KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

İCRA MAHKEMESİ TARAFINDAN TEFHİM EDİLEN KISA KARAR USULÜNE UYGUN OLUP SÜRE TUTUM DİLEKÇESİ VERİLMEDİĞİ İÇİN İSTİNAF SÜRESİ BAŞLAMIŞTIR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2021/12-263
Karar No       : 2023/1150

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                : 
Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 26.11.2020
SAYISI                          : 2020/2233 E., 2020/2170 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 15.09.2020 tarihli ve 2020/3319 Esas,
                                        2020/7011 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki ihalenin feshi isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince şikâyetin reddine karar verilmiştir.

Kararın borçlu vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, İlk Derece Mahkemesince ek karar ile istinaf başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

Ek kararın borçlu vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesinin ek kararına yönelik istinaf başvurusunun kabulü ile ek kararın kaldırılmasına, esas karara ilişkin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle şikâyet olunan Aykut A. aleyhine açılan şikâyetin pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer şikâyet olunanlar yönünden ihalenin feshi isteminin esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı borçlu vekili ile alacaklı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı borçlu vekili ile alacaklı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. TALEP

Borçlu vekili; müvekkili aleyhine başlatılan ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilâmlı takipte Alanya ilçesi, Türkler Mahallesi, 266 ada 22 parselde kayıtlı taşınmazın 22.08.2019 tarihinde ihale edildiğini, ihale saatinde teminat veren ve ihale mahallinde belinde silah görünür şekilde bulunan, ihale alıcısını yönlendiren polis memuru Aykut A.'nın ihaleye fesat karıştırdığını, ihale alıcısı Tuncay A. ve polis memuru Aykut A.’nın birlikte geldiğini, ihale alıcısı Tuncay A. olmasına karşın ihale alıcısı gibi ihale saatinde teklifleri ve teminat bedelini kendisinin Tuncay A. gibi ileri sürdüğünü, mezat salonunda bulunan pey sürecek kişilerin tabancanın üzerlerinde oluşturduğu cebir dolayısıyla pey süremediklerini ileri sürerek ihalenin feshine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Alacaklı vekili; alacaklı vekili olarak ihaleye katılarak pey sürdüklerini, borçlunun iddia ettiği gibi bir olayın gerçekleşmediğini, ihaleye yüksek bir katılımın olduğunu, taşınmaz muhammen bedelin üzerinde bir bedelle ihale edildiğinden zarar unsurunun oluşmadığını belirterek şikâyetin reddini savunmuştur.

2. İhale alıcısı vekili; taşınmazın muhammen bedelinin üstünde bir bedelle ihale edildiğini, zarar unsurunun gerçekleşmediğini, şikâyet dilekçesinde belirtilen olayın gerçekleşmediğini, ihaleye beş kişinin katıldığını belirterek şikâyetin reddini savunmuştur.

3. Şikâyet olunan Aykut A.; usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen cevap vermemiştir.

 III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

1. İlk Derece Mahkemesinin 05.11.2019 tarihli ve 2019/548 Esas, 2019/840 Karar sayılı kararı ile; tanık beyanları, icra dosyası ve icra tutanaklarının incelenmesinde, borçlunun iddia ettiği ihaleye fesat karıştırıldığı olgusunun soyut beyanlardan ibaret olduğu, ihale gününe ilişkin kamera kayıtlarına göre borçlunun iddia ettiği gibi bir olayın yaşanmadığı, yine açık arttırma tutanağı incelendiğinde ihaleye birden fazla kişinin katıldığı ve pey sürdüğü, tanık Adem Ç. mezat salonunda belinde silah bulunan bir kişi olduğunu bu nedenle kendisinin korkup pey süremediğini beyan etmiş ise de açık arttırma tutanağının incelenmesinde tanığın ihale günü 200.000,00 TL pey sürdüğü, bu hâliyle ihaleye fesat karıştırıldığı olgusunun ispat edilemediği gerekçesi ile şikâyetin reddine, borçlunun 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (2004 sayılı Kanun) 134 üncü maddesi gereğince ihale bedelinin % 10'u oranında para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

2. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı borçlu vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

3. İlk Derece Mahkemesinin 02.12.2019 tarihli ve 2019/548 Esas, 2019/840 Karar sayılı ek kararı ile; kararın borçlu vekilinin yüzüne karşı verildiği, borçlu vekilinin kararın tefhiminden itibaren on günlük süre içerisinde istinaf başvurusunda bulunmadığı gerekçesi ile istinaf talebinin süre yönünden reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen ek kararına karşı süresi içinde borçlu vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 07.02.2020 tarihli ve 2020/207 Esas, 2020/297 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesinin kısa kararı hükme ilişkin tüm hususları içermediğinden bu kısa kararın açıklanmasının "hükmün tefhimi" niteliğinde olmadığı, bu nedenle gerekçeli hükmün tebliği ile istinaf süresinin başladığı, gerekçeli hükmün tebliğ tarihine göre istinaf başvurusu süresinde olduğundan İlk Derece Mahkemesinin ek kararı kaldırılarak ihalenin feshi isteminin reddine yönelik istinaf başvurusunun esastan incelendiği, Cumhuriyet Savcılığının soruşturma dosyasından alınan bilirkişi raporunda ihaleye ilişkin kamera görüntülerinin ayrıntılı olarak incelendiği, ihale alıcısı Tuncay A.'nın yanında ihaleye katılan kişinin Aykut A. olmadığı, Tuncay A.'nın yanında gelen kişinin de silah taşımadığı, bu kişinin ihale tutanağını imzalamadığı, pey sürmediği, yalnızca ihale alıcısı Tuncay'ın verdiği teminat parasını icra memurunun masasına bıraktığı, ihale tutanağına göre borçlunun tanığı Adil Ç. adlı kişinin ihalede pey sürdüğü ve ihaleye beş kişinin katıldığı, tüm bu hususlar değerlendirildiğinde ihaleye fesat karıştırılmadığı, taşınmaz muhammen bedelin üzerinde bir fiyatla satılmış olsa da ihaleye fesat karıştırıldığı iddiası için tanık dinlenip esastan inceleme yapıldığından borçlu aleyhine para cezası verilmesinin de yasaya uygun olduğu, şikâyet olunan Aykut A. adlı kişinin icra dosyasında alacaklı, borçlu, ihalede pey süren, ihaleyi alan kişi sıfatları bulunmadığı gerekçesi ile İlk Derece Mahkemesinin ek kararına yönelik şikâyetçinin istinaf başvurusunun kabulü ile ek kararın kaldırılmasına, istinaf başvurusunun esastan kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin Kararının kaldırılmasına, Aykut A. aleyhine açılan şikâyetin pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer şikâyet olunanlar yönünden ihalenin feshi isteminin esastan reddine, 2004 sayılı Kanun’un 134 üncü maddesinin ikinci fıkrası gereğince ihale bedelinin % 10'u oranında para cezasının borçludan alınarak hazineye verilmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu vekili ile alacaklı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

“… 02.03.2005 tarih ve 5311 sayılı Kanunun 24. maddesi ile değişik 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 363/1. maddesine göre, istinaf yoluna başvuru süresi, ilk derece mahkemesi kararının tefhim veya tebliğinden itibaren on gündür.

Somut olayda, icra mahkemesi kararı istinaf yoluna başvurana 05/11/2019 tarihinde tefhim edildiği halde, istinaf dilekçesi belirli süre geçirildikten sonra, 29/11/2019 tarihinde verilip kaydettirilmiştir.

O halde, Bölge Adliye Mahkemesince, İİK'nun 365/1-son maddesi gereğince borçlunun istinaf isteminin süre aşımından reddine karar verilmesi gerekirken, Alanya 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 02/12/2019 tarih ve 2019/548 Esas-2019/840 Karar sayılı istinaf talebinin süre yönünden reddine ilişkin ek kararının kaldırılmasına karar verildikten sonra borçlunun istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile işin esasının incelenerek HMK'nun 353/1-b-2 maddesi gereğince Alanya 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 05/11/2019 tarih ve 2019/548 Esas-2019/840 Karar sayılı kararının kaldırılmasına karar verilmesi isabetsiz olup anılan Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile karar bozulmuş, bozma nedenine göre borçlunun temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, 2004 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinde icra mahkemesine arzedilen hususların ivedi işlerden sayılacağı ve bu işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 321 inci maddesinde “Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir.” hükmünün yer aldığı, 6100 sayılı Kanun’un 321 inci maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilenin aynı Kanun’un 297 nci maddesindeki unsurlar olduğu, buna göre mahkemenin tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını alması ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmesi gerektiği, kural olarak mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususların açıklanması gerektiği, somut olayda İlk Derece Mahkemesince verilen kısa kararda hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmadığı ve bu hâliyle usulüne uygun ve tam bir tefhimden söz edilemeyeceği gerekçesiyle oy çokluğu ile direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde borçlu vekili ile alacaklı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Borçlu vekili; ihaleye katılmak isteyen kişilerin engellenmek istenmesinin katılımın azalmasına, katılan şahısların ise teklif sunmada çekincede bulunmasına sebep olduğundan fesat niteliğinde olduğunu, tanık Adem’in ihaleye pey sürmek suretiyle katılmış ise de yalnızca bir kere pey sürebildiğini ve Aykut'un belinde bulunan tabancayı gördükten sonra pey sürmekten çekindiğini, kamera kayıtlarından anlaşılacağı üzere Aykut’un görünür şekilde bulunan tabancasıyla birlikte ihale salonunda iken katılımcıların bunu görmesi sebebiyle ihaleye katılan kişi sayısı fazla olsa bile pey süren sayısının olması gerekenden çok daha az olduğunu, bu nedenle taşınmazın olması gerekenden daha az fiyata ihale edildiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

2. Alacaklı vekili; İlk Derece Mahkemesinin 05.11.2019 tarihinde verdiği şikâyetin reddine dair karar duruşmada hazır bulunan borçlu asıl ve vekilinin yüzüne karşı verildiğini, mahkemenin kısa kararında kararın tefhiminden itibaren on günlük yasal süre içerisinde Antalya Bölge Adliye Mahkemesine istinaf yoluna başvurulabileceğinin tefhim edildiğini, hükme ilişkin tüm hususlar borçlu asıl ve vekiline açıkça ve ayrıntılarıyla tefhim edildiğini, borçlu tarafın kararın tefhiminden itibaren on günlük yasal süre geçtikten sonra istinaf talebinde bulunduğunu belirterek Bölge Adliye Mahkemesi kararının hüküm kısmının bir ve iki numaralı bentleri yönünden bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; İlk Derece Mahkemesinin kısa kararının borçlu vekilinin yüzüne karşı 05.11.2019 tarihinde verilmesi, gerekçeli kararın tebliğ edilmemesi ve kararın 29.11.2019 tarihinde istinaf edilmesi karşısında, istinaf başvurusunun süresinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre Bölge Adliye Mahkemesince istinaf talebinin reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 2004 sayılı Kanun'un 363 ve 366 ncı maddeleri,

2. 6100 sayılı Kanun'un 297 ve 321 inci maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Hukuka aykırı veya haksız olduğu iddia edilen yargı kararlarının, kural olarak bir üst dereceli veya farklı mahkemelerce, istisnai olarak da kararı veren mahkemece tekrar incelenmesine ve değiştirilmesine olanak tanıyan bu hukuksal mekanizmalara genel olarak “kanun yolu” denilmektedir.

2. Kanun yollarının öncelikli amacı; derece mahkemesi kararlarının, ikinci kez ve bu defa farklı bir yargı merci tarafından incelenmesi suretiyle söz konusu kararların doğruluğunu güvence altına almak, bu sayede dava konusu edilen subjektif hakların hukuka ve maddi gerçeğe uygun kararlarla elde edilmesini sağlamaktır. Aynı zamanda; benzer hukuksal sorunlara mahkemeler tarafından farklı çözümler getirilmesini önleyerek ülkede içtihat birliğini korumak, objektif nitelikteki bu fonksiyonu sayesinde hukukta kalitenin artırılması ve geliştirilmesine katkı sunmaktır.

3. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesinde dava açma hakkını değil, kanun yollarına başvurma hakkını da içermektedir. Kanun yollarına başvurabilme olanağının kişiye ve topluma güvence sağlaması açısından hukuk devletinin bir gereği olduğu da açıktır. Belirtilmelidir ki hukuk devleti ilkesinin zedelenmemesi, adalet mekanizmasına duyulan güvenin sarsılmaması, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmemesi için yargılama makamlarınca verilen kararların gözden geçirilmesi ve hukuka aykırı olup olmadıklarının denetlenmesi gerekmektedir. Mahkeme kararlarının denetlenmesini talep hakkı, evrensel bir hukuk ilkesi olan adil yargılanma hakkının ve hak arama hürriyetinin birer gereği olarak kabul edilmekte ise de kanun koyucu tarafından bütün mahkeme kararlarına karşı bu hak kabul edilmemiş ve bazı sınırlamalar getirilerek, üst yargı denetimi kapalı tutulmuştur.

4. Anayasanın 154 ve devamı maddelerinde her bir yargı kolunda üst derecede yer alan yüksek mahkemeler düzenlenerek, en azından iki dereceli bir yargılama teşkilatı ile mahkeme kararlarının hukuka uygunluğunun denetlenmesi zorunluluğu getirilmiştir. Bu hükümler karşısında yargı yolu denetimi anayasal bir gereklilik olmakla beraber, uygulanacak kanun yolları ve bunların kapsamı konusunda bir düzenleme yapılmayarak, bu hususlar kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır.

5. Ülkemizde iki dereceli yargılama teşkilatı mevcut iken, Yargıtayın içtihat mahkemesi olma niteliğinin korunması ve denetim yargılamasının güçlendirilerek daha etkin hâle getirilmesi için kanun koyucu tarafından istinaf incelemesi gerekli görülmüş ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun (5235 sayılı Kanun) ile ilk derece mahkemeleriyle Yargıtay arasında istinaf incelemesi yapmakla görevli olmak üzere bölge adliye mahkemeleri kurulmuştur. İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşı gidilebilen bu yol, yargı teşkilatını iki aşamalı olmaktan çıkarıp üç aşamalı hâle getirmiştir.

6. 5235 sayılı Kanun’a paralel olarak 02.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (5311 sayılı Kanun) ile temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerde değişiklik yapılmıştır.

7. İcra ve iflas hukuku, icra ve iflas takiplerinin usul hukuku niteliğindedir. Bu hukuk dalının amacı, bir yandan takip alacaklısının alacağına kavuşması için borçlu veya üçüncü kişilerin çıkarabilecekleri zorlukları ortadan kaldırmak, diğer yandan kötüniyetli takiplere karşı takip borçlusunun kendisini korumasını sağlayacak hukuki çareler bulmak, bu arada takipten etkilenen üçüncü kişilerin menfaatlerini korumak, takip işlemlerinin yapılması sırasında insan hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesini önlemektir. İcra iflas hukukunun en önemli kaynağı 2004 sayılı Kanun olup, bu Kanun icra ve iflas takibinden, tahsile kadar uygulanması gereken usul hükümlerini düzenlemektedir.

8. Borçların Devlet kuvveti yardımı ile (zorla) yerine getirilmesinde cebrî icra organlarının, alacaklı ile borçlu arasındaki menfaatler dengesini gözetmeleri gerekir (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013, s.47). Maddî hukukça kişilere tanınan hakların icrasını sağlayan cebrî icra kuralları bünyesinde önemli birtakım menfaatleri barındırır. Zira icra hukuku, alacaklı ile borçlunun menfaatlerinin yoğun bir şekilde çatıştığı bir mücadele alanıdır. Bu hukuk alanında, borcunu vadesinde kendi iradesiyle ifa etmeyen borçluya karşı, alacaklının menfaatleri devlet gücüyle korunur. Bir tarafta alacaklının, alacağını tahsil etme isteği yer almakta; diğer tarafta da, borçlunun olabildiğince malvarlığına ve şahısvarlığına zarar verilmeden borcun tahsil edilmesi veya borcunun sona ermiş olduğunu ispatlama isteği yer almaktadır. Hukukun ve özellikle cebrî icra hukukunun temel fonksiyonu da alacaklı ile borçlu arasında doğan bu menfaat çatışmasını ölçülü, hukukun temel ilkelerine ve özellikle Anayasal kurallara uygun bir şekilde dengeye oturtmaktır (Pınar Çiftçi, Menfaat Dengesi Çerçevesinde Genel İcra Hukuku ile Kamu İcra Hukukunun Karşılaştırılması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2010, Cilt 12, s.315-316).

9. 2004 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi gereğince icra mahkemesi, icra ve iflas dairelerinin işlemlerine karşı yapılan şikâyetlerle, itirazları incelemeye görevli olup takip hukukuna ilişkin kararlar veren özel bir mahkemedir. İcra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarına karşı kanun yolları 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 363, 364, 365 ve 366 ncı maddelerinde özel hükümlerle düzenlenmiştir.

10. 2004 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin birinci fıkrasında ise istinaf ve temyiz incelemelerinin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na (1086 sayılı Kanun) göre yapılacağı belirtilmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 447 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Kanun'a yapılan yollamalar, 6100 sayılı Kanun'un bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır.

11. Açıklanan bu hükümlere göre 2004 sayılı Kanun'da istinaf ve temyize ilişkin özel düzenlemeler yer almakta olup, özel düzenleme bulunmaması hâlinde kural olarak 6100 sayılı Kanun'un istinaf ve temyize ilişkin hükümleri uygulanır.

12. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun'un 24 üncü maddesi ile değişik 363 üncü maddesi, maddenin değişiklik öncesi hâlinin aksine icra mahkemesinin hangi kararlarına karşı istinaf yolunun kapalı olduğunu düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinde gösterilmeyen icra mahkemesi kararlarına karşı ait olduğu hak, alacak veya malın değer veya miktarının yasada öngörülen parasal miktarı geçmesi şartıyla istinaf yolu açıktır.

13. Anayasanın 141 inci maddesinde düzenlenmiş olan olan usul ekonomisi ilkesi takip hukukunda da uygulanır. 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesi uyarınca aleyhine istinaf yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlara ilişkin düzenlemenin temelinde usul ekonomisi ilkesi yer almaktadır. Maddede belirtilen kararlara karşı istinaf yolu kapatılarak takibin mümkün oldukça hızlı ilerleyerek alacaklıların alacaklarına bir an evvel kavuşması amaçlanmıştır. İcra takiplerinin en kısa sürede basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması usul ekonomisinin bir gereğidir. Usul ekonomisinin bir unsuru olan hızlılık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde “makul sürede yargılanma hakkı” olarak karşımıza çıkmaktadır.

 14. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğden itibaren on gündür. Cebri icra prosedürünün kısa sürede sonuçlandırılması yönündeki beklenti istinaf süresinin de kısa tutulmasına neden olmuştur.

15. 2004 sayılı Kanun'un 03.07.1940 sayılı ve 3890 sayılı Kanun ile değişik 363 üncü maddesinde tefhim yeterli görülmeyerek icra mahkemesi kararının tebliğ edilmesi şartı konulmuş, icra mahkemesi kararının tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebileceği kabul edilmişti. 18.02.1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun ile değişiklikten önce temyiz süresinin başlangıcını kararın tebliği teşkil etmekteydi. Uygulamada ilgililerin gereken özeni zamanında göstermemeleri nedeniyle kararın oluşturulmasından uzun süre geçtikten sonra kararın tebliğ edilmesi üzerine haksız çıkan tarafın temyiz etmeyebileceği bir karar için dahi temyiz yoluna başvurduğu görülüyordu. Bu nedenle de işler sürüncemede kalıyor ve bu durum doğal olarak işlerin çoğalmasına yol açıyordu. Buna son vermek için 18.02.1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun ile değişiklik yapılarak kararın yüze karşı açıklandığı durumlarda on günlük temyiz süresinin yüze karşı bildirme tarihinden itibaren başlayacağı düzenlenmiştir. Temyiz süresinin başlangıcı için yasanın kabul ettiği ölçüt karar yüze karşı açıklanmışsa açıklanma tarihi, yüze karşı açıklanmamışsa tebliğ tarihidir (E. İlhan Postacıoğlu, İcra Hukuku Esasları, İstanbul, 2010, s.930).

16. Görüldüğü üzere tebliğin sürat isteyen icra işlerinin uzamasına, işlerin sürüncemede kalmasına ve hakkın yerine getirilmesinde gecikmelere sebep olduğu gözönünde tutularak 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesi, 538 sayılı Kanun'un 140 ıncı maddesi ile değiştirilerek "tefhim veya tebliğ" şartı getirilerek bugünkü mevcut düzenlemedeki esasa geçilmiştir.

17. 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişik 365 inci maddesi uyarınca istinaf yoluna başvurma yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa 6100 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir. İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge Adliye Mahkemesi birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar.

18. İcra mahkemesi kararları aleyhine işlemleri uzatmak gibi kötüniyetle istinaf yoluna başvurulduğu anlaşılır ise 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin ikinci fıkrası göndermesi ile 6100 sayılı Kanun'un 351 inci maddesi uygulanır. Bu hüküm 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca kesin bir (istinaf yolu kapalı olan) karara karşı istinaf yoluna başvuranlar içinde uygulanır.

19. 2004 sayılı Kanun'un 18 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır.

20. 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesi;

"Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.

Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir." hükmünü,

Basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde uygulanması gereken aynı Kanun'un 297 nci maddesinin ikinci fıkrası ise; "Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." hükmünü içermektedir.

21. 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesinin ikinci fıkrası ile 297 nci maddesinin ikinci fıkrası hükümlerinden anlaşılacağı üzere hâkimin hüküm özetini tutanağa geçirmek suretiyle de kararı tefhim etmesi mümkündür. Hüküm fıkrasının (sonucunun) açık olması zorunludur. Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

22. Hüküm sonucu veya kısa karar olarak da ifade edilen hüküm fıkrası, kararın en önemli bölümüdür. Öğretide hüküm fıkrasının, kararın vücut bulmuş hâli olduğu, kararın kalbi ve özü niteliğinde bulunduğu ifade edilmektedir (Nilüfer Boran Güneysu, Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara, 2014, s.225). Hâkimin sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim ettiği durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkarılması gerekir. Aynı Kanun'un 298 inci maddesi gereğince gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Hâkim verdiği (tefhim ettiği) hüküm ile bağlıdır, sonradan hükmün yanlış olduğu kanısına varsa bile artık hükmünü değiştiremez.

23. Anayasanın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrasında, "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır" hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm ile gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

 24. İcra mahkemesi kararlarının da gerekçeli olması gerekir. Ancak kararın gerekçesi ile birlikte tefhimi, gerekçeli kararın hazırlanması belli bir zaman alacağından cebri icra prosedürünün yapısına aykırı düşebilir. Ne var ki kararın tefhimi için en az hüküm özetinin okunarak tutanağa geçirilmesini öngören 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesinin ikinci fıkrası bu sakıncayı bertaraf edebilir. Usul ekonomisi ilkesine göre takibin ve icra faaliyetlerinin mümkün olduğunca kısa sürede, basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması gerekir.

25. 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre on günlük istinaf süresi icra mahkemesi kararının taraflara tefhim edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. İcra mahkemesi, kısa kararın tefhiminden sonra (istinaf süresi olan) on gün içinde gerekçeli kararını yazıp dosyaya koymazsa ilgilinin (tefhimden itibaren on gün içinde) kısa bir istinaf dilekçesi yazıp vermesi, (bu istinaf dilekçesinde) icra mahkemesi kararını istinaf ettiğini ve gerekçeli kararı gördükten sonra ayrıntılı bir istinaf dilekçesi vereceğini belirtmesi gerekir (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflas Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2021, s.347). Kısa bir istinaf dilekçesinin verilmesinden sonra gerekçeli kararın tebliği üzerine istinaf başvurusunda bulunanın gerekçeli istinaf dilekçesi verme hakkı mevcut olduğundan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı da ihlal edilmemiş olacaktır. Gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara aykırı olması hâlinde ise istinaf süresinin tebliğden başlayacağı açıktır.

26. Diğer taraftan Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2023 tarihli ve 2021/12-560 Esas, 2023/1123 Karar sayılı kararında da benimsendiği üzere 2004 sayılı Kanun'un 366 ncı maddesinin birinci fıkrasında istinaf incelemesinin 6100 sayılı Kanun'a göre yapılacağı ifade edilmiş olup, istinaf başvurusuna karşı cevap dilekçesinin verilmesi ve cevap dilekçesiyle katılma yoluyla istinafa başvurulması mümkündür. İstinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, başvurma hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, vereceği cevap dilekçesi ile istinaf yoluna başvurabilir.

27. Açıklanan ilke ve kurallar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; alacaklı vekili tarafından borçlular aleyhine başlatılan ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takipte takip konusu taşınmaz ihale edilmiş, borçlu Adil K. vekili ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurmuştur.

28. İcra mahkemesinin borçlu vekilinin yüzüne karşı verilen 05.11.2019 tarihli kısa kararında istemin reddi ile şikâyetçinin 2004 sayılı Kanun'un 134 üncü maddesi gereğince ihale bedeli olan 320.000,00 TL'nin % 10'u oranında para cezası ile cezalandırılmasına karar verilerek, kanun yolu "...Dair, davacı (şikâyetçi) asil ve vekili ile davalı (alacaklı) banka vekili ile davalı (ihale alıcısı) Tunçay A.'nın yüzüne karşı kararın tefhiminden davalı Aykut A.'nın yokluğunda kararın tebliğinden itibaren 10 günlük yasal süre içerisinde Antalya Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmek üzere mahkememize yapılacak olan istinaf talebi yolu açık olmak üzere..." şeklinde gösterilmiştir.

29. Borçlu vekili 29.11.2019 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesi sunarak istinaf başvurusunda bulunmuştur. Borçlu vekiline gerekçeli karar tebliğ edilmemiştir. İlk Derece Mahkemesinin ek kararıyla istinaf başvurusunun süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, borçlu vekilince ek kararın yasal süresinde istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusu süresinde kabul edilerek istinaf incelemesi yapılmıştır. Özel Dairece İlk Derece Mahkemesince kararının borçlu vekilinin yüzüne karşı verildiği, kararın tefhiminden itibaren yasal on günlük süreden sonra istinaf başvurusunda bulunduğu, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

30. 2004 sayılı Kanun'un 134 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihalenin feshi talebi üzerine icra mahkemesi talep tarihinden itibaren yirmi gün içinde duruşma yapar ve taraflar gelmeseler bile icap eden kararı verir. Somut olayda icra mahkemesince 05.11.2019 tarihinde tefhim edilen kısa karar 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre usulüne uygun olup tefhim ile istinaf süresi başlamıştır. Borçlu vekili on günlük istinaf süresi içinde icra mahkemesi kararını istinaf ettiğini ve gerekçeli kararı gördükten sonra ayrıntılı bir istinaf dilekçesi vereceğini belirten kısa bir istinaf dilekçesi sunmamıştır. O hâlde Bölge Adliye Mahkemesince borçlu vekilinin istinaf isteminin reddine karar verilmesi gerekir.

31. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2013 tarihli ve 2013/12-339 Esas, 2013/1474 Karar ile 01.04.2015 tarihli ve 2014/12-1271 Esas, 2015/1157 Karar sayılı kararlarında 2004 sayılı Kanun'un 5311 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki 363 üncü maddesinde öngörülen tefhim veya tebliğden itibaren on günlük temyiz süresinin kısa kararın yüzüne karşı verilen taraf yönünden tefhimden itibaren başlayacağı kabul edilmiştir.

32. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 6100 sayılı Kanun'un 321 inci maddesi uyarınca hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığının kabul edilmesi gerektiği, kanun hükmünün de zorunlu nedenlerle bu bildirimin yapılmayabileceğini kabul ederek bu hâlde hüküm özetinin tutanağa yazdırılmasını yeterli gördüğü ancak bu hâlde de kararın bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması zorunluluğunu getirdiği, bu zorunlulukla birlikte değerlendirildiğinde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle birlikte açıklanmadığı hâllerde kısa sözlü bildirimin yetmediği ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerektiği, gerekçeli kararın geçerli bildiriminin de tebliğ olduğuna göre istinaf kanun yolu süresinin de bu tebliğden başlayacağının kanun hükmünün açık sonucu olduğu, 2004 sayılı Kanun'un 363 üncü maddesindeki tefhim veya ibaresinden sonra yer verilen tebliğ sözcüğünü duruşmada bulunmayan tarafı kapsayan bir bir ibare olarak değil, duruşmada bulunup da kendisine kanunun aradığı şekle uygun tefhim yapılmayan tarafları da kapsayan bir ibare olarak kabul edilmesi gerektiği, somut olayda mahkemece tefhim edilen kısa kararda hüküm sonucunun tüm unsurlarının gösterilmediği ve kararın gerekçesinin de açıklanmadığı, bu durumda kanunun aradığı unsurları içeren bir tefhim bulunmadığından kararın taraflara tebliğ edilmesi ve istinaf kanun yolu süresinin de tebliğ tarihinden başlatılması gerektiği gerekçesiyle direnme kararının uygun olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

33. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 5311 sayılı Kanun ile değişik 2004 sayılı Kanun'un 364 üncü maddesinin ikinci fıkrasının göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre borçlu vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harçlarının yatıranlara ayrı ayrı geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

29.11.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I  O Y"

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda istinaf ve temyize ilişkin hükümler bulunmakta ise de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda olduğu gibi ayrıntılı hükümlere yer verilmemiş ancak istinaf ve temyiz incelemelerinin 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na göre yapılacağı (İİK 366/1) düzenlenmek suretiyle yollama yapılmakla yetinilmiştir. Bu yollama hükmü nedeniyle İİK’da istinaf ve temyize ilişkin hüküm bulunmayan konularda HMK hükümleri uygulanmalıdır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK) 363/1 inci maddeye göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür. Maddede sözü edilen tefhim, mahkeme tarafından verilen kararın duruşmada bulunan tarafa veya taraflara hakim tarafından sözlü olarak bildirilmesidir.

Bu bildirimin hükmün tüm unsurlarıyla ve gerekçesiyle açıklanmasıyla mı yoksa hüküm sonucunun esaslı noktalarının açıklanmasıyla mı yapılacağı konusunda İİK’da açık bir hüküm bulunmamakta ise de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) bu konuyu düzenlemiştir. İcra hukuk mahkemesinde uygulanacak yargılama usulü konusunda da İİK’daki özel düzenlemeler ile İİK hükümlerinden kaynaklanan farklı uygulama yapılmasını gerektiren durumlar saklı kalmak üzere HMK hükümlerinin uygulanması gerektiğinden tefhimin nasıl olması gerektiği konusunda HMK hükümleri uygulanmalıdır.

Tefhimin nasıl yapılacağı HMK’da yazılı yargılama usulü ve basit yargılama usulü bakımından farklı düzenlenmiştir. İcra hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulandığından (İİK 18/1), bu usulde tefhimin nasıl olması gerektiği konusundaki HMK hükümlerine bakmak gerekir.

Bu konuda HMK’da basit yargılama usulüne ilişkin olarak 321 inci madde hükmü bulunmaktadır. Bu maddenin birinci fıkrasında; tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkemece tarafların son beyanları alınıp yargılamanın sona erdiği bildirilerek kararın tefhim edileceği ikinci fıkrasında ise kararın tefhiminin, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşeceği ancak zorunlu hâllerde, hâkimin bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebileceği ve bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerektiği hükme bağlanmıştır.

Bu hükmün sonucu olarak basit yargılama usulünde hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle açıklanmadığı hâllerde Kanunun aradığı koşulları taşıyan bir bildirimin yapılmadığı kabul edilmelidir. Kanun hükmü de zorunlu nedenlerle bu bildirimin yapılmayabileceğini kabul ederek bu hâlde hüküm özetinin tutanağa yazdırılmasını yeterli görmüş ancak bu hâlde de kararın bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması zorunluluğunu getirmiştir.

Bu zorunlulukla birlikte değerlendirildiğinde kanuna uygun bir tefhimin bulunmadığı yani hükmün tüm unsurları ve gerekçesiyle birlikte açıklanmadığı hâllerde kısa sözlü bildirim yetmemekte ayrıca gerekçeli kararın tebliği yoluyla bildirim yapılması gerekmektedir. Gerekçeli kararın geçerli bildirimi de bu tebliğ olduğuna göre istinaf kanun yolu süresinin de bu tebliğden başlayacağı kanun hükmünün açık sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenledir ki istinaf yoluna başvuru süresinin tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün olduğunu düzenleyen İİK 363 üncü maddede, tefhim veya ibaresinden sonra yer verilen tebliğ sözcüğünü, salt duruşmada bulunmayan tarafı kapsayan bir bir ibare olarak değil, duruşmada bulunup da kendisine kanunun aradığı şekle uygun tefhim yapılmayan tarafları da kapsayan bir ibare olarak kabul etmek gerekir.

Anayasanın 40 ıncı maddesinde "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" hükmü bulunmaktadır. Anayasadaki bu zorunluluğa uygun biçimde HMK’nın 297 nci maddesinde de varsa kanun yolları ile süresinin hüküm sonucunda yer alması gerektiği belirtilmiştir. Bu sürenin gösterilmesi zorunluluğu gün sayısı olarak bir göstermeyi değil, bu sürenin hangi tarihten başlayacağının gösterilmesini de gerektirmektedir. Zira sürenin başladığı ve sona erdiği tarihleri anlaşılır biçimde ortaya koymayan ifadeler, anayasada yer verilen kanun yolu sürelerini gösterme zorunluluğunun yerine getirildiği anlamına gelmeyecektir.

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28.04.2023 tarih ve 2021/5 Esas, 2023/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; hukuk davalarında, hükümde kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi hâlinde, hatalı gösterilen kanun yolu süresi içerisinde yapılan kanun yolu başvurusunun incelenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Bu karar kanundaki sürelerin gün sayısı olarak hatalı gösterildiği kararlar nedeniyle verilmiş ise de içtihadı birleştirme kararları sonuçlarıyla bağlayıcı, gerekçeleriyle yol göstericidir. Bu nedenle sürenin gün sayısı olarak hatalı gösterilmesi yanında sürenin başlayacağı tarihin, kişinin yanılmasına neden olacak biçimde tefhim yerine tebliğ yazılmak suretiyle hatalı gösterilmesi hâlinde de farklı bir sonuca varılmamalı usulüne uygun bir tefhim bulunsa bile hatalı yazılan tebliğ tarihinden süre başlatılmalıdır.

Yukarıda açıklandığı üzere usulüne uygun bir tefhim olmadığı için sürenin tebliğden başlatılması gereken hâllerde mahkemenin sürenin tebliğden başlayacağına dair gösterimi kanuna aykırı olmayıp açıkça kanun hükümlerinin sonucu olduğundan bu hâlde hatalı bir kanun yolu süresi gösterimi olduğu da düşünülemez.

Usulüne uygun bir tefhim olmadığı hâlde mahkemece sürenin tebliğ yerine hatalı olarak tefhimden başlayacağının gösterilmiş olması hâlinde sonucu ne olacaktır? Bu durum kişiyi yanıltacak ise de tefhim ya da tebliğ tarihine uyması bir hak kaybına sebep olmayacaktır. Zira kişi gösterilen bu süreye uyarsa süresinden önce kanun yolu başvurusu yapmış olacak bu süreye uymaz ve tebliğ tarihini esas alarak başvurursa kanunun aradığı süre içinde başvurusunu yapmış sayılacak yine bir hak kaybına uğramamış olacaktır.

Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlamalar bir kanun hükmüne dayalı olmalıdır. Zira temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanabilmesi için kanunilik unsuru taşıyan açık bir kanun hükmü bulunması gerekir. Kanunun açık hükümleriyle sürenin tebliğden başlatılması gerektiği çok açık biçimde anlaşıldığı hâlde sürenin kanuna uygun olmayan tefhimden başlatılması mahkemeye erişim hakkının kanunilik unsuru bulunmaksızın kısıtlanması sonucu doğuracaktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece basit yargılama usulünün uygulandığı yargılamada, tefhim edilen kısa kararda hüküm sonucunun tüm unsurları gösterilmemiş ve kararın gerekçesi de açıklanmamıştır. Bu durumda kanunun aradığı unsurları içeren bir tefhim bulunmadığından kararın taraflara tebliğ edilmesi ve istinaf kanun yolu süresinin de tebliğ tarihinden başlatılması gerekmektedir.

Sürenin tebliğden başlaması gerekirken mahkemece tefhimden başlayacağı yazılmış ise de bu hatalı yazımın taraflar aleyhine bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Somut olayda henüz gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce istinaf başvurusu yapıldığı için başvurunun süresinde olduğu kabul edilerek istinaf incelemesi yapılarak karar verilmiş olması ayrıca süre aşımından ret kararı verilmesi gerektiğini belirten bozma kararı üzerine de önceki kararda direnilmiş olması yukarıda yer verilen açıklamalara uygun bir gerekçe ve sonuç içermektedir.

Tüm bu nedenlerle direnme kararı uygun bulunarak dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan, özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Birinci Başkanvekili       9. H.D. Bşk.                               Üye
Adem Albayrak                 Doç. Dr. Seracettin Göktaş        Zeki Gözütok

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 15’i BOZMA, 10’u DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.11.2023 tarihli 12-679/1151 ve 12-933/1152 sayılı kararları da aynı yöndedir.