İŞTİRAK HÂLİNDE MÜLKİYET DURUMUNDA MİRASÇILARDAN BİRİNİN FERAGATİ SONUÇ DOĞURMAZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/1-633
KARAR NO : 2022/1579
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 19/12/2019
NUMARASI : 2019/116 - 2019/326
DAVACILAR : 1- A.K. 2- A.B. 3- E.O. 4- F.A.
5- G.A. 6- L.K. 7-M.A. 8-N.A.
9- S.A. vekilleri Av. M.Ş., Av. M.T., Av. M.A.Ü.
MİRASÇILAR : B.A. ve diğerleri
DAVALI : S.S. vekili Av. M.M.K.
TEREKE TEMSİLCİSİ : S.T.
MÜTEVEFFA : B.A.
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; miras bırakan Mustafa A.’in, 245, 248 ve 640 parsel sayılı taşınmazlarını satış yoluyla davalıya temlik ettiğini, miras bırakanın satış tarihinde mal satma ihtiyacı içinde olmadığını, davalıdan da herhangi bir bedel alınmadığını, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile mirasçılar adına tesciline, tescil mümkün olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı usulüne uygun yapılan tebligata rağmen süresi içinde cevap dilekçesi sunmamış ancak duruşmadaki beyanında; dava konusu gayrimenkullerin hepsini 50.000 TL’ye satın aldığını, parayı da elden verdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. Kilis Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.02.2013 tarihli ve 2009/100 E., 2013/214 K. sayılı kararı ile; murisin adına kayıtlı bulunan dava konusu taşınmazları vefat etmeden kısa bir süre önce aynı köyde ikâmet ettiği Seydi S.'ya öldükten sonra Lütfiye'den (doğrusu Emine) olma çocuklarına devretmek üzere satış gibi gösterip bağış yaptığı, dinlenen tanık beyanlarından da dava konusu taşınmazların hâli hazırda davacılar murisi Mustafa A.'in gayri resmî eşi olan Emine'nin oğlu Mustafa A. tarafından kullanıldığı, murisin dava konusu taşınmazlar dışında başka taşınmazlarının da bulunduğu ve bu taşınmazlardan gelir elde ettiği yine Bağkur emeklisi olduğu, vefat etmeden önce hastalandığı ve çeşitli hastanelerde tedavi gördüğü, tedavi masraflarının SGK tarafından karşılandığı, mal varlığı hakkında yapılan araştırmada davacılar murisinin dava konusu taşınmazları satmaya ihtiyacının olmadığı, ekonomik durumunun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olduğu, taşınmazın gerçek değeri ile satış bedeli olduğu iddia edilen miktar arasında fahiş farkın bulunduğu, kök murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı şekilde taşınmazları devrettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Seydi S. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.09.2013 tarihli ve 2013/9939 E., 2013/12616 K. sayılı kararı ile;
“… Bilindiği gibi elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
Türk Medeni Kanununun 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, T.M.K.nun 701 maddesinde (... Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.
Türk Medeni Kanununun 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (ll.l0.982 tarih l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.
Hal böyle olunca, davanın terekeye iade istemli olarak açıldığı gözetilerek davaya katılmayan mirasçı Hatice'nin olurunun alınması ya da miras şirketine T.M.K.nun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerekirken, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek yazılı olduğu üzere davanın esası hakkında hüküm kurulması doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
9. Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.01.2015 tarihli ve 2014/81 E., 2015/5 K. sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda önceki gerekçe belirtilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Seydi S. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.03.2018 tarihli ve 2015/6257 E., 2018/6951 K. sayılı kararı ile;
“… Somut olaya gelince, her ne kadar tanık beyanlarından mirasbırakanın paraya ihtiyacı olmadığı bildirilmiş ise de mirasbırakanın biri resmi nikahlı eşi olmak üzere 3 kadından toplam 18 çocuğunun olduğu gerçeği karşısında paraya ihtiyacı olmadığı iddiasının afaki kaldığı, mirasbırakan adına kayıtlı başkaca taşınmazların da bulunduğu, kaldı ki davalının mirasçı olmadığı gibi mirasbırakanla bir yakınlığının da bulunmadığı, ayrıca davalının arazisi, traktörü ve evinin bulunduğunun zabıta araştırmasında tespit edildiği, 07.07.2008 tarihli akitle de davalının maliki olduğu 418 parsel sayılı 53.350 m2 miktarlı tarla nitelik taşınmaz ve 717 parsel sayılı 24.600 m2 miktarlı tarla nitelik 2 adet taşınmazını sattığı dosya kapsamı ile sabittir.
Açıklanan olgu ve deliller yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, mirasbırakanın davalıya yaptığı temlikin muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca, işlemin gerçek satış olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazlı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.12.2019 tarihli ve 2019/116 E., 2019/326 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı Seydi S. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamı ve sunulan delillere göre miras bırakan Mustafa A. tarafından 245, 248 ve 640 parsel sayılı taşınmazlarını satış yoluyla davalıya yaptığı temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
16. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
17. Muvazaa, Türk Hukuk Lûgatında; ‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem.’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).
18. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 19. [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK)18.] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır." hükmüne yer verilmiştir.
19. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir.
20. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
21. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
22. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
23. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
24. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
25. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
26. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
27. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
28. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
29. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
30. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
31. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.
32. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
33. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
34. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
35. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; miras bırakan Mustafa A. 26.01.2009 tarihinde ölmüş, geriye mirasçı olarak eşi Güley ve müşterek çocukları Fatma, Mehmet, Serya, Emine, Leyle, Gülşah, Aslı, Nesli, Ayşe ile Lütfiye'den olma çocukları Kübra, İbrahim, Rahil, Berivan, Ferhat ile Emine'den olma çocukları Hatice, Tuba, Mustafa ve Bünyamin kalmıştır.
36. Türk Medeni Kanunu’nun 701. maddesinin 2. fıkrasında belirtildiği üzere, el birliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır. El birliği mülkiyetinin bu özelliğinden dolayı esas itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı vardır. TMK’nın 702/2. maddesi uyarınca kural olarak Kanun veya el birliği (iştirak) hâlinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu bulunmakta ise de; 11.10.1982 tarihli ve 1982/3 E., 1982/2 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca; bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınmasının veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesinin gerektiği kabul edilmiştir. Nitekim eldeki dava terekeye iade istemli olarak açılmış ve Özel Dairenin uyulan ilk bozma kararı gereğince dava temsilci aracılığıyla sürdürülmüştür. İştirak hâlinde mülkiyet bulunduğundan ve mirasçılardan birinin feragati sonuç doğurmayacağından, uyuşmazlığın çözümünde, davacılardan Mehmet A.’in Özel Dairenin ikinci bozma kararından sonra, karar düzeltme kararından önce vermiş olduğu 18.04.2018 havale tarihli feragat dilekçesine hukukî değer atfedilmemiştir.
37. Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlığa dönüldüğünde, miras bırakan adına kayıtlı dava konusu 245 parsel sayılı 26.250 metrekare miktarlı zeytinlik nitelikli, 248 parsel sayılı 8.000 metrekare miktarlı zeytinlik nitelikli ve 640 parsel sayılı 12.800 metrekare miktarlı üzüm bağı ve zeytinlik nitelikli taşınmazlar 27.10.2008 tarihli satış işlemi ile toplam 10.400 TL bedelle davalıya temlik edilmiştir.
38. Davalı 07.05.2009 tarihli duruşmada; dava konusu taşınmazların hepsini 50.000 TL’ye satın aldığını, parayı elden verdiğini, tapuları ise daha sonra aldığını, 28.07.2009 tarihli celsede; bir kısım taşınmazını satarak satış bedelini ödediğini savunmuş, 03.07.2009 tarihli keşif esnasında da taşınmazları şu an kendisinin kullandığını beyan etmiştir. Taşınmazların satış tarihi itibari ile toplam değerinin 114.450,00 TL olduğu tespit edilmiştir.
39. Yine dosya kapsamı, sunulan deliller ve tanık beyanları bir arada değerlendirildiğinde; miras bırakanın biri resmî nikahlı eşi olmak üzere üç kadından toplam on sekiz çocuğunun bulunduğu, 26.01.2009 tarihinde vefat eden murisin adına kayıtlı bulunan dava konusu taşınmazları ölümünden kısa bir süre önce (27.10.2008 tarihinde) aynı köyde ikâmet ettiği Seydi S.'ya devrettiği, terekesinden para çıkmadığı, murisin dava konusu taşınmazlar dışında başka taşınmazlarının da bulunduğu ve bu taşınmazlardan gelir elde ettiği, Bağkur emeklisi olduğu, vefat etmeden önce hastalandığı ve çeşitli hastanelerde tedavi gördüğü, tedavi masraflarının SGK tarafından karşılandığı, mal varlığı hakkında yapılan araştırmada davacılar murisinin dava konusu taşınmazları satmaya ihtiyacının olmadığı, ekonomik durumunun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Murisin dava konusu taşınmazları davalıya satmasını gerektirir haklı ve makul nedenin bulunmadığı açıktır.
40. Murisin paraya ihtiyacı olduğu yönündeki savunma ise yukarıda bahsi geçen araştırmalar ile taşınmazın gerçek değeri ile satış bedeli olduğu iddia edilen miktar arasında oluşan fahiş fark karşısında hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi inandırıcı da bulunmamıştır. Öte yandan, murisin resmî nikahlı eşi ve ondan olan çocuklarıyla görüşmediği, murisin davalıya "ben öldükten sonra bu arazileri Emine'den olma çocuklarıma ver dediği" dava konusu taşınmazları ve traktörleri hâlen Emine'den olma oğlu Mustafa'nın kullandığı, murisin mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yakın tarihlerde yapmış olduğu toplam beş adet temlikin kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla iptal edilmiş olduğu sabittir. Ayrıca, davalı taraf paranın elden ödendiği yönündeki iddiasını da kanıtlayamamıştır.
41. O hâlde, yerel mahkemece miras bırakan tarafından yapılan temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yukarıda açıklanan ilkeler ile yasal düzenlemelere uygundur.
42. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (5.863,56 TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.11.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
İŞTİRAK HÂLİNDE MÜLKİYET DURUMUNDA MİRASÇILARDAN BİRİNİN FERAGATİ SONUÇ DOĞURMAZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/1-633
KARAR NO : 2022/1579
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 19/12/2019
NUMARASI : 2019/116 - 2019/326
DAVACILAR : 1- A.K. 2- A.B. 3- E.O. 4- F.A.
5- G.A. 6- L.K. 7-M.A. 8-N.A.
9- S.A. vekilleri Av. M.Ş., Av. M.T., Av. M.A.Ü.
MİRASÇILAR : B.A. ve diğerleri
DAVALI : S.S. vekili Av. M.M.K.
TEREKE TEMSİLCİSİ : S.T.
MÜTEVEFFA : B.A.
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; miras bırakan Mustafa A.’in, 245, 248 ve 640 parsel sayılı taşınmazlarını satış yoluyla davalıya temlik ettiğini, miras bırakanın satış tarihinde mal satma ihtiyacı içinde olmadığını, davalıdan da herhangi bir bedel alınmadığını, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile mirasçılar adına tesciline, tescil mümkün olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı usulüne uygun yapılan tebligata rağmen süresi içinde cevap dilekçesi sunmamış ancak duruşmadaki beyanında; dava konusu gayrimenkullerin hepsini 50.000 TL’ye satın aldığını, parayı da elden verdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. Kilis Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.02.2013 tarihli ve 2009/100 E., 2013/214 K. sayılı kararı ile; murisin adına kayıtlı bulunan dava konusu taşınmazları vefat etmeden kısa bir süre önce aynı köyde ikâmet ettiği Seydi S.'ya öldükten sonra Lütfiye'den (doğrusu Emine) olma çocuklarına devretmek üzere satış gibi gösterip bağış yaptığı, dinlenen tanık beyanlarından da dava konusu taşınmazların hâli hazırda davacılar murisi Mustafa A.'in gayri resmî eşi olan Emine'nin oğlu Mustafa A. tarafından kullanıldığı, murisin dava konusu taşınmazlar dışında başka taşınmazlarının da bulunduğu ve bu taşınmazlardan gelir elde ettiği yine Bağkur emeklisi olduğu, vefat etmeden önce hastalandığı ve çeşitli hastanelerde tedavi gördüğü, tedavi masraflarının SGK tarafından karşılandığı, mal varlığı hakkında yapılan araştırmada davacılar murisinin dava konusu taşınmazları satmaya ihtiyacının olmadığı, ekonomik durumunun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olduğu, taşınmazın gerçek değeri ile satış bedeli olduğu iddia edilen miktar arasında fahiş farkın bulunduğu, kök murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı şekilde taşınmazları devrettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Seydi S. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.09.2013 tarihli ve 2013/9939 E., 2013/12616 K. sayılı kararı ile;
“… Bilindiği gibi elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
Türk Medeni Kanununun 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, T.M.K.nun 701 maddesinde (... Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.
Türk Medeni Kanununun 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (ll.l0.982 tarih l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.
Hal böyle olunca, davanın terekeye iade istemli olarak açıldığı gözetilerek davaya katılmayan mirasçı Hatice'nin olurunun alınması ya da miras şirketine T.M.K.nun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerekirken, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek yazılı olduğu üzere davanın esası hakkında hüküm kurulması doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
9. Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.01.2015 tarihli ve 2014/81 E., 2015/5 K. sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda önceki gerekçe belirtilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Seydi S. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.03.2018 tarihli ve 2015/6257 E., 2018/6951 K. sayılı kararı ile;
“… Somut olaya gelince, her ne kadar tanık beyanlarından mirasbırakanın paraya ihtiyacı olmadığı bildirilmiş ise de mirasbırakanın biri resmi nikahlı eşi olmak üzere 3 kadından toplam 18 çocuğunun olduğu gerçeği karşısında paraya ihtiyacı olmadığı iddiasının afaki kaldığı, mirasbırakan adına kayıtlı başkaca taşınmazların da bulunduğu, kaldı ki davalının mirasçı olmadığı gibi mirasbırakanla bir yakınlığının da bulunmadığı, ayrıca davalının arazisi, traktörü ve evinin bulunduğunun zabıta araştırmasında tespit edildiği, 07.07.2008 tarihli akitle de davalının maliki olduğu 418 parsel sayılı 53.350 m2 miktarlı tarla nitelik taşınmaz ve 717 parsel sayılı 24.600 m2 miktarlı tarla nitelik 2 adet taşınmazını sattığı dosya kapsamı ile sabittir.
Açıklanan olgu ve deliller yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, mirasbırakanın davalıya yaptığı temlikin muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca, işlemin gerçek satış olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazlı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Kilis 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.12.2019 tarihli ve 2019/116 E., 2019/326 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı Seydi S. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamı ve sunulan delillere göre miras bırakan Mustafa A. tarafından 245, 248 ve 640 parsel sayılı taşınmazlarını satış yoluyla davalıya yaptığı temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
16. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
17. Muvazaa, Türk Hukuk Lûgatında; ‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem.’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).
18. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 19. [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK)18.] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır." hükmüne yer verilmiştir.
19. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir.
20. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
21. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
22. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
23. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
24. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
25. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
26. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
27. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
28. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
29. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
30. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
31. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.
32. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
33. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
34. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
35. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; miras bırakan Mustafa A. 26.01.2009 tarihinde ölmüş, geriye mirasçı olarak eşi Güley ve müşterek çocukları Fatma, Mehmet, Serya, Emine, Leyle, Gülşah, Aslı, Nesli, Ayşe ile Lütfiye'den olma çocukları Kübra, İbrahim, Rahil, Berivan, Ferhat ile Emine'den olma çocukları Hatice, Tuba, Mustafa ve Bünyamin kalmıştır.
36. Türk Medeni Kanunu’nun 701. maddesinin 2. fıkrasında belirtildiği üzere, el birliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır. El birliği mülkiyetinin bu özelliğinden dolayı esas itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı vardır. TMK’nın 702/2. maddesi uyarınca kural olarak Kanun veya el birliği (iştirak) hâlinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu bulunmakta ise de; 11.10.1982 tarihli ve 1982/3 E., 1982/2 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca; bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınmasının veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesinin gerektiği kabul edilmiştir. Nitekim eldeki dava terekeye iade istemli olarak açılmış ve Özel Dairenin uyulan ilk bozma kararı gereğince dava temsilci aracılığıyla sürdürülmüştür. İştirak hâlinde mülkiyet bulunduğundan ve mirasçılardan birinin feragati sonuç doğurmayacağından, uyuşmazlığın çözümünde, davacılardan Mehmet A.’in Özel Dairenin ikinci bozma kararından sonra, karar düzeltme kararından önce vermiş olduğu 18.04.2018 havale tarihli feragat dilekçesine hukukî değer atfedilmemiştir.
37. Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlığa dönüldüğünde, miras bırakan adına kayıtlı dava konusu 245 parsel sayılı 26.250 metrekare miktarlı zeytinlik nitelikli, 248 parsel sayılı 8.000 metrekare miktarlı zeytinlik nitelikli ve 640 parsel sayılı 12.800 metrekare miktarlı üzüm bağı ve zeytinlik nitelikli taşınmazlar 27.10.2008 tarihli satış işlemi ile toplam 10.400 TL bedelle davalıya temlik edilmiştir.
38. Davalı 07.05.2009 tarihli duruşmada; dava konusu taşınmazların hepsini 50.000 TL’ye satın aldığını, parayı elden verdiğini, tapuları ise daha sonra aldığını, 28.07.2009 tarihli celsede; bir kısım taşınmazını satarak satış bedelini ödediğini savunmuş, 03.07.2009 tarihli keşif esnasında da taşınmazları şu an kendisinin kullandığını beyan etmiştir. Taşınmazların satış tarihi itibari ile toplam değerinin 114.450,00 TL olduğu tespit edilmiştir.
39. Yine dosya kapsamı, sunulan deliller ve tanık beyanları bir arada değerlendirildiğinde; miras bırakanın biri resmî nikahlı eşi olmak üzere üç kadından toplam on sekiz çocuğunun bulunduğu, 26.01.2009 tarihinde vefat eden murisin adına kayıtlı bulunan dava konusu taşınmazları ölümünden kısa bir süre önce (27.10.2008 tarihinde) aynı köyde ikâmet ettiği Seydi S.'ya devrettiği, terekesinden para çıkmadığı, murisin dava konusu taşınmazlar dışında başka taşınmazlarının da bulunduğu ve bu taşınmazlardan gelir elde ettiği, Bağkur emeklisi olduğu, vefat etmeden önce hastalandığı ve çeşitli hastanelerde tedavi gördüğü, tedavi masraflarının SGK tarafından karşılandığı, mal varlığı hakkında yapılan araştırmada davacılar murisinin dava konusu taşınmazları satmaya ihtiyacının olmadığı, ekonomik durumunun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Murisin dava konusu taşınmazları davalıya satmasını gerektirir haklı ve makul nedenin bulunmadığı açıktır.
40. Murisin paraya ihtiyacı olduğu yönündeki savunma ise yukarıda bahsi geçen araştırmalar ile taşınmazın gerçek değeri ile satış bedeli olduğu iddia edilen miktar arasında oluşan fahiş fark karşısında hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi inandırıcı da bulunmamıştır. Öte yandan, murisin resmî nikahlı eşi ve ondan olan çocuklarıyla görüşmediği, murisin davalıya "ben öldükten sonra bu arazileri Emine'den olma çocuklarıma ver dediği" dava konusu taşınmazları ve traktörleri hâlen Emine'den olma oğlu Mustafa'nın kullandığı, murisin mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yakın tarihlerde yapmış olduğu toplam beş adet temlikin kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla iptal edilmiş olduğu sabittir. Ayrıca, davalı taraf paranın elden ödendiği yönündeki iddiasını da kanıtlayamamıştır.
41. O hâlde, yerel mahkemece miras bırakan tarafından yapılan temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yukarıda açıklanan ilkeler ile yasal düzenlemelere uygundur.
42. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (5.863,56 TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.11.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.