KUSUR BELİRLEMESİNE İLİŞKİN GEREKÇE DEĞİŞTİRİLMEK SURETİYLE VERİLEN ONAMA KARARINA KARŞI DİRENME KARARI VERİLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


05 Nis
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2018/2-1084
KARAR NO   : 2021/1657

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                  :
 Kayseri 1. Aile Mahkemesi
TARİHİ                             : 28/09/2017
NUMARASI                     : 2017/620 - 2017/782
DAVACI-KARŞI DAVALI : E.Ö. vekilleri Av. V.K. ve diğerleri 
DAVALI-KARŞI DAVACI : H.Ö. vekilleri Av. S.K. ve diğerleri

1. Taraflar arasındaki “karşılıklı boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kayseri 1. Aile Mahkemesince verilen her iki davanın kabulüne ilişkin karar tarafların temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı-Karşı Davalı İstemi:

4. Davacı-karşı davalı vekili 30.06.2015 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 12.11.1999 tarihinde evlendiklerini, ortak üç çocuklarının bulunduğunu, davalının evlilik öncesinden beri arkadaşı olan Metin Tıraş isimli erkekle müvekkilini aldattığını, evine ve çocuklarına kötü davrandığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velayetlerin babaya verilmesine, tahkikat aşamasında sunduğu 23.11.2015 tarihli dilekçesinde ise, her bir çocuk yararına ayrı ayrı 200 TL tedbir-iştirak nafakası ile müvekkili yararına 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talep etmiştir.

Davalı-Karşı Davacı İstemi:

5. Davalı-karşı davacı vekili 28.07.2015 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, erkeğin evlilik süresi boyunca ailesinin müdahalesine sessiz kaldığını, eşine hakaret ve küfür ettiğini, fiziksel şiddet uyguladığını, evden kovduğunu, eşinin ve çocuğun hastalığı ile ilgilenmediğini, tedavi sürecinde yalnız bıraktığını, çoğu zaman ayrı yattığını özel ihtiyacı olduğu takdirde müvekkiline yaklaştığını, aldatmayı kesinlikle kabul etmemekle birlikte bir anlık hata sonucu dertleşmek amacıyla çekilen mesajları fırsat bilen erkek eşin kötü niyetli olarak eldeki davayı açtığını, sanal ortamda çekilen mesajlardan sonra evlilik birliğinin devam ettiğini ancak erkeğin eşine karşı küfür, hakaret, tehdit, fiziksel şiddet ve evden kovma şeklinde gerçekleşen kusurlu davranışlarına müvekkilinin dayanamaması nedeni ile tarafların bir aydır ayrı yaşadıklarını, ortak çocuklar ile annenin görüştürülmediğini davacının evlilik süresince gerçekleştirdiği kusurlu davranışların üstünü örtmeye çalıştığını, boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam kusurlu olduğunu ileri sürerek asıl davanın reddine, karşı boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına, velayetlerin anneye verilmesine, her bir çocuk yararına ayrı ayrı 250 TL tedbir-iştirak, müvekkili yararına 300 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talep etmiştir.

Mahkeme Kararı:

6. Kayseri 1. Aile Mahkemesinin 23.11.2015 tarihli ve 2015/482 E., 2015/846 K. sayılı kararı ile; davalı kadının son yıllarda birlik görevlerini ihmal ettiği, çocuklarla tartışmalara girdiği, sadakatsiz tutum ve davranışlar sergilediği, erkeğin ise eşinin sadakatsiz davranışını öğrendikten sonra karısına şiddet uyguladığı, gerçekleşen olaylara göre kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğu gerekçesiyle her iki davanın kabulü ile, tarafların boşanmalarına, velayetlerin babaya verilmesine, her bir çocuk yararına 100 TL tedbir-iştirak nafakası ödenmesine, ağır kusurlu kadın eşin tazminat taleplerinin reddine, dava tarihinden itibaren kadın yararına hükmedilen 300 TL tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren kaldırılmasına, az kusurlu erkek eş yararına 2.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 27.06.2016 tarihli ve 2016/619 E., 2016/12325 K. sayılı kararı ile;

“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-karşı davalı erkeğin kadının kabul edilen boşanma davasına yönelik temyiz itirazları yersizdir.

2-Davalı-karşı davacı kadının temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Mahkemece davalı-karşı davacı kadın ağır kusurlu kabul edilerek boşanma kararı verilmiş ise de; toplanan delillerden davacı-karşı davalı erkeğin eşini tehdit ettiği, eşine şiddet uyguladığı ve ilgisiz davrandığı, kadının da güven sarsıcı davranışlar içine girdiği ve birlik görevlerini ihmal ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda, tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Eşit kusur halinde de boşanmaya karar verilmesi gerektiğine göre, davacı-davalı erkeğin boşanma davasının kabulüne karar verilmiş olması sonucu itibariyle doğru olmakla beraber gerekçesi yerinde olmamıştır. Açıklanan nedenle boşanma hükmünün kadının ağır kusurlu olduğu şeklindeki kusur belirlemesine ilişkin gerekçesinin tarafların eşit derecede kusurlu oldukları şeklinde değiştirilmek suretiyle onanmasına karar verilmesi gerekmiş (HUMK m. 438/7) ve davalı-karşı davacı kadının bu yöne ilişkin temyiz itirazları ile aşağıdaki bentler dışında kalan diğer temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.

3- Davacı-karşı davalı erkek dava dilekçesinde maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmamıştır. Tahkikat aşamasında verdiği 23.11.2015 tarihli dilekçesinde maddi ve manevi tazminat taleplerini ileri sürmüştür. Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme aşamasında ise, ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia ve savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. On inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise diğer tarafın açık muvafakati ve ıslah dışında iddia ve savunma genişletilemez yahut değiştirilemez (HMK m. 141/1). Davacı karşı davalı erkeğin, dava dilekçesinde yer almayan, ilk defa tahkikat aşamasında ileri sürülen maddi ve manevi tazminat isteği, talep sonucunun genişletilmesi niteliğindedir. Davalı-karşı davacı kadının bu isteğe açık muvafakati yoktur. Bu durumda ıslah da söz konusu olmadığına göre, davacı-karşı davalı erkeğin maddi ve manevi tazminat talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulması gerekmiştir.

4- Davalı-karşı davacı kadın lehine ön inceleme duruşmasında ara karar ile aylık 300 TL tedbir nafakası tayin edilmişken, nihai kararda bir gerekçe gösterilmeden tedbir nafakasının kaldırılmasına karar verilmiştir. Türk Medeni Kanununun 169. maddesi çerçevesinde tayin edilen tedbir nafakasının herhangi bir gerekçe gösterilmeden kaldırılması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

5- Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK m.175) Toplanan delillerle, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı-karşı davacı kadının daha ağır kusurlu olmadığı, her hangi bir geliri ve malvarlığının bulunmadığı, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği gerçekleşmiştir. O halde, davalı-karşı davacı kadın yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiştir.

6- Müşterek çocuklardan Gizem Nur 2000 doğumlu Muhammed Şamil 2004 doğumlu ve Büşra ise 2006 doğumlu olup idrak çağında oldukları anlaşılmaktadır. Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6., Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. maddesi idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması vc görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23.11.2011 tarihli, 2011/2-547 Esas, 2011/695 Kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.03.2012 tarihli 2011/2-884 Esas 2012/197 Karar sayılı ilamları).Velayet düzenlemesinde asıl olan çocukların yararıdır ve bu düzenlemede ana ve babanın yararı ile çocuğun yararı çatıştığı takdirde, çocuğun yararına üstünlük tanınması gerekir. Çocuğun üstün yararı, gerektirdiği takdirde, görüşlerinin aksine karar verilmesi de mümkündür. Bu nedenle, müşterek çocukların velayet konusunda mahkemece görüşünün alınması, bu görüşün değerlendirilmesi ve ayrıca çocuğun üstün yararının tespiti bakımından, mahkemece 4787 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca uzman veya uzmanlar görevlendirilip, alınacak rapor diğer delillerle birlikte değerlendirilerek, imkan oldukça çocukların birlikte yaşayacakları şekilde velayet düzenlemesine öncelik verilmesi gerektiği de düşünülerek gerçekleşecek sonucuna göre tarafların müşterek çocuğunun velayetinin düzenlenmesi gerekirken, bu konuda eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Kayseri 1. Aile Mahkemesinin 28.09.2017 tarihli ve 2017/620 E., 2017/782 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; bozma ilamının velayet düzenlemesi ile ilgili 6. bendine uyularak çocukların bizzat dinlendiği, her üç çocuğunda babaları yanında kalmak istediklerini belirttikleri gerekçesiyle velayetin babaya verilmesine, bozma ilamının bunun dışında kalan yönlerine ise; kadının evlilik birliğinin devamı sırasında bekarken tanıdığı Metin Tıraş ile telefonda konuşup, mesajlaştığı, bunun daha önce erkek eş tarafından görüldüğü, her seferinde kadının söz verdiği ancak aynı eylemi devam ettirdiği, erkeğin evliliğini kurtarmak için önceki aşamalarda bu davranışa sessiz kaldığı ve kabullendiği, son ayrılıktan üç ay önce aile meclisinin toplanarak bu konuşma ve mesajlaşmaların tartışıldığı, eşlerin evlilik birliğini sürdürdükleri dolayısıyla tarafların karşılıklı olarak bu aşamaya kadar gerçekleşen kusurlu davranışlarını affettikleri, bundan sonra fiili birlikteliğin devam ettiği son 2-3 aylık dönemde tanıkların şiddet eyleminden bahsetmedikleri, son olarak kadının yine yazışmalarını yakalayan erkeğin öfke ile uyguladığı şiddetten bahsedildiği, bu hâliyle kadının tutum ve davranışlarının son yaşanan şiddet olayına sebep olduğu, kadının bu davranışının erkeğin eylemine neden olduğu dolayısıyla kadının ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine, kadın yararına hükmedilen tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren kaldırılmasına ise ayrıca bir gerekçe belirtilmeden direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık somut olayda;

11.1. Özel Dairece, yerel mahkemenin kusura ilişkin gerekçesinin boşanmaya sebep olan olaylarda “tarafların eşit derecede kusurlu oldukları şeklinde değiştirilmek suretiyle onanmasına (HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca)” karar verilmesi karşısında, yerel mahkemenin bu karara karşı direnme kararı verip veremeyeceği,

11.2. Davacı-karşı davalı erkek eşin TMK’nın 174. maddesi uyarınca talep ettiği tazminat istemlerini yasal süresi içerisinde ileri sürüp sürmediği, buradan varılacak sonuca göre tarafın tazminat istemlerinin esası hakkında mı hüküm kurulması gerektiği yoksa bu talepler hakkında karar verilmesine yer olmadığına mı karar verilmesi gerektiği,

11.3 Yerel mahkemece, yargılama aşamasında davalı-karşı davacı kadın eş yararına TMK’nın 169. maddesi uyarınca hükmedilen tedbir nafakası hakkında, nihai kararda gerekçe gösterilmeksizin kaldırılmasına karar verilmesinin mümkün olup olmadığı,

11.4 Davalı-karşı davacı kadın eş yararına TMK’nın 175. maddesinde yazılı yoksulluk nafakası koşullarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A) Özel Dairece, yerel mahkemenin kusura ilişkin gerekçesinin HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması karşısında, bu nitelikteki bir karara karşı direnme kararı verilip verilemeyeceğine ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;

12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

13. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 370. maddesine göre;

“Yargıtay, onama kararında, onadığı kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermek zorundadır.

(2) (Değişik: 31/3/2011-6217/29 md.) Temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde Yargıtay, kararı düzelterek onayabilir. Esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar ile hâkimin takdir yetkisi kapsamında karara bağladığı edalar hakkında bu fıkra hükmü uygulanmaz.

(3) Tarafların kimliklerine ait yanlışlıklarla, yazı, hesap veya diğer açık ifade yanlışlıkları hakkında da bu hüküm uygulanır.

(4) Karar, usule ve kanuna uygun olup da gösterilen gerekçe doğru bulunmazsa, gerekçe değiştirilerek ve düzeltilerek onanır.” hükmü ile Yargıtayın, tarafların temyiz istemi üzerine yaptığı inceleme sonucunda vereceği onama kararı düzenleme altına alınmıştır. Maddenin hükümet gerekçesi incelendiğinde uygulamada “düzelterek onama” olarak bilinen işlemin esas ve şartlarının düzenlenmesi gerekliliği taşıdığı anlaşılmaktadır.

14. Aynı Kanun’un 371. maddesi de “Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar:

a) Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.

b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.

c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.

ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması.” hükmünü taşımakta olup bu hükümle, Yargıtayın, hangi sebeplerden dolayı temyiz olunan kararı bozacağı düzenlenmiştir.

15. Görüldüğü üzere, Yargıtay gerekçe göstermek suretiyle temyiz edilen kararı; onayabilir (HMK m. 370/1), bozabilir (HMK m. 371), esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ancak kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde düzelterek onayabilir (HMK m. 370/2) veya karar usule ve kanuna uygun olduğu hâlde gösterilen gerekçesi doğru bulunmazsa gerekçe değiştirilerek ve düzeltilerek onayabilir (HMK m.370/4). Bu bağlamda mahkemece verilen kabul kararı, usule ve kanuna uygun olup da gösterilen gerekçe doğru bulunmazsa Yargıtay, temyiz olunan kararın gerekçesini değiştirerek ve düzelterek onayabilir.

16. Mahkeme tarafından verilen kararın temyiz denetimi sonucu Yargıtay tarafından verilen bozma ilamına karşı yapılması gereken işlemler ise HMK’nın 373. maddesinde;

“(1) Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.

(2) Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir.

(3) Bölge adliye mahkemesi, 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.

(4) Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.

(5) İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.

(6) (Ek: 17/4/2013-6460/1 md.) Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.

(7) Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunludur.” şeklindeki hükümle, Yargıtay bozma kararlarına karşı derece mahkemelerinin, uyma ve direnme kararlarını ne şekilde verecekleri düzenleme altına alınmıştır.

17. Somut olayda, bozma tarihi itibari ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümleri uygulanmıştır. Buna göre Özel Daire; HUMK’nın 438. maddesinin 7. fıkrası uyarınca hüküm sonucunun esas bakımından usul ve kanuna uygun olduğunu ancak gösterilen gerekçenin doğru olmadığına karar vermiş ve gerekçeyi düzelterek onamıştır.

18. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; tarafların boşanmaya sebep olan olaylardaki kusur derecesine ilişkin uyuşmazlık hakkında mahkemece kadın eşin ağır erkek eşin ise az kusurlu olduğu kanaatine varıldığı, Özel Dairenin ise gerçekleşen olaylara göre tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle “…açıklanan nedenle boşanma hükmünün kadının ağır kusurlu olduğu şeklindeki kusur belirlemesine ilişkin gerekçesinin tarafların eşit derecede kusurlu oldukları şeklinde değiştirilmek suretiyle onanmasına,…” karar verdiği anlaşılmaktadır. Yukarıda da vurgulandığı üzere; mahkemece, Yargıtayın ancak bozma kararının hukuka ve usule uygun olmadığı kanaatiyle önceki kararında direnme kararı verilebileceği gözetilmeksizin kusur belirlemesine ilişkin gerekçe değiştirilmek suretiyle verilen onama kararına karşı direnme kararı verilmesi doğru değildir.

19. Hâl böyle olunca tarafların kusur belirlemesine ilişkin direnme kararının, açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekir.

B) Davacı-karşı davalı erkek eşin TMK’nın 174. maddesi uyarınca ileri sürmüş olduğu tazminat istemlerini yasal süresi içerisinde ileri sürüp sürmediği, buradan varılacak sonuca göre tarafın tazminat istemlerinin esası hakkında mı hüküm kurulması gerektiği yoksa bu talepler hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair mi karar verilmesi gerektiğine ilişkin olarak yapılan değerlendirmede ise;

20. Bilindiği üzere; boşanmanın malî sonuçlarından olan maddi ve manevi tazminat 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 174. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hüküm; “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” düzenlemesini içermektedir. Madde ile düzenleme altına alınan tazminatlar, boşanmanın isteğe bağlı fer'î sonuçları arasındadır. Bu nedenle hâkim; taleple bağlı olup, kendiliğinden tazminata hükmedemeyeceği gibi talep miktarını da aşamaz.

21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesi uyarınca, davacı dava dilekçesinde; davanın konusunu, malvarlığı haklarına ilişkin davalarda dava konusunun değerini ve talep sonucunu açık bir şekilde belirtmek zorundadır. 1086 sayılı Kanun’un 179. maddesindeki düzenlemeye karşılık gelen HMK’nın 119. maddesi ile dava dilekçesinde bulunması gereken hususların neler olduğu, ilâve unsurlarla birlikte ve daha geniş olarak düzenlenmiştir.

22. Diğer yandan davalı da, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde cevap dilekçesini sunmalı (HMK m. 127/1), yine cevap dilekçesinde, savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve açık bir şekilde talep sonucunu belirtmelidir (HMK m. 129). Dava ve cevap dilekçelerinin kapsamına ilişkin ilkelerin tamamlayıcısı niteliğinde olan HMK’nın 136/2. maddesi gereğince; davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanacaktır. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanmasının ardından kanundan kaynaklı istisnai hâller dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmayı değiştirme veya genişletme yasağı başlamış olacaktır. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.02.2020 tarihli ve 2017/2-1288 E., 2020/143 K. ile 30.09.2020 tarihli ve 2017/2-2716 E., 2020/705 K. sayılı kararlarında da tartışılarak benimsenmiştir.

23. Kanun’un 140. maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıyan önemli bir yargılama aşamasıdır. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Bu sebepledir ki, ön inceleme duruşmasında yapılacak işlemler 140. maddenin her bir fıkrasında ayrıca belirtilmiştir. Birinci fıkra uyarınca hâkim; usule ilişkin hususlarda tarafları dinledikten sonra uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddia ve savunmaları dikkate alarak, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tespit edecektir. Bu belirleme genel bir belirlemenin ötesinde, tarafların ortaya koydukları her bir somut vakıa üzerinde anlaştıkları veya anlaşamadıkları yönlerin tespit edilmesi niteliğindedir. İkinci fıkra ise sulhe ve arabuluculuğa ilişkin özel bir fıkradır. Taraflar sulh olurlarsa bu durum, olmazlarsa sulh olmadıkları tutanağa geçirilecektir. Ön inceleme duruşmasında düzenlenen tutanak üçüncü fıkranın son cümlesinde “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” şeklindeki düzenleme nedeniyle de özel bir öneme sahiptir. Zira uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Kanunun bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği her türlü duraksamadan uzaktır. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.

24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile yapılan düzenlemelerle amaçlanan; yargılamanın makul sürede tamamlanmasını sağlamaktır. Bu amaç; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesi ile düzenleme altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından olan “yargılamanın makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesine dayanmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), sözleşmenin tarafı devletlerin hukukî sistemlerini, AİHS şartlarına uyacak şekilde düzenlemekle görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner-İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. Paragraf). Anayasa’nın 141. maddesi ile de “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilerek ve HMK'nın "Usul Ekonomisi ilkesi" başlıklı 30. maddesi de benzer hükümle davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerektiğini açıkça düzenlenmiştir.

25. Eldeki davaya gelince; davacı-karşı davalının dilekçeler aşamasında tazminat talebinde bulunmadığı, tahkikat aşamasında sunduğu 23.11.2015 tarihli dilekçesi ile yararına maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemini ileri sürdüğü görülmektedir. Dosyada davalı-karşı davacı tarafın bu istemelere yönelik açık bir muvafakati bulunmamaktadır. Dilekçenin ıslah dilekçesi olarak da kabulü mümkün değildir zira; iddia veya savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının istisnası olan ıslah yenilik doğurucu bir haktır, bu sebeple açık ve net olmalıdır. Buradan hareketle davacı vekilinin tahkikat aşamasında ileri sürdüğü maddi-manevi tazminat talepleri iddianın genişletilmesi niteliğinde olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan sebeplerle, davacının tazminat talepleri hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” dair karar verilmesi gerekirken esasa ilişkin hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.

26. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

C) Yerel mahkemece, yargılama aşamasında davalı-karşı davacı kadın eş yararına TMK’nın 169. maddesi uyarınca hükmedilen tedbir nafakasının gerekçe gösterilmeksizin kaldırılmasına karar verilmesinin mümkün olup olmadığı hususuna gelince;

27. Öncelikle belirtilmelidir ki, TMK’nın “Geçici önlemler” başlıklı 169. maddesi “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır” hükmünü içermektedir. Bu madde gereğince alınacak geçici önlemlerden birisi de nafaka olup, hâkim yargılama sırasında talebe bağlı olmaksızın eş ve çocuk için uygun miktarda tedbir nafakasına hükmeder. Boşanma kararının kesinleşmesi ile bu nafakalar koşulları var ise eş için yoksulluk, çocuk için ise iştirak nafakası olarak devam eder.

28. Madde; yasal gerekçesinde de açıklandığı üzere 743 sayılı Medeni Kanun’un 137. maddesinin sadeleştirilmiş şekli olup, herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Dolayısıyla evvelden beri uygulanan bu hükme göre hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine ilişkin geçici önlemleri bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın kendiliğinden almakla yükümlüdür.

29. Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasıdır. Geçici bir önlem niteliğindeki talebe bağlı olmaksızın takdir edilen tedbir nafakası kural olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşinceye kadar hüküm altına alınır. Dolayısıyla, tedbir nafakası takdirine ilişkin kararın, davanın açıldığı tarih itibariyle tarafların ekonomik sosyal durumlarına ilişkin araştırma sonuçlarının dosyaya gelişini takiben hemen verilmesi gerekir. Bu aşamada tarafların kusur durumu belirlenemeyeceğine göre verilecek kararda kusur durumu bir ölçü olarak alınamayacağı gibi, nihai kararla belirlenen kusur durumu da tedbir nafakasının kaldırılmasını ya da iadesini gerektirmez. Zira tarafların “kusur durumu” hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir. Dahası Kanun’da, tedbir nafakası yönünden tarafların kusurlu olup olmamaları bir unsur olarak yer almamaktadır. Bu nedenle, hâkimin kusur durumuna bakmaksızın davanın en başında bu geçici önlemi alması ve buna bağlı olarak da tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını tespit edip, uygun ve geçici nitelikte bir nafaka takdir etmesi bir zorunluluktur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2011 tarihli ve 2011/2-533 E., 2011/670 K. sayılı kararı ile de benimsenmiştir.

30. Evlilik birliği henüz devam ettiğine ve TMK’nın 186. maddesine göre, eşler birliğin giderlerine güçleri oranında, emek ve malvarlıkları ile katılmaları gerektiğinden bu yükümlülüğün bir gereği olarak ihtiyacı olan eş yararına tedbir nafakası takdir edilir.

31. Somut olayda; mahkemenin, nihai kararıyla kadın eş yararına hükmedilen tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren kaldırılmasına karar verdiği, Özel Dairenin ise gerçekleşen olaylara göre tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle “…TMK’nın 169. maddesi uyarınca tayin edilen tedbir nafakasının herhangi bir gerekçe gösterilmeden kaldırılması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur,…” gerekçesiyle kararı bozduğu anlaşılmıştır. Mahkemece bozma üzerine verilen direnme kararında ise yeniden kadın yararına hükmedilen tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren kaldırılmasına karar verildiği ancak yine buna ilişkin gerekçenin yazılmadığı görülmüştür.

32. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün kapsamı” başlıklı 297. maddesi mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre bir mahkeme kararında; tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukukî esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukukî niteliğini (hukukî sebepleri) kendiliğinden araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.

33. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendi kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz. Hukukî dinlenilme hakkı, mahkemenin, tarafların açıklamalarını dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini de içerir (Kuru Baki: Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Mart 2020, C.1, s. 889-890).

34. Anayasa’nın 141. maddesine göre de bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlı hâldedir.

35. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

36. Bu genel açıklamaların ışığında uyuşmazlık değerlendirildiğinde; Özel Dairenin TMK’nın 169. maddesi uyarınca hükmedilen tedbir nafakasının herhangi bir gerekçe gösterilmeden kaldırılmasının usul ve yasaya aykırı bulunduğuna işaret eden bozma kararına karşı yerel mahkemenin hangi gerekçeyle direndiğine, kadın eş yararına hükmedilen tedbir nafakasının hangi nedenle yerinde bulmayarak kaldırdığına dair herhangi bir gerekçeye yer vermediği anlaşılmakla; Özel dairenin bozma sebebine göre yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş, ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren “tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren kaldırılmasına” ilişkin bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır.

37. Bu hâliyle anılan direnme kararının Anayasa’nın ve HMK’nın aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez.

38. O hâlde mahkemece yapılacak iş, özellikle Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.

39. Bu durumda, açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın usulden bozulması gerekir.

D) Son olarak davalı-karşı davacı kadın eş yararına TMK’nın 175. maddesinde yazılı yoksulluk nafakası koşullarının oluşup oluşmadığı noktasına ilişkin yapılan değerlendirmede;

40. Türk Medeni Kanunu’nun “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175. maddesi ile “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 1998/688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 2007/275 K.; 20.06.2019 tarihli ve 2017/2-2424 E., 2019/751 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi malî kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.

41. Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk, T./Ateş, D., Aile Hukuku, C. 2, İstanbul 2019, s. 302).

42. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünüldüğünden, yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek olamaz. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve ahlaki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da kendisini göstermektedir. Dolayısıyla boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacını taşıyan yoksulluk nafakası, hiçbir surette nafaka yükümlüsüne yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde olmamalıdır.

43. Eldeki davaya gelince; Mahkemece, kadın eşin yoksulluk nafaka talebinin ağır kusurlu olması nedeniyle reddine karar verildiği, Özel Daire tarafından ise tarafların eşit kusurlu oldukları ve kadın eşin herhangi bir geliri ve mal varlığı bulunmadığından dolayı boşanma nedeniyle yoksulluğa düşeceği gerekçesi ile kadın yararına uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Kadın eş hakkında yapılan ekonomik ve sosyal durum araştırma tutanağında; ev hanımı olduğu, çalışmadığı, gelirinin ve mal varlığının bulunmadığı belirtilmişse de; tanık olarak dinlenen Hasan Ö.’in “Hatice'nin şu anda çalıştığını biliyorum ama çalıştığı iş yerini bilmiyorum” dediği, Fatma O.’ın “Hatice şu anda asgari ücret ile bir iş yerine girdi ve çalışıyor, ama iş yerini bilmiyorum” şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır.

44. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece kadının çalışıp çalışmadığı, çalışıyorsa yoksulluktan kurtaracak düzeyde düzenli ve sürekli bir gelirinin olup olmadığı, işten ayrılmışsa kendi isteği ile mi yoksa zorunlu olarak mı ayrıldığı hususları araştırılarak boşanma yüzünden yoksulluğa düşüp düşmeyeceğinin tespiti ile sonucuna göre yoksulluk nafakası konusunda bir karar verilmesi gerekirken, bu konuda hatalı kusur belirlemesi ve eksik inceleme ile yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

45. Hâl böyle olunca direnme kararının, açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile;

1- Boşanmaya sebep olan olaylardaki kusur belirlemesine ilişkin direnme kararının değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı (III-A),

2- Davacı-karşı davalı vekilinin tazminat istemleri hakkında verilen direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı (III-B),

3- Davalı-karşı davacı yararına hükmedilen tedbir nafakasının kaldırılmasına ilişkin direnme kararının usulden (III-C),

4- Yoksulluk nafakasına ilişkin direnme kararının değişik gerekçe ve nedenlerle (III-D),

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Davalı-karşı davacı vekilinin mahkemece uyulan yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 2. Hukuk Dairesine Gönderilmesine,

Aynı Kanun'un Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.12.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.