EVLENME TARİHİ ÜZERİNDEN NE KADAR ZAMAN GEÇERSE GEÇSİN BUTLAN DAVASI HER ZAMAN AÇILABİLİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2-2672
KARAR NO : 2018/1717
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara 1. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 03/04/2014
NUMARASI : 2014/210 - 2014/429
DAVACI : H.E.
VASİSİ : G.E. vekili Av. Ü.T.
DAVALI : Y.A.
VASİSİ : R.A.
MÜTEVEFFA : R.E.
Taraflar arasındaki “evlenmenin butlanı bunun mümkün olmaması halinde boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 1. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.02.2013 tarihli ve 2011/654 E., 2013/163 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/12635 E., 2013/26132 K. sayılı kararı ile;
"... Eşlerin birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması (TMK.md.145/2) veya eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığının olması (TMK.md.145/3) evlenmeyi mutlak butlanla sakatlar. Mutlak butlan davası için, kanunda herhangi bir "hak düşürücü süre" öngörülmemiştir. Bu nedenle evlenme tarihi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, dava her zaman ikame edilebilir. Davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesi; buna göre mutlak butlan sebebi mevcutsa butlana karar verilmesi; değilse ikinci kademede boşanma isteğinin de bulunduğu dikkate alınarak bu çerçevede delillerin toplanıp gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekir. Diğer yandan, mutlak butlanla sakat olan bir evliliğin dahi, "hakimin bu husustaki kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğuracağı" hususunun açık kanun hükmü olması (TMK.md.156) karşısında; dava hakkının kötüye kullanılması (TMK.md.2) da söz konusu değildir. Öyleyse açıklanan yönde araştırma yapılarak sonucuna göre karar vermek gerekirken, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir....."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; evlenmenin mutlak butlan nedeniyle iptali, bunun mümkün olmaması hâlinde boşanma istemine ilişkindir.
Davacı (kadın) vekili, hem müvekkilinin hem de davalının kısıtlı olduğunu, her ikisinin de aklen kendi işlerini görebilecek durumda olmadıklarını, tarafların 2009 yılından beri ayrı yaşadıklarını ileri sürerek evliliğin mutlak butlan nedeniyle iptaline olmadığı taktirde ise tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı erkek vasisi, tarafların 35 yıldır evli olduklarını, birbirlerine destek olarak bu evliliği sürdürdüklerini, ancak davacı vasisinin davacının mallarına el koymak istediğini, davacının üç aylık maaşını alarak kendi çıkarına harcadığını, bu nedenle davacı vekilinin iddialarının yok sayılması gerektiğini belirterek 21.12.2012 tarihli dilekçe ile abisinin de boşanmak istediğini bildirmiştir.
Mahkemece, tarafların 1979 tarihinden 2009 yılına kadar birlikte yaşadıkları, 2009 yılında anlaşılamayan bir sebeple davacının ailesinin davacıyı yanlarına alarak bu davayı açtığı, 30 yıl sonra açılan davanın iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, her iki tarafın engelli olmasına karşın Anayasanın 90. maddesine göre iç hukuk gibi uygulanması gereken uluslararası sözleşmeler dikkate alındığında Türkiye tarafından kabul edilen ve 4721 Sayılı. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 145. maddesine göre özel hüküm niteliğinde olan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme uyarınca evliliğin engellilerin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceği gerekçesiyle butlan davasının, diğer yandan boşanmayı gerektirecek ve davalıdan kaynaklanan bir kusurun varlığı da kanıtlanmadığından boşanma talebinin reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece önceki gerekçelerle verilen direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 1979 yılında evlenen ve TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanarak vasi atandığı anlaşılan taraflar hakkında davacı kadının açtığı "butlan olmadığı takdirde boşanma" davasına konu olayda Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmesinde evliliğin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceğinin kabul edilmiş olması karşısında davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, "evlenme" Türk Medeni Kanunu açısından karşı cinsten iki insanın evlendirmeye yetkili memur önünde karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarını açıklaması ile oluşur (TMK m.142). Hukuken geçerli bir evliliğin kurulması için kanunda düzenlenen koşullara uygun davranılması gerekir. Bu koşullardan birinin veya birkaçının eksik olması hâlinde evlilik hukuken geçersiz sayılacaktır.
Evliliğin kurucu unsurları olarak sayılan "evlenmenin ayrı cinsten kişiler arasında yapılmış olması", "evlendirme memuru önünde yapılması", "tarafların karşılıklı ve sözlü iradelerini açıklamaları" hususlarından birinin gerçekleşmemesi hâlinde evlilik hiç gerçekleşmemiş gibi sonuç doğuracaktır. Başka bir anlatımla evlenmenin yokluğu söz konusu olacaktır. Yoklukla sakat olan bir evlenme aradan ne kadar süre geçerse geçsin düzelmeyeceği gibi, evlenmenin nüfus kayıtlarına işlenmesi de sonucu değiştirmeyecektir ( Dural, M/ Öğüz, T/ Gümüş, A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, İstanbul 2005, s. 72-79).
Oysa şeklen meydana gelmiş bir evliliğin, kanunun taraflarda ya da iradelerinde aradığı niteliklerin eksikliği nedeniyle ortadan kaldırılması gerekiyorsa "yokluk" kavramından değil, "butlan" kavramından söz edilecektir. TMK'da evlenmenin butlanı "mutlak" ve "nispi" butlan hâlleri olmak üzere ayrı ayrı düzenlenmiş olup, geçerlilik şartlarındaki sakatlık kamu düzenini ilgilendiriyorsa "mutlak butlan", kamu yararı değil de ilgililerin özel menfaatleri söz konusuysa nispi butlan hâllerinden söz edilir.
Nitekim, TMK'nın 145. maddesi:
"Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır:
1. Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,
2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması
3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,
4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması." ;
146. maddesi ise "mutlak butlan davasını Cumhuriyet Savcısının re'sen ve ilgilisi olan herkesin açabileceği" hükümlerini içermektedir.
Madde metninden de anlaşıldığı üzere mutlak butlan hâlleri Kanunda sınırlı olarak sayılmış ve bu hâllerden birinin varlığı durumunda evlenmenin kesin hükümsüz olacağı yani mutlak butlanla batıl olduğu düzenlenmiştir.
TMK'nın 156. maddesinde de; "Batıl bir evlilik ancak hakimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan halinde bile evlenme, hakimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur." hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla batıl bir evliliğin butlanına karar verilinceye kadar eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak, çocukların bakım ve eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermek, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmakla yükümlüdürler. İptal kararı geçmişe etkili olmadığından, evliliğin önceden meydana getirdiği hüküm ve sonuçlar butlan kararının kesinleşmesiyle ortadan kalkmayacaktır (Akıntürk, T./ Ateş Karaman, D.: Türk Medeni Hukuku, İkinci Cilt, Aile Hukuku, 2012, s. 230). Öte yandan, TMK'nın 148.- 151. maddeleri arasında düzenlenen ve ilgilisi olan herkes tarafından değil de sadece eşler tarafından açılan nispi butlan hâlleri için altı aylık ve beş yıllık hak düşürücü süreler öngörülmüş iken; mutlak butlan davası için kanunda bir süre öngörülmemiş olup, bu dava her zaman açılabilir.
Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözünü için davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü ve TMK'nın 145. maddesinin 2. ve 3. fıkralarında düzenlenen "ayırt etme gücünden sürekli yoksunluk" ve "akıl hastalığı" kavramlarının incelenmesinde de yarar vardır.
TMK'nın 13. maddesinde "Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." düzenlemesi mevcuttur.
TMK'nın 15. maddesine göre ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla ayırt etme gücü bulunmayan kimselerin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Ayırt etme gücü bulunmayan kimseler fiil ehliyeti açısından tam ehliyetsizler grubunu oluşturur ve TMK'nın 125. maddesine göre ayırt etme gücüne sahip olmayanlar evlenemez.
Ancak ayırt etme gücünden yoksunluğun mutlak butlan sebebi sayılması için "sürekli" olması gerekmektedir. Evlenme töreninin yapıldığı sırada "geçici" olarak ayırt etme gücünden yoksunluk mutlak butlan değil nispi butlan sebebi teşkil edecektir (TMK m.148).
Daha çok tıp biliminin uğraş alanına giren akıl hastalığının tanımı ise Türk Medeni Kanunu'nda yapılmamıştır. Ancak TMK'nın 133. maddesi "akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler" hükmünü içermektedir. Bu hükümden anlaşılacağı üzere, akıl hastalığı kural olarak kesin evlenme engellerinden biridir. Ancak bu engel her türlü akıl hastalığını kapsamamaktadır. Gerçekten, mevcut akıl hastalığının evlenme bağlamında herhangi bir sakınca doğurmayacağı resmî sağlık kurulu raporuyla belgelendiği taktirde, bu hastalığa yakalanmış olan bir kişinin evlenmesine engel olunamayacaktır.
Görüleceği üzere; burada sözü edilen akıl hastalığı ayırt etme gücünü sürekli ortadan kaldırmayan akıl hastalığıdır. Çünkü akıl hastalığı ayırt etme gücünü sürekli ortadan kaldırıyorsa, TMK'nın 125. maddesinde belirtildiği üzere bu kişi zaten evlenme ehliyetine sahip değildir (Dural, M/ Öğüz, T/ Gümüş, A; s.60).
TMK'nın 405. maddesinde düzenlenen "akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır" hükmü gereğince akıl hastalığı ve nitelik olarak değil de nicelik olarak farklılık arz eden, başka bir anlatımla daha hafif bir psişik bozukluğu ifade eden "akıl zayıflığı" hâlleri aynı zamanda kanunda sayılan kısıtlama sebeplerinden birini teşkil etmektedir (Dural, M/ Öğüz, T/ Gümüş, A, s.578).
Bu noktada iç hukukumuz açısından yukarıda belirtilen düzenlemelerin yanında Anayasa'nın 90/5. maddesinde yer alan, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" düzenlemesi gereğince, Avrupa İnsan Hakları (ve Temel Özgürlüklerin Korunması Hakkında) Sözleşme (AİHS) ile mahkeme gerekçesine konu edilen Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin konuyla ilgili hükümlerinin irdelenmesi gerekmektedir.
Şöyle ki, "evlenme hakkı" başlıklı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 12. maddesine göre "Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, bu hakkın kullanımını düzenleyen ulusal yasalara uygun olarak evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir". Madde metninde "ulusal yasalara uygun olarak" demek suretiyle evliliğin şekli ile ilgili hususların devletin taktir yetkisine bırakıldığı, hakkın özünü ortadan kaldıracak ya da kullanılmasını engelleyecek boyutta olmadıkça evlenmenin ulusal yasalara uygun olarak yapılacağı kastedilmektedir (Çakmak, U.R: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde Evlenme Hakkı, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.25, S.2, 2017, s.165-167). Görülmektedir ki, uluslararası sözleşme iç hukuk hükümleri ile çelişen bir düzenleme getirmemiştir.
Yerel mahkeme gerekçesine konu edilen ve Türkiye tarafından kabul edilerek 28.10.2009 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin "Hane ve aile hayatına saygı" başlıklı 23. maddesinde;
"1. Taraf Devletler evlilik, aile, ebeveynlik ve özel ilişkilere dair meselelerde engellilere karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak için uygun tedbirleri etkin bir şekilde ve engellilerin diğer bireylerle eşit olduğunu gözeterek alır. Bu çerçevede aşağıda belirtilenler sağlanmalıdır:
(a) Evlilik çağına gelmiş engellilerin evlenme ve aile kurma hakkının tanınması ve bu hakkın evlenmek isteyen eşlerin serbest iradeleri ve rızaları doğrultusunda kullanılması;
(b) Engellilerin çocuklarının sayısına ve yaş aralığına, serbestçe ve sorumluluğunu taşıyarak karar verme hakkının tanınması ve yaşlarına uygun bilgiye, üreme ve aile planlaması eğitimine erişim hakkının tanınması ile bu haklarını kullanmaları için gereken araçların oluşturulması;
(c) Çocuklar dahil olmak üzere engellilerin diğer bireylerle eşit koşullar altında doğurganlıklarından mahrum bırakılmaması..." düzenlemesi mevcuttur.
Sözleşme hükmü incelendiğinde evlenme ve aile kurma hakkının, hiçbir ayrıcalık gözetmeksizin engellilere de tanınması gerektiği belirtilmiş ancak 23. maddenin a) fıkrasında bu hakkın evlenmek isteyen eşlerin serbest iradeleri ve rızaları doğrultusunda kullanılacağı öngörülmüştür. Belirtilen fıkrada "serbest irade ve rıza" sözcüklerine yer verilmesi karşısında sözleşmede evlenme hakkının, iç hukukumuzun aksine, "ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilere de" tanındığını kabul etmek için yeterli olmayacaktır. Çünkü ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin serbest irade ve rıza açıklamaları hukuki sonuç doğurmamaktadır. Bu noktada engellilerin tüm insan hak ve özgürlüklerinden tam ve eşit bir şekilde yararlandırılmasını teşvik ve temin amaçlı getirilen bu sözleşmenin TMK'nın evlenmenin butlanı ile ilgili hükümlerini bertaraf edici nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.
Tüm bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 14.03.1979 tarihinde evlendiği, bu evlilikten müşterek çocuklarının bulunmadığı, dosya içerisinde yer alan 27.05.2003 tarihli raporlar ile taraflara "hafif mental reterdasyon" teşhisi konulduğu anlaşılmıştır. Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesine ait 06.06.2011 tarih, 2011/274 E., 2011/864 K. sayılı "vasi tayini talepli" dosyada 2011 yılında heyet raporlarına göre de taraflarda "vesayet altına alınması gerektirir akıl zayıflığı olduğu, kendi işlerini bizzat göremeyeceği, başkalarının yardımına ve bakımına muhtaç olduğu, akıl sağlığının bağımsız ve sağlıklı karar vermeye yeterli olmadığı ve vasi tayini gerektiği" belirtilmiş olup, mahkemece TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanma kararı verilerek taraflara vasi tayin edilmiş ve bu karar kesinleşmiştir. Davanın mutlak butlan olmadığı taktirde boşanma istemine ilişkin olduğu göz önüne alındığında; her ne kadar davalının evlilik tarihinden sonra "akıl hastalığı" sebebiyle kısıtlandığı sabit ise de "evlenme töreni" sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı (TMK m.145/2) veya evlenmeye engel derece akıl hastası (TMK m.145/3) olup olmadığı hususunda bir inceleme yapılmadığı anlaşılmıştır.
Ne var ki, dosya içerisindeki belgelerin de bu hususu tam olarak açıklığa kavuşturmayacağı açıktır. Mahkemece yapılacak iş, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait askerlik belgeleri, tüm doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kâğıtları, film grafileri ve reçeteler eksiksiz getirtilerek davalının "evlenme tarihinde" sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespiti; bu doğrultuda mutlak butlan sebebi mevcutsa kamu düzeni düşüncesi ile herhangi bir süreye tabi olmayan bu davanın kabulü, aksi hâlde davacının ikinci kademe isteği olan boşanma davası yönünden delillerin değerlendirilmesi olmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında otuz yıl süren bu evlilikte butlan davası açılmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, Anayasanın 90. maddesi hükmü dikkate alındığında Birlemiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin yok sayılamayacağı, bu sebeplerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Bu durumda yerel mahkemenin direnme gerekçesi Özel Daire bozma kararında ve yukarıda belirtilen bu ilave gerekçeler dikkate alındığında usul ve yasaya aykırıdır.
Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
S O N U Ç : Davacı (kadın) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen ilave nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 15.11.2018 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Uyuşmazlık, “TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanarak vasi atandığı anlaşılan ve 1979 yılında evlenen taraflar hakkında davacı kadının açtığı "butlan olmadığı takdirde boşanma" davasına konu olayda Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmesinde evliliğin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceğinin kabul edilmiş olması karşısında davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesinin gerekip gerekmediği” noktasındadır.
İlk derece mahkemesinin “Mahkemece, tarafların 1979 tarihinden 2009 yılına kadar birlikte yaşadıkları, 2009 yılında anlaşılamayan bir sebeple davacının ailesinin davacıyı yanlarına aldığını ve bu davayı açtığı, 30 yıl sonra açılan bu davanın iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, her iki tarafın engelli olmasına karşın Anayasanın 90. maddesine göre iç hukuk gibi uygulanması gereken uluslararası sözleşmeler dikkate alındığında Türkiye tarafından kabul edilen ve TMK'nın 145. maddesine göre özel hüküm niteliğinde olan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme uyarınca evliliğin engellilerin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceği gerekçesiyle butlan davasının, diğer yandan boşanmayı gerektirecek ve davalıdan kaynaklanan bir kusurun varlığı da kanıtlanmadığından boşanma talebinin reddine” dair gerekçeler ile verdiği direnme kararı çoğunluk görüşü ile Yüksek Özel Dairenin görüşü olan “Eşlerin birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunmasının (TMK.md.145/2) veya eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığının olmasının (TMK.md.145/3) evlenmeyi mutlak butlanla sakatladığı, mutlak butlan davası için, kanunda herhangi bir "hak düşürücü süre" öngörülmediği, bu nedenle evlenme tarihi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, davanın her zaman ikame edilebileceği, davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesi; buna göre mutlak butlan sebebi mevcutsa butlana karar verilmesi; değilse ikinci kademede boşanma isteğinin de bulunduğu dikkate alınarak bu çerçevede delillerin toplanıp gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği, diğer yandan, mutlak butlanla sakat olanbir evliliğin dahi, "hakimin bu husustaki kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğuracağı" hususunun açık kanun hükmü olması (TMK.md.156) karşısında; dava hakkının kötüye kullanılmasının (TMK.md.2) da söz konusu olmadığı, araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile hüküm kurulmasının doğru olmadığı” gerekçesi ile direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Dosya içeriğine göre, taraflardan erkeğin 1950 doğumlu olup askerlik ödevini yerine getirdiği, davacı kadının ise 1954 doğumlu olduğu, tarafların 1979 yılında evlendikleri, 2003 yılında akıl zayıflığı, hafif düzeyde Mental Rateradasyon nedeni ile rapor aldıkları ve her ikisine de 2011 yılı başlarında akıl zayıflığı tanısı da konularak TMK.’un 405 maddesi uyarınca vasi tayin edildiği anlaşılmaktadır.
Normatif düzenlemelere incelendiğinde ise;
TMK.’un 145/1.3 maddesi uyarınca “Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması” evlenmenin mutlak butlanla batıl olmasını gerektirir. Aynı kanunun 146. maddesi uyarınca da “Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından re'sen açılır. Bu dava, ilgisi olan herkes tarafından da açılabilir. Keza 256. maddesine göre ise “Batıl bir evlilik ancak hakimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan halinde bileevlenme, hakimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur”.
O halde bu düzenleme gereği, tarafların evlenme anında evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalıklarının olması gerekir.
Diğer taraftan TMK.’dan sonra taraflar evli iken Birleşmiş milletler tarafından 13.12.2006 tarihinde imzalanan, ancak Türkiye tarafından 03.12.2008 tarihinde 5825 sayılı kanun ile onaylanan ve 18.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve bu nedenle Anayasa’nın 90. Maddesi uyarınca iç hukuk normu haline gelen Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme hükümlerinin de gözardı edilmemesi gerekir.
Anılan Sözleşmenin 1. maddesine göre “Bu Sözleşme'nin amacı, engellilerin tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden tam ve eşit şekilde yararlanmasını teşvik ve temin etmek ve insanlık onurlarına saygıyı güçlendirmektir. Engelli kavramı diğer bireylerle eşit koşullar altında topluma tam ve etkin bir şekilde katılımlarının önünde engel teşkil eden uzun süreli fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan kişileri içermektedir”. Sözleşmenin 5/1 maddesinde ise açıkça “Taraf Devletlerin herkesin hukuk önünde ve karşısında eşit olduğunu ve ayrımcılığa uğramaksızın hukuk tarafından eşit korunma ve hukuktan eşit yararlanma hakkına sahip olduğunu kabul ettiği”, bu hükme paralel olarak Hane ve Aile Hayatına Saygı başlığı ile düzenlenen 23/1 maddesi ile “Taraf Devletlerin evlilik, aile, ebeveynlik ve özel ilişkilere dair meselelerde engellilere karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak için uygun tedbirleri etkin bir şekilde ve engellilerin diğer bireylerle eşit olduğunu gözeterek alacağı” belirtilmiştir. Aynı maddenin 1.a bendinde “Evlilik çağına gelmiş engellilerin evlenme ve aile kurma hakkının tanınması ve buhakkın evlenmek isteyen eşlerin serbest iradeleri ve rızaları doğrultusunda kullanılması” gerekeceği de belirtilmiştir.
Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göreyürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.
Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme Türk Medeni Kanunu’ndan sonra yürürlüğe girmiştir. Özellikle zihinsel engellilerin de aile ve hane hayatına saygı kapsamında evlenmelerinin sağlanması için özellikle Medeni Kanunu hükümlerinin sözleşmeye uyumlu hale getirilmesi gerekir. Ancak kanun sözleşme hükümleri ile çatılmakta ise Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca sözleşme hükmü esas alınacaktır.
Somut uyuşmazlıkta yaklaşık 30 yıl önce evlenen tarafların, sağlık raporu almadan evlenmeleri olanaklı değildir. Davalı erkek askerlik ödevini yaptığına göre o tarihte akıl hastalığından söz etmek olanaklı değildir. Kaldı ki taraflarda evlilik devam ederken akıl hastalığı değil, akıl zayıflığı meydana gelmiştir. Tarafların rızaları ile kurulmuş evliliğin sonradan yürürlüğe giren Uluslararası Sözleşme hükümlerinden “aile ve hane hayatına saygı” ilkesi uyarınca geçerli kabul edilmesi gerekir. Yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerektiği düşüncesinde olduğumdan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.
Bektaş KAR
Üye
KARŞI OY
Butlan davası için hak düşürücü süre öngörülmediği doğrudur. Hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı asıldır. Süre kayıtlaması yok ise de hakkın kötüye kullanılması yasağına bağlı (MK 2) süre kaydı vardır. Toplum düzeninin belirli bir hukuki disiplin için de cereyanı hedeflenmiştir. Hâkim her somut olayın özelliklerini inceleyerek MK 2'ye bağlı süreyi kendiliğinden araştırır. 30 yıl sonra açılan butlan davasında davacının güncel hukuki yararını öncelikle açıklaması ve ispat etmesi beklenir. Bu yapılmadığı takdirde hakkın kötüye kullanılması sınırlaması iş görmez hale gelir.
Butlan yaptırımının ileri sürülmesi bakımından bir zaman sınırlamasının bulunmaması hukuk güvenliğine uygun düşmemektedir. Hukuk güvenliği ve dürüstlük kuralı gereği somut olayın özelliğine göre sürenin geçmesi ile düzelme sonucu ortaya çıkabilir. Batıl olmasına rağmen icra edilen bir kararın icrasının geri döndürülmesi pratik zorluklardan dolayı mümkün olmayabilir. Üçüncü kişilerin korunması gereği butlanın tespitine engel olabilir.
Butlanın tespiti kararı şirketler hukukundaki iptal kararı gibi makable şamil kurucu yenilik doğurucu bir karar olmayıp açıklayıcı ve beyan edici bir karardır. MK 156 düzenlemesi de aynı yöne işaret etmektedir.
Yargılama aşamaları içinde dürüstlük kuralı tartışması var ise de buna açıkca vurgu yapılmamıştır.
30 yıl sonra açılan butlan davasında davacının güncel hukuki yararını ortaya koyması ve ispat etmesi hukuk güvenliği ve istikrarı adına şarttır. Somut uyuşmazlıkta bu keyfiyetin yerine getirildiğini söylemeye imkan yoktur.
Nitekim tüzel kişiliği olan kooperatiflerde mal devri için genel kurul kararı aranır. Bir olayda mal devri ile ilgili 2007'de yapılan genel kurulun çağrı merasimine uymadan karar aldığı 5 yıl sonra butlan hali ileri sürülmüş mahkeme ret kararı vermiş MK 2'ye bağlı gerekçe değişikliği ile karar özel dairece onanmış (23. HD 01.07.2015 tarih 4429-5084 sayılı ilamı), yine bir başka olayda 1991 yılında mal tahsisi suretiyle vakıf kurma işleminde genel kurul kararının iptal edildiği bu sebeple tapu iptal ve tescil istenmiş, mahkemesince ret kararı verilmiş, genel kurul iptali kararının vakfa karşı kesin hüküm gücü bulunmadığı belirtilerek gerekçe değişikliği ile ret kararı özel dairesince onanmıştır (23. HD 12.06.2017 tarih 60-1775 sayılı ilamı).
Hâl böyle olunca, yukarıda yaptığım açıklama ilavesiyle, yerel mahkeme kararının onanması görüşünde olduğumdan, aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Abdullah ERGİN
Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 20 üyenin 18'i BOZMA, 2'si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
EVLENME TARİHİ ÜZERİNDEN NE KADAR ZAMAN GEÇERSE GEÇSİN BUTLAN DAVASI HER ZAMAN AÇILABİLİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2-2672
KARAR NO : 2018/1717
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara 1. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 03/04/2014
NUMARASI : 2014/210 - 2014/429
DAVACI : H.E.
VASİSİ : G.E. vekili Av. Ü.T.
DAVALI : Y.A.
VASİSİ : R.A.
MÜTEVEFFA : R.E.
Taraflar arasındaki “evlenmenin butlanı bunun mümkün olmaması halinde boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 1. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.02.2013 tarihli ve 2011/654 E., 2013/163 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/12635 E., 2013/26132 K. sayılı kararı ile;
"... Eşlerin birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması (TMK.md.145/2) veya eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığının olması (TMK.md.145/3) evlenmeyi mutlak butlanla sakatlar. Mutlak butlan davası için, kanunda herhangi bir "hak düşürücü süre" öngörülmemiştir. Bu nedenle evlenme tarihi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, dava her zaman ikame edilebilir. Davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesi; buna göre mutlak butlan sebebi mevcutsa butlana karar verilmesi; değilse ikinci kademede boşanma isteğinin de bulunduğu dikkate alınarak bu çerçevede delillerin toplanıp gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekir. Diğer yandan, mutlak butlanla sakat olan bir evliliğin dahi, "hakimin bu husustaki kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğuracağı" hususunun açık kanun hükmü olması (TMK.md.156) karşısında; dava hakkının kötüye kullanılması (TMK.md.2) da söz konusu değildir. Öyleyse açıklanan yönde araştırma yapılarak sonucuna göre karar vermek gerekirken, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir....."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; evlenmenin mutlak butlan nedeniyle iptali, bunun mümkün olmaması hâlinde boşanma istemine ilişkindir.
Davacı (kadın) vekili, hem müvekkilinin hem de davalının kısıtlı olduğunu, her ikisinin de aklen kendi işlerini görebilecek durumda olmadıklarını, tarafların 2009 yılından beri ayrı yaşadıklarını ileri sürerek evliliğin mutlak butlan nedeniyle iptaline olmadığı taktirde ise tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı erkek vasisi, tarafların 35 yıldır evli olduklarını, birbirlerine destek olarak bu evliliği sürdürdüklerini, ancak davacı vasisinin davacının mallarına el koymak istediğini, davacının üç aylık maaşını alarak kendi çıkarına harcadığını, bu nedenle davacı vekilinin iddialarının yok sayılması gerektiğini belirterek 21.12.2012 tarihli dilekçe ile abisinin de boşanmak istediğini bildirmiştir.
Mahkemece, tarafların 1979 tarihinden 2009 yılına kadar birlikte yaşadıkları, 2009 yılında anlaşılamayan bir sebeple davacının ailesinin davacıyı yanlarına alarak bu davayı açtığı, 30 yıl sonra açılan davanın iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, her iki tarafın engelli olmasına karşın Anayasanın 90. maddesine göre iç hukuk gibi uygulanması gereken uluslararası sözleşmeler dikkate alındığında Türkiye tarafından kabul edilen ve 4721 Sayılı. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 145. maddesine göre özel hüküm niteliğinde olan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme uyarınca evliliğin engellilerin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceği gerekçesiyle butlan davasının, diğer yandan boşanmayı gerektirecek ve davalıdan kaynaklanan bir kusurun varlığı da kanıtlanmadığından boşanma talebinin reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece önceki gerekçelerle verilen direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 1979 yılında evlenen ve TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanarak vasi atandığı anlaşılan taraflar hakkında davacı kadının açtığı "butlan olmadığı takdirde boşanma" davasına konu olayda Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmesinde evliliğin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceğinin kabul edilmiş olması karşısında davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, "evlenme" Türk Medeni Kanunu açısından karşı cinsten iki insanın evlendirmeye yetkili memur önünde karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarını açıklaması ile oluşur (TMK m.142). Hukuken geçerli bir evliliğin kurulması için kanunda düzenlenen koşullara uygun davranılması gerekir. Bu koşullardan birinin veya birkaçının eksik olması hâlinde evlilik hukuken geçersiz sayılacaktır.
Evliliğin kurucu unsurları olarak sayılan "evlenmenin ayrı cinsten kişiler arasında yapılmış olması", "evlendirme memuru önünde yapılması", "tarafların karşılıklı ve sözlü iradelerini açıklamaları" hususlarından birinin gerçekleşmemesi hâlinde evlilik hiç gerçekleşmemiş gibi sonuç doğuracaktır. Başka bir anlatımla evlenmenin yokluğu söz konusu olacaktır. Yoklukla sakat olan bir evlenme aradan ne kadar süre geçerse geçsin düzelmeyeceği gibi, evlenmenin nüfus kayıtlarına işlenmesi de sonucu değiştirmeyecektir ( Dural, M/ Öğüz, T/ Gümüş, A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, İstanbul 2005, s. 72-79).
Oysa şeklen meydana gelmiş bir evliliğin, kanunun taraflarda ya da iradelerinde aradığı niteliklerin eksikliği nedeniyle ortadan kaldırılması gerekiyorsa "yokluk" kavramından değil, "butlan" kavramından söz edilecektir. TMK'da evlenmenin butlanı "mutlak" ve "nispi" butlan hâlleri olmak üzere ayrı ayrı düzenlenmiş olup, geçerlilik şartlarındaki sakatlık kamu düzenini ilgilendiriyorsa "mutlak butlan", kamu yararı değil de ilgililerin özel menfaatleri söz konusuysa nispi butlan hâllerinden söz edilir.
Nitekim, TMK'nın 145. maddesi:
"Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır:
1. Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,
2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması
3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,
4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması." ;
146. maddesi ise "mutlak butlan davasını Cumhuriyet Savcısının re'sen ve ilgilisi olan herkesin açabileceği" hükümlerini içermektedir.
Madde metninden de anlaşıldığı üzere mutlak butlan hâlleri Kanunda sınırlı olarak sayılmış ve bu hâllerden birinin varlığı durumunda evlenmenin kesin hükümsüz olacağı yani mutlak butlanla batıl olduğu düzenlenmiştir.
TMK'nın 156. maddesinde de; "Batıl bir evlilik ancak hakimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan halinde bile evlenme, hakimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur." hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla batıl bir evliliğin butlanına karar verilinceye kadar eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak, çocukların bakım ve eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermek, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmakla yükümlüdürler. İptal kararı geçmişe etkili olmadığından, evliliğin önceden meydana getirdiği hüküm ve sonuçlar butlan kararının kesinleşmesiyle ortadan kalkmayacaktır (Akıntürk, T./ Ateş Karaman, D.: Türk Medeni Hukuku, İkinci Cilt, Aile Hukuku, 2012, s. 230). Öte yandan, TMK'nın 148.- 151. maddeleri arasında düzenlenen ve ilgilisi olan herkes tarafından değil de sadece eşler tarafından açılan nispi butlan hâlleri için altı aylık ve beş yıllık hak düşürücü süreler öngörülmüş iken; mutlak butlan davası için kanunda bir süre öngörülmemiş olup, bu dava her zaman açılabilir.
Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözünü için davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü ve TMK'nın 145. maddesinin 2. ve 3. fıkralarında düzenlenen "ayırt etme gücünden sürekli yoksunluk" ve "akıl hastalığı" kavramlarının incelenmesinde de yarar vardır.
TMK'nın 13. maddesinde "Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." düzenlemesi mevcuttur.
TMK'nın 15. maddesine göre ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla ayırt etme gücü bulunmayan kimselerin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Ayırt etme gücü bulunmayan kimseler fiil ehliyeti açısından tam ehliyetsizler grubunu oluşturur ve TMK'nın 125. maddesine göre ayırt etme gücüne sahip olmayanlar evlenemez.
Ancak ayırt etme gücünden yoksunluğun mutlak butlan sebebi sayılması için "sürekli" olması gerekmektedir. Evlenme töreninin yapıldığı sırada "geçici" olarak ayırt etme gücünden yoksunluk mutlak butlan değil nispi butlan sebebi teşkil edecektir (TMK m.148).
Daha çok tıp biliminin uğraş alanına giren akıl hastalığının tanımı ise Türk Medeni Kanunu'nda yapılmamıştır. Ancak TMK'nın 133. maddesi "akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler" hükmünü içermektedir. Bu hükümden anlaşılacağı üzere, akıl hastalığı kural olarak kesin evlenme engellerinden biridir. Ancak bu engel her türlü akıl hastalığını kapsamamaktadır. Gerçekten, mevcut akıl hastalığının evlenme bağlamında herhangi bir sakınca doğurmayacağı resmî sağlık kurulu raporuyla belgelendiği taktirde, bu hastalığa yakalanmış olan bir kişinin evlenmesine engel olunamayacaktır.
Görüleceği üzere; burada sözü edilen akıl hastalığı ayırt etme gücünü sürekli ortadan kaldırmayan akıl hastalığıdır. Çünkü akıl hastalığı ayırt etme gücünü sürekli ortadan kaldırıyorsa, TMK'nın 125. maddesinde belirtildiği üzere bu kişi zaten evlenme ehliyetine sahip değildir (Dural, M/ Öğüz, T/ Gümüş, A; s.60).
TMK'nın 405. maddesinde düzenlenen "akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır" hükmü gereğince akıl hastalığı ve nitelik olarak değil de nicelik olarak farklılık arz eden, başka bir anlatımla daha hafif bir psişik bozukluğu ifade eden "akıl zayıflığı" hâlleri aynı zamanda kanunda sayılan kısıtlama sebeplerinden birini teşkil etmektedir (Dural, M/ Öğüz, T/ Gümüş, A, s.578).
Bu noktada iç hukukumuz açısından yukarıda belirtilen düzenlemelerin yanında Anayasa'nın 90/5. maddesinde yer alan, "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" düzenlemesi gereğince, Avrupa İnsan Hakları (ve Temel Özgürlüklerin Korunması Hakkında) Sözleşme (AİHS) ile mahkeme gerekçesine konu edilen Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin konuyla ilgili hükümlerinin irdelenmesi gerekmektedir.
Şöyle ki, "evlenme hakkı" başlıklı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 12. maddesine göre "Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, bu hakkın kullanımını düzenleyen ulusal yasalara uygun olarak evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir". Madde metninde "ulusal yasalara uygun olarak" demek suretiyle evliliğin şekli ile ilgili hususların devletin taktir yetkisine bırakıldığı, hakkın özünü ortadan kaldıracak ya da kullanılmasını engelleyecek boyutta olmadıkça evlenmenin ulusal yasalara uygun olarak yapılacağı kastedilmektedir (Çakmak, U.R: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde Evlenme Hakkı, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.25, S.2, 2017, s.165-167). Görülmektedir ki, uluslararası sözleşme iç hukuk hükümleri ile çelişen bir düzenleme getirmemiştir.
Yerel mahkeme gerekçesine konu edilen ve Türkiye tarafından kabul edilerek 28.10.2009 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin "Hane ve aile hayatına saygı" başlıklı 23. maddesinde;
"1. Taraf Devletler evlilik, aile, ebeveynlik ve özel ilişkilere dair meselelerde engellilere karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak için uygun tedbirleri etkin bir şekilde ve engellilerin diğer bireylerle eşit olduğunu gözeterek alır. Bu çerçevede aşağıda belirtilenler sağlanmalıdır:
(a) Evlilik çağına gelmiş engellilerin evlenme ve aile kurma hakkının tanınması ve bu hakkın evlenmek isteyen eşlerin serbest iradeleri ve rızaları doğrultusunda kullanılması;
(b) Engellilerin çocuklarının sayısına ve yaş aralığına, serbestçe ve sorumluluğunu taşıyarak karar verme hakkının tanınması ve yaşlarına uygun bilgiye, üreme ve aile planlaması eğitimine erişim hakkının tanınması ile bu haklarını kullanmaları için gereken araçların oluşturulması;
(c) Çocuklar dahil olmak üzere engellilerin diğer bireylerle eşit koşullar altında doğurganlıklarından mahrum bırakılmaması..." düzenlemesi mevcuttur.
Sözleşme hükmü incelendiğinde evlenme ve aile kurma hakkının, hiçbir ayrıcalık gözetmeksizin engellilere de tanınması gerektiği belirtilmiş ancak 23. maddenin a) fıkrasında bu hakkın evlenmek isteyen eşlerin serbest iradeleri ve rızaları doğrultusunda kullanılacağı öngörülmüştür. Belirtilen fıkrada "serbest irade ve rıza" sözcüklerine yer verilmesi karşısında sözleşmede evlenme hakkının, iç hukukumuzun aksine, "ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilere de" tanındığını kabul etmek için yeterli olmayacaktır. Çünkü ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin serbest irade ve rıza açıklamaları hukuki sonuç doğurmamaktadır. Bu noktada engellilerin tüm insan hak ve özgürlüklerinden tam ve eşit bir şekilde yararlandırılmasını teşvik ve temin amaçlı getirilen bu sözleşmenin TMK'nın evlenmenin butlanı ile ilgili hükümlerini bertaraf edici nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.
Tüm bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 14.03.1979 tarihinde evlendiği, bu evlilikten müşterek çocuklarının bulunmadığı, dosya içerisinde yer alan 27.05.2003 tarihli raporlar ile taraflara "hafif mental reterdasyon" teşhisi konulduğu anlaşılmıştır. Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesine ait 06.06.2011 tarih, 2011/274 E., 2011/864 K. sayılı "vasi tayini talepli" dosyada 2011 yılında heyet raporlarına göre de taraflarda "vesayet altına alınması gerektirir akıl zayıflığı olduğu, kendi işlerini bizzat göremeyeceği, başkalarının yardımına ve bakımına muhtaç olduğu, akıl sağlığının bağımsız ve sağlıklı karar vermeye yeterli olmadığı ve vasi tayini gerektiği" belirtilmiş olup, mahkemece TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanma kararı verilerek taraflara vasi tayin edilmiş ve bu karar kesinleşmiştir. Davanın mutlak butlan olmadığı taktirde boşanma istemine ilişkin olduğu göz önüne alındığında; her ne kadar davalının evlilik tarihinden sonra "akıl hastalığı" sebebiyle kısıtlandığı sabit ise de "evlenme töreni" sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı (TMK m.145/2) veya evlenmeye engel derece akıl hastası (TMK m.145/3) olup olmadığı hususunda bir inceleme yapılmadığı anlaşılmıştır.
Ne var ki, dosya içerisindeki belgelerin de bu hususu tam olarak açıklığa kavuşturmayacağı açıktır. Mahkemece yapılacak iş, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait askerlik belgeleri, tüm doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kâğıtları, film grafileri ve reçeteler eksiksiz getirtilerek davalının "evlenme tarihinde" sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespiti; bu doğrultuda mutlak butlan sebebi mevcutsa kamu düzeni düşüncesi ile herhangi bir süreye tabi olmayan bu davanın kabulü, aksi hâlde davacının ikinci kademe isteği olan boşanma davası yönünden delillerin değerlendirilmesi olmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında otuz yıl süren bu evlilikte butlan davası açılmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, Anayasanın 90. maddesi hükmü dikkate alındığında Birlemiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin yok sayılamayacağı, bu sebeplerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Bu durumda yerel mahkemenin direnme gerekçesi Özel Daire bozma kararında ve yukarıda belirtilen bu ilave gerekçeler dikkate alındığında usul ve yasaya aykırıdır.
Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
S O N U Ç : Davacı (kadın) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen ilave nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 15.11.2018 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Uyuşmazlık, “TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanarak vasi atandığı anlaşılan ve 1979 yılında evlenen taraflar hakkında davacı kadının açtığı "butlan olmadığı takdirde boşanma" davasına konu olayda Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmesinde evliliğin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceğinin kabul edilmiş olması karşısında davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesinin gerekip gerekmediği” noktasındadır.
İlk derece mahkemesinin “Mahkemece, tarafların 1979 tarihinden 2009 yılına kadar birlikte yaşadıkları, 2009 yılında anlaşılamayan bir sebeple davacının ailesinin davacıyı yanlarına aldığını ve bu davayı açtığı, 30 yıl sonra açılan bu davanın iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı, her iki tarafın engelli olmasına karşın Anayasanın 90. maddesine göre iç hukuk gibi uygulanması gereken uluslararası sözleşmeler dikkate alındığında Türkiye tarafından kabul edilen ve TMK'nın 145. maddesine göre özel hüküm niteliğinde olan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme uyarınca evliliğin engellilerin insan hakkı olduğu ve engellenemeyeceği gerekçesiyle butlan davasının, diğer yandan boşanmayı gerektirecek ve davalıdan kaynaklanan bir kusurun varlığı da kanıtlanmadığından boşanma talebinin reddine” dair gerekçeler ile verdiği direnme kararı çoğunluk görüşü ile Yüksek Özel Dairenin görüşü olan “Eşlerin birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunmasının (TMK.md.145/2) veya eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığının olmasının (TMK.md.145/3) evlenmeyi mutlak butlanla sakatladığı, mutlak butlan davası için, kanunda herhangi bir "hak düşürücü süre" öngörülmediği, bu nedenle evlenme tarihi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, davanın her zaman ikame edilebileceği, davalının evlenme tarihinde sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunup bulunmadığı veya evlenmeye engel derece akıl hastası olup olmadığı hususunun, Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmak suretiyle tespit edilmesi; buna göre mutlak butlan sebebi mevcutsa butlana karar verilmesi; değilse ikinci kademede boşanma isteğinin de bulunduğu dikkate alınarak bu çerçevede delillerin toplanıp gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği, diğer yandan, mutlak butlanla sakat olanbir evliliğin dahi, "hakimin bu husustaki kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğuracağı" hususunun açık kanun hükmü olması (TMK.md.156) karşısında; dava hakkının kötüye kullanılmasının (TMK.md.2) da söz konusu olmadığı, araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile hüküm kurulmasının doğru olmadığı” gerekçesi ile direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Dosya içeriğine göre, taraflardan erkeğin 1950 doğumlu olup askerlik ödevini yerine getirdiği, davacı kadının ise 1954 doğumlu olduğu, tarafların 1979 yılında evlendikleri, 2003 yılında akıl zayıflığı, hafif düzeyde Mental Rateradasyon nedeni ile rapor aldıkları ve her ikisine de 2011 yılı başlarında akıl zayıflığı tanısı da konularak TMK.’un 405 maddesi uyarınca vasi tayin edildiği anlaşılmaktadır.
Normatif düzenlemelere incelendiğinde ise;
TMK.’un 145/1.3 maddesi uyarınca “Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması” evlenmenin mutlak butlanla batıl olmasını gerektirir. Aynı kanunun 146. maddesi uyarınca da “Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından re'sen açılır. Bu dava, ilgisi olan herkes tarafından da açılabilir. Keza 256. maddesine göre ise “Batıl bir evlilik ancak hakimin kararıyla sona erer. Mutlak butlan halinde bileevlenme, hakimin kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur”.
O halde bu düzenleme gereği, tarafların evlenme anında evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalıklarının olması gerekir.
Diğer taraftan TMK.’dan sonra taraflar evli iken Birleşmiş milletler tarafından 13.12.2006 tarihinde imzalanan, ancak Türkiye tarafından 03.12.2008 tarihinde 5825 sayılı kanun ile onaylanan ve 18.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve bu nedenle Anayasa’nın 90. Maddesi uyarınca iç hukuk normu haline gelen Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme hükümlerinin de gözardı edilmemesi gerekir.
Anılan Sözleşmenin 1. maddesine göre “Bu Sözleşme'nin amacı, engellilerin tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden tam ve eşit şekilde yararlanmasını teşvik ve temin etmek ve insanlık onurlarına saygıyı güçlendirmektir. Engelli kavramı diğer bireylerle eşit koşullar altında topluma tam ve etkin bir şekilde katılımlarının önünde engel teşkil eden uzun süreli fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan kişileri içermektedir”. Sözleşmenin 5/1 maddesinde ise açıkça “Taraf Devletlerin herkesin hukuk önünde ve karşısında eşit olduğunu ve ayrımcılığa uğramaksızın hukuk tarafından eşit korunma ve hukuktan eşit yararlanma hakkına sahip olduğunu kabul ettiği”, bu hükme paralel olarak Hane ve Aile Hayatına Saygı başlığı ile düzenlenen 23/1 maddesi ile “Taraf Devletlerin evlilik, aile, ebeveynlik ve özel ilişkilere dair meselelerde engellilere karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak için uygun tedbirleri etkin bir şekilde ve engellilerin diğer bireylerle eşit olduğunu gözeterek alacağı” belirtilmiştir. Aynı maddenin 1.a bendinde “Evlilik çağına gelmiş engellilerin evlenme ve aile kurma hakkının tanınması ve buhakkın evlenmek isteyen eşlerin serbest iradeleri ve rızaları doğrultusunda kullanılması” gerekeceği de belirtilmiştir.
Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göreyürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.
Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme Türk Medeni Kanunu’ndan sonra yürürlüğe girmiştir. Özellikle zihinsel engellilerin de aile ve hane hayatına saygı kapsamında evlenmelerinin sağlanması için özellikle Medeni Kanunu hükümlerinin sözleşmeye uyumlu hale getirilmesi gerekir. Ancak kanun sözleşme hükümleri ile çatılmakta ise Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca sözleşme hükmü esas alınacaktır.
Somut uyuşmazlıkta yaklaşık 30 yıl önce evlenen tarafların, sağlık raporu almadan evlenmeleri olanaklı değildir. Davalı erkek askerlik ödevini yaptığına göre o tarihte akıl hastalığından söz etmek olanaklı değildir. Kaldı ki taraflarda evlilik devam ederken akıl hastalığı değil, akıl zayıflığı meydana gelmiştir. Tarafların rızaları ile kurulmuş evliliğin sonradan yürürlüğe giren Uluslararası Sözleşme hükümlerinden “aile ve hane hayatına saygı” ilkesi uyarınca geçerli kabul edilmesi gerekir. Yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerektiği düşüncesinde olduğumdan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.
Bektaş KAR
Üye
KARŞI OY
Butlan davası için hak düşürücü süre öngörülmediği doğrudur. Hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı asıldır. Süre kayıtlaması yok ise de hakkın kötüye kullanılması yasağına bağlı (MK 2) süre kaydı vardır. Toplum düzeninin belirli bir hukuki disiplin için de cereyanı hedeflenmiştir. Hâkim her somut olayın özelliklerini inceleyerek MK 2'ye bağlı süreyi kendiliğinden araştırır. 30 yıl sonra açılan butlan davasında davacının güncel hukuki yararını öncelikle açıklaması ve ispat etmesi beklenir. Bu yapılmadığı takdirde hakkın kötüye kullanılması sınırlaması iş görmez hale gelir.
Butlan yaptırımının ileri sürülmesi bakımından bir zaman sınırlamasının bulunmaması hukuk güvenliğine uygun düşmemektedir. Hukuk güvenliği ve dürüstlük kuralı gereği somut olayın özelliğine göre sürenin geçmesi ile düzelme sonucu ortaya çıkabilir. Batıl olmasına rağmen icra edilen bir kararın icrasının geri döndürülmesi pratik zorluklardan dolayı mümkün olmayabilir. Üçüncü kişilerin korunması gereği butlanın tespitine engel olabilir.
Butlanın tespiti kararı şirketler hukukundaki iptal kararı gibi makable şamil kurucu yenilik doğurucu bir karar olmayıp açıklayıcı ve beyan edici bir karardır. MK 156 düzenlemesi de aynı yöne işaret etmektedir.
Yargılama aşamaları içinde dürüstlük kuralı tartışması var ise de buna açıkca vurgu yapılmamıştır.
30 yıl sonra açılan butlan davasında davacının güncel hukuki yararını ortaya koyması ve ispat etmesi hukuk güvenliği ve istikrarı adına şarttır. Somut uyuşmazlıkta bu keyfiyetin yerine getirildiğini söylemeye imkan yoktur.
Nitekim tüzel kişiliği olan kooperatiflerde mal devri için genel kurul kararı aranır. Bir olayda mal devri ile ilgili 2007'de yapılan genel kurulun çağrı merasimine uymadan karar aldığı 5 yıl sonra butlan hali ileri sürülmüş mahkeme ret kararı vermiş MK 2'ye bağlı gerekçe değişikliği ile karar özel dairece onanmış (23. HD 01.07.2015 tarih 4429-5084 sayılı ilamı), yine bir başka olayda 1991 yılında mal tahsisi suretiyle vakıf kurma işleminde genel kurul kararının iptal edildiği bu sebeple tapu iptal ve tescil istenmiş, mahkemesince ret kararı verilmiş, genel kurul iptali kararının vakfa karşı kesin hüküm gücü bulunmadığı belirtilerek gerekçe değişikliği ile ret kararı özel dairesince onanmıştır (23. HD 12.06.2017 tarih 60-1775 sayılı ilamı).
Hâl böyle olunca, yukarıda yaptığım açıklama ilavesiyle, yerel mahkeme kararının onanması görüşünde olduğumdan, aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Abdullah ERGİN
Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 20 üyenin 18'i BOZMA, 2'si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.