm kurulması gerekirken her iki icra dosyasının borçlularının tamamı ile davalı üçüncü kişi Turgay C.'in zorunlu dava arkadaşı oldukları kabul edilerek hüküm kurulmasının isabetli olmadığı, bu açıklamalar sonucu husumet nedeniyle haklarındaki davanın reddine karar verilen davalılar lehine (ret sebebi aynı olmakla) tek vekâlet ücretine; haklarındaki dava esastan reddedilen ve zorunlu dava arkadaşı olan davalılar lehine de (yine ret sebebi aynı olmakla) tek vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği anlaşıldığından davacı vekilinin aleyhine hükmedilen vekâlet ücretine ilişkin istinaf itirazları yerinde görüldüğü, davalı M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş., davalılardan Turgay C. ile iptale tabi tasarruf işleminin tarafı oldukları iddiasıyla haklarında açılan davada (2007/9021 E. sayılı icra dosyasında) zorunlu dava arkadaşı olup 2007/9022 E. sayılı icra dosyasının borçluları olan S. Yayıncılık A.Ş. ve Dinç B. ile dava arkadaşlıkları bulunmadığından ve her iki icra dosyasında bu davalı yönünden davanın husumetten reddine karar verilmesi gerektiğinden lehine hükmedilecek vekalet ücreti de husumet nedeniyle hükmedilmesi gereken vekâlet ücreti olacağından davalı M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. vekilinin vekâlet ücretine yönelik istinaf itirazlarının yerinde olmadığı gerekçesiyle; davalı M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 353/1-b/2. maddesi uyarınca düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmek üzere kaldırılmasına, İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/9021 E. sayılı takip dosyası ile ilgili olarak; davalılar Turgay C., M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş., S. Yayıncılık A.Ş. ve Dinç B. hakkında açılan davanın, davalıların taraf sıfatlarının bulunmaması (husumet) nedeniyle reddine, İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/9022 E. sayılı takip dosyası ile ilgili olarak; davalılar M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. ile S. Yayıncılık A.Ş. hakkında açılan davanın, davalıların taraf sıfatlarının bulunmaması (husumet) nedeniyle reddine, davalılar Turgay C. ve Dinç B. hakkında açılan davanın esastan reddine karar verilmiştir.        

Özel Daire Bozma Kararı:

11. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalılar M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. ve S. Yayıncılık A.Ş. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

12. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 16.02.2021 tarihli ve 2020/333 E., 2021/1388 K. sayılı kararı ile;

“… Dava, dava dilekçesindeki açıklamalara göre İİK.'nın 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre davacı vekili ile davalı M. Basın Serv. ve Tic. A.Ş vekili ve S. Yayıncılık A.Ş. vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Davacı vekili dava dilekçesinde, İİK'nın 277 ve devamı maddeleri gereği tasarrufun iptali ile BK'nın 179-180 ve yine BK'nın 110. maddesi gereğince üçüncü kişinin davacının alacağından sorumlu olması gerektiği yönünde istemde bulunmuştur. Talepler arasında terdit söz konusu yapılmamış, tümü eş değer olarak kümülatif olarak istenilmiştir. Talep sonuçları ve hukuki sebepleri farklı olan bu talepler farklı yargılama usulü ve farklı inceleme merciilerine tabi olduğundan birlikte görülme imkanı olmayıp, davacının tasarrufun iptali dışındaki diğer taleplerinin tefrik edilerek görülmesi gerekirken, birlikte görülmesi usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.

3- İİK'nun 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz yada iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da "iyiniyet kurallarına aykırılık" nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir (İİK.md.283/1). Bu yasal nedenle iptal davası, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan, nispi nitelikte, yasadan doğan bir dava olup; tasarrufa konu malların aynı ile ilgili değildir.

İİK.nun 282. maddesi gereğince iptal davaları borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçıları aleyhine açılır. Ayrıca, kötü niyetli üçüncü şahıslar hakkında da iptal davası açılabilir. İİK’nın 283/II maddesine göre de iptal davası, üçüncü şahsın elinden çıkarmış olduğu mallar yerine geçen değere taalluk ediyorsa, bu değerler nispetinde üçüncü şahıs nakden tazmine (davacının alacağından fazla olmamak üzere) mahkûm edilmesi gerekir. Bu ihtimalde 3. kişinin sorumlu olduğu miktar, elden çıkarılan malın o tarihteki gerçek değeridir. Bir başka anlatımla dava ve tasarrufa konu malı elinde bulunduran şahsın kötü niyetli olduğunun kanıtlanamaması halinde dava tümden reddedilmeyip borçlu ile tasarrufta bulunan şahıs tasarrufa konu malı elinden çıkardıkları tarihteki gerçek değeri oranında ve alacak miktarı ile sınırlı olarak tazminata mahkum edilmeleri gerekir.

Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278.maddesinde akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.nun 280. maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.nun 279. maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır.

Dava koşulları yönünden somut olaya bakıldığında, davacı alacaklının İstanbul 2.İcra Müdürlüğünün 2007/9022 sayılı takip dosyasından davalılar S. Yayıncılık AŞ ile Dinç B. aleyhine, 2007/9021 sayılı takip dosyasından davalı M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş aleyhine kambiyo senetlerine mahsus takip yapmış, takipler kesinleşmiş, borçlular adresinde 02.04.2008 tarihinde haciz yapılmış, hacze kabil mal bulunamamış ve borçluların aciz halinde olduğu dosya kapsamı ile sabit olmuştur. Ancak, borçlulardan S. Yayıncılık AŞ ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş davacı alacaklı hakkında İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/328 Esas sayılı dosyasından menfi tesbit davası açmış, verilen ilk kararlar bozulmuş ve son olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2020/5584 Esasını almış, anılan karar henüz kesinleşmemiştir. Bu halde davalılardan borçlu Dinç B. dışında kalan diğer borçlular S. Yayıncılık AŞ ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş tarafından açılan menfi tesbit davasının bekletici mesele yapılması gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.

4- Hakkındaki takip kesinleşen ve menfi tesbit davası açılmayan dolayısı ile ön sorun bulunmayan borçlu Dinç B. yönünden yapılan incelemede, uyuşmazlığın anılan borçlu ile davalı üçüncü kişi sıfatı ile dava açılan Turgay C. arasında İİK'nın 277 ve devamı maddeleri gereğince iptali gerektiren bir tasarruf işleminin bulunup bulunmadığı noktasında toplandığı anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesi alınan bilirkişi raporları doğrultusunda bu davalılar arasında bir tasarruf işleminin olmadığı sonucuna varmışlar ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davalı Dinç B. hakim ortağı olduğu E..bank AŞ'yi zarara uğrattığı gerekçesi ile E..bank AŞ BDDK'ya devredilmiş ve davalı borçlu Dinç B.'in mallarına TMSF tarafından 27.11.2000 tarihinde el konulmuştur. 03.05.2005 tarihinde davalı Turgay C., TMSF ile anlaşarak Dinç B.'e ait değişik medya kuruluşlarını işletmek üzere Lisans hakkını almıştır. Ancak daha sonra gelişen olaylar nedeni ile Dinç B. TMSF'ye şikayet dilekçisi vererek, TMSF'nin bilgisi dışında Turgay C.'le 12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli anlaşmalar yapıldığını belirterek, bu sözleşmeleri TMSF'ye sunmuştur. 12.06.2002 tarihli sözleşmede özetle, Dinç B. ve Turgay C.'e ait şirketlerde, her ikisinin eşit hisse ve eşit yönetim hakkına sahip oldukları, bu prensiple oluşturulan şirketin üçüncü şahıslarla ve şirketlerle yaptıkları ortaklık ve anlaşmalarda aynı prensibin geçerli olduğu, birbirlerinden bağımsız olarak ve birbirlerinin rızası olmadan basın-yayın, TV, iletişim ve bunların yan kollarında faaliyet göstermelerini sağlayacak şirketler kuramayacak ve kurulmuş olanlara ortak olmayacakları belirtilmiştir. 08.08.2002 tarihli sözleşmede ise özetle S. Gazetesi ve A. Televizyonu başta olmak üzere şu anda Bilgin Grubu bünyesinde faaliyetlerini sürdüren tv, gazete, basım, yayım vs faaliyetlerinin tümünün "M. Şirketler" vasıtasıyla yürütüleceği, M. Şirketlerin tamamının sahibinin Turgay C.'e ait P. Enerji Yatırım Holding AŞ ve P. Grubuna mensup .........kişiler olarak görülmekte ise de gerçekte iş bu protokolde açıkca belirtildiği üzere sözkonusu şirketlerin hisse ve yönetim yapısı Turgay C. grubu ve Dinç B. grubu arasında %50 şer oranında olmak üzere, eşit hisse ve eşit yönetim şeklinde olduğu, söz konusu şirketlerin %50 sahibinin Turgay C. grubu, %50 sahibinin Dinç B. grubuna ait olduğu, Dinç B. hakkındaki yargısal engeller kalktığı takdirde kendisinin talebi ile söz konusu şirketlerdeki %50 hissenin Turgay C. tarafından Dinç B. veya Önay Şevket Bilgin'e yada onların önereceği kişilere devredileceği, bu sözleşmenin inaç (doğrusu: inanç) sözleşmesi hükümlerine haiz olduğu, belirtilmiştir.

Anılan sözleşme kapsamları birlikte değerlendirildiğinde, davalı borçlu Dinç B.'e ait Bilgin Grubu bünyesinde bulunan tv, gazete vs faaliyetlerinin tümünün Turgay C.'e ait M. Şirketler vasıtası ile yürütüleceği ve bu durumda M. şirketlerde %50 oranında borçlu Dinç B.'in pay sahibi olacağı belirtilmiştir. Dinç B.'in davalı Turgay C.'e ait şirketlerde %50 pay sahibi olması karşılıksız olmadığı, aslında S. Gazetesi ve A. Televizyonu başta olmak üzere Bilgin Grubu bünyesinde faaliyetlerini sürdüren tv, gazete, basım, yayım vs nin devredildiği, Dinç B. hakkındaki yasal engellerin kalkması halinde şirketteki hissenin Dinç B. veya belirlediği şahsa devredileceği şeklinde bir inanç sözleşmesi niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. İnanç sözleşmeleri salt borç doğuran akit niteliğinde olmayıp aynı zamanda tasarruf işlemini de bünyesinde barındırmaktadır. (YİBK-20/6 05./2.1947 tarihli kararı) İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inanan tarafından devredilen hakkın, inanılan tarafından inana geri verme şartlarını içeren bir sözleşmedir. Somut olaya indirgediğimizde inanan Dinç B., kendi şirketlerinin devri karşılığında Turgay C.'e ait M. grup şirketlerinde edindiği %50 hissesini, resmi olarak devir almayıp inanan sıfatı ile Turgay C. uhdesinde bıraktığını, ancak hakkındaki yasal engelin kalması halinde kendisine veya kendisinin belirleyeceği sözleşmede adı geçen kişilere devredeceği (iade edileceği) kararlaştırılmıştır. Dolayısı ile borçlu Dinç B.'e ait Bilgin Grubu şirketlerinin devri karşılığında, M. Grubu şirketlerinin %50 hissesini elde etmiştir. Aksi görüş de olduğu gibi salt yönetimle ilgili bir devir söz konusu olsa idi, yani bir mamelek devri olmasa idi sadece yönetim hakkı ile ilgili açıklamaların yer alması gerekirdi, oysa her iki sözleşmede de eşit yönetim, eşit hisse devrinden söz edilmektedir.

Nitekim, Dairemizin 2010/1520 Esas 2010/4365 Karar sayılı ilamında da, davacıları M. Gazete Dergi Basım Yayım San. A.Ş ve M. Reklam Pazarlama Danışmanlık A.Ş. davalısının Vakıflar Bankası A.Ş. (Alacaklı), S. Yayıncılık A.Ş. (Borçlu) olduğu davada mahkemece M. Holding A.Ş.nin davacı şirketler ile borçlu şirketin ortağı olduğu, arada organik bağ bulunduğu, mülkiyet karinesinin borçlu dolayısıyla alacaklı yararına olması nedeni ile ispat yükü kendisine düşen üçüncü kişilerin istihkak iddialarının ispatlanmadığından davanın reddine ilişkin kararı Dairemizce Onanmıştır. Bu dosya bilgileri ile davalı borçlu Dinç B. grubuna ait "Medya grubu" şirketlerinden olan M. Holding AŞ de hem borçlu S. Yayıncılık AŞ'nin hem de üçüncü kişi Turgay C.'e ait M. şirketler grubu bünyesindeki M. Gazete Dergi Basım Yayım San. A.Ş ve M. Reklam Pazarlama Danışmanlık A.Ş ortakları arasında organik bağ bulunduğu, borçlu S. Yayıncılık A.Ş. adresinde yapılan hacizde haczedilen menkuller üzerinde üçüncü kişi olarak M. Grubu şirketlerinin hak iddia ettikleri anlaşılmaktadır.

Öte yandan TMSF'nin 14.06.2007 tarih 2007/261 nolu kararında da, "...12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli sözleşmelerin imzalandığı tarihten bu yana varlığını sürdürmüş olduğunu ve sonuçta banka kaynağı ile edinilmiş bulunan banka hakim ortağının medya sektöründeki tüm varlıklarının en küçük maddi değerli teferruat niteliğindeki yayın cihazı vb. varlıklardan içerik, dağıtım/bayi ağı, frekans kullanım hakkı ve markalar gibi en önemli varlıklara kadar tam anlamıyla bir bütün olarak M. Grubu’na edindirilmiş olduğunu ortaya koyduğu.”

“… Halen M. Grubu’nun uhdesinde ve kullanımında bulunan tüm mal, hak ve varlıkların en küçük teferruatları ve en önemli varlıkları da dahil olmak üzere tüm unsurlarının, Dinç B. Grubu’ndan intikal ettiği, ilave edilen varlıkların edinilmesinde 2002 yılından beri kullanılan Dinç B. Grubu varlıklarının semeresinin en önemli kaynak olduğu, nitekim gizli inanç sözleşmelerinde de M. Grubu’nun ve tarafların medya sektöründe edinecekleri yeni varlıkların da mülkiyetinin müşterek olacağının düzenlendiği, dolayısıyla tüm bu mal, hak ve varlıkların E..bank A.Ş. hakim ortağı Dinç B. Grubunun varlıklarına dahil olduğu ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu hükümleri doğrultusunda Fon tarafından hakim ortak grubundan olan Fon alacaklarının tahsilini teminen değerlendirilmesi gereken bu Gruba ait varlıklar arasında yer aldığı.” dikkate alınarak M. Yayın Holding AŞ hisselerinin Fon adına tesciline karar verilerek Dinç B.'in Fona olan borçlarına mahsup edilmesine karar verildiği belirtilmiştir.

Bu kararda yer alan açıklamalardan da davalı Dinç B.'e ait mal varlıklarının davalı Turgay C.'e ait şirketlere aktarılarak bir birlik oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında bir tasarruf işleminin olmadığından söz edilmesi mümkün değildir. Nitekim 28.06.2007 tarih, 2007/288 sayılı ve 23.08.2007 tarih 2007/420 sayılı kararlar ile de oluşturulan A.-S. Ticari İktisadi Bütünlüğü, her iki grup şirketlerinin birleştiği, borçlu Dinç B.'e ait şirket ve kaynaklarının bu bütünlük içine aktarıldığının kabulü ile oluşturulmuştur. Devirler sonucu oluşan bu iktisadi bütünlük 05.12.2007 tarihinde 1.100.000.000,00 ABD dolarına ihale edilerek 24.04.2008 tarihinde ihale alıcısına devir ve temlik edilmiştir.

İhaleden önce davalı Turgay C.'in hakim ortağı olduğu şirketler grubu olan P. Grubu ve Dinç B. ve grubu ile TMSF arasında imzalanan 29.08.2007 tarihli protokolün 2:1 maddesinde ise, TMSF aleyhine açılan dava ve takiplerden feragat edilmesi karşılığı, M. Grubuna konulan nakit değerler, sermaye ve mal varlığı katkısı ile mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları kapsamında M. Grubun'a dahil edilmiş bir kısım mal ve şirket hisselerinin iadesini ve ihale bedelinden 120.000,00 TL doların P. Grubuna iadesi kararlaştırılmış, TMSF'nin 23.06.2008 tarihli müzekkere cevabında bu iadenin, M. Grubunun oluşumu ve faaliyetleri aşamasında, Dinç B. Grubundan intikal eden varlıklar arasında yer almayan, M. Grubunun faaliyetleri sırasında edinilen veya P. Grubundan aktarılmış nakit değer, varlık ve şirketlerin P. Grubuna iadesi olarak açıklanmıştır.

Bu protokol gereğince bir kısım mal ve varlıklar ile ihale bedelinden 120.000.000 ABD doları P. Grubuna ödenmiştir.

Tasarrufun iptali davalarında 3. kişinin borçludan satın aldığı malı elinden çıkarması ve satın alan dördüncü kişinin davaya dahil edilmemesi ya da davaya dahil edilmekle birlikte iyi niyetli olduğunun anlaşılması halinde İİK’nın 283/2 maddesi uyarınca bedele dönüşen davada üçüncü kişinin dava konusu malı elinden çıkardığı tarihteki gerçek değeri oranında bedelle sorumlu tutulması gerekir. Aynı şekilde davalı borçlunun borcundan dolayı dava konusu taşınmaz cebri icra yolu ile satılması halinde de davalı 3. kişi elinde bir bedel kalır ise bu bedel ile sorumlu tutulur.

Dava konusu olayda, satış borçlu Dinç B. ve Grubuna ait borçlardan dolayı yapılmış olup, yapılan sıra cetveline göre artan bir paranın kalmadığı anlaşılmıştır.

Bu durumda tasarrufun iptali istemi ile açılan bu davanın konusu kalmadığından, konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek, HMK'nun 331/1. maddesine göre davanın konusuz kalması halinde hakim davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderini takdir ve hükmetmeyeceğinden, davalı borçlu Dinç B. ile ilgili davanın, ön koşulları mevcut olup Turgay C. ile yapılan işlemlerin mal kaçırma amacı ile yapıldığı bu hali ile davacının haklı olduğu gözetilerek, yargılama giderinin buna göre belirlenmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır.

5- Kabule göre ise, İİK'nın 282. maddesi gereğince, tasarrufun iptali davalarında borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçıları aleyhine açılır. Bu madde gereğince borçlu ve üçüncü kişiler mecburi dava arkadaşı konumundadır.

Somut olayda davacı alacaklı iki ayrı takip dosyasından, borçlular Dinç B., S. Yayıncılık AŞ ve M. Basın Servisleri AŞ aleyhine takip yapmıştır. Görünürde tasarrufun sadece Dinç B. tarafından yapıldığı düşünülse de dosya içerisinde mevcut belgeler ve TMSF tarafından alınan karar ve protokollerden S. Yayıncılık AŞ ve M. Basın Servisleri A.Ş.'nin hakim ortağı Dinç B. olup, yapılan devir işlemlerinin bu iki şirketin isminin geçtiği de anlaşılmaktadır. Öte yandan, Dinç B.'in 12.06.2002 ve 08.08.2002 tarihli sözleşmede imzası bulunan ve kendi Grubu adına, karar verip imza atan Turgay C. olması nedeni ile davacı alacaklının davalılara husumet yöneltmesinde bir sorun olmadığı halde, davanın husumetten reddine karar verilmesi de hatalı olmuştur…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

13. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesinin 07.07.2021 tarihli ve 2021/793 E., 2021/1091 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ilâve olarak takip borçlularının aciz hâlinde oldukları ve takibin kesinleştiği konularında uyuşmazlık bulunmadığı, somut uyuşmazlıkta borçlulardan S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş.'nin davacı alacaklı hakkında İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/328 E. sayılı dosyasında açtığı menfi tespit davasının eldeki tasarrufun iptali davasından sonra açılmış olması ve davanın reddine ilişkin kararın temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 12.11.2019 tarihli ve 2018/1966 E., 2019/5105 K. kararıyla onanmasına karar verilmesi nedeniyle bu davadaki davacıların başarı ihtimali ve eldeki davanın açılış tarihi de dikkate alınarak sürüncemede kalması da birlikte değerlendirilerek ilk derece mahkemesinin menfi tespit davasını bekletici mesele yapmamasının dosya içeriği ile usul ve yasaya aykırı bulunmadığı, aynı yönde Özel Daire kararlarının bulunduğu, ayrıca Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 28.01.2021 tarihli ve 2020/5584 E., 2021/551 K. sayılı kararıyla davacıların karar düzeltme isteminin reddine karar verildiği; diğer yandan Özel Dairenin bozma kararında da niteliği gizli inanç sözleşmesi olarak belirlenen borçlandırıcı işlemin içerdiği hakkın davalı üçüncü kişiye devredilmediği, devredilmesi özel şekle ve yönteme tabi olup borçlunun mal varlığından çıkmamış olan mal veya haklarla ilgili inanç sözleşmelerinin gereğinin yerine getirilmediği (örneğin hisse devirleri) sürece birer taahhütten öteye gidemediğinin anlaşıldığı, davalılar Dinç B. ile Turgay C. arasındaki sözleşme ve protokol iptale tabi tasarruf olarak nitelendirilemeyeceğine göre, Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin bozma ilamında sözü edilen Dairenin 2010/1520 E. 2010/4365 K. sayılı ilamında "davalı borçlu Dinç B. grubuna ait 'Medya grubu' şirketlerinden olan M. Holding AŞ de hem borçlu S. Yayıncılık AŞ'nin hem de üçüncü kişi Turgay C.'e ait M. şirketler grubu bünyesindeki M. Gazete Dergi Basım Yayım San. A.Ş ve M. Reklam Pazarlama Danışmanlık A.Ş ortakları arasında organik bağ bulunduğunun" belirtilmesinin sonuca etkisinin olmadığı, davalılar Dinç B. ile Turgay C. arasındaki sözleşme ve protokol içeriklerinde BK'nın 179 ve 180. maddeleri anlamında ticari işletme veya mal varlığı devrinden söz etme olanağının da bulunmadığı, davalı Turgay C.'in 08.08.2002 tarihli sözleşmenin 5. maddesine göre BK’nın 110. maddesi anlamında yerine getirmek zorunda bulunduğu üçüncü kişinin fiili ve dolayısıyla bu davalının herhangi bir kişisel sorumluluğunun da bulunmadığı, yine usul ekonomisinin ve davaların makul süre içinde bitirilmesi yükümlülüğünün gereği olarak nihai talebi bir bütün oluşturan (somut olayda olduğu üzere üçüncü kişinin işletmeyi devraldığı iddiasıyla sorumluluğu ve İİK 280/III maddesi uyarınca ticari işletmenin devri nedeniyle tasarrufun iptali birlikte ileri sürülmekle) ve biri hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendiren uyuşmazlığın bütün olarak ele alınarak çözülmesi gerektiği değerlendirilerek 818 sayılı BK'nın 110., 179. ve 180. maddeleri kapsamındaki talepler konusunda dosyanın tefrik edilmemesi gerektiğinin değerlendirildiği, aynı yönde açıklamalar içeren Özel Daire kararlarının da bulunduğu gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

14. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

(I) Dosya kapsamı ve davacı talebinin niteliği gözetildiğinde somut olayda İİK'nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası ile BK'nın 179, 180 ve 110. maddesi gereğince üçüncü kişinin davacının alacağından sorumlu olması gerektiği yönündeki talebin aynı davada bir arada görülüp görülemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre tasarrufun iptali dışındaki istemlerin tefrikine karar verilmesinin gerekip gerekmediği,

Tasarrufun iptali davası bakımından;

(II) (Hakkındaki icra takibi kesinleşen ve aleyhine menfi tespit davası açılmayan) borçlu Dinç B. ile davalı Turgay C. arasında İİK’nın 277 vd. maddeleri gereğince tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek bir tasarruf işleminin bulunup bulunmadığı,            

(III) Tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek tasarruf işleminin bulunduğunun kabulü hâlinde davanın konusuz kalıp kalmadığı,

(IV) Tasarrufun iptali davası için öngörülen şartların oluştuğunun ancak davanın konusuz kaldığının kabulü hâlinde (davanın açıldığı tarihe göre davacının haklı olduğu kanısına varıldığı takdirde) HMK’nın 331 vd. maddeleri uyarınca yargılama giderinin belirlenmesinin gerekip gerekmediği

(V) Davalı borçlular S. Yayıncılık A.Ş. ile M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. tarafından İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/328 E. sayılı dosyasında açılan menfi tespit davasının işbu dava bakımından bekletici mesele yapılmasının gerekip gerekmediği,

noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A. (I) numaralı uyuşmazlık yönünden yapılan incelemede;

16. Medeni usul anlamında dava, kişinin özel hukuka ilişkin bir uyuşmazlık hakkında mahkeme aracılığıyla kesin hüküm teşkil edecek şekilde hukukî himaye talep etmesidir. Davacı ve davalı olmak üzere iki taraf sistemine göre kurulmuş olan davada, ihtiyari ya da mecburi dava arkadaşlığı dolayısıyla birden çok gerçek ya da tüzel kişi bir araya gelebilir. Kanun koyucu, taraf çokluğu olarak da adlandırılan bu durumları, yani birden fazla kişinin dava açması veya davanın birden fazla kişi aleyhine açılmasını, somut olayın özelliğine ve talebin niteliğine göre basitlik, ucuzluk ve yargılamanın makul sürede tamamlanması şeklindeki üç ana unsuru içinde barındıran usul ekonomisi ilkesi gereği bazen yargılamanın daha kolay yürütülmesi, çelişkili kararların ortaya çıkmasının engellenmesi için kabul etmiş; bazen de bu durumu dava konusu üzerinde tasarruf etme yetkisinin birden fazla kişiye ait olmasından ya da maddi hukuktan kaynaklanan nedenlerden ötürü zorunlu tutmuştur.

17. Davacı, bir ya da birden çok davalıya karşı birden fazla bağımsız talebini tek bir dava dilekçesi ile ileri sürebilir. Bu taleplerin aynı veya farklı hukukî sebeplerden doğması mümkündür. Bir başka anlatımla, hukukî sebebin farklı olması kural olarak davaların birlikte görülmesine engel teşkil etmez. Davacının talepleri arasında aslilik- feri’lik ilişkisi kurmak suretiyle açtığı dava ise terditli dava olarak adlandırılmaktadır.

18. Ayrı açılan davalar aynı ya da birbirine benzer sebeplerden kaynaklandığında, özellikle biri hakkında verilecek hüküm diğerini de etkileyecek nitelikte olduğunda, aralarında bağlantı bulunan bu davaların birleştirilmesi zorunlu değil ise de; usul ekonomisi açısından önem taşımaktadır. Usul hukuku kurallarının izin verdiği çerçevede davacının birden fazla talebini tek dava dilekçesi ile ileri sürdüğünde ancak tahkikatın birlikte yürütülmesinin fayda sağlamayacağı aksine yargılamanın gereksiz yere uzamasına neden olan ya da taleplerin niteliği gereği tahkikatın birlikte yürütülmesinin mümkün olmadığı durumlarda ise mahkemece tefrik kararı verilmelidir. HMK’nın 167. maddesi uyarınca mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden karar verebilir. Bu durumda mahkeme, ayrılmasına karar verilen davalara bakmaya devam eder.

19. Yargılamanın gereksiz yere uzamasına engel olmak açısından bağlantı kavramının içeriğinin doğru belirlenmesi gerekmektedir. HMK’nın 166/4. maddesine göre, davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır. Davaların ayrı ayrı görülmelerine göre birlikte görülmelerinde daha esaslı usulî menfaatler bulunduğunda, özellikle de her iki dava için uygun istikamette karar verilmesi gerektiğinde bağlantının varlığı kabul edilmelidir (Budak, Ali Cem/ Karaaslan, Varol: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2021, s. 248).

20. İcra ve İflas Kanunu’nun 280/1. maddesinde; mal varlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemlerin, borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebileceği düzenlenmiş aynı maddenin 4. (değişiklikle 3.) fıkrasında ise; ticari işletmenin veya işyerindeki mevcut ticari emtianın tamamını veya mühim bir kısmını devir veya satın alan yahut bir kısmını iktisapla beraber işyerini sonradan işgal eden şahsın, borçlunun alacaklılarını ızrar kastını bildiği ve borçlunun da bu hâllerde ızrar kastıyla hareket ettiği karine olarak kabul edilmiş; bu karinenin, ancak iptal davasını açan alacaklıya devir, satış veya terk tarihinden en az üç ay evvel keyfiyetin yazılı olarak bildirildiğini veya ticari işletmenin bulunduğu yerde görülebilir levhaları asmakla beraber Ticaret Sicili Gazetesiyle; bu mümkün olmadığı takdirde bütün alacaklıların ıttılaını temin edecek şekilde münasip vasıtalarla ilan olunduğunu ispatla çürütülebileceği öngörülmüştür. Görüldüğü gibi şirketin devri ve birleşmesi tasarrufun iptali anlamında borçlunun alacaklılara zarar verme kastını bildiği kabul edilerek iptale tabi tutulmuştur. Böylece iptal davasının bir unsuru olarak gösterilmiştir. Üçüncü fıkrada yer alan bu hüküm İİK’nın 44. maddesinde yer alan ve ticareti terk edenler ile işletmeyi devralanlar yönünden getirilen hükümle paralellik taşımaktadır.

21. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 179. maddesi uyarınca, bir ticari işletmeyi, aktif ve pasifleri ile devralan kimse, keyfiyeti alacaklılara ihbar veya gazetelerde ilan ettiği tarihten itibaren onlara karşı işletmenin borçlarından sorumlu olacağı düzenlenmiş, 180. maddede ise, bir işletmenin diğer bir işletme ile aktif veya pasiflerin karşılıklı olarak devralınması suretiyle birleştirildiğinde, her iki işletmenin alacaklıları bir mamelekin devralınmasından doğan hakları haiz olup bütün alacaklarını yeni işletmeden alabilecekleri hükme bağlanmıştır.

22. Borçlar Kanunu’nun 179. maddesi anlamında mal varlığı ya da ticari işletme devrinden bahsedebilmek için öncelikli şart, taraflar arasında akdedilmiş geçerli bir devir sözleşmesinin bulunmasıdır. Devir sözleşmesinin konusu mal varlığının veya işletmenin devri taahhüdüdür. Bu taahhüt ile işletme veya mal varlığının bütün olarak devralanın hakimiyetine sokulması üstlenilmektedir. Bu özelliğinden dolayı BK’nın 179. maddesinin kanuni ve kümülatif bir borç naklini düzenlediği kabul olunmaktadır. Anılan madde, devreden ve devralan arasında yapılan sözleşme gereğince bir mal varlığı veya ticari işletmenin aktif ve pasifi ile birlikte devrini düzenlemektedir. Mal varlığı veya aktiflerin bir kısmının devredende kalması bu hükmün uygulanmasına engel değildir. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve uygulanması gereken mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve BK bakımından devrin gerçekleşmesi için taraflar arasındaki borçlandırıcı nitelikteki devir sözleşmesinin yapılması yeterli olmamakta, işletmeye dâhil olan tüm aktifler devir sözleşmesinin yapılmasıyla kendiliğinden devralana intikal etmeyeceğinden, ayrıca devrin konusunu oluşturan her bir aktif unsur için usulüne uygun olan tasarruf işlemlerinin de yapılması gerekmektedir. Yani devre konu taşınırların intikali için zilyetliğin devrine, taşınmazlar için tapu memuru aracılığı ile yapılacak resmî tescil işlemine alacakların devri için temlike, bono gibi evraklarda ciro ve özellik arz eden diğer aktiflerde de kendine özgü tasarruf işlemlerinin yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu husus gereğince devir sözleşmesi borçlandırıcı işlem olarak kabul edilmektedir (Durman, Okay: İcra ve İflas Hukuku Açısından Malvarlığı veya Ticari İşletmenin Devri, İstanbul 2009, s. 107,119 vd; İşletmenin Devri; Akçaal Mehmet: Ankara 2014, s. 153 vd.).

23. Yukarıda açıklanan hükümlerin uygulanma koşulları ile doğurdukları hukukî sonuçlar birbirinden farklıdır. Her iki maddede de amaç alacaklının korunmasıdır. BK’nın 179. maddesinde öngörülen düzenleme maddi hukuka ilişkin, emredici hükümler içeren genel bir düzenlemedir. Maddede devralanın sorumluluğu özel olarak düzenlenmiştir. Ancak, ticari işletmenin veya işletmedeki mal varlığı değerinin önemli bir kısmını alacaklılarına zarar vermek kastıyla devreden borçlulara karşı konulan koruyucu hükümler ile bu yönde öngörülen karineler ise İİK’da (280 maddede) yer almaktadır. Bu bakımdan her iki madde arasında bir uyumsuzluk bulunduğundan bahsedilemeyeceği gibi, uyuşmazlığın niteliği gereği, İİK’nın 280/3. maddesinde yer alan tasarrufun iptali sebebi ile İİK’nın 44. maddesi ve BK’nın 179. maddesi birlikte yorumlanmalı ve değerlendirilmelidir. Nitekim Özel Dairece ilerleyen maddelerde bu konuya ilişkin açıklamalara yer verilmiş ise de; yargılama usulleri, hüküm ve sonuçları farklı olduğu belirtilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmiştir.

24. Eldeki davada davacı tarafça, dayandığı sözleşme ve protokollere göre davalı Turgay C. ile diğer davalıların alacaklılarına zarar vermek ve mal varlıklarını kaçırmak kastıyla hileli işlemlere giriştiği, ticari işletmenin devri mahiyetinde olan bu işlemlerin İİK’nın 277 vd. maddeleri uyarınca iptale tabi olduğu, davalı Turgay C.’in de BK’nın 179, 180. maddeleri ile protokolde yer alan kabul beyanı uyarınca BK’nın 110. uyarınca icra dosyalarından sorumlu olduğu ileri sürülmüştür. Dava, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) yürürlükte olduğu dönemde açılmış, dava ticaret mahkemesince yazılı yargılama esasına göre görülüp sonuçlandırılmıştır. Davacı talepleri arasında terdit bulunmamaktadır. Davacı tarafın talebi ve somut uyuşmazlığın niteliği gereği BK’nın 110, 179 ve 180. maddeleri kapsamındaki talepleri, İİK 280/3 maddesindeki iptal sebepleri bakımından da birlikte tartışılması gereken, yarışan talepler olup, taleplerden biri hakkında verilecek karar diğerini doğrudan etkileyecektir. Bu nedenle davacının taleplerinin bütün olarak ele alınarak çözülmesi gerekmekte olup, bu husus usul ekonomisi ilkesine de aykırılık oluşturmamaktadır.

25. Açıklanan gerekçelerle Bölge Adliye Mahkemesince, tefrik kararı verilmesine yer olmadığına dair verilen direnme kararı yerinde olup, usul ve yasaya da uygun olduğundan bu yönde verilen direnme kararının onanması gerekmiştir.

B. (II) numaralı uyuşmazlık yönünden yapılan incelemede;

26. Türk Hukuk Lûgatında, tasarruf kavramı; “bir şeyden yararlanabilmek ve o şey üzerinde istenilen hukuki sonucu elde edebilmek yeterliliğidir” tasarruf ilkesi kavramı ise; “alanlarına, konularına göre tasarruf, malvarlığı içindeki bir hakkın doğrudan doğruya devrini, geçersizliğini yapısı yönünden değişmesini ya da ortadan kalkmasını gerektiren bir ya da çok yanlı hukuksal işlemdir. Karşılığı da bir hakkın eksilmesine ya da yitirilmesine neden olmayıp bu sonucu hazırlayan, yani borçlunun malvarlığını bir borçla yükümlü kılan bir ya da çok yanlı hukuksal işlemlere ‘taahhüt’ (iltizamî muamele) denir. Yükümlülük (taahhüt) işlemlerle (tasarruflarla) yerine getirilir” şeklinde açıklanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 1066).

27. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası; borçlu tarafından alacaklısını zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen tasarruftan zarar gören alacaklının, borçlunun mal varlığından çıkarmış olduğu mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin, tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlamak ve bu yolla alacağını elde etmek amacıyla açtığı davadır. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. Bu nedenle iptal davası, taşınmazın aynına ilişkin olmayan, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan nispi nitelikte bir davadır.

28. Kanun’da, borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabî tasarruflar 278, 279 ve 280. maddelerde üç grup altında düzenlemiş ise de; bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar sınırlı olarak sayılmadığından hangi tasarrufların iptale tabî olduğu hususunun tayini hâkimin takdirine bırakmıştır. Borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları, alacaklılarından mal kaçırılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz hâlinde yapılan tasarruflar ile alacaklılarına zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır. Örneğin; alacağın temliki, boşanma protokolü ile yapılan işlemler, şirket hissesinin devri, ipoteklerin temliki, nam-ı müstear ile gizlenmiş danışıklı işlemler hakkında da tasarrufun iptali davası açılabileceği Yargıtay uygulamaları ile istikrar kazanmıştır. Borçlunun mamelekinin aktif bölümünü azaltıcı işlemler yapması ya da aktifini artırıcı işlemleri yapmaması da tasarrufun iptali davasının konusunu oluşturabilir.

29. Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için HMK’nın 114. maddesinde düzenlenen ve bütün davalar için geçerlilik taşıyan genel dava şartları yanında bir takım özel dava şartlarının varlığı da aranmaktadır. Bu özel şartlar, Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2013 tarihli ve 2013/17-224 E., 2013/1478 K.; 30.03.2016 tarihli ve 2014/17-843 E., 2016/433 K.; 15.11.2017 tarihli ve 2017/17-2361 E., 2017/1371 K. sayılı kararlarında da belirtildiği gibi davacının gerçek bir alacağının olması, borçlu hakkında kesinleşmiş bir icra takibinin bulunması ve iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olmasıdır.

30. Bazı tasarruflar ise İİK’da öngörülen tasarrufun iptali davasının konusunu oluşturmaz. İİK’nın 278, 279 ve 280. maddelerinde borçlunun tasarrufundan söz edilerek iptalin koşulları belirlendiğinden İİK’nın 277 vd. maddelerinde öngörülen nitelikte tasarrufun iptali davasının varlığından söz edebilmek için, her şeyden önce, takip borçlusu tarafından yapılmış bir tasarruf işleminin bulunması gerekmektedir. Borçlunun taraf olmadığı, bir işlemden ötürü tasarrufun iptali davası açılması durumunda, davanın sıfat yokluğu sebebiyle reddedilmesi gerekmektedir.      

31. Kural olarak, borçlandırıcı işlemler hakkında iptal davası açılamaz.

32. Borçlanma işlemleri İİK anlamında bir tasarruf değildir. Çünkü borçlanma işlemi ile, mal borçlunun mülkiyetinden çıkmayacağından alacaklı o malı haczettirebileceği gibi, borçlunun iflası hâlinde de mal masaya gireceğinden, alacaklının yalnız borçlandırıcı işlemin iptalini istemekte hukukî yararı bulunmamaktadır (Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013. s. 1399 vd.).

33. Tasarruf işlemleri; mülkiyetin naklinde, sınırlı bir ayni hakkın tesisinde, alacağın temlikinde olduğu gibi bir hakka doğrudan doğruya etki eden, bir hakkı nakleden, kanıtlayan veya ortadan kaldıran hukukî işlemlerdir. Genel olarak tasarrufi işlemin kendine bağlanan hukukî sonucu doğurması borçlandırıcı işlemin geçerliliğine bağlı olduğundan tasarrufun iptali davasının konusunu borçlandırıcı işlemler değil tasarruf işlemleri oluşturur (Eroğlu, Orhan: Tasarrufun İptali Davası ve Muvazaa Davası ve Karşılaştırılması, Ankara 2020, s. 51). Çünkü yukarıda da açıklandığı üzere borçlandırıcı işlemle mal ve hak borçlunun mal varlığından çıkmış olmaz. Tasarrufun iptali davalarının konusunu ise borçlunun mal varlığından eksilmeye neden olan tasarruf işlemleri oluşturur.

34. İptal edildiğinde alacaklıya haciz ve satış imkânı tanımayan işlemler tasarrufun iptali davalarında bir tasarruf işlemi olarak kabul edilemez. Zira tasarrufun iptali davasında amaç alacaklının alacağına kavuşmasıdır.

35. Yine takip hukuku bakımından hükümsüz olan işlemler, ortaya çıkan hukukî sonucun tespitine yarayan muhasebe işlemleri, borçlunun taraf olmadığı işlemler, mahkeme kararları, kadastro tutanakları, kural olarak cebri icra yolu ile yapılan satışlar, borçlunun vekil sıfatıyla yaptığı işlemler, borçlunun aile hukukuna giren boşanma, nesebin tanınması, evlat edinme işlemleri gibi işlemler de tasarrufun iptali davasına konu edilemez. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 28.09.2021 tarihli ve 2017/(17)4-2050 E., 2021/1092 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

36. Öte yandan tek başına borçlunun aktifini azaltmayan inanç sözleşmeleri borçlandırıcı işlemdir. İçinde tasarruf işlemini barındıran inanç sözleşmelerinde, borçlu bu anlaşmaya dayanarak bir mal varlığı değerini üçüncü kişiye devir ve temlik ettiğinde anılan tasarruf işlemi borçlunun aktifini azaltacağından borçlunun (inananın) alacaklıları, borçlu (inanan) ile üçüncü kişi (inanılan) arasındaki tasarruf işleminin iptalini isteyebilecektir (Erdönmez, Güray: Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarrufların İptali, İstanbul, 2019, s. 133).

37. Davacı alacaklıların tasarrufun iptali davasını açtıklarında borçlu davalıların hangi tasarrufi işlemleri ile mal kaçırdıklarını açıkça bildirmeleri dava şartlarının, hak düşürücü sürenin sağlıklı bir biçimde incelenebilmesi, adil yargılama hakkı çerçevesinde yargılamanın sürdürülebilmesi ve silahların eşitliği ilkesi gereğince savunmanın buna göre yapılabilmesi için gerekli ve zorunludur.

38. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/9022 E. sayılı dosyasında iki adet bonodan kaynaklanan alacağını tahsil amacıyla davalılardan S. Yayıncılık A.Ş. ile Dinç B. hakkında, 2007/9021 E. sayılı dosyasında ise davalı M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. aleyhine sekiz adet bonodan kaynaklanan alacağını tahsil amacıyla icra takipleri başlatmış, anılan takipler kesinleşmiştir.

39. Davacı, iddiasının temelini davalı Turgay C. ile davalı Dinç B. arasında yapılan ve sahteliği ileri sürülen ve fotokopileri sunulan gizli olarak nitelendirdiği anlaşmalara dayandırmış, bu anlaşmalar sonucu mal aktarımına ilişkin tasarruf işlemlerinin yapıldığını ileri sürmüş yargılama aşamasında da 29.08.2007 tarihli protokol ile TMSF tarafından davalı Turgay C.'e iade edilen nakit ve şirket hisseleri üzerinde, davalı Dinç B. ile Turgay C. arasındaki 12.06.2002 tarihi protokoldeki taahhütler uyarınca davalı borçlu Dinç B.'in %50 ortaklık hakkı olması nedeniyle buna ilişkin olarak yapılan tasarrufların iptaline karar verilmesini istemiş olup, mahkemece varılan sonuca göre yapılan inceleme ve araştırma yeterli bulunmuştur.

40. Bu kapsamda öncelikle protokol ve sözleşme başlıklı belgelerin incelenmesi gerekmektedir.

41. 12.06.2002 tarihli protokolde, davalı Turgay C. ile davalı Dinç B.’in ortak oldukları ve kontrol ettikleri bütün şirketler ile yazılı ve görsel medyada kuracakları şirketlerde eşit hisse ve eşit yönetim prensibine dayalı faaliyet gösterecekleri, birbirlerinin yazılı rızalarını almaksızın aynı alanda faaliyet gösterecek şirket kurmayacakları, kurulmuş olanlara da ortak olmayacakların belirtilmesi suretiyle iki tarafa ait şirketlerin yönetimi ile ilgili ortak esasların belirlenmesi yoluna gidildiği, 08.08.2002 tarihli sözleşmede ise özetle; bazı şirketlerin faaliyetlerini bundan böyle M. Şirketleri unvanı altında yürütecekleri, bu şirketlerin aslında Turgay C. ve Dinç B. arasında %50'şer hisseli olduğu ve Dinç B. ile ilgili engellerin kalkması hâlinde ona ait %50 hissenin devredileceği hususları yer almaktadır. 

42. Her iki belgede de tarafların sözü edilen şirketlerde kontrol ve yönetimde eşitlik esasına dayanan bir yönetim ve faaliyet biçimi kurmaya, Dinç B. veya oğluna yönelik %50 hisse devrinin de ancak bunlar üzerindeki rehinlerin kaldırılmasından sonra yapılabileceğine ilişkin hükümler bulunmaktadır. Hisse devri gibi devredilmeleri sicile tescil, ilan, şerh gibi özel şekle bağlı olan bu hakların ya da mal varlığı değerlerinin tek başına anılan sözleşmelerle intikali mümkün değildir. İçerikleri itibariyle bir hakkın devrine ilişkin hükümler içermeyen bu sözleşmeler ile İİK anlamında iptale tabi bir tasarruf işlemi yapıldığından söz etmeye olanak bulunmamaktadır. Bu hâliyle sözleşmeler karşılıklı borç vaatleri içeren borçlandırıcı işlem niteliğinden öteye geçmemiştir. Borçlandırıcı işlemler hakkında da tasarrufun iptali davasının açılamayacağı açıktır. Davacı, sözleşmelere yönelik iddialarının devamı olarak davalı borçlular ile davalı Turgay C. arasında hak ya da mal aktarımı sonucunu doğuran bir tasarruf işlemi yapıldığına ya da yapıldı ise işlemin ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin somut herhangi bir belge ya da bilgi sunamamıştır. Mahkemece verilen ara kararlara rağmen borçlu davalıların hangi tasarrufi işlemleri ile mal kaçırdıkları açıkça belirtilememiş ve ispatlanamamıştır. Bir başka anlatımla bu belgeler dışında davacının somut olarak taraflar arasında yapılan bir işlem iddia edilmediği gibi ispat da edilmemiştir. Dosya kapsamında icra iflas hukuku anlamında iptale konu edilebilecek bir devir ya da tasarruf işlemi bulunmamaktadır. Yine davacı tarafça; dava açıldıktan uzun bir süre sonra TMSF ile davalı Turgay C. arasında düzenlenen 29.08.2007 tarihli protokole göre Turgay C.'e iadesi kararlaştırılan mal varlıkları ile ilgili tasarrufun iptali talep edilmiş ise de; yapılan sözleşmenin yukarıda bahsi geçen iki sözleşme ile de ilişkilendirilemeyeceği, zira anılan işlemlerde tasarrufun davalı borçlu Dinç B. ya da icra takiplerindeki diğer borçlular tarafından değil, ilgili mevzuatı uyarınca işlem yapan TMSF tarafından yapıldığı, bu suretle dosya kapsamında TMSF'nin 30.03.2007 tarihli kararla el konulmasına ve 29.08.2007 tarihli kararla bir kısmının iadesine karar verilen şirket ve varlıklarla ilgili olarak davalılar Dinç B. ve Turgay C.'in gizli sözleşme ve protokol hükümleri çerçevesinde davalı Dinç B.'in alacaklılarını zarara uğratmak amacıyla bu varlıklar üzerinde davalı üçüncü kişi Turgay C. lehine işlem yaptığı, malvarlığını ya da ticari işletmelerini devrettiği ispatlanamadığı gibi, iddia olunan devir ve işlemler ile ilgili bir delil de sunulamamıştır.

43. Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde borçlu Dinç B. ile davalı Turgay C. arasında İİK’nın 277 vd. maddeleri gereğince tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek bir tasarruf işleminin bulunmadığı yönünde verilen direnme kararı yerinde olup, usul ve yasaya uygun bulunmuştur.

44. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelere göre ortada bir tasarruf işlemi bulunmadığından söz etmenin mümkün olmadığı, Özel Daire bozma kararında belirtilen davada verilen kararın bu dava için kesin hüküm veya güçlü delil oluşturacak niteliğinin bulunmadığı ve dosyaya yansıyan gizli anlaşmaların ortaya çıkmasından önce TMSF izni ile yapılan açık anlaşmalardan kaynaklanabilecek olan istihkak iddialarına konu dosyadaki kararın doğrudan bu dosyaya delil oluşturması mümkün olmadığından belirtilen bozma gerekçesi yerinde değil ise de; dördüncü bentte açıklanan diğer nedenlerle iptale tabi tasarruf bulunduğunun kabulü gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

C. (III) ve (IV) numaralı uyuşmazlıklar yönünden yapılan incelemede;

45. İcra ve İflas Kanunu’nun 277 vd. maddeleri gereğince tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek bir tasarruf işleminin bulunmadığı sonucuna varıldığından, (III) ve (IV) numaralı uyuşmazlıkların incelenmesine ve taraflarca ileri sürülmediği hâlde Özel Daire bozma kararında sözü edilen Özel Dairenin 2010/1520 E. sayılı dosyasında organik bağ bulunduğuna karar verildiği yönündeki açıklamaların değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

46. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Özel Dairenin bozma kararında belirtilen dosyada verilen kararın doğrudan bu dosyaya delil oluşturması mümkün olmadığından belirtilen bozma gerekçesi yerinde değil ise de; dördüncü bentte açıklanan diğer nedenlerle iptale tabi tasarruf bulunduğunun kabulü gerektiği, ortada iptale tabi tasarruf mevcut ise de ihale bedelinden artan para kalmadığı için davanın konusuz kaldığı, bu durumda dava tarihindeki haklılık durumu değerlendirilerek yargılama giderlerinin belirlenmesinin gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

D. (V) numaralı uyuşmazlık yönünden yapılan incelemede;

47. Davacı alacaklının İstanbul 2. İcra Müdürlüğünün 2007/9022 E. sayılı dosyasında davalılar S. Yayıncılık A.Ş. ile Dinç B. aleyhine, 2007/9021 E. sayılı takip dosyasında davalı M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş aleyhine kambiyo senetlerine mahsus takip yapmıştır. Borçlulardan S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. davacı alacaklı hakkında İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/328 E. sayılı dosyasında menfi tespit davası açmış olup, anılan dosyada davanın reddine dair verilen karar Yargıtay denetiminden geçerek onanmış, davacılar vekilinin karar düzeltme istemi ise Özel Daire bozma kararından sonra reddedilmiştir. Anılan şirketler dosyaya sunulan sözleşmelerin tarafı değildir. 2007/9021 E. sayılı dosyada borçlu görünen M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. ile davalı üçüncü kişi Turgay C. arasında ve 2007/9022 E. sayılı dosyada; borçlu görünen S. Yayıncılık A.Ş. ile davalı üçüncü kişi Turgay C. arasında yapılmış iptal davasına konu edilebilecek bir tasarruf işlemi de bulunmamaktadır. Anılan şirketler davaya dayanak gösterilen sözleşmelerin tarafı olmadığından, tasarrufun iptali davası için öngörülen tasarruf işlemine yönelik dava şartı da oluşmadığından diğer öngörülebilirlik şartı olan gerçek alacağın varlığının incelenmesine, dolayısıyla açılan menfi tespit davasının HMK’nın 165. maddesi anlamında bekletici sorun yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

48. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının gerçek bir alacağının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından davalılardan borçlu Dinç B. dışında kalan diğer borçlular S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş tarafından açılan menfi tespit davasının bekletici mesele yapılması gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi hatalı olduğundan, Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş; yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.          

49. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; fer’i müdahil TMSF’nin, ilk kararda verilen tavzih kararına rağmen direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında asli müdahil olarak gösterilmiş olması mahallinde düzeltilebilir maddi hata olarak kabul edilmiş ve bu husus ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

50. Öte yandan tasarrufun iptali dışındaki taleplerin tefrik edilmesi gerektiği belirtilerek, bozma nedenine göre davacının diğer talepleri ve direnme kapsamı dışında kalan temyiz itirazları Özel Dairece şeklen incelenmemiş olduğundan, davacı vekilinin anılan yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

1- Yukarıda III-A bendinde açıklanan nedenlerle direnme kararının ONANMASINA oy birliği ile,

2- Yukarıda III-B, C ve D bentlerinde açıklanan nedenlerle direnme kararı uygun olduğundan davacı vekilinin Özel Dairece şeklen incelenmeyen temyiz itirazları ile direnme konusu kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE oy çokluğuyla, 21.12.2022 tarihinde kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Tasarrufun iptali davası İİK 277 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Tasarrufun iptali davasında 278, 279 ve 280. maddedeki tasarrufların iptali istenebilecektir. İptal davasının konusunu, borçlunun mal varlığında eksilmeye neden olan tasarrufi işlemler oluşturur.

İİK’nun 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz yada iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyi niyet kurallarına aykırılık” nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder.

“Borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabi tasarrufları, üç grup altında ve İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar, sınırlı olarak sayılmış değildir. Kanun, iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hakimin takdirine bırakmıştır (İİK.md.281). Bu yasal nedenle de, davacı tarafından İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerden birine dayanılmış olsa dahi, mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine göre iptal kararı verebilir (Y.H.G.K. 25.11.1987 Tarih, 1987/15-380 Esas ve 1987/872 Karar sayılı ilamı). Özetle, borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları, alacaklılarından mal kaçırılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz hâlinde yapılan tasarruflar ile alacaklılarına zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır” .

Tasarrufun iptali sebeplerinden birisi İİK 278. maddede düzenlenen ivazsız tasarrufların butlanıdır. Bu maddeye göre; mutat hediyeler müstesna olmak üzere, hacizden veya haczedilecek mal bulunmaması sebebiyle acizden yahut iflasın açılmasından haczin veya aciz vesikası verilmesinin sebebi olan yahut masaya kabul olunan alacaklardan en eskisinin tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan müddet içinde yapılan bütün bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar batıldır (İİK 278/1).

Diğer tasarrufun iptali sebebi İİK 279. maddede düzenlenen acizden dolayı butlandır. Bu maddede sayılan; borçlunun teminat göstermeği evvelce taahhüt etmiş olduğu hâller müstesna olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler, para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler, vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler, kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler; borcunu ödemiyen bir borçlu tarafından hacizden veya mal bulunmaması sebebile acizden yahut iflasın açılmasından evvelki bir sene içinde yapılmışsa yine batıldır (İİK 279/1). Bu tasarruflardan istifade eden kimse borçlunun hâl ve vaziyetini bilmediğini ispat eylerse iptal davası dinlenmez. (İİK 279/2)

Bir diğer tasarrrufun iptali sebebi ise İİK 280. maddede düzenlenen zarar verme kastından dolayı iptaldir. Bu maddeye göre; mal varlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflâs yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır.(İİK 280/1)

Ticari işletmenin veya işyerindeki mevcut ticari emtianın tamamını veya mühim bir kısmını devir veya satın alan yahut bir kısmını iktisapla beraber işyerini sonradan işgal eden şahsın, borçlunun alacaklılarını ızrar kasdını bildiği ve borçlunun da bu hâllerde ızrar kasdiyle hareket ettiği kabul olunur. Bu karine, ancak iptal davasını açan alacaklıya devir, satış veya terk tarihinden en az üç ay evvel keyfiyetin yazılı olarak bildirildiğini veya ticari işletmenin bulunduğu yerde görülebilir levhaları asmakla beraber Ticaret Sicili Gazetesiyle; bu mümkün olmadığı takdirde bütün alacaklıların ıttılaını temin edecek şekilde münasip vasıtalarla ilan olunduğunu ispatla çürütülebilir. (İİK 280/4)

Bu hükümlerin sonucu olarak “Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunması gerekir.”

İİK m. 277'de "tasarrufların butlanına" ve m. 278-280'de "batıldır" denilmekte ise de burada söz konusu olan, borçlar hukuku anlamında (TBK md.27) bir butlan (hükümsüzlük) değildir.

Bir mamelekin veya bir işletmenin devralınmasının düzenlendiği 818 sayılı Borçlar Kanunu 179. maddede; “bir mameleki veya bir işletmeyi aktif ve pasifleriyle birlikte devralan kimse, bunu alacaklılara ihbar veya gazetelerde ilân ettiği tarihten itibaren onlara karşı mamelekin veya işletmenin borçlarından mesul olur; şu kadar ki, iki yıl müddetle evvelki borçlu dahi yenisiyle birlikte müteselsilen mesul kalır; bu müddet muaccel borçlar için ihbar veya ilân tarihinden ve daha sonra muaccel olacak borçlar için de muacceliyet tarihinden itibaren işlemeye başlar (BK 179/1), borçların bu suretle naklinin hükümleri, tek bir borcun nakli akdinden doğan hükümler ile aynıdır. (BK 179/2) hükümleri bulunmaktadır.

Bir işletmenin diğeriyle birleşmesi ve şeklini değiştirmesiyle ilgili BK 180. maddede ise “Bir işletme diğer bir işletme ile aktif veya pasiflerin karşılıklı olarak devralınması suretiyle birleştirilse, her iki işletmenin alacaklıları bir mamelekin devralınmasından doğan hakları haiz olup bütün alacaklarını yeni işletmeden alabilirler (BK 180/1) düzenlemesi yer almaktadır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde, İİK'nın 277 ve devamı maddeleri gereği tasarrufun iptali ile BK'nın 179-180 ve yine BK'nın 110. maddesi gereğince üçüncü kişinin davacının alacağından sorumlu olması gerektiği yönünde istemde bulunmuştur.

Talepler arasında terdit söz konusu yapılmamış, ama ayrı hukukî sebepler olarak dayanılmıştır. BK 179 ve 180. maddedeki düzenleme ile İİK 280. madde hükmü farklı sonuçlar içeren hükümler olmakla birlikte İİK 280. madde hükmü mal varlığı veya işletmenin devri bakımından BK 179. madde hükmü ile çakışan unsurlar da içermekte olup her iki hukukî sebebe göre sorumluluk doğup doğmadığı ya da bunlardan yalnızca birine göre sorumluluk mu söz konusu olacağı konusu yapılacak yargılama sonucuna göre belirlenecek olup aralarındaki bağlantı nedeniyle bu davaların birlikte görülmesinde yarar vardır. Bozma kararında belirtildiği gibi tasarrufun iptali dışındaki talepler yönünden ayırma (tefrik) kararı verilmesine gerek bulunmamaktadır.

Mahkemece ayırma kararı verilmeyerek yargılamanın birlikte yürütülmüş olmasında bir isabetsizlik bulunmamakta ise de dava koşulları yönünden somut olaya bakıldığında, davacı alacaklının İstanbul 2.İcra Müdürlüğünün 2007/9022 sayılı takip dosyasından davalılar S. Yayıncılık AŞ ile Dinç B. aleyhine, 2007/9021 sayılı takip dosyasından davalı M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş aleyhine kambiyo senetlerine mahsus takip yapmış, takipler kesinleşmiş, borçlular adresinde 02.04.2008 tarihinde haciz yapılmış, hacze kabil mal bulunamamış ve borçluların aciz hâlinde olduğu dosya kapsamı ile sabit olmuştur. Ancak, borçlulardan S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. davacı alacaklı hakkında İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/328 Esas sayılı dosyasından menfi tesbit davası açmış, verilen ilk kararlar bozulmuş ve son olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2020/5584 Esasını almış, anılan karar henüz kesinleşmemiştir. Bu hâlde davalılardan borçlu Dinç B. dışında kalan diğer borçlular S. Yayıncılık A.Ş. ve M. Basın Servisleri ve Ticaret A.Ş. tarafından açılan menfi tesbit davasının bekletici mesele yapılması gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamıştır. Bu hususa değinen Özel Daire bozma kararında üçüncü bent olarak gösterilen bu bozma nedeni yönünden bozmaya uyularak menfi tespit davası sonucunun beklenmesi gerekirken sonucu beklenmeyerek önceki hükümde direnilmiş olması doğru olmamıştır.

Hakkındaki takip kesinleşen ve menfi tesbit davası açılmayan dolayısı ile ön sorun bulunmayan borçlu Dinç B. yönünden yapılan incelemede, uyuşmazlığın anılan borçlu ile davalı üçüncü kişi sıfatı ile dava açılan Turgay C. arasında İİK'nın 277 ve devamı maddeleri gereğince iptali gerektiren bir tasarruf işleminin bulunup bulunmadığı noktasında toplandığı anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesi ve istinaf mahkemesi alınan bilirkişi raporları doğrultusunda bu davalılar arasında bir tasarruf işleminin olmadığı sonucuna varmışlar ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemiştir.

Özel daire bozma kararının 4. bendinde aşamalar belirtilerek açıklandığı üzere Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından M. Yayın Holding AŞ hisselerinin Fon adına tesciline karar verilerek Dinç B.'in Fona olan borçlarına mahsup edilmesine karar verilmiş bu kararda, davalı Dinç B.'e ait mal varlıklarının davalı Turgay C.'e ait şirketlere aktarılarak bir birlik oluşturduğunun anlaşıldığı belirtilmiş, 28.06.2007 tarih, 2007/288 sayılı ve 23.08.2007 tarih 2007/420 sayılı kararlar ile de oluşturulan A.-S. Ticari İktisadi Bütünlüğü, her iki grup şirketlerinin birleştiği, borçlu Dinç B.'e ait şirket ve kaynaklarının bu bütünlük içine aktarıldığının kabulü ile oluşturulmuş, devirler sonucu oluşan bu iktisadi bütünlük 05.12.2007 tarihinde 1.100.000.000,00 ABD dolarına ihale edilerek 24.04.2008 tarihinde ihale alıcısına devir ve temlik edilmiştir. İhaleden önce davalı Turgay C.'in hakim ortağı olduğu şirketler grubu olan P. Grubu ve Dinç B. ve grubu ile TMSF arasında imzalanan 29.08.2007 tarihli protokolün 2:1 maddesinde ise, TMSF aleyhine açılan dava ve takiplerden feragat edilmesi karşılığı, M. Grubuna konulan nakit değerler, sermaye ve mal varlığı katkısı ile mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçları kapsamında M. Grubun'a dâhil edilmiş bir kısım mal ve şirket hisselerinin iadesini ve ihale bedelinden 120.000,00TL doların P. Grubuna iadesi kararlaştırılmış, TMSF'nin 23.06.2008 tarihli müzekkere cevabında bu iadenin, M. Grubunun oluşumu ve faaliyetleri aşamasında, Dinç B. Grubundan intikal eden varlıklar arasında yer almayan, M. Grubunun faaliyetleri sırasında edinilen veya P. Grubundan aktarılmış nakit değer, varlık ve şirketlerin P. Grubuna iadesi olarak açıklanmıştır. Bu protokol gereğince bir kısım mal ve varlıklar ile ihale bedelinden 120.000.000 ABD doları P. Grubuna ödenmiştir.

Bu aşamalarda da görüldüğü üzere Turgay C.’in hakim ortağı olduğu şirketler TMSF ile anlaşmış ve M. Grubuna dâhil edilmiş bir kısım mal varlığı değerlerinin Dinç B.'in Fona olan borçlarına mahsup edilmek üzere satılmasına, açılan davalardan feragat etmeyi de kabul ederek karşı çıkmamışlar ve bu değerler satılarak ihale alıcısına teslim edilmiştir. Bedeli 1.100.000TL olarak ihale edilen iktisadi bütünlük içinde M. Grubu bünyesinde yer alan ancak Dinç B.’den aktarıldığı anlaşılan mal varlığı değerleri de yer almaktadır. Fon alacaklarının tahsili için ihaleye konu olan, aslında Dinç B.’e ait olduğu ancak M. Grubu bünyesine aktarılmış olduğu kabul edilerek ihale ile satılan bu mal varlığı değerlerinin satılmaması konusunda hukuk yollarını kullanmayarak ve kullanılmış olan yollardan vazgeçerek TMSF ile anlaşıp bu değerlerin satılmasına razı olmak bu değerlerin kendi şirketlerinin mal varlığı değerleri olmadığını, gizli işlemler ile M. Grubuna aktarılmış değerler olduğunu da kabul etmek anlamına gelmektedir. Ortada Dinç B.’in borçlarına sayılmak üzere hukuken satılmasına karar verilen ve satılıp paraya çevrilebilen bir değer bulunduğuna göre ortada tasarruf işlemi bulunmadığı, iptali gereken bir tasarruf bulunmadığı şeklinde bir sonuca varılabilmesi de mümkün değildir. Görünür işlemlerle yapılan tasarrufi muameleler tasarrufun iptali davasına konu olabilir iken gizlenen işlemlerle gerçekleştirilen tasarrufi muamelelerin tasarrufun iptali davasına konu olamayacağı gibi bir sonuca varılması bu davaların nitelik ve kapsamı ile bağdaşmaz. Mal varlığı değerlerinin devredildiği hukuken ortaya çıkmış ve bu değerler paraya bile çevrilmiş iken ortada iptale konu bir tasarruf bulunmadığı şeklinde bir sonuca varılmış olması fiilen gerçekleşen hukukî ve fiili duruma ilişkin delillerin varlığına da uygun düşmemektedir.

Özel Daire bozma kararının 4. bendinde “Nitekim, Dairemizin 2010/1520 Esas 2010/4365 Karar sayılı ilamında da, davacıları M. Gazete Dergi Basım Yayım San. A.Ş. ve M. Reklam Pazarlama Danışmanlık A.Ş. davalısının Vakıflar Bankası A.Ş. (Alacaklı), S. Yayıncılık A.Ş. (Borçlu) olduğu davada mahkemece M. Holding A.Ş.'nin davacı şirketler ile borçlu şirketin ortağı olduğu, arada organik bağ bulunduğu, mülkiyet karinesinin borçlu dolayısıyla alacaklı yararına olması nedeni ile ispat yükü kendisine düşen üçüncü kişilerin istihkak iddialarının ispatlanmadığından davanın reddine ilişkin kararı Dairemizce onanmıştır. Bu dosya bilgileri ile davalı borçlu Dinç B. grubuna ait "Medya grubu" şirketlerinden olan M. Holding A.Ş.'de hem borçlu S. Yayıncılık A.Ş.'nin hem de üçüncü kişi Turgay C.'e ait M. şirketler grubu bünyesindeki M. Gazete Dergi Basım Yayım San. A.Ş. ve M. Reklam Pazarlama Danışmanlık A.Ş. ortakları arasında organik bağ bulunduğu, borçlu S. Yayıncılık A.Ş. adresinde yapılan hacizde haczedilen menkuller üzerinde üçüncü kişi olarak M. Grubu şirketlerinin hak iddia ettikleri anlaşılmaktadır.” açıklamasına yer verilerek bu husus da bozma nedenine gerekçe yapılmış ise de istihkak davasında hacize konu mallar yönünden bazı karinelerden de yararlanılarak ispat kuralları çerçevesinde bir sonuca gidileceği, alacaklısının Vakıflar Bankası A.Ş. olan bu davada verilen kararın bu dava için kesin hüküm veya güçlü delil oluşturacak niteliği bulunmadığı zira o dosyada S. Yayıncılık A.Ş. adresinde bulunan malların haczedildiği bu dosyada ise S. Yayıncılık A.Ş. adresindeki değil M. Grubu bünyesindeki mallarla ilgili bir dava olduğu ayrıca dosyaya yansıyan gizli anlaşmaların ortaya çıkmasından önce TMSF izni ile yapılan açık anlaşmalardan kaynaklanabilecek olan istihkak iddialarına konu dosyadaki kararın doğrudan bu dosyaya delil oluşturması mümkün olmadığından bu bozma gerekçesi yerinde değil ise de dördüncü bentte açıklanan diğer nedenlerle iptale tabi tasarruf bulunduğunun kabulü gerektiği açıktır.

İptale tabi tasarruf mevcut ise de ihale bedelinden artan para kalmadığı için dava konusuz kalmış olup dava tarihindeki haklılık durumu değerlendirilerek yargılama giderlerinin buna göre belirlenmesi gerekir. Dinç B. ile ilgili davanın, ön koşulları mevcut olup Turgay C. ile yapılan işlemlerin mal kaçırma amacı ile yapıldığı bu hâli ile davacının haklı olduğu gözetilerek, yargılama giderinin buna göre belirlenmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır. Bu hususa değinen 4. bentte gösterilen bozma nedenine uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

Özel Daire bozma kararının 5. bendinde davacı alacaklının davalılara husumet yöneltmesinde bir sorun olmadığı hâlde, davanın husumetten reddine karar verilmesinin hatalı olduğu belirtilerek bozma yapılmış ve bu sebep kabule göre bir bozma sebebi olarak yazılmıştır. Bu konudaki asıl bozma menfi tespit davasının sonucu beklenerek sonucuna göre karar verilmesi şeklindedir. Asıl bozma nedeni karşısında kabule göre bozma Hukuk Genel Kurulunca direnme kararının temyizinde incelenmesi gereken direnilmiş bir bozma nedeni sayılmayacağından Hukuk Genel Kurulunca verilecek kararda bunun bir bozma nedeni olarak tartışılmasına ise gerek bulunmamaktadır.

Sonuç olarak; Özel Daire bozma kararının 2. bendi tümüyle, üçüncü bendinde yer alan ve “Nitekim, Dairemizin 2010/1520 Esas 2010/4365 Karar sayılı ilamında da” şeklinde başlayan paragraf tümüyle çıkarılmak suretiyle değerlendirildiğinde yukarıda yapılan açıklamalara uygun gerekçe ve sonuç içeren bozma kararına 2. bent bozma nedeni dışında uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle değişik bozma yapılması gerektiği görüşünde olduğumdan ortada iptale tabi bir tasarruf bulunmadığı kabul edilmek suretiyle onama ve direnme uygun daireye yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Zeki GÖZÜTOK
Üye