EŞLERİN EKONOMİK GÜÇLERİ BİRBİRİNE YAKIN İSE GEÇİCİ TEDBİR NAFAKASI VERİLMEYEBİLİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2-1579
KARAR NO : 2018/673
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Keşan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi sıfatıyla)
TARİHİ : 09/07/2014
NUMARASI : 2014/253 - 2014/302
DAVACI : M.Ö. vekilleri Av. İ.K.A., Av. B.Ş.
DAVALI : K.Ö. vekili Av. İ.S.
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Keşan 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi sıfatıyla) "davanın kabulüne" dair verilen 16.07.2013 gün ve 2012/235 E., 2013/293 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.03.2014 gün ve 2013/22322 E., 2014/5744 K. sayılı kararı ile:
"... 1- Mahkemece taraflar eşit kusurlu bulunarak boşanmaya karar verilmiş ise de; toplanan delillerden; kadının kocasına hakaret etmesine ve bazı geceler eve geç geldiğinden bahisle evden kovmasına karşılık , kocanın da eşine hakaret ettiği, şiddet uyguladığı , evden kovduğu ve güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu olaylara göre; boşanmaya neden olan olaylarda davacı kocanın kadına göre ağır kusurlu kabul edilmesi gerekir. Mahkemece tarafların eşit kusurlu bulunmalarına yönelik kusur tespiti yerinde değil ise de; verilen boşanma kararı kadının az da olsa kusurlu olması ve Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşullarının oluşmuş bulunması nedeniyle sonucu itibarıyla doğru olmakla, boşanmaya ilişkin hükmün kusur belirlemesine ilişkin gerekçesinin düzeltilmek suretiyle (HUMK. md. 438/son ve HMK. md. 370/son) onanmasına karar verilmesi gerekmiş ve buna bağlı olarak davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK. md.186/1), geçimine (TMK md.185/3), malların yönetimine (TMK.m. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK.m.185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (resen) almak zorundadır (TMK.m.169). O halde; Türk Medeni Kanununun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere davalı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
3- Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz (TMK.m.175). Toplanan delillerle, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı kadının daha ağır kusurlu olmadığı, ortadadır. Kolluk tarafından yapılan araştırmada davalı kadının ev hanımı olduğunun bildirilmesine karşın, davalı tanığı Hatice tarafından davalının çalıştığı belirtilmiştir. O halde, mahkemece davalının sürekli gelirinin bulunup bulunmadığı ve varsa miktarı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gereklidir.
4- Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı kadının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK. md.4 TBK. md. 50, 51, 52, 58) dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata (TMK. md. 174/2) hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 166/1. maddesi uyarınca açılan evlilik birliğinin sarsılması nedene dayalı boşanma istemine ilişkindir.
Davacı, davalının eviyle ilgilenmediğini, kendisine hakaret ettiğini, küçük düşürücü sözler söylediğini, cinsel bir yaşamlarının olmadığını, ev eşyalarını hırsız gibi alıp gittiğini, bir yıldır ayrı yaşadıklarını ileri sürerek davalı ile boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin kendisine verilmesini ve 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davacının evi terk ettiğini, P.Y. isimli bir kadınla yaşadığını, geceleri eve geç geldiğini, fiziksel şiddet uyguladığını, evin ihtiyaçları için para vermediğini, kiranın ödenmemesi ve kendisinin de çalışmaması sebebiyle baba evine dönmek zorunda kaldığını, dava dilekçesinde iddia edilen olayların doğru olmadığını belirterek davanın reddi ile oğlu ve kendisi için ayrı ayrı aylık 250,00 TL nafaka ile 30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davacı tarafın eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret edip onu evden kovduğu, davalı tarafın ise eşine hakaret edip bazı geceler onu eve almadığı, bu suretle tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle TMK'nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verilmesine, müşterek çocuk için 250,00 TL tedbir ve iştirak nafakasına, davalının manevi tazminat talebinin reddine, kadının çalışıyor olması sebebiyle yoksulluğa düşmeyeceğinden bahisle nafaka talebinin reddine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1) Boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı kadın yararına manevi tazminata (TMK 174/1) hükmedilmesinin gerekip gerekmediği;
2- Davalı kadın yararına TMK'nın 169. maddesi uyarınca tedbir nafakasına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği;
3- Mahkemece yoksulluk nafakası istemi yönünden yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre yoksulluk nafakası talebinin reddinin doğru olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Her üç uyuşmazlık üzerinde ayrı ayrı durulması gerekmektedir.
I) Birinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, Özel Dairece temyiz incelemesi sonucunda boşanmaya ilişkin hükmün kusur belirlemesine ilişkin gerekçesinin değiştirilerek onanmasına dair kararının kesinleşip kesinleşmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere temyiz istemi üzerine Yargıtay tarafından esas hakkında yapılan inceleme sonucunda üç tür karar verilebilir. Bunlar; onama, bozma ve düzelterek onama kararlarıdır.
Yargıtay temyiz incelemesine konu olan kararın hukuka ve usûle uygun olduğu kanısındaysa onama kararı verir. Onama kararında, kararın hukuka uygunluk gerekçeleri gösterilmelidir (mülga HMUK 436/1, HMK m. 370/I).
Diğer taraftan temyiz olunan kararın, kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerekli ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç yoksa (HMK m.370/2, mülga HMUK 436/2),
Tarafların kimliklerine ait yanlışlıklarla, yazı, hesap veya diğer açık ifade yanlışlıkları söz konusu ise (HMK m.370/3, mülga HMUK 436/3),
Karar, usûle ve kanuna uygun olmasına rağmen, gösterilen gerekçe doğru değilse, Yargıtay kararı değiştirerek ve düzelterek onayabilir (HMK m.370/4, mülga HMUK m.436/4).
Son olarak, Yargıtay taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse, ilk derece mahkemesinin kararını kısmen veya tamamen bozar. Bozma kararının taraflara tebliği ile, şayet karar düzeltme yolu açık ise, karar düzeltme süresinin de beklenmesinden sonra ilk derece mahkemesi tarafları duruşmaya davet eder. Tarafların bozma kararına karşı beyanları alındıktan sonra mahkemece bozmaya uyma yönünde karar verebileceği gibi, kendi kararında ısrar da edebilir (HMK m.373, mülga HUMK m.439). Görüleceği üzere, mahkeme Yargıtay'ın bozma kararına karşı kendi kararında direnebilir.
Tüm bu açıklamalar karşısında somut olaya bakıldığında; mahkemece "davacı tarafın eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret edip onu evden kovduğu, davalı tarafın ise eşine hakaret edip, bazı geceler onu eve almadığı, tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle boşanma kararı verilmiş ise de davalı erkeğin temyizi üzerine Özel Dairece, "kadının, eşine hakaret etmesine ve bazı geceler eve geç geldiğinden bahisle onu evden kovmasına karşılık, erkek eşin de kadına hakaret ettiği, şiddet uyguladığı, evden kovduğu ve güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu, boşanmaya yol açan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu yönündeki mahkeme gerekçesinin hatalı olduğu, davacının ağır kusurlu olduğu" belirtilerek boşanmaya ilişkin hüküm kusur belirlemesine ilişkin gerekçesi "düzeltilmek suretiyle" (HUMK. md. 438/son ve HMK. md. 370/son) onanmıştır.
Yukarıda da açıklandığı üzere Özel Daire, mahkemenin "kusur belirlemesine" ilişkin gerekçesini doğru bulmayarak düzelterek onama yoluna gitmiştir. Bu kararın kesinleşip kesinleşmediği hususuna gelindiğinde ise; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK'nın Geçici 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.9.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." şeklindeki düzenleme nedeniyle HUMK'nın 440. maddesi uyarınca Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yolunun açık olduğu hâllerde onama veya düzelterek onama kararı ile hüküm hemen kesinleşmez. Bu hâlde hükmün kesinleşebilmesi için Yargıtay kararına karşı süresi içerisinde karar düzeltme yoluna başvurulmamış veya başvurulup da istemin reddedilmiş olması gerekir. Somut olayda, Özel Dairenin düzelterek onama kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilmediği, bu suretle kararın kesinleştiği anlaşılmakla mahkemece kesinleşen bu karar hakkında yeniden bir inceleme yapması mümkün olmayıp, direnme kararı vermesi usul ve yasaya aykırıdır.
Diğer taraftan, boşanma kararı bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanmanın kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Ne var ki, boşanmanın eşler bakımından kişisel ve mali olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.
Nitekim, 4721 sayılı TMK'nın 174. maddesi;
"Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." düzenlemesini içermektedir.
Maddenin anlatımından da anlaşılacağı üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zarar ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş, kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.
Maddi tazminat yanında manevi tazminat istenebilmesi için de kusura ilişkin bir kısım koşulların varlığı gerekmektedir. Şöyle ki; kusurlu taraftan uygun bir manevi tazminat istenebilmesi için boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusursuz ya da daha az kusurlu olması gerektiği açıktır.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, Özel Daire bozma kararının birinci bendinde davacı erkek eşin ağır kusurlu olduğu hususu "düzeltilerek onama" kararı verilerek kesinleştiğine göre, TMK'nın 174/2. maddesi uyarınca TMK'nın 4. maddesi ve Türk Borçlar Kanunu'nun 50., 51., 52., 58. maddeleri dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken manevi tazminat talebinin reddi yönünde direnme kararı verilmesi hatalıdır.
II) İkinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun “Geçici Önlemler” başlıklı 169. maddesi;
“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alır.” hükmünü içermektedir. Bu hükme göre hâkimin, bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine ilişkin geçici önlemleri resen alması gerekir.
Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasıdır. Tedbir nafakası talebe bağlı olmaksızın (resen) takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır.
Boşanma ve ayrılık davalarında eşlerin kusur durumu geçici tedbir nafakası takdir edilirken dikkate alınmaz. Kusurlu eş yararına dahi, bu tedbirlerin alınması mümkündür. Yine, her iki tarafın da gelirinin bulunması tedbir nafakası verilmesini engelleyici bir hâl değildir. Ancak eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı söylenebilir.
Bu nedenledir ki, TMK'nın 169. maddesinde öngörülen tedbir nafakasının geçici önlem niteliği dikkate alındığında Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen davalı kadın için tedbir nafakası verilmesi gerektiği yönündeki Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi doğru görülmemiştir.
III) Üçüncü bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
Maddi ve manevi tazminat talepleri yanında yoksulluk nafakası da boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 175. maddesinde:
"Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz." şeklinde düzenlenmiştir.
Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 gün ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 gün ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 gün ve 2009/2-73-118 sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Ayrıca madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde değildir. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa ki, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk T.: Aile Hukuku, C. 2, 15. Bası, İstanbul 2013, s. 302).
Bunun yanında, yoksulluk nafakası istenebilmesi için istemde bulunan tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunması şarttır. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkanından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.
Yargıtay'ın yerleşik kararlarında "asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması" yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 gün ve 1998/2-656 E., 688 K.; 26.12.2001 gün ve 2001/2-1158 E., 1185 K; 01.08.2002 gün ve 2002/2-397 E., 339 K.; 28.02.2007 gün ve 2007/3-84 E., 95 K.; 16.05.2007 gün ve 2007/2-275E., 275 K.; 11.03.2009 gün ve 2009/2-73 E, 118 K.; 13.05.2009 gün ve 2009/3-165 E., 186 K.; 04.05.2011 gün ve 2011/2-155 E., 2011/278 K. sayılı kararları).
Ne var ki, asgari ücret seviyesinde gelir elde edilmesi yoksulluk nafakası bağlanmasına engel değilse de bu durumun nafaka miktarının tespitinde esas alınacağı da unutulmamalıdır.
Yoksulluk durumu günün ekonomik koşulları ile birlikte, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir.
Somut olayda, mahkemece tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin yapılan araştırma sonucu dosya içine giren 10.10.2012 tarihli tutanakta davalı kadının ev hanımı olduğu bildirilmesine karşın, 05.06.2013 tarihli tutanakta bir peynir fabrikasında aylık asgari ücretle çalıştığı belirtilmiş, bunun yanında bir kısım tanıklar da davalının çalıştığı yönünde beyanlarda bulunmuşlardır. Bu durumda davalı kadının sürekli ve düzenli bir gelirinin bulunup bulunmadığı hususu tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir. O hâlde mahkemece, davalı kadının çalışıp çalışmadığı, çalışıyor ise bunun sürekli mahiyette olup olmadığı, gelirinin düzenli ve yeterli olup olmadığı hususu araştırılarak yoksulluk nafakası istemi hakkında bir karar verilmesi gerekirken direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda (I), (II) ve (III). bentlerde gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca tebliğden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.
AYNI YÖNDE KARAR:
T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi
ESAS NO: KARAR NO:
2019/2067 2019/6877
TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I
DAVA TÜRÜ : Boşanma
TEMYİZ EDEN : Taraflar
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından yoksulluk nafakasının reddi yönünden; davalı erkek tarafından ise tamamına yönelik olarak temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre davacı kadının tüm, davalı erkeğin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Mahkemece yapılan ekonomik ve sosyal durum araştırmasında davacı kadının sürekli ve düzenli bir işi olduğu ve bu işten asgari ücret düzeyinde gelirinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, davalı kadın ve davacı erkeğin gelirleri eşit düzeydedir. Türk Medeni Kanununun 169. madde koşullarının kadın yararına gerçekleştiğinden söz edilemez. Bu husus gözetilmeden, davacı kadın yararına tedbir nafakasına (TMK m. 169) hükmedilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının ise yukarıda l. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın davacı kadına yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna ve 218.50 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harçalınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran davalıya geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 11.06.2019 (Salı)
Başkan Üye Üye Üye Üye
Ömer Uğur Gençcan Aysel Koçak Sedat Demirtaş Çetin Durak Harun Can
EŞLERİN EKONOMİK GÜÇLERİ BİRBİRİNE YAKIN İSE GEÇİCİ TEDBİR NAFAKASI VERİLMEYEBİLİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2-1579
KARAR NO : 2018/673
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Keşan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi sıfatıyla)
TARİHİ : 09/07/2014
NUMARASI : 2014/253 - 2014/302
DAVACI : M.Ö. vekilleri Av. İ.K.A., Av. B.Ş.
DAVALI : K.Ö. vekili Av. İ.S.
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Keşan 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi sıfatıyla) "davanın kabulüne" dair verilen 16.07.2013 gün ve 2012/235 E., 2013/293 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.03.2014 gün ve 2013/22322 E., 2014/5744 K. sayılı kararı ile:
"... 1- Mahkemece taraflar eşit kusurlu bulunarak boşanmaya karar verilmiş ise de; toplanan delillerden; kadının kocasına hakaret etmesine ve bazı geceler eve geç geldiğinden bahisle evden kovmasına karşılık , kocanın da eşine hakaret ettiği, şiddet uyguladığı , evden kovduğu ve güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu olaylara göre; boşanmaya neden olan olaylarda davacı kocanın kadına göre ağır kusurlu kabul edilmesi gerekir. Mahkemece tarafların eşit kusurlu bulunmalarına yönelik kusur tespiti yerinde değil ise de; verilen boşanma kararı kadının az da olsa kusurlu olması ve Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşullarının oluşmuş bulunması nedeniyle sonucu itibarıyla doğru olmakla, boşanmaya ilişkin hükmün kusur belirlemesine ilişkin gerekçesinin düzeltilmek suretiyle (HUMK. md. 438/son ve HMK. md. 370/son) onanmasına karar verilmesi gerekmiş ve buna bağlı olarak davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK. md.186/1), geçimine (TMK md.185/3), malların yönetimine (TMK.m. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK.m.185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (resen) almak zorundadır (TMK.m.169). O halde; Türk Medeni Kanununun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere davalı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
3- Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz (TMK.m.175). Toplanan delillerle, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı kadının daha ağır kusurlu olmadığı, ortadadır. Kolluk tarafından yapılan araştırmada davalı kadının ev hanımı olduğunun bildirilmesine karşın, davalı tanığı Hatice tarafından davalının çalıştığı belirtilmiştir. O halde, mahkemece davalının sürekli gelirinin bulunup bulunmadığı ve varsa miktarı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gereklidir.
4- Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı kadının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK. md.4 TBK. md. 50, 51, 52, 58) dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata (TMK. md. 174/2) hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 166/1. maddesi uyarınca açılan evlilik birliğinin sarsılması nedene dayalı boşanma istemine ilişkindir.
Davacı, davalının eviyle ilgilenmediğini, kendisine hakaret ettiğini, küçük düşürücü sözler söylediğini, cinsel bir yaşamlarının olmadığını, ev eşyalarını hırsız gibi alıp gittiğini, bir yıldır ayrı yaşadıklarını ileri sürerek davalı ile boşanmalarına, ortak çocuğun velayetinin kendisine verilmesini ve 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davacının evi terk ettiğini, P.Y. isimli bir kadınla yaşadığını, geceleri eve geç geldiğini, fiziksel şiddet uyguladığını, evin ihtiyaçları için para vermediğini, kiranın ödenmemesi ve kendisinin de çalışmaması sebebiyle baba evine dönmek zorunda kaldığını, dava dilekçesinde iddia edilen olayların doğru olmadığını belirterek davanın reddi ile oğlu ve kendisi için ayrı ayrı aylık 250,00 TL nafaka ile 30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davacı tarafın eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret edip onu evden kovduğu, davalı tarafın ise eşine hakaret edip bazı geceler onu eve almadığı, bu suretle tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle TMK'nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verilmesine, müşterek çocuk için 250,00 TL tedbir ve iştirak nafakasına, davalının manevi tazminat talebinin reddine, kadının çalışıyor olması sebebiyle yoksulluğa düşmeyeceğinden bahisle nafaka talebinin reddine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1) Boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı kadın yararına manevi tazminata (TMK 174/1) hükmedilmesinin gerekip gerekmediği;
2- Davalı kadın yararına TMK'nın 169. maddesi uyarınca tedbir nafakasına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği;
3- Mahkemece yoksulluk nafakası istemi yönünden yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre yoksulluk nafakası talebinin reddinin doğru olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Her üç uyuşmazlık üzerinde ayrı ayrı durulması gerekmektedir.
I) Birinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, Özel Dairece temyiz incelemesi sonucunda boşanmaya ilişkin hükmün kusur belirlemesine ilişkin gerekçesinin değiştirilerek onanmasına dair kararının kesinleşip kesinleşmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere temyiz istemi üzerine Yargıtay tarafından esas hakkında yapılan inceleme sonucunda üç tür karar verilebilir. Bunlar; onama, bozma ve düzelterek onama kararlarıdır.
Yargıtay temyiz incelemesine konu olan kararın hukuka ve usûle uygun olduğu kanısındaysa onama kararı verir. Onama kararında, kararın hukuka uygunluk gerekçeleri gösterilmelidir (mülga HMUK 436/1, HMK m. 370/I).
Diğer taraftan temyiz olunan kararın, kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerekli ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç yoksa (HMK m.370/2, mülga HMUK 436/2),
Tarafların kimliklerine ait yanlışlıklarla, yazı, hesap veya diğer açık ifade yanlışlıkları söz konusu ise (HMK m.370/3, mülga HMUK 436/3),
Karar, usûle ve kanuna uygun olmasına rağmen, gösterilen gerekçe doğru değilse, Yargıtay kararı değiştirerek ve düzelterek onayabilir (HMK m.370/4, mülga HMUK m.436/4).
Son olarak, Yargıtay taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse, ilk derece mahkemesinin kararını kısmen veya tamamen bozar. Bozma kararının taraflara tebliği ile, şayet karar düzeltme yolu açık ise, karar düzeltme süresinin de beklenmesinden sonra ilk derece mahkemesi tarafları duruşmaya davet eder. Tarafların bozma kararına karşı beyanları alındıktan sonra mahkemece bozmaya uyma yönünde karar verebileceği gibi, kendi kararında ısrar da edebilir (HMK m.373, mülga HUMK m.439). Görüleceği üzere, mahkeme Yargıtay'ın bozma kararına karşı kendi kararında direnebilir.
Tüm bu açıklamalar karşısında somut olaya bakıldığında; mahkemece "davacı tarafın eşine fiziksel şiddet uyguladığı, hakaret edip onu evden kovduğu, davalı tarafın ise eşine hakaret edip, bazı geceler onu eve almadığı, tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle boşanma kararı verilmiş ise de davalı erkeğin temyizi üzerine Özel Dairece, "kadının, eşine hakaret etmesine ve bazı geceler eve geç geldiğinden bahisle onu evden kovmasına karşılık, erkek eşin de kadına hakaret ettiği, şiddet uyguladığı, evden kovduğu ve güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu, boşanmaya yol açan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu yönündeki mahkeme gerekçesinin hatalı olduğu, davacının ağır kusurlu olduğu" belirtilerek boşanmaya ilişkin hüküm kusur belirlemesine ilişkin gerekçesi "düzeltilmek suretiyle" (HUMK. md. 438/son ve HMK. md. 370/son) onanmıştır.
Yukarıda da açıklandığı üzere Özel Daire, mahkemenin "kusur belirlemesine" ilişkin gerekçesini doğru bulmayarak düzelterek onama yoluna gitmiştir. Bu kararın kesinleşip kesinleşmediği hususuna gelindiğinde ise; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK'nın Geçici 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.9.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." şeklindeki düzenleme nedeniyle HUMK'nın 440. maddesi uyarınca Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yolunun açık olduğu hâllerde onama veya düzelterek onama kararı ile hüküm hemen kesinleşmez. Bu hâlde hükmün kesinleşebilmesi için Yargıtay kararına karşı süresi içerisinde karar düzeltme yoluna başvurulmamış veya başvurulup da istemin reddedilmiş olması gerekir. Somut olayda, Özel Dairenin düzelterek onama kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilmediği, bu suretle kararın kesinleştiği anlaşılmakla mahkemece kesinleşen bu karar hakkında yeniden bir inceleme yapması mümkün olmayıp, direnme kararı vermesi usul ve yasaya aykırıdır.
Diğer taraftan, boşanma kararı bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanmanın kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Ne var ki, boşanmanın eşler bakımından kişisel ve mali olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.
Nitekim, 4721 sayılı TMK'nın 174. maddesi;
"Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." düzenlemesini içermektedir.
Maddenin anlatımından da anlaşılacağı üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zarar ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş, kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.
Maddi tazminat yanında manevi tazminat istenebilmesi için de kusura ilişkin bir kısım koşulların varlığı gerekmektedir. Şöyle ki; kusurlu taraftan uygun bir manevi tazminat istenebilmesi için boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusursuz ya da daha az kusurlu olması gerektiği açıktır.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, Özel Daire bozma kararının birinci bendinde davacı erkek eşin ağır kusurlu olduğu hususu "düzeltilerek onama" kararı verilerek kesinleştiğine göre, TMK'nın 174/2. maddesi uyarınca TMK'nın 4. maddesi ve Türk Borçlar Kanunu'nun 50., 51., 52., 58. maddeleri dikkate alınarak davalı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken manevi tazminat talebinin reddi yönünde direnme kararı verilmesi hatalıdır.
II) İkinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun “Geçici Önlemler” başlıklı 169. maddesi;
“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alır.” hükmünü içermektedir. Bu hükme göre hâkimin, bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine ilişkin geçici önlemleri resen alması gerekir.
Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasıdır. Tedbir nafakası talebe bağlı olmaksızın (resen) takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren, karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır.
Boşanma ve ayrılık davalarında eşlerin kusur durumu geçici tedbir nafakası takdir edilirken dikkate alınmaz. Kusurlu eş yararına dahi, bu tedbirlerin alınması mümkündür. Yine, her iki tarafın da gelirinin bulunması tedbir nafakası verilmesini engelleyici bir hâl değildir. Ancak eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı söylenebilir.
Bu nedenledir ki, TMK'nın 169. maddesinde öngörülen tedbir nafakasının geçici önlem niteliği dikkate alındığında Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen davalı kadın için tedbir nafakası verilmesi gerektiği yönündeki Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi doğru görülmemiştir.
III) Üçüncü bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
Maddi ve manevi tazminat talepleri yanında yoksulluk nafakası da boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 175. maddesinde:
"Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz." şeklinde düzenlenmiştir.
Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 gün ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 gün ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 gün ve 2009/2-73-118 sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Ayrıca madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde değildir. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa ki, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk T.: Aile Hukuku, C. 2, 15. Bası, İstanbul 2013, s. 302).
Bunun yanında, yoksulluk nafakası istenebilmesi için istemde bulunan tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunması şarttır. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkanından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.
Yargıtay'ın yerleşik kararlarında "asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması" yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 gün ve 1998/2-656 E., 688 K.; 26.12.2001 gün ve 2001/2-1158 E., 1185 K; 01.08.2002 gün ve 2002/2-397 E., 339 K.; 28.02.2007 gün ve 2007/3-84 E., 95 K.; 16.05.2007 gün ve 2007/2-275E., 275 K.; 11.03.2009 gün ve 2009/2-73 E, 118 K.; 13.05.2009 gün ve 2009/3-165 E., 186 K.; 04.05.2011 gün ve 2011/2-155 E., 2011/278 K. sayılı kararları).
Ne var ki, asgari ücret seviyesinde gelir elde edilmesi yoksulluk nafakası bağlanmasına engel değilse de bu durumun nafaka miktarının tespitinde esas alınacağı da unutulmamalıdır.
Yoksulluk durumu günün ekonomik koşulları ile birlikte, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir.
Somut olayda, mahkemece tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin yapılan araştırma sonucu dosya içine giren 10.10.2012 tarihli tutanakta davalı kadının ev hanımı olduğu bildirilmesine karşın, 05.06.2013 tarihli tutanakta bir peynir fabrikasında aylık asgari ücretle çalıştığı belirtilmiş, bunun yanında bir kısım tanıklar da davalının çalıştığı yönünde beyanlarda bulunmuşlardır. Bu durumda davalı kadının sürekli ve düzenli bir gelirinin bulunup bulunmadığı hususu tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir. O hâlde mahkemece, davalı kadının çalışıp çalışmadığı, çalışıyor ise bunun sürekli mahiyette olup olmadığı, gelirinin düzenli ve yeterli olup olmadığı hususu araştırılarak yoksulluk nafakası istemi hakkında bir karar verilmesi gerekirken direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda (I), (II) ve (III). bentlerde gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca tebliğden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.
AYNI YÖNDE KARAR:
T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi
ESAS NO: KARAR NO:
2019/2067 2019/6877
TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I
DAVA TÜRÜ : Boşanma
TEMYİZ EDEN : Taraflar
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından yoksulluk nafakasının reddi yönünden; davalı erkek tarafından ise tamamına yönelik olarak temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre davacı kadının tüm, davalı erkeğin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Mahkemece yapılan ekonomik ve sosyal durum araştırmasında davacı kadının sürekli ve düzenli bir işi olduğu ve bu işten asgari ücret düzeyinde gelirinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, davalı kadın ve davacı erkeğin gelirleri eşit düzeydedir. Türk Medeni Kanununun 169. madde koşullarının kadın yararına gerçekleştiğinden söz edilemez. Bu husus gözetilmeden, davacı kadın yararına tedbir nafakasına (TMK m. 169) hükmedilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının ise yukarıda l. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın davacı kadına yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna ve 218.50 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harçalınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran davalıya geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 11.06.2019 (Salı)
Başkan Üye Üye Üye Üye
Ömer Uğur Gençcan Aysel Koçak Sedat Demirtaş Çetin Durak Harun Can