SOMUT OLAYDA İLK KREDİNİN TEMİNATI OLARAK VERİLEN BONO NEDENİYLE KEFİLİ SORUMLU TUTMAK İYİNİYET PRENSİPLERİ İLE BAĞDAŞMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


19 Mar
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/(19)11-893
KARAR NO   : 2021/1499

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                        : 17/12/2015
NUMARASI                : 2015/438 - 2015/69
DAVACI                      : Ü.B. vekili Av. İ.T.
DAVALI                      : T.C. Z. Bankası A.Ş. vekili Av. B.A.

1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin oğlu N.B.'un hâkim ortağı ve müdürü olduğu N.B. Hay. Tar. İnş. Tic. Ltd. Şti.'nin davalı banka ile imzaladığı genel kredi sözleşmesine müvekkilinin kefil olduğunu, teminat bonosu verdiğini ve ayrıca ipotek tesis ettiğini, ancak gördüğü lüzum üzerine teminat vermekten vazgeçtiğini ve bu durumu bankaya bildirdiğini, davalı bankanın ise ancak tüm borçların ödenmesi hâlinde teminatların iade edilebileceğini bildirdiği, böyle olunca müvekkilinin genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan tüm borçları ödediğini, ancak bankanın bahsi geçen şirkete yeniden kredi kullandırdığını ve bonoyu tahsile çalıştığını ileri sürerek müvekkilinin bonodan dolayı borçlu olmadığının tespitine ve ayrıca alacağın %40’ından az olmamak üzere kötü niyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; bononun teminat bonosu olarak verilmediğini, bu yönde bir kayıt veya belge olmadığını, davacının tek taraflı iradesi ile kefaletten rücu edemeyeceğini, bononun illetten mücerret olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 19.12.2013 tarihli ve 2012/138 E., 2013/324 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında imzalanan 25.01.2011 tarihli sözleşmenin 9. maddesine göre bononun teminat amacıyla verildiğinin kabulü gerektiği, davacının 18.02.2011 tarihli dilekçesiyle kefaletten rücu iradesini ortaya koyduğu, ayrıca bankanın o tarihte bildirdiği tüm borcu ödediği, davacının kefaletten doğan tüm borçlarının sona erdiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu durumun 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 598 ve 599. maddeleri ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi uyarınca kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, tazminat isteminin ise reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 27.01.2015 tarihli ve 2014/10822 E., 2015/1076 K. sayılı kararı ile;

“… Dava, bonodan dolayı borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkin olup, davacı vekili bononun teminat amacıyla verildiğini iddia etmiş, davalı taraf ise bononun teminat amacıyla verilmediğini, bonoda teminat amacıyla verildiğine dair bir kayıt olmadığını savunmuştur. Bono “kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedeli ödemek vaadini” içermektedir. Bunun aksini iddia eden davacı tarafın bononun teminat amacıyla verildiğini HMK’nun 200’üncü maddesi uyarınca senetle ispat etmesi gerekir. Bonoda belli bir hukuki ilişkinin teminatı olduğuna dair açıklık bulunmadığı gibi genel kredi sözleşmesinin 9’uncu maddesinde bankanın teminat alabileceğinin belirtilmiş olması da bononun teminat amacıyla verildiğini tek başına ispat etmeye yeterli değildir. Mahkemece bu yön gözetilmeden yerinde olmayan gerekçelerle menfi tespit isteminin kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır,…” gerekçesi ile karar davalı yararına bozulmuş, bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

9. Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.12.2015 tarihli ve 2015/438 E., 2015/69 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu bononun teminat senedi olup olmadığını ispat yükümlülüğünün kimde olduğu, lehtarın banka olması karşısında bu bononun teminat senedi olmadığını ispat yükünün davalı bankaya geçip geçmediği, genel kredi sözleşmesinin 9. maddesinde bankanın teminat alabileceğinin belirtilmiş olmasının bononun teminat amacıyla verildiğini ispat etmeye yeterli olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre dava konusu bonoyu kefil sıfatıyla imzalayan davacının davalı bankaya bu bonodan dolayı borçlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

13. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2013, s. 346).

14. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.

15. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).

16. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.

17. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıdadır (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, menfi tespit davasını açan davacı (borçlu), davalının (alacaklı) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip, bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü TMK’nın 6. maddesi gereğince davacıdadır. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya aittir (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).

18. Kambiyo senetleri mücerret kıymetli evrak niteliğine sahip olduklarından bu senetlerde yer alan hak, temel borç ilişkisinden bağımsızdır. Ancak kambiyo taahhüdünde bulunmanın temelinde, şart olmamakla birlikte, genellikle satım, bağışlama, kira, taşıma gibi bir borçlandırıcı işlem vardır. Böyle bir borçlandırıcı işlem yoksa senedin hatır için verildiği varsayılır. Temel borç ilişkisinin taraflarından birinin bir kambiyo senedi düzenleyip lehtara vermesiyle kambiyo ilişkisi diye adlandırılan ve temel borç ilişkisinden bağımsız olan ikinci bir borç ilişkisi doğar. Zira bir borç ilişkisi için kambiyo taahhüdünde bulunulması tarafların açık yenileme iradeleri olmadıkça TBK'nın 133/2 maddesi gereğince borcun yenilenmesi sonucunu doğurmaz; kambiyo senedinin ifa yerine değil ifa uğruna verilmiş olduğu kabul edilir. Dolayısıyla bir borç hakkında kambiyo senedi düzenlendiği takdirde, taraflar arasında biri temel borç ilişkisi, diğeri kambiyo ilişkisi olmak üzere iki çeşit ilişki bulunur. Aynı durum, kambiyo senedinin tedavülü hâlinde de karşımıza çıkar. Bir kambiyo senedi ciro edildiği zaman ciranta ile ciro edilen kişi arasında kural olarak bir temel ilişki (asıl borç ilişkisi) bulunmaktadır. Ayrıca, bu iki kişi arasında kambiyo hukukundan doğan bir kambiyo ilişkisi de mevcuttur. Bu sebeple taraflar arasındaki temel borç ilişkisindeki bozukluklar kambiyo ilişkisini etkilemez. Temel borç ilişkisinden doğan def'îler, temel borç ilişkisi ile kambiyo ilişkisinin taraflarının aynı olması ve bile bile borçlu zararına hareket edilmesi hâlleri dışında, kambiyo ilişkisinde ileri sürülemez. Zira temel borç ilişkisi kendi hukukuna, kambiyo ilişkisi de kendi hukukuna tabidir.

19. Borçlu, kambiyo senedi nedeniyle alacaklıya karşı, genel olarak, ya kambiyo taahhüdünün hükümsüz olduğunu ya da temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek menfi tespit talebinde bulunabilir. Başka bir deyişle borçlunun kambiyo senedi borcundan dolayı sorumlu olmaması, doğrudan doğruya kambiyo senetleri hukukundan doğan nedenlerden kaynaklanabileceği gibi, temel borç ilişkisine yönelik nedenlere de dayanabilir. Bununla birlikte borçlunun takas def'îni kullanması hâlinde ise, ne temel borç ilişkisine, ne de kambiyo senedi borcuna dayanılmakta, borçlu, kambiyo senedinden doğan borcu ile hamildeki alacağını takas etmektedir.

20. Borçlunun, kambiyo taahhüdünün hükümsüz olduğunu ileri sürerek açtığı menfi tespit davası esasında maddi hukuk anlamında bir itiraz sebebine dayanılarak açılmaktadır. Bu kapsamda hükümsüzlük nedenine dayalı menfi tespit davalarında, uyuşmazlık temel ilişkiden değil, doğrudan doğruya kambiyo senetleri hukukundan kaynaklanmaktadır. Bu davalarda, kural olarak, davacının iddiası çoğu kez tüm senet ilgililerine karşı öne sürülebilen mutlak def'îlere dayanmaktadır. Örneğin kambiyo senedinin zorunlu şekil şartlarını içermemesi, kambiyo alacağının zamanaşımına uğraması, vadeyi beklemeden istemde bulunulması, ciro zincirindeki kopukluk, başvuru hakkının yitirilmiş olması, senette yazılı kısmî ödeme açıklaması, sorumsuzluk kayıtları ya da bir kambiyo taahhüdünün senet yapma iradesindeki bozukluk nedeniyle sahibini bağlamayacağı yönündeki iddialar hükümsüzlük nedenine dayalı menfi tespit talebine konu oluşturur.

21. Borçlunun, temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek açtığı menfi tespit davası, öğreti ve uygulamada bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır. Bedelsizlik ise, bir kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın herhangi bir nedenle mevcut olmamasıdır (İnan, Nurkut: Türk Hukukunda Hatır Senetleri ve Özellikle Hatır Bonoları, Ankara, 1969, s.16). Başka bir deyişle bir kambiyo taahhüdünün temel alacağı geçersizse ya da sona ermişse, o kambiyo taahhüdü bedelsiz demektir. Bu anlamda senedin bedelsiz sayılmasında esas alınan husus, temel borç ilişkisinin kendisi değil, bu temel borç ilişkisinden doğan temel alacaktır. Bu itibarla bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası ile maddi hukuk bakımından borcun mevcut olup olmadığının tespiti amaçlanmakta; borçlu olmadığını iddia eden borçluya, genel hükümlere göre bu durumu tespit imkânı verilmektedir. Dava neticesinde borçlu olunmadığının tespiti hâlinde ise davacı (borçlu) hakkında bir icra takibi başlatılması engellenmiş olacak veya başlatılan ve devam eden icra takibi iptal edilerek, davacının mevcut olmayan bir borcu ödemesi engellenmiş olacaktır.

22. Bedelsizlik iddiası, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (6102 sayılı TTK) 687. maddesi anlamında bir kişisel def'îdir. Bedelsizlik bir kişisel def'î olduğundan düzenleyen tarafından kural olarak ancak senet lehtarına karşı ileri sürülebilir. Ancak borçlu, hamilin senedi bilerek kendi zararına devraldığını kanıtlamak şartıyla hamile karşı da bedelsizlik def'îni ileri sürebilir.

23. Bedelsizliğe dayalı menfi tespit davasının yasal dayanağı TBK’nın 77 vd. maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşmedir. Zira kambiyo senetlerinde geçerli olan mücerretlik (soyutluk) ilkesi gereğince, temel alacağın mevcut olmaması veya geçersiz olması, kambiyo senedinin hükümsüzlüğü sonucunu doğurmamakta; buna karşılık temel ilişkideki sakatlık, kambiyo borçlusuna, borçlu olmadığının tespitiyle birlikte, alacaklıya karşı sebepsiz zenginleşme def'îni dermeyan etme hakkını vermektedir.

24. Kambiyo senedinin düzenlenmesinde en önemli unsur temel alacağın varlığıdır. Ancak temel alacağın senedin tanzimi anında mutlak surette varlığı gerekli değildir. Başka bir deyişle kambiyo senedinin metninde muayyen bir meblağın yazılması gerekli ise de bu husus temel alacağın da muayyen olmasını gerektirmez; temel alacak doğduğu anda, senette yazılı olan miktardan az ise, senet kısmî bedelsizliğe uğrar (İnan, s. 45). Bu itibarla taraflar arasında temel ilişkinin varlığına rağmen, temel alacağı doğmamış ancak doğması mümkün ya da şarta bağlanmış bir alacak için veyahut da cezai şarta ilişkin olarak kambiyo senedi düzenlenebilir. Bu şekildeki bir alacağa bağlı olarak düzenlenen senet, vadesi gelmesine rağmen alacak doğmamışsa, o an için bedelsizdir. Fakat bu bedelsizlik geçici bir süre için olup, alacak doğunca senedin bedelsizliği alacak miktarı kadar ortadan kalkacaktır (Ertekin, Erol/Karataş, İzzet: Uygulamada Ticari Senetler, Ankara, 1998, s. 693). Bu kapsamda kambiyo senedinin teminat amacıyla verildiği iddiası da temelinde bedelsizliğe dayalı bir iddiadır. Ancak kural olarak kambiyo senedinin teminat olarak verilmesi senedin doğrudan bedelsizliğine yol açmaz; teminat altına alınan borcun yerine getirilmesi ve teminat ihtiyacının ortadan kalkması ile senet bedelsiz hâle gelir.

25. Temel borç ilişkisindeki bir edimin teminatı olarak düzenlenen kambiyo senetlerinde, teminat ettikleri husus gerçekleşinceye kadar geçici bedelsizlik, gerçekleşince kesin bedelsizlik söz konusudur. Eğer teminat ettikleri husus gerçekleşmez ise senette bedelsizlik ortadan kalkacaktır. Bu itibarla kambiyo senedinin teminat amacıyla düzenlenmesi hâlinde borçlu, senet lehtarın elindeyse (ciro görmemişse), teminatı talep etme şartlarının oluşmadığını (riskin gerçekleşmediğini) ya da alacaklının senedin teminatını oluşturduğu borç miktarını aşan bir talepte bulunduğunu kişisel def'î olarak öne sürebilir. Senet ciro edilmişse hamil senedin teminat senedi olduğunu biliyor ve borçlunun zararına hareket ediyorsa, anılan def'înin hamile karşı da öne sürülmesi mümkündür.

26. Hemen belirtilmelidir ki, kambiyo senedinin üzerinde teminat kaydı var ise ancak neyin teminatı olduğu belirtilmemiş ise bu kayıt kambiyo senedinin mücerrettik vasfını ortadan kaldırmaz. Buna karşılık senet üzerinde asıl borç ilişkisine atıf yapan veya ödemeyi şarta bağlayan kayıtlar olması durumunda senedin mücerretlik vasfı ortadan kalkacağından böyle bir senede dayanılarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip yapılamaz. Başka bir deyişle kambiyo senedinin teminat senedi olduğunun senet metninden anlaşılması durumunda senedin mücerretlik vasfı ortadan kalkacağı için senet hükümsüzdür ve bu hükümsüzlük; borçlu tarafından, lehtara veya ciranta konumunda olan hamile karşı da ileri sürülebilir. Dolayısıyla senet metninden anlaşılan bu def'î mutlak def'î niteliğinde olup, üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.

27. Öte yandan, kişisel (şahsi) teminat sözleşmesinin alt kavramını oluşturan kefalet sözleşmesinin temel amacı, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir. Öncelikle kefalet sözleşmesi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 484. maddesi hükmü uyarınca, geçerliliği yazılı şekle tabi olup; bu sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktar gösterilmesi gerekir. Bunun yanında, BK'nın 497. maddesi hükmü uyarınca kefil, borçluya ait def'îleri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahiptir. BK'nın 492. maddesi gereğince kefilin sorumluluğu, asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlıdır.

28. Kefalet borcu, temin ettiği asıl borcun fer'î olup, asıl borç herhangi bir sebeple düşerse, kefil de borçtan kurtulabilir. Kefil, kanunun kendisine tanıdığı bu ve diğer hakları kullanmaya yetkilidir. Asıl borç tediye (ödeme) ile vesair surette düşerse, kefalet gibi fer’î haklar da düşer. Kefil asıl borçludan daha fazla mükellefiyet altına giremez (11.06.1969 tarihli ve 1969/4-6 sayılı YİBK'nın Gerekçesi).

29. Türk hukuk öğretisinde de, kefilin borcunun, fer'î (bağımlı) bir borç olduğu benimsenmiş; asıl borcun varlığına ve geçerliliğine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Kefaletin fer'î nitelik taşımasının sonuçlarından biri de, kefilin sorumluluğunun, asıl borçludan daha ağır olamayacağıdır. Asıl borçluya karşı yapılan iyileştirmeler (faizin düşürülmesi gibi) kefil için de etkili olur (Tandoğan, Haluk: Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Cilt:II, İstanbul 2010, s.695 vd.; Ayan, Serkan: Kefalet Sözleşmesinde Kefilin Sorumluluğu, Ankara 2013, s.21 vd.; Gümüş, Mustafa Alper: Borçlar Hukuku, Özel Hükümler, Cilt: II, İstanbul 2014, s.322 vd.; Yavuz, Cevdet/Acar, Faruk/ Özen, Burak: Borçlar Hukuku, Özel Hükümler, İstanbul 2013, s.1366 vd.; Özen, Burak: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Kefalet Sözleşmesi, İstanbul 2012, s.79 vd.; Elçin Granssınger, Gülçin: Borçlar Kanunu'na Göre Kefilin Alacaklıya Karşı Sahip Olduğu Savunma İmkanları, İstanbul 1996, s.13; Reisoğlu, Seza: Türk Kefalet Hukuku, Ankara 2013, s.22 vd., 208, 211; Aydoğdu, Murat / Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s.703; Zevkliler, Aydın/Gökyayla, K.Emre:Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Ankara 2013, s.654 vd.; Aral, Fahrettin /Ayrancı, Hasan: Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Ankara 2012, s.418 vd.).

30. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının davalı bankanın Konya Tarımsal Bankacılık Şubesi ile N.B. Hayvancılık Tarım Gıda Süt Ürünleri Ticaret Ltd. Şti. arasında düzenlenen 25.01.2011 tarihli genel ticari kredi sözleşmesini 195.000 TL miktar için müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak imzaladığı, aynı gün resmî senet ile iki adet taşınmazı üzerinde davalı lehine ipotek tesis ettiği ve keşidecisi N.B. Hay. Tar. Ltd. Şti., lehtarı ise davalı T.C. Z. Bankası A.Ş. olan 25.01.2011 keşide tarihli dava konusu 75.000 TL bedelli bonoyu kefil sıfatıyla imzaladığı anlaşılmaktadır.

31. Ayrıca, davacı tarafından 18.02.2011 tarihinde davalı bankaya müracaatla "…Bu defa ördüğüm lüzum üzerine teminat vermekten vazgeçiyorum ve bankanız lehine kurulan ipoteğin fekkini talep ediyorum…" şeklinde dilekçe verildiği, ilgili banka şubesi tarafından davacıya verilen yazı ile, 22.02.2011 tarihi itibariyle ileride doğacak hak ve fer’î alacakları saklı kalmak üzere 75.825 TL borç bulunduğu, müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak teminat olarak verilen ipoteğin fekkinin borcun tamamen tahsili ve tasfiyesi sonucunda kapatılması ile mümkün olacağının bildirildiği, davacı tarafça da belirtilen meblağın iki kısım hâlinde 21.09.2011 ile 22.09.2011 tarihlerinde ödendiği, davalı bankanın bu kez aynı tarihte 22.09.2011 saat 17:18'de dava dışı şirkete 16.000 TL tutarında yeni kredi kullandırdığı, 03.10.2011 tarihine kadar muhtelif tarihlerde kullandırılan kredilerle kredi ana para borç tutarının tekrar 75.000 TL’ye ulaştığı, davalı bankanın 25.01.2012 tarihi itibariyle kredi hesabını kat ederek borçlu ve kefillere borcun ödenmesi için 10.02.2012 tarihli ihtarname gönderdiği görülmektedir.

32. Dava konusu bononun tanzim tarihi ile kredi sözleşmesinin tanzim tarihinin ve davacının ipotek tesisine ilişkin resmî senet tarihinin aynı tarih -25.01.2011- olması, davacının genel ticari kredi sözleşmesini müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzalaması, kredi borçlusunun dava dışı şirket olması, 25.01.2011 tarihli genel ticari kredi sözleşmesinin 9/a maddesinde "Müşteri, bankanın gerekli gördüğü zaman talep edeceği miktar ve nitelikte ticari senetleri vermeyi taahhüt eder. Banka senetlerin dilerse rehnini, dilerse temlikini istemeye yetkilidir" şeklinde hüküm bulunması karşısında, senet metninde "teminattır" kelimesi yazılı olmasa dahi dava konusu 75.000 TL bedelli senedin teminat senedi olduğu, davalı bankanın ise bu hususun aksini ispat edemediği anlaşılmaktadır.

33. Ayrıca, 75.825 TL borcun kapatılmasından sonra ipoteğin fek edileceğini bildirip, davacının 22.09.2011 tarihinde dava dışı şirket adına söz konusu borcu saat 10:57'de kapatmasından sonra yine aynı gün saat 17:18'de dava dışı şirkete yeniden kredi kullandırıp, yeni kredi borçlarından dolayı davacıyı ilk kredinin teminatı olarak verilen bono nedeniyle sorumlu tutmasının da iyiniyet prensipleri ile bağdaşmayacağı, 4721 sayılı TMK’nın 2. maddesine aykırı olacağı açıktır.

34. Önemle vurgulamak gerekir ki, bononun düzenlendiği tarihte yürürlükte olan mülga 818 sayılı BK’nın 492. maddesi gereğince asıl borç herhangi bir sebeple sakıt olduğunda, kefil de ber'î olacağından davacının dava konusu bono nedeniyle menfi tespit isteminin yerinde olduğu açıktır. Zira asıl borç yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere ödeme ile sona ermiştir.

35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından dava konusu bononun kredi sözleşmesinin teminatı olarak davalı bankaya verildiği konusunda çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte, taraflar arasındaki genel ticarî kredi sözleşmesinde davacının vermiş olduğu teminat hâlen devam ettiğinden ödeme tarihi olan 22.09.2011’den hesabın kat edildiği 25.01.2012 tarihine kadar olan borç miktarının hesaplanması gerektiği gerekçesiyle direnme kararının belirtilen bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

36. Hâl böyle olunca, mahkemenin az yukarıda belirtilen maddi ve hukukî olguları gözeterek, benzer gerekçelere dayalı olarak davacı tarafın menfî tespit isteminin kabulüne ilişkin karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı (3.842,25TL) harcın temyiz edenden alınmasına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesine uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.11.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede ve oy çokluğu ile karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 21 üyenin 12’si ONAMA, 9’u ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.