ORTAK ÇOCUĞU DAHA ÖNCE ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS EDEN BABAYA YATILI OLARAK KİŞİSEL İLİŞKİ KURAN HÂKİM, ORTAK ÇOCUĞUN ÖLMESİNDEN DOLAYI HUKUKÎ OLARAK SORUMLUDUR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/2-858
Karar No : 2023/1399
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ : 06.06.2023
SAYISI : 2021/4 E., 2023/9 K.
1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı Yargıtay 2. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın kabulüne karar verilmiştir.
2. Karar davalı ve fer'î müdahil vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, eşi Nezir T. aleyhine boşanma davası açtığını, boşanma davası devam ederken mahkemece 20.10.2017 tarihli ara karar ile baba Nezir T.'nun ortak çocuk ile kişisel görüşme talebinin kabul edildiğini, baba ile ortak çocuk arasında her ayın 1 inci ve 3 üncü hafta sonu Cumartesi günü kişisel ilişki kurulduğunu, müvekkili tarafından mahkemeye verilen dava dilekçesinde babanın ortak çocuğu öldürmeye teşebbüs ettiğinin bildirilerek koruma talep edildiğini, buna rağmen davaya bakan hâkimin anılan kararı verdiğini, babanın ortak çocuğu bu karara istinaden 04.11.2017 tarihinde ilk Cumartesi günü aldığını ve 05.11.2017 tarihinde çocuğu öldürdüğünü, hâkimin ağır ihmâlle açıkça kanuna aykırı karar verdiğini, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 323 ile 324 üncü maddelerinin ihlâl edildiğini, ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı hüküm kurulduğunu, hâkimin ağır ihmâli ile verdiği karar sonucunda müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını, eylem ile zarar arasında illiyet bağının bulunduğunu, müvekkilinin maddi zararının destekten yoksun kalma tazminatı şeklinde tezahür ettiğini ileri sürerek şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminatın 20.10.2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 29.05.2023 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 809.928,44 TL olarak artırmıştır.
Davalı Cevabı
5. Davalı Maliye Hazinesi vekili cevap dilekçesinde; davanın Hazine aleyhine açılması gerekirken dava dilekçesinde ihbar olunan hâkimin davalı olarak gösterildiğini, müvekkili aleyhine açılan bir davanın bulunmadığını, bu nedenle müvekkiline husumet düşmediğini, ayrıca davanın zamanaşımına uğradığını, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46 ncı maddesinde yer alan koşulların oluşmadığını, talep edilen tazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Fer'î müdahil 14.06.2021 tarihli dilekçesinde; dava dilekçesinin okunmadığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, davacının dava dilekçesinde yazdığı hususları teyit eden ve araştırma yapılmasını gerektirecek herhangi bir bilgiye ve delile dilekçe ekinde yer verilmediğini, hukuk yargılamasında taraflarca getirilme ilkesinin bulunduğunu, davacının iddiasını somutlaştırmadığını, çocuk lehine tedbir kararı verilmiş olsa bile bu durumun ortak çocukla baba arasında şahsi ilişki tesisine engel olmayacağını, şahsi ilişki tesisine ilişkin karara karşı davacı annenin bir itirazda bulunmadığını, HSK tarafından yapılan soruşturma sonucunda ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiğini, somut olayda ihmâlinin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Özel Daire Kararı
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 06.06.2023 tarihli ve 2021/4 Esas, 2023/9 Karar sayılı kararı ile;
“… Dava, HMK.nın 46/1-c fıkrasında gösterilen hâkimin hukuki sorumluluğu nedeniyle Devlet aleyhine açılan sorumluluk davasıdır.
Davacının delil olarak dayandığı İstanbul 5.Aile Mahkemesinin 2017/6.9 Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyası ile İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyası getirtilerek incelenmiştir.
İstanbul .. Aile Mahkemesinin dosyası incelendiğinde; davacı Neriman T.'nun el yazılı 18.09.2017 tarihinde Hukuk Dava Dosyası Tevzii Bürosu'na vermiş olduğu dilekçede; eşi davalı Nezir T. aleyhine tedbir kararı verilmesini talep ettiği, dilekçe içeriğinde eşinin evlendiği günden bu yana kendisine şiddet uyguladığını, sürekli kendisini evden kovduğunu, eşinin ilk evliliğinde de böyle olduğunu, ilk eşinin yüzünü jiletle kestiğini, kendisini de kezzap atıp gözünü kör etmekle tehdit ettiğini, ayrıca bundan evvel müşterek çocuğu kaçırarak eve kilitleyip doğalgazı açtığını, çocuğu öldüreceğini söylediğini, polislerin kapıyı kırarak oğlunu kurtardığını, hayati tehlike içinde olduğunu bildirmiş ve sonuç olarak davalı eş hakkında aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini talep etmiştir.
Talep üzerine mahkeme hâkiminin 22.09.2017 tarihinde, 6284 sayılı kanuna göre tedbir talebinin kabulü ile kusurlu Nezir T.'nun tedbir isteyen şiddet mağduru Neriman T.'na yönelik olarak şiddet tedbiri, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına ve tedbirin 4 aylık süre ile uygulanmasına karar verilmiş; müşterek çocuk Yiğitcan T. ile ilgili olarak koruyucu veya önleyici herhangi bir tedbir kararı verilmemiştir. Davalı Nezir T. ise 10.10.2017 tarihli dilekçesi ile eşinden boşanmak istemediğini, oğlunu göremediğini bildirerek oğlunu görebilmek için karar alınmasını talep etmiş, bu talep üzerine 20.10.2017 tarihli ara kararı ile mahkeme tarafından, davalının şahsi ilişki talebinin kabulü ile müşterek çocuk Yiğitcan T. ile baba arasında her ayın 1. ve 3.haftası Cumartesi saat 10.00'dan Pazar saat 17.00'ye, dini bayramların 2.günü saat 10.00'dan 3. günü saat 17.00'ye kadar şahsi ilişki tesisine karar verilmiştir. Bundan sonra davacı Neriman T. vekili Av. E.G.G. vekâletname ve 29.11.2017 tarihli dilekçe ibraz etmiş ve dava henüz dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında olduğundan evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğunu, davalının müşterek çocuğunu canice katlettiğini bildirerek, tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiş ve yapılan yargılama sonunda 19.04.2018 tarihli karar ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş ve karar 07.06.2018 tarihinde kesinleşmiştir.
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası incelendiğinde; İstanbul B.A.M. 1. Ceza Dairesi'nin vermiş olduğu kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin 04.02.2020 tarihli kararı ile, sanığın 15.09.2017 günü doğalgazı açmak suretiyle Yiğitcan'ı öldürmeye teşebbüs suçundan verilen beraat kararının bozulduğu ve sanığın eylemine uyan TCK.82/1-d , (e) ve 35.maddeleri uyarınca cezalandırılması gerektiği, sanığın 05.11.2017 tarihinde işlediği kasten öldürme suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına yönelik temyiz itirazlarının ise esastan reddine karar verilmiş olduğu görülmüştür.
Hukuk ve ceza dava dosyalarının incelenmesinden, hukuk hâkimi tarafından 20.10.2017 tarihinde verilen şahsi ilişki kararı sonucu küçük Yiğitcan'ın babası Nezir'e ilk Cumartesi günü olan 04.11.2017 günü anneannesi tarafından teslim edildiği ve küçük Yiğitcan'ın babası tarafından 05.11.2017 Pazar günü saat 17.00'de küçüğü yeniden annesine teslim etmesi gerektiği halde teslim etmeyerek saat 18.00 civarında öldürdüğü anlaşılmaktadır.
Davacı HMK.nın 46/1-c maddesine dayalı olarak dava açmış ve hâkimin farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar verdiğini iddia etmiştir. Davalı taraf ise davanın reddini savunmuştur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türk Hukukunda ailenin ve çocuğun korunmasına ilişkin birçok hüküm bulunmaktadır.
Anayasanın 41. maddesine göre; Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.
Türk Medeni Kanununa göre;
Madde 169- Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.
Madde 324- Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.
Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.
(Ek üçüncü fıkra:24/11/2021-7343/38 md.) Velayet kendisine bırakılan ana veya baba, kişisel ilişki düzenlemesinin gereklerini yerine getirmezse çocuğun menfaatine aykırı olmamak kaydıyla velayet değiştirilebilir. Bu husus kişisel ilişki kurulmasına dair kararda taraflara ihtar edilir.
Madde 346- Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.
Madde 347- Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.
5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa göre;
Madde 5- (1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir.
Madde 7- (1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.
Geçici Madde 1-
(4) Çocuk Mahkemesi bulunmayan yerlerde, bu mahkeme kurulup göreve başlayıncaya kadar korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında tedbir kararları görevli Aile veya Asliye Hukuk mahkemelerince alınır.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna göre;
Madde 1 – (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
Madde 5 –
(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:
a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.
b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.
c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.
ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.
Madde 8 –
(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.
Ayrıca bu konuda onaylanarak iç hukuk haline gelen Uluslararası Sözleşmeler de bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye göre;
Madde 6-
1-Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
2-Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.
Madde 9 -
3- Taraf Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen "çocuğun kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça", anababanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.
Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesine göre;
Madde 1 - Sözleşmenin uygulanma alanı ve amacı
(2) Bu Sözleşmenin amacı, çocukların yüksek çıkarları için, haklarını geliştirmek, onlara usule ilişkin haklar tanımak ve bu hakların, çocukların doğrudan ve diğer kişiler veya organlar tarafından bir adli merci önündeki, kendilerini ilgilendiren davalardan bilgilendirilmelerini ve bu davalara katılmalarına izin verilmesini teminen kullanılmasını kolaylaştırmaktır.
Madde 7 – Acil hareket etme mecburiyeti
Bir çocuğu ilgilendiren davalarda, adli merci gereksiz gecikmeyi engellemek için çabuk hareket etmeli, kararlarının süratle uygulanmasını garanti edecek düzenlemeler sağlanmış olmalıdır. Adli merci acil durumlarda gerektiğinde derhal uygulanabilir kararlar alma yetkisine sahiptir.
Madde 8 – Kendi inisiyatifiyle harekete geçme
Bir çocuğu ilgilendiren davalarda, çocuğun esenliğinin ağır bir tehlike altında olduğunun iç hukuk tarafından belirlendiği durumlarda, adli mercinin re’sen harekete geçme yetkisi vardır.
İncelenen bu hükümlere göre; Hâkim gereksiz gecikmeyi engellemek için acele karar vermek, kararların süratle uygulanmasını takip etmek, çocuğun esenliğinin ağır tehlike altında olduğunu fark ettiğinde delil veya belge aramaksızın önleyici ve koruyucu tedbir kararları vermek, kararların verilmesini çocuğun esenliğini tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirmemek, gerekirse uygun barınma yeri sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca yine bu hükümlere göre her ne kadar her çocuk ana ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma hakkına sahip ise de bu hak çocuğun yüksek yararı ile sınırlıdır. Önemli sebepler varsa kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir, ana veya babadan alınabilir. Hâkim boşanma ve ayrılık davası açılınca davanın devamı süresince çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri talep olmaksızın gecikmeden re'sen alır. Çocuğun yüksek yararını ilgilendiren bu konular kamu düzenine ilişkin olduğundan, burada kendiliğinden harekete geçme ve kendiliğinden araştırma ilkesi geçerlidir. Dolayısıyla HMK. m.25'de yer alan taraflarca getirilme ilkesi burada uygulanamaz.
Mevzuatımızdaki hükümler böyle olmasına rağmen, somut davada dava dilekçesi ile küçük Yiğitcan'ın evvelce babası tarafından öldürülmeye teşebbüs edildiği, polis tarafından kapı kırılmak suretiyle kurtarıldığı açıkça belirtilerek aile içi şiddete karşı koruma istenmesine rağmen, müşterek çocuk için tedbiren koruma kararı verilmediği gibi babanın talebi üzerine rapor dahi almaksızın baba ile küçüğün yatılı olacak şekilde şahsi ilişki tesisine karar verilmiş ve bu şahsi ilişki esnasında çocuk baba tarafından öldürülmüştür.
Hukukumuzda, hâkimin hukuki sorumluluğu kabul edilmiştir. Bu sorumluluk haksız fiilden, hâkimin yargısal faaliyetinden veya idari faaliyetinden kaynaklanabilir. Tazmin sorumluluğu hangi sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın sorumluluğun genel koşullarına tabiidir. Buna göre öncelikle sorumluluğu gerektiren hukuka aykırı bir halin varlığı, kusur, zarar ve illiyet bağı bulunmalıdır. Somut davadaki sorumluluk, hâkimin yargısal faaliyetinden kaynaklanmaktadır. Hukuka aykırı fiiller HMK.nın 46.maddesinde 6 bent halinde sayılmıştır. Bu maddede sayılan hallerden birinin gerçekleşmesi halinde hukuka aykırı eylemin varlığından söz edilir. Dava dilekçesi verilip çocuğun ve davacının esenliğinin tehlike altında olduğu bildirilerek koruma talep edilmesine rağmen hâkimin sadece davacı kadın yönünden koruma kararı verip çocuk için herhangi bir karar vermediği; çocuğu şiddet yanlısı olan babadan koruması gerekmesine ve böyle bir talep geldiğinde öncelikle sosyal inceleme raporu alması gerekmesine rağmen, rapor dahi almaksızın babası ile yatılı olarak kişisel ilişki kurmasına karar verdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, hâkimin delil ve belge aramaksızın tedbir kararı vermek, bu kararı geciktirmemek, gerekirse uygun barınma yeri sağlamak, kişisel ilişki kurmanın çocuğun üstün yararı ile sınırlı olduğu ve gerekirse reddedilebileceğini gözönüne almak ve geçici önlemleri talep olmasa dahi re'sen almakla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği ve bu suretle HMK.46/1-c maddesini ihlal ettiği belirlenmiştir. Hukuka aykırı halin varlığı açıktır. Kanunun açık ve amir hükümlerine aykırı davranıldığı için kusur mevcuttur. Hâkimin hukuka aykırı fiili ile daha evvel öldürülmesine teşebbüs edilen ve acilen korunması gereken çocuk şiddet yanlısı babaya teslim edilmiş ve bunun sonucu olarak da zarar doğmuştur. TBK.nın 49.maddesinde gösterilen illiyet bağı da mevcuttur. Bu nedenle HMK.46/1 maddesi gereğince Devletin tazminatla sorumlu olduğu kabul edilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere,
1- Davanın kabulüyle;
a) 809.928,44 TL. maddi tazminatın 05.11.2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine,
b) Takdiren 30.000 TL. manevi tazminatın 05.11.2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine,
2- Davalı Hazine harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
3- Dosya Adli Yardımlı olduğundan re'sen yapılan 2.947,75 TL. yargılama giderinin davalı Hazine üzerinde bırakılmasına,
4- Davacı vekil ile temsil edildiğinden kabul edilen maddi tazminat için karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/1 maddesine göre nispi olarak hesaplanan 107.092 TL.nispi vekalet ücretinin davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine,
5- Davacı vekil ile temsil edildiğinden kabul edilen manevi tazminat için karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10 ve 13/1 maddesine göre takdiren 17.800,00 TL.maktu vekâlet ücretinin davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine…” karar verilmiştir.
Kararın Temyizi
8. Özel Daire kararı süresi içinde davalı ve fer'î müdahil vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
III. GEREKÇE
9. Dava, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
10. Türk hukuk sisteminde, hâkimlerin hukuki, disiplin ve cezai sorumluluğu olmak üzere üç farklı sorumluluğu mevcuttur. Hâkimlerin disiplin sorumluluğu 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu (2802 sayılı Kanun) md.62- 81 arasında, ceza sorumlulukları md. 82- 98 arasında, hukuki sorumlulukları ise 6100 sayılı Kanun’un md. 46-49 uncu maddeleri arasında düzenlenmiştir.
11. Hâkimler, yaptıkları görevin önemi sebebiyle diğer kamu görevlilerinden farklı bir sorumluk rejimine tabi tutulmuştur. Hâkimler 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (1086 sayılı Kanun) yargı görevini yerine getirmeleri sırasında verdikleri zararlardan birinci derece sorumlu iken, 6100 sayılı Kanun uygulamasında devletin birinci derece sorumluluğu kabul edilmiştir. Alman, Fransız ve Avusturya hukukunda da hâkimlerin vermiş olduğu zararlardan devlet birinci derecede sorumlu tutulmuştur (Pekcanıtez, Hakan/Oğuz, Atalay/Özekes/Muhammet Medeni Usul Hukuku, 10. Baskı, Ankara 2011, s. 148-149).
12. Hâkimler, yargılama faaliyetleri sırasındaki fiilleri ile taraflara zarar verirlerse zarar gören, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde sınırlı olarak sayılan sebeplerden birine veya birkaçına dayanarak Devlet aleyhine tazminat davası açabilir. Sorumluluk, hâkimlerin yargısal faaliyetlerini yerine getirirken verdikleri kararlardan ve yaptıkları işlemlerden kaynaklanır. Ancak, hâkimlerin yanlış olan her türlü karar veya işlemleri değil, yalnızca Kanun’da sayılan durumlardan birisi gerçekleşirse sorumluluk doğar. Bu sebepler, sınırlı sayıda olup genişletilemez (Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/Ayvaz, Sema/ Hanağası, Emel, Medeni Usul Hukuku, 6. Baskı, Eylül 2020, s. 132).
13. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ncı maddesinde yer alan sorumluluk sebepleri şu şekilde sayılmıştır:
“(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması”
14. Görüldüğü üzere, hâkimin sorumluluğu bakımından söz konusu olan sebepler, çoğunlukla ağır kusura veya çok özel durumlara dayanmaktadır (Arslan, /Yılmaz, /Ayvaz, / Hanağası, s. 133). Hâkimlerin hukuki sorumluluğu özünde haksız fiil sorumluluğudur. Burada da hâkimin yargısal faaliyetini icra ederken yaptığı kusurlu bir davranışından doğan yerine göre hukuka ve/veya kanunu aykırı bir fiilin olması; bu fiilden taraflardan birinin veya ikisinin birden zarar görmüş olması; fiil ve zarar arasında uygun illiyet bağının olması gerekmektedir. Ancak kusur ile sorumluluk sebepleri 6100 sayılı Kanun’da ayrıca düzenlenmiştir (Pekcanıtez, Hakan/Oğuz, Atalay/Özekes, Muhammet s.151). Bununla birlikte özel düzenlemeye tabi tutulan hâkimin hukuki sorumluluğundan doğan tazminat davaları genel haksız fiil kurumundan belli noktalarda farklılık arz etmektedir.
15. Dava konusu olay incelendiğinde; davacı Neriman Deniz ile dava dışı Nezir T.’nun 19.12.2006 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten Yiğitcan T. isimli müşterek çocuklarının olduğu, eşler arasında sürekli tartışma yaşandığı, boşanma davası açılmasından üç gün önce ortak çocuk Yiğitcan’ın anneannesine ait evden teyzesine gitmekteyken babası Nezir T.’nu gördüğü, çocuğun babası ile konuşmayı istemediği, babanın çocuğa bağırdığı, bu sırada anneannesinin geldiği, anneannesi ile babanın bir süre konuştuktan sonra anneannesinin çocuğu babası ile gitmesi için ikna ettiği, bunun üzerine baba ile çocuk birlikte çocuğun halasının evine gittikleri, burada babanın anneannesini arayarak çocuğu bir daha göremeyeceksin dediği, bunun üzerine çocuğun korkarak ağlamaya başladığı, babanın çocuğun koluna vurup tokat atması üzerine baba beni neden dövüyorsun diye sorduğu, babasının cevap vermediği ve anneannesini yeniden arayarak ağır küfürler ettiği, babanın kız kardeşine, araba ile gidip Yiğitcan ile kendisini köprüden atacağını söylediğini, sonrasında araç ile babanın evine gittikleri, çocuğun yatağa geçerek uyumuş gibi yaptığı, babasının kendisini kaldırarak mutfağa geç dediği, bunun üzerine mutfağa geçtikleri, babasının burada gazı açtığı, pencere ve kapıları kapattığı, gazın etkisi ile karnının ağrıdığı, midesinin bulandığı, bu esnada babasının yeğeni olan Özlem’in eve geldiği, kapıyı açmasını istediği, babasının kapıyı açmadığı gibi kendisinin de açmasını engellediği, sonrasında annesi ile birlikte polislerin eve geldiği, polislerin kapıyı kırarak kendisini oradan kurtardıkları, bunun üzerine davacı Neriman’ın yaşanan bu olayla ilgili olarak 15.09.2017 tarihinde Fatih Asayiş Büro Amirliğine ve 18.09.2017 tarihinde ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifade verdiği ve eşinden şikâyetçi olduğu anlaşılmaktadır.
16. Davacı Neriman bu olaydan üç gün sonra (18.09.2017 tarihinde) vekili olmadan kendi el yazısı ile yazdığı dilekçe ile yukarıda yaşanan olaylardan da kısaca bahsederek eşinin kendisine sürekli sözlü ve fiziksel şiddet uyguladığını, oğlunun da babasını istemediğini ve olayla ilgili olarak suç duyurusunda bulunduğunu belirttiği, ortak çocuğun velayetinin kendisine verilmesi ile davalı eş hakkında aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini talep ettiği, ancak açıkça boşanma talep etmediği, mahkemece 22.09.2017 tarihli tensip tutanağı ile eşe karşı 6284 sayılı Kanun hükümleri uyarınca koruma kararı verildiği görülmektedir.
17. Boşanma davası devam ederken dava dışı eş Nezir T. 10.10.2017 tarihli dilekçe ile mahkemeye başvurarak çocuk ile aralarında kişisel ilişki kurulmasını talep etmiş olup; mahkemece 20.10.2017 tarihli ara karar ile baba ile çocuk arasında “her ayın 1 inci ve 3 üncü haftası Cumartesi saat 10:00’dan Pazar saat 17.00’a kadar ve dini bayramların 2 nci günü saat 10:00’dan 3 üncü günü saat 17.00’a kadar” kişisel ilişki kurulmasına karar verildiği, babanın kişisel ilişki kurulmasına dair mahkeme kararını Whatsapp üzerinden davacının kullanmakta olduğu telefona gönderdiği, çocuğun babasına gitmek istemediğini belirtmesine rağmen babanın çocuğa play station aldığını ve bilgisayar alacağını söylemesi üzerine çocuğun baba ile gitmeyi kabul ettiği, davacının da eşine son bir şans tanımak için çocuğun gitmesine izin verdiği, davacının annesinin çocuğu 04.11.2017 tarihinde babaya teslim ettiği, babanın ortak çocuğu teslim aldıktan sonra 05.11.2017 tarihinde ekmek bıçağı ile birden fazla yerinden bıçaklamak suretiyle öldürdüğü, olay ile ilgili yapılan ceza yargılaması sonucunda; İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2018 tarihli ve 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı kararı ile baba Nezir hakkında kendini savunamayacak yakın akrabayı öldürme suçu ile öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın 25.01.2021 tarihinde Yargıtayın onama ilamı ile kesinleştiği anlaşılmaktadır.
18. Davacı eldeki davada; 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesi gereğince, hâkimin farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş olduğunu ileri sürerek tazminata karar verilmesini talep etmiştir. Bu nedenle hâkimin hukuki sorumluluğuna gidilebilmesi için somut olaya ilişkin mevzuat hükümlerinin de tek tek incelenmesi gerekmektedir.
19. Anayasanın 41 inci maddesinde; “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” düzenlemesi yer almaktadır.
20. Türk Medeni Kanunu’nda ise konuya ilişkin yer alan düzenlemeler şunlardır:
4721 sayılı Kanun’un 169 uncu maddesinde; “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.”
Aynı Kanun’un 324 üncü maddesinde;
“Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.
Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.
(Ek üçüncü fıkra:24/11/2021-7343/38 md.) Velayet kendisine bırakılan ana veya baba, kişisel ilişki düzenlemesinin gereklerini yerine getirmezse çocuğun menfaatine aykırı olmamak kaydıyla velayet değiştirilebilir. Bu husus kişisel ilişki kurulmasına dair kararda taraflara ihtar edilir.”
346 ncı maddesinde;
“Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.”
347 nci maddesinde ise; “Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.” düzenlemeleri yer almaktadır.
21. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan düzenlemeler ise şu şekildedir;
5 inci maddesinde “(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir.”
7 nci maddesinde ise; “Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.”
22. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 1 nci maddesinde “Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” yer alan düzenleme ile kanunun amacı vurgulanmıştır.
Aynı Kanun’un 5 inci maddesinde ise;
“(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:
a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.
b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.
c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.
ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.” düzenlemesi ile şiddet uygulayanlara uygulanacak tedbirler düzenlenmiştir.
23. Tüm bu düzenlemeler dikkate alındığında; hâkim çocukları koruyucu önlemeleri derhal almak, çocuğun esenliğinin ağır tehlike altında olduğunu fark ettiğinde delil veya belge aramaksızın önleyici ve koruyucu tedbir kararları vermek, kararların verilmesini çocuğun esenliğini tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirmemek ve uygun barınma yeri sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca her çocuk ana ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma hakkına sahip ise de bu hak çocuğun yüksek yararı ile sınırlıdır. Bu nedenle hâkim tarafından çocuk ile kişisel ilişki kurma talebi reddedilebilir, kişisel ilişki anne veya babadan alınabilir. Hâkim boşanma ve ayrılık davası açılınca davanın devamı süresince çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri talep olmaksızın gecikmeden resen alır.
24. Açıklanan hususlar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı, dava dilekçesinde ortak çocuk Yiğitcan’ın babası tarafından öldürülmeye teşebbüs edildiğini, polis tarafından kapının kırılmak suretiyle kurtarıldığını, aile içi şiddete karşı koruma istediğini belirtilmesine rağmen mahkeme hâkimi tarafından herhangi bir araştırma yapılmadan ve ortak çocuk için tedbiren koruma kararı verilmeden babanın talebi üzerine gerekli incelemeler yapılmaksızın baba ile çocuk arasında yatılı olacak şekilde şahsi ilişki tesisine karar verildiği ve bu şahsi ilişki esnasında çocuğun babası tarafından öldürüldüğü anlaşılmaktadır.
25. Yukarıda incelenen mevzuat hükümleri uyarınca; davacının dava dilekçesinde kendisine ve ortak çocuğa yapılan eylemlerden bahsetmesine rağmen hâkimin delil ve belge aramaksızın çocuk yararına tedbir kararı vermesi mümkün iken tedbir kararı vermediği, kişisel ilişki kurmanın çocuğun üstün yararı ile sınırlı olduğu ve gerekirse reddedilebileceğini göz önüne alması ve geçici önlemleri talep olmasa dahi resen alabilmesi mümkün iken ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği, bu suretle kanunun açık ve amir hükümlerine aykırı davranıldığı için davaya fer'î müdahil olarak katılan mahkeme hâkiminin kusurlu olduğu, hâkimin ortak çocuğu daha önce öldürmeye teşebbüs eden babaya yatılı bir şekilde kişisel ilişki kurulması kararı verilmesi sonucu zararlandırıcı eylemin meydana geldiği, somut olayda hem 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 49 uncu maddesinde yer alan haksız fiilin unsurlarının hem de 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesi yer alan özel koşulların birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından hâkimin hukuki sorumluluğu gereğince Devletin tazminatla sorumlu olduğunun kabul edilmesinin doğru olduğu sonucuna varılmıştır.
26. Bununla birlikte, davacı tarafından dava dilekçesinde destekten yoksun kalma tazminatı ile manevi tazminat talep edildiği, Özel Daire tarafından da aktüerya bilirkişisinden alınan rapor benimsenerek davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Özel Dairece, hâkimin hukuki sorumluluğunun kabulü doğru olmakla birlikte somut olayda destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi isabetli olmamıştır.
27. Hukuk Muhakemeler Kanunu’nun 46 ilâ 49 uncu maddeleri arasında hâkimin hukuki sorumluluğunun kabul edildiği durumlarda hükmedilecek tazminat kapsamının ne şekilde tayin edileceği belirtilmediğinden tazminat kapsamının genel hükümlere göre belirlenmesi gerekmektedir.
28. Haksız fiil nedeniyle doğan maddi zarar, bir kimsenin mal varlığında rızası dışında meydana gelen eksilmedir. Mal varlığının zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durumla fiil sonucu aldığı durum arasındaki fark, zararı oluşturur (Tandoğan, Haluk: Türk Mes’uliyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 63). Zarar, mal varlığı aktifinin azalmasından, mahrum kalınan kârdan (kazançtan) veya pasifin artmasından ileri gelebilir. Bu itibarla maddi zarar, fiili zarar ve mahrum kalınan kâr olmak üzere iki unsurdan oluşur. Fiili zarar ya mal varlığının aktif kısmında gerçek bir azalmanın meydana gelmesiyle ya da pasifteki borçların artmasıyla gerçekleşir. Mahrum kalınan kâr (kâr mahrumiyeti) ise, elde edilebilecek bir kazançtan yoksun kalmayı ifade eder.
29. Zararın belirlendiği tarihe kadar gerçekleşmiş olan zarara mevcut zarar denir. Zararın belirlendiği tarihe kadar henüz gerçekleşmemiş olan fakat başka bir maddi olgu eklenmeksizin olayın normal gelişimine uygun olarak gerçekleşmesi beklenen zarar ise müstakbel zarardır. Ayrıca henüz mevcut olmayan fakat riskli bir olgunun ilâvesi ile gelecekte gerçekleşme ihtimali olan zarar ise muhtemel zarardır. Hukuk düzeni kural olarak mevcut zararın tazminini düzenlemiş, ancak bazı durumlarda, örneğin ölüm hâlinde destekten yoksun kalma zararı gibi müstakbel zararın tazminini de düzenlemiş bulunmaktadır. Buna karşılık muhtemel zararda ise riskli olgu gerçekleşmedikçe zararın tazmini mümkün değildir (Antalya, Osman, Gökhan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. II, İstanbul 2007, s. 105).
30. Tazminat miktarının belirlenmesinde, zarar görenin gerçek zararının esas alınması zorunlu olup; burada ilke, zarar doğurucu eylem, zarar görenin mal varlığında gerçekten ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır.
31. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2019 tarihli ve 2019/4-85 E., 2019/314 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
32. Türk Borçlar Kanunu’nun “Zararın ve kusurun ispatı” başlıklı 50 nci maddesi;
“Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.
Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” şeklindedir.
Aynı Kanun’un “Belirlenmesi” başlıklı 51 inci maddesinde ise;
“Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.
Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür.” hükmü yer almaktadır.
33. Zararın ispatı davacıya düşmekte ise de, hâkim gerçek zararın miktarının ispat edilip edilemediğini gözeterek, ispat edilememişse bu zararı kendisi yasada belirtilen koşullarla tespit edecek; ardından da bu zararın giderilebilmesi için tazminat miktarını yine kanunda aranan usul ve esaslar çerçevesinde belirleyecektir. Ancak hükmedilecek tazminat, hiçbir şekilde zarar miktarından fazla olamaz (Turgut Uygur, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, Birinci Cilt, 1990 Bası, s. 549).
34. Gerçek zararın ve miktarının ispat edilemediği durumlarda 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesi gereğince hâkim bu zararı, hâlin olağan gelişimini ve zarar gören tarafın aldığı tedbirleri gözeterek takdir yetkisini kullanmak suretiyle belirler. Bu hüküm zararın gerek miktarını ve gerekse varlığını kesinlikle ispat edecek deliller getirilemediği takdirde uygulanacaktır. Böyle hâllerde, dosyada mevcut deliller, olayların normal gidişine göre bir zararın vukuunu kabule elverişli görünüyorsa, zarar ispatlanmış sayılır. Buna karşı 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesi hükmünün uygulanabilmesi için bir zarar vukuunun sadece “muhtemel” görülmesi yeterli değildir.
35. Diğer taraftan, zarar miktarının 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesi çerçevesinde hâkim tarafından takdir edilebilmesi, davacının bir zarar doğduğunu somut delillerle ispat edememiş de olsa böyle bir zararın doğumunu kabule esas olan ve miktarının tespitini kolaylaştıran olayları ispat etmesine ihtiyaç gösterir (Tekinay, Akman/Burcuoğlu, Altop:Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 1993, s. 579).
36. Hâkim takdir yetkisini kullanacağı olaylarda, hâlin mutad cereyanını ve mağdurun aldığı tedbirleri dikkate alacaktır. Hâlin mutad cereyanının dikkate alınmasından maksat davacının ortaya koyduğu delillere göre haksız fiilin işlendiği şartlarda, hayatın normal akışına göre meydana gelebilecek zararların hesaba katılmasıdır. Zarar görenin aldığı tedbirlerin dikkate alınmasından maksat, mahrum kalınacağı ileri sürülen kazançların elde edilmesini kuvvetli ihtimal dahiline sokan unsurlardır (Oğuzman, M. Kemal/ Öz, M. Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009, 6. Bası, s. 552).
37. Zararı böylece belirleyen hâkim, hâl ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın şeklini ve kapsamını tayin ve tespit eder. Kaynağına, sebebine, zarar veren ile zarar gören arasındaki hukukî ilişkiye ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, zararın niteliği, kapsamı ve miktarı, her somut olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir.
38. Dava konusu olayın çözümü için “Destekten yoksun kalma zararı” ile “Destekten yoksun kalma tazminatı” kavramalarının da kısaca incelenmesinde yarar vardır.
39. Ölenin destek ve yardımından yoksun kalanlarının uğradıkları bu zarara, destek kaybından doğan zarar denir. Destekten yoksun kalma zararı 6098 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesinde yer almaktadır. Anılan madde aynen;
“Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır:
1. Cenaze giderleri.
2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar.
3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar.”
şeklinde düzenlenmiştir.
40. Türk Borçlar Kanunu’nun 53 üncü maddesinin öngörmüş olduğu hâl, ölüm sonucu vukua gelen bir kısım zararların tazminini hükme bağlamaktır. Bu hükme göre, ölenin yardımından faydalananlar, bu yüzden yoksun kaldıkları faydayı, tazminat olarak, sorumludan isteyebilirler. Buna “destekten yoksun kalma tazminatı” denir.
41. Haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse 6098 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Destekten yoksun kalma tazminatı talep edilebilmesi için destekten yoksun kalma zararı yanında zarar ile haksız fiil arasında uygun illiyet bağının da bulunması gerekir.
42. Davacının ileri sürdüğü destekten yoksun kalmaya ilişkin tazminat talebinden hâkimin hukuki sorumluluğundan davalı Hazinenin sorumlu olup olmadığı hususu Özel Daire tarafından kabul edilmiş ise de şu hususu açıklığa kavuşturmakta fayda vardır. Elbette ki burada Hazinenin sorumluluğu bizatihi davacının çocuğunun vefatıyla sonuçlanan eylemden doğmaz ve davalı Hazine 6100 sayılı Kanun’un 46 ve devam eden maddeleri anlamında ölüme bağlı tazminatın doğrudan muhatabı değildir. Destekten yoksun kalma tazminatı, kural olarak doğrudan haksız fiil failinden (veya haksız fiili birlikte gerçekleştirenlerden) talep edilebilir.
43. Bu durumda, Hazinenin hâkimin hukuki sorumluluğu kapsamında destekten yoksun kalma tazminatından sorumlu tutulması doğru değildir.
44. Bu çerçevede yapılacak değerlendirmede; 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesinde yer alan
“…Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” hükmü uyarınca durumun gereği, hâkimin kusurlu olduğu, özellikle davacı annenin de olayda babanın şiddete meyilli olduğunu bilmesine rağmen kişisel ilişki kurma kararı henüz kendisine tebliğ edilmeden Whatsapp uygulaması ile öğrendiği karara binaen çocuğu babaya teslim ettiği ve bu karara itiraz etmediği hususları da dikkate alınarak davacı yararına (destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmeden) uygun bir maddi ve manevi tazminata hükmedilmelidir.
45. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; somut olayda hâkimin takdir hakkını kullanarak itiraz yolu açık olan bir ara karar kurduğu, davacı annenin bu kişisel ilişki kararına, 15.09.2017 tarihli olayla ilgili elinde olan bilgi, belge, tutanak, mesaj veya fotoğraf gibi delilleri mahkemeye sunmak suretiyle itiraz etmediği, annenin kişisel ilişki kararının hukuken icra edilmesi zorunluluğundan değil de kendi özgür iradesi ile çocuğu babasına teslim ettiği, bu nedenle zarar gören ile üçüncü kişinin kusurlu davranışının illiyet bağını kesecek yoğunlukta olduğu kabul edilerek hâkimin sorumluluktan kurtulması gerektiği, 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesinde yazılı sebep nedeniyle hâkimin sorumlu tutulabilmesi için ağır kusur ya da kastın varlığının şart olduğunu, kanunun açık hükmüne aykırılığın yoğun olması gerektiği, aksi takdirde takdir hakkı hatalı kullanılan tüm olaylarda hâkimin hukuki sorumluluğunun söz konusu olabileceği, bu durumun yargının hiç işlememesine sebep olacağı, devletin asli görevi olan çocuğu koruma görevini yerine getiremediğinin tartışmasız olduğu, ancak bu sonuca ulaşılmasında tek suçlunun açılan boşanma davasına bakmakla görevli olan hâkim olduğu kanaatiyle, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi uyarınca sorumlu tutulması ve ancak çocuğu öldüren kişinin sorumlu tutulabileceği “destekten yoksun kalma tazminatı” kapsamında ödeme ile cezalandırılmasının kabul edilemeyeceği, hâl böyle olunca somut olayda hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyetinden dolayı hukuken sorumlu tutulmasının usul ve yasaya uygun olmadığı, açıklanan nedenlerle Özel Daire kararının davanın reddi gerektiği şeklinde kesin olarak bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
46. Hâl böyle olunca, Özel Daire kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.
III. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı ile fer'î müdahil vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın değişik gerekçe ile BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
27.12.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
1. Eldeki davada uyuşmazlık, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46 ilâ 49 uncu maddeleri arasında düzenleme altına alınan hâkimin hukuki sorumluluğundan kaynaklanmaktadır.
2. Sayın çoğunluk, somut olayda hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyetinden dolayı kusurlu olduğu ve Hazinenin hukuken sorumlu olduğuna karar vermiştir.
3. Çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılınmamıştır.
4. Hâkimler, yargı erkinin karar veren organlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138 inci maddesinde “Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Neticede insan olması nedeniyle, bir hâkim; yargılama faaliyeti sırasında ya da idari görevini yerine getirirken davranışları ile kişilere zarar verebilir, idari kurallara aykırı davranabilir ya da işlediği fiilleri suç teşkil edebilir. Hâkimler bu davranışları sebebi ile sorumlu tutulurlar. Ne var ki hâkimlik mesleğinin nitelik ve özellikleri gereği hâkimlerin sorumlulukları özel düzenlemelere tabi tutulmuştur.
5. Eldeki davada davacı vekili; 21.04.2021 tarihli dava dilekçesi ile müvekkili ile dava dışı Nezir T.’nun 19.12.2006 tarihinde evlendiği, tarafların 21.06.2007 tarihinde Yiğitcan isminde bir çocuklarının dünyaya geldiği, davacı tarafından 18.09.2017 tarihinde açılan boşanma davasının İstanbul .. Aile Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/6.9 Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyası ile kabul edildiği, hükmün 07.06.2018 tarihinde kesinleştiği, müvekkili tarafından sunulan boşanma dava dilekçesinde açıkça “davalının evlilik süresince eşine ve ortak çocuğa fiziksel şiddet uyguladığı, kendisini ve çocuğu öldürmekle tehdit ettiği, ortak çocuğu eve kapatıp doğalgazı açmak suretiyle öldürmeye kalkıştığı” bilgilerine yer verildiği, bu açıklamalara rağmen davaya bakan hâkim tarafından davalının talebi üzerine 20.10.2017 tarihli ara kararla çocuk ile baba arasında kişisel ilişki kurulmasına karar verildiği, bu karara istinaden 04.11.2017 tarihinde çocuğun babaya teslim edildiği, 05.11.2017 tarihinde ortak çocuk Yiğitcan’ın babası tarafından öldürüldüğü, hâkim tarafından dava dilekçesinin okunmadığı, ağır ihmâlle açıkça kanuna aykırı karar verildiği, Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 323 ve 324 üncü maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına açıkça aykırı hareket edildiği ileri sürülerek, hesaplanacak olan destekten yoksun kalma tazminatına istinaden şimdilik 1.000 TL maddi, 30.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talep edilmiş, Özel Dairece davanın kabulü ile 809.928,44 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
6. Türk hukuk sisteminde, hâkimlerin; hukuki, disiplin ve cezai olmak üzere üç farklı sorumluluğu bulunmaktadır. Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun (2802 sayılı Kanun) 62 ilâ 81 inci maddeleri arasında disiplin, 82 ilâ 98 inci maddeleri arasında da ceza sorumluluklarına ilişkin düzenlemeler hüküm altına alınmıştır. Hâkimlerin hukuki sorumluluğu ise 6100 sayılı Kanun’un 46 ilâ 49 uncu maddeleri ile bu kanundan önce yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun) 573 ilâ 576 ncı maddeleri arasında düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde “(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.
(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder” şeklindeki hüküm düzenleme altına alınmıştır.
7. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan düzenlemelere bakıldığında, bu kanundan önce yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun döneminden önemli farklılıklar içerdiği, 6100 sayılı Kanun’la, hâkimlerin hukukî sorumluluğuna dair hükümlerin yerinin değiştirildiği ve kanun sistemi bakımından hâkimin yasaklılığı ve reddinden sonra hüküm altına alındığı görülmektedir. 1086 sayılı Kanun’un 575 ve 576 ncı maddeleri, 09.02.2011 tarihli, 6110 sayılı Kanun’un 14 üncü maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve 573 üncü maddenin 1 inci fıkrası “Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan bu değişikliklerle birlikte, hâkimin kusurlu davranışlarından, ilk etapta Devletin sorumlu tutulamayacağı, hâkimin şahsen sorumlu tutulması gerektiği yönündeki esastan ayrılınmış ve karşılaştırmalı hukuk da nazara alınarak, hâkimin yargılama faaliyeti esnasında vermiş olduğu zararlardan, ilk aşamada Devlete karşı tazminat davası açılması, daha sonra Devletin ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime rücu edebileceği kabul edilmiş, bu rücu için de bir yıllık süre öngörülmüştür.
8. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, Devletin tazminata mahkûm olması hâlinde hâkim bizzat sorumlu olacaktır. Zira 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin 3 üncü fıkrasında yazılı “Devlet ödediği tazminat nedeni ile sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder” şeklindeki hüküm; emredici nitelikte olduğundan, tazminata mahkûm olan Devletin sorumlu hâkime rücu etme konusunda takdir yetkisi yoktur. Devlet kusurlu personele rücu etmek zorunda olup, Devlet’in rücu etmemesi hâlinde, her vatandaş özellikle hâkimin kusurundan dolayı zarara uğrayıp açtığı tazminat davasını kazanan kişi, ilgili hâkime rücu edilmesini sağlamak için idari yollara başvurabilir. Nitekim Danıştay önüne gelen bir olayda, “Devlet tarafından tazminat ödendikten sonra sorumlu personele rücu edilmesinin, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır. … Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarında bir engel bulunmamaktadır” şeklinde karar vermiştir (Danıştay 5. Hukuk Dairesi 03.06.2008 tarihli ve 7369/3234).
9. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ncı maddesinde hâkimlerin sorumluluğunu gerektiren sebepler, genel olarak belirtilmemiş, daha önce 1086 sayılı Kanun'un 573 üncü maddesinde olduğu gibi tahdidi olarak sayma yoluna gidilmiş, böylece, hâkimlerin daha ağır bir sorumluluk rejimiyle karşılaşmaları engellenmek istenmiştir. Hükümde kabul edilen sorumluluk hâlleri, esas itibarıyla 1086 sayılı Kanun’un 573 üncü maddesiyle aynıdır.
10. Hâkimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin tazminat davası özünde bir haksız fiil davasıdır. Bu dava ile ilgili genel usul hükümlerinden ayrı özel usul hükümleri bulunmaktadır (6100 sayılı Kanun md. 47-49). Hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyeti ile ilgili eylemlerinden zarar gören taraf, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde sınırlı sayı ilkesine tabi olarak sayılan sebeplerden birine veya birkaçına dayanarak ve dava dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayandığını açıkça belirterek (6100 sayılı Kanun md. 48/1), Devlet aleyhine haksız fiil temelli tazminat davası açabilir. Bu dava, ilgili hâkime zorunlu olarak ihbar edilir ve hâkim bu davaya isterse fer'î’ müdahil olarak katılır. Davacı eğer davayı kazanırsa, Devlet davacının maddi manevi zararlarını öder. Davacının davası esastan reddedilirse, aleyhine disiplin para cezasına hükmedilir.
11. Somut olayda; davacı Neriman ile dava dışı Nezir T.’nun 19.12.2006 tarihinde evlendikleri, 21.06.2007 tarihinde Yiğitcan isminde bir çocuklarının dünyaya geldiği, evlilik devam ederken 02.09.2017 tarihinde eşlerin kavga ettikleri, bunun üzerine davacı kadın eşin ortak çocuk ile birlikte annesinin yanına yerleştiği, 14.09.2017 günü saat 20.30 sularında ortak çocuk Yiğitcan’ın anneannesine ait evden teyzesine gitmekteyken babası Nezir T.’nu gördüğü, Yiğitcan T.’nun yaşanan olayla ilgili olarak Fatih Çocuk Büro Amirliğine verdiği 30.09.2017 tarihli ifade tutanağında yer alan beyanında “babası ile karşılaşınca kendisiyle konuşmak istediğini ancak kendisinin babası ile konuşmak istemediğini ve bağırmaya başladığını, bağırma üzerine çevredekilerin etraflarına toplanarak babasının üzerine yürüdüklerini, kendisini babasından korumaya çalıştıklarını, bu sırada ananesinin geldiğini, ananesi ile babasının bir süre konuştuktan sonra ananesinin kendisine -oğlum baban ile git sonra gelirsin- dediğini, gitmek istememesi üzerine ananesinin kendisini ikna ettiğini, buradan babası ile beraber halasının evine gittiklerini, burada babasının ananesini arayarak -Yiğitcan'ı bir daha göremeyeceksin- dediğini, bunun üzerine korkarak ağlamaya başladığını, babasının koluna vurup tokat atması üzerine -baba beni neden dövüyorsun- diye sorduğunu, babasının cevap vermediğini ve ananesini yeniden arayarak ağır küfürler ettiğini, kız kardeşine -araba ile gidip Yiğitcan ile kendimi köprüden atacağım- dediğini, sonrasında araç ile babasının evine gittiklerini, kendisinin yatağa geçerek uyumuş gibi yaptığını, babasının kendisini kaldırarak -mutfağa geç- dediğini, -baba hayır uykum var- demesi üzerine babasının -kalkmazsan seni zorla götürürüm- dediğini, bunun üzerine mutfağa geçtiklerini, babasının burada gazı açtığını, pencere ve kapıları kapattığını, gazın etkisi ile karnının ağrıdığını, midesinin bulandığını, bu esnada babasının yeğeni olan Özlem’in eve geldiğini, kapıyı açmasını istediğini, babasının kapıyı açmadığı gibi kendisinin de açmasını engellediğini, sonrasında annesi ile birlikte polislerin geldiğini, polislerin kapıyı kırarak kendisini oradan kurtardıklarını” ifade ettiği anlaşılmıştır.
12. Davacı Neriman’ın yaşanan bu olayla ilgili olarak 15.09.2017 tarihinde Fatih Asayiş Büro Amirliğine ve 18.09.2017 tarihinde ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifade verdiği, eşinden şikâyetçi olduğu, beyanında; 14.09.2017 günü saat 20.00 sıralarında dışarıda oynayan oğlunun kendisinden habersiz şekilde eşi tarafından alındığını, çocuğunun babası olması nedeniyle çocuğa bir zarar verebileceğini düşünmediğini, sonrasında abisi olan Adem Deniz’in telefonuna “ben çocuğumla öleceğim, biz sabaha çıkmayacağız” şeklinde mesajlar yazdığını, çocuk ile birlikte mutfakta çekilen fotoğraflar gönderdiğini, hemen karakola başvurduklarını, buradan polislerle birlikte çocuğun babası ile olduğu eve gittiklerini, polisler tarafından öncelikli olarak evin dışında bulunan doğal gaz vanasının kapatıldığını, sonrasında kapıyı kırmak suretiyle çocuğun kurtarıldığını ifade etmiş, annesi Selime D. ile abileri Adem D. ve Ahmet D. de benzer beyanda bulunmuşlardır.
13. Yaşanan bu olaydan sonra davacının; 18.09.2017 tarihli kendi el yazısı ile kaleme aldığı dilekçe ile aile mahkemesine başvurduğu, dilekçe içeriğinde açıkça boşanma talebinde bulunmadığı, ancak davalının ağır şekilde şiddet içerikli eylemlerinden bahsettiği, oğlunu ve kendisini öldürmekle tehdit ettiğini, yer ve zaman bildirmeksizin yukarıda anlatılan olayı anlattığı ve sonuç bölümünde “arz edilen nedenlerle davalı eş hakkında aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini” talep ettiği, anlatılanlara dair hiçbir delil sunmadığı, Mahkemece davanın “boşanma davası” olarak nitelendirildiği, 22.09.2017 tensip tutanağı ile eşe karşı 6284 sayılı Kanun hükümleri uyarınca koruma kararı verildiği anlaşılmaktadır. Davalı Nezir 10.10.2017 tarihli dilekçe ile Mahkemeye başvurarak çocuk ile aralarında kişisel ilişki kurulmasını talep etmiş, Mahkeme 20.10.2017 tarihli ara kararla baba ile çocuk arasında “her ayın 1 inci ve 3 üncü haftası Cumartesi saat 10:00’dan Pazar saat 17.00’a kadar ve dini bayramların 2 nci günü saat 10:00’dan 3 üncü günü saat 17.00’a kadar” kişisel ilişki kurulmasına karar vermiştir. Karar davalı tarafından elden teslim alınmış ve Mahkemece kabul edilen kişisel ilişki kararına göre ayın 3 üncü cumartesi günü olan 21.10.2017 tarihinde baba, çocuk ile kişisel ilişki kurma talebinde bulunmamıştır. Belirtilen kişisel ilişki kararına karşı davacı tarafından da herhangi bir itiraz ileri sürülmemiştir.
14. Boşanma davasının yargılaması devam ederken, 15.09.2017 tarihli olay ile ilgili Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan fezlekenin 26.10.2017 tarihinde İstanbul Adliyesine gönderildiği, soruşturma dosyasının 03.11.2017 tarihinde aile içi müracaat savcısına tevzi edildiği, Cumhuriyet Savcısı tarafından yaşanan olay nedeniyle anne ve çocuk hakkında aynı tarihte aile mahkemesinden koruma kararı talep edildiği, İstanbul 12. Aile Mahkemesinin 03.11.2017 tarihli kararı ile Yiğitcan hakkında koruma kararı verildiği, anne hakkında daha önceden koruma tedbiri uygulanmış olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
15. İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2018 tarihli ve 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dava dosyasının incelenmesinde; Nezir’in “kendini savunamayacak yakın akrabayı öldürme” suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş ve 25.01.2021 tarihinde Yargıtay’ın onama ilamı ile karar kesinleşmiştir. Nezir'in 05.11.2017 tarihinde maktul Yiğitcan'a yönelik olarak gerçekleştirdiği kasten öldürme eylemine ilişkin olarak yapılan yargılamada; şüphelinin kişisel ilişki kurulmasına dair mahkeme kararını whatsapp isimli uygulama üzerinden davacının kullanmakta olduğu telefona gönderdiği, davacı Neriman’ın bu konu ile ilgili olarak 13.11.2017 tarihli savcılık ifadesinde “Bir aylık uzaklaştırma tedbirinin sona ermesinden sonra şüpheli whatsap üzerinden benim kullandığım telefona bir mahkeme kararı gönderdi. Bu kararda şüphelinin oğlum ile her ayın birinci ve üçüncü hafta sonları kişisel ilişki kurma hakkı olduğu belirtilmişti. Ben şüpheliye devamlı olarak iki medeni insan gibi boşanmamız gerektiğini, ortada bir çocuğumuz olduğunu, boşanmamız halinde çocuğu görebileceğini, bu konuda herhangi bir sorun yaşamayacağını söylüyordum. Olaydan önceki iki hafta boyunca şüphelinin eylemlerinde olumlu bir değişim gözlemledim. Şüpheli artık telefonda benimle boşanacağını söylüyor ve makul konuşmaya başlıyordu. Bu iki haftalık süre zarfında oğluyla da akşamları devamlı olarak telefonda görüşüyordu. Ben şüphelinin tavrındaki bu değişikliğin altından bir şey çıkacağını tahmin etmiştim. Ancak bana yönelik bir eylemi olacağını düşünmüştüm” şeklinde beyanda bulunduğu, aynı tarihli savcılık ifadesinde “…olaydan bir gün önce maktul ile birlikte annesi Selime'nin Fatih Karagümrük'teki evine gittiğini, çocuğun babasına gitmek istemediğini, şüphelinin maktule playstation aldığını ve bilgisayar alacağını söylemesi üzerine maktulün şüpheliye gitmeyi kabul ettiğini, kendisinin de şüpheliye son bir şans tanımak için maktulün şüpheliye gitmesine izin verdiğini ve annesi Selime'nin maktulü 04.11.2017 günü saat 14:30 sıralarında Karagümrük stadı civarında şüpheliye teslim ettiğini,…” beyan etmiş, tanık olarak dinlenen Selime'de alınan savcılık ve kolluk ifadelerinde maktulü Karagümrük stadı civarında şüpheliye teslim ettiğini doğrular nitelikte beyanda bulunmuştur. Baba, ortak çocuğu Selime'den teslim aldıktan sonra ablasına gitmiş, burada bir süre oturduktan sonra çocuk ile birlikte kendi evine gelmiş, 05.11.2017 günü 18:00 sularında öz oğlunu ekmek bıçağı ile birden fazla yerinden bıçaklamak suretiyle öldürmüştür.
16. Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine açılacak tazminat davası, haksız fiilden (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md. 49) doğan tazminat davasına çok benzer. Bu nedenle 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde belirtilen sebeplerden birine dayanarak Devlet’e karşı tazminat davası açılabilmesi için, tazminat talebinde bulunan davacının, hâkimin yargılama faaliyetinden dolayı bir zarar görmüş olması ve bu zarar ile hâkimin eylemi arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir (Baki Kuru, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara, 2022, C. II, s. 1800).
17. Somut olayda davacı; 6100 sayılı Kanun’un 48 inci maddesinin 1 inci fıkrası gereğince, hâkimin farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş olduğunu (6100 sayılı Kanun md. 46/1-c) ileri sürerek tazminat taleplerinin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde düzenlenen sebepler genel olarak hukuka aykırı fiillerdir ve hâkimin ağır kusuruna veya kastına dayanmaktadır. Kaldı ki bu husus maddenin Adalet Komisyonu gerekçesinde “…yargılama faaliyetinden sorumluluğun doğması için ağır kusurun varlığı şarttır” denilmek suretiyle vurgulanmıştır.
18. Konuya ilişkin mevzuat hükümlerine bakıldığında; 4721 sayılı Kanun’un 169 uncu maddesinde boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkimin, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alacağı belirtilmiştir. Medeni Kanun; ana babanın çocukla kişisel ilişkilerinin düzenlemesinde, ana babanın yükümü ve çocuğun kişisel ilişki kurma hakkı perspektifinden değil, ana babanın hakları üzerinden tasarlanmıştır. Bu husus, Kanun’un 182 nci maddesinin “Çocuklar bakımından ana ve babanın hakları” şeklindeki üst başlığından anlaşılmaktadır. Hüküm “Hâkimin takdir yetkisi” alt başlığıyla “Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler” şeklinde düzenlenmiştir.
19. Davacı 18.09.2017 tarihli dava dilekçesinde; boşanma talebinde bulunmaksızın davalının şiddet içerikli eylemlerinden bahsetmiş, sonuç ve istek bölümünde ise aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini talep etmiştir. Dilekçe içeriğinde 15.09.2017 tarihli olaydan “oğlumu kaçırıp eve kilitleyip doğalgazı açtı, öldüreceğini söyledi, bunun üzerine ben polisleri arayıp polisle gidip, polisler kapıyı kırarak oğlumu kurtardı” şeklinde bahsetmiş, ileri sürülen bu husus iddia niteliğinde kalmış, konuyla ilgili bilgi, belge ve herhangi bir delil sunmamıştır. Esasen dava dilekçesi, 6100 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesine uygun bir dilekçede olmayıp, boşanma talebini de içermemektedir.
20. Mahkemenin 22.09.2017 tarihli tensip tutanağı incelendiğinde; davacı Neriman yararına 6284 sayılı Kanun’un 5/1-a maddesi uyarınca 4 ay süre ile koruma tedbiri uygulanmasına karar verildiği, Yiğitcan hakkında bir karar verilmediği, davacı tarafından bu karara karşı itiraz edilmediği gibi, Yiğitcan yararına da koruma tedbiri uygulanması hakkında bir talepte bulunulmamıştır. Olayla ilgili davacı Neriman’ın 15.09.2017 tarihinde Fatih Asayiş Büro Amirliğine, 18.09.2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına, ortak çocuk Yiğitcan’ın da 30.09.2017 tarihinde Fatih Çocuk Büro Amirliğine ifade verdiği görülmektedir. Davacı tarafından; olayla ilgili bu ifade tutanakları, savcılık ve karakola belirtmiş olduğu babası tarafından çocuğa uygulanan şiddete ilişkin bilgi, belge, fotoğraf veya davalı hakkında yürütülen soruşturma dosya numarası boşanma dava dosyasına sunulmamış, dilekçede bahsedilen olaylar yönünden delillendirilmemiştir.
21. Sonrasında Nezir, 10.10.2017 tarihli dilekçe ile Mahkemeye başvurarak, eşinden boşanmak istemediğini, hakkında ileri sürülen iddiaları kabul etmediğini, eşinin evi terk ettiğini, ortak çocuk ile birlikte ailesinin yanına taşındığını, bu sebeple oğlunu göremediğini belirterek, çocuğu ile arasında kişisel ilişki kurulmasını talep etmiş, Mahkemece 20.10.2017 tarihinde baba ile çocuk arasında “her ayın 1 inci ve 3 üncü haftası Cumartesi saat 10:00’dan Pazar saat 17.00’a kadar ve dini bayramların 2 nci günü saat 10:00’dan 3 üncü günü saat 17.00’a kadar” şeklinde kişisel ilişki kurulmasına karar verilmiştir. Kişisel ilişki kararını mahkeme kaleminden elden teslim alan Nezir, karar görüntüsünü telefon yoluyla “Whatsapp” isimli uygulama üzerinden davacı Neriman’a göndermiştir. Yukarıda 15 inci paragrafta yer verildiği üzere Neriman; kişisel ilişki kararını whatsapp uygulamasıyla öğrendikten sonraki iki hafta boyunca Nezir’in eylemlerinde olumlu bir değişim gözlemlediğini, telefonda boşanmayı kabul ettiğini, makul konuşmaya başladığını, bu iki haftalık süre boyunca oğluyla da akşamları devamlı olarak telefonda görüştüğünü ifade etmiştir. Görüldüğü gibi davacı; 20.10.2017 tarihinde Mahkemece, baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesis edildiğini öğrenmiştir. Ne var ki davacı anne, bu kişisel ilişki kararına rağmen 15.09.2017 tarihli olayla ilgili elinde olan bilgi, belge, tutanak, mesaj veya fotoğraf gibi delilleri mahkemeye sunmak suretiyle kişisel ilişki kararına itiraz etmemiştir.
22. Diğer yandan belirtilen tarihlerin incelenmesinde; kişisel ilişki kararında belirtilen “3 üncü cumartesi” gününün 21.10.2017’ye denk geldiği ve Nezir tarafından bu ilk görüş gününde çocuğun anneden alınmadığı görülmektedir. Dolayısıyla davacı vekilinin, somut uyuşmazlığa ilişkin 21.04.2021 tarihli dava dilekçesinin 3 üncü bendinde belirttiği gibi “kişisel ilişki kurulması kararının verildiği tarihten sonraki ilk cumartesi günü olan 04.11.2017 tarihinde babaya teslim edildiği” yönündeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır. Aşağıda ayrıntıları ile açıklanacağı üzere Nezir, bu kişisel ilişki kararını kullanarak davacı Neriman ile iletişim kurmayı hedeflemiştir.
23. Tüm bu anlatılanların ışığı altında eldeki dava değerlendirildiğinde, Mahkeme; 18.09.2017 tarihinde açılan dava ile ilgili 22.09.2017 tarihinde düzenlenen tensip tutanağı ile “hayati tehlike içindeyim” diyen davacıya koruma kararı uygulanmasına karar vermiş, davacı anne çocuğuna da koruma kararı verilmesi yönünde itirazda bulunmamıştır. Davalı babanın 10.10.2017 tarihli kişisel ilişki kurulması talebine karşı Mahkeme; 20.10.2017 tarihinde 4721 sayılı Kanun’un 169 ve 182 nci maddeleri uyarınca takdir hakkını kullanarak talebin kabulüne karar vermiş, aynı tarihte bu kararı öğrenen anne bu karara da itiraz etmemiştir. Davacı anne, çocuğunu öldürmeye teşebbüs eden eşine “çocuğuna zarar vermez” düşüncesi ile güvenmeyi tercih etmiştir. Babasını görmek istemeyen çocuğuna bizzat ikna edici sözel davranışlarla babasının kendisine “playstation aldığını ve bilgisayar alacağını söylemesi üzerine” çocuğun babasına gitmeyi kabul ettiğini söylemiş, çocuğu babasına verme nedeni olarak “şüpheliye son bir şans tanımak için” cümlesini kullanmıştır. Somut olayda anne, ortak çocuğu; Mahkemece tesis edilen kişisel ilişki kararının hukuken icra edilmesi zorunluluğundan değil, kendi özgür iradesi ile babasına teslim etmiştir. Doğalgaz ile oğlunu öldürmeye çalıştığını gördüğü eşine, yalnızken çocuğun koluna yüzüne tokatlar attığını bile bile, babası kendisini dövmesin diye uyuyormuş numarası yapmak zorunda kalan henüz 10 yaşındaki çocuğunu, kendi özgür iradesi ile teslim etmiştir. Davacı babanın çocuğa zarar vereceğini öngörmemiştir. Burada nasıl ki tüm olayları bilen, yaşayan, gözleriyle gören anneyi sonradan gelişen ölüm olayı ile sorumlu tutamıyorsak; olaylardan habersiz, tarafları tanımayan, dosyasında dava dilekçesinden başka hiçbir delil-bilgi-belge olmayan, kanun hükümleriyle hareket etmek zorunda olan ve talep üzerine itiraz yolu açık olan bir konuda takdir hakkını kullanarak karar veren hâkimi de sorumlu tutmak doğru olmayacaktır. Olayda 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesinde yer alan hükmün ihlali olmayıp, olsa olsa takdir hakkının hatalı kullanılması söz konusudur.
24. Oysaki 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesinde yazılı sebep nedeniyle hâkimin sorumlu tutulabilmesi için ağır kusurun yada kastın varlığı şarttır. Hâkimin sübjektif öğe olarak, kastına ihtiyaç bulunmamakla birlikte kanunun açık hükmüne aykırılık yoğun olmalıdır. Diğer bir ifade ile aykırılığın gerekçesinin izahı mümkün olmamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, takdir hakkı hatalı kullanılan tüm olaylarda hâkimin hukuki sorumluluğu söz konusu olabilecektir ki, bu durum yargının hiç işlememesine sebep olur. Bir başka deyişle, takdir hakkı kullanacak yada karar verecek hâkimlerin ciddi bir çekincesi olacak ve sistem tamamen veya kısmen sekteye uğrayacaktır. Sayın çoğunluk tarafından olayla ilgili sorumlu olduğuna karar verilen hâkimin; Kanun’un hangi açık ve kesin olan bir hükmüne aykırı karar verdiği de ortaya konulmamıştır. Somut olayda hâkimin ağır kusuru veya kastı değil, olsa olsa hafif derecede sayılabilecek bir takdir hakkını isabetsiz kullanması olabilir. Bu durum hâkimin hukuki sorumluluğunu gerektirmez.
25. Olayla ilgili diğer dikkat çekici bir yön de, şüpheli Nezir’in savcılık tarafından alınan bir ifadesine rastlanılmamış olmasıdır. 15.09.2017 tarihli olayla ilgili Nezir’in, Fatih Asayiş Büro Amirliğine ifade verdiği görülmüş, alınan ifadesinin ardından da serbest bırakılmıştır. Hâkimler Savcılar Kurulu İkinci Dairesinin 11.03.2021 tarihli ve 2020/30 Esas, 2021/268 Karar sayılı kararında yer alan kayıtlara göre Savcı Selim B.A.’ın olay ile ilgili savunmasında aynen “Olayla ilgili tam olarak hatırlayamamakla birlikte, emniyet safhasında ve günlük nöbetçi olmam nedeniyle eğer benden telefonla talimat istenmiş ise şüphelinin serbest bırakılması yönünde bir talimat vermem mümkün değildir. Eğer bu yönde bir emniyet tutanağı dosyada mevcut ise mutlaka yanlış tutulmuş bir tutanaktır. Ya da olay bana telefonla aktarılmış ancak o safhada şüpheli henüz yakalanmamış olabilir. Sonrasında yakalandığında da bir başkaca bir Cumhuriyet Savcısından talimat istenmiş ve karışıklık sonucu tutanağa benim ismim yazılmış olabilir” şeklinde beyanda bulunduğu, neticede şüpheli Nezir’in karakol tarafından alınan ifadesinin ardından savcı ve hâkim karşısına dahi çıkmadan serbest bırakıldığı anlaşılmaktadır. Oysaki Nezir’in, bu suçtan dolayı İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2018 tarihli ve 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda, maktül oğlu Yiğitcan’ı öldürmeye teşebbüs suçundan “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, suçun teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle uygulanan indirim sonucunda 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına” karar verilmiştir. Belirtilen suç katalog suçlardan olup, tutuklu yargılamayı gerektirmektedir. Ne var ki, hangi savcı tarafından verildiği dahi tespit edilemeyen bir talimatla şüpheli serbest kalmıştır. 15.09.2024 tarihli olay neticesinde şahsın tutuklanmasına karar verilmiş olması hâlinde, belki de bu olayın gerçekleşmesi söz konusu olmayacaktı.
26. Savcı Selim B.A., Savcı E.A. ve Hâkim N.A. hakkında “Daha önce eve kilitlediği oğlunu, doğalgazı açık bırakmak suretiyle öldürmeye teşebbüs eden ve polis ekiplerinin evin camını kırmak suretiyle çocuğu kurtarmasıyla neticelenen olay nedeniyle –insan öldürmeye teşebbüs- suçundan hakkında soruşturma başlatılan şüphelinin, haksız şekilde serbest bırakılmasına karar vermek suretiyle söz konusu şahsın oğlunu dokuz yerinden bıçaklayarak öldürmesine, bu şekilde vatandaşların adalete olan inancını kaybetmesine neden oldukları” konusu nedeniyle yapılan soruşturma sonucunda, Hâkimler Savcılar Kurulu İkinci Dairesinin 11.03.2021 tarihli ve 2020/30 Esas, 2021/268 Karar sayılı kararı ile; Savcı Selim B.A. ve Hâkim N.A. yönünden ceza tayinine yer olmadığına, Savcı E.A. yönünden ise karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır. Hâl böyle olunca; söz konusu ceza soruşturması ile hakkında ceza tayinine yer olmadığına karar verilen Hâkim N.A.’ın, eldeki davada tazminatla sorumlu olduğuna karar verilmesi de hukuken çelişki yaratmaktadır. Koşulları daha hafif olan disiplin sorumluluğunun bulunmadığı bir olayda, koşulları daha ağı olan tazminat sorumluluğuna karar verilmesi hukuken açıklanması zor bir durumdur.
27. Öte yandan, hukuki sorumluluğu doğuran unsurlar arasında illiyet bağı büyük bir önem taşır. İlliyet bağı, sorumluluğun asli şartı, tazminat hukukunun temel ilkesidir. Bu şart olmaksızın bir kişinin sorumluluğu düşünülemez. İlliyet kavramı, zararla söz konusu davranış veya olay arasında bir sebep-sonuç bağının bulunmasını gerektirir. Hukukta, gerçekleşen zararla sorumluluğun bağlandığı olay veya davranış arasındaki sebep-sonuç ilişkisine, genel anlamda illiyet bağı denir (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, Eren Borçlar Hukuku Şerhi, Ankara, 2022, C. II, s. 1096-1097).
28. Bazı hâllerde sebep ile zararlı sonuç arasındaki bağın çeşitli nedenlerle uygun olmaması mümkündür. Buna doktrinde; uygun illiyet bağının yokluğu, uygun olmayan illiyet veya kısaca uygunsuzluk, elverişsizlik adı verilmektedir. Bir sebep; genel hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre, somut olayda meydana gelen türden bir sonucu doğurmaya niteliği itibariyle elverişli değil veya elverişli olmakla birlikte ortaya çıkan başka bir sebeple arka plana atılmışsa, uygun olmayan illiyet söz konusu olur (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, C. II, s. 1129). Sebep ile sonuç arasındaki illiyet bağını kesen sebepler; mücbir sebep, zarar görenin kusur ve üçüncü kişinin kusuru olmak üzere üçe ayrılır.
29. Zarar görenin kendi kusurunda, kişinin kendisine zarar veren bir hareket tarzı söz konusudur. Zarar görenin kendi kusuru, akıllıca iş gören, mantıklı bir kişinin, kendi yararı gereği zarara uğramamak için kaçınacağı veya kaçması gereken bir eylemi olarak nitelendirilmelidir. Zarar görenin kusuruna ortak kusur, birlikte kusur veya müterafik kusur da denilmektedir (Haluk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara, 1961, s. 318.).
30. Zarar görenin kusuru, illiyet bağını kesmişse, zarar veren sorumluluktan kurtulur. Zarar görenin kusurunda; gerçekte zarar verenin gerçekleştirdiği ilk olay, niteliği itibari ile zararlı sonucu doğurmaya elverişli olmalıdır. Ancak, zarar görene yüklenebilecek kusurlu davranış, bu ilk olayı ikinci plana atmış ve zararlı sonucu tek başına doğurmuş olmalıdır (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, C. II, s. 1146). Diğer bir ifade ile zarar görenin kusurlu davranışı, yoğunluğu itibari ile zararlı sonucun uygun sebebi hâline gelmiş ve zarar verenin sorumlu olduğu olayı geri plana itmiş olmalıdır. Somut olaya baktığımızda bir an için hâkimin kurduğu kişisel ilişki kararı ile çocuğun babasına teslim edilmesinin ölüm sonucunu doğurmaya elverişli olduğu kabul edilse bile, annenin kişisel ilişki kararının hukuken icra edilmesi zorunluluğundan değil de kendi özgür iradesi ile çocuğu babasına teslim etmiş olması ve üçüncü kişinin öldürme eylemi hâkimin kararı ile zarar arasındaki illiyet bağını ortadan kaldırır. Ölüm olayı gerçekleştiğine göre burada üçüncü kişinin eylemi ve zarar görenin kusuru ile illiyet bağının kesildiği şüphesizdir.
31. Aynı şekilde üçüncü kişinin kusuru, illiyet bağını kesmişse, zarar veren sorumluluktan kurtulur. Üçüncü kişinin kusurlu davranışı, illiyet bağını kesecek yoğunlukta olduğu takdirde fail sorumluluktan kurtulur (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, C. II, s. 1150). Üçüncü kişinin kusurlu davranışında aranan yoğunluk gerçekleştiği zaman, zararlı sonucun sebebi olarak göz önünde tutulan ilk sebep arka plana itilmiş olur. Yukarıda 25 inci paragrafta ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, babanın 15.09.2017 tarihinde gerçekleştirdiği eylem katalog suçlardan olup tutuklu yargılanmayı gerektirir. Oysaki baba kolluk marifetiyle serbest kalmış ve 05.11.2017 tarihinde çocuğu öldürmüştür. Somut olaya baktığımızda sorumlu tutulan hâkim takdir hakkını kullanarak itiraz yolu açık olan bir ara karar kurmuş, buna karşılık katalog suçlar arasında yer alan ve tutuklu yargılanması gereken Nezir isimli şahıs ifadesi bile alınmadan serbest bırakılmış ve deyim yerindeyse 15.09.2017 tarihinde tamamlayamadığı eylemini 05.11.2017 tarihinde tamamlamıştır. Dolayısıyla eldeki olayda üçüncü kişinin kusurlu davranışının illiyet bağını kesecek yoğunlukta olduğu kabul edilerek, hâkimin sorumluluktan kurtulması gerektiği de unutulmamalıdır.
32. Çocuğun korunması açısından; Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocuk bakım uygulamalarının en önemli uluslararası yasal dayanağıdır. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler; toplumun temel birimi olan ve tüm üyelerinin ve özellikle çocukların gelişmeleri ve esenlikleri için doğal ortamı oluşturan ailenin toplum içinde kendisinden beklenen sorumlulukları tam olarak yerine getirebilmesi için gerekli koruma ve yardımı görmesinin zorunluluğuna inanmış olup, çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 41, 58, 60, 61 ve 65 inci maddeleri ile genelde ailenin, özelde de çocuğun korunmasını içeren hükümler taşımaktadır. Anayasa’mızda çocuk kavramı ailenin içinde ele alınmış, çocuğun ve ailenin devlet korumasında olduğu ifade edilmiştir. Sözleşmenin ülkemizde kabulünden sonra, kanunlarımız; bu Sözleşmenin ruhuna uygun olarak değişikliklere uğramış, yönetmelik ve yönergelerde sözleşme maddeleri esas alınmıştır. Ne var ki gerçekleşen bu vahim olayda; devletin asli görevi olan çocuğu koruma görevini yerine getiremediği tartışmasızdır. Ancak bu sonuca ulaşılmasında tek suçlunun, açılan boşanma davasına bakmakla görevli olan hâkim olduğu kanaatiyle, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi uyarınca sorumlu tutulması ve ancak çocuğu öldüren kişinin sorumlu tutulabileceği “destekten yoksun kalma tazminatı” kapsamında ödeme ile cezalandırılması kabul edilemez.
33. Hâl böyle olunca somut olayda hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyetinden dolayı hukuken sorumlu tutulması usul ve yasaya uygun olmamıştır.
34. Açıklanan nedenlerle Özel Daire kararının davanın reddi gerektiği şeklinde kesin olarak bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyoruz.
Birinci Başkanvekili 12. H.D. Bşk.
Adem Albayrak Ayhan Tuncal
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 13’ü DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 12’si ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
ORTAK ÇOCUĞU DAHA ÖNCE ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS EDEN BABAYA YATILI OLARAK KİŞİSEL İLİŞKİ KURAN HÂKİM, ORTAK ÇOCUĞUN ÖLMESİNDEN DOLAYI HUKUKÎ OLARAK SORUMLUDUR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/2-858
Karar No : 2023/1399
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Yargıtay 2. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ : 06.06.2023
SAYISI : 2021/4 E., 2023/9 K.
1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı Yargıtay 2. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın kabulüne karar verilmiştir.
2. Karar davalı ve fer'î müdahil vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, eşi Nezir T. aleyhine boşanma davası açtığını, boşanma davası devam ederken mahkemece 20.10.2017 tarihli ara karar ile baba Nezir T.'nun ortak çocuk ile kişisel görüşme talebinin kabul edildiğini, baba ile ortak çocuk arasında her ayın 1 inci ve 3 üncü hafta sonu Cumartesi günü kişisel ilişki kurulduğunu, müvekkili tarafından mahkemeye verilen dava dilekçesinde babanın ortak çocuğu öldürmeye teşebbüs ettiğinin bildirilerek koruma talep edildiğini, buna rağmen davaya bakan hâkimin anılan kararı verdiğini, babanın ortak çocuğu bu karara istinaden 04.11.2017 tarihinde ilk Cumartesi günü aldığını ve 05.11.2017 tarihinde çocuğu öldürdüğünü, hâkimin ağır ihmâlle açıkça kanuna aykırı karar verdiğini, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 323 ile 324 üncü maddelerinin ihlâl edildiğini, ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı hüküm kurulduğunu, hâkimin ağır ihmâli ile verdiği karar sonucunda müvekkilinin maddi ve manevi zarara uğradığını, eylem ile zarar arasında illiyet bağının bulunduğunu, müvekkilinin maddi zararının destekten yoksun kalma tazminatı şeklinde tezahür ettiğini ileri sürerek şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminatın 20.10.2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 29.05.2023 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 809.928,44 TL olarak artırmıştır.
Davalı Cevabı
5. Davalı Maliye Hazinesi vekili cevap dilekçesinde; davanın Hazine aleyhine açılması gerekirken dava dilekçesinde ihbar olunan hâkimin davalı olarak gösterildiğini, müvekkili aleyhine açılan bir davanın bulunmadığını, bu nedenle müvekkiline husumet düşmediğini, ayrıca davanın zamanaşımına uğradığını, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46 ncı maddesinde yer alan koşulların oluşmadığını, talep edilen tazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Fer'î müdahil 14.06.2021 tarihli dilekçesinde; dava dilekçesinin okunmadığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, davacının dava dilekçesinde yazdığı hususları teyit eden ve araştırma yapılmasını gerektirecek herhangi bir bilgiye ve delile dilekçe ekinde yer verilmediğini, hukuk yargılamasında taraflarca getirilme ilkesinin bulunduğunu, davacının iddiasını somutlaştırmadığını, çocuk lehine tedbir kararı verilmiş olsa bile bu durumun ortak çocukla baba arasında şahsi ilişki tesisine engel olmayacağını, şahsi ilişki tesisine ilişkin karara karşı davacı annenin bir itirazda bulunmadığını, HSK tarafından yapılan soruşturma sonucunda ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiğini, somut olayda ihmâlinin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Özel Daire Kararı
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 06.06.2023 tarihli ve 2021/4 Esas, 2023/9 Karar sayılı kararı ile;
“… Dava, HMK.nın 46/1-c fıkrasında gösterilen hâkimin hukuki sorumluluğu nedeniyle Devlet aleyhine açılan sorumluluk davasıdır.
Davacının delil olarak dayandığı İstanbul 5.Aile Mahkemesinin 2017/6.9 Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyası ile İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyası getirtilerek incelenmiştir.
İstanbul .. Aile Mahkemesinin dosyası incelendiğinde; davacı Neriman T.'nun el yazılı 18.09.2017 tarihinde Hukuk Dava Dosyası Tevzii Bürosu'na vermiş olduğu dilekçede; eşi davalı Nezir T. aleyhine tedbir kararı verilmesini talep ettiği, dilekçe içeriğinde eşinin evlendiği günden bu yana kendisine şiddet uyguladığını, sürekli kendisini evden kovduğunu, eşinin ilk evliliğinde de böyle olduğunu, ilk eşinin yüzünü jiletle kestiğini, kendisini de kezzap atıp gözünü kör etmekle tehdit ettiğini, ayrıca bundan evvel müşterek çocuğu kaçırarak eve kilitleyip doğalgazı açtığını, çocuğu öldüreceğini söylediğini, polislerin kapıyı kırarak oğlunu kurtardığını, hayati tehlike içinde olduğunu bildirmiş ve sonuç olarak davalı eş hakkında aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini talep etmiştir.
Talep üzerine mahkeme hâkiminin 22.09.2017 tarihinde, 6284 sayılı kanuna göre tedbir talebinin kabulü ile kusurlu Nezir T.'nun tedbir isteyen şiddet mağduru Neriman T.'na yönelik olarak şiddet tedbiri, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına ve tedbirin 4 aylık süre ile uygulanmasına karar verilmiş; müşterek çocuk Yiğitcan T. ile ilgili olarak koruyucu veya önleyici herhangi bir tedbir kararı verilmemiştir. Davalı Nezir T. ise 10.10.2017 tarihli dilekçesi ile eşinden boşanmak istemediğini, oğlunu göremediğini bildirerek oğlunu görebilmek için karar alınmasını talep etmiş, bu talep üzerine 20.10.2017 tarihli ara kararı ile mahkeme tarafından, davalının şahsi ilişki talebinin kabulü ile müşterek çocuk Yiğitcan T. ile baba arasında her ayın 1. ve 3.haftası Cumartesi saat 10.00'dan Pazar saat 17.00'ye, dini bayramların 2.günü saat 10.00'dan 3. günü saat 17.00'ye kadar şahsi ilişki tesisine karar verilmiştir. Bundan sonra davacı Neriman T. vekili Av. E.G.G. vekâletname ve 29.11.2017 tarihli dilekçe ibraz etmiş ve dava henüz dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında olduğundan evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğunu, davalının müşterek çocuğunu canice katlettiğini bildirerek, tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiş ve yapılan yargılama sonunda 19.04.2018 tarihli karar ile tarafların boşanmalarına karar verilmiş ve karar 07.06.2018 tarihinde kesinleşmiştir.
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası incelendiğinde; İstanbul B.A.M. 1. Ceza Dairesi'nin vermiş olduğu kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nin 04.02.2020 tarihli kararı ile, sanığın 15.09.2017 günü doğalgazı açmak suretiyle Yiğitcan'ı öldürmeye teşebbüs suçundan verilen beraat kararının bozulduğu ve sanığın eylemine uyan TCK.82/1-d , (e) ve 35.maddeleri uyarınca cezalandırılması gerektiği, sanığın 05.11.2017 tarihinde işlediği kasten öldürme suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına yönelik temyiz itirazlarının ise esastan reddine karar verilmiş olduğu görülmüştür.
Hukuk ve ceza dava dosyalarının incelenmesinden, hukuk hâkimi tarafından 20.10.2017 tarihinde verilen şahsi ilişki kararı sonucu küçük Yiğitcan'ın babası Nezir'e ilk Cumartesi günü olan 04.11.2017 günü anneannesi tarafından teslim edildiği ve küçük Yiğitcan'ın babası tarafından 05.11.2017 Pazar günü saat 17.00'de küçüğü yeniden annesine teslim etmesi gerektiği halde teslim etmeyerek saat 18.00 civarında öldürdüğü anlaşılmaktadır.
Davacı HMK.nın 46/1-c maddesine dayalı olarak dava açmış ve hâkimin farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar verdiğini iddia etmiştir. Davalı taraf ise davanın reddini savunmuştur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türk Hukukunda ailenin ve çocuğun korunmasına ilişkin birçok hüküm bulunmaktadır.
Anayasanın 41. maddesine göre; Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.
Türk Medeni Kanununa göre;
Madde 169- Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.
Madde 324- Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.
Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.
(Ek üçüncü fıkra:24/11/2021-7343/38 md.) Velayet kendisine bırakılan ana veya baba, kişisel ilişki düzenlemesinin gereklerini yerine getirmezse çocuğun menfaatine aykırı olmamak kaydıyla velayet değiştirilebilir. Bu husus kişisel ilişki kurulmasına dair kararda taraflara ihtar edilir.
Madde 346- Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.
Madde 347- Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.
5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa göre;
Madde 5- (1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir.
Madde 7- (1) Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.
Geçici Madde 1-
(4) Çocuk Mahkemesi bulunmayan yerlerde, bu mahkeme kurulup göreve başlayıncaya kadar korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında tedbir kararları görevli Aile veya Asliye Hukuk mahkemelerince alınır.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna göre;
Madde 1 – (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
Madde 5 –
(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:
a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.
b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.
c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.
ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.
Madde 8 –
(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.
Ayrıca bu konuda onaylanarak iç hukuk haline gelen Uluslararası Sözleşmeler de bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye göre;
Madde 6-
1-Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
2-Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.
Madde 9 -
3- Taraf Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen "çocuğun kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça", anababanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.
Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesine göre;
Madde 1 - Sözleşmenin uygulanma alanı ve amacı
(2) Bu Sözleşmenin amacı, çocukların yüksek çıkarları için, haklarını geliştirmek, onlara usule ilişkin haklar tanımak ve bu hakların, çocukların doğrudan ve diğer kişiler veya organlar tarafından bir adli merci önündeki, kendilerini ilgilendiren davalardan bilgilendirilmelerini ve bu davalara katılmalarına izin verilmesini teminen kullanılmasını kolaylaştırmaktır.
Madde 7 – Acil hareket etme mecburiyeti
Bir çocuğu ilgilendiren davalarda, adli merci gereksiz gecikmeyi engellemek için çabuk hareket etmeli, kararlarının süratle uygulanmasını garanti edecek düzenlemeler sağlanmış olmalıdır. Adli merci acil durumlarda gerektiğinde derhal uygulanabilir kararlar alma yetkisine sahiptir.
Madde 8 – Kendi inisiyatifiyle harekete geçme
Bir çocuğu ilgilendiren davalarda, çocuğun esenliğinin ağır bir tehlike altında olduğunun iç hukuk tarafından belirlendiği durumlarda, adli mercinin re’sen harekete geçme yetkisi vardır.
İncelenen bu hükümlere göre; Hâkim gereksiz gecikmeyi engellemek için acele karar vermek, kararların süratle uygulanmasını takip etmek, çocuğun esenliğinin ağır tehlike altında olduğunu fark ettiğinde delil veya belge aramaksızın önleyici ve koruyucu tedbir kararları vermek, kararların verilmesini çocuğun esenliğini tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirmemek, gerekirse uygun barınma yeri sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca yine bu hükümlere göre her ne kadar her çocuk ana ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma hakkına sahip ise de bu hak çocuğun yüksek yararı ile sınırlıdır. Önemli sebepler varsa kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir, ana veya babadan alınabilir. Hâkim boşanma ve ayrılık davası açılınca davanın devamı süresince çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri talep olmaksızın gecikmeden re'sen alır. Çocuğun yüksek yararını ilgilendiren bu konular kamu düzenine ilişkin olduğundan, burada kendiliğinden harekete geçme ve kendiliğinden araştırma ilkesi geçerlidir. Dolayısıyla HMK. m.25'de yer alan taraflarca getirilme ilkesi burada uygulanamaz.
Mevzuatımızdaki hükümler böyle olmasına rağmen, somut davada dava dilekçesi ile küçük Yiğitcan'ın evvelce babası tarafından öldürülmeye teşebbüs edildiği, polis tarafından kapı kırılmak suretiyle kurtarıldığı açıkça belirtilerek aile içi şiddete karşı koruma istenmesine rağmen, müşterek çocuk için tedbiren koruma kararı verilmediği gibi babanın talebi üzerine rapor dahi almaksızın baba ile küçüğün yatılı olacak şekilde şahsi ilişki tesisine karar verilmiş ve bu şahsi ilişki esnasında çocuk baba tarafından öldürülmüştür.
Hukukumuzda, hâkimin hukuki sorumluluğu kabul edilmiştir. Bu sorumluluk haksız fiilden, hâkimin yargısal faaliyetinden veya idari faaliyetinden kaynaklanabilir. Tazmin sorumluluğu hangi sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın sorumluluğun genel koşullarına tabiidir. Buna göre öncelikle sorumluluğu gerektiren hukuka aykırı bir halin varlığı, kusur, zarar ve illiyet bağı bulunmalıdır. Somut davadaki sorumluluk, hâkimin yargısal faaliyetinden kaynaklanmaktadır. Hukuka aykırı fiiller HMK.nın 46.maddesinde 6 bent halinde sayılmıştır. Bu maddede sayılan hallerden birinin gerçekleşmesi halinde hukuka aykırı eylemin varlığından söz edilir. Dava dilekçesi verilip çocuğun ve davacının esenliğinin tehlike altında olduğu bildirilerek koruma talep edilmesine rağmen hâkimin sadece davacı kadın yönünden koruma kararı verip çocuk için herhangi bir karar vermediği; çocuğu şiddet yanlısı olan babadan koruması gerekmesine ve böyle bir talep geldiğinde öncelikle sosyal inceleme raporu alması gerekmesine rağmen, rapor dahi almaksızın babası ile yatılı olarak kişisel ilişki kurmasına karar verdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, hâkimin delil ve belge aramaksızın tedbir kararı vermek, bu kararı geciktirmemek, gerekirse uygun barınma yeri sağlamak, kişisel ilişki kurmanın çocuğun üstün yararı ile sınırlı olduğu ve gerekirse reddedilebileceğini gözönüne almak ve geçici önlemleri talep olmasa dahi re'sen almakla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği ve bu suretle HMK.46/1-c maddesini ihlal ettiği belirlenmiştir. Hukuka aykırı halin varlığı açıktır. Kanunun açık ve amir hükümlerine aykırı davranıldığı için kusur mevcuttur. Hâkimin hukuka aykırı fiili ile daha evvel öldürülmesine teşebbüs edilen ve acilen korunması gereken çocuk şiddet yanlısı babaya teslim edilmiş ve bunun sonucu olarak da zarar doğmuştur. TBK.nın 49.maddesinde gösterilen illiyet bağı da mevcuttur. Bu nedenle HMK.46/1 maddesi gereğince Devletin tazminatla sorumlu olduğu kabul edilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere,
1- Davanın kabulüyle;
a) 809.928,44 TL. maddi tazminatın 05.11.2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine,
b) Takdiren 30.000 TL. manevi tazminatın 05.11.2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine,
2- Davalı Hazine harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
3- Dosya Adli Yardımlı olduğundan re'sen yapılan 2.947,75 TL. yargılama giderinin davalı Hazine üzerinde bırakılmasına,
4- Davacı vekil ile temsil edildiğinden kabul edilen maddi tazminat için karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/1 maddesine göre nispi olarak hesaplanan 107.092 TL.nispi vekalet ücretinin davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine,
5- Davacı vekil ile temsil edildiğinden kabul edilen manevi tazminat için karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10 ve 13/1 maddesine göre takdiren 17.800,00 TL.maktu vekâlet ücretinin davalı Hazine'den alınarak davacıya verilmesine…” karar verilmiştir.
Kararın Temyizi
8. Özel Daire kararı süresi içinde davalı ve fer'î müdahil vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
III. GEREKÇE
9. Dava, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
10. Türk hukuk sisteminde, hâkimlerin hukuki, disiplin ve cezai sorumluluğu olmak üzere üç farklı sorumluluğu mevcuttur. Hâkimlerin disiplin sorumluluğu 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu (2802 sayılı Kanun) md.62- 81 arasında, ceza sorumlulukları md. 82- 98 arasında, hukuki sorumlulukları ise 6100 sayılı Kanun’un md. 46-49 uncu maddeleri arasında düzenlenmiştir.
11. Hâkimler, yaptıkları görevin önemi sebebiyle diğer kamu görevlilerinden farklı bir sorumluk rejimine tabi tutulmuştur. Hâkimler 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (1086 sayılı Kanun) yargı görevini yerine getirmeleri sırasında verdikleri zararlardan birinci derece sorumlu iken, 6100 sayılı Kanun uygulamasında devletin birinci derece sorumluluğu kabul edilmiştir. Alman, Fransız ve Avusturya hukukunda da hâkimlerin vermiş olduğu zararlardan devlet birinci derecede sorumlu tutulmuştur (Pekcanıtez, Hakan/Oğuz, Atalay/Özekes/Muhammet Medeni Usul Hukuku, 10. Baskı, Ankara 2011, s. 148-149).
12. Hâkimler, yargılama faaliyetleri sırasındaki fiilleri ile taraflara zarar verirlerse zarar gören, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde sınırlı olarak sayılan sebeplerden birine veya birkaçına dayanarak Devlet aleyhine tazminat davası açabilir. Sorumluluk, hâkimlerin yargısal faaliyetlerini yerine getirirken verdikleri kararlardan ve yaptıkları işlemlerden kaynaklanır. Ancak, hâkimlerin yanlış olan her türlü karar veya işlemleri değil, yalnızca Kanun’da sayılan durumlardan birisi gerçekleşirse sorumluluk doğar. Bu sebepler, sınırlı sayıda olup genişletilemez (Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/Ayvaz, Sema/ Hanağası, Emel, Medeni Usul Hukuku, 6. Baskı, Eylül 2020, s. 132).
13. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ncı maddesinde yer alan sorumluluk sebepleri şu şekilde sayılmıştır:
“(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması”
14. Görüldüğü üzere, hâkimin sorumluluğu bakımından söz konusu olan sebepler, çoğunlukla ağır kusura veya çok özel durumlara dayanmaktadır (Arslan, /Yılmaz, /Ayvaz, / Hanağası, s. 133). Hâkimlerin hukuki sorumluluğu özünde haksız fiil sorumluluğudur. Burada da hâkimin yargısal faaliyetini icra ederken yaptığı kusurlu bir davranışından doğan yerine göre hukuka ve/veya kanunu aykırı bir fiilin olması; bu fiilden taraflardan birinin veya ikisinin birden zarar görmüş olması; fiil ve zarar arasında uygun illiyet bağının olması gerekmektedir. Ancak kusur ile sorumluluk sebepleri 6100 sayılı Kanun’da ayrıca düzenlenmiştir (Pekcanıtez, Hakan/Oğuz, Atalay/Özekes, Muhammet s.151). Bununla birlikte özel düzenlemeye tabi tutulan hâkimin hukuki sorumluluğundan doğan tazminat davaları genel haksız fiil kurumundan belli noktalarda farklılık arz etmektedir.
15. Dava konusu olay incelendiğinde; davacı Neriman Deniz ile dava dışı Nezir T.’nun 19.12.2006 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten Yiğitcan T. isimli müşterek çocuklarının olduğu, eşler arasında sürekli tartışma yaşandığı, boşanma davası açılmasından üç gün önce ortak çocuk Yiğitcan’ın anneannesine ait evden teyzesine gitmekteyken babası Nezir T.’nu gördüğü, çocuğun babası ile konuşmayı istemediği, babanın çocuğa bağırdığı, bu sırada anneannesinin geldiği, anneannesi ile babanın bir süre konuştuktan sonra anneannesinin çocuğu babası ile gitmesi için ikna ettiği, bunun üzerine baba ile çocuk birlikte çocuğun halasının evine gittikleri, burada babanın anneannesini arayarak çocuğu bir daha göremeyeceksin dediği, bunun üzerine çocuğun korkarak ağlamaya başladığı, babanın çocuğun koluna vurup tokat atması üzerine baba beni neden dövüyorsun diye sorduğu, babasının cevap vermediği ve anneannesini yeniden arayarak ağır küfürler ettiği, babanın kız kardeşine, araba ile gidip Yiğitcan ile kendisini köprüden atacağını söylediğini, sonrasında araç ile babanın evine gittikleri, çocuğun yatağa geçerek uyumuş gibi yaptığı, babasının kendisini kaldırarak mutfağa geç dediği, bunun üzerine mutfağa geçtikleri, babasının burada gazı açtığı, pencere ve kapıları kapattığı, gazın etkisi ile karnının ağrıdığı, midesinin bulandığı, bu esnada babasının yeğeni olan Özlem’in eve geldiği, kapıyı açmasını istediği, babasının kapıyı açmadığı gibi kendisinin de açmasını engellediği, sonrasında annesi ile birlikte polislerin eve geldiği, polislerin kapıyı kırarak kendisini oradan kurtardıkları, bunun üzerine davacı Neriman’ın yaşanan bu olayla ilgili olarak 15.09.2017 tarihinde Fatih Asayiş Büro Amirliğine ve 18.09.2017 tarihinde ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifade verdiği ve eşinden şikâyetçi olduğu anlaşılmaktadır.
16. Davacı Neriman bu olaydan üç gün sonra (18.09.2017 tarihinde) vekili olmadan kendi el yazısı ile yazdığı dilekçe ile yukarıda yaşanan olaylardan da kısaca bahsederek eşinin kendisine sürekli sözlü ve fiziksel şiddet uyguladığını, oğlunun da babasını istemediğini ve olayla ilgili olarak suç duyurusunda bulunduğunu belirttiği, ortak çocuğun velayetinin kendisine verilmesi ile davalı eş hakkında aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini talep ettiği, ancak açıkça boşanma talep etmediği, mahkemece 22.09.2017 tarihli tensip tutanağı ile eşe karşı 6284 sayılı Kanun hükümleri uyarınca koruma kararı verildiği görülmektedir.
17. Boşanma davası devam ederken dava dışı eş Nezir T. 10.10.2017 tarihli dilekçe ile mahkemeye başvurarak çocuk ile aralarında kişisel ilişki kurulmasını talep etmiş olup; mahkemece 20.10.2017 tarihli ara karar ile baba ile çocuk arasında “her ayın 1 inci ve 3 üncü haftası Cumartesi saat 10:00’dan Pazar saat 17.00’a kadar ve dini bayramların 2 nci günü saat 10:00’dan 3 üncü günü saat 17.00’a kadar” kişisel ilişki kurulmasına karar verildiği, babanın kişisel ilişki kurulmasına dair mahkeme kararını Whatsapp üzerinden davacının kullanmakta olduğu telefona gönderdiği, çocuğun babasına gitmek istemediğini belirtmesine rağmen babanın çocuğa play station aldığını ve bilgisayar alacağını söylemesi üzerine çocuğun baba ile gitmeyi kabul ettiği, davacının da eşine son bir şans tanımak için çocuğun gitmesine izin verdiği, davacının annesinin çocuğu 04.11.2017 tarihinde babaya teslim ettiği, babanın ortak çocuğu teslim aldıktan sonra 05.11.2017 tarihinde ekmek bıçağı ile birden fazla yerinden bıçaklamak suretiyle öldürdüğü, olay ile ilgili yapılan ceza yargılaması sonucunda; İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2018 tarihli ve 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı kararı ile baba Nezir hakkında kendini savunamayacak yakın akrabayı öldürme suçu ile öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın 25.01.2021 tarihinde Yargıtayın onama ilamı ile kesinleştiği anlaşılmaktadır.
18. Davacı eldeki davada; 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesi gereğince, hâkimin farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş olduğunu ileri sürerek tazminata karar verilmesini talep etmiştir. Bu nedenle hâkimin hukuki sorumluluğuna gidilebilmesi için somut olaya ilişkin mevzuat hükümlerinin de tek tek incelenmesi gerekmektedir.
19. Anayasanın 41 inci maddesinde; “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” düzenlemesi yer almaktadır.
20. Türk Medeni Kanunu’nda ise konuya ilişkin yer alan düzenlemeler şunlardır:
4721 sayılı Kanun’un 169 uncu maddesinde; “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.”
Aynı Kanun’un 324 üncü maddesinde;
“Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.
Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.
(Ek üçüncü fıkra:24/11/2021-7343/38 md.) Velayet kendisine bırakılan ana veya baba, kişisel ilişki düzenlemesinin gereklerini yerine getirmezse çocuğun menfaatine aykırı olmamak kaydıyla velayet değiştirilebilir. Bu husus kişisel ilişki kurulmasına dair kararda taraflara ihtar edilir.”
346 ncı maddesinde;
“Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.”
347 nci maddesinde ise; “Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir.” düzenlemeleri yer almaktadır.
21. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan düzenlemeler ise şu şekildedir;
5 inci maddesinde “(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir.”
7 nci maddesinde ise; “Çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı; çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen çocuk hâkimi tarafından alınabilir.”
22. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 1 nci maddesinde “Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” yer alan düzenleme ile kanunun amacı vurgulanmıştır.
Aynı Kanun’un 5 inci maddesinde ise;
“(1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:
a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.
b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.
c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.
ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.” düzenlemesi ile şiddet uygulayanlara uygulanacak tedbirler düzenlenmiştir.
23. Tüm bu düzenlemeler dikkate alındığında; hâkim çocukları koruyucu önlemeleri derhal almak, çocuğun esenliğinin ağır tehlike altında olduğunu fark ettiğinde delil veya belge aramaksızın önleyici ve koruyucu tedbir kararları vermek, kararların verilmesini çocuğun esenliğini tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirmemek ve uygun barınma yeri sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca her çocuk ana ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma hakkına sahip ise de bu hak çocuğun yüksek yararı ile sınırlıdır. Bu nedenle hâkim tarafından çocuk ile kişisel ilişki kurma talebi reddedilebilir, kişisel ilişki anne veya babadan alınabilir. Hâkim boşanma ve ayrılık davası açılınca davanın devamı süresince çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri talep olmaksızın gecikmeden resen alır.
24. Açıklanan hususlar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı, dava dilekçesinde ortak çocuk Yiğitcan’ın babası tarafından öldürülmeye teşebbüs edildiğini, polis tarafından kapının kırılmak suretiyle kurtarıldığını, aile içi şiddete karşı koruma istediğini belirtilmesine rağmen mahkeme hâkimi tarafından herhangi bir araştırma yapılmadan ve ortak çocuk için tedbiren koruma kararı verilmeden babanın talebi üzerine gerekli incelemeler yapılmaksızın baba ile çocuk arasında yatılı olacak şekilde şahsi ilişki tesisine karar verildiği ve bu şahsi ilişki esnasında çocuğun babası tarafından öldürüldüğü anlaşılmaktadır.
25. Yukarıda incelenen mevzuat hükümleri uyarınca; davacının dava dilekçesinde kendisine ve ortak çocuğa yapılan eylemlerden bahsetmesine rağmen hâkimin delil ve belge aramaksızın çocuk yararına tedbir kararı vermesi mümkün iken tedbir kararı vermediği, kişisel ilişki kurmanın çocuğun üstün yararı ile sınırlı olduğu ve gerekirse reddedilebileceğini göz önüne alması ve geçici önlemleri talep olmasa dahi resen alabilmesi mümkün iken ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği, bu suretle kanunun açık ve amir hükümlerine aykırı davranıldığı için davaya fer'î müdahil olarak katılan mahkeme hâkiminin kusurlu olduğu, hâkimin ortak çocuğu daha önce öldürmeye teşebbüs eden babaya yatılı bir şekilde kişisel ilişki kurulması kararı verilmesi sonucu zararlandırıcı eylemin meydana geldiği, somut olayda hem 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 49 uncu maddesinde yer alan haksız fiilin unsurlarının hem de 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesi yer alan özel koşulların birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından hâkimin hukuki sorumluluğu gereğince Devletin tazminatla sorumlu olduğunun kabul edilmesinin doğru olduğu sonucuna varılmıştır.
26. Bununla birlikte, davacı tarafından dava dilekçesinde destekten yoksun kalma tazminatı ile manevi tazminat talep edildiği, Özel Daire tarafından da aktüerya bilirkişisinden alınan rapor benimsenerek davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Özel Dairece, hâkimin hukuki sorumluluğunun kabulü doğru olmakla birlikte somut olayda destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi isabetli olmamıştır.
27. Hukuk Muhakemeler Kanunu’nun 46 ilâ 49 uncu maddeleri arasında hâkimin hukuki sorumluluğunun kabul edildiği durumlarda hükmedilecek tazminat kapsamının ne şekilde tayin edileceği belirtilmediğinden tazminat kapsamının genel hükümlere göre belirlenmesi gerekmektedir.
28. Haksız fiil nedeniyle doğan maddi zarar, bir kimsenin mal varlığında rızası dışında meydana gelen eksilmedir. Mal varlığının zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durumla fiil sonucu aldığı durum arasındaki fark, zararı oluşturur (Tandoğan, Haluk: Türk Mes’uliyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 63). Zarar, mal varlığı aktifinin azalmasından, mahrum kalınan kârdan (kazançtan) veya pasifin artmasından ileri gelebilir. Bu itibarla maddi zarar, fiili zarar ve mahrum kalınan kâr olmak üzere iki unsurdan oluşur. Fiili zarar ya mal varlığının aktif kısmında gerçek bir azalmanın meydana gelmesiyle ya da pasifteki borçların artmasıyla gerçekleşir. Mahrum kalınan kâr (kâr mahrumiyeti) ise, elde edilebilecek bir kazançtan yoksun kalmayı ifade eder.
29. Zararın belirlendiği tarihe kadar gerçekleşmiş olan zarara mevcut zarar denir. Zararın belirlendiği tarihe kadar henüz gerçekleşmemiş olan fakat başka bir maddi olgu eklenmeksizin olayın normal gelişimine uygun olarak gerçekleşmesi beklenen zarar ise müstakbel zarardır. Ayrıca henüz mevcut olmayan fakat riskli bir olgunun ilâvesi ile gelecekte gerçekleşme ihtimali olan zarar ise muhtemel zarardır. Hukuk düzeni kural olarak mevcut zararın tazminini düzenlemiş, ancak bazı durumlarda, örneğin ölüm hâlinde destekten yoksun kalma zararı gibi müstakbel zararın tazminini de düzenlemiş bulunmaktadır. Buna karşılık muhtemel zararda ise riskli olgu gerçekleşmedikçe zararın tazmini mümkün değildir (Antalya, Osman, Gökhan; Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. II, İstanbul 2007, s. 105).
30. Tazminat miktarının belirlenmesinde, zarar görenin gerçek zararının esas alınması zorunlu olup; burada ilke, zarar doğurucu eylem, zarar görenin mal varlığında gerçekten ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır.
31. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2019 tarihli ve 2019/4-85 E., 2019/314 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
32. Türk Borçlar Kanunu’nun “Zararın ve kusurun ispatı” başlıklı 50 nci maddesi;
“Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.
Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” şeklindedir.
Aynı Kanun’un “Belirlenmesi” başlıklı 51 inci maddesinde ise;
“Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.
Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür.” hükmü yer almaktadır.
33. Zararın ispatı davacıya düşmekte ise de, hâkim gerçek zararın miktarının ispat edilip edilemediğini gözeterek, ispat edilememişse bu zararı kendisi yasada belirtilen koşullarla tespit edecek; ardından da bu zararın giderilebilmesi için tazminat miktarını yine kanunda aranan usul ve esaslar çerçevesinde belirleyecektir. Ancak hükmedilecek tazminat, hiçbir şekilde zarar miktarından fazla olamaz (Turgut Uygur, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, Birinci Cilt, 1990 Bası, s. 549).
34. Gerçek zararın ve miktarının ispat edilemediği durumlarda 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesi gereğince hâkim bu zararı, hâlin olağan gelişimini ve zarar gören tarafın aldığı tedbirleri gözeterek takdir yetkisini kullanmak suretiyle belirler. Bu hüküm zararın gerek miktarını ve gerekse varlığını kesinlikle ispat edecek deliller getirilemediği takdirde uygulanacaktır. Böyle hâllerde, dosyada mevcut deliller, olayların normal gidişine göre bir zararın vukuunu kabule elverişli görünüyorsa, zarar ispatlanmış sayılır. Buna karşı 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesi hükmünün uygulanabilmesi için bir zarar vukuunun sadece “muhtemel” görülmesi yeterli değildir.
35. Diğer taraftan, zarar miktarının 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesi çerçevesinde hâkim tarafından takdir edilebilmesi, davacının bir zarar doğduğunu somut delillerle ispat edememiş de olsa böyle bir zararın doğumunu kabule esas olan ve miktarının tespitini kolaylaştıran olayları ispat etmesine ihtiyaç gösterir (Tekinay, Akman/Burcuoğlu, Altop:Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 1993, s. 579).
36. Hâkim takdir yetkisini kullanacağı olaylarda, hâlin mutad cereyanını ve mağdurun aldığı tedbirleri dikkate alacaktır. Hâlin mutad cereyanının dikkate alınmasından maksat davacının ortaya koyduğu delillere göre haksız fiilin işlendiği şartlarda, hayatın normal akışına göre meydana gelebilecek zararların hesaba katılmasıdır. Zarar görenin aldığı tedbirlerin dikkate alınmasından maksat, mahrum kalınacağı ileri sürülen kazançların elde edilmesini kuvvetli ihtimal dahiline sokan unsurlardır (Oğuzman, M. Kemal/ Öz, M. Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009, 6. Bası, s. 552).
37. Zararı böylece belirleyen hâkim, hâl ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın şeklini ve kapsamını tayin ve tespit eder. Kaynağına, sebebine, zarar veren ile zarar gören arasındaki hukukî ilişkiye ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, zararın niteliği, kapsamı ve miktarı, her somut olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir.
38. Dava konusu olayın çözümü için “Destekten yoksun kalma zararı” ile “Destekten yoksun kalma tazminatı” kavramalarının da kısaca incelenmesinde yarar vardır.
39. Ölenin destek ve yardımından yoksun kalanlarının uğradıkları bu zarara, destek kaybından doğan zarar denir. Destekten yoksun kalma zararı 6098 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesinde yer almaktadır. Anılan madde aynen;
“Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır:
1. Cenaze giderleri.
2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar.
3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar.”
şeklinde düzenlenmiştir.
40. Türk Borçlar Kanunu’nun 53 üncü maddesinin öngörmüş olduğu hâl, ölüm sonucu vukua gelen bir kısım zararların tazminini hükme bağlamaktır. Bu hükme göre, ölenin yardımından faydalananlar, bu yüzden yoksun kaldıkları faydayı, tazminat olarak, sorumludan isteyebilirler. Buna “destekten yoksun kalma tazminatı” denir.
41. Haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse 6098 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Destekten yoksun kalma tazminatı talep edilebilmesi için destekten yoksun kalma zararı yanında zarar ile haksız fiil arasında uygun illiyet bağının da bulunması gerekir.
42. Davacının ileri sürdüğü destekten yoksun kalmaya ilişkin tazminat talebinden hâkimin hukuki sorumluluğundan davalı Hazinenin sorumlu olup olmadığı hususu Özel Daire tarafından kabul edilmiş ise de şu hususu açıklığa kavuşturmakta fayda vardır. Elbette ki burada Hazinenin sorumluluğu bizatihi davacının çocuğunun vefatıyla sonuçlanan eylemden doğmaz ve davalı Hazine 6100 sayılı Kanun’un 46 ve devam eden maddeleri anlamında ölüme bağlı tazminatın doğrudan muhatabı değildir. Destekten yoksun kalma tazminatı, kural olarak doğrudan haksız fiil failinden (veya haksız fiili birlikte gerçekleştirenlerden) talep edilebilir.
43. Bu durumda, Hazinenin hâkimin hukuki sorumluluğu kapsamında destekten yoksun kalma tazminatından sorumlu tutulması doğru değildir.
44. Bu çerçevede yapılacak değerlendirmede; 6098 sayılı Kanun’un 50/2 nci maddesinde yer alan
“…Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” hükmü uyarınca durumun gereği, hâkimin kusurlu olduğu, özellikle davacı annenin de olayda babanın şiddete meyilli olduğunu bilmesine rağmen kişisel ilişki kurma kararı henüz kendisine tebliğ edilmeden Whatsapp uygulaması ile öğrendiği karara binaen çocuğu babaya teslim ettiği ve bu karara itiraz etmediği hususları da dikkate alınarak davacı yararına (destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmeden) uygun bir maddi ve manevi tazminata hükmedilmelidir.
45. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; somut olayda hâkimin takdir hakkını kullanarak itiraz yolu açık olan bir ara karar kurduğu, davacı annenin bu kişisel ilişki kararına, 15.09.2017 tarihli olayla ilgili elinde olan bilgi, belge, tutanak, mesaj veya fotoğraf gibi delilleri mahkemeye sunmak suretiyle itiraz etmediği, annenin kişisel ilişki kararının hukuken icra edilmesi zorunluluğundan değil de kendi özgür iradesi ile çocuğu babasına teslim ettiği, bu nedenle zarar gören ile üçüncü kişinin kusurlu davranışının illiyet bağını kesecek yoğunlukta olduğu kabul edilerek hâkimin sorumluluktan kurtulması gerektiği, 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesinde yazılı sebep nedeniyle hâkimin sorumlu tutulabilmesi için ağır kusur ya da kastın varlığının şart olduğunu, kanunun açık hükmüne aykırılığın yoğun olması gerektiği, aksi takdirde takdir hakkı hatalı kullanılan tüm olaylarda hâkimin hukuki sorumluluğunun söz konusu olabileceği, bu durumun yargının hiç işlememesine sebep olacağı, devletin asli görevi olan çocuğu koruma görevini yerine getiremediğinin tartışmasız olduğu, ancak bu sonuca ulaşılmasında tek suçlunun açılan boşanma davasına bakmakla görevli olan hâkim olduğu kanaatiyle, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi uyarınca sorumlu tutulması ve ancak çocuğu öldüren kişinin sorumlu tutulabileceği “destekten yoksun kalma tazminatı” kapsamında ödeme ile cezalandırılmasının kabul edilemeyeceği, hâl böyle olunca somut olayda hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyetinden dolayı hukuken sorumlu tutulmasının usul ve yasaya uygun olmadığı, açıklanan nedenlerle Özel Daire kararının davanın reddi gerektiği şeklinde kesin olarak bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
46. Hâl böyle olunca, Özel Daire kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.
III. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı ile fer'î müdahil vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın değişik gerekçe ile BOZULMASINA,
Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
27.12.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
1. Eldeki davada uyuşmazlık, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 46 ilâ 49 uncu maddeleri arasında düzenleme altına alınan hâkimin hukuki sorumluluğundan kaynaklanmaktadır.
2. Sayın çoğunluk, somut olayda hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyetinden dolayı kusurlu olduğu ve Hazinenin hukuken sorumlu olduğuna karar vermiştir.
3. Çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılınmamıştır.
4. Hâkimler, yargı erkinin karar veren organlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138 inci maddesinde “Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Neticede insan olması nedeniyle, bir hâkim; yargılama faaliyeti sırasında ya da idari görevini yerine getirirken davranışları ile kişilere zarar verebilir, idari kurallara aykırı davranabilir ya da işlediği fiilleri suç teşkil edebilir. Hâkimler bu davranışları sebebi ile sorumlu tutulurlar. Ne var ki hâkimlik mesleğinin nitelik ve özellikleri gereği hâkimlerin sorumlulukları özel düzenlemelere tabi tutulmuştur.
5. Eldeki davada davacı vekili; 21.04.2021 tarihli dava dilekçesi ile müvekkili ile dava dışı Nezir T.’nun 19.12.2006 tarihinde evlendiği, tarafların 21.06.2007 tarihinde Yiğitcan isminde bir çocuklarının dünyaya geldiği, davacı tarafından 18.09.2017 tarihinde açılan boşanma davasının İstanbul .. Aile Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/6.9 Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyası ile kabul edildiği, hükmün 07.06.2018 tarihinde kesinleştiği, müvekkili tarafından sunulan boşanma dava dilekçesinde açıkça “davalının evlilik süresince eşine ve ortak çocuğa fiziksel şiddet uyguladığı, kendisini ve çocuğu öldürmekle tehdit ettiği, ortak çocuğu eve kapatıp doğalgazı açmak suretiyle öldürmeye kalkıştığı” bilgilerine yer verildiği, bu açıklamalara rağmen davaya bakan hâkim tarafından davalının talebi üzerine 20.10.2017 tarihli ara kararla çocuk ile baba arasında kişisel ilişki kurulmasına karar verildiği, bu karara istinaden 04.11.2017 tarihinde çocuğun babaya teslim edildiği, 05.11.2017 tarihinde ortak çocuk Yiğitcan’ın babası tarafından öldürüldüğü, hâkim tarafından dava dilekçesinin okunmadığı, ağır ihmâlle açıkça kanuna aykırı karar verildiği, Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 323 ve 324 üncü maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına açıkça aykırı hareket edildiği ileri sürülerek, hesaplanacak olan destekten yoksun kalma tazminatına istinaden şimdilik 1.000 TL maddi, 30.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talep edilmiş, Özel Dairece davanın kabulü ile 809.928,44 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
6. Türk hukuk sisteminde, hâkimlerin; hukuki, disiplin ve cezai olmak üzere üç farklı sorumluluğu bulunmaktadır. Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun (2802 sayılı Kanun) 62 ilâ 81 inci maddeleri arasında disiplin, 82 ilâ 98 inci maddeleri arasında da ceza sorumluluklarına ilişkin düzenlemeler hüküm altına alınmıştır. Hâkimlerin hukuki sorumluluğu ise 6100 sayılı Kanun’un 46 ilâ 49 uncu maddeleri ile bu kanundan önce yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun) 573 ilâ 576 ncı maddeleri arasında düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde “(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.
(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder” şeklindeki hüküm düzenleme altına alınmıştır.
7. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yer alan düzenlemelere bakıldığında, bu kanundan önce yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun döneminden önemli farklılıklar içerdiği, 6100 sayılı Kanun’la, hâkimlerin hukukî sorumluluğuna dair hükümlerin yerinin değiştirildiği ve kanun sistemi bakımından hâkimin yasaklılığı ve reddinden sonra hüküm altına alındığı görülmektedir. 1086 sayılı Kanun’un 575 ve 576 ncı maddeleri, 09.02.2011 tarihli, 6110 sayılı Kanun’un 14 üncü maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve 573 üncü maddenin 1 inci fıkrası “Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan bu değişikliklerle birlikte, hâkimin kusurlu davranışlarından, ilk etapta Devletin sorumlu tutulamayacağı, hâkimin şahsen sorumlu tutulması gerektiği yönündeki esastan ayrılınmış ve karşılaştırmalı hukuk da nazara alınarak, hâkimin yargılama faaliyeti esnasında vermiş olduğu zararlardan, ilk aşamada Devlete karşı tazminat davası açılması, daha sonra Devletin ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime rücu edebileceği kabul edilmiş, bu rücu için de bir yıllık süre öngörülmüştür.
8. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, Devletin tazminata mahkûm olması hâlinde hâkim bizzat sorumlu olacaktır. Zira 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinin 3 üncü fıkrasında yazılı “Devlet ödediği tazminat nedeni ile sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder” şeklindeki hüküm; emredici nitelikte olduğundan, tazminata mahkûm olan Devletin sorumlu hâkime rücu etme konusunda takdir yetkisi yoktur. Devlet kusurlu personele rücu etmek zorunda olup, Devlet’in rücu etmemesi hâlinde, her vatandaş özellikle hâkimin kusurundan dolayı zarara uğrayıp açtığı tazminat davasını kazanan kişi, ilgili hâkime rücu edilmesini sağlamak için idari yollara başvurabilir. Nitekim Danıştay önüne gelen bir olayda, “Devlet tarafından tazminat ödendikten sonra sorumlu personele rücu edilmesinin, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır. … Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarında bir engel bulunmamaktadır” şeklinde karar vermiştir (Danıştay 5. Hukuk Dairesi 03.06.2008 tarihli ve 7369/3234).
9. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ncı maddesinde hâkimlerin sorumluluğunu gerektiren sebepler, genel olarak belirtilmemiş, daha önce 1086 sayılı Kanun'un 573 üncü maddesinde olduğu gibi tahdidi olarak sayma yoluna gidilmiş, böylece, hâkimlerin daha ağır bir sorumluluk rejimiyle karşılaşmaları engellenmek istenmiştir. Hükümde kabul edilen sorumluluk hâlleri, esas itibarıyla 1086 sayılı Kanun’un 573 üncü maddesiyle aynıdır.
10. Hâkimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin tazminat davası özünde bir haksız fiil davasıdır. Bu dava ile ilgili genel usul hükümlerinden ayrı özel usul hükümleri bulunmaktadır (6100 sayılı Kanun md. 47-49). Hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyeti ile ilgili eylemlerinden zarar gören taraf, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde sınırlı sayı ilkesine tabi olarak sayılan sebeplerden birine veya birkaçına dayanarak ve dava dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayandığını açıkça belirterek (6100 sayılı Kanun md. 48/1), Devlet aleyhine haksız fiil temelli tazminat davası açabilir. Bu dava, ilgili hâkime zorunlu olarak ihbar edilir ve hâkim bu davaya isterse fer'î’ müdahil olarak katılır. Davacı eğer davayı kazanırsa, Devlet davacının maddi manevi zararlarını öder. Davacının davası esastan reddedilirse, aleyhine disiplin para cezasına hükmedilir.
11. Somut olayda; davacı Neriman ile dava dışı Nezir T.’nun 19.12.2006 tarihinde evlendikleri, 21.06.2007 tarihinde Yiğitcan isminde bir çocuklarının dünyaya geldiği, evlilik devam ederken 02.09.2017 tarihinde eşlerin kavga ettikleri, bunun üzerine davacı kadın eşin ortak çocuk ile birlikte annesinin yanına yerleştiği, 14.09.2017 günü saat 20.30 sularında ortak çocuk Yiğitcan’ın anneannesine ait evden teyzesine gitmekteyken babası Nezir T.’nu gördüğü, Yiğitcan T.’nun yaşanan olayla ilgili olarak Fatih Çocuk Büro Amirliğine verdiği 30.09.2017 tarihli ifade tutanağında yer alan beyanında “babası ile karşılaşınca kendisiyle konuşmak istediğini ancak kendisinin babası ile konuşmak istemediğini ve bağırmaya başladığını, bağırma üzerine çevredekilerin etraflarına toplanarak babasının üzerine yürüdüklerini, kendisini babasından korumaya çalıştıklarını, bu sırada ananesinin geldiğini, ananesi ile babasının bir süre konuştuktan sonra ananesinin kendisine -oğlum baban ile git sonra gelirsin- dediğini, gitmek istememesi üzerine ananesinin kendisini ikna ettiğini, buradan babası ile beraber halasının evine gittiklerini, burada babasının ananesini arayarak -Yiğitcan'ı bir daha göremeyeceksin- dediğini, bunun üzerine korkarak ağlamaya başladığını, babasının koluna vurup tokat atması üzerine -baba beni neden dövüyorsun- diye sorduğunu, babasının cevap vermediğini ve ananesini yeniden arayarak ağır küfürler ettiğini, kız kardeşine -araba ile gidip Yiğitcan ile kendimi köprüden atacağım- dediğini, sonrasında araç ile babasının evine gittiklerini, kendisinin yatağa geçerek uyumuş gibi yaptığını, babasının kendisini kaldırarak -mutfağa geç- dediğini, -baba hayır uykum var- demesi üzerine babasının -kalkmazsan seni zorla götürürüm- dediğini, bunun üzerine mutfağa geçtiklerini, babasının burada gazı açtığını, pencere ve kapıları kapattığını, gazın etkisi ile karnının ağrıdığını, midesinin bulandığını, bu esnada babasının yeğeni olan Özlem’in eve geldiğini, kapıyı açmasını istediğini, babasının kapıyı açmadığı gibi kendisinin de açmasını engellediğini, sonrasında annesi ile birlikte polislerin geldiğini, polislerin kapıyı kırarak kendisini oradan kurtardıklarını” ifade ettiği anlaşılmıştır.
12. Davacı Neriman’ın yaşanan bu olayla ilgili olarak 15.09.2017 tarihinde Fatih Asayiş Büro Amirliğine ve 18.09.2017 tarihinde ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifade verdiği, eşinden şikâyetçi olduğu, beyanında; 14.09.2017 günü saat 20.00 sıralarında dışarıda oynayan oğlunun kendisinden habersiz şekilde eşi tarafından alındığını, çocuğunun babası olması nedeniyle çocuğa bir zarar verebileceğini düşünmediğini, sonrasında abisi olan Adem Deniz’in telefonuna “ben çocuğumla öleceğim, biz sabaha çıkmayacağız” şeklinde mesajlar yazdığını, çocuk ile birlikte mutfakta çekilen fotoğraflar gönderdiğini, hemen karakola başvurduklarını, buradan polislerle birlikte çocuğun babası ile olduğu eve gittiklerini, polisler tarafından öncelikli olarak evin dışında bulunan doğal gaz vanasının kapatıldığını, sonrasında kapıyı kırmak suretiyle çocuğun kurtarıldığını ifade etmiş, annesi Selime D. ile abileri Adem D. ve Ahmet D. de benzer beyanda bulunmuşlardır.
13. Yaşanan bu olaydan sonra davacının; 18.09.2017 tarihli kendi el yazısı ile kaleme aldığı dilekçe ile aile mahkemesine başvurduğu, dilekçe içeriğinde açıkça boşanma talebinde bulunmadığı, ancak davalının ağır şekilde şiddet içerikli eylemlerinden bahsettiği, oğlunu ve kendisini öldürmekle tehdit ettiğini, yer ve zaman bildirmeksizin yukarıda anlatılan olayı anlattığı ve sonuç bölümünde “arz edilen nedenlerle davalı eş hakkında aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini” talep ettiği, anlatılanlara dair hiçbir delil sunmadığı, Mahkemece davanın “boşanma davası” olarak nitelendirildiği, 22.09.2017 tensip tutanağı ile eşe karşı 6284 sayılı Kanun hükümleri uyarınca koruma kararı verildiği anlaşılmaktadır. Davalı Nezir 10.10.2017 tarihli dilekçe ile Mahkemeye başvurarak çocuk ile aralarında kişisel ilişki kurulmasını talep etmiş, Mahkeme 20.10.2017 tarihli ara kararla baba ile çocuk arasında “her ayın 1 inci ve 3 üncü haftası Cumartesi saat 10:00’dan Pazar saat 17.00’a kadar ve dini bayramların 2 nci günü saat 10:00’dan 3 üncü günü saat 17.00’a kadar” kişisel ilişki kurulmasına karar vermiştir. Karar davalı tarafından elden teslim alınmış ve Mahkemece kabul edilen kişisel ilişki kararına göre ayın 3 üncü cumartesi günü olan 21.10.2017 tarihinde baba, çocuk ile kişisel ilişki kurma talebinde bulunmamıştır. Belirtilen kişisel ilişki kararına karşı davacı tarafından da herhangi bir itiraz ileri sürülmemiştir.
14. Boşanma davasının yargılaması devam ederken, 15.09.2017 tarihli olay ile ilgili Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan fezlekenin 26.10.2017 tarihinde İstanbul Adliyesine gönderildiği, soruşturma dosyasının 03.11.2017 tarihinde aile içi müracaat savcısına tevzi edildiği, Cumhuriyet Savcısı tarafından yaşanan olay nedeniyle anne ve çocuk hakkında aynı tarihte aile mahkemesinden koruma kararı talep edildiği, İstanbul 12. Aile Mahkemesinin 03.11.2017 tarihli kararı ile Yiğitcan hakkında koruma kararı verildiği, anne hakkında daha önceden koruma tedbiri uygulanmış olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
15. İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2018 tarihli ve 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dava dosyasının incelenmesinde; Nezir’in “kendini savunamayacak yakın akrabayı öldürme” suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş ve 25.01.2021 tarihinde Yargıtay’ın onama ilamı ile karar kesinleşmiştir. Nezir'in 05.11.2017 tarihinde maktul Yiğitcan'a yönelik olarak gerçekleştirdiği kasten öldürme eylemine ilişkin olarak yapılan yargılamada; şüphelinin kişisel ilişki kurulmasına dair mahkeme kararını whatsapp isimli uygulama üzerinden davacının kullanmakta olduğu telefona gönderdiği, davacı Neriman’ın bu konu ile ilgili olarak 13.11.2017 tarihli savcılık ifadesinde “Bir aylık uzaklaştırma tedbirinin sona ermesinden sonra şüpheli whatsap üzerinden benim kullandığım telefona bir mahkeme kararı gönderdi. Bu kararda şüphelinin oğlum ile her ayın birinci ve üçüncü hafta sonları kişisel ilişki kurma hakkı olduğu belirtilmişti. Ben şüpheliye devamlı olarak iki medeni insan gibi boşanmamız gerektiğini, ortada bir çocuğumuz olduğunu, boşanmamız halinde çocuğu görebileceğini, bu konuda herhangi bir sorun yaşamayacağını söylüyordum. Olaydan önceki iki hafta boyunca şüphelinin eylemlerinde olumlu bir değişim gözlemledim. Şüpheli artık telefonda benimle boşanacağını söylüyor ve makul konuşmaya başlıyordu. Bu iki haftalık süre zarfında oğluyla da akşamları devamlı olarak telefonda görüşüyordu. Ben şüphelinin tavrındaki bu değişikliğin altından bir şey çıkacağını tahmin etmiştim. Ancak bana yönelik bir eylemi olacağını düşünmüştüm” şeklinde beyanda bulunduğu, aynı tarihli savcılık ifadesinde “…olaydan bir gün önce maktul ile birlikte annesi Selime'nin Fatih Karagümrük'teki evine gittiğini, çocuğun babasına gitmek istemediğini, şüphelinin maktule playstation aldığını ve bilgisayar alacağını söylemesi üzerine maktulün şüpheliye gitmeyi kabul ettiğini, kendisinin de şüpheliye son bir şans tanımak için maktulün şüpheliye gitmesine izin verdiğini ve annesi Selime'nin maktulü 04.11.2017 günü saat 14:30 sıralarında Karagümrük stadı civarında şüpheliye teslim ettiğini,…” beyan etmiş, tanık olarak dinlenen Selime'de alınan savcılık ve kolluk ifadelerinde maktulü Karagümrük stadı civarında şüpheliye teslim ettiğini doğrular nitelikte beyanda bulunmuştur. Baba, ortak çocuğu Selime'den teslim aldıktan sonra ablasına gitmiş, burada bir süre oturduktan sonra çocuk ile birlikte kendi evine gelmiş, 05.11.2017 günü 18:00 sularında öz oğlunu ekmek bıçağı ile birden fazla yerinden bıçaklamak suretiyle öldürmüştür.
16. Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine açılacak tazminat davası, haksız fiilden (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md. 49) doğan tazminat davasına çok benzer. Bu nedenle 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde belirtilen sebeplerden birine dayanarak Devlet’e karşı tazminat davası açılabilmesi için, tazminat talebinde bulunan davacının, hâkimin yargılama faaliyetinden dolayı bir zarar görmüş olması ve bu zarar ile hâkimin eylemi arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir (Baki Kuru, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara, 2022, C. II, s. 1800).
17. Somut olayda davacı; 6100 sayılı Kanun’un 48 inci maddesinin 1 inci fıkrası gereğince, hâkimin farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş olduğunu (6100 sayılı Kanun md. 46/1-c) ileri sürerek tazminat taleplerinin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesinde düzenlenen sebepler genel olarak hukuka aykırı fiillerdir ve hâkimin ağır kusuruna veya kastına dayanmaktadır. Kaldı ki bu husus maddenin Adalet Komisyonu gerekçesinde “…yargılama faaliyetinden sorumluluğun doğması için ağır kusurun varlığı şarttır” denilmek suretiyle vurgulanmıştır.
18. Konuya ilişkin mevzuat hükümlerine bakıldığında; 4721 sayılı Kanun’un 169 uncu maddesinde boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkimin, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alacağı belirtilmiştir. Medeni Kanun; ana babanın çocukla kişisel ilişkilerinin düzenlemesinde, ana babanın yükümü ve çocuğun kişisel ilişki kurma hakkı perspektifinden değil, ana babanın hakları üzerinden tasarlanmıştır. Bu husus, Kanun’un 182 nci maddesinin “Çocuklar bakımından ana ve babanın hakları” şeklindeki üst başlığından anlaşılmaktadır. Hüküm “Hâkimin takdir yetkisi” alt başlığıyla “Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler” şeklinde düzenlenmiştir.
19. Davacı 18.09.2017 tarihli dava dilekçesinde; boşanma talebinde bulunmaksızın davalının şiddet içerikli eylemlerinden bahsetmiş, sonuç ve istek bölümünde ise aile içi şiddetin doğmaması için gerekli tedbir kararının verilmesini talep etmiştir. Dilekçe içeriğinde 15.09.2017 tarihli olaydan “oğlumu kaçırıp eve kilitleyip doğalgazı açtı, öldüreceğini söyledi, bunun üzerine ben polisleri arayıp polisle gidip, polisler kapıyı kırarak oğlumu kurtardı” şeklinde bahsetmiş, ileri sürülen bu husus iddia niteliğinde kalmış, konuyla ilgili bilgi, belge ve herhangi bir delil sunmamıştır. Esasen dava dilekçesi, 6100 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesine uygun bir dilekçede olmayıp, boşanma talebini de içermemektedir.
20. Mahkemenin 22.09.2017 tarihli tensip tutanağı incelendiğinde; davacı Neriman yararına 6284 sayılı Kanun’un 5/1-a maddesi uyarınca 4 ay süre ile koruma tedbiri uygulanmasına karar verildiği, Yiğitcan hakkında bir karar verilmediği, davacı tarafından bu karara karşı itiraz edilmediği gibi, Yiğitcan yararına da koruma tedbiri uygulanması hakkında bir talepte bulunulmamıştır. Olayla ilgili davacı Neriman’ın 15.09.2017 tarihinde Fatih Asayiş Büro Amirliğine, 18.09.2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına, ortak çocuk Yiğitcan’ın da 30.09.2017 tarihinde Fatih Çocuk Büro Amirliğine ifade verdiği görülmektedir. Davacı tarafından; olayla ilgili bu ifade tutanakları, savcılık ve karakola belirtmiş olduğu babası tarafından çocuğa uygulanan şiddete ilişkin bilgi, belge, fotoğraf veya davalı hakkında yürütülen soruşturma dosya numarası boşanma dava dosyasına sunulmamış, dilekçede bahsedilen olaylar yönünden delillendirilmemiştir.
21. Sonrasında Nezir, 10.10.2017 tarihli dilekçe ile Mahkemeye başvurarak, eşinden boşanmak istemediğini, hakkında ileri sürülen iddiaları kabul etmediğini, eşinin evi terk ettiğini, ortak çocuk ile birlikte ailesinin yanına taşındığını, bu sebeple oğlunu göremediğini belirterek, çocuğu ile arasında kişisel ilişki kurulmasını talep etmiş, Mahkemece 20.10.2017 tarihinde baba ile çocuk arasında “her ayın 1 inci ve 3 üncü haftası Cumartesi saat 10:00’dan Pazar saat 17.00’a kadar ve dini bayramların 2 nci günü saat 10:00’dan 3 üncü günü saat 17.00’a kadar” şeklinde kişisel ilişki kurulmasına karar verilmiştir. Kişisel ilişki kararını mahkeme kaleminden elden teslim alan Nezir, karar görüntüsünü telefon yoluyla “Whatsapp” isimli uygulama üzerinden davacı Neriman’a göndermiştir. Yukarıda 15 inci paragrafta yer verildiği üzere Neriman; kişisel ilişki kararını whatsapp uygulamasıyla öğrendikten sonraki iki hafta boyunca Nezir’in eylemlerinde olumlu bir değişim gözlemlediğini, telefonda boşanmayı kabul ettiğini, makul konuşmaya başladığını, bu iki haftalık süre boyunca oğluyla da akşamları devamlı olarak telefonda görüştüğünü ifade etmiştir. Görüldüğü gibi davacı; 20.10.2017 tarihinde Mahkemece, baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesis edildiğini öğrenmiştir. Ne var ki davacı anne, bu kişisel ilişki kararına rağmen 15.09.2017 tarihli olayla ilgili elinde olan bilgi, belge, tutanak, mesaj veya fotoğraf gibi delilleri mahkemeye sunmak suretiyle kişisel ilişki kararına itiraz etmemiştir.
22. Diğer yandan belirtilen tarihlerin incelenmesinde; kişisel ilişki kararında belirtilen “3 üncü cumartesi” gününün 21.10.2017’ye denk geldiği ve Nezir tarafından bu ilk görüş gününde çocuğun anneden alınmadığı görülmektedir. Dolayısıyla davacı vekilinin, somut uyuşmazlığa ilişkin 21.04.2021 tarihli dava dilekçesinin 3 üncü bendinde belirttiği gibi “kişisel ilişki kurulması kararının verildiği tarihten sonraki ilk cumartesi günü olan 04.11.2017 tarihinde babaya teslim edildiği” yönündeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır. Aşağıda ayrıntıları ile açıklanacağı üzere Nezir, bu kişisel ilişki kararını kullanarak davacı Neriman ile iletişim kurmayı hedeflemiştir.
23. Tüm bu anlatılanların ışığı altında eldeki dava değerlendirildiğinde, Mahkeme; 18.09.2017 tarihinde açılan dava ile ilgili 22.09.2017 tarihinde düzenlenen tensip tutanağı ile “hayati tehlike içindeyim” diyen davacıya koruma kararı uygulanmasına karar vermiş, davacı anne çocuğuna da koruma kararı verilmesi yönünde itirazda bulunmamıştır. Davalı babanın 10.10.2017 tarihli kişisel ilişki kurulması talebine karşı Mahkeme; 20.10.2017 tarihinde 4721 sayılı Kanun’un 169 ve 182 nci maddeleri uyarınca takdir hakkını kullanarak talebin kabulüne karar vermiş, aynı tarihte bu kararı öğrenen anne bu karara da itiraz etmemiştir. Davacı anne, çocuğunu öldürmeye teşebbüs eden eşine “çocuğuna zarar vermez” düşüncesi ile güvenmeyi tercih etmiştir. Babasını görmek istemeyen çocuğuna bizzat ikna edici sözel davranışlarla babasının kendisine “playstation aldığını ve bilgisayar alacağını söylemesi üzerine” çocuğun babasına gitmeyi kabul ettiğini söylemiş, çocuğu babasına verme nedeni olarak “şüpheliye son bir şans tanımak için” cümlesini kullanmıştır. Somut olayda anne, ortak çocuğu; Mahkemece tesis edilen kişisel ilişki kararının hukuken icra edilmesi zorunluluğundan değil, kendi özgür iradesi ile babasına teslim etmiştir. Doğalgaz ile oğlunu öldürmeye çalıştığını gördüğü eşine, yalnızken çocuğun koluna yüzüne tokatlar attığını bile bile, babası kendisini dövmesin diye uyuyormuş numarası yapmak zorunda kalan henüz 10 yaşındaki çocuğunu, kendi özgür iradesi ile teslim etmiştir. Davacı babanın çocuğa zarar vereceğini öngörmemiştir. Burada nasıl ki tüm olayları bilen, yaşayan, gözleriyle gören anneyi sonradan gelişen ölüm olayı ile sorumlu tutamıyorsak; olaylardan habersiz, tarafları tanımayan, dosyasında dava dilekçesinden başka hiçbir delil-bilgi-belge olmayan, kanun hükümleriyle hareket etmek zorunda olan ve talep üzerine itiraz yolu açık olan bir konuda takdir hakkını kullanarak karar veren hâkimi de sorumlu tutmak doğru olmayacaktır. Olayda 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesinde yer alan hükmün ihlali olmayıp, olsa olsa takdir hakkının hatalı kullanılması söz konusudur.
24. Oysaki 6100 sayılı Kanun’un 46/1-c maddesinde yazılı sebep nedeniyle hâkimin sorumlu tutulabilmesi için ağır kusurun yada kastın varlığı şarttır. Hâkimin sübjektif öğe olarak, kastına ihtiyaç bulunmamakla birlikte kanunun açık hükmüne aykırılık yoğun olmalıdır. Diğer bir ifade ile aykırılığın gerekçesinin izahı mümkün olmamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, takdir hakkı hatalı kullanılan tüm olaylarda hâkimin hukuki sorumluluğu söz konusu olabilecektir ki, bu durum yargının hiç işlememesine sebep olur. Bir başka deyişle, takdir hakkı kullanacak yada karar verecek hâkimlerin ciddi bir çekincesi olacak ve sistem tamamen veya kısmen sekteye uğrayacaktır. Sayın çoğunluk tarafından olayla ilgili sorumlu olduğuna karar verilen hâkimin; Kanun’un hangi açık ve kesin olan bir hükmüne aykırı karar verdiği de ortaya konulmamıştır. Somut olayda hâkimin ağır kusuru veya kastı değil, olsa olsa hafif derecede sayılabilecek bir takdir hakkını isabetsiz kullanması olabilir. Bu durum hâkimin hukuki sorumluluğunu gerektirmez.
25. Olayla ilgili diğer dikkat çekici bir yön de, şüpheli Nezir’in savcılık tarafından alınan bir ifadesine rastlanılmamış olmasıdır. 15.09.2017 tarihli olayla ilgili Nezir’in, Fatih Asayiş Büro Amirliğine ifade verdiği görülmüş, alınan ifadesinin ardından da serbest bırakılmıştır. Hâkimler Savcılar Kurulu İkinci Dairesinin 11.03.2021 tarihli ve 2020/30 Esas, 2021/268 Karar sayılı kararında yer alan kayıtlara göre Savcı Selim B.A.’ın olay ile ilgili savunmasında aynen “Olayla ilgili tam olarak hatırlayamamakla birlikte, emniyet safhasında ve günlük nöbetçi olmam nedeniyle eğer benden telefonla talimat istenmiş ise şüphelinin serbest bırakılması yönünde bir talimat vermem mümkün değildir. Eğer bu yönde bir emniyet tutanağı dosyada mevcut ise mutlaka yanlış tutulmuş bir tutanaktır. Ya da olay bana telefonla aktarılmış ancak o safhada şüpheli henüz yakalanmamış olabilir. Sonrasında yakalandığında da bir başkaca bir Cumhuriyet Savcısından talimat istenmiş ve karışıklık sonucu tutanağa benim ismim yazılmış olabilir” şeklinde beyanda bulunduğu, neticede şüpheli Nezir’in karakol tarafından alınan ifadesinin ardından savcı ve hâkim karşısına dahi çıkmadan serbest bırakıldığı anlaşılmaktadır. Oysaki Nezir’in, bu suçtan dolayı İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2018 tarihli ve 2018/1. Esas, 2018/2.7 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda, maktül oğlu Yiğitcan’ı öldürmeye teşebbüs suçundan “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, suçun teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle uygulanan indirim sonucunda 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına” karar verilmiştir. Belirtilen suç katalog suçlardan olup, tutuklu yargılamayı gerektirmektedir. Ne var ki, hangi savcı tarafından verildiği dahi tespit edilemeyen bir talimatla şüpheli serbest kalmıştır. 15.09.2024 tarihli olay neticesinde şahsın tutuklanmasına karar verilmiş olması hâlinde, belki de bu olayın gerçekleşmesi söz konusu olmayacaktı.
26. Savcı Selim B.A., Savcı E.A. ve Hâkim N.A. hakkında “Daha önce eve kilitlediği oğlunu, doğalgazı açık bırakmak suretiyle öldürmeye teşebbüs eden ve polis ekiplerinin evin camını kırmak suretiyle çocuğu kurtarmasıyla neticelenen olay nedeniyle –insan öldürmeye teşebbüs- suçundan hakkında soruşturma başlatılan şüphelinin, haksız şekilde serbest bırakılmasına karar vermek suretiyle söz konusu şahsın oğlunu dokuz yerinden bıçaklayarak öldürmesine, bu şekilde vatandaşların adalete olan inancını kaybetmesine neden oldukları” konusu nedeniyle yapılan soruşturma sonucunda, Hâkimler Savcılar Kurulu İkinci Dairesinin 11.03.2021 tarihli ve 2020/30 Esas, 2021/268 Karar sayılı kararı ile; Savcı Selim B.A. ve Hâkim N.A. yönünden ceza tayinine yer olmadığına, Savcı E.A. yönünden ise karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır. Hâl böyle olunca; söz konusu ceza soruşturması ile hakkında ceza tayinine yer olmadığına karar verilen Hâkim N.A.’ın, eldeki davada tazminatla sorumlu olduğuna karar verilmesi de hukuken çelişki yaratmaktadır. Koşulları daha hafif olan disiplin sorumluluğunun bulunmadığı bir olayda, koşulları daha ağı olan tazminat sorumluluğuna karar verilmesi hukuken açıklanması zor bir durumdur.
27. Öte yandan, hukuki sorumluluğu doğuran unsurlar arasında illiyet bağı büyük bir önem taşır. İlliyet bağı, sorumluluğun asli şartı, tazminat hukukunun temel ilkesidir. Bu şart olmaksızın bir kişinin sorumluluğu düşünülemez. İlliyet kavramı, zararla söz konusu davranış veya olay arasında bir sebep-sonuç bağının bulunmasını gerektirir. Hukukta, gerçekleşen zararla sorumluluğun bağlandığı olay veya davranış arasındaki sebep-sonuç ilişkisine, genel anlamda illiyet bağı denir (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, Eren Borçlar Hukuku Şerhi, Ankara, 2022, C. II, s. 1096-1097).
28. Bazı hâllerde sebep ile zararlı sonuç arasındaki bağın çeşitli nedenlerle uygun olmaması mümkündür. Buna doktrinde; uygun illiyet bağının yokluğu, uygun olmayan illiyet veya kısaca uygunsuzluk, elverişsizlik adı verilmektedir. Bir sebep; genel hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre, somut olayda meydana gelen türden bir sonucu doğurmaya niteliği itibariyle elverişli değil veya elverişli olmakla birlikte ortaya çıkan başka bir sebeple arka plana atılmışsa, uygun olmayan illiyet söz konusu olur (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, C. II, s. 1129). Sebep ile sonuç arasındaki illiyet bağını kesen sebepler; mücbir sebep, zarar görenin kusur ve üçüncü kişinin kusuru olmak üzere üçe ayrılır.
29. Zarar görenin kendi kusurunda, kişinin kendisine zarar veren bir hareket tarzı söz konusudur. Zarar görenin kendi kusuru, akıllıca iş gören, mantıklı bir kişinin, kendi yararı gereği zarara uğramamak için kaçınacağı veya kaçması gereken bir eylemi olarak nitelendirilmelidir. Zarar görenin kusuruna ortak kusur, birlikte kusur veya müterafik kusur da denilmektedir (Haluk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara, 1961, s. 318.).
30. Zarar görenin kusuru, illiyet bağını kesmişse, zarar veren sorumluluktan kurtulur. Zarar görenin kusurunda; gerçekte zarar verenin gerçekleştirdiği ilk olay, niteliği itibari ile zararlı sonucu doğurmaya elverişli olmalıdır. Ancak, zarar görene yüklenebilecek kusurlu davranış, bu ilk olayı ikinci plana atmış ve zararlı sonucu tek başına doğurmuş olmalıdır (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, C. II, s. 1146). Diğer bir ifade ile zarar görenin kusurlu davranışı, yoğunluğu itibari ile zararlı sonucun uygun sebebi hâline gelmiş ve zarar verenin sorumlu olduğu olayı geri plana itmiş olmalıdır. Somut olaya baktığımızda bir an için hâkimin kurduğu kişisel ilişki kararı ile çocuğun babasına teslim edilmesinin ölüm sonucunu doğurmaya elverişli olduğu kabul edilse bile, annenin kişisel ilişki kararının hukuken icra edilmesi zorunluluğundan değil de kendi özgür iradesi ile çocuğu babasına teslim etmiş olması ve üçüncü kişinin öldürme eylemi hâkimin kararı ile zarar arasındaki illiyet bağını ortadan kaldırır. Ölüm olayı gerçekleştiğine göre burada üçüncü kişinin eylemi ve zarar görenin kusuru ile illiyet bağının kesildiği şüphesizdir.
31. Aynı şekilde üçüncü kişinin kusuru, illiyet bağını kesmişse, zarar veren sorumluluktan kurtulur. Üçüncü kişinin kusurlu davranışı, illiyet bağını kesecek yoğunlukta olduğu takdirde fail sorumluluktan kurtulur (Fikret Eren, Ünsal Dönmez, C. II, s. 1150). Üçüncü kişinin kusurlu davranışında aranan yoğunluk gerçekleştiği zaman, zararlı sonucun sebebi olarak göz önünde tutulan ilk sebep arka plana itilmiş olur. Yukarıda 25 inci paragrafta ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, babanın 15.09.2017 tarihinde gerçekleştirdiği eylem katalog suçlardan olup tutuklu yargılanmayı gerektirir. Oysaki baba kolluk marifetiyle serbest kalmış ve 05.11.2017 tarihinde çocuğu öldürmüştür. Somut olaya baktığımızda sorumlu tutulan hâkim takdir hakkını kullanarak itiraz yolu açık olan bir ara karar kurmuş, buna karşılık katalog suçlar arasında yer alan ve tutuklu yargılanması gereken Nezir isimli şahıs ifadesi bile alınmadan serbest bırakılmış ve deyim yerindeyse 15.09.2017 tarihinde tamamlayamadığı eylemini 05.11.2017 tarihinde tamamlamıştır. Dolayısıyla eldeki olayda üçüncü kişinin kusurlu davranışının illiyet bağını kesecek yoğunlukta olduğu kabul edilerek, hâkimin sorumluluktan kurtulması gerektiği de unutulmamalıdır.
32. Çocuğun korunması açısından; Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocuk bakım uygulamalarının en önemli uluslararası yasal dayanağıdır. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler; toplumun temel birimi olan ve tüm üyelerinin ve özellikle çocukların gelişmeleri ve esenlikleri için doğal ortamı oluşturan ailenin toplum içinde kendisinden beklenen sorumlulukları tam olarak yerine getirebilmesi için gerekli koruma ve yardımı görmesinin zorunluluğuna inanmış olup, çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 41, 58, 60, 61 ve 65 inci maddeleri ile genelde ailenin, özelde de çocuğun korunmasını içeren hükümler taşımaktadır. Anayasa’mızda çocuk kavramı ailenin içinde ele alınmış, çocuğun ve ailenin devlet korumasında olduğu ifade edilmiştir. Sözleşmenin ülkemizde kabulünden sonra, kanunlarımız; bu Sözleşmenin ruhuna uygun olarak değişikliklere uğramış, yönetmelik ve yönergelerde sözleşme maddeleri esas alınmıştır. Ne var ki gerçekleşen bu vahim olayda; devletin asli görevi olan çocuğu koruma görevini yerine getiremediği tartışmasızdır. Ancak bu sonuca ulaşılmasında tek suçlunun, açılan boşanma davasına bakmakla görevli olan hâkim olduğu kanaatiyle, 6100 sayılı Kanun’un 46 ncı maddesi uyarınca sorumlu tutulması ve ancak çocuğu öldüren kişinin sorumlu tutulabileceği “destekten yoksun kalma tazminatı” kapsamında ödeme ile cezalandırılması kabul edilemez.
33. Hâl böyle olunca somut olayda hâkimin yapmış olduğu yargılama faaliyetinden dolayı hukuken sorumlu tutulması usul ve yasaya uygun olmamıştır.
34. Açıklanan nedenlerle Özel Daire kararının davanın reddi gerektiği şeklinde kesin olarak bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyoruz.
Birinci Başkanvekili 12. H.D. Bşk.
Adem Albayrak Ayhan Tuncal
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 13’ü DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 12’si ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.