BONONUN BANKADA KAYBEDİLEREK ZAYİ EDİLMESİ SONUCU ORTAYA ÇIKAN ZARAR NEDENİYLE BANKA ALEYHİNE TAZMİNAT İSTENEBİLİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/11-649
KARAR NO : 2021/1659
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 12/03/2018
NUMARASI : 2018/198 - 2018/142
DAVACI : M.B. vekili Av. F.K.
DAVALI : T.İ. Bankası A.Ş. vekili Av. S.A.K.
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı banka vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı banka vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; keşidecisi B.M Turizm Otelcilik Seyahat ve Yatırım İşletmeleri İnşaat Ticaret Sanayi Ltd. Şti. olan 10.08.2008 tanzim 22.09.2008 vade tarihli 4.500 TL bedelli bononun hamili olan müvekkilince tahsil için davalı bankanın Konya Şubesine teslim edildiğini, bononun vadesi geldiğinde müvekkiline ödeme yapılmadığı gibi bilgi de verilmediğini, anılan bononun kaybedildiğini, müvekkili tarafından Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/8.8 E. sayılı dosyası kapsamında zayi nedeniyle bono iptali davası açıldığını ve davanın kabulü ile bononun iptaline karar verilerek kararın kesinleştiğini, anılan dava nedeni ile müvekkili tarafından harcamalar yapıldığını, keşideci aleyhine giriştikleri icra takibinin semeresiz kaldığını, dava konusu bono davalı tarafından kaybedilmeyip protesto sonrası müvekkiline iade edilmiş olsaydı ekonomik durumu elverişli olan bono keşidecisi şirketten bono bedelinin tahsilinin mümkün olduğunu, bu sebeple müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek bono bedeli ve diğer giderler toplamı olan 7.038,84 TL tazminatın ihtarnamenin tebliğ tarihi olan 23.06.2009 tarihinden itibaren hesaplanacak avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; davacının bono bedelini icra yoluyla tahsil edememesi ile müvekkilinin sorumluluğu arasında illiyet bağının mevcut olmadığını, anılan bononun tahsil kabiliyetinin bulunmadığını, keşideci şirketin 31.12.2009 tarihinde sicilden re’sen terkin edildiğini, bono bedeli dışındaki zararlardan müvekkilinin sorumlu olmadığını, müvekkilinin avans faizinden sorumlu olamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.02.2016 tarihli ve 2014/1230 E., 2016/153 K. sayılı kararı ile; keşideci B.M Turizm Otelcilik Seyahat ve Yatırım İşletmeleri İnşaat Ticaret Sanayi Ltd. Şti.'nin 10.10.2008, 07.04.2009 ve 15.04.2009 tarihlerinde üç ayrı bankada toplam 19.239,47TL mevduatının bulunduğu, belirtilen banka hesaplarındaki miktarların bono bedeli olan 4.500 TL'yi ve icra dosyasındaki tüm fer’îleri ödemeye yeterli olduğu, davacının elinde bononun olmaması ve zayi nedeniyle bono iptali davası açıp icra takibine geç girişmesi sonucunda, bono vadesinde keşidecinin banka hesaplarından tahsil edebileceği parayı tahsil etme imkânını yitirdiği, davacının bono bedelini tahsil amacıyla yaptığı harcama toplamının 2.538,84 TL olduğu, davalı bankanın objektif özen sorumluluğu gereği davacıya karşı bu zararlardan da sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile 7.038,84 TL'nin 4.500 TL'lik kısmının 27.06.2009 tarihinden itibaren değişen oranlarda avans faiziyle ve kalan 2.538,84 TL'lik kısmının da dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı banka vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20.12.2017 tarihli ve 2016/5097 E., 2017/7453 K. sayılı kararı ile “… 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Dava, davalıdan kaynaklı kusur sebebiyle kaybedilen bononun, kaybedilmesi nedeniyle tahsil edilememesi sonucu uğranılan zararın tahsili istemine ilişkin olup davanın kabulüne karar verilmiştir. Somut olaydaki gibi tazminat davalarında kaybedilen senet nedeni ile kaybeden bankadan tazminat isteyebilmesi için zararın ancak senet ilgilisine başvurulup, alacağın tahsil edilmemesi sonucu doğduğu durumlarda mümkün olmaktadır. Dava konusu olayda davacı bono keşidecisi limited şirket aleyhine icra takibine girişmiş ve tahsil imkânı bulamamıştır. Ancak dosyada mevcut 31/01/2013 tarihli davalı banka cevabi yazısında bononun lehtarının dava dışı 3. kişi olduğu dolayısı ile davacının ciro yoluyla hamil olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacının zararının varlığının kabulü için tüm senet ilgililerinin ve özellikle ticari ilişki içinde olduğu ve kendisine ciro eden bakımından bono ile ilgili olarak yasal yollara başvurup alacağın tahsil edilmemiş olması gerekmektedir. Bu itibarla, keşideci dışındaki cirantalar, davacı ile temel ilişki içinde bulunduğu kişilerin aleyhine yasal yollara başvurup, hiç bir şekilde tahsilinin mümkün olmadığı açıklığa kavuşturulmadan, davacının tüm hukuki yolları tüketip tüketmediğinin araştırılması ve bu eksik hususların gereği yerine getirildikten sonra bir sonuca varılması gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.03.2018 tarihli ve 2018/198 E., 2018/142 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; protesto evrakının olmaması ve olsa bile bononun bankaca kaybedilmesi nedeniyle bononun cirantalarına karşı takip işlemi yapılmasının mümkün olmadığı, bonoyu kaybeden davacının davası bonoya dayalı olup bonoya sahip olan alacaklının sahip olmayana göre ispat hukuku açısından daha avantajlı olduğu, bonodan başka delili olmayan hamilden, lehtara karşı temel ilişkiye dayalı dava açmasını istemenin kambiyo hukukuna ve eldeki davanın niteliğine aykırı olduğu, zayi edilen bononun iptali kararı nedeniyle hamilin, keşideciden sadece yeni bir bono düzenlemesini isteyebileceği veya keşidecinin zayi kararına dayalı olarak hamile ödemede bulunabileceği, zayi olan bononun iptali kararına dayalı olarak hamilin keşideci dışındaki lehtar ve cirantalardan herhangi bir hak iddiasında bulunamayacağı, hamil ile ciranta (lehtar) arasındaki temel ilişkinin varlığının veya bunun ispatının ayrı bir husus olduğu, kambiyo hukukundan kaynaklanan sorumluluğun ise çok daha farklı bir husus olduğu, zayi nedeniyle iptal kararından dolayı keşideci, hamile karşı ödemede bulunabileceğinden ve hamil iptal kararı ile başkaca bir kimseye müracaat edemeyeceğinden kambiyo hukukunun özüne aykırı ve temel ilişkiyi sorgulayan bozma ilamındaki görüşe itibar edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı süresi içinde davalı banka vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı banka tarafından kaybedilmek suretiyle zayi olan bononun iptali kararına dayalı olarak davacı hamilin, keşideci yanında lehtar olan cirantaya karşı tahsil edilemeyen bono bedeline ilişkin hak iddiasında bulunup bulunamayacağı, buradan varılacak sonuca göre zayi olan bono bedelinin tahsili için lehtar olan ciranta aleyhine tüm yasal yolların tüketilip tüketilmediği araştırılmaksızın davalı banka aleyhine tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
11. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması karşısında sözleşmeden doğan sorumluluğun şartlarının üzerinde durulması gerekmektedir.
12. Sözleşmeden doğan sorumluluğun şartları; borçlunun borca aykırı davranması, bu aykırı davranış nedeniyle bir zararın doğması, aykırı davranış ile zarar arasında uygun illiyet bağı bulunması ve borçlunun kusurudur.
13. Sözleşmeden doğan borç ilişkileri, asli edim ve yan edim yükümlülükleri ile yan yükümlülükleri içermektedir. Borçlu bu yükümlülüklere uygun hareket etmek ve bunların gereklerini yerine getirmek zorundadır. Borç ilişkisinden ve özellikle sözleşmeden doğan bu yükümlülüklerin ihlal edilmesi aynı zamanda borçlunun borca aykırı davranması hâlini oluşturmaktadır. Borca aykırı davranış aynı zamanda sözleşmenin ihlali niteliğinde olup kusurlu ifa imkânsızlığı (borcun hiç ifa edilmemesi), temerrüt veya gereği gibi ifa etmeme olarak karşımıza çıkmaktadır.
14. Sözleşmeden doğan sorumluluktan bahsedilebilmesi için öncelikle borca aykırılığın sonucunda alacaklının hukukça korunan değerlerinde iradesi dışında bir zararın meydana gelmesi gerekir. Borca aykırılık nedeniyle doğan zarar, maddi veya manevi zarar şeklinde ortaya çıkabilir. Maddi zarar, alacaklının mal varlığının hâlihazır fiili durumu ile borca aykırı davranış olmasaydı göstereceği durum arasındaki farktır. Bu itibarla maddi zarar, fiili zarar ve yoksun kalınan kâr olmak üzere iki unsurdan oluşur. Fiili zarar ya malvarlığının aktif kısmında gerçek bir azalmanın meydana gelmesiyle ya da pasifteki borçların artmasıyla gerçekleşir. Yoksun kalınan kâr ise, borca aykırı davranış olmasaydı alacaklının malvarlığının göstereceği artışı ifade eder.
15. Zararın belirlendiği tarihe kadar gerçekleşmiş olan zarara mevcut zarar denir. Zararın belirlendiği tarihe kadar henüz gerçekleşmemiş olan fakat başka bir maddi olgu eklenmeksizin olayın normal gelişimine uygun olarak gerçekleşmesi beklenen zarar ise müstakbel zarardır. Ayrıca henüz mevcut olmayan fakat riskli bir olgunun ilavesi ile gelecekte gerçekleşme ihtimali olan zarar ise muhtemel zarardır. Hukuk düzeni kural olarak mevcut zararın tazminini düzenlemiş, ancak bazı durumlarda, örneğin ölüm hâlinde destekten yoksun kalma zararı gibi müstakbel zararın tazminini de düzenlemiş bulunmaktadır. Buna karşılık muhtemel zararda ise riskli olgu gerçekleşmedikçe zararın tazmini mümkün değildir (Antalya, O. Gökhan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. II, İstanbul, 2007, s. 105).
16. Sözleşme dışı sorumlulukta olduğu gibi sözleşmeden doğan sorumlulukta da uygun illiyet bağı borçlunun sorumluluğunun kurucu unsurlarının birini oluşturur. Borca aykırı davranış ile gerçekleşen zarar arasında uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, borca aykırı davranışın meydana gelen sonucu oluşturmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, borçlu bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 561).
17. İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan bu üç sebep, sadece sözleşme dışı sorumlulukta değil sözleşmeden doğan sorumlulukta da kabul edilmektedir. Her üç sebep açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir.
18. Sözleşmeden doğan sorumluluğun kurucu unsuru olan kusur; borçlunun mensup olduğu sosyal ve mesleki çevrede yaşayan standart ve normal borçlu tipinin davranışından sapan hukuk düzeninin kınadığı, onaylamadığı bir davranıştır. Bu itibarla benzer işlerde benzer kişiler tarafından gösterilmesi gerekli özeni göstermeyen borçlu kural olarak kusurludur. Gösterilmesi gereken özenin derecesini, borçlunun kendi işlerinde göstermeyi âdet edindiği özen ile makul ve dürüst bir borçlunun benzer işlerde göstereceği özen belirlemektedir. Öte yandan sözleşmeden doğan sorumlulukta zarar ve illiyet bağının ispatı alacaklının üzerinde iken; kusuru ispat yükü alacaklının üzerinde değildir. Sözleşme dışı sorumluluğun aksine burada borçlunun kusursuzluğunu ispat etmesi gerekmektedir. Dolayısıyla borçlu, sözleşmenin ihlalinde kendisine hiçbir kusurun yükletilemeyeceğini, zararlı sonucun meydana gelmemesi için durumun gerekli kıldığı her türlü önlemi aldığını ispat edemezse beklenmedik bir olay sonunda meydana gelen zarardan dahi sorumlu olur (Eren, s. 1092).
19. Hemen belirtilmesi gerekir ki, bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan, topladıkları mevduatı ve katılım fonlarını sahteciliklere karşı özenle korumak zorunda olan kuruluşlardır. Bankalar sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum, bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir (Battal, Ahmet: Güven Kurumu Nitelendirmesi Işığında Bankaların Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2001, s. 106). O hâlde, bankalar, ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Ayrıca bu sorumluluğu kaldırmaya yönelik sözleşmeler de geçerli değildir. Zira sorumsuzluk sözleşmesi hükümlerine sınırlama getiren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 115/3 ve 116/3. maddeleri gereğince, özel kanun ile kuruldukları ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanındığı için bankaların, hafif kusurlarından dolayı ortaya çıkan sorumluluğunu kaldıran sözleşme hükümleri geçersiz olacaktır.
20. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 18/2. maddesi gereğince; tacir, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli iş adamı gibi hareket etmesi gerekir. Ancak bankaların, tacir olarak bütün işlemlerinde basiretli davranma yükümlülüğü herhangi bir tacirden farklılık arz etmektedir. Bu sebeple bankalardan beklenen basiret ölçüsü ve özen yükümlüğü şüphesiz daha ağırdır (Yılmaz, Süleyman: Hukuki Açıdan İnternet Bankacılığı, Ankara 2010, s. 152). Özellikle birer itimat kurumu olan bankaların, aldıkları mevduatları ve kendilerine teslim edilen kambiyo senetlerini koruma yükümlülüğünün daha da arttığının kabul edilmesi gerekmektedir.
21. Bazı durumlarda ise zarar doğurucu eylem hem borca aykırılık hem de haksız fiil teşkil edebilir. Başka bir deyişle borçlunun zarar görenle arasındaki sözleşmeye aykırı davranışı aynı zamanda genel bir davranış kuralının da ihlâlini teşkil etmekteyse, aynı olayda hem sözleşmeden doğan sorumluluk hem de haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Açıklanan durumun varlığı hâlinde Türk hukukunda hâkim olan görüş bu iki sorumluluğun yarışması (hakların telâhuku) görüşüdür. Hakların yarışmasında, zarar görenin tazminat istemini isterse sözleşmenin ihlâli isterse haksız fiil hükümlerine dayandırma yönünde bir tercih hakkının bulunduğu; dayanılan hukukî sebep açıkça belirtilmediyse, hâkimin önüne gelen olay bakımından hangi sorumluluk hâli zarar gören lehine ise o hükümleri bir bütün olarak uygulaması gerektiği kabul edilir.
22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının hamili olduğu 22.09.2008 ödeme tarihli 4.500 TL bedelli, lehtarı ve dolayısıyla cirantası dava dışı Bülent A. olan dava konusu bononun, borçlusu olan keşideci B.M Turizm Otelcilik Seyahat ve Yatırım İşletmeleri İnşaat Ticaret Sanayi Ltd. Şti.’nden tahsili amacıyla davalı bankaya tevdi edildiği, ancak dava konusu bononun davalı banka nezdinde iken kaybolduğu, bunun üzerine davacının talebi doğrultusunda Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 14.02.2013 tarihli ve 2012/8.8 E., 2013/1.0 K. sayılı kararıyla dava konusu bononun iptaline karar verildiği, zayi olan bononun iptali sonrasında davacı tarafından bono borçlusu şirket aleyhine Konya 3. İcra Müdürlüğünün 2013/12.6 E. sayılı dosyası üzerinden icra takibinin başlatıldığı ancak borçlunun menkul ve gayrimenkul varlığı bulunmadığından anılan icra takibine konu alacağın tahsil edilemediği sabittir.
23. Görüldüğü üzere davalı banka, aralarındaki sözleşme gereğince davacı tarafından kendisine teslim edilen bonoyu kaybederek objektif özen yükümlülüğüne açıkça aykırı davranmıştır. Davacı tarafından bono borçlusu/keşidecisi aleyhine yapılan takip gözetildiğinde yapılması gereken tüm hususlar yerine getirilmesine rağmen davacının alacağına kavuşamadığı ve dolayısıyla davacının zararının varlığının aşikâr olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte davalı bankanın bu zarardan sorumlu tutulabilmesi için davalının borca aykırı eylemi ile davacının oluşan bu zararı arasında illiyet bağının bulunması gerekir. Başka bir deyişle uygun illiyet bağının varlığı için davalının eylemi olmasaydı davacının, dava konusu bononun vade tarihi itibariyle alacağına kavuşma ihtimali bulunmalıdır. Eğer dava konusu bono kaybedilmeseydi dahi davacının gerekli hukukî yollara başvurmasına rağmen alacağına kavuşmasının mümkün olmadığı sonucuna varılıyorsa illiyet bağının varlığından bahsedilemeyecektir. Bu kapsamda davalı bankanın bononun kaybedilmesi nedeniyle sorumlu olması için, hamilin zayi nedeniyle alacağını ispatlayamaması veya ispat zorluğu çekilmediği hâlde, bononun vade tarihi ile icra takip tarihi arasında borçluların mallarını ellerinden çıkarması nedeniyle gerek bono borçlusu ve gerekse akdi ilişkisi olan borçlularından alacağını tahsil edememesi gerekir.
24. Bu doğrultuda her ne kadar dava konusu bononun lehtarına/cirantasına başvurulup başvurulmadığı araştırılıp davacının bono bedelini tahsil imkânının bulunup bulunmadığı belirtilerek hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozma kararı verilmiş ise de; dosya kapsamında yapılan incelemede davacı ile dava konusu bononun lehtarı/cirantası arasındaki ticari ilişkinin mevcudiyetine dair kaybedilen bonodan başka herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bunun yanında dava konusu zayi olan bononun protesto evrakının da dosyaya sunulamaması nazara alındığında, bononun lehtarına/cirantasına karşı bono bedelinin tahsili için takip yapılması imkânı bulunmadığı gibi protesto evrakının bulunması hâlinde dahi dava konusu bononun davalı banka tarafından kaybedilmiş olması nedeniyle de lehtara/cirantaya karşı bonoya dayalı takip işlemi yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla davacı tarafın, bononun davalı banka tarafından kaybedilerek zayi edilmesi sebebiyle bononun lehtarı/cirantası ile arasındaki ticari ilişkiden doğan alacağını ispat imkânını yitirmiş olması nazara alındığında, bono bedelinin keşideci şirket yanında bononun lehtarından/cirantasından tahsilinin de mümkün olmadığı açıktır.
25. O hâlde, zayi olan dava konusu bononun keşidecisi şirketin, bononun vade tarihine yakın tarihlerdeki banka hesap hareketlerine göre bono bedelini ve fer’îlerini karşılayacak miktarda malvarlığı bulunmasına rağmen davalı bankanın objektif özen yükümlülüğüne aykırı fiili ile dava konusu bononun kaybedilmesi sonucu davacının, bono keşidecisi şirketten alacağını tahsil imkânını yitirerek zarara uğradığı açıktır. Bunun yanında davacının, dava konusu bononun lehtarı/cirantası ile arasındaki akdi ilişkiye dair dava konusu zayi olan bonodan başka herhangi bir bilgi veya belgenin bulunmaması ve ispat zorluğu nedeniyle bononun lehtarından/cirantasından da alacağını tahsil imkânını yitirmiş olması nazara alındığında, hükmedilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dava konusu bononun kaybedilmesi nedeniyle davacı zararının ortaya çıkması durumunda oluşan zararın davalı banka tarafından tazmin edilmesi gerektiği, bu nedenle direnme kararının belirtilen bu değişik gerekçeyle onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
27. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
28. Ne var ki, Özel Dairece davalı banka vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan davalı banka vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 16’sı BOZMA, 4’ü ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.
BONONUN BANKADA KAYBEDİLEREK ZAYİ EDİLMESİ SONUCU ORTAYA ÇIKAN ZARAR NEDENİYLE BANKA ALEYHİNE TAZMİNAT İSTENEBİLİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/11-649
KARAR NO : 2021/1659
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 12/03/2018
NUMARASI : 2018/198 - 2018/142
DAVACI : M.B. vekili Av. F.K.
DAVALI : T.İ. Bankası A.Ş. vekili Av. S.A.K.
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı banka vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı banka vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; keşidecisi B.M Turizm Otelcilik Seyahat ve Yatırım İşletmeleri İnşaat Ticaret Sanayi Ltd. Şti. olan 10.08.2008 tanzim 22.09.2008 vade tarihli 4.500 TL bedelli bononun hamili olan müvekkilince tahsil için davalı bankanın Konya Şubesine teslim edildiğini, bononun vadesi geldiğinde müvekkiline ödeme yapılmadığı gibi bilgi de verilmediğini, anılan bononun kaybedildiğini, müvekkili tarafından Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/8.8 E. sayılı dosyası kapsamında zayi nedeniyle bono iptali davası açıldığını ve davanın kabulü ile bononun iptaline karar verilerek kararın kesinleştiğini, anılan dava nedeni ile müvekkili tarafından harcamalar yapıldığını, keşideci aleyhine giriştikleri icra takibinin semeresiz kaldığını, dava konusu bono davalı tarafından kaybedilmeyip protesto sonrası müvekkiline iade edilmiş olsaydı ekonomik durumu elverişli olan bono keşidecisi şirketten bono bedelinin tahsilinin mümkün olduğunu, bu sebeple müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek bono bedeli ve diğer giderler toplamı olan 7.038,84 TL tazminatın ihtarnamenin tebliğ tarihi olan 23.06.2009 tarihinden itibaren hesaplanacak avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; davacının bono bedelini icra yoluyla tahsil edememesi ile müvekkilinin sorumluluğu arasında illiyet bağının mevcut olmadığını, anılan bononun tahsil kabiliyetinin bulunmadığını, keşideci şirketin 31.12.2009 tarihinde sicilden re’sen terkin edildiğini, bono bedeli dışındaki zararlardan müvekkilinin sorumlu olmadığını, müvekkilinin avans faizinden sorumlu olamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.02.2016 tarihli ve 2014/1230 E., 2016/153 K. sayılı kararı ile; keşideci B.M Turizm Otelcilik Seyahat ve Yatırım İşletmeleri İnşaat Ticaret Sanayi Ltd. Şti.'nin 10.10.2008, 07.04.2009 ve 15.04.2009 tarihlerinde üç ayrı bankada toplam 19.239,47TL mevduatının bulunduğu, belirtilen banka hesaplarındaki miktarların bono bedeli olan 4.500 TL'yi ve icra dosyasındaki tüm fer’îleri ödemeye yeterli olduğu, davacının elinde bononun olmaması ve zayi nedeniyle bono iptali davası açıp icra takibine geç girişmesi sonucunda, bono vadesinde keşidecinin banka hesaplarından tahsil edebileceği parayı tahsil etme imkânını yitirdiği, davacının bono bedelini tahsil amacıyla yaptığı harcama toplamının 2.538,84 TL olduğu, davalı bankanın objektif özen sorumluluğu gereği davacıya karşı bu zararlardan da sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile 7.038,84 TL'nin 4.500 TL'lik kısmının 27.06.2009 tarihinden itibaren değişen oranlarda avans faiziyle ve kalan 2.538,84 TL'lik kısmının da dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı banka vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20.12.2017 tarihli ve 2016/5097 E., 2017/7453 K. sayılı kararı ile “… 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Dava, davalıdan kaynaklı kusur sebebiyle kaybedilen bononun, kaybedilmesi nedeniyle tahsil edilememesi sonucu uğranılan zararın tahsili istemine ilişkin olup davanın kabulüne karar verilmiştir. Somut olaydaki gibi tazminat davalarında kaybedilen senet nedeni ile kaybeden bankadan tazminat isteyebilmesi için zararın ancak senet ilgilisine başvurulup, alacağın tahsil edilmemesi sonucu doğduğu durumlarda mümkün olmaktadır. Dava konusu olayda davacı bono keşidecisi limited şirket aleyhine icra takibine girişmiş ve tahsil imkânı bulamamıştır. Ancak dosyada mevcut 31/01/2013 tarihli davalı banka cevabi yazısında bononun lehtarının dava dışı 3. kişi olduğu dolayısı ile davacının ciro yoluyla hamil olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacının zararının varlığının kabulü için tüm senet ilgililerinin ve özellikle ticari ilişki içinde olduğu ve kendisine ciro eden bakımından bono ile ilgili olarak yasal yollara başvurup alacağın tahsil edilmemiş olması gerekmektedir. Bu itibarla, keşideci dışındaki cirantalar, davacı ile temel ilişki içinde bulunduğu kişilerin aleyhine yasal yollara başvurup, hiç bir şekilde tahsilinin mümkün olmadığı açıklığa kavuşturulmadan, davacının tüm hukuki yolları tüketip tüketmediğinin araştırılması ve bu eksik hususların gereği yerine getirildikten sonra bir sonuca varılması gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.03.2018 tarihli ve 2018/198 E., 2018/142 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; protesto evrakının olmaması ve olsa bile bononun bankaca kaybedilmesi nedeniyle bononun cirantalarına karşı takip işlemi yapılmasının mümkün olmadığı, bonoyu kaybeden davacının davası bonoya dayalı olup bonoya sahip olan alacaklının sahip olmayana göre ispat hukuku açısından daha avantajlı olduğu, bonodan başka delili olmayan hamilden, lehtara karşı temel ilişkiye dayalı dava açmasını istemenin kambiyo hukukuna ve eldeki davanın niteliğine aykırı olduğu, zayi edilen bononun iptali kararı nedeniyle hamilin, keşideciden sadece yeni bir bono düzenlemesini isteyebileceği veya keşidecinin zayi kararına dayalı olarak hamile ödemede bulunabileceği, zayi olan bononun iptali kararına dayalı olarak hamilin keşideci dışındaki lehtar ve cirantalardan herhangi bir hak iddiasında bulunamayacağı, hamil ile ciranta (lehtar) arasındaki temel ilişkinin varlığının veya bunun ispatının ayrı bir husus olduğu, kambiyo hukukundan kaynaklanan sorumluluğun ise çok daha farklı bir husus olduğu, zayi nedeniyle iptal kararından dolayı keşideci, hamile karşı ödemede bulunabileceğinden ve hamil iptal kararı ile başkaca bir kimseye müracaat edemeyeceğinden kambiyo hukukunun özüne aykırı ve temel ilişkiyi sorgulayan bozma ilamındaki görüşe itibar edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı süresi içinde davalı banka vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı banka tarafından kaybedilmek suretiyle zayi olan bononun iptali kararına dayalı olarak davacı hamilin, keşideci yanında lehtar olan cirantaya karşı tahsil edilemeyen bono bedeline ilişkin hak iddiasında bulunup bulunamayacağı, buradan varılacak sonuca göre zayi olan bono bedelinin tahsili için lehtar olan ciranta aleyhine tüm yasal yolların tüketilip tüketilmediği araştırılmaksızın davalı banka aleyhine tazminata hükmedilip hükmedilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
11. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması karşısında sözleşmeden doğan sorumluluğun şartlarının üzerinde durulması gerekmektedir.
12. Sözleşmeden doğan sorumluluğun şartları; borçlunun borca aykırı davranması, bu aykırı davranış nedeniyle bir zararın doğması, aykırı davranış ile zarar arasında uygun illiyet bağı bulunması ve borçlunun kusurudur.
13. Sözleşmeden doğan borç ilişkileri, asli edim ve yan edim yükümlülükleri ile yan yükümlülükleri içermektedir. Borçlu bu yükümlülüklere uygun hareket etmek ve bunların gereklerini yerine getirmek zorundadır. Borç ilişkisinden ve özellikle sözleşmeden doğan bu yükümlülüklerin ihlal edilmesi aynı zamanda borçlunun borca aykırı davranması hâlini oluşturmaktadır. Borca aykırı davranış aynı zamanda sözleşmenin ihlali niteliğinde olup kusurlu ifa imkânsızlığı (borcun hiç ifa edilmemesi), temerrüt veya gereği gibi ifa etmeme olarak karşımıza çıkmaktadır.
14. Sözleşmeden doğan sorumluluktan bahsedilebilmesi için öncelikle borca aykırılığın sonucunda alacaklının hukukça korunan değerlerinde iradesi dışında bir zararın meydana gelmesi gerekir. Borca aykırılık nedeniyle doğan zarar, maddi veya manevi zarar şeklinde ortaya çıkabilir. Maddi zarar, alacaklının mal varlığının hâlihazır fiili durumu ile borca aykırı davranış olmasaydı göstereceği durum arasındaki farktır. Bu itibarla maddi zarar, fiili zarar ve yoksun kalınan kâr olmak üzere iki unsurdan oluşur. Fiili zarar ya malvarlığının aktif kısmında gerçek bir azalmanın meydana gelmesiyle ya da pasifteki borçların artmasıyla gerçekleşir. Yoksun kalınan kâr ise, borca aykırı davranış olmasaydı alacaklının malvarlığının göstereceği artışı ifade eder.
15. Zararın belirlendiği tarihe kadar gerçekleşmiş olan zarara mevcut zarar denir. Zararın belirlendiği tarihe kadar henüz gerçekleşmemiş olan fakat başka bir maddi olgu eklenmeksizin olayın normal gelişimine uygun olarak gerçekleşmesi beklenen zarar ise müstakbel zarardır. Ayrıca henüz mevcut olmayan fakat riskli bir olgunun ilavesi ile gelecekte gerçekleşme ihtimali olan zarar ise muhtemel zarardır. Hukuk düzeni kural olarak mevcut zararın tazminini düzenlemiş, ancak bazı durumlarda, örneğin ölüm hâlinde destekten yoksun kalma zararı gibi müstakbel zararın tazminini de düzenlemiş bulunmaktadır. Buna karşılık muhtemel zararda ise riskli olgu gerçekleşmedikçe zararın tazmini mümkün değildir (Antalya, O. Gökhan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. II, İstanbul, 2007, s. 105).
16. Sözleşme dışı sorumlulukta olduğu gibi sözleşmeden doğan sorumlulukta da uygun illiyet bağı borçlunun sorumluluğunun kurucu unsurlarının birini oluşturur. Borca aykırı davranış ile gerçekleşen zarar arasında uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, borca aykırı davranışın meydana gelen sonucu oluşturmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, borçlu bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 561).
17. İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan bu üç sebep, sadece sözleşme dışı sorumlulukta değil sözleşmeden doğan sorumlulukta da kabul edilmektedir. Her üç sebep açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir.
18. Sözleşmeden doğan sorumluluğun kurucu unsuru olan kusur; borçlunun mensup olduğu sosyal ve mesleki çevrede yaşayan standart ve normal borçlu tipinin davranışından sapan hukuk düzeninin kınadığı, onaylamadığı bir davranıştır. Bu itibarla benzer işlerde benzer kişiler tarafından gösterilmesi gerekli özeni göstermeyen borçlu kural olarak kusurludur. Gösterilmesi gereken özenin derecesini, borçlunun kendi işlerinde göstermeyi âdet edindiği özen ile makul ve dürüst bir borçlunun benzer işlerde göstereceği özen belirlemektedir. Öte yandan sözleşmeden doğan sorumlulukta zarar ve illiyet bağının ispatı alacaklının üzerinde iken; kusuru ispat yükü alacaklının üzerinde değildir. Sözleşme dışı sorumluluğun aksine burada borçlunun kusursuzluğunu ispat etmesi gerekmektedir. Dolayısıyla borçlu, sözleşmenin ihlalinde kendisine hiçbir kusurun yükletilemeyeceğini, zararlı sonucun meydana gelmemesi için durumun gerekli kıldığı her türlü önlemi aldığını ispat edemezse beklenmedik bir olay sonunda meydana gelen zarardan dahi sorumlu olur (Eren, s. 1092).
19. Hemen belirtilmesi gerekir ki, bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan, topladıkları mevduatı ve katılım fonlarını sahteciliklere karşı özenle korumak zorunda olan kuruluşlardır. Bankalar sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum, bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir (Battal, Ahmet: Güven Kurumu Nitelendirmesi Işığında Bankaların Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2001, s. 106). O hâlde, bankalar, ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Ayrıca bu sorumluluğu kaldırmaya yönelik sözleşmeler de geçerli değildir. Zira sorumsuzluk sözleşmesi hükümlerine sınırlama getiren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 115/3 ve 116/3. maddeleri gereğince, özel kanun ile kuruldukları ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanındığı için bankaların, hafif kusurlarından dolayı ortaya çıkan sorumluluğunu kaldıran sözleşme hükümleri geçersiz olacaktır.
20. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 18/2. maddesi gereğince; tacir, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli iş adamı gibi hareket etmesi gerekir. Ancak bankaların, tacir olarak bütün işlemlerinde basiretli davranma yükümlülüğü herhangi bir tacirden farklılık arz etmektedir. Bu sebeple bankalardan beklenen basiret ölçüsü ve özen yükümlüğü şüphesiz daha ağırdır (Yılmaz, Süleyman: Hukuki Açıdan İnternet Bankacılığı, Ankara 2010, s. 152). Özellikle birer itimat kurumu olan bankaların, aldıkları mevduatları ve kendilerine teslim edilen kambiyo senetlerini koruma yükümlülüğünün daha da arttığının kabul edilmesi gerekmektedir.
21. Bazı durumlarda ise zarar doğurucu eylem hem borca aykırılık hem de haksız fiil teşkil edebilir. Başka bir deyişle borçlunun zarar görenle arasındaki sözleşmeye aykırı davranışı aynı zamanda genel bir davranış kuralının da ihlâlini teşkil etmekteyse, aynı olayda hem sözleşmeden doğan sorumluluk hem de haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Açıklanan durumun varlığı hâlinde Türk hukukunda hâkim olan görüş bu iki sorumluluğun yarışması (hakların telâhuku) görüşüdür. Hakların yarışmasında, zarar görenin tazminat istemini isterse sözleşmenin ihlâli isterse haksız fiil hükümlerine dayandırma yönünde bir tercih hakkının bulunduğu; dayanılan hukukî sebep açıkça belirtilmediyse, hâkimin önüne gelen olay bakımından hangi sorumluluk hâli zarar gören lehine ise o hükümleri bir bütün olarak uygulaması gerektiği kabul edilir.
22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının hamili olduğu 22.09.2008 ödeme tarihli 4.500 TL bedelli, lehtarı ve dolayısıyla cirantası dava dışı Bülent A. olan dava konusu bononun, borçlusu olan keşideci B.M Turizm Otelcilik Seyahat ve Yatırım İşletmeleri İnşaat Ticaret Sanayi Ltd. Şti.’nden tahsili amacıyla davalı bankaya tevdi edildiği, ancak dava konusu bononun davalı banka nezdinde iken kaybolduğu, bunun üzerine davacının talebi doğrultusunda Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 14.02.2013 tarihli ve 2012/8.8 E., 2013/1.0 K. sayılı kararıyla dava konusu bononun iptaline karar verildiği, zayi olan bononun iptali sonrasında davacı tarafından bono borçlusu şirket aleyhine Konya 3. İcra Müdürlüğünün 2013/12.6 E. sayılı dosyası üzerinden icra takibinin başlatıldığı ancak borçlunun menkul ve gayrimenkul varlığı bulunmadığından anılan icra takibine konu alacağın tahsil edilemediği sabittir.
23. Görüldüğü üzere davalı banka, aralarındaki sözleşme gereğince davacı tarafından kendisine teslim edilen bonoyu kaybederek objektif özen yükümlülüğüne açıkça aykırı davranmıştır. Davacı tarafından bono borçlusu/keşidecisi aleyhine yapılan takip gözetildiğinde yapılması gereken tüm hususlar yerine getirilmesine rağmen davacının alacağına kavuşamadığı ve dolayısıyla davacının zararının varlığının aşikâr olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte davalı bankanın bu zarardan sorumlu tutulabilmesi için davalının borca aykırı eylemi ile davacının oluşan bu zararı arasında illiyet bağının bulunması gerekir. Başka bir deyişle uygun illiyet bağının varlığı için davalının eylemi olmasaydı davacının, dava konusu bononun vade tarihi itibariyle alacağına kavuşma ihtimali bulunmalıdır. Eğer dava konusu bono kaybedilmeseydi dahi davacının gerekli hukukî yollara başvurmasına rağmen alacağına kavuşmasının mümkün olmadığı sonucuna varılıyorsa illiyet bağının varlığından bahsedilemeyecektir. Bu kapsamda davalı bankanın bononun kaybedilmesi nedeniyle sorumlu olması için, hamilin zayi nedeniyle alacağını ispatlayamaması veya ispat zorluğu çekilmediği hâlde, bononun vade tarihi ile icra takip tarihi arasında borçluların mallarını ellerinden çıkarması nedeniyle gerek bono borçlusu ve gerekse akdi ilişkisi olan borçlularından alacağını tahsil edememesi gerekir.
24. Bu doğrultuda her ne kadar dava konusu bononun lehtarına/cirantasına başvurulup başvurulmadığı araştırılıp davacının bono bedelini tahsil imkânının bulunup bulunmadığı belirtilerek hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozma kararı verilmiş ise de; dosya kapsamında yapılan incelemede davacı ile dava konusu bononun lehtarı/cirantası arasındaki ticari ilişkinin mevcudiyetine dair kaybedilen bonodan başka herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bunun yanında dava konusu zayi olan bononun protesto evrakının da dosyaya sunulamaması nazara alındığında, bononun lehtarına/cirantasına karşı bono bedelinin tahsili için takip yapılması imkânı bulunmadığı gibi protesto evrakının bulunması hâlinde dahi dava konusu bononun davalı banka tarafından kaybedilmiş olması nedeniyle de lehtara/cirantaya karşı bonoya dayalı takip işlemi yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla davacı tarafın, bononun davalı banka tarafından kaybedilerek zayi edilmesi sebebiyle bononun lehtarı/cirantası ile arasındaki ticari ilişkiden doğan alacağını ispat imkânını yitirmiş olması nazara alındığında, bono bedelinin keşideci şirket yanında bononun lehtarından/cirantasından tahsilinin de mümkün olmadığı açıktır.
25. O hâlde, zayi olan dava konusu bononun keşidecisi şirketin, bononun vade tarihine yakın tarihlerdeki banka hesap hareketlerine göre bono bedelini ve fer’îlerini karşılayacak miktarda malvarlığı bulunmasına rağmen davalı bankanın objektif özen yükümlülüğüne aykırı fiili ile dava konusu bononun kaybedilmesi sonucu davacının, bono keşidecisi şirketten alacağını tahsil imkânını yitirerek zarara uğradığı açıktır. Bunun yanında davacının, dava konusu bononun lehtarı/cirantası ile arasındaki akdi ilişkiye dair dava konusu zayi olan bonodan başka herhangi bir bilgi veya belgenin bulunmaması ve ispat zorluğu nedeniyle bononun lehtarından/cirantasından da alacağını tahsil imkânını yitirmiş olması nazara alındığında, hükmedilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dava konusu bononun kaybedilmesi nedeniyle davacı zararının ortaya çıkması durumunda oluşan zararın davalı banka tarafından tazmin edilmesi gerektiği, bu nedenle direnme kararının belirtilen bu değişik gerekçeyle onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
27. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
28. Ne var ki, Özel Dairece davalı banka vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan davalı banka vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 16’sı BOZMA, 4’ü ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.