KANUN YOLU AŞAMASINDA YÜRÜRLÜĞE GİREN 3402 SAYILI KANUN'UN EK MADDE 6 HÜKMÜ KARŞISINDA MİKTAR İTİBARIYLA BU KARARA KARŞI İSTİNAF KANUN YOLU AÇIKTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/1-674
Karar No : 2024/367
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 17.01.2023
EK KARAR TARİHİ : 26.02.2020
SAYISI : 2022/1800 E., 2023/71 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17.10.2022 tarihli ve 2021/5083 Esas,
2022/6762 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil ile kadastro tespiti sırasında paftasında yol olarak bırakılan taşınmazın tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir.
Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İlk Derece Mahkemesince verilen istinaf talebinin reddine dair ek karara karşı davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince ek karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili; Giresun ili Yağlıdere ilçesi T. Mahallesinde bulunan 114 ada 3 ve 115 ada 1 parsel sayılı taşınmazların müvekkillerine ait olduğunu, anılan taşınmazlar bir bütün hâlinde iken kadastro çalışmaları sırasında arasından yol geçirilmek suretiyle iki ayrı parsel olarak tespit gördüğünü, aradan geçen yolun yaklaşık 10-15 m2’lik kısmının müvekkillerine ait olduğunu, ancak paftasında yol olarak gözüktüğünü, yine müvekkillerine ait 115 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki yaklaşık 30-35 m2’lik kısmın davalı Abdullah E.’e ait 115 ada 2 parsel sayılı taşınmaz içerisinde bırakıldığını ileri sürerek taşınmazlar arasında yol olarak bırakılan çekişmeli kısmın müvekkilleri adına tescili ile davalı Abdullah E.’e ait 115 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki çekişmeli kısmın tapu kaydının iptalini ve müvekkilleri adına tescilini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Abdullah E.; maliki olduğu 115 ada 2 parsel sayılı taşınmazın muris babası Talip Er’den intikalen kaldığını, bu taşınmaz üzerine murisin 150 yıl önce ev ve diğer müştemilatları inşa ettiğini, kadastro tespitinin doğru olduğunu, dava konusu edilen kısmın 150 yıl önce inşa edilen evin damlalığı olduğunu, bu kısmın davacılara ait taşınmaz dışında yer aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
2. Davalı belediye başkanlığı; usulüne uygun tebliğe rağmen davaya cevap vermemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
1. İlk Derece Mahkemesinin 18.09.2019 tarihli ve 2018/291 Esas, 2019/517 Karar sayılı kararıyla; davacılara ait 115 ada 1 parsel sayılı taşınmazın yola sınır olan yaklaşık 10 m2’lik kısmının davacılar tarafından tarla olarak kullanıldığının ve yol vasfında olmadığının yapılan keşif ile ortaya çıktığı, öte yandan dinlenen mahalli bilirkişi ve tanıkların 115 ada 1 ve 2 parsel sayılı taşınmazlar arasındaki sınırı tam olarak bilmedikleri, bu konuda taraflarca başkaca bir delil de sunulmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 115 ada 1 ve 114 ada 3 parsel sayılı taşınmazlar arasında bırakılan 17.05.2019 havale tarihli fen bilirkişi raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen kırmızı renkle boyalı tapuda yol olarak sınırlandırılan 6,93 m2’lik kısmın ifraz edilerek davacılara ait 115 ada 1 sayılı parsele eklenerek tapuya kayıt ve tesciline, davalı Abdullah E. yönünden davanın reddine, miktar itibarıyla kesin olarak karar verilmiştir.
2. İlk Derece Mahkemesi kararının davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İlk Derece Mahkemesince 26.02.2020 tarihli ek karar ile; kararın miktar itibarıyla kesin olarak verilmiş olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 341 inci maddesi gereğince istinaf talebinin reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen ek kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 07.09.2020 tarihli ve 2020/308 Esas, 2020/276 Karar sayılı kararıyla; 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinin iki numaralı bendi uyarınca karar tarihi olan 2020 yılı için kesinlik sınırının 5.390,00 TL olduğu, alınan bilirkişi raporu uyarınca dava tarihi itibarıyla dava konusu taşınmazın fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen kısmın birim değerinin 26,27 TL, (B) harfi ile gösterilen kısmın birim değerinin 21,14 TL olduğu, birim değerine taraflarca bir itirazda bulunulmadığı, tespit edilen m2’lere itiraz edilmiş ise de dava dilekçesindeki talepler gözetilse dahi hesaplanan dava değerinin kesinlik sınırının altında kaldığı, ilk derece mahkemesince verilen kararın hüküm tarihinde miktar itibarıyla kesin olduğu, her ne kadar 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na ek madde 6 hükmü eklenmiş ise de somut olayda gerek karar tarihi olan 18.09.2019 itibarıyla gerekse iki haftalık istinaf süresinin dolumuna kadar yürürlükte bulunan yasal düzenlemeye göre kararın kesin olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı Kanun’un 353/1-b.1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; ''... 3.3.1. Bahsi geçen 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin gerekçesinde de açıkça belirlendiği üzere, bu madde ile mevzu davaların mülkiyet hakkına doğrudan tesirinden ötürü ehemmiyeti gereği miktar ve değerine bakılmaksızın kanun yolu incelemesine tabi tutulması suretiyle etkin denetim mekanizması oluşturulması amaçlanmıştır.
3.3.2. Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüde yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasal denetim yollarının kullanımı önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecâtın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasa'nın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşılmaktadır.
3.3.3. Somut olayda, ilk derece mahkemesince kararın kesin olduğu gerekçesiyle ek karar ile istinaf dilekçesinin reddine karar verilmiş olması, Bölge Adliye Mahkemesince de kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılmış olan eldeki tapu iptali ve tescil davasında, ek kararın doğru olduğu gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesi yukarıda değinilen yasal düzenlemeye aykırıdır.
Hal böyle olunca, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken dava değeri gerekçe gösterilerek istinaf dilekçesinin esastan reddine karar verilmesi hatalıdır...'' gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, karar tarihi itibarıyla kesin olarak verilen kararın sonradan çıkarılan Kanun ile yasa yoluna tâbi hâle gelip gelmediği hususunun öncelikle usul hukukuna ait bir konu olduğu, Kanunların geriye yürümezliği ilkesi ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği, somut olayda ilk derece mahkemesi karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Kanun hükümlerinin incelendiği, 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün yürürlük tarihinden önce verilen kararlara tesir edip etmeyeceğinin tartışma konusu olduğu, kanun koyucu tarafından bu yasal değişikliğin yürürlük tarihinden önce verilen kararlara da tesir edeceği yönünde bir düzenleme yapılmadığı, yine 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesinde bu Kanun hükümlerinin tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanacağının kararlaştırıldığı, usul hükümlerine ilişkin derhal uygulanırlık ilkesinin geçerli olduğu, bu kapsamda usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığının önem arz ettiği, usul işlemi tamamlandıktan sonra yürürlüğe giren usul hükmünün tamamlanmış işleme uygulanma olanağının bulunmadığı, bu hâliyle karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinin ikinci bendi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kesin olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacılar vekili; direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek 6 ncı maddesi ile müvekkilleri gibi kesinlik sınırına takılıp mağdur olan vatandaşlara istinaf ve temyiz yolunun açıldığını, mağduriyetlerin bu şekilde giderildiğini, istinaf başvurusunun reddine ilişkin ek karara yönelik istinafa başvurulduğundan kesinleşmiş bir karar bulunmadığını, kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadığı için ek 6 ncı maddenin uygulanması gerektiğini, yargılaması hâlen devam eden dosyada yürürlüğe giren lehe Kanunun uygulanmasının Anayasa ile güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının bir gereği olduğunu, bozma kararında açıkça bu hususun belirtildiğini ileri sürerek direnme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro öncesi hukuki nedene dayalı tescil ile tapu iptali ve tescil istemlerine ilişkin eldeki davada, davacılar vekilinin istinaf dilekçesinin İlk Derece Mahkemesinin 26.02.2020 tarihli ek kararı ile miktar itibarıyla kararın kesin olarak verilmiş olduğu gerekçesiyle reddine karar verilmesini müteakip 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe girmiş olduğu ve ek karara yönelik davacılar vekilinin istinaf başvurusunun da Bölge Adliye Mahkemesinin 07.09.2020 tarihli kararı ile esastan reddine karar verildiği gözetildiğinde, 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün somut olaya uygulanıp uygulanamayacağı, buradan varılacak sonuca göre İlk Derece Mahkemesince verilen kararın miktar itibarıyla kesin hüküm niteliğini haiz olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 13 ve 36 ncı maddeleri.
2. 6100 sayılı Kanun'un 341 ve 448 inci maddeleri ile Ek 1 nci maddesi.
3. 3402 sayılı Kanun'un Ek 6 ncı maddesi (7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile eklenen)
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş olup anılan maddede düzenlenen hak arama özgürlüğü, yargılama usulüne ilişkin güvencelerle hakkaniyete uygun yargılama yapılmasını hedefleyen ve demokratik toplumda vazgeçilmez nitelikte olan adil yargılanma hakkını da kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir.
3. Hak arama, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle demokratik hukuk düzenlerinde hakların korunmasını ve hak ihlâllerinin giderilmesini temin edebilecek hukuki yollar öngörülmüştür. Nitekim Anayasa Mahkemesi (AYM) de kararlarında hak arama özgürlüğünün hukuk devletinin başlıca ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade etmiştir (AYM 19.09.1991 tarihli ve 1991/2 Esas, 1991/30 Karar; 25.11.2015 tarih ve 2014/86 Esas, 2015/109 Karar, 01.10.2020 tarihli ve 2020/21 Esas, 2020/53 Karar). Bu doğrultuda Anayasanın 40 ıncı maddesinde hak ve özgürlükleri ihlâl edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
4. Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğü, hakların korunmasını amaç edinen vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasadaki temel hakların korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama yolu, hakların korunmasında en etkili ve güvenceli yoldur. Hak arama özgürlüğünün kapsamının belirlenmesinde adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de gözönünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama özgürlüğünün amacının hak ihlâlinin önlenerek kişiye hakkının teslim ve adaletin tesis edilmesi olduğu söylenebilir. Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hâkimin gerek maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama özgürlüğünden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasa açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen hak arama özgürlüğünün kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır (AYM 27.12.2018 tarih ve 2018/71 Esas, 2018/118 Karar).
5. Anayasanın 154 ve 155 inci maddelerinin de mahkeme kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anayasanın 36, 154 ve 155 inci maddeleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasanın mahkemelerce verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını yargılamanın konusuna göre herhangi bir kısıtlamaya tâbi olmaksızın Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamında güvenceye kavuşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, konusu bir suç isnadına dayanan ya da medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan tüm yargılamalar için geçerlidir.
6. Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, kişinin aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden geçirilmesini ve denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına almaktadır. Bununla birlikte hükmün denetlenmesini talep etme hakkının tabiatı itibarıyla Devletin kanuni düzenleme yapmasını gerektirdiği açıktır. Kişilerin ne şekilde bu haktan yararlanacakları ve bu hakkın temini bakımından nasıl bir sistemin kurulacağı hususunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi bulunmaktadır.
7. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkına ilişkin kanuni düzenlemelerde bu denetimin sadece hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığı hususuyla mı sınırlı olacağı yoksa bunun yanında maddi olguların değerlendirilmesini de mi kapsayacağı hususu kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Bu bağlamda mahkeme hükmünün denetiminin maddi olguların değerlendirilmesini de kapsaması gerektiğine dair bir anayasal zorunluluk bulunmamaktadır. Denetimi yapacak yargı mercinin hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığına yönelik bir denetim yapma yetkisi ile donatılması, hükmün denetlenmesini talep etme hakkının sağlanmasına ilişkin anayasal yükümlülüğün yerine getirilmesi bakımından yeterli görülebilir.
8. Bunun yanında hükmün denetlenmesini talep etme hakkının niteliği dikkate alındığında bu hakkın mutlak bir hak olarak kabulü mümkün değildir. Dolayısıyla bu hak kanun koyucu tarafından bazı sınırlamalara tâbi tutulabilir. Ancak bu sınırlandırmaların Anayasa'nın 13 üncü maddesinde öngörülen ölçütlere uygun olarak yapılması gerekir. Nitekim aynı esaslar Anayasa Mahkemesinin 24.02.2022 tarihli ve 2021/34 Esas, 2022/21 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.
9. Adil yargılanma hakkı çerçevesinde adli yargı sistemi içerisinde görülen hukuk davalarında hükmün denetlenmesini talep hakkının kullanımına dair düzenleme, 6100 sayılı Kanun'da mevcut olup anılan hükümlerde hukuk davalarında kanun yollarına başvuru hakkının hangi koşul ve şekillerde kullanılacağı, bu hakkın temininde nasıl bir yol izleneceği ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
10. Adli yargıda İlk Derece Mahkemelerinin nihai kararlarına karşı kural olarak istinaf yolu öngörülmüştür. 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar düzenlenmiştir. Anılan maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu öngörülmüştür. Kuralda belirtilen parasal sınır, anılan Kanun’un ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası gereğince her yıl yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanmaktadır. Buna göre uyuşmazlık konusu hakkında İlk Derece Mahkemesince kararın verildiği 2019 yılı itibarıyla bu sınır 4.400,00 TL olup 2019 yılı için bu miktarın altındaki değerde olan mal varlığına ilişkin davalarda verilen kararlar kesin niteliktedir.
11. Öte yandan 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun'a eklenen ek 6 ncı maddesine göre; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir.
12. Anılan maddenin gerekçesinde; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararların miktar veya değerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna tabi olup olmadığıyla ilgili uygulamada tereddütlerin bulunduğu belirtilerek bu tereddütlerin giderilmesi amacıyla bu davalarda verilen kararların miktar veya değeri dikkate alınmaksızın istinaf veya temyiz incelemesine açık olduğunun hükme bağlandığı belirtilmiştir.
13. Gerçekten 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesi, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndan (1086 sayılı Kanun) farklı olarak tüm mal varlığı davalarında istinaf sınırı olarak belirli bir miktarı öngörmüş olup bu hususta hukuk davaları arasında herhangi bir ayrım yapmamış, hükmün kadastro işlemlerinden doğan davalarda ne şekilde uygulanacağı konusunda açık bir hüküm ihdas etmemiştir. Hükümdeki bu belirsizlik, 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğü sonrasında uygulamada kadastro işlemlerinden doğan davalarda bir takım tereddütlere sebebiyet vermiş, İlk Derece Mahkemeleri bakımından 6100 sayılı Kanun'da belirtilen kesinlik sınırının altındaki kararlara karşı kanun yolunun açık olup olmadığı hususunda 7251 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğe kadar yorum farklılıkları ortaya çıkmıştır. Kadastro işlemleri sonucu ortaya çıkan uyuşmazlıklardan doğan davaların bünyesinde barındırdığı bir kısım özellikler, bu yorum farklılıklarının oluşumunda önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
14. Gelinen aşamada; 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin uygulanması sırasında ortaya çıkan tereddütlere vaki etkisi sebebiyle, 3402 sayılı Kanun çerçevesinde kadastro faaliyetinin niteliği ile aynı Kanun'dan kaynaklanan davaların bünyesinde barındırdığı bir kısım özelliklerin üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
15. Kadastro faaliyeti ile amaçlanan, taşınmaz malların sınırlarının ve hukuki durumlarının belirlenerek tapu sicilinin oluşturulmasıdır. Nitekim 3402 sayılı Kanun'un 1 inci maddesinde bu amaç “Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukuki durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekânsal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır" şeklinde ifade edilmiştir. Bu kapsamda kadastro faaliyetleri ile gerçek hak durumuna uygun şekilde yapılacak tespitlerle taşınmazların hukuki ve fiili durumlarının açık bir biçimde belirlenmesi öngörülmüştür.
16. Tapu sicili, taşınmazlar üzerindeki mevcut hakları göstermek, bunların tesis ve devirlerini sağlamak için tutulan resmî bir sicildir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 997 ve devamı maddelerinde düzenlenen tapu sicili, ana ve yardımcı sicillerden oluşan ve çeşitli defter ile belgeleri kapsayan bir bütündür. Zira, tapu sicilinin en önemli unsuru tapu kütüğü olmakla birlikte tek başına kütük kaydının bir taşınmazın geometrik ve hukuki durumunu göstermeye yeterli olduğu söylenemez. Bu anlamda devletin yetkili kıldığı memurlar tarafından tutulan defter, belge ve planlar; taşınmazın malikini, taşınmazı takyit eden sınırlı ayni hakları, konumunu, yüzölçümünü, miktarını, türünü ve şeklini, yine varsa taşınmazla ilgili bazı şahsi haklar ile devir ve temlik hakkı üzerindeki kısıtlamaları da gösterir.
17. Kural olarak taşınmazlar üzerindeki ayni haklar tescille kazanılır (4721 sayılı Kanun md. 705/1). Tescil, tapu kütüğünde ayni hakka ilişkin kaydı ifade eden teknik bir terimdir. Tapu sicilinin taşınmazlar üzerindeki ayni hakları gösterebilmesi için öncelikle taşınmazın tapu siciline kaydı gerekmektedir. Çünkü 4721 sayılı Kanun'un 1000/1 inci maddesinde, her taşınmaza kütükte bir sayfa açılacağı belirtilerek, tapu sicilinin oluşturulmasında "ayni sistem" adı verilen sistem kabul edilmiştir. Bu sistemi kadastrosu yapılmamış yerlerde uygulama imkânı bulunmadığından ülke topraklarının kadastrosunun sağlıklı bir şekilde yapılması, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların çap kaydının oluşturularak tapulanması yüksek seviyede önem arz eden bir husustur.
18. Bu çerçevede kadastro işlemlerinin sağlıklı olarak tamamlanması ve bu işlerden doğan uyuşmazlıkların gerçek durumu gösterir tapu sicili oluşturma gayesine uygun şekilde çözülmesi de "ayni sistemin" doğru ve yararlı bir şekilde faaliyet göstermesi için zorunludur. Belirlenen bu amaç kapsamında kadastro işlemlerinden doğan ve 3402 sayılı Kanun'un uygulama alanı bulduğu uyuşmazlıklar ile ilgili yapılacak yargılamalarda 3402 sayılı Kanun'da belirtilen amaç göz önüne alınmalıdır. Nitekim bu amaç çerçevesinde kadastro işlemleriyle ilgili davalarda hâkim, taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalara bakan hâkimlerden farklı olarak bir kısım yetkilere sahiptir. Kadastro işlemlerinden kaynaklanan davalarda hukuk davalarına egemen genel ilkelerden ve usul kurallarında da bir kısım ayrılmalar ve belirli koşullarda yargılamalarda resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu durumlar gözlenmektedir. Kadastro mahkemesinde görülen davalarda belirli koşullarda resen araştırma yetkisinin geçerli olması, şüphesiz 3402 sayılı Kanun'un gerçeğe uygun tapu sicili oluşturulması şeklinde ifade edilebilen amacına uygundur.
19. Kadastro işlemleri ile bu işlemlerden doğan davaların yargılaması sırasında uygulanacak kuralların kendine özgü nitelikleri nazara alındığında, ülke toprakları üzerinde gerçekleştirilecek kadastro çalışmaları ile hem taşınmazların sınırlarının tayini hem de bu taşınmazlar üzerindeki hakların doğru bir şekilde tespiti sonrasında tapu sicilinin oluşturulmasında, hak sahibi şahıslar yanında bir ölçüde kamu yararının da mevcut olduğu söylenebilir. Zira 3402 sayılı Kanun'un genel sistematiği içerisinde kadastro çalışmalarının sağlıklı ilerlemesi ve tapu sicilinin gerçeğe uygun olarak tutulması için kadastro komisyonlarına ve mahkemeye tanınan yetkiler ile belirli durumlarla alakalı olarak yargılamalarda resen araştırma ilkesinin uygulanacağının düzenlenmesi, tapu sicilinin doğru tutulmasındaki kamu yararının göz önüne alındığını göstermek bakımından önemlidir.
20. Kadastro işlemlerinden doğan davaların belirtilen özellikleri ışığında; kadastro işlemleri sırasında, işleme konu taşınmaz üzerindeki hakkın ihlâl edildiği iddiasıyla açılan davalarda, verilen kararın doğru olmadığına dair iddia bakımından denetlenmesini talep etme hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında devreye girer. Aynı zamanda kadastro davalarının hizmet ettiği kamusal yarar göz önüne alındığında; kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalarda verilen kararların üst mahkemelerce denetlenmesi, kadastro işlemlerinin sağlıklı olarak tamamlanıp gerçeğe uygun tapu sicilinin oluşumu yönünden gerekli ve yararlıdır.
21. Ayrıca kadastro işlemlerinden doğan davalarda uyuşmazlık, taşınmazın değerinden ziyade taşınmaz üzerindeki hakların ve bu hakların sınırlarının tespiti ile tapu sicilinin gerçek duruma uygun olarak oluşturulmasıyla ilgilidir. Anılan yönüyle bu tür davalar; uyuşmazlık konusunu belirli bir değer yahut miktar olarak esas alan diğer dava türlerinden ayrılmakla dava konusu taşınmazın değerine dair tartışmalar, yargılama sırasında 3402 sayılı Kanun'un sistematiği gereği geri planda yer almaktadır.
22. Bunun yanında bu tür davalarda 3402 sayılı Kanun'un 36 ncı maddesinin ikinci fıkrası gereğince dava harcı, yargılama giderlerinin tespit ve hesaplanmasında ilgili taşınmaz mala ait son beyan dönemi emlak vergisi değerinin esas alınacağı düzenlenmiştir. Aynı maddenin altıncı fıkrası gereğince kadastrosu yapılan yerlerde, emlak vergisi değeri belli olmayan taşınmaz mallara, kadastro ve dava harcı ile yargılama giderlerine esas olmak üzere kadostro komisyonunca kıymet takdir edileceği düzenlenmiştir. Ancak bu hükümler, hâkimin dava konusu taşınmazın değerini serbestçe takdir etme kuralının varlığı karşısında yol gösterici bir mahiyet arz etmekle birlikte belirlenen bu değerlerin mevcut ekonomik koşullarda her zaman gerçeği yansıtmayacağı kabul edilmelidir.
23. Bu nedenle kadastro işlemlerinden doğan davalara konu taşınmazın değeri esas alınarak verilen kararların miktar itibarıyla kesinliğinin tayini, hakkaniyete uygun olmayan neticelerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu itibarla; 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile yapılan değişiklik öncesinde kadastro işlemlerinden doğan davalar ile ilgili olarak 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan istinaf sınırı uygulamasında yorum farklılıklarına dayalı bir kısım tereddütler hasıl olmuş ve bu durumun açıklığa kavuşturulması amacıyla 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı madde ihdas edilmiştir.
24. Her ne kadar 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin geçmişe etkisi hakkında bir düzenleme bulunmasa da; hükmün gerekçesinden anlaşılacağı üzere madde hükmünde belirtilen davalar yönünden kanun yolu incelemesine dair uygulamada ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesi amacının, hükmün zaman bakımından uygulanması sırasında göz önüne alınmasını gerektirmektedir.
25. Bu anlamda adil yargılanma hakkı kapsamında kanun yoluna başvurma hakkının sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerde Anayasanın 13 üncü maddesi gereğince ölçülük ve sınırlama sebeplerine uygunluk mevcut olmalıdır. Zira hükmün denetlenmesini talep etme hakkını sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir. Bu durum Anayasanın 2 nci maddesinde düzenlenen hukuk devletinin bir gereği olup sınırlamayı içeren kanunda bulunması anayasal anlamda gerekli olan tüm nitelikler aynı zamanda hukuki güvenliğin tesisi bakımından elzemdir.
26. Buradan hareketle, 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin, düzenlemede belirtilen davaların niteliği göz önüne alındığında yürürlük tarihinden önce derdest olan davalara da uygulanması mümkündür. Zira anılan düzenleme, bir usul kurumu olan kanun yollarına dair hükümler içerse de verilen kararların denetlenmesini talep hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında maddede belirtilen davaların bünyelerinde barındırdığı özellikler sebebiyle verilen kararların denetlenmesi, kamu yararı bakımından da önem arz etmektedir. Bu kapsamda tereddüte yol açan usul kurallarının Anayasada güvence altına alınmış temel haklara, hukuki güvenlik ile hukuki belirlilik ilkelerine aykırı olacak surette aşırı şekilci olarak uygulanması hakkaniyete aykırı durumların ortaya çıkmasına sebebiyet vereceğinden 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin zaman bakımından uygulanmasında hem maddede belirtilen davaların nitelikleri hem de adil yargılanma hakkına dair sağlanan güvenceler gözden uzak tutulmamalıdır.
27. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesinin, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen istinaf talebinin reddine ilişkin ek karar hakkındaki davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen kararında dayanak olarak dava konusu taşınmaz değerinin esas alındığı ve İlk Derece Mahkemesi kararının kesin olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
28. Oysa ki yukarıda yapılan açıklamalar ile dava konusu taşınmazın fiziki ve hukuki durumunun tespit edilerek tapu siciline doğru bir şekilde kaydedilmesindeki kamu yararı dikkate alındığında, taşınmazın parasal değerinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Aksinin kabulü, doğru tespit edilip edilmediği denetlenmeyen ve davanın niteliği gereği taraflar arasında esas çekişme konusu olmayan taşınmaz değeri esas alınarak kararın kanun yolu vasıtasıyla denetlenmesini talep hakkı engellenmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlâline neden olur.
29. Davanın bünyesinde barındırdığı tüm bu özellikler nedeniyle verilen kararın denetlenmesini talep etme hakkının Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında güvence altına alınması, hukuki güvenlik, hukuki belirlilik ve hakkaniyet gereğidir. Nitekim 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile alakalı kadastro işlemlerinden doğan davalarda kesinlik sınırının ne yönden belirleneceğinin açık bir biçimde belirlenmemiş olması sonucu ortaya çıkan birtakım tereddütler, 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun'a eklenen ek 6 ncı madde ile ortadan kaldırılmıştır. Bu anlamda 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesi, geçmiş dönemdeki farklı yorumları nihayete erdirip miktar itibarıyla kesinlik sınırının kadastro işlemlerinden kaynaklanan davalarda uygulanmayacağını açık bir biçimde düzenlemiştir.
30. Bu itibarla 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin, davanın bünyesindeki kendine has özellikleri ile verilecek kararın etki edeceği kamusal menfaat ve hükmün amacı göz önüne alındığında, adil yargılanma hakkının ve hukuki güvenliğin tesisi için somut olayda uygulanması, maddenin ihdas amacı ile hakkaniyet gereğidir. Dolayısıyla İlk Derece Mahkemesince verilen kararın, kanun yolu aşamasında yürürlüğe giren 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmü karşısında miktar itibarıyla kesin olduğu söylenemeyeceğinden bu karara karşı istinaf kanun yolu açıktır.
31. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün geçmişe etkili olarak düzenlenmediği, bu sebeple somut olayda uygulanamayacağı, 6100 sayılı Kanun'un 448 inci maddesi kapsamında İlk Derece Mahkemesince kararın verilmesi ile usul işleminin tamamlandığı, kararın verildiği tarihte miktar itibarıyla kesin olduğu, dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulamayacağı, temyiz sınırı bakımından taşınmazlarla ilgili bir ayrımın mevcut olmadığı, kesin olan bir kararın doğuracağı usuli kazanılmış hakkın nazara alınması gerektiği, kanun koyucu tarafından tanınmayan kanun yoluna başvuru hakkının yargı kararlarıyla tanınamayacağı, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
32. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
10.07.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Dava, kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil ile kadastro tespiti sırasında paftasında yol olarak bırakılan taşınmazın kısmen tescili istemlerine ilişkindir.
Uyuşmazlığa konu İlk Derece Mahkemesi kararının verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 341 inci maddesinin 7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesindeki hâline göre miktar veya değeri 1.500,00 TL’yi geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 34 üncü maddesi ile yapılan değişiklik sonrası 6100 sayılı Kanun’un 341 inci madde hükmü, bugünkü şeklini almış olup buna göre miktar veya değeri 3.000,00 TL’yi geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. İstinaf sınırına ilişkin bu miktar, 6100 sayılı Kanun’un ek madde 1 hükmü kapsamında uyuşmazlığa konu İlk Derece Mahkemesi kararının verildiği 2019 yılı itibariyle 4.400,00 TL olarak belirlenmiştir.
Yine 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na (3402 sayılı Kanun) eklenen ek madde 6 hükmü gereğince; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir.
3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü, içeriği ve niteliği itibariyle usul hukukuna ilişkin bir kuralı düzenleme altına almaktadır. Her ne kadar 3402 sayılı Kanun’da yapılan bu değişikliğe ilişkin kanun gerekçesinde uygulamadaki tereddütlerin giderilmesinin amaçlandığı ve maddede sayılan davalarda verilen kararların miktar ve değerine bakılmaksızın istinaf ve temyiz kanun yolu incelemesine tâbi olduğu belirtilmiş ise de; hem madde hükmü hem de madde gerekçesinde düzenlemenin yürürlüğü ile alakalı herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
Buradan hareketle 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü, yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle tamamlanmış işlemlere uygulanmamak kaydıyla düzenlemede belirtilen davalara derhâl uygulanacaktır. Zira usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin usul hükümlerinin derhâl yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde ilgili usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır. Hemen belirtilmelidir ki dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.
Bir usul işlemi yargılama sırasında yapılmaya başlanıp tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar, aksine ilişkin bir düzenleme öngörülmediği takdirde genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar.
Yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak 6100 sayılı Kanun’un “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448/1 inci maddesi de “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna veya hükümlere göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır.
Dolayısıyla 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü de, maddede belirtilen niteliği haiz davalarda tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanacaktır. Buradan hareketle 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün yürürlüğe girdiği tarihten önce, maddede belirlenen uyuşmazlık türleri hakkında verilen hükümler de karar tarihleri itibariyle tamamlanmış bir usul işlemi niteliğini haiz olduklarından ve anılan Kanun’un ek madde 6 hükmünün bir usul kuralı niteliği göz önüne alındığında; 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi gereğince bu kararlara 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün uygulanması mümkün değildir.
Bu sebeple 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün yürürlük tarihinden önce verilmiş olan ve madde hükmü kapsamındaki mal varlığına ilişkin davalar yönünden verilen kararlara yönelik olarak yapılacak olan istinaf ve temyiz kanun yolu incelemelerinde öncelikle 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi kapsamında miktar itibariyle temyiz ve istinaf kanun yollarına ilişkin sınırların gözetilmesi ve belirlenen miktarlar altında kalan mal varlığına ilişkin uyuşmazlıklar bakımından verilen kararın miktar itibariyle kesin hüküm niteliğinde olduklarının kabulü zorunludur.
Aksinin kabulü hâlinde verildiği tarih itibariyle kesin olan ve davanın tarafları arasındaki uyuşmazlığı kesin olarak nihayete erdiren kesin hükmün sahip olduğu değişmezlik ve dokunulmazlık nitelikleri zedelenir. Zira kesin hükmün taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü ile hukuki durumlarının kati bir şekilde belirlenmesinde sahip olduğu nihai etki, aynı zamanda bir hukuk sisteminin olmazsa olmazı olan hukuki güvenlik ve hukuki öngörülebilirlik ilkelerinin gereğidir. Anılan ilkeler sebebiyle kesin hüküm, çözüme ulaştırdığı uyuşmazlığın kapsamı içerisindeki hususlarla alakalı olarak değişmezlik ve dokunulmazlık sıfatlarını bünyesinde barındırır. Bu nitelikleri sayesinde kesin hükmün kapsamındaki hususlar başka bir davanın inceleme konusu olamayacak şekilde muhafaza edilir.
Dolayısıyla düzenleme şekli itibariyle geçmişe etkili olmayan bir başka deyişle bir geçiş hükmü içermeyen, 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün, yürürlüğe girmesinden önce verilen ve 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi gereği miktar itibariyle kesin olan kararlara uygulanarak kesin hükmün değişmezlik ve dokunulmazlık vasıflarına verilecek zarar, aynı zamanda ve dolayısıyla hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerini de zedeleyecektir.
Yapılan bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde; 7251 sayılı Kanun ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihinden önce İlk Derece Mahkemesince 18.09.2019 tarihinde davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verildiği, bu karara karşı davacılar vekilince yapılan istinaf başvurusunun İlk Derece Mahkemesinin 26.02.2020 tarihli ek kararı ile kararın miktar itibariyle kesin olduğundan bahisle reddedildiği, davacılar vekilinin ek karara yönelik istinaf başvurusunun da Bölge Adliye Mahkemesince 07.09.2020 tarihli karar ile 6100 sayılı Kanun’un 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddedildiği sabittir. Ayrıca işbu dava mal varlığına ilişkin olup, istinaf başvurusunda bulunan davacılar yönünden reddedilen mal varlığı değerinin (dava konusu 115 ada 2 parsel sayılı taşınmazın 15.05.2019 tarihli fen bilirkişi raporunda B harfi ile gösterilen 6,95 m2’lik kısmı) 146,92 TL olduğu, dava dilekçesinde anılan taşınmaz yönünden ileri sürülen 35 m2 gözetildiğinde ise bu değerin 739,90 TL yapacağı keşfen saptanmıştır.
Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince 18.09.2019 tarihinde tesis edilen hüküm tamamlanmış bir usul işlemi olup verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi kapsamında miktar itibariyle kesin hüküm niteliğini haizdir. Dolayısıyla ve 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi gereğince; 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren ve düzenlenme şekli itibariyle geçmişe etkili olmayan 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün, 18.09.2019 tarihli İlk Derece Mahkemesince tesis edilen kesin hükmüne uygulanamayacağı açıktır. Bu sebeple uyuşmazlık konusu İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı miktar yönünden istinaf kanun yolu kapalıdır.
Tüm bu nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatiyle direnme kararının Özel Dairenin bozma kararındaki nedenlerle bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Birinci Başkanvekili
Adem Albayrak
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 14’ü BOZMA, 11’i ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
KANUN YOLU AŞAMASINDA YÜRÜRLÜĞE GİREN 3402 SAYILI KANUN'UN EK MADDE 6 HÜKMÜ KARŞISINDA MİKTAR İTİBARIYLA BU KARARA KARŞI İSTİNAF KANUN YOLU AÇIKTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/1-674
Karar No : 2024/367
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 17.01.2023
EK KARAR TARİHİ : 26.02.2020
SAYISI : 2022/1800 E., 2023/71 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17.10.2022 tarihli ve 2021/5083 Esas,
2022/6762 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil ile kadastro tespiti sırasında paftasında yol olarak bırakılan taşınmazın tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir.
Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İlk Derece Mahkemesince verilen istinaf talebinin reddine dair ek karara karşı davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince ek karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili; Giresun ili Yağlıdere ilçesi T. Mahallesinde bulunan 114 ada 3 ve 115 ada 1 parsel sayılı taşınmazların müvekkillerine ait olduğunu, anılan taşınmazlar bir bütün hâlinde iken kadastro çalışmaları sırasında arasından yol geçirilmek suretiyle iki ayrı parsel olarak tespit gördüğünü, aradan geçen yolun yaklaşık 10-15 m2’lik kısmının müvekkillerine ait olduğunu, ancak paftasında yol olarak gözüktüğünü, yine müvekkillerine ait 115 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki yaklaşık 30-35 m2’lik kısmın davalı Abdullah E.’e ait 115 ada 2 parsel sayılı taşınmaz içerisinde bırakıldığını ileri sürerek taşınmazlar arasında yol olarak bırakılan çekişmeli kısmın müvekkilleri adına tescili ile davalı Abdullah E.’e ait 115 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki çekişmeli kısmın tapu kaydının iptalini ve müvekkilleri adına tescilini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Abdullah E.; maliki olduğu 115 ada 2 parsel sayılı taşınmazın muris babası Talip Er’den intikalen kaldığını, bu taşınmaz üzerine murisin 150 yıl önce ev ve diğer müştemilatları inşa ettiğini, kadastro tespitinin doğru olduğunu, dava konusu edilen kısmın 150 yıl önce inşa edilen evin damlalığı olduğunu, bu kısmın davacılara ait taşınmaz dışında yer aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
2. Davalı belediye başkanlığı; usulüne uygun tebliğe rağmen davaya cevap vermemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
1. İlk Derece Mahkemesinin 18.09.2019 tarihli ve 2018/291 Esas, 2019/517 Karar sayılı kararıyla; davacılara ait 115 ada 1 parsel sayılı taşınmazın yola sınır olan yaklaşık 10 m2’lik kısmının davacılar tarafından tarla olarak kullanıldığının ve yol vasfında olmadığının yapılan keşif ile ortaya çıktığı, öte yandan dinlenen mahalli bilirkişi ve tanıkların 115 ada 1 ve 2 parsel sayılı taşınmazlar arasındaki sınırı tam olarak bilmedikleri, bu konuda taraflarca başkaca bir delil de sunulmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 115 ada 1 ve 114 ada 3 parsel sayılı taşınmazlar arasında bırakılan 17.05.2019 havale tarihli fen bilirkişi raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen kırmızı renkle boyalı tapuda yol olarak sınırlandırılan 6,93 m2’lik kısmın ifraz edilerek davacılara ait 115 ada 1 sayılı parsele eklenerek tapuya kayıt ve tesciline, davalı Abdullah E. yönünden davanın reddine, miktar itibarıyla kesin olarak karar verilmiştir.
2. İlk Derece Mahkemesi kararının davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İlk Derece Mahkemesince 26.02.2020 tarihli ek karar ile; kararın miktar itibarıyla kesin olarak verilmiş olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 341 inci maddesi gereğince istinaf talebinin reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen ek kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 07.09.2020 tarihli ve 2020/308 Esas, 2020/276 Karar sayılı kararıyla; 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinin iki numaralı bendi uyarınca karar tarihi olan 2020 yılı için kesinlik sınırının 5.390,00 TL olduğu, alınan bilirkişi raporu uyarınca dava tarihi itibarıyla dava konusu taşınmazın fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen kısmın birim değerinin 26,27 TL, (B) harfi ile gösterilen kısmın birim değerinin 21,14 TL olduğu, birim değerine taraflarca bir itirazda bulunulmadığı, tespit edilen m2’lere itiraz edilmiş ise de dava dilekçesindeki talepler gözetilse dahi hesaplanan dava değerinin kesinlik sınırının altında kaldığı, ilk derece mahkemesince verilen kararın hüküm tarihinde miktar itibarıyla kesin olduğu, her ne kadar 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na ek madde 6 hükmü eklenmiş ise de somut olayda gerek karar tarihi olan 18.09.2019 itibarıyla gerekse iki haftalık istinaf süresinin dolumuna kadar yürürlükte bulunan yasal düzenlemeye göre kararın kesin olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı Kanun’un 353/1-b.1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; ''... 3.3.1. Bahsi geçen 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin gerekçesinde de açıkça belirlendiği üzere, bu madde ile mevzu davaların mülkiyet hakkına doğrudan tesirinden ötürü ehemmiyeti gereği miktar ve değerine bakılmaksızın kanun yolu incelemesine tabi tutulması suretiyle etkin denetim mekanizması oluşturulması amaçlanmıştır.
3.3.2. Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüde yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasal denetim yollarının kullanımı önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecâtın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasa'nın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşılmaktadır.
3.3.3. Somut olayda, ilk derece mahkemesince kararın kesin olduğu gerekçesiyle ek karar ile istinaf dilekçesinin reddine karar verilmiş olması, Bölge Adliye Mahkemesince de kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılmış olan eldeki tapu iptali ve tescil davasında, ek kararın doğru olduğu gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesi yukarıda değinilen yasal düzenlemeye aykırıdır.
Hal böyle olunca, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken dava değeri gerekçe gösterilerek istinaf dilekçesinin esastan reddine karar verilmesi hatalıdır...'' gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, karar tarihi itibarıyla kesin olarak verilen kararın sonradan çıkarılan Kanun ile yasa yoluna tâbi hâle gelip gelmediği hususunun öncelikle usul hukukuna ait bir konu olduğu, Kanunların geriye yürümezliği ilkesi ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği, somut olayda ilk derece mahkemesi karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Kanun hükümlerinin incelendiği, 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün yürürlük tarihinden önce verilen kararlara tesir edip etmeyeceğinin tartışma konusu olduğu, kanun koyucu tarafından bu yasal değişikliğin yürürlük tarihinden önce verilen kararlara da tesir edeceği yönünde bir düzenleme yapılmadığı, yine 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesinde bu Kanun hükümlerinin tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanacağının kararlaştırıldığı, usul hükümlerine ilişkin derhal uygulanırlık ilkesinin geçerli olduğu, bu kapsamda usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığının önem arz ettiği, usul işlemi tamamlandıktan sonra yürürlüğe giren usul hükmünün tamamlanmış işleme uygulanma olanağının bulunmadığı, bu hâliyle karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinin ikinci bendi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kesin olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacılar vekili; direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek 6 ncı maddesi ile müvekkilleri gibi kesinlik sınırına takılıp mağdur olan vatandaşlara istinaf ve temyiz yolunun açıldığını, mağduriyetlerin bu şekilde giderildiğini, istinaf başvurusunun reddine ilişkin ek karara yönelik istinafa başvurulduğundan kesinleşmiş bir karar bulunmadığını, kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadığı için ek 6 ncı maddenin uygulanması gerektiğini, yargılaması hâlen devam eden dosyada yürürlüğe giren lehe Kanunun uygulanmasının Anayasa ile güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının bir gereği olduğunu, bozma kararında açıkça bu hususun belirtildiğini ileri sürerek direnme kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro öncesi hukuki nedene dayalı tescil ile tapu iptali ve tescil istemlerine ilişkin eldeki davada, davacılar vekilinin istinaf dilekçesinin İlk Derece Mahkemesinin 26.02.2020 tarihli ek kararı ile miktar itibarıyla kararın kesin olarak verilmiş olduğu gerekçesiyle reddine karar verilmesini müteakip 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe girmiş olduğu ve ek karara yönelik davacılar vekilinin istinaf başvurusunun da Bölge Adliye Mahkemesinin 07.09.2020 tarihli kararı ile esastan reddine karar verildiği gözetildiğinde, 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün somut olaya uygulanıp uygulanamayacağı, buradan varılacak sonuca göre İlk Derece Mahkemesince verilen kararın miktar itibarıyla kesin hüküm niteliğini haiz olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 13 ve 36 ncı maddeleri.
2. 6100 sayılı Kanun'un 341 ve 448 inci maddeleri ile Ek 1 nci maddesi.
3. 3402 sayılı Kanun'un Ek 6 ncı maddesi (7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile eklenen)
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş olup anılan maddede düzenlenen hak arama özgürlüğü, yargılama usulüne ilişkin güvencelerle hakkaniyete uygun yargılama yapılmasını hedefleyen ve demokratik toplumda vazgeçilmez nitelikte olan adil yargılanma hakkını da kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir.
3. Hak arama, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle demokratik hukuk düzenlerinde hakların korunmasını ve hak ihlâllerinin giderilmesini temin edebilecek hukuki yollar öngörülmüştür. Nitekim Anayasa Mahkemesi (AYM) de kararlarında hak arama özgürlüğünün hukuk devletinin başlıca ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade etmiştir (AYM 19.09.1991 tarihli ve 1991/2 Esas, 1991/30 Karar; 25.11.2015 tarih ve 2014/86 Esas, 2015/109 Karar, 01.10.2020 tarihli ve 2020/21 Esas, 2020/53 Karar). Bu doğrultuda Anayasanın 40 ıncı maddesinde hak ve özgürlükleri ihlâl edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
4. Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğü, hakların korunmasını amaç edinen vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasadaki temel hakların korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama yolu, hakların korunmasında en etkili ve güvenceli yoldur. Hak arama özgürlüğünün kapsamının belirlenmesinde adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de gözönünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama özgürlüğünün amacının hak ihlâlinin önlenerek kişiye hakkının teslim ve adaletin tesis edilmesi olduğu söylenebilir. Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hâkimin gerek maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama özgürlüğünden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasa açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen hak arama özgürlüğünün kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır (AYM 27.12.2018 tarih ve 2018/71 Esas, 2018/118 Karar).
5. Anayasanın 154 ve 155 inci maddelerinin de mahkeme kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anayasanın 36, 154 ve 155 inci maddeleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasanın mahkemelerce verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını yargılamanın konusuna göre herhangi bir kısıtlamaya tâbi olmaksızın Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamında güvenceye kavuşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, konusu bir suç isnadına dayanan ya da medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan tüm yargılamalar için geçerlidir.
6. Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, kişinin aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden geçirilmesini ve denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına almaktadır. Bununla birlikte hükmün denetlenmesini talep etme hakkının tabiatı itibarıyla Devletin kanuni düzenleme yapmasını gerektirdiği açıktır. Kişilerin ne şekilde bu haktan yararlanacakları ve bu hakkın temini bakımından nasıl bir sistemin kurulacağı hususunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi bulunmaktadır.
7. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkına ilişkin kanuni düzenlemelerde bu denetimin sadece hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığı hususuyla mı sınırlı olacağı yoksa bunun yanında maddi olguların değerlendirilmesini de mi kapsayacağı hususu kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Bu bağlamda mahkeme hükmünün denetiminin maddi olguların değerlendirilmesini de kapsaması gerektiğine dair bir anayasal zorunluluk bulunmamaktadır. Denetimi yapacak yargı mercinin hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığına yönelik bir denetim yapma yetkisi ile donatılması, hükmün denetlenmesini talep etme hakkının sağlanmasına ilişkin anayasal yükümlülüğün yerine getirilmesi bakımından yeterli görülebilir.
8. Bunun yanında hükmün denetlenmesini talep etme hakkının niteliği dikkate alındığında bu hakkın mutlak bir hak olarak kabulü mümkün değildir. Dolayısıyla bu hak kanun koyucu tarafından bazı sınırlamalara tâbi tutulabilir. Ancak bu sınırlandırmaların Anayasa'nın 13 üncü maddesinde öngörülen ölçütlere uygun olarak yapılması gerekir. Nitekim aynı esaslar Anayasa Mahkemesinin 24.02.2022 tarihli ve 2021/34 Esas, 2022/21 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.
9. Adil yargılanma hakkı çerçevesinde adli yargı sistemi içerisinde görülen hukuk davalarında hükmün denetlenmesini talep hakkının kullanımına dair düzenleme, 6100 sayılı Kanun'da mevcut olup anılan hükümlerde hukuk davalarında kanun yollarına başvuru hakkının hangi koşul ve şekillerde kullanılacağı, bu hakkın temininde nasıl bir yol izleneceği ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
10. Adli yargıda İlk Derece Mahkemelerinin nihai kararlarına karşı kural olarak istinaf yolu öngörülmüştür. 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar düzenlenmiştir. Anılan maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu öngörülmüştür. Kuralda belirtilen parasal sınır, anılan Kanun’un ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası gereğince her yıl yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanmaktadır. Buna göre uyuşmazlık konusu hakkında İlk Derece Mahkemesince kararın verildiği 2019 yılı itibarıyla bu sınır 4.400,00 TL olup 2019 yılı için bu miktarın altındaki değerde olan mal varlığına ilişkin davalarda verilen kararlar kesin niteliktedir.
11. Öte yandan 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun'a eklenen ek 6 ncı maddesine göre; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir.
12. Anılan maddenin gerekçesinde; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararların miktar veya değerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna tabi olup olmadığıyla ilgili uygulamada tereddütlerin bulunduğu belirtilerek bu tereddütlerin giderilmesi amacıyla bu davalarda verilen kararların miktar veya değeri dikkate alınmaksızın istinaf veya temyiz incelemesine açık olduğunun hükme bağlandığı belirtilmiştir.
13. Gerçekten 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesi, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndan (1086 sayılı Kanun) farklı olarak tüm mal varlığı davalarında istinaf sınırı olarak belirli bir miktarı öngörmüş olup bu hususta hukuk davaları arasında herhangi bir ayrım yapmamış, hükmün kadastro işlemlerinden doğan davalarda ne şekilde uygulanacağı konusunda açık bir hüküm ihdas etmemiştir. Hükümdeki bu belirsizlik, 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğü sonrasında uygulamada kadastro işlemlerinden doğan davalarda bir takım tereddütlere sebebiyet vermiş, İlk Derece Mahkemeleri bakımından 6100 sayılı Kanun'da belirtilen kesinlik sınırının altındaki kararlara karşı kanun yolunun açık olup olmadığı hususunda 7251 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğe kadar yorum farklılıkları ortaya çıkmıştır. Kadastro işlemleri sonucu ortaya çıkan uyuşmazlıklardan doğan davaların bünyesinde barındırdığı bir kısım özellikler, bu yorum farklılıklarının oluşumunda önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
14. Gelinen aşamada; 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin uygulanması sırasında ortaya çıkan tereddütlere vaki etkisi sebebiyle, 3402 sayılı Kanun çerçevesinde kadastro faaliyetinin niteliği ile aynı Kanun'dan kaynaklanan davaların bünyesinde barındırdığı bir kısım özelliklerin üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
15. Kadastro faaliyeti ile amaçlanan, taşınmaz malların sınırlarının ve hukuki durumlarının belirlenerek tapu sicilinin oluşturulmasıdır. Nitekim 3402 sayılı Kanun'un 1 inci maddesinde bu amaç “Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukuki durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekânsal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır" şeklinde ifade edilmiştir. Bu kapsamda kadastro faaliyetleri ile gerçek hak durumuna uygun şekilde yapılacak tespitlerle taşınmazların hukuki ve fiili durumlarının açık bir biçimde belirlenmesi öngörülmüştür.
16. Tapu sicili, taşınmazlar üzerindeki mevcut hakları göstermek, bunların tesis ve devirlerini sağlamak için tutulan resmî bir sicildir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 997 ve devamı maddelerinde düzenlenen tapu sicili, ana ve yardımcı sicillerden oluşan ve çeşitli defter ile belgeleri kapsayan bir bütündür. Zira, tapu sicilinin en önemli unsuru tapu kütüğü olmakla birlikte tek başına kütük kaydının bir taşınmazın geometrik ve hukuki durumunu göstermeye yeterli olduğu söylenemez. Bu anlamda devletin yetkili kıldığı memurlar tarafından tutulan defter, belge ve planlar; taşınmazın malikini, taşınmazı takyit eden sınırlı ayni hakları, konumunu, yüzölçümünü, miktarını, türünü ve şeklini, yine varsa taşınmazla ilgili bazı şahsi haklar ile devir ve temlik hakkı üzerindeki kısıtlamaları da gösterir.
17. Kural olarak taşınmazlar üzerindeki ayni haklar tescille kazanılır (4721 sayılı Kanun md. 705/1). Tescil, tapu kütüğünde ayni hakka ilişkin kaydı ifade eden teknik bir terimdir. Tapu sicilinin taşınmazlar üzerindeki ayni hakları gösterebilmesi için öncelikle taşınmazın tapu siciline kaydı gerekmektedir. Çünkü 4721 sayılı Kanun'un 1000/1 inci maddesinde, her taşınmaza kütükte bir sayfa açılacağı belirtilerek, tapu sicilinin oluşturulmasında "ayni sistem" adı verilen sistem kabul edilmiştir. Bu sistemi kadastrosu yapılmamış yerlerde uygulama imkânı bulunmadığından ülke topraklarının kadastrosunun sağlıklı bir şekilde yapılması, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların çap kaydının oluşturularak tapulanması yüksek seviyede önem arz eden bir husustur.
18. Bu çerçevede kadastro işlemlerinin sağlıklı olarak tamamlanması ve bu işlerden doğan uyuşmazlıkların gerçek durumu gösterir tapu sicili oluşturma gayesine uygun şekilde çözülmesi de "ayni sistemin" doğru ve yararlı bir şekilde faaliyet göstermesi için zorunludur. Belirlenen bu amaç kapsamında kadastro işlemlerinden doğan ve 3402 sayılı Kanun'un uygulama alanı bulduğu uyuşmazlıklar ile ilgili yapılacak yargılamalarda 3402 sayılı Kanun'da belirtilen amaç göz önüne alınmalıdır. Nitekim bu amaç çerçevesinde kadastro işlemleriyle ilgili davalarda hâkim, taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalara bakan hâkimlerden farklı olarak bir kısım yetkilere sahiptir. Kadastro işlemlerinden kaynaklanan davalarda hukuk davalarına egemen genel ilkelerden ve usul kurallarında da bir kısım ayrılmalar ve belirli koşullarda yargılamalarda resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu durumlar gözlenmektedir. Kadastro mahkemesinde görülen davalarda belirli koşullarda resen araştırma yetkisinin geçerli olması, şüphesiz 3402 sayılı Kanun'un gerçeğe uygun tapu sicili oluşturulması şeklinde ifade edilebilen amacına uygundur.
19. Kadastro işlemleri ile bu işlemlerden doğan davaların yargılaması sırasında uygulanacak kuralların kendine özgü nitelikleri nazara alındığında, ülke toprakları üzerinde gerçekleştirilecek kadastro çalışmaları ile hem taşınmazların sınırlarının tayini hem de bu taşınmazlar üzerindeki hakların doğru bir şekilde tespiti sonrasında tapu sicilinin oluşturulmasında, hak sahibi şahıslar yanında bir ölçüde kamu yararının da mevcut olduğu söylenebilir. Zira 3402 sayılı Kanun'un genel sistematiği içerisinde kadastro çalışmalarının sağlıklı ilerlemesi ve tapu sicilinin gerçeğe uygun olarak tutulması için kadastro komisyonlarına ve mahkemeye tanınan yetkiler ile belirli durumlarla alakalı olarak yargılamalarda resen araştırma ilkesinin uygulanacağının düzenlenmesi, tapu sicilinin doğru tutulmasındaki kamu yararının göz önüne alındığını göstermek bakımından önemlidir.
20. Kadastro işlemlerinden doğan davaların belirtilen özellikleri ışığında; kadastro işlemleri sırasında, işleme konu taşınmaz üzerindeki hakkın ihlâl edildiği iddiasıyla açılan davalarda, verilen kararın doğru olmadığına dair iddia bakımından denetlenmesini talep etme hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında devreye girer. Aynı zamanda kadastro davalarının hizmet ettiği kamusal yarar göz önüne alındığında; kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalarda verilen kararların üst mahkemelerce denetlenmesi, kadastro işlemlerinin sağlıklı olarak tamamlanıp gerçeğe uygun tapu sicilinin oluşumu yönünden gerekli ve yararlıdır.
21. Ayrıca kadastro işlemlerinden doğan davalarda uyuşmazlık, taşınmazın değerinden ziyade taşınmaz üzerindeki hakların ve bu hakların sınırlarının tespiti ile tapu sicilinin gerçek duruma uygun olarak oluşturulmasıyla ilgilidir. Anılan yönüyle bu tür davalar; uyuşmazlık konusunu belirli bir değer yahut miktar olarak esas alan diğer dava türlerinden ayrılmakla dava konusu taşınmazın değerine dair tartışmalar, yargılama sırasında 3402 sayılı Kanun'un sistematiği gereği geri planda yer almaktadır.
22. Bunun yanında bu tür davalarda 3402 sayılı Kanun'un 36 ncı maddesinin ikinci fıkrası gereğince dava harcı, yargılama giderlerinin tespit ve hesaplanmasında ilgili taşınmaz mala ait son beyan dönemi emlak vergisi değerinin esas alınacağı düzenlenmiştir. Aynı maddenin altıncı fıkrası gereğince kadastrosu yapılan yerlerde, emlak vergisi değeri belli olmayan taşınmaz mallara, kadastro ve dava harcı ile yargılama giderlerine esas olmak üzere kadostro komisyonunca kıymet takdir edileceği düzenlenmiştir. Ancak bu hükümler, hâkimin dava konusu taşınmazın değerini serbestçe takdir etme kuralının varlığı karşısında yol gösterici bir mahiyet arz etmekle birlikte belirlenen bu değerlerin mevcut ekonomik koşullarda her zaman gerçeği yansıtmayacağı kabul edilmelidir.
23. Bu nedenle kadastro işlemlerinden doğan davalara konu taşınmazın değeri esas alınarak verilen kararların miktar itibarıyla kesinliğinin tayini, hakkaniyete uygun olmayan neticelerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu itibarla; 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile yapılan değişiklik öncesinde kadastro işlemlerinden doğan davalar ile ilgili olarak 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan istinaf sınırı uygulamasında yorum farklılıklarına dayalı bir kısım tereddütler hasıl olmuş ve bu durumun açıklığa kavuşturulması amacıyla 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı madde ihdas edilmiştir.
24. Her ne kadar 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin geçmişe etkisi hakkında bir düzenleme bulunmasa da; hükmün gerekçesinden anlaşılacağı üzere madde hükmünde belirtilen davalar yönünden kanun yolu incelemesine dair uygulamada ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesi amacının, hükmün zaman bakımından uygulanması sırasında göz önüne alınmasını gerektirmektedir.
25. Bu anlamda adil yargılanma hakkı kapsamında kanun yoluna başvurma hakkının sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerde Anayasanın 13 üncü maddesi gereğince ölçülük ve sınırlama sebeplerine uygunluk mevcut olmalıdır. Zira hükmün denetlenmesini talep etme hakkını sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir. Bu durum Anayasanın 2 nci maddesinde düzenlenen hukuk devletinin bir gereği olup sınırlamayı içeren kanunda bulunması anayasal anlamda gerekli olan tüm nitelikler aynı zamanda hukuki güvenliğin tesisi bakımından elzemdir.
26. Buradan hareketle, 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin, düzenlemede belirtilen davaların niteliği göz önüne alındığında yürürlük tarihinden önce derdest olan davalara da uygulanması mümkündür. Zira anılan düzenleme, bir usul kurumu olan kanun yollarına dair hükümler içerse de verilen kararların denetlenmesini talep hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında maddede belirtilen davaların bünyelerinde barındırdığı özellikler sebebiyle verilen kararların denetlenmesi, kamu yararı bakımından da önem arz etmektedir. Bu kapsamda tereddüte yol açan usul kurallarının Anayasada güvence altına alınmış temel haklara, hukuki güvenlik ile hukuki belirlilik ilkelerine aykırı olacak surette aşırı şekilci olarak uygulanması hakkaniyete aykırı durumların ortaya çıkmasına sebebiyet vereceğinden 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin zaman bakımından uygulanmasında hem maddede belirtilen davaların nitelikleri hem de adil yargılanma hakkına dair sağlanan güvenceler gözden uzak tutulmamalıdır.
27. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesinin, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen istinaf talebinin reddine ilişkin ek karar hakkındaki davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen kararında dayanak olarak dava konusu taşınmaz değerinin esas alındığı ve İlk Derece Mahkemesi kararının kesin olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
28. Oysa ki yukarıda yapılan açıklamalar ile dava konusu taşınmazın fiziki ve hukuki durumunun tespit edilerek tapu siciline doğru bir şekilde kaydedilmesindeki kamu yararı dikkate alındığında, taşınmazın parasal değerinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Aksinin kabulü, doğru tespit edilip edilmediği denetlenmeyen ve davanın niteliği gereği taraflar arasında esas çekişme konusu olmayan taşınmaz değeri esas alınarak kararın kanun yolu vasıtasıyla denetlenmesini talep hakkı engellenmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlâline neden olur.
29. Davanın bünyesinde barındırdığı tüm bu özellikler nedeniyle verilen kararın denetlenmesini talep etme hakkının Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında güvence altına alınması, hukuki güvenlik, hukuki belirlilik ve hakkaniyet gereğidir. Nitekim 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile alakalı kadastro işlemlerinden doğan davalarda kesinlik sınırının ne yönden belirleneceğinin açık bir biçimde belirlenmemiş olması sonucu ortaya çıkan birtakım tereddütler, 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun'a eklenen ek 6 ncı madde ile ortadan kaldırılmıştır. Bu anlamda 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesi, geçmiş dönemdeki farklı yorumları nihayete erdirip miktar itibarıyla kesinlik sınırının kadastro işlemlerinden kaynaklanan davalarda uygulanmayacağını açık bir biçimde düzenlemiştir.
30. Bu itibarla 3402 sayılı Kanun'un ek 6 ncı maddesinin, davanın bünyesindeki kendine has özellikleri ile verilecek kararın etki edeceği kamusal menfaat ve hükmün amacı göz önüne alındığında, adil yargılanma hakkının ve hukuki güvenliğin tesisi için somut olayda uygulanması, maddenin ihdas amacı ile hakkaniyet gereğidir. Dolayısıyla İlk Derece Mahkemesince verilen kararın, kanun yolu aşamasında yürürlüğe giren 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmü karşısında miktar itibarıyla kesin olduğu söylenemeyeceğinden bu karara karşı istinaf kanun yolu açıktır.
31. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün geçmişe etkili olarak düzenlenmediği, bu sebeple somut olayda uygulanamayacağı, 6100 sayılı Kanun'un 448 inci maddesi kapsamında İlk Derece Mahkemesince kararın verilmesi ile usul işleminin tamamlandığı, kararın verildiği tarihte miktar itibarıyla kesin olduğu, dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulamayacağı, temyiz sınırı bakımından taşınmazlarla ilgili bir ayrımın mevcut olmadığı, kesin olan bir kararın doğuracağı usuli kazanılmış hakkın nazara alınması gerektiği, kanun koyucu tarafından tanınmayan kanun yoluna başvuru hakkının yargı kararlarıyla tanınamayacağı, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
32. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
10.07.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Dava, kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil ile kadastro tespiti sırasında paftasında yol olarak bırakılan taşınmazın kısmen tescili istemlerine ilişkindir.
Uyuşmazlığa konu İlk Derece Mahkemesi kararının verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 341 inci maddesinin 7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesindeki hâline göre miktar veya değeri 1.500,00 TL’yi geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 34 üncü maddesi ile yapılan değişiklik sonrası 6100 sayılı Kanun’un 341 inci madde hükmü, bugünkü şeklini almış olup buna göre miktar veya değeri 3.000,00 TL’yi geçmeyen mal varlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. İstinaf sınırına ilişkin bu miktar, 6100 sayılı Kanun’un ek madde 1 hükmü kapsamında uyuşmazlığa konu İlk Derece Mahkemesi kararının verildiği 2019 yılı itibariyle 4.400,00 TL olarak belirlenmiştir.
Yine 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na (3402 sayılı Kanun) eklenen ek madde 6 hükmü gereğince; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir.
3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü, içeriği ve niteliği itibariyle usul hukukuna ilişkin bir kuralı düzenleme altına almaktadır. Her ne kadar 3402 sayılı Kanun’da yapılan bu değişikliğe ilişkin kanun gerekçesinde uygulamadaki tereddütlerin giderilmesinin amaçlandığı ve maddede sayılan davalarda verilen kararların miktar ve değerine bakılmaksızın istinaf ve temyiz kanun yolu incelemesine tâbi olduğu belirtilmiş ise de; hem madde hükmü hem de madde gerekçesinde düzenlemenin yürürlüğü ile alakalı herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
Buradan hareketle 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü, yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle tamamlanmış işlemlere uygulanmamak kaydıyla düzenlemede belirtilen davalara derhâl uygulanacaktır. Zira usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin usul hükümlerinin derhâl yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde ilgili usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır. Hemen belirtilmelidir ki dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.
Bir usul işlemi yargılama sırasında yapılmaya başlanıp tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar, aksine ilişkin bir düzenleme öngörülmediği takdirde genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar.
Yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak 6100 sayılı Kanun’un “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448/1 inci maddesi de “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna veya hükümlere göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır.
Dolayısıyla 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü de, maddede belirtilen niteliği haiz davalarda tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanacaktır. Buradan hareketle 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün yürürlüğe girdiği tarihten önce, maddede belirlenen uyuşmazlık türleri hakkında verilen hükümler de karar tarihleri itibariyle tamamlanmış bir usul işlemi niteliğini haiz olduklarından ve anılan Kanun’un ek madde 6 hükmünün bir usul kuralı niteliği göz önüne alındığında; 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi gereğince bu kararlara 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün uygulanması mümkün değildir.
Bu sebeple 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün yürürlük tarihinden önce verilmiş olan ve madde hükmü kapsamındaki mal varlığına ilişkin davalar yönünden verilen kararlara yönelik olarak yapılacak olan istinaf ve temyiz kanun yolu incelemelerinde öncelikle 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi kapsamında miktar itibariyle temyiz ve istinaf kanun yollarına ilişkin sınırların gözetilmesi ve belirlenen miktarlar altında kalan mal varlığına ilişkin uyuşmazlıklar bakımından verilen kararın miktar itibariyle kesin hüküm niteliğinde olduklarının kabulü zorunludur.
Aksinin kabulü hâlinde verildiği tarih itibariyle kesin olan ve davanın tarafları arasındaki uyuşmazlığı kesin olarak nihayete erdiren kesin hükmün sahip olduğu değişmezlik ve dokunulmazlık nitelikleri zedelenir. Zira kesin hükmün taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü ile hukuki durumlarının kati bir şekilde belirlenmesinde sahip olduğu nihai etki, aynı zamanda bir hukuk sisteminin olmazsa olmazı olan hukuki güvenlik ve hukuki öngörülebilirlik ilkelerinin gereğidir. Anılan ilkeler sebebiyle kesin hüküm, çözüme ulaştırdığı uyuşmazlığın kapsamı içerisindeki hususlarla alakalı olarak değişmezlik ve dokunulmazlık sıfatlarını bünyesinde barındırır. Bu nitelikleri sayesinde kesin hükmün kapsamındaki hususlar başka bir davanın inceleme konusu olamayacak şekilde muhafaza edilir.
Dolayısıyla düzenleme şekli itibariyle geçmişe etkili olmayan bir başka deyişle bir geçiş hükmü içermeyen, 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün, yürürlüğe girmesinden önce verilen ve 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi gereği miktar itibariyle kesin olan kararlara uygulanarak kesin hükmün değişmezlik ve dokunulmazlık vasıflarına verilecek zarar, aynı zamanda ve dolayısıyla hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerini de zedeleyecektir.
Yapılan bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde; 7251 sayılı Kanun ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihinden önce İlk Derece Mahkemesince 18.09.2019 tarihinde davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verildiği, bu karara karşı davacılar vekilince yapılan istinaf başvurusunun İlk Derece Mahkemesinin 26.02.2020 tarihli ek kararı ile kararın miktar itibariyle kesin olduğundan bahisle reddedildiği, davacılar vekilinin ek karara yönelik istinaf başvurusunun da Bölge Adliye Mahkemesince 07.09.2020 tarihli karar ile 6100 sayılı Kanun’un 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddedildiği sabittir. Ayrıca işbu dava mal varlığına ilişkin olup, istinaf başvurusunda bulunan davacılar yönünden reddedilen mal varlığı değerinin (dava konusu 115 ada 2 parsel sayılı taşınmazın 15.05.2019 tarihli fen bilirkişi raporunda B harfi ile gösterilen 6,95 m2’lik kısmı) 146,92 TL olduğu, dava dilekçesinde anılan taşınmaz yönünden ileri sürülen 35 m2 gözetildiğinde ise bu değerin 739,90 TL yapacağı keşfen saptanmıştır.
Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince 18.09.2019 tarihinde tesis edilen hüküm tamamlanmış bir usul işlemi olup verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi kapsamında miktar itibariyle kesin hüküm niteliğini haizdir. Dolayısıyla ve 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi gereğince; 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren ve düzenlenme şekli itibariyle geçmişe etkili olmayan 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün, 18.09.2019 tarihli İlk Derece Mahkemesince tesis edilen kesin hükmüne uygulanamayacağı açıktır. Bu sebeple uyuşmazlık konusu İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı miktar yönünden istinaf kanun yolu kapalıdır.
Tüm bu nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatiyle direnme kararının Özel Dairenin bozma kararındaki nedenlerle bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Birinci Başkanvekili
Adem Albayrak
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 14’ü BOZMA, 11’i ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.