MAL REJİMİ KAYNAKLI ALACAĞA ZARAR VERMEK İÇİN YAPILAN MUVAZAALI DEVİRLERDE SON KAYIT MALİKİ VE DİĞER ARA MALİKLER DE TARAF OLMALIDIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/(17)4-854
KARAR NO : 2022/200
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28/03/2017
NUMARASI : 2016/712 - 2017/181
DAVACI : B.T. vekili Av. H.B.
DAVALILAR : 1- P.İ. vekili Av. D.C.
2- M.E.Ö. vekili Av. Y.A.
3- E.Ç.
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen taraf sıfatı yokluğu nedeniyle davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı Pelin T.’ın 2012 yılında evlendiklerini, 14.02.2014 tarihinde Gaziantep İli Şehitkamil İlçesi Kirlialıcı Köyü Amutlu mevkii 1.0 ada 68 parselde bulunan taşınmazın bedelinin tamamını müvekkilinin ödeyerek tapuda eşinin üstüne tescil ettirdiğini, müvekkilinin 03.03.2014 tarihinde boşanma davası açtığını, boşanma kararının kesinleştiğini, taşınmazın davanın açılmasından bir gün sonra 04.03.2014 tarihinde Erdoğan Ç.’a, 05.03.2014 tarihinde ise Murat Erdal Ö.’a mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak devredildiğini, müvekkilinin 11.02.2015 tarihinde açmış olduğu Gaziantep 3. Aile Mahkemesinin 2015/122 E. sayılı dosyasında görülen mal tasfiyesi ve katkı payı istemi için açtığı davada yapılan harici araştırma sonucunda tapunun devredildiğini öğrendiğini ileri sürerek davalılar üzerine kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptaline ve tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Pelin İ. vekili cevap dilekçesinde; taşınmazın müvekkili tarafından satın alındığını ve kâr amaçlı olarak satıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı Murat Erdal Ö. vekili; muvazaa iddiasını kabul etmediklerini, müvekkilinin taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
7. Davalı Erdoğan Ç. usulüne uygun yapılan tebligata rağmen cevap dilekçesi sunmamıştır.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
8. Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.11.2015 tarihli ve 2015/633 E., 2015/1787 K. sayılı kararı ile; tapu kayıtlarının incelenmesinden dava konusu edilen taşınmazda davalıların malik olmadıkları ve hisselerinin bulunmadığı, dava konusu taşınmazın davadan yaklaşık bir yıl kadar önce Ziya K.’a devredilmiş olduğu anlaşıldığından davanın niteliğine göre taraf sıfatı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 04.10.2016 tarihli ve 2016/11563 E., 2016/8559 K. sayılı kararı ile;
“… Dava TBK'nun 19.maddesi gereğince muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal istemine ilişkindir.
Kural olarak 3. kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü danışıklı bir hukuki işlem ile 3. kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak 3. kişinin danışıklı işlem ile haklarının zarar uğratıldığının benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan alacaklı olması ve danışıklı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir.
Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Ayrıca, hukuki işlemin taraflarının tümü yönünden muvazaa olgusunun kanıtlanması gerekir.
Somut olayda dava konusu taşınmazın yargılama devam ederken dava dışı Ziya Kınık adına satış yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacı bu kişinin de muvazaalı olarak satın aldığı iddiasında ise anılan şahsında davaya dahili sağlanarak yargılamaya devam edilmesi gerekir.
Öte yandan, davanın görülebilmesi için davacının davalı Pelin'den bir alacağının bulunması gerekmektedir. Davacı ve davalı Pelin arasında mal tasfiyesi davası devam ettiği belirtildiğinden bu davanın sonucunun da beklenerek, alacağın varlığı sabit olduğu ve davalıların tümü yönünden muvazaa olgusu ispat edildiği takdirde davanın kabulüne, aksi durumda kısa aralıklarla satış tek başına muvazaa olgusu için yeterli olmadığı da dikkate alınarak davalı Pelin ile diğer davalıların davaya dahili sağlanarak Ziya'nın da muvazaalı olarak hareket ettikleri ispat edilmediği takdirde davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.03.2017 tarihli ve 2016/712 E., 2017/181 K. sayılı kararı ile; taşınmazın Ziya K. olarak görülen dava dışı tapu kayıt malikine 02.05.2014 tarihinde satış sureti ile intikal ettiği, davanın tapu iptali tescil davası olması sebebi ile harca tabi olduğu ve dava açılış tarihinin bu sebeple 27.04.2015 olduğu şu hâlde devam eden yargılama sırasında bir intikal olmayıp dava açılmasından yaklaşık bir yıl önce dava dışı üçüncü kişiye intikal gerçekleştiği, davanın intikal tarihi ve dava tarihi arasında Yargıtay yerleşik uygulamasında makul kabul edilebilecek (15 gün-1 ay gibi) gibi bir sürenin çok üzerinde bir zaman geçtikten sonra yöneltildiği, şu hâlde önceki hükmün ve değerlendirmenin yerinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından öncelikle dava dışı Ziya K.’ın davaya dahilinin sağlanmasının, sonrasında görülmekte olan mal tasfiyesine ilişkin davanın sonucunun beklenmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.
15. Sözleşmeler kural olarak tarafların karşılıklı ve uygun iradeleri ile meydana gelir. Ancak bu irade ile beyan her zaman birbiri ile örtüşmeyebilir. Bu uygunsuzluk hâli istem dışı oluşabileceği gibi, taraflar bilerek ve isteyerek de iradeleri ile beyanları arasında uygunsuzluk yaratabilirler.
16. Muvazaa olarak adlandırılan bu ikinci durum öğreti ve uygulamada çok çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Muvazaa, Türk Hukuk Lûgatı’nda; “Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge, danışıklı işlem” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı:Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, s. 819). Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa; “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.”
17. Yukarıdaki tanımların ortak noktasından yola çıkıldığında muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesinin bulunması gerektiği muhakkaktır.
18. Muvazaa, “mutlak muvazaa”, “nispi muvazaa” gibi çeşitli türlere ayrılır. Tarafların gerçekte bir işlem yapmayı düşünmemelerine rağmen, sırf üçüncü kişilere karşı onları aldatmak amacıyla, işlem yapmış gibi gözükmek için, görünürde bir işlem yapmalarına “mutlak muvazaa” denir. Nispi muvazaada ise; taraflar aralarında yaptıkları bir sözleşmeyi kendi iç iradelerine uymayan ve dışarıya karşı yaptıkları başka bir işlemle gizlerler. Eş söyleyişle, nispi muvazaada taraflar görünürdeki işlem arkasında gerçek iradelerine uygun olmayan gizli bir işlem yaparlar (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 370).
19. Pozitif hukukumuzda muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçlarını düzenleyen bir kanun metni bulunmamaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler” başlıklı 19. maddesinde; bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradelerinin esas alınacağı hüküm altına alınmıştır. TBK’nın 19. maddesi ile sadece nispi muvazaa düzenlenmiş olup, bu maddede mutlak muvazaa hükme bağlanmamıştır. Toplum ihtiyaçlarının zorlaması ile mutlak muvazaa öğreti ve uygulamada yerini almış, bu husustaki ilkeler yargısal içtihatlarla şekillenmiştir (Özkaya, Eraslan: Açıklamalı- İçtihatlı İnançlı işlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2020, s. 184 vd.).
20. Kural olarak üçüncü kişiler muvazaalı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukukî işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü muvazaalı bir hukukî işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak genel usul kuralı gereğince her davada olduğu gibi anılan bu davada da davacının hukukî yararının bulunması zorunludur. Eş söyleyiş ile üçüncü kişinin muvazaalı işlem ile haklarının zarar uğratıldığının benimsenebilmesi için onun muvazaalı işlemde bulunandan alacaklı olması ve muvazaalı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekmektedir. Zira davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır.
21. Eldeki davada davacı taraf; davalı Pelin aleyhine boşanma davası açıldıktan hemen sonra katkı payı alacağının engellenmesi amacıyla dava konusu taşınmazın birer gün arayla diğer davalılara muvazaalı olarak devredildiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur. Dava dilekçesine ekli tapu kaydından taşınmazın iki davalıya devredildiği görünmekte ise de; mahkemece alınan ihtiyatî tedbir kararının icrası için yazılan müzekkere cevabından taşınmazın işbu dava açılmadan önce yeniden el değiştirerek 02.05.2014 tarihinde dava dışı Ziya K.’a devredildiği tespit edilmiştir. Bu durumda gelinen aşama itibari ile muvazaa davasının kimlere karşı açılabileceği ve davalılar arasındaki ilişkinin niteliği üzerinde durularak konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
22. Bir davada davacı ve davalı olmak üzere daima iki taraf bulunur. Davada taraf olarak gösterilen bu kişilerin gerçekten o dava ile ilgili olup olmadığı ise taraf sıfatı ile ilgilidir. Sıfat, dava konusu subjektif hak olan dava hakkı ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davayı takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka yöneliktir. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan davacı sıfatı (aktif husumet), yani davacı olma yetkisi de o hakkın sahibine ait olacaktır. Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek kişi ise, o hakka uymakla borçlu olan kişiye (davalı sıfatı, pasif husumet) ait olacaktır (Kuru, Baki: Medeni Usul El Kitabı, Ankara 2020, C.I, s. 332). Mahkemenin de taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir olgudur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 27.01.2016 tarihli ve 2014/13-684 E., 2016/106 K.; 30.11.2021 tarihli ve 2018/(20)8-343 E., 2021/1515 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
23. Bazen bir davanın bir ya da her iki tarafında birden fazla kişi bulunabilir. Bir tarafta bulunan birden fazla kişiye “dava arkadaşları”, bunlar arasındaki ilişkiye de “dava arkadaşlığı” denir (Kuru, s.936).
24. Dava arkadaşlığı, “mecburi dava arkadaşlığı” ve “ihtiyari dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılırken, hükmün etkisi bakımından mecburî dava arkadaşlığı ise; “maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” ve “şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi bakımdan mecburî dava arkadaşlığı, maddi hukuka göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesinin zorunlu olduğu hâllerde söz konusu iken; şekli bakımdan mecburî dava arkadaşlığı ise, kanunun özel hükümleri ve davanın niteliğinden kaynaklanan, birden fazla kişiye karşı dava açılmasının ve yürütülmesinin zorunlu olduğu durumlarda oluşur. Şekli dava arkadaşlığı, gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması ve taraflar arasındaki ilişkinin doğru karara bağlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu hukukî ilişki hakkında bütün dava arkadaşlarına yönelik tek ve aynı doğrultuda bir karar verme zorunluluğu yoktur. Ayrıca dava arkadaşlarının yaptıkları usulî işlemler birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlığının hangi hâllerde zorunlu (mecburî) olduğu hususu ise tamamen maddi hukuka göre belirlenecektir.
25. Dava, bütün mecburî dava arkadaşlarına karşı değil de bunlardan birine veya bir kaçına karşı açılmış ise, davalı durumundaki kişinin veya kişilerin, bu davada yalnız başına davalı sıfatı yoktur; davalı sıfatı mecburî dava arkadaşlarının tümüne aittir. Ancak bu hâlde, dava sıfat yokluğundan hemen reddedilmez. Mahkemenin, davayı diğer mecburî dava arkadaşlarına da teşmil etmesi için davacıya kesin süre vermesi, davacı bu süre içinde davayı diğer mecburî dava arkadaşlarına da teşmil ederse, davaya devam etmesi gerekir (Kuru, s. 947).
26. Tapu iptal ve tescil davaları tapu kayıt malikine karşı açılır. Muvazaa davalarında mahkemelerin görev ve yetkisi, taraf ve dava ehliyeti gibi konular genel usul hükümlerine tabidir. Muvazaanın tespiti sözleşmeyi yapan kişilerin gerçek iradelerinin belirlenmesine dayandığından sadece kayıt malikinin değil, sözleşmenin tüm taraflarının (devreden borçlu ile devralıp şeklen kayden görünen malik) davalı olarak gösterilmesi gerekmektedir. Çünkü, muvazaalı sözleşmeyi yapanlar, üçüncü kişiler aleyhine el birliği içerisinde bir haksızlık yaparak onları zarara uğratmışlardır. Bu nedenle, üçüncü kişilerin açtıkları muvazaa davalarında, muvazaalı sözleşmeye iştirak eden tüm tarafların hasım gösterilmesinde, olayın daha iyi aydınlatılması ve ispat bakımından fayda vardır. Ayrıca, hukukî işlemin taraflarının tümü yönünden muvazaa olgusunun kanıtlanması gerekir. Muvazaalı temlik edilen mal veya taşınmaz birçok defa el değiştirmiş ise somut olayın niteliğine göre kötü niyet zincirinin tespiti, araya iyi niyetli kişilerin girmesi suretiyle bu zincirin kopup davacı ile son malik arasında mülkiyet yönünden hukukî irtibatın kesilip kesilmediğinin, ara malik ile de yapılan sözleşmenin muvazaalı olup olmadığının tespiti bakımından, son kayıt maliki yanında diğer ara maliklerin tümünün davalı gösterilmesinde de fayda, hatta zorunluluk vardır (Özkaya, 234). Bu zorunluluk talebin özünden doğan şekli biçimsel zorunluluktur. Davalılar davaya konu edilen hukukî ilişki nedeniyle şekli bakımdan mecburî dava arkadaşı olup, elbette bütün davalılar hakkında aynı şekilde tek bir karar verme zorunluluğu yoktur.
27. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının, davalı eşinin boşanma davası açıldıktan sonra dava konusu taşınmazın danışıklı olarak davalılara devredildiği iddiasıyla eldeki davayı açmıştır. Davacının bu davayı açmaktaki amacı, açtığı dava sonucu hak kazanacağı alacağını alabilmeye yönelik olarak, danışıklı olduğunu ileri sürdüğü hukukî işlemlerin kendisi yönünden geçersizliğini sağlayarak alacağına kavuşmaktır. Davacı taraf dilekçesini yalnızca borçlu ile ara kayıt maliklerine yöneltmiş ve satışın kısa süreli yapılmasını gerekçe göstermiş ise de; davanın açılış amacı ve somut olayın niteliğine göre son kayıt maliki ile ara malik arasında şekli bakımdan zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu kuşkusuzdur. Davacı son kayıt malikinin de muvazaalı olarak satın aldığı iddiasında ise taşınmaz birçok defa el değiştirdiğinden kötü niyet zincirinin tespiti, araya iyi niyetli kişilerin girmesi suretiyle bu zincirin kopup davacı ile son malik arasında mülkiyet yönünden hukukî irtibatın kesilip kesilmediği ve muvazaanın ispatı bakımından son kayıt maliki yanında diğer ara maliklerin tümünün davalı gösterilmesi gerekmekte olup, anılan şahsın (ya da şahısların) davaya dahilinin sağlanması için davacı tarafa süre verilmelidir. Hukukî yarar da bir dava şartı olup, davacının bu davayı açmakta hukukî yararının bulunup bulunmadığı ise davacının alacağının olduğunun saptanması ile mümkün olacaktır. Davacının bir alacağının bulunup bulunmadığı yani hukukî yararının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından davacı ve davalı Pelin arasındaki mal tasfiyesi davasının sonucu beklenmelidir. Bu durumda davacıya muvazaa iddiasının kapsamı sorularak mahkemece, davalı Pelin ile şekli bakımdan dahil olması gereken diğer davalıların yukarıda anlatılan usule göre davaya dahilinin sağlanması, mal tasfiyesine ilişkin davanın sonucunun beklenmesi, alacağın varlığı sabit olduğu ve davalıların tümü yönünden muvazaa olgusu ispat edildiği takdirde davanın kabulüne, aksi hâlde davanın reddine karar verilmelidir.
28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; muvazaa nedenine dayalı açılan tapu iptal davalarının zamanaşımı ya da hak düşürücü süreye tabi olmadığı, muvazaa iddiasının her zaman ileri sürülebileceği, taşınmazın eldeki dava açıldıktan yaklaşık bir yıl önce el değiştirdiği, istem tapunun iptali ve tescile yönelik olduğundan hükmün infazı bakımından davanın son kayıt malikine karşı açılması gerektiği, somut olayın niteliği ve davacının talebi gereği ara kayıt maliklerine davanın yöneltilmesinin gerekmediği, davalıların taraf sıfatlarının bulunmadığından verilen ret kararının yerinde olduğu ve hükmün onanması gerektiği görüşü ile; diğer davalıların ancak asıl hasım olması gereken son kayıt maliki yanında zorunlu dava arkadaşı olabileceği, taşınmazın dava açılmadan önce devredildiği, bu durumda davacıya son kayıt malikine ayrı dava açması için süre verilmesi, açılacak davanın da işbu dava ile birleştirilmesi ve sonrasında da davacının hukukî yararının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından mal tasfiyesine yönelik davanın da sonucunun beklenmesi gerektiğinden direnme kararının bu farklı değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
29. O hâlde direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmektedir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.02.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava, Türk Borçlar Kanununun 19. maddesi gereğince genel muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkili Bilal ile davalı Pelin’in 2012 yılında evlendiklerini, daha sonra anlaşamayarak kesinleşen boşanma kararıyla boşandıklarını, 14/02/2014 tarihinde Gaziantep/Şehitkamil Kirlialıcı Köyü Amutlu mevkii 1.0 ada 68 parselde bulunan taşınmazın bedelinin tümünü müvekkilinin ödeyerek tapuda eşinin üstüne tescil ettirdiğini, sonrasında eşiyle yaşadığı sorunlar nedeniyle 03.03.2014 tarihinde boşanma davası açtığını, bundan bir gün sonra taşınmazın davalı Erdoğan’a devredildiğini, bu devirden hemen bir gün sonra da davalı Murat Erdal’a devir yapıldığını, bu devirlerin iyi niyetli olmayıp, müvekkilinden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, müvekkilinin 11/02/2015 tarihinde 3. Aile Mahkemesinde 2015/122 Esas numarası ile mal tasfiyesi ve katkı payı istemi için dava açmış olup, tapuda satış olarak gösterilen ancak aslında satış olmayan bu işlemler nedeniyle mağdur olduğunu ve zarara uğratılmak istendiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil talep etmiştir.
Öncelikle uyuşmazlıkla ilgili yasal düzenlemelere değinilmelidir:
Türk Borçlar Kanununun 19. maddesinde “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. / Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz” şeklinde “sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler” düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinde “Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmüyle iyi niyetli üçüncü kişilerin iktisabı korunurken, aynı yasanın 1024. maddesinde “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. / Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. / Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmüyle de iyi niyetli olmayan -kötü niyetli- üçüncü kişiler yönünden tescilin sonuçları açıklanmıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 59. maddesinde “(1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburî dava arkadaşlığı vardır” şeklinde mecburî dava arkadaşlığı, 60. maddesinde de “(1) Mecburî dava arkadaşları, ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu tür dava arkadaşlığında, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır. Ancak, duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemleri, usulüne uygun olarak davet edildiği hâlde duruşmaya gelmemiş olan dava arkadaşları bakımından da hüküm ifade eder” biçiminde mecburî dava arkadaşlarının davadaki durumu hüküm altına alınmıştır.
Somut olayda; dava konusu 1.0 ada 68 parsel sayılı taşınmazın 14.02.2014 tarihinde davalı Pelin adına kayıtlı iken, 04.03.2014 tarihinde satış yoluyla davalı Erdoğan Ç.’a temlik edildiği, Erdoğan tarafından da 05.03.2014 tarihinde diğer davalı Murat Erdal Ö.’a satış şeklinde devredildiği, 02.05.2014 tarihinde de dava dışı Ziya K. adına satış suretiyle kaydedildiği, eldeki davanın ise 27.04.2015 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, tapu iptal ve tescil davalarının kayıt maliki veya malikleri aleyhine açılması zorunludur. Başka bir ifadeyle; tapu siciline yönelik olarak açılan ve tapu kaydında mülkiyet değişikliği talebini içeren bu tür davaların kayıt malikine husumet yöneltilmek suretiyle açılması gerektiğinde kuşku yoktur.
Hemen belirtmek gerekir ki, tapu kayıtlarının tutulmasına hakim olan ilkelerden biri tapu kayıtlarının aleni olmasıdır. Anılan bu ilke gözetildiğinde; dava tarihi itibariyle taşınmaz maliki olmayan kişi aleyhine yöneltilerek açılmış olan davanın, 6100 sayılı HMK’nın 124/4. maddesi hükmü uyarınca kabul edilebilir bir yanılgıya dayalı olarak tarafın yanlış gösterilmesi olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Öte yandan; bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilemeyeceği gibi, hakkında hüküm kurulmasına da olanak yoktur.
Yukarıda değinilen yasal düzenlemelerle somut olay birlikte değerlendirildiğinde; davacının muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak tapu iptal ve tescil isteğiyle eldeki davayı açtığı, ne var ki kayıt malikine husumet yöneltmediği, ara maliklerden olan davalılar arasındaki devirlerin kendisinden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, dava tarihi itibariyle kayıt maliki olmayan -kayden taşınmazla ilgileri kalmayan- önceki malikleri davalı olarak gösterdiği ve bu hâliyle davacının talep sonucuna ulaşmasının mümkün olmadığı açıktır. Oysa davacının muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasını son kayıt malikine husumet yönelterek açması ve son kayıt malikinin TMK’nın 1024. maddesi uyarınca muvazaalı işlemi bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda olduğunu ispatlaması hâlinde hakkına kavuşabileceği kuşkusuzdur. O hâlde, son kayıt maliki ile önceki malikler arasında mecburî dava arkadaşlığından söz etme imkânı da bulunmamaktadır. Ayrıca, dava konusu taşınmazın 02.05.2014 tarihinde el değiştirdiği, eldeki davanın ise yaklaşık 1 yıl kadar sonra 27.04.2015 tarihinde açıldığı gözetildiğinde HMK’nın 124. ve 125. maddelerinin somut olayda uygulanma koşulları da yoktur.
Hâl böyle olunca, davalıların dava tarihi itibariyle kayıt maliki olmadıkları gözetilerek davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine dair verilen Yerel Mahkemenin direnme kararı yerinde olup, direnme kararının onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyoruz.
Nurten ABACI UTKU Sevinç TÜRKÖZMEN Fatma AKYÜZ
Üye Üye Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 14’ü DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 5’i ONAMA, 1’i ise FARKLI GEREKÇE İLE DEĞİŞİK BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
MAL REJİMİ KAYNAKLI ALACAĞA ZARAR VERMEK İÇİN YAPILAN MUVAZAALI DEVİRLERDE SON KAYIT MALİKİ VE DİĞER ARA MALİKLER DE TARAF OLMALIDIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/(17)4-854
KARAR NO : 2022/200
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28/03/2017
NUMARASI : 2016/712 - 2017/181
DAVACI : B.T. vekili Av. H.B.
DAVALILAR : 1- P.İ. vekili Av. D.C.
2- M.E.Ö. vekili Av. Y.A.
3- E.Ç.
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen taraf sıfatı yokluğu nedeniyle davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı Pelin T.’ın 2012 yılında evlendiklerini, 14.02.2014 tarihinde Gaziantep İli Şehitkamil İlçesi Kirlialıcı Köyü Amutlu mevkii 1.0 ada 68 parselde bulunan taşınmazın bedelinin tamamını müvekkilinin ödeyerek tapuda eşinin üstüne tescil ettirdiğini, müvekkilinin 03.03.2014 tarihinde boşanma davası açtığını, boşanma kararının kesinleştiğini, taşınmazın davanın açılmasından bir gün sonra 04.03.2014 tarihinde Erdoğan Ç.’a, 05.03.2014 tarihinde ise Murat Erdal Ö.’a mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak devredildiğini, müvekkilinin 11.02.2015 tarihinde açmış olduğu Gaziantep 3. Aile Mahkemesinin 2015/122 E. sayılı dosyasında görülen mal tasfiyesi ve katkı payı istemi için açtığı davada yapılan harici araştırma sonucunda tapunun devredildiğini öğrendiğini ileri sürerek davalılar üzerine kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptaline ve tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Pelin İ. vekili cevap dilekçesinde; taşınmazın müvekkili tarafından satın alındığını ve kâr amaçlı olarak satıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı Murat Erdal Ö. vekili; muvazaa iddiasını kabul etmediklerini, müvekkilinin taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
7. Davalı Erdoğan Ç. usulüne uygun yapılan tebligata rağmen cevap dilekçesi sunmamıştır.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
8. Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.11.2015 tarihli ve 2015/633 E., 2015/1787 K. sayılı kararı ile; tapu kayıtlarının incelenmesinden dava konusu edilen taşınmazda davalıların malik olmadıkları ve hisselerinin bulunmadığı, dava konusu taşınmazın davadan yaklaşık bir yıl kadar önce Ziya K.’a devredilmiş olduğu anlaşıldığından davanın niteliğine göre taraf sıfatı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 04.10.2016 tarihli ve 2016/11563 E., 2016/8559 K. sayılı kararı ile;
“… Dava TBK'nun 19.maddesi gereğince muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal istemine ilişkindir.
Kural olarak 3. kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü danışıklı bir hukuki işlem ile 3. kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak 3. kişinin danışıklı işlem ile haklarının zarar uğratıldığının benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan alacaklı olması ve danışıklı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir.
Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Ayrıca, hukuki işlemin taraflarının tümü yönünden muvazaa olgusunun kanıtlanması gerekir.
Somut olayda dava konusu taşınmazın yargılama devam ederken dava dışı Ziya Kınık adına satış yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacı bu kişinin de muvazaalı olarak satın aldığı iddiasında ise anılan şahsında davaya dahili sağlanarak yargılamaya devam edilmesi gerekir.
Öte yandan, davanın görülebilmesi için davacının davalı Pelin'den bir alacağının bulunması gerekmektedir. Davacı ve davalı Pelin arasında mal tasfiyesi davası devam ettiği belirtildiğinden bu davanın sonucunun da beklenerek, alacağın varlığı sabit olduğu ve davalıların tümü yönünden muvazaa olgusu ispat edildiği takdirde davanın kabulüne, aksi durumda kısa aralıklarla satış tek başına muvazaa olgusu için yeterli olmadığı da dikkate alınarak davalı Pelin ile diğer davalıların davaya dahili sağlanarak Ziya'nın da muvazaalı olarak hareket ettikleri ispat edilmediği takdirde davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.03.2017 tarihli ve 2016/712 E., 2017/181 K. sayılı kararı ile; taşınmazın Ziya K. olarak görülen dava dışı tapu kayıt malikine 02.05.2014 tarihinde satış sureti ile intikal ettiği, davanın tapu iptali tescil davası olması sebebi ile harca tabi olduğu ve dava açılış tarihinin bu sebeple 27.04.2015 olduğu şu hâlde devam eden yargılama sırasında bir intikal olmayıp dava açılmasından yaklaşık bir yıl önce dava dışı üçüncü kişiye intikal gerçekleştiği, davanın intikal tarihi ve dava tarihi arasında Yargıtay yerleşik uygulamasında makul kabul edilebilecek (15 gün-1 ay gibi) gibi bir sürenin çok üzerinde bir zaman geçtikten sonra yöneltildiği, şu hâlde önceki hükmün ve değerlendirmenin yerinde olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından öncelikle dava dışı Ziya K.’ın davaya dahilinin sağlanmasının, sonrasında görülmekte olan mal tasfiyesine ilişkin davanın sonucunun beklenmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.
15. Sözleşmeler kural olarak tarafların karşılıklı ve uygun iradeleri ile meydana gelir. Ancak bu irade ile beyan her zaman birbiri ile örtüşmeyebilir. Bu uygunsuzluk hâli istem dışı oluşabileceği gibi, taraflar bilerek ve isteyerek de iradeleri ile beyanları arasında uygunsuzluk yaratabilirler.
16. Muvazaa olarak adlandırılan bu ikinci durum öğreti ve uygulamada çok çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Muvazaa, Türk Hukuk Lûgatı’nda; “Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge, danışıklı işlem” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı:Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, s. 819). Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa; “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.”
17. Yukarıdaki tanımların ortak noktasından yola çıkıldığında muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesinin bulunması gerektiği muhakkaktır.
18. Muvazaa, “mutlak muvazaa”, “nispi muvazaa” gibi çeşitli türlere ayrılır. Tarafların gerçekte bir işlem yapmayı düşünmemelerine rağmen, sırf üçüncü kişilere karşı onları aldatmak amacıyla, işlem yapmış gibi gözükmek için, görünürde bir işlem yapmalarına “mutlak muvazaa” denir. Nispi muvazaada ise; taraflar aralarında yaptıkları bir sözleşmeyi kendi iç iradelerine uymayan ve dışarıya karşı yaptıkları başka bir işlemle gizlerler. Eş söyleyişle, nispi muvazaada taraflar görünürdeki işlem arkasında gerçek iradelerine uygun olmayan gizli bir işlem yaparlar (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 370).
19. Pozitif hukukumuzda muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçlarını düzenleyen bir kanun metni bulunmamaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler” başlıklı 19. maddesinde; bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradelerinin esas alınacağı hüküm altına alınmıştır. TBK’nın 19. maddesi ile sadece nispi muvazaa düzenlenmiş olup, bu maddede mutlak muvazaa hükme bağlanmamıştır. Toplum ihtiyaçlarının zorlaması ile mutlak muvazaa öğreti ve uygulamada yerini almış, bu husustaki ilkeler yargısal içtihatlarla şekillenmiştir (Özkaya, Eraslan: Açıklamalı- İçtihatlı İnançlı işlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2020, s. 184 vd.).
20. Kural olarak üçüncü kişiler muvazaalı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukukî işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü muvazaalı bir hukukî işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak genel usul kuralı gereğince her davada olduğu gibi anılan bu davada da davacının hukukî yararının bulunması zorunludur. Eş söyleyiş ile üçüncü kişinin muvazaalı işlem ile haklarının zarar uğratıldığının benimsenebilmesi için onun muvazaalı işlemde bulunandan alacaklı olması ve muvazaalı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekmektedir. Zira davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır.
21. Eldeki davada davacı taraf; davalı Pelin aleyhine boşanma davası açıldıktan hemen sonra katkı payı alacağının engellenmesi amacıyla dava konusu taşınmazın birer gün arayla diğer davalılara muvazaalı olarak devredildiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur. Dava dilekçesine ekli tapu kaydından taşınmazın iki davalıya devredildiği görünmekte ise de; mahkemece alınan ihtiyatî tedbir kararının icrası için yazılan müzekkere cevabından taşınmazın işbu dava açılmadan önce yeniden el değiştirerek 02.05.2014 tarihinde dava dışı Ziya K.’a devredildiği tespit edilmiştir. Bu durumda gelinen aşama itibari ile muvazaa davasının kimlere karşı açılabileceği ve davalılar arasındaki ilişkinin niteliği üzerinde durularak konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
22. Bir davada davacı ve davalı olmak üzere daima iki taraf bulunur. Davada taraf olarak gösterilen bu kişilerin gerçekten o dava ile ilgili olup olmadığı ise taraf sıfatı ile ilgilidir. Sıfat, dava konusu subjektif hak olan dava hakkı ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davayı takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka yöneliktir. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan davacı sıfatı (aktif husumet), yani davacı olma yetkisi de o hakkın sahibine ait olacaktır. Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek kişi ise, o hakka uymakla borçlu olan kişiye (davalı sıfatı, pasif husumet) ait olacaktır (Kuru, Baki: Medeni Usul El Kitabı, Ankara 2020, C.I, s. 332). Mahkemenin de taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir olgudur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 27.01.2016 tarihli ve 2014/13-684 E., 2016/106 K.; 30.11.2021 tarihli ve 2018/(20)8-343 E., 2021/1515 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
23. Bazen bir davanın bir ya da her iki tarafında birden fazla kişi bulunabilir. Bir tarafta bulunan birden fazla kişiye “dava arkadaşları”, bunlar arasındaki ilişkiye de “dava arkadaşlığı” denir (Kuru, s.936).
24. Dava arkadaşlığı, “mecburi dava arkadaşlığı” ve “ihtiyari dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılırken, hükmün etkisi bakımından mecburî dava arkadaşlığı ise; “maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” ve “şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi bakımdan mecburî dava arkadaşlığı, maddi hukuka göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesinin zorunlu olduğu hâllerde söz konusu iken; şekli bakımdan mecburî dava arkadaşlığı ise, kanunun özel hükümleri ve davanın niteliğinden kaynaklanan, birden fazla kişiye karşı dava açılmasının ve yürütülmesinin zorunlu olduğu durumlarda oluşur. Şekli dava arkadaşlığı, gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması ve taraflar arasındaki ilişkinin doğru karara bağlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu hukukî ilişki hakkında bütün dava arkadaşlarına yönelik tek ve aynı doğrultuda bir karar verme zorunluluğu yoktur. Ayrıca dava arkadaşlarının yaptıkları usulî işlemler birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlığının hangi hâllerde zorunlu (mecburî) olduğu hususu ise tamamen maddi hukuka göre belirlenecektir.
25. Dava, bütün mecburî dava arkadaşlarına karşı değil de bunlardan birine veya bir kaçına karşı açılmış ise, davalı durumundaki kişinin veya kişilerin, bu davada yalnız başına davalı sıfatı yoktur; davalı sıfatı mecburî dava arkadaşlarının tümüne aittir. Ancak bu hâlde, dava sıfat yokluğundan hemen reddedilmez. Mahkemenin, davayı diğer mecburî dava arkadaşlarına da teşmil etmesi için davacıya kesin süre vermesi, davacı bu süre içinde davayı diğer mecburî dava arkadaşlarına da teşmil ederse, davaya devam etmesi gerekir (Kuru, s. 947).
26. Tapu iptal ve tescil davaları tapu kayıt malikine karşı açılır. Muvazaa davalarında mahkemelerin görev ve yetkisi, taraf ve dava ehliyeti gibi konular genel usul hükümlerine tabidir. Muvazaanın tespiti sözleşmeyi yapan kişilerin gerçek iradelerinin belirlenmesine dayandığından sadece kayıt malikinin değil, sözleşmenin tüm taraflarının (devreden borçlu ile devralıp şeklen kayden görünen malik) davalı olarak gösterilmesi gerekmektedir. Çünkü, muvazaalı sözleşmeyi yapanlar, üçüncü kişiler aleyhine el birliği içerisinde bir haksızlık yaparak onları zarara uğratmışlardır. Bu nedenle, üçüncü kişilerin açtıkları muvazaa davalarında, muvazaalı sözleşmeye iştirak eden tüm tarafların hasım gösterilmesinde, olayın daha iyi aydınlatılması ve ispat bakımından fayda vardır. Ayrıca, hukukî işlemin taraflarının tümü yönünden muvazaa olgusunun kanıtlanması gerekir. Muvazaalı temlik edilen mal veya taşınmaz birçok defa el değiştirmiş ise somut olayın niteliğine göre kötü niyet zincirinin tespiti, araya iyi niyetli kişilerin girmesi suretiyle bu zincirin kopup davacı ile son malik arasında mülkiyet yönünden hukukî irtibatın kesilip kesilmediğinin, ara malik ile de yapılan sözleşmenin muvazaalı olup olmadığının tespiti bakımından, son kayıt maliki yanında diğer ara maliklerin tümünün davalı gösterilmesinde de fayda, hatta zorunluluk vardır (Özkaya, 234). Bu zorunluluk talebin özünden doğan şekli biçimsel zorunluluktur. Davalılar davaya konu edilen hukukî ilişki nedeniyle şekli bakımdan mecburî dava arkadaşı olup, elbette bütün davalılar hakkında aynı şekilde tek bir karar verme zorunluluğu yoktur.
27. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının, davalı eşinin boşanma davası açıldıktan sonra dava konusu taşınmazın danışıklı olarak davalılara devredildiği iddiasıyla eldeki davayı açmıştır. Davacının bu davayı açmaktaki amacı, açtığı dava sonucu hak kazanacağı alacağını alabilmeye yönelik olarak, danışıklı olduğunu ileri sürdüğü hukukî işlemlerin kendisi yönünden geçersizliğini sağlayarak alacağına kavuşmaktır. Davacı taraf dilekçesini yalnızca borçlu ile ara kayıt maliklerine yöneltmiş ve satışın kısa süreli yapılmasını gerekçe göstermiş ise de; davanın açılış amacı ve somut olayın niteliğine göre son kayıt maliki ile ara malik arasında şekli bakımdan zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu kuşkusuzdur. Davacı son kayıt malikinin de muvazaalı olarak satın aldığı iddiasında ise taşınmaz birçok defa el değiştirdiğinden kötü niyet zincirinin tespiti, araya iyi niyetli kişilerin girmesi suretiyle bu zincirin kopup davacı ile son malik arasında mülkiyet yönünden hukukî irtibatın kesilip kesilmediği ve muvazaanın ispatı bakımından son kayıt maliki yanında diğer ara maliklerin tümünün davalı gösterilmesi gerekmekte olup, anılan şahsın (ya da şahısların) davaya dahilinin sağlanması için davacı tarafa süre verilmelidir. Hukukî yarar da bir dava şartı olup, davacının bu davayı açmakta hukukî yararının bulunup bulunmadığı ise davacının alacağının olduğunun saptanması ile mümkün olacaktır. Davacının bir alacağının bulunup bulunmadığı yani hukukî yararının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından davacı ve davalı Pelin arasındaki mal tasfiyesi davasının sonucu beklenmelidir. Bu durumda davacıya muvazaa iddiasının kapsamı sorularak mahkemece, davalı Pelin ile şekli bakımdan dahil olması gereken diğer davalıların yukarıda anlatılan usule göre davaya dahilinin sağlanması, mal tasfiyesine ilişkin davanın sonucunun beklenmesi, alacağın varlığı sabit olduğu ve davalıların tümü yönünden muvazaa olgusu ispat edildiği takdirde davanın kabulüne, aksi hâlde davanın reddine karar verilmelidir.
28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; muvazaa nedenine dayalı açılan tapu iptal davalarının zamanaşımı ya da hak düşürücü süreye tabi olmadığı, muvazaa iddiasının her zaman ileri sürülebileceği, taşınmazın eldeki dava açıldıktan yaklaşık bir yıl önce el değiştirdiği, istem tapunun iptali ve tescile yönelik olduğundan hükmün infazı bakımından davanın son kayıt malikine karşı açılması gerektiği, somut olayın niteliği ve davacının talebi gereği ara kayıt maliklerine davanın yöneltilmesinin gerekmediği, davalıların taraf sıfatlarının bulunmadığından verilen ret kararının yerinde olduğu ve hükmün onanması gerektiği görüşü ile; diğer davalıların ancak asıl hasım olması gereken son kayıt maliki yanında zorunlu dava arkadaşı olabileceği, taşınmazın dava açılmadan önce devredildiği, bu durumda davacıya son kayıt malikine ayrı dava açması için süre verilmesi, açılacak davanın da işbu dava ile birleştirilmesi ve sonrasında da davacının hukukî yararının bulunup bulunmadığının tespiti bakımından mal tasfiyesine yönelik davanın da sonucunun beklenmesi gerektiğinden direnme kararının bu farklı değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
29. O hâlde direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmektedir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.02.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava, Türk Borçlar Kanununun 19. maddesi gereğince genel muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkili Bilal ile davalı Pelin’in 2012 yılında evlendiklerini, daha sonra anlaşamayarak kesinleşen boşanma kararıyla boşandıklarını, 14/02/2014 tarihinde Gaziantep/Şehitkamil Kirlialıcı Köyü Amutlu mevkii 1.0 ada 68 parselde bulunan taşınmazın bedelinin tümünü müvekkilinin ödeyerek tapuda eşinin üstüne tescil ettirdiğini, sonrasında eşiyle yaşadığı sorunlar nedeniyle 03.03.2014 tarihinde boşanma davası açtığını, bundan bir gün sonra taşınmazın davalı Erdoğan’a devredildiğini, bu devirden hemen bir gün sonra da davalı Murat Erdal’a devir yapıldığını, bu devirlerin iyi niyetli olmayıp, müvekkilinden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, müvekkilinin 11/02/2015 tarihinde 3. Aile Mahkemesinde 2015/122 Esas numarası ile mal tasfiyesi ve katkı payı istemi için dava açmış olup, tapuda satış olarak gösterilen ancak aslında satış olmayan bu işlemler nedeniyle mağdur olduğunu ve zarara uğratılmak istendiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil talep etmiştir.
Öncelikle uyuşmazlıkla ilgili yasal düzenlemelere değinilmelidir:
Türk Borçlar Kanununun 19. maddesinde “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. / Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz” şeklinde “sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler” düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinde “Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmüyle iyi niyetli üçüncü kişilerin iktisabı korunurken, aynı yasanın 1024. maddesinde “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. / Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. / Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmüyle de iyi niyetli olmayan -kötü niyetli- üçüncü kişiler yönünden tescilin sonuçları açıklanmıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 59. maddesinde “(1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburî dava arkadaşlığı vardır” şeklinde mecburî dava arkadaşlığı, 60. maddesinde de “(1) Mecburî dava arkadaşları, ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu tür dava arkadaşlığında, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır. Ancak, duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemleri, usulüne uygun olarak davet edildiği hâlde duruşmaya gelmemiş olan dava arkadaşları bakımından da hüküm ifade eder” biçiminde mecburî dava arkadaşlarının davadaki durumu hüküm altına alınmıştır.
Somut olayda; dava konusu 1.0 ada 68 parsel sayılı taşınmazın 14.02.2014 tarihinde davalı Pelin adına kayıtlı iken, 04.03.2014 tarihinde satış yoluyla davalı Erdoğan Ç.’a temlik edildiği, Erdoğan tarafından da 05.03.2014 tarihinde diğer davalı Murat Erdal Ö.’a satış şeklinde devredildiği, 02.05.2014 tarihinde de dava dışı Ziya K. adına satış suretiyle kaydedildiği, eldeki davanın ise 27.04.2015 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, tapu iptal ve tescil davalarının kayıt maliki veya malikleri aleyhine açılması zorunludur. Başka bir ifadeyle; tapu siciline yönelik olarak açılan ve tapu kaydında mülkiyet değişikliği talebini içeren bu tür davaların kayıt malikine husumet yöneltilmek suretiyle açılması gerektiğinde kuşku yoktur.
Hemen belirtmek gerekir ki, tapu kayıtlarının tutulmasına hakim olan ilkelerden biri tapu kayıtlarının aleni olmasıdır. Anılan bu ilke gözetildiğinde; dava tarihi itibariyle taşınmaz maliki olmayan kişi aleyhine yöneltilerek açılmış olan davanın, 6100 sayılı HMK’nın 124/4. maddesi hükmü uyarınca kabul edilebilir bir yanılgıya dayalı olarak tarafın yanlış gösterilmesi olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Öte yandan; bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilemeyeceği gibi, hakkında hüküm kurulmasına da olanak yoktur.
Yukarıda değinilen yasal düzenlemelerle somut olay birlikte değerlendirildiğinde; davacının muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak tapu iptal ve tescil isteğiyle eldeki davayı açtığı, ne var ki kayıt malikine husumet yöneltmediği, ara maliklerden olan davalılar arasındaki devirlerin kendisinden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, dava tarihi itibariyle kayıt maliki olmayan -kayden taşınmazla ilgileri kalmayan- önceki malikleri davalı olarak gösterdiği ve bu hâliyle davacının talep sonucuna ulaşmasının mümkün olmadığı açıktır. Oysa davacının muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasını son kayıt malikine husumet yönelterek açması ve son kayıt malikinin TMK’nın 1024. maddesi uyarınca muvazaalı işlemi bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda olduğunu ispatlaması hâlinde hakkına kavuşabileceği kuşkusuzdur. O hâlde, son kayıt maliki ile önceki malikler arasında mecburî dava arkadaşlığından söz etme imkânı da bulunmamaktadır. Ayrıca, dava konusu taşınmazın 02.05.2014 tarihinde el değiştirdiği, eldeki davanın ise yaklaşık 1 yıl kadar sonra 27.04.2015 tarihinde açıldığı gözetildiğinde HMK’nın 124. ve 125. maddelerinin somut olayda uygulanma koşulları da yoktur.
Hâl böyle olunca, davalıların dava tarihi itibariyle kayıt maliki olmadıkları gözetilerek davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine dair verilen Yerel Mahkemenin direnme kararı yerinde olup, direnme kararının onanması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyoruz.
Nurten ABACI UTKU Sevinç TÜRKÖZMEN Fatma AKYÜZ
Üye Üye Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 14’ü DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 5’i ONAMA, 1’i ise FARKLI GEREKÇE İLE DEĞİŞİK BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.