LEHİNE AVAL VERİLENİN BORCU GEÇERSİZ OLSA BİLE AVAL VEREN BU GEÇERSİZLİĞİ İLERİ SÜREMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


07 Haz
2023

Yazdır

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/11-221
Karar No       : 2023/134

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                          : 06.10.2021
SAYISI                          : 2021/360 E., 2021/760 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 01.04.2021 tarihli  2020/6069 Esas,
                                        2021/3215 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun'un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilerek, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; davalı banka tarafından dava dışı N. Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti. ve Şükrü Cüneyt K. adına kullandırılacak kredilerin teminatı olarak tarih ve tutarı boş olan senet düzenlendiğini ve bu senedin müvekkili tarafından imzalandığını, tarih ve tutarı sonradan doldurulan bu senede dayanılarak davalı tarafından müvekkiline karşı İstanbul 26. İcra Müdürlüğünün 2013/10581 Esas sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığını, müvekkilinin N. Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti.nde bulunan toplam 700.000 TL değerindeki hissesinin 600.000 TL’sini Şükrü Cüneyt K.'e 100.000 TL değerindeki hissesini ise Merdan Akyol'a 21.07.2011 tarihinde hisse devir ve temlik sözleşmesi ile devrederek şirketten ayrıldığını ve davalı bankaya buna ilişkin bildirimde bulunulduğunu, müvekkilinin kefaletten vazgeçtiğini bildirdiği tarihe kadar davalı bankadan kredi kullanılmadığını, davalı tarafından müvekkiline 13.03.2013 tarihli Bakırköy 11. Noterliğinin 07773 yevmiye numaralı ihtarname gönderilerek müşterek borçlu/müteselsil kefil sıfatıyla toplam 349.352 TL borcu olduğu bildirildiğini, bu ihtarnamede borcun kaynağının ve hangi sözleşmeden kaynaklandığının bildirilmediğini, bu ihtarnameye verilen cevapta, borcun kabul edilmediğinin ve kredi kullanılmadan önce kefaletten vazgeçildiğinin davalı bankaya ihtarname ile bildirildiğini, kambiyo takibine konu olan senet incelendiğinde sonradan doldurulduğu ve geçerli olmadığının anlaşıldığını, takip konusu senedin keşide tarihinin 18.03.2011, vade tarihinin 23.01.2013 olduğunu, başka bir deyişle bu senedin gerçek bir senet olabilmesi için keşide tarihinde borç doğurucu bir işlemin veya kredinin bulunması gerektiğini, davalı kayıtları incelendiğinde görüleceği üzere, senedin keşide edildiği tarihte herhangi bir borç doğurucu işlemin söz konusu olmadığını, davacının kefaletinin geçerli olabilmesi için kredinin geri ödeme planında ve çekilen tutarları gösterir belgelerde kefilin imzasının olması gerektiğini, bu senedin alınmak istenen kredinin teminatı olarak verildiğini, ancak davalıdan kaynaklanan sebeplerle kredi alınamadığını, davalı bankaya ihtarnameyle bildirimde bulunmalarına rağmen müvekkilinin ortak olduğu dönemde kullandırmadığı krediyi sonradan kullandırarak kötüniyetli işlem yaptığını, müvekkilinin davalıya herhangi bir borcu olmadığını ileri sürerek müvekkilinin davalıya borçlu olmadığının tespitine, takip konusu senedin geçerli bir senet olmadığından iptaline, davalının yapmış olduğu takipte haksız ve kötüniyetli olması sebebiyle İİK gereğince takip tutarının %20'sinden az olmamak kaydıyla tazminata mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili; kefaletin, borçlu şirketin ortağı olup olmamakla ilgili bir husus olmayıp şirket hissesinin devredilmiş olmasının kefaleti sonlandıran bir sebep olarak kabul edilmeyeceğini, davacı taraf müvekkili banka ile akdettiği sözleşme ile bu haklarından peşinen feragat etmiş olduğundan kefaletten tek taraflı bir irade beyanıyla vazgeçmesinin mümkün olmadığını, Yargıtayın konuya ilişkin içtihatlarının da aynı yönde olduğunu, keşide edilen ihtara rağmen borcun ödenmediğini, davacı tarafın iddialarının aksine icra takibine konu bononun tüm unsurları taşıyan geçerli bir kambiyo senedi niteliğinde olduğunu ve icra takibinin de davacının itirazı olmadan kesinleştiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 08.03.2017 tarihli ve 2014/627 Esas, 2017/303 Karar sayılı kararı ile; davaya konu bononun dava dışı şirketin çekeceği kredilerin teminatını oluşturmak üzere teminat senedi olarak verildiğinin anlaşıldığı, kefalet sözleşmesi iki taraflı bir sözleşme olduğundan sözleşmeden bir tarafın tek taraflı irade beyanı ile dönmesi mümkün değil ise de davacı tarafça davalı bankaya dava dışı şirketin ortaklığından ayrıldıktan sonra gönderdiği ihtarname ile dava dışı şirketin bugüne kadar çektiği krediler varsa söz konusu krediler sebebiyle oluşan borcun kendisine bildirilmesini talep ettiği halde, davalı banka tarafından verilen cevabî yazıda herhangi bir borç bildiriminin yapılmadığı, mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda bu tarihe kadar alınan tüm kredilerin ödenmiş olduğu, dava dışı şirketin ödenmeyen kredi borçlarının bu tarihten sonra kullandırılan kredilere ilişkin olduğu, bir güven kurumu olan bankaların yeni bir kredi verirken basiretli bir tacir gibi davranması ve yeni krediler için uygun teminatları alması gerektiği, kaldı ki ihtarname tarihine kadar bir borcu bulunmayan davacının çektiği ihtarname sonrası dava dışı şirkete kullandırılan kredilerden dolayı davacının sorumlu olduğunu iddia etmenin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 2 nci maddesinde düzenlenen dürüst davranma kuralına aykırılık oluşturduğu, sözleşmenin 22 nci maddesinde yer alan düzenlemelerin de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 20 nci maddesinde düzenlenen genel işlem koşulları niteliğinde bulunduğu, davacı tarafından ilk genel kredi sözleşmesinin düzenlenmesi esnasında verilen teminat senedinin ise hangi hukuki ilişki ve ne için verilmişse sadece bunun için geçerli olabileceği, dolayısıyla davalı banka tarafından daha önce kullandırılan krediler için alınan teminat senedinin dava dışı şirkete sonradan kullandırılan krediler nedeniyle kullanılamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne ve davacının İstanbul 26. İcra Müdürlüğünün 2013/10581 Esas sayılı dosyasında ve bu dosyada takibe konu edilen senet nedeniyle borçlu olmadığının tespitine, takip konusu senedin davacı yönünden iptaline, kötüniyet tazminatı isteminin ise şartları oluşmadığından reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 18.06.2020 tarihli ve 2018/2009 Esas, 2020/597 Karar sayılı kararı ile; davacının avalist sıfatıyla imzaladığı 18.03.2011 keşide tarihli, 23.01.2013 vade tarihli bono kapsamında kullandırılan kredilerin vadesinde ödendiği, bankanın herhangi bir alacağı bulunmadığının bilirkişi raporu ile anlaşıldığı, kat ihtarına ve icra takibine konu olan kredilerin, davacının avalist sıfatıyla imzaladığı yeni bononun alınmasından sonra kullandırılan krediler olduğu, başka bir deyişle senedin teminat senedi olduğunun kabulü gerekeceği ve teminata konu kredilerin ödenmiş olması nedeniyle davacının bu senede dayalı sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “… Dava, menfi tespit istemine ilişkin olup; takip davacının avalist olduğu bonoya dayanılarak yapılmıştır. Davacı, davalıdan kredi kullanan dava dışı şirketin ortağı iken 21.07.2011 tarihinde ortaklıktan ayrıldıktan sonra davalıya gönderdiği 08.03.2012 tarihli ihtarname ile, kredi kullanan şirketin ortaklığından ayrıldığını, 21.07.2011 tarihinde sorumluluğunun sona erdiğini, bu tarihten sonra kullanılacak kredilerden dolayı sorumluluk kabul etmediğini bildirmiştir. Davalı ise dava dışı borçlu şirkete kullandırılan kredilerin aynı sözleşmeye dayanılarak kullandırıldığını ve dava konusu icra takibinin davacının kefilliğine değil, avalist sıfatına dayalı olarak yapıldığını savunmuştur. Mahkemece, asıl borçlu ile davalı banka arasındaki kredi sözleşmeleri ve davacının bu sözleşmelere kefaleti incelenmek suretiyle sonuca gidilmiş ise de davacı takibe konu bonoyu avalist sıfatıyla imzalamış olup, mülga 6762 sayılı TTK’nun 614 maddesi ve yürürlükteki 6102 sayılı TTK’nun 702. maddesi uyarınca avalist asıl borçlu gibi sorumlu olduğundan, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş,…” gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak kaldırılmasına, dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçesi tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili; ilk derece mahkemesinin davacının kefaletten vazgeçme ihtarına bankanın cevap vermediği gerekçesi ile davacının sorumluluğunun sona erdiğinden bahisle direnme kararı vermiş ve davayı kabul etmiş ise de müvekkili bankanın bu ihtara cevap verdiğini; takip konusu senet teminat senedi olmayıp, aksinin ispat edilemediğini ve davacının kefalet sorumluluğunun sürdüğünü; imzalanan kredi sözleşmesinin süresiz olduğunu, sonradan kullandırılan krediler aval ve kefalet sorumluluğunu sona erdirmeyeceğini; davacının borçlu şirketteki hisselerini devretmesi kefaleti/aval sorumluluğunu sonlandıran bir sebep olarak kabul edilemeyeceği gibi gerek kredi limiti içerisinde yeni kredi kullanılması gerekse kefaletten tek taraflı vazgeçmenin kefalet/aval sorumluluğunu sonlandırmayacağını; davacı tarafın müvekkil banka tarafından icra takibi öncesinden keşide edilen hesap kat ihtarnamesine itiraz etmediğini bildirmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının icra takibine konu bonoyu avalist sıfatıyla imzalamış olduğu eldeki davada, davacının mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (eTTK) 614 üncü maddesi ve yürürlükteki 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 702 nci maddesi uyarınca avalist olarak asıl borçlu gibi sorumlu tutulup tutulamayacağı, buradan varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (eTTK):

III - Hükümler:

Madde 614 -Aval veren kimse, kimin için taahhüt altına girmişse tıpkı onun gibi mesul olur.

Aval veren kimsenin temin ettiği borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa dahi aval verenin taahhüdü muteberdir.

Aval veren kimse,poliçe bedelini ödediği takdirde poliçeden dolayı lehine taahhüt altına girmiş olduğu kimseye ve ona karşı poliçe gereğince mesul olan kimselere karşı poliçeden doğan hakları iktisabeder.

2. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK):

MADDE 702- (1) Aval veren kişi, kimin için taahhüt altına girmişse aynen onun gibi sorumlu olur.

(2) Aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da aval verenin taahhüdü geçerlidir.

(3) Aval veren kişi, poliçe bedelini ödediği takdirde, poliçeden dolayı lehine taahhüt altına girmiş olduğu kişiye ve ona, poliçe gereğince sorumlu olan kişilere karşı poliçeden doğan haklarını iktisap eder.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramlar ile mevzuatın irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.

2. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Baki Kuru, İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), Ankara 2013, s. 346).

3. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72 nci maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.

4. Dolayısıyla, kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Baki Kuru, İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).

5. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72 nci maddesinin altıncı fıkrası gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.

6. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) md. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) md. 6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).

7. Avale ilişkin açıklama yapmak gerekirse; aval, TTK’nın 700 üncü maddesine göre poliçede yazılı bulunan borcun kısmen veya tamamen teminat altına alınmasını sağlayan bir nevi kefalettir. Bu kefaleti veren şahsa, aval veren denir (Ali Bozer, Celal Göle, Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2017, s. 161).

8. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 700 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre aval, üçüncü bir kişi veya poliçede imzası bulunan başka bir kişi tarafından da verilebilir. Bu şekilde poliçe borçlularından biri lehine aval verilmek suretiyle poliçenin ödenmesi güvence altına alınacağından o poliçenin tedavülü kolaylaştırılmış olur (Bozer, Göle, s. 161 ).

9. Türk Ticaret Kanunu’nun avalin şekline ilişkin 701 inci maddesinde; aval şerhinin poliçe veya alonj üzerine yazılacağı; avalin “aval içindir” veya bununla eş anlamlı başka bir ibareyle ifade edileceği ve aval veren kişi tarafından imzalanacağı; muhatabın veya düzenleyenin imzaları hariç olmak üzere, poliçenin yüzüne atılan her imzanın aval şerhi sayılacağı; kimin için verildiği belirtilmemişse avalin düzenleyici için verilmiş sayılacağı düzenlenmiştir.

10. Aval veren ile aval verilen arasındaki teminat bağı avali özellikli bir taahhüt hâline getirmektedir. Bu nedenle avale ilişkin şekil koşulları TTK'nın 701 inci maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, poliçenin ön yüzünde avale ilişkin herhangi bir ibarenin bulunmaması ancak imzanın bulunması hâlinde, muhatabın veya düzenleyenin imzaları dışında poliçenin ön yüzüne atılan her imza aval şerhi sayılır. Poliçenin ön yüzüne atılan aval şerhinin kimin için verildiği belirtilmez ise aval düzenleyici için verilmiş sayılır.

11. Avale ilişkin hükümler TTK’nın 778 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince bonolar hakkında da uygulanır. TTK’nın 776 ncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi ile aynı Kanun'un 778 inci maddesinin atfı ile uygulanması gereken TTK’nın 701 inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde bononun geçerli olması için tek imza yeterlidir ve senet ön yüzüne atılan ikinci imza aval şerhi sayılır. Ne var ki, poliçenin ön yüzüne düzenleyen tarafından iki imza atılmış olsa dahi, bu imzalar TTK’nın 700 üncü maddesine göre aval olarak kabul edilemez. Ancak, keşideciden başka bir kişi tarafından aval veya benzeri sözler kullanılarak imzalanmışsa aval olarak sayılır.

12. Aval verenin borcu bağımsız bir borçtur, bir diğer ifade ile fer'î nitelikte değildir. Aval ile teminat altına alınan borç geçersiz olsa bile, aval verenin sorumluluğu devam eder. Aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da, aval verenin taahhüdü geçerlidir. Yani lehine aval verilenin borcu geçersiz olsa bile, aval veren bu geçersizliği ileri süremez. Lehine aval verilenin mevcut olmaması, ehliyetsiz olması ya da imzasının sahte olması hâlinde de aval verenin sorumluluğu devam eder. TTK’nın 702 nci maddesinin ikinci fıkrası gereğince aval veren, sadece kambiyo senedindeki zorunlu şekil eksikliğini ileri sürebilir (20.04.2018 tarihli ve 2017/4 E., 2018/5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı). Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.07.2021 tarihli ve 2017/(19)11-3091 Esas, 2021/965 Karar; 06.10.2020 tarihli ve 2017/12-268 Esas, 2020/729 Karar sayılı kararlarında da değinilmiştir.

13. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava, genel kredi sözleşmesi gereğince davacının aval veren olarak imzalamış olduğu bononun teminat senedi olduğundan bahisle açılan menfi tespit istemine ilişkindir.

14. Somut olayda davacı, asıl borçlu gibi sorumlu olup davacı aval veren tarafından senedin zorunlu şekil şartlarına ilişkin bir eksiklik ileri sürülmemiş, sadece bononun teminat senedi olduğundan bahisle geçersiz olduğu ileri sürülmüştür. Oysa ki, Türk Ticaret Kanunu’nun 702 nci maddesinin ikinci fıkrası gereğince aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da, aval verenin taahhüdü geçerlidir. Başka bir deyişle, lehine aval verilenin borcu geçersiz olsa bile aval veren bu geçersizliği ileri süremez.

15. Zira, bononun teminat senedi olduğunun ileri sürülmesi şahsi def'i niteliğindedir ve bu def'inin az yukarıda açıklanan hüküm nedeniyle davacı avalist tarafından ileri sürülmesi mümkün değildir.

16. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

17. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,

01.03.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.