VEKİLİN HİLESİ ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN HİLESİ OLARAK DEĞİL KARŞI TARAFIN HİLESİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMELİDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


21 Eki
2023

Yazdır

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2021/1-335
Karar No       : 2023/21

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 22.10.2020
SAYISI                          : 2019/330 E., 2020/200 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22.05.2019 tarihli ve 2018/2817 Esas,
                                        2019/3208 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davalı Atila M. hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine, davalı Arzu M. hakkında açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı asıl Arzu M. tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı asıl Arzu M. tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı Arzu M. vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, dava konusu İstanbul ili Bağcılar ilçesinde bulunan 8.3 ada 4 parsel sayılı taşınmazdaki zemin kat 1 numaralı bağımsız bölümü davalıların oğlu olan dava dışı Fatih M.’den 25.03.2008 tarihinde 78.000,00 TL'ye satın aldığını, satış bedelini yüklenici olan davalı Atila M.’ye ödediğini, davalı Atila’nın müvekkiline; kredi çekebilmek için bodrum ve zemin katın tapusunun birlikte tescil edildiğini, bodrum katında hak sahibi olmadığını, bu durumu düzeltmek için bodrum tapusunu eşi Arzu M. üzerine almak istediğini söylediğini, müvekkilinin de bodrum katını devretmek maksadıyla tapu müdürlüğüne gittiğini, ancak davalı Atila’nın hilesi nedeniyle maliki olduğu zemin kat 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payını diğer davalı Arzu'ya devrettiğini, devir sonrası davalı Atila’nın ortak kullanımdaki bodrum katını daireye dönüştürerek kiraya verdiğini ileri sürerek dava konusu bağımsız bölümün davalı Arzu adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline, mümkün olmazsa söz konusu zararın haksız fiil kapsamında işleyecek yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP

1. Davalı asıl Atila M. cevap dilekçesinde; iddiaların gerçek dışı olduğunu, davacının çekişmeli bağımsız bölümü eşi Arzu’ya sattığını, bedelini de satış sırasında nakden aldığını, gerçek bir satış olduğunu, aksinin yazılı ve kesin delillerle kanıtlanması gerektiğini, bu nedenle tanık dinletmeye onay vermediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Davalı asıl Arzu M.; dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen cevap dilekçesi sunmamıştır.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 09.03.2017 tarihli ve 2015/396 Esas, 2017/98 Karar sayılı kararıyla; dinlenen tanık beyanlarına göre, davacının dava konusu zemin kat bir numaralı daireyi davalı yüklenici Atila'dan satın aldığı, dairenin alt katında bir sığınak bulunduğu, davalı yüklenicinin bu sığınağı daireye çevirdiği, kiraya verebilmek için elektrik-su bağlatması gerektiği, davacının anılan sığınağın satın aldığı daireye dahil olduğunu sandığı, davalıların bu sığınak için çekişmeli payın kendilerine devrini istedikleri, davacının da bağımsız bölümün 1/2 payını davalı Arzu’ya devrettiği, yapılan keşif ile bağımsız bölümde davacının ikamet ettiği, alttaki bodrum katın onaylı mimari projesinde binanın ortak yeri olarak gözüktüğü, ancak davalılar tarafından kiraya verilerek kullanıldığı, çekişme konusu 1/2 payın davalı tarafın aldatması sonucu temlik edildiğinin kanıtlandığı gerekçesiyle davalı Atila M. yönünden davanın husumet yokluğundan reddine, diğer davalı Arzu M. yönünden davanın kabulü ile dava konusu 8.3 ada 4 parsel sayılı taşınmazın davalı Arzu adına kayıtlı ½ payın tapu kaydının iptaline ve davacı adına tesciline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı asıl Arzu M. istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 28.12.2017 tarihli ve 2017/1044 Esas, 2017/1385 Karar sayılı kararıyla; yazılı şekilde karar verilmiş olmasında usul ve esas yönünden hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle davalı Arzu M.’nin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı asıl Arzu M. temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

''Dava, hile (aldatma) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

...

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının maliki olduğu 8.3 ada 4 parsel sayılı taşınmazdaki 1 nolu bağımsız bölümünün ½ payını 11.05.2015 tarihinde satış yolu davalı Arzu’ya temlik ettiği, söz konusu resmi senette davalı Arzu adına vekaleten diğer davalı Atilla’nın işlemi yaptığı, davacının taşınmazın ½ payını sığınak zannettiğini, davalı Atilla’nın kendisini bu şekilde kandırarak taşınmazı devretmesini sağladığını ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, Hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.

Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.

Somut olaya gelince; çekişme konusu taşınmaz bir bağımsız bölümdür. Bağımsız bölümde sığınağın (ki sığınak binanın ortak alanıdır) taşınmaza dahil olmayacağı herkesçe bilinen bir durumdur. Tapu memuru önünde işlem yapılırken de 1 nolu bağımsız bölümün ½ payının temlikinin yapıldığı davacıya okunmuştur. Bu durumda sığınağı temlik ettiği zannına kapılması dinlenebilir bir iddia değildir.

Yukarıdaki ilkeler ve somut olgular birlikte değerlendirildiğinde hile iddiasının kanıtlanamadığı açıktır.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir...''

gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe yanında, çekişmeli 1/2 payın 30.000,00 TL’ye davalı Arzu’ya satıldığı, keşfen 1/2 pay değerinin 75.000,00 TL olarak saptandığı, satış senedinde belirtilen 30.000,00 TL dışında kalan 45.000,00 TL’nin davacıya ödendiğine dair bir savunmada bulunulmadığı, ayrıca davacının ikamet ettiği dairenin yarı payını aradan yedi yıl geçtikten sonra tekrar satın aldığı yükleniciye devretmesi ve 1/2 pay karşılığı kullanım bedeli ödememesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili; davacı tarafın isteği ve iradesine uygun olarak satışın gerçekleştiğini, satış bedelinin tapu memuru ve kameralar önünde elden davacıya ödendiğini, davacının binanın sığınak kısmını devrettiği zannı ile hareket ettiği kabul edildiğinde akitte yazılı satış bedelini neden aldığını açıklayamadığını, sığınak kısmının kendi dairesine ait olduğunu düşünmesinin mümkün olmadığını, 2008 yılında dairesini satın alırken diğer daireler ile aynı bedeli ödediğini ileri sürerek hükmün bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, dava konusu 8.3 ada 4 sayılı parseldeki zemin kat 1 numaralı bağımsız bölümün 1/2 payının davalı Arzu M.’ye satış yoluyla temlik edilmesi işleminde davacı tarafın iradesinin aldatılmak suretiyle sakatlanıp sakatlanmadığı, varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun;

''Aldatma'' başlıklı 36 ncı maddesi; ''Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.

Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir'',

 ''İrade bozukluğunun giderilmesi'' başlıklı 39 uncu maddesi; ''Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.

Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz'' şeklindedir.

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun;

''İspat yükü'' başlıklı 6 ncı maddesi; ''Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür'',

''Resmî belgelerle ispat'' başlıklı 7 nci maddesi; ''Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.

Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir'' şeklindedir.

3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;

''İspat yükü'' başlıklı 190 ıncı maddesi; ''(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

...'' ,

''Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları'' başlıklı 203 üncü maddesi; ''(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:

...

ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.

...'' şeklindedir.

2. Değerlendirme

1. Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa tazminat istemine ilişkin olup, uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili mevzuat ve yargısal içtihatlar ile bilimsel görüşler çerçevesinde bir kısım açıklamalarda bulunulmasında yarar vardır.

2. Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Necip Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna Giriş, İstanbul, Yedinci Baskı, 2017, s. 95).

3. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda (BK) olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda da (TBK) sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve TBK'nın 1 inci maddesinde sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı hüküm altına alınmıştır.

4. İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Yirmi İkinci Baskı, 2017, s. 392).

5. Belirtmek gerekir ki, bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuçlar doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.

6. İrade bozukluğu kavramının iki farklı yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki iradenin henüz oluşum evresindeki sakatlık, diğeri ise iradenin açığa vurulması (beyanı-bildirimi) evresinde meydana gelen sakatlıktır.

7. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı BK'nda "Rızadaki fesat" başlığı altında "Hata", "Hile" ve "İkrah" olarak 23 ilâ 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK'nın 30 ilâ 39 uncu maddeleri arasında bu defa "Yanılma", "Aldatma" ve "Korkutma" başlıkları altında düzenlenmiştir.

8. Görüleceği üzere Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar.

9. Kanunda aldatmanın tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Yanılma (hata) ise; irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk hâlidir. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur.

10. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart aldatma fiilidir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (TBK, md. 36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; aldatma kastıdır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise; illiyet bağıdır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Eren, s. 414 vd.;Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 20.10.2010 tarihli ve 2010/1-502 Esas, 2010/536 Karar sayılı kararı).

11. Türk Hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK'nın 23 ve devamı maddelerinde "...ilzam olunamaz" (BK, md. 23), "...o akit ile ilzam olunmaz" (BK, md. 28), "...kendi hakkında lüzum ifade etmez" (BK, md. 29/1), TBK'nda ise "... bağlı olmaz" (TBK, md. 30), "...sözleşmeyle bağlı değildir" (TBK, md. 36/1 ve md. 37/1) ibareleri kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır.

12. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Ancak, hile üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Böyle bir durumda kural olarak aldatılan taraf sözleşme ile bağlı ise de üçüncü kişinin hilesini karşı taraf sözleşmenin yapıldığı sırada biliyor ya da bilmesi gerekiyor ise aldatılan taraf sözleşmenin iptalini isteyebilir.

13. Öte yandan, yukarıda yer verilen Kanun hükümleri uyarınca aldatmayı (hileyi) ispat yükü aldatılan tarafa aittir. Hile bir haksız fiil olduğundan her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa bile hile olgusu tanık dahil olmak üzere her türlü delille ispatlanabilir.

14. Somut olaya gelince; davacı Ahmet Ç. dava konusu İstanbul ili Bağcılar ilçesi Bağcılar mahallesinde kain 8.3 ada 4 parsel sayılı taşınmazdaki daire nitelikli, 20/104 arsa paylı, zemin kat 1 numaralı bağımsız bölümün tamamını 25.03.2008 tarihinde dava dışı Fatih M.'den 27.000,00 TL bedel üzerinden (akit bedeli) satın almış ve ikamet etmeye başlamıştır. UYAP ile oluşturulan elektronik ortamda alınan aile nüfus kayıt örneğine göre davalılar eş ve dava dışı Fatih M. davalıların oğludur. Davacı Ahmet, çekişmeli bağımsız bölümün 1/2 payını uhdesinde tutarak kalan 1/2 payını 11.05.2015 tarihinde davalı Arzu M.'ye 30.000,00 TL bedel üzerinden (akit bedeli) satış suretiyle temlik etmiş, resmi akitte davalı Arzu adına vekâleten diğer davalı Atila temlik alma işlemini gerçekleştirmiştir.

15. Davacı taraf, davalı tarafın hileli hareketleri neticesinde dava konusu bağımsız bölümdeki 1/2 payını 11.05.2015 tarihli ve 11413 yevmiye numaralı akitle devrettiğini ileri sürerek bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde 04.09.2015 tarihinde dava açmış ve iddiasını ispat için tanık dahil bir kısım delillere dayanmıştır.

16. Davacı tanıkları, davalı Atila'nın daire yapıp sattığını, davacının dava konusu bağımsız bölümü kredi de kullanarak 78.000,00 TL'ye davalı Atila'dan satın aldığını, kredi kullanılacağı sırada davalı Atila'nın sadece satın alınacak daireye kredi verilmeyeceğini, bu nedenle alt kattaki daire ile tek daire gibi gösterip kredi kullanılabileceğini söylediğini, bu şekilde kredi çekildiğini, dava konusu dairenin alt katındaki sığınağın davalı Atila tarafından daireye çevrildiğini, davalı Atila'nın kiraya verebilmek için sığınaktan çevrilme daireye elektrik ve su bağlatması gerektiğini, bu hususu ileri sürerek davacıdan sığınağa isabet eden payı kendisinin de borçları nedeniyle eşi olan Arzu'ya devretmesini istediğini, davacının da sığınağa isabet ettiğini zannettiği 1/2 payı davalı Arzu'ya devrettiğini, daha sonra alt katın mimari projesinde sığınak olduğunun öğrenildiğini beyan etmişlerdir.

17. Yapılan keşif neticesinde alınan 12.01.2017 tarihli inşaat bilirkişi raporunda dava konusu bağımsız bölümün tamamının temlik tarihindeki değeri 150.000,00 TL olarak belirlenmiştir. O hâlde, çekişmeli 1/2 paya isabet eden değerin 75.000,00 TL olduğu ortaya çıkmıştır. Öte yandan, davacı vekili tarafından ibraz edilen onaylı mimari proje incelendiğinde; 8.3 ada 4 sayılı parsele ilişkin bodrum kat+zemin kat+3 normal katlı konut projesi olduğu, bodrum katın; binaya ait toplantı salonu, ütü odası, çamaşırlık, bisiklet odası olarak ortak kullanım alanı şeklinde planlandığı anlaşılmaktadır. Dinlenen tanık beyanları, yapılan keşif ve inşaat bilirkişi raporundaki tespite göre bodrum katın müteahhitlik yapan davalı Atila M. tarafından ortak kullanım alanından çıkarılarak daireye çevrildiği tespit edilmiştir.

18. Yukarıda yer verilen açıklamalar ile bilgi ve belgeler bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde; binanın müteahhidi olan davalı Atila'nın dava konusu bağımsız bölüm (daire) altındaki ortak kullanım alanını kiraya verebilmek amacıyla daireye çevirdiği, kat irtifaklı binada sonradan daire yapılan yere abonelik kaydı alabilmek için davalı Atila'nın davacıdan 1/2 payın devrini istediği, bu istek sırasında alt kattaki daireye ait payın dava konusu bağımsız bölüm içinde yer aldığını söylediği, davacının da bu söyleme inanarak çekişmeli 1/2 payı diğer davalı Arzu'ya devrettiği, davacının 2008 yılında edindiği ve ikamet ettiği dairesinin 1/2 payını aradan yedi yıl geçtikten sonra müteahhide (eşine) değerinin çok altında devretmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, kaldı ki davalı Arzu'nun da pay maliki olarak davacıdan kira talebi olmadığı gibi haksız kullanıma dayalı el atmanın önlenmesi veya ecrimisil davası da açmadığı, bir başka ifadeyle dava konusu bağımsız bölümü sahiplenmediği, temlik sırasında davacının iradesinin fesada uğratıldığı ve dava konusu bağımsız bölümün 1/2 payının elinden alındığı, bu hususun davacı tarafça ispat edildiği anlaşılmaktadır.

19. Diğer yandan somut olayda çekişmeli pay devri, sözleşmenin karşı tarafı olan alıcı-davalı Arzu tarafından değil vekili olan davalı Atila'nın hilesi sonucunda yapılmıştır. Yukarıda değinildiği gibi üçüncü kişinin hilesi ile sözleşme yapan kişinin sözleşmenin iptalini isteyebilmesi için lehine hile yapılan karşı tarafın, sözleşmenin yapıldığı sırada hileyi bilmesi veya bilecek durumda olması TBK’nın 36/2 nci maddesinin gereğidir. Hileyi yapan kişinin sözleşmenin tarafı mı yoksa üçüncü kişi mi olduğu hususu Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.03.2015 tarihli ve 2013/19-1707 Esas, 2015/1072 Karar sayılı kararında vurgulandığı gibi sözleşmenin hazırlık, müzakere ve kurulma aşamalarına katılıp katılmadığına göre saptanacaktır. Sözleşmenin bu üç aşamasından birine veya bir kaçına katılan kişi artık o sözleşmede TBK’nın 36/2 nci maddesi anlamında üçüncü kişi sayılmayacaktır. Diğer taraf ile beraber ya da onun ad ve hesabına veya başka herhangi bir şekilde sözleşmenin kurulmasına katılmamış olan kişiler üçüncü kişi konumundadırlar. Bu açıklama uyarınca vekil tarafından yapılan sözleşmelerde vekilin üçüncü kişi sayılması söz konusu değildir. Vekilin hilesi de üçüncü kişinin hilesi olarak değil karşı tarafın hilesi olarak değerlendirilecektir.

20. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2021 tarihli ve 2017/1-1216 Esas, 2021/60 Karar sayılı kararında da aynı esaslar benimsenmiştir.

21. Davalı Arzu, Devrekani Noterliğinin 04.05.2015 tarihli vekâletnamesi ile davalı Atila'yı yetkili kılmış ve tapuda bizzat vekili tarafından gerçekleştirilen işlem sonucunda dava konusu bağımsız bölümün 1/2 payını temlik almıştır. Böyle olunca taşınmaz satış sözleşmesini vekil sıfatıyla bizzat yapan bu kişinin hilesi, hileyi bilmesi veya bilecek durumda olması koşulu aranmaksızın akidin hilesi olarak kabul edilecektir.

22. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, dava konusu 1 numaralı bağımsız bölümün zemin katta bulunduğu, yönetim planında alt katındaki bodrumun sığınak olduğu, bu durumun da herkes tarafından bilinebileceği, davacı tarafın bu konuda kandırılmasının mümkün olmadığı, resmi akitte satış bedelinin ödendiğinin de sabit olduğu, böyle olunca davanın reddine karar verilmesi için Özel Daire bozma kararındaki nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

23. Hâl böyle olunca, ilk derece mahkemesince davalı Arzu M. yönünden tapu iptali ve tescil isteminin kabulüne dair verilen direnme kararı yerindedir.

24. Ne var ki Özel Dairece bozma nedenine göre diğer yönlerden bir inceleme yapılmadığından diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Direnme uygun olduğundan, davalı Arzu M. vekilinin diğer temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılması için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

01.02.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 22’si DİRENME UYGUN DAİREYE, 3’ü ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.