SOMUT OLAYDA SAĞIR, DİLSİZ, OKURYAZAR OLMAYAN VE İLETİŞİME TAMAMEN KAPALI KISITLININ EL YAZISIYLA YAZMIŞ OLDUĞU FERAGATI GEÇERSİZDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/8-284
KARAR NO : 2022/1371
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 24/12/2019
NUMARASI : 2019/658 - 2019/925
DAVACI : H.K. vekili Av. M.K.
VASİSİ : A.K.
DAVALI : G.K. (K.) vekili Av. H.K.
1. Taraflar arasındaki “katkı payı alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 5. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 01.02.1976 tarihinde evlendiklerini, Kadıköy 3. Aile Mahkemesinin 20.04.2010 tarihli ve 2010/136 E., 2010/346 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, kararın 18.06.2010 tarihinde kesinleştiğini, davalının ev hanımı olup evlilik süresi boyunca çalışmadığını, davacının ise inşaat ustası olarak çalıştığını, sıva ve mozaik işleri yaptığını, tarafların aile konutu olarak kullandıkları İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, 921 ada, 39 parseldeki 13 numaralı bağımsız bölümün davalı eş adına kayıtlı olduğunu, gerçekte taşınmazın davacı tarafından 09.12.1997 tarihinde satın alındığını, davalının taşınmazın alımında hiçbir katkısının bulunmadığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde müvekkilinin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, taşınmazın müvekkiline ait olduğunu, davacının bu taşınmazda herhangi bir hakkının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. (Kapatılan) Kadıköy 3. Aile Mahkemesinin 06.10.2011 tarihli ve 2010/714 E., 2011/810 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaza ilişkin 09.12.1997 tarihli ve 8661 yevmiye numaralı akit tablosu incelendiği, taşınmazın Ayşe O. tarafından 60.000 TL bedelle davalı Gülendam’a satıldığı, davacının sözleşmenin tarafı olmadığı, bedelin tamamının davacı tarafından ödendiği iddia edilmişse de davacı eş tarafından davalı eşe verilen paranın elden bağış niteliğinde olduğu, dolayısıyla artık bu para karşılığında edinilen bu malın davalının kişisel malı olduğu, bedelin malik olmayan eş tarafından ödendiği hâlde tescilin diğer eş adına olması durumunda söz konusu taşınmazın malik olan eşe bağışlanmış sayıldığı, somut olayda bağıştan rücu koşullarının da oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 05.06.2012 tarihli ve 2012/679 E., 2012/5303 K. sayılı kararı ile onanmasına karar verilmiştir.
9. Davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 24.12.2012 tarihli ve 2012/8890 E., 2012/13016 K. sayılı kararı ile;
“… Dairenin 05.06.2012 tarih, 2012/679 Esas-2012/5303 Karar sayılı onama ilamı maddi yanılgıya dayalı bulunduğundan karar düzeltme isteğinin kabulü ile belirtilen onama ilamının kaldırılmasına ve işin esasının incelenmesine geçildi.
743 sayılı TMK.da katkı payı alacağının özel olarak düzenlenmediği hususu doğrudur. Ne var ki, öteden beri sapma göstermeyen Yargıtay uygulaması gereğince mal ayrılığı rejiminde edinilen mallardan kaynaklanan alacak bir katkı payı alacağı olarak nitelendirilmiş ve bugüne kadar uygulana gelmiştir. Halen de aynı durum devam etmektedir. Bundan ayrı, 07.10.1953 tarih ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davacı ile davalı arasında akdi ilişki bulunduğu kanıtlanamadığından davayı açan yararına tapu iptali ve tescile karar verilemez. Davayı açanın aynı hak (mülkiyet hakkı) istemesi anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca mümkün bulunmadığından ancak, şahsi hak niteliğinde bulunan alacak hakkını isteyebilir. Bu nedenle, tapu iptali ve tescil davasının reddine, katkı payı alacağının hesaplanıp hüküm altına alınmasına karar verilmesi düşünülmelidir.
O halde, mahkemece yapılacak iş; davacının yaptığı 1800 TL katkı gözetilerek 09.12.1997 tarihinde alınan ve gerçek alım değeri olan 2500 TL karşısında davacının katkı oranının bulunması, (davacının yaptığı katkı: Taşınmazın alım tarihindeki değeri = davacının katkı oranı, taşınmazın dava tarihindeki sürüm değeri davacının katkı oranı = davacının katkı alacağı miktarı) bulunacak bu katkı oranının dava tarihinde tespit edilen taşınmazın gerçek değeri ile çarpılması sonucu çıkacak miktarın davacı yararına katkı payı alacağı olarak hüküm altına alınması gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm kurulmuş bulunması doğru değildir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
10. İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesinin 09.12.2014 tarihli ve 2013/61 E., 2014/889 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda; davacının davalı eş adına kaydı oluşturulan taşınmazın alımında yaptığı katkının %72 oranında olduğu gerekçesiyle 154.800 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
12. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 17.02.2016 tarihli ve 2015/16151 E., 2016/2572 K. sayılı kararı ile;
“… Davacı asıl Haydar K. tarafından Yargıtay Önkayıt Bürosuna teslim edilen, usulüne uygun kimlik tespiti yapılmış 15.02.2016 tarihli dilekçesi ile davadan feragat ettiğini bildirmiştir.
Davadan feragat; davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir. HMK.m.307). Feragat hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. (HMK.m.310). Mahkemece uyuşmazlığın esası hakkında karar verilerek davadan el çekildikten sonra, temyiz aşamasında davadan feragat edilmesi durumunda; dava hakkında nihai hüküm verme yetkisi Yerel Mahkemeye ait bulunduğundan; davadan feragat hakkında bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Birinci Direnme Kararı:
13. İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesinin 15.06.2016 tarihli ve 2016/254 E., 2016/494 K. sayılı kararı ile; her ne kadar temyiz aşamasında, davacı asıl tarafından davadan feragat edilmişse de, davacının sağır ve dilsiz olması nedeniyle bozma sonrası yapılan yargılamanın 15.06.2016 tarihli duruşmasında işaret dilinden anlayan yeminli tercümanın hazır bulundurulduğu, tercüman tarafından “davacının işaret dilinden ve dudak okumadan anlamadığı gibi okuryazarlığının da bulunmadığının ve iletişime kapalı olduğunun” beyan edildiği, davacının ise aynı tarihli duruşmada “söz konusu feragat dilekçesindeki imzanın kendisine ait olduğunu, ancak içeriğini okumadan imzaladığını” tercüman vasıtası ile beyan ettiği, davacı asılın sağır ve dilsiz olmasının yanında okuma yazmayı da bilmediği, anlatılanı anlamadığı, dolayısıyla kendisini ifade edemediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı:
14. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
15. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 16.02.2017 tarihli ve 2016/21980 E., 2017/1926 K. sayılı kararı ile;
“.. Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda açıklanan mevzuata uygun hüküm fıkrası oluşturulmamış sadece "Davacı asilin sağır ve dilsiz olduğu, okuma yazmayı sağlıklı olarak bilmediği, anlatılanı anlamadığı, kendisini ifade edemediği anlaşılmakla Yargıtay'da imzalayarak verdiği feragat dilekçesinin geçersiz olduğunun tespiti ile önceki kararda direnilmesine" denilmekle yetinilmiş, dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz karar kurulmamıştır.
Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş; dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.
Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan kararı usul ve yasaya uygun değildir,…” gerekçesiyle karar usulden bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Direnme Kararı:
16. İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesinin 03.04.2018 tarihli ve 2017/753 E., 2018/310 K. sayılı kararı ile; bozma kararında belirtilen usul sorunu giderilerek önceki kararda yer alan gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.
Özel Dairenin Dördüncü Bozma Kararı:
17. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
18. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 03.04.2019 tarihli ve 2018/12034 E., 2019/3600 K. sayılı kararı ile;
“… Dairenin 17.02.2016 tarihli bozma ilamından sonra mahkemece, davadan feragatin geçerli olup olmadığı hususunda değerlendirme yapılarak karar verildiğinden, mahkemenin son hükmü direnme hükmü niteliğinde olmayıp yeni hüküm niteliğindedir. Ne var ki, mahkemece yeterli inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki, dosya incelendiğinde, mahkemece 15.06.2016 tarihli yargılama oturumunda tercüman vasıtasıyla davacının dinlendiği, beyanının alındığı, başkaca herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan, taraf delilleri toplanmadan karar verildiği anlaşılmaktadır. Yine dosya içerisinde bulunan Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 25.01.2017 tarihli ve 2016/1214 Esas, 2017/37 Karar sayılı kararından davacının vesayet altında olduğu, vasi tarafından davacı vekiline vekâletname verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece vesayet dosyası getirtilip, taraf delilleri de toplanarak davadan feragatin geçerli olup olmadığı hususu üzerinde durularak buna ilişkin bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmiş olması doğru değildir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Direnme Kararı:
19. İstanbul 12. Aile Mahkemesinin 24.12.2019 tarihli ve 2019/658 E, 2019/925 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; davacı hakkında Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 25.01.2017 tarihli ve 2016/1214 E., 2017/37 K. sayılı kararı TMK'nın 408. maddesi uyarınca kısıtlanma kararı verildiği, Ahmet K.'un davacıya vasi olarak atandığı, her ne kadar vasi değişikliği talebinde bulunulmuş ise de Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 27.02.2018 tarihli ve 2016/1214 E., 2017/37 K. sayılı ek kararı ile talebin reddine karar verildiği, dolayısıyla vasinin görevinin devam ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
20. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
21. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı asıl tarafından dosyaya sunulan “15.02.2016 tarihli feragat dilekçesinin” geçerli olup olmadığı yönünde mahkemece yeterli nitelikte inceleme ve araştırma yapılıp yapılmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
22. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “feragat” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.
23. Bilindiği gibi özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve yargı organı önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir.
24. Nitekim 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307. maddesinde feragat tanımlanmış ve davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olarak ifade edilmiştir.
25. Feragat davaya son veren taraf işlemlerinden biri olup, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılabilir (HMK m. 309/1). Yine feragatin hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir (HMK m. 309/2). Ancak feragat, kayıtsız ve şartsız olmalı, kesin ve açık bir irade beyanı ile yapılmalıdır.
26. Davadan feragatin zamanı ise HMK’nın 310. maddesinde düzenlenmiş ve feragatin hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği öngörülmüştür. Böyle olunca mahkemece verilen bir kararın temyizi aşamasında, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş bir karar olmadığından davadan feragat edilmesi mümkündür.
27. Eldeki davada da mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar davalı tarafından temyiz edilmiş, bu aşamada davacı imzası ile dosyaya sunulan 15.02.2016 tarihli dilekçe ile davadan feragat edildiği bildirilmiştir. Mahkemece uyuşmazlığın esası hakkında karar verilerek davadan el çekildikten sonra, temyiz aşamasında davadan feragat edilmesi hâlinde dava hakkında nihai hüküm verme yetkisi yerel mahkemeye ait bulunduğundan Özel Dairece, feragat hakkında bir karar verilmek üzere hüküm bozulmuştur. Bozma sonrası Mahkemece yapılan 18.05.2016 tarihli duruşmada hazır bulunan davacı vekili tarafından davacının sağır ve dilsiz olması nedeniyle “iradesinin sakatlanarak” feragat beyanının alındığı, dolayısıyla ortada usulüne uygun bir feragat dilekçesinin bulunmadığı ileri sürülerek davacının tercüman vasıtası ile çağırılarak dinlenilmesinin talep edildiği anlaşılmıştır.
28. Bilindiği gibi davadan feragat, kesin hüküm gibi hukukî sonuç doğurur. Diğer bir anlatımla, davadan feragat ile dava konusu uyuşmazlık esastan sona ermiş olur. Bu nedenle mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile davacı feragatten dönemez; feragati ile bağlıdır. Belirtmek gerekir ki feragat, ıslah yolu ile de hükümsüz kılınamaz.
29. Ancak irade bozukluğu hâllerinde feragatin iptali istenebilir (HMK m. 311). Çünkü bir hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun hukukî sonuç doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.
30. İrade bozukluğu hâlleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) 30 ila 39. maddeler arasında “Yanılma, Aldatma ve Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli olmayıp, HMK'nın 311. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi iptal hakkıdır.
31. Davadan feragatin; hata, hile ve ikrah nedenleriyle iptali ayrı bir dava açılarak ileri sürülebileceği gibi irade bozukluğu nedenleriyle feragatin geçersiz olduğu aynı dava içinde de ileri sürülebilir. Bu durumda mahkemece iddiaya ilişkin deliller toplanarak, feragat beyanının hukukî bir sonuç doğurup doğurmayacağı hakkında karar verilmesi gerekmektedir. Ne var ki, böyle bir inceleme yapılıp karar verilebilmesi için öncelikle feragat beyanının irade bozukluğu nedeniyle geçersiz olduğunun ileri sürülmesi gerekmekte olup, bu konuda mahkemece kendiliğinden inceleme yapılması olanaklı değildir.
32. Somut olaya gelindiğinde, yukarıda 27. paragrafta açıklandığı üzere; davacı vekili tarafından HMK’nın 311. maddesine uygun şekilde irade bozukluğu nedeniyle feragatin geçersiz olduğu aynı dava içinde ileri sürülmüş; Mahkemece bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verilmeden önce “ileri sürülen irade bozukluğu” hususunda usul ve yasaya uygun şekilde inceleme yapılmak üzere davacı asıl ile işaret dilinden anlayan yeminli tercüman 15.06.2016 tarihli duruşmada hazır edilerek, davacı asıla ait el yazısı ile isim ve imza yanında bir takım sorulara cevap verilmesi istenilmiştir. Dosyaya eklenen bu evrakların incelenmesinde davacı tarafından verilen cevapların sağlıklı olmadığı, imzaladığı iddia edilen feragat dilekçesinin davacıya gösterilmesinde ise işaret ve el hareketleri ile “dilekçedeki imzanın kendine ait olduğunu ancak içeriğini okumadan imzaladığını” beyan ettiği, yeminli tercüman tarafından ise davacı hakkında “işaret dilinden ve dudak okumadan anlamadığı, okuryazarlığının bulunmadığı, tamamen iletişime kapalı olduğu” ifade edilmiştir. Mahkemece; davacının, irade bozukluğu nedeniyle Yargıtaya gelerek verdiği imzalı feragat dilekçesinin geçersiz olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiş, hüküm bu kez Özel Daire tarafından usulü hata nedeniyle bozularak mahkemesine gönderilmiştir.
33. Mahkeme tarafından bozma sonrası 25.01.2018 tarihinde yapılan duruşmaya; davacının kısıtlandığı iddiasıyla vasisinin katıldığı, bu iddiaya ilişkin Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 25.01.2017 tarihli ve 2016/1214 E., 2017/37 K. sayılı vesayet kararının dosya içerisine alındığı, kararın incelenmesinde davacı hakkında Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 23.12.2016 tarihli ve 2016/3067 sayılı sağlık kurulu raporu düzenletildiği, rapora göre davacıya “sol göz miyopi+total konuşma kaybı+bilateral çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı+kalp yetmezliği” tanısının konulduğu, fiziksel engeli nedeniyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 408. maddesi uyarınca vasi atanmasının uygun olduğunun bildirildiği, bunun üzerine davacının kısıtlanarak vesayet altına alınmasına karar verildiği, 27.12.2018 tarihli verilen ek karar ile de vasi Ahmet K.’un vasilik görevinin devam ettiği görülmüştür. Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılama sonrasında Özel Daire bozma kararında belirtilen usulü hata giderilerek, feragat dilekçesinin geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin direnme kararı verilmiş, hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Daire tarafından “Mahkemece feragatin geçerli olup olmadığı hususu üzerinde eksik inceleme ve araştırma” yapıldığı gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
34. Davadan feragatin; yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmekte olduğu tartışmasızdır. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz. Bu nedenle; bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması kanun gereğidir. Öte yandan davadan feragatin “açık, net ve şüphe uyandırmayacak” nitelikte olması gerekmektedir. Feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurucu olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2005 tarihli ve 2005/11-242 E., 2005/249 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/13-76 E., 2009/120 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/12-112 E., 2009/126 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
35. Yapılan açıklamaların ışığı altında somut olaya gelince; davacının 10.08.2010 tarihinde açılan davanın ilk aşamasından itibaren vekil tarafından temsil edildiği ve hâlen aynı vekilin görevini sürdürdüğü, her ne kadar sağır-dilsiz ve okuryazar olmamak tek başına ehliyetsizlik sebebi değil ise de işaret dilinden ve dudak okumadan anlamayan, okuryazarlığı bulunmayan, iletişime tamamen kapalı olduğu tespit edilen, 23.12.2016 tarihli muayenesinde sol göz miyopi, total konuşma kaybı, iki taraflı ve çok ileri derecede işitme kaybı ve bunların yanında kalp yetmezliği tanıları ile kısıtlanmasına ve vesayet altına alınmasına karar verilen sağır ve dilsiz davacının; 15.02.2016 tarihinde bizzat Yargıtaya gelerek el yazısı ile kaleme alınmış bir dilekçe ile sunmuş olduğu feragat beyanının açık, net ve şüphe uyandırmayacak nitelikte olduğundan söz etme imkânı bulunmamaktadır.
36. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında kişinin sağır ve dilsiz olması ya da okuma yazma bilmemesi nedeniyle ehliyetsiz sayılamayacağı, dolayısıyla yaptığı işlemlerin hukuken geçersiz olduğu sonucuna gidilemeyeceği, davacıya vasi tayin edilmiş ise de vesayet kararının TMK’nın 408. maddesi uyarınca ve feragat tarihinden sonra verildiği, TMK’nın 408. maddesi ile düzenleme altına alınan kısıtlanma sebebinin akıl rahatsızlığı veya akıl hastalığına dayalı olmadığı da gözetilerek bozma ilamında belirtildiği gibi vesayet dosyası getirtilerek feragatin iptalini gerektirir bir irade bozukluğunun bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği, hâl böyle olunca mahkemece verilen direnme kararının gerekçesi genişletilmek suretiyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
37. Hâl böyle olunca yerel mahkemece feragat dilekçesinin geçersiz olduğunun tespiti ile davanın kabulüne dair verilen direnme kararı yerindedir.
38. Ne var ki, davalının sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konu hakkında gerekli inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.10.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Kişilik ve ehliyet kuralları 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 8 vd. maddelerde kişilik düzenlenmiş ve bu kapsamda olan ehliyet kurallarına yer verilmiştir. Bu hükümlere göre;
Her insanın hak ehliyeti vardır (md. 8/1). Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler (md. 8/2). Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir (md. 9/1). Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır (md. 10/1). Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir (md. 13/1). Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur (md. 14/1). Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukukî sonuç doğurmaz (md. 15/1). Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir (md. 16/1).
Hak ehliyeti fiil ehliyetinin medeni usul hukukundaki yansıması taraf ehliyeti ve fiil ehliyetidir. HMK 50. maddede taraf ehliyeti için medeni haklardan yararlanma ehliyeti, HMK 51. maddede ise dava ehliyeti için medeni hakları kullanma ehliyeti kuralları esas alınmak suretiyle bunlara TMK’nın ehliyet kuralları esas alınarak bir kapsam çizilmiştir. Dava ehliyeti dava açabilme yanında bir davadaki tüm usul işlemlerini gerek davacı gerekse davalı olarak yapabilme yetkisini içerir.
Anayasanın başlangıç kısmında her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmiştir.
Bunun yanında Anayasada bu girişe uygun biçimde temel hak ve hürriyetlerle ilgili düzenlemeler yer almaktadır Bu düzenlemelerin bazıları; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir (md. 10/1). Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar (md. 10/5). Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir (md. 17/1). Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz (md. 17/2). Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir (md. 12/1). Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir (md. 36/1) hükümleridir.
Gerek Medeni Kanunun ve gerekse Anayasanın bu hüküm ve kuralları insanlık onurunun korunması ilkesinin doğal bir sonucudur. İnsan onuru, hukuksal bakımdan genel fiil ehliyetini garanti eden bağımsız bir temel haktır. Bu sebepledir ki kanunu yorumlarken her şeyden önce insan onuru ile bağdaşmaz sonuçlardan kaçınmak zorunludur.
Yukarıda yer verilen kurallarda da görüldüğü üzere, sağır ve dilsizlik veya okuma yazma bilmemek bir ehliyetsizlik nedeni olarak görülmemiş, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını gerektiren bir neden olarak da sayılmamıştır. Sınırlayıcı bir yasa hükmü olmadıkça kişinin sağır ve dilsiz olması ya da okuma yazma bilmemesi bir ehliyetsizlik nedeni olarak görülemeyeceği gibi yaptıkları işlemlerin hukukî değer atfedilmeksizin geçersizliği sonucunu doğurmaz.
Sınırlayıcı veya koruyucu hüküm olarak Noterlik Kanununda yer alan; İlgili okuma ve yazma imkânına sahip değilse, hazır bulundurulacak iki tanık huzurunda maksadını notere beyan edeceği (md. 87/1), Noter, ilgilinin işitme, konuşma veya görme engelli olduğunu anlarsa, işlemlerin engellinin isteğine bağlı olmak üzere iki tanık huzurunda yapılacağı, ilgilinin işitme veya konuşma engelli olması ve yazı ile anlaşma imkânının da bulunmaması hâlinde, iki tanık ve yeminli tercüman bulundurulacağı (md. 73/1) düzenlemeleri, 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda yer alan; kendisine tebliğ yapılacak kimse imza edecek kadar yazı bilmez veya imza edemeyecek durumda bulunursa, komşularından bir kişi huzurunda sol elinin baş parmağı bastırılmak suretiyle tebliğ yapılacağı (md. 24/1) ve 6100 sayılı HMK’da yer alan; imza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukukî işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesinin, noterler tarafından düzenleme biçiminde oluşturulmasına bağlı olduğu (md. 206/1) düzenlemeleri örnek verilebilir.
Bu hükümler yasalarımızda sınırlı sayıda ve istisna niteliğinde yer almakta olup sınırlayıcı açık bir kanun hükmü olmadıkça okuma yazma bilmeyen ya da sağır dilsiz kişilerin iradelerini yansıtan işlemleri, hukuken sonuç doğuran geçerli işlemler olup yaptıkları işlemlere değer verilmesi gerekir. Aksine bir kabul okuma yazma bilen kişiler ile bilmeyen kişiler arasında, sağır ve dilsiz olan kişilerle olmayan kişiler arasında ayrım yapılmasına ve kişilere eşit davranılmamasına yol açacaktır. Bu eşitsizliğin diğer tarafı ise bu kişilerin yaptıkları hukukî işlemlerle bir hak elde eden kişilere de kanun hükümlerine uygun olmaksızın eşit davranılmamış olma sonucunun ortaya çıkmasıdır. Bu sonuçlar ise insanlık onurunun korunması ilkesiyle bağdaşmaz.
Sağır ve dilsiz ya da okuma yazma bilmeyen kimsenin imzalayıp mahkemeye verdiği dilekçeler geçerli işlemlerdir. Dilekçe ile davadan feragat edilmesi de geçerli işlemdir. Ancak feragat dilekçesi gerçek iradeyi yansıtmıyor ve irade bozukluğu varsa HMK 311/1. madde gereğince feragatin iptali istenebilir. İptalin ayrı bir dava açılarak istenmesi mümkün olduğu gibi aynı dava içinde de bunun ileri sürülmesi mümkündür. Bu şekilde bir iptal olmadıkça kişinin sağır veya dilsiz olması ya da okuma yazma bilmemesi feragatin geçersiz olduğu sonucuna varılmasını gerektirmez.
Davacıya vasi tayin edilmiş ise de vasi tayini talebi ve vasi tayini kararı feragat dilekçesinin verildiği tarihten sonradır. Davacının kısıtlanması kararı TMK 408. maddeye göre verilmiş olup bu maddede; yaşlılığı, engelliliği, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden her erginin kısıtlanmasını isteyebileceği hükmü bulunmaktadır. Bu kısıtlama sebebi akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedenine dayalı bir sebep değildir. Zira akıl zayıflığı TMK 405 maddede ayrı bir kısıtlama sebebi olarak gösterilmiştir. Ancak yine de bozma kararında da belirtildiği üzere vasi tayini dosyası getirtilip kısıtlamaya esas alınmış olan doktor raporu da incelenerek bu dosyayla birlikte feragatın iptalini gerektirir bir irade bozukluğu bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekirken doğrudan okuma yazma bilmeme ve sağır dilsiz olmaya sonuç bağlanarak feragatin geçersiz sayılması suretiyle sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Özel Dairenin bozma kararının gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme hükmünün bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan, direnme uygun bulunarak miktar incelemesi yapılmak üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Zeki GÖZÜTOK
Üye
SOMUT OLAYDA SAĞIR, DİLSİZ, OKURYAZAR OLMAYAN VE İLETİŞİME TAMAMEN KAPALI KISITLININ EL YAZISIYLA YAZMIŞ OLDUĞU FERAGATI GEÇERSİZDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/8-284
KARAR NO : 2022/1371
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 24/12/2019
NUMARASI : 2019/658 - 2019/925
DAVACI : H.K. vekili Av. M.K.
VASİSİ : A.K.
DAVALI : G.K. (K.) vekili Av. H.K.
1. Taraflar arasındaki “katkı payı alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 5. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 01.02.1976 tarihinde evlendiklerini, Kadıköy 3. Aile Mahkemesinin 20.04.2010 tarihli ve 2010/136 E., 2010/346 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, kararın 18.06.2010 tarihinde kesinleştiğini, davalının ev hanımı olup evlilik süresi boyunca çalışmadığını, davacının ise inşaat ustası olarak çalıştığını, sıva ve mozaik işleri yaptığını, tarafların aile konutu olarak kullandıkları İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, 921 ada, 39 parseldeki 13 numaralı bağımsız bölümün davalı eş adına kayıtlı olduğunu, gerçekte taşınmazın davacı tarafından 09.12.1997 tarihinde satın alındığını, davalının taşınmazın alımında hiçbir katkısının bulunmadığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde müvekkilinin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, taşınmazın müvekkiline ait olduğunu, davacının bu taşınmazda herhangi bir hakkının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. (Kapatılan) Kadıköy 3. Aile Mahkemesinin 06.10.2011 tarihli ve 2010/714 E., 2011/810 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaza ilişkin 09.12.1997 tarihli ve 8661 yevmiye numaralı akit tablosu incelendiği, taşınmazın Ayşe O. tarafından 60.000 TL bedelle davalı Gülendam’a satıldığı, davacının sözleşmenin tarafı olmadığı, bedelin tamamının davacı tarafından ödendiği iddia edilmişse de davacı eş tarafından davalı eşe verilen paranın elden bağış niteliğinde olduğu, dolayısıyla artık bu para karşılığında edinilen bu malın davalının kişisel malı olduğu, bedelin malik olmayan eş tarafından ödendiği hâlde tescilin diğer eş adına olması durumunda söz konusu taşınmazın malik olan eşe bağışlanmış sayıldığı, somut olayda bağıştan rücu koşullarının da oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 05.06.2012 tarihli ve 2012/679 E., 2012/5303 K. sayılı kararı ile onanmasına karar verilmiştir.
9. Davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 24.12.2012 tarihli ve 2012/8890 E., 2012/13016 K. sayılı kararı ile;
“… Dairenin 05.06.2012 tarih, 2012/679 Esas-2012/5303 Karar sayılı onama ilamı maddi yanılgıya dayalı bulunduğundan karar düzeltme isteğinin kabulü ile belirtilen onama ilamının kaldırılmasına ve işin esasının incelenmesine geçildi.
743 sayılı TMK.da katkı payı alacağının özel olarak düzenlenmediği hususu doğrudur. Ne var ki, öteden beri sapma göstermeyen Yargıtay uygulaması gereğince mal ayrılığı rejiminde edinilen mallardan kaynaklanan alacak bir katkı payı alacağı olarak nitelendirilmiş ve bugüne kadar uygulana gelmiştir. Halen de aynı durum devam etmektedir. Bundan ayrı, 07.10.1953 tarih ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davacı ile davalı arasında akdi ilişki bulunduğu kanıtlanamadığından davayı açan yararına tapu iptali ve tescile karar verilemez. Davayı açanın aynı hak (mülkiyet hakkı) istemesi anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca mümkün bulunmadığından ancak, şahsi hak niteliğinde bulunan alacak hakkını isteyebilir. Bu nedenle, tapu iptali ve tescil davasının reddine, katkı payı alacağının hesaplanıp hüküm altına alınmasına karar verilmesi düşünülmelidir.
O halde, mahkemece yapılacak iş; davacının yaptığı 1800 TL katkı gözetilerek 09.12.1997 tarihinde alınan ve gerçek alım değeri olan 2500 TL karşısında davacının katkı oranının bulunması, (davacının yaptığı katkı: Taşınmazın alım tarihindeki değeri = davacının katkı oranı, taşınmazın dava tarihindeki sürüm değeri davacının katkı oranı = davacının katkı alacağı miktarı) bulunacak bu katkı oranının dava tarihinde tespit edilen taşınmazın gerçek değeri ile çarpılması sonucu çıkacak miktarın davacı yararına katkı payı alacağı olarak hüküm altına alınması gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm kurulmuş bulunması doğru değildir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
10. İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesinin 09.12.2014 tarihli ve 2013/61 E., 2014/889 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda; davacının davalı eş adına kaydı oluşturulan taşınmazın alımında yaptığı katkının %72 oranında olduğu gerekçesiyle 154.800 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
12. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 17.02.2016 tarihli ve 2015/16151 E., 2016/2572 K. sayılı kararı ile;
“… Davacı asıl Haydar K. tarafından Yargıtay Önkayıt Bürosuna teslim edilen, usulüne uygun kimlik tespiti yapılmış 15.02.2016 tarihli dilekçesi ile davadan feragat ettiğini bildirmiştir.
Davadan feragat; davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir. HMK.m.307). Feragat hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. (HMK.m.310). Mahkemece uyuşmazlığın esası hakkında karar verilerek davadan el çekildikten sonra, temyiz aşamasında davadan feragat edilmesi durumunda; dava hakkında nihai hüküm verme yetkisi Yerel Mahkemeye ait bulunduğundan; davadan feragat hakkında bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Birinci Direnme Kararı:
13. İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesinin 15.06.2016 tarihli ve 2016/254 E., 2016/494 K. sayılı kararı ile; her ne kadar temyiz aşamasında, davacı asıl tarafından davadan feragat edilmişse de, davacının sağır ve dilsiz olması nedeniyle bozma sonrası yapılan yargılamanın 15.06.2016 tarihli duruşmasında işaret dilinden anlayan yeminli tercümanın hazır bulundurulduğu, tercüman tarafından “davacının işaret dilinden ve dudak okumadan anlamadığı gibi okuryazarlığının da bulunmadığının ve iletişime kapalı olduğunun” beyan edildiği, davacının ise aynı tarihli duruşmada “söz konusu feragat dilekçesindeki imzanın kendisine ait olduğunu, ancak içeriğini okumadan imzaladığını” tercüman vasıtası ile beyan ettiği, davacı asılın sağır ve dilsiz olmasının yanında okuma yazmayı da bilmediği, anlatılanı anlamadığı, dolayısıyla kendisini ifade edemediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı:
14. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
15. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 16.02.2017 tarihli ve 2016/21980 E., 2017/1926 K. sayılı kararı ile;
“.. Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda açıklanan mevzuata uygun hüküm fıkrası oluşturulmamış sadece "Davacı asilin sağır ve dilsiz olduğu, okuma yazmayı sağlıklı olarak bilmediği, anlatılanı anlamadığı, kendisini ifade edemediği anlaşılmakla Yargıtay'da imzalayarak verdiği feragat dilekçesinin geçersiz olduğunun tespiti ile önceki kararda direnilmesine" denilmekle yetinilmiş, dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz karar kurulmamıştır.
Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş; dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.
Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan kararı usul ve yasaya uygun değildir,…” gerekçesiyle karar usulden bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Direnme Kararı:
16. İstanbul Anadolu 12. Aile Mahkemesinin 03.04.2018 tarihli ve 2017/753 E., 2018/310 K. sayılı kararı ile; bozma kararında belirtilen usul sorunu giderilerek önceki kararda yer alan gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.
Özel Dairenin Dördüncü Bozma Kararı:
17. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
18. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 03.04.2019 tarihli ve 2018/12034 E., 2019/3600 K. sayılı kararı ile;
“… Dairenin 17.02.2016 tarihli bozma ilamından sonra mahkemece, davadan feragatin geçerli olup olmadığı hususunda değerlendirme yapılarak karar verildiğinden, mahkemenin son hükmü direnme hükmü niteliğinde olmayıp yeni hüküm niteliğindedir. Ne var ki, mahkemece yeterli inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki, dosya incelendiğinde, mahkemece 15.06.2016 tarihli yargılama oturumunda tercüman vasıtasıyla davacının dinlendiği, beyanının alındığı, başkaca herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan, taraf delilleri toplanmadan karar verildiği anlaşılmaktadır. Yine dosya içerisinde bulunan Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 25.01.2017 tarihli ve 2016/1214 Esas, 2017/37 Karar sayılı kararından davacının vesayet altında olduğu, vasi tarafından davacı vekiline vekâletname verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece vesayet dosyası getirtilip, taraf delilleri de toplanarak davadan feragatin geçerli olup olmadığı hususu üzerinde durularak buna ilişkin bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmiş olması doğru değildir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Direnme Kararı:
19. İstanbul 12. Aile Mahkemesinin 24.12.2019 tarihli ve 2019/658 E, 2019/925 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; davacı hakkında Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 25.01.2017 tarihli ve 2016/1214 E., 2017/37 K. sayılı kararı TMK'nın 408. maddesi uyarınca kısıtlanma kararı verildiği, Ahmet K.'un davacıya vasi olarak atandığı, her ne kadar vasi değişikliği talebinde bulunulmuş ise de Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 27.02.2018 tarihli ve 2016/1214 E., 2017/37 K. sayılı ek kararı ile talebin reddine karar verildiği, dolayısıyla vasinin görevinin devam ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
20. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
21. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı asıl tarafından dosyaya sunulan “15.02.2016 tarihli feragat dilekçesinin” geçerli olup olmadığı yönünde mahkemece yeterli nitelikte inceleme ve araştırma yapılıp yapılmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
22. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “feragat” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.
23. Bilindiği gibi özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve yargı organı önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir.
24. Nitekim 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307. maddesinde feragat tanımlanmış ve davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olarak ifade edilmiştir.
25. Feragat davaya son veren taraf işlemlerinden biri olup, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılabilir (HMK m. 309/1). Yine feragatin hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir (HMK m. 309/2). Ancak feragat, kayıtsız ve şartsız olmalı, kesin ve açık bir irade beyanı ile yapılmalıdır.
26. Davadan feragatin zamanı ise HMK’nın 310. maddesinde düzenlenmiş ve feragatin hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği öngörülmüştür. Böyle olunca mahkemece verilen bir kararın temyizi aşamasında, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş bir karar olmadığından davadan feragat edilmesi mümkündür.
27. Eldeki davada da mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar davalı tarafından temyiz edilmiş, bu aşamada davacı imzası ile dosyaya sunulan 15.02.2016 tarihli dilekçe ile davadan feragat edildiği bildirilmiştir. Mahkemece uyuşmazlığın esası hakkında karar verilerek davadan el çekildikten sonra, temyiz aşamasında davadan feragat edilmesi hâlinde dava hakkında nihai hüküm verme yetkisi yerel mahkemeye ait bulunduğundan Özel Dairece, feragat hakkında bir karar verilmek üzere hüküm bozulmuştur. Bozma sonrası Mahkemece yapılan 18.05.2016 tarihli duruşmada hazır bulunan davacı vekili tarafından davacının sağır ve dilsiz olması nedeniyle “iradesinin sakatlanarak” feragat beyanının alındığı, dolayısıyla ortada usulüne uygun bir feragat dilekçesinin bulunmadığı ileri sürülerek davacının tercüman vasıtası ile çağırılarak dinlenilmesinin talep edildiği anlaşılmıştır.
28. Bilindiği gibi davadan feragat, kesin hüküm gibi hukukî sonuç doğurur. Diğer bir anlatımla, davadan feragat ile dava konusu uyuşmazlık esastan sona ermiş olur. Bu nedenle mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile davacı feragatten dönemez; feragati ile bağlıdır. Belirtmek gerekir ki feragat, ıslah yolu ile de hükümsüz kılınamaz.
29. Ancak irade bozukluğu hâllerinde feragatin iptali istenebilir (HMK m. 311). Çünkü bir hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun hukukî sonuç doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.
30. İrade bozukluğu hâlleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) 30 ila 39. maddeler arasında “Yanılma, Aldatma ve Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli olmayıp, HMK'nın 311. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi iptal hakkıdır.
31. Davadan feragatin; hata, hile ve ikrah nedenleriyle iptali ayrı bir dava açılarak ileri sürülebileceği gibi irade bozukluğu nedenleriyle feragatin geçersiz olduğu aynı dava içinde de ileri sürülebilir. Bu durumda mahkemece iddiaya ilişkin deliller toplanarak, feragat beyanının hukukî bir sonuç doğurup doğurmayacağı hakkında karar verilmesi gerekmektedir. Ne var ki, böyle bir inceleme yapılıp karar verilebilmesi için öncelikle feragat beyanının irade bozukluğu nedeniyle geçersiz olduğunun ileri sürülmesi gerekmekte olup, bu konuda mahkemece kendiliğinden inceleme yapılması olanaklı değildir.
32. Somut olaya gelindiğinde, yukarıda 27. paragrafta açıklandığı üzere; davacı vekili tarafından HMK’nın 311. maddesine uygun şekilde irade bozukluğu nedeniyle feragatin geçersiz olduğu aynı dava içinde ileri sürülmüş; Mahkemece bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verilmeden önce “ileri sürülen irade bozukluğu” hususunda usul ve yasaya uygun şekilde inceleme yapılmak üzere davacı asıl ile işaret dilinden anlayan yeminli tercüman 15.06.2016 tarihli duruşmada hazır edilerek, davacı asıla ait el yazısı ile isim ve imza yanında bir takım sorulara cevap verilmesi istenilmiştir. Dosyaya eklenen bu evrakların incelenmesinde davacı tarafından verilen cevapların sağlıklı olmadığı, imzaladığı iddia edilen feragat dilekçesinin davacıya gösterilmesinde ise işaret ve el hareketleri ile “dilekçedeki imzanın kendine ait olduğunu ancak içeriğini okumadan imzaladığını” beyan ettiği, yeminli tercüman tarafından ise davacı hakkında “işaret dilinden ve dudak okumadan anlamadığı, okuryazarlığının bulunmadığı, tamamen iletişime kapalı olduğu” ifade edilmiştir. Mahkemece; davacının, irade bozukluğu nedeniyle Yargıtaya gelerek verdiği imzalı feragat dilekçesinin geçersiz olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiş, hüküm bu kez Özel Daire tarafından usulü hata nedeniyle bozularak mahkemesine gönderilmiştir.
33. Mahkeme tarafından bozma sonrası 25.01.2018 tarihinde yapılan duruşmaya; davacının kısıtlandığı iddiasıyla vasisinin katıldığı, bu iddiaya ilişkin Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 25.01.2017 tarihli ve 2016/1214 E., 2017/37 K. sayılı vesayet kararının dosya içerisine alındığı, kararın incelenmesinde davacı hakkında Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 23.12.2016 tarihli ve 2016/3067 sayılı sağlık kurulu raporu düzenletildiği, rapora göre davacıya “sol göz miyopi+total konuşma kaybı+bilateral çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı+kalp yetmezliği” tanısının konulduğu, fiziksel engeli nedeniyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 408. maddesi uyarınca vasi atanmasının uygun olduğunun bildirildiği, bunun üzerine davacının kısıtlanarak vesayet altına alınmasına karar verildiği, 27.12.2018 tarihli verilen ek karar ile de vasi Ahmet K.’un vasilik görevinin devam ettiği görülmüştür. Mahkemece bozma sonrası yapılan yargılama sonrasında Özel Daire bozma kararında belirtilen usulü hata giderilerek, feragat dilekçesinin geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin direnme kararı verilmiş, hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Daire tarafından “Mahkemece feragatin geçerli olup olmadığı hususu üzerinde eksik inceleme ve araştırma” yapıldığı gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
34. Davadan feragatin; yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmekte olduğu tartışmasızdır. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz. Bu nedenle; bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması kanun gereğidir. Öte yandan davadan feragatin “açık, net ve şüphe uyandırmayacak” nitelikte olması gerekmektedir. Feragatin kesin hükmün sonuçlarını doğurucu olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2005 tarihli ve 2005/11-242 E., 2005/249 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/13-76 E., 2009/120 K.; 29.04.2009 tarihli ve 2009/12-112 E., 2009/126 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
35. Yapılan açıklamaların ışığı altında somut olaya gelince; davacının 10.08.2010 tarihinde açılan davanın ilk aşamasından itibaren vekil tarafından temsil edildiği ve hâlen aynı vekilin görevini sürdürdüğü, her ne kadar sağır-dilsiz ve okuryazar olmamak tek başına ehliyetsizlik sebebi değil ise de işaret dilinden ve dudak okumadan anlamayan, okuryazarlığı bulunmayan, iletişime tamamen kapalı olduğu tespit edilen, 23.12.2016 tarihli muayenesinde sol göz miyopi, total konuşma kaybı, iki taraflı ve çok ileri derecede işitme kaybı ve bunların yanında kalp yetmezliği tanıları ile kısıtlanmasına ve vesayet altına alınmasına karar verilen sağır ve dilsiz davacının; 15.02.2016 tarihinde bizzat Yargıtaya gelerek el yazısı ile kaleme alınmış bir dilekçe ile sunmuş olduğu feragat beyanının açık, net ve şüphe uyandırmayacak nitelikte olduğundan söz etme imkânı bulunmamaktadır.
36. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında kişinin sağır ve dilsiz olması ya da okuma yazma bilmemesi nedeniyle ehliyetsiz sayılamayacağı, dolayısıyla yaptığı işlemlerin hukuken geçersiz olduğu sonucuna gidilemeyeceği, davacıya vasi tayin edilmiş ise de vesayet kararının TMK’nın 408. maddesi uyarınca ve feragat tarihinden sonra verildiği, TMK’nın 408. maddesi ile düzenleme altına alınan kısıtlanma sebebinin akıl rahatsızlığı veya akıl hastalığına dayalı olmadığı da gözetilerek bozma ilamında belirtildiği gibi vesayet dosyası getirtilerek feragatin iptalini gerektirir bir irade bozukluğunun bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği, hâl böyle olunca mahkemece verilen direnme kararının gerekçesi genişletilmek suretiyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
37. Hâl böyle olunca yerel mahkemece feragat dilekçesinin geçersiz olduğunun tespiti ile davanın kabulüne dair verilen direnme kararı yerindedir.
38. Ne var ki, davalının sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konu hakkında gerekli inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.10.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Kişilik ve ehliyet kuralları 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 8 vd. maddelerde kişilik düzenlenmiş ve bu kapsamda olan ehliyet kurallarına yer verilmiştir. Bu hükümlere göre;
Her insanın hak ehliyeti vardır (md. 8/1). Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler (md. 8/2). Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir (md. 9/1). Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır (md. 10/1). Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir (md. 13/1). Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur (md. 14/1). Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukukî sonuç doğurmaz (md. 15/1). Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir (md. 16/1).
Hak ehliyeti fiil ehliyetinin medeni usul hukukundaki yansıması taraf ehliyeti ve fiil ehliyetidir. HMK 50. maddede taraf ehliyeti için medeni haklardan yararlanma ehliyeti, HMK 51. maddede ise dava ehliyeti için medeni hakları kullanma ehliyeti kuralları esas alınmak suretiyle bunlara TMK’nın ehliyet kuralları esas alınarak bir kapsam çizilmiştir. Dava ehliyeti dava açabilme yanında bir davadaki tüm usul işlemlerini gerek davacı gerekse davalı olarak yapabilme yetkisini içerir.
Anayasanın başlangıç kısmında her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmiştir.
Bunun yanında Anayasada bu girişe uygun biçimde temel hak ve hürriyetlerle ilgili düzenlemeler yer almaktadır Bu düzenlemelerin bazıları; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir (md. 10/1). Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar (md. 10/5). Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir (md. 17/1). Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz (md. 17/2). Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir (md. 12/1). Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir (md. 36/1) hükümleridir.
Gerek Medeni Kanunun ve gerekse Anayasanın bu hüküm ve kuralları insanlık onurunun korunması ilkesinin doğal bir sonucudur. İnsan onuru, hukuksal bakımdan genel fiil ehliyetini garanti eden bağımsız bir temel haktır. Bu sebepledir ki kanunu yorumlarken her şeyden önce insan onuru ile bağdaşmaz sonuçlardan kaçınmak zorunludur.
Yukarıda yer verilen kurallarda da görüldüğü üzere, sağır ve dilsizlik veya okuma yazma bilmemek bir ehliyetsizlik nedeni olarak görülmemiş, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını gerektiren bir neden olarak da sayılmamıştır. Sınırlayıcı bir yasa hükmü olmadıkça kişinin sağır ve dilsiz olması ya da okuma yazma bilmemesi bir ehliyetsizlik nedeni olarak görülemeyeceği gibi yaptıkları işlemlerin hukukî değer atfedilmeksizin geçersizliği sonucunu doğurmaz.
Sınırlayıcı veya koruyucu hüküm olarak Noterlik Kanununda yer alan; İlgili okuma ve yazma imkânına sahip değilse, hazır bulundurulacak iki tanık huzurunda maksadını notere beyan edeceği (md. 87/1), Noter, ilgilinin işitme, konuşma veya görme engelli olduğunu anlarsa, işlemlerin engellinin isteğine bağlı olmak üzere iki tanık huzurunda yapılacağı, ilgilinin işitme veya konuşma engelli olması ve yazı ile anlaşma imkânının da bulunmaması hâlinde, iki tanık ve yeminli tercüman bulundurulacağı (md. 73/1) düzenlemeleri, 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda yer alan; kendisine tebliğ yapılacak kimse imza edecek kadar yazı bilmez veya imza edemeyecek durumda bulunursa, komşularından bir kişi huzurunda sol elinin baş parmağı bastırılmak suretiyle tebliğ yapılacağı (md. 24/1) ve 6100 sayılı HMK’da yer alan; imza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukukî işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesinin, noterler tarafından düzenleme biçiminde oluşturulmasına bağlı olduğu (md. 206/1) düzenlemeleri örnek verilebilir.
Bu hükümler yasalarımızda sınırlı sayıda ve istisna niteliğinde yer almakta olup sınırlayıcı açık bir kanun hükmü olmadıkça okuma yazma bilmeyen ya da sağır dilsiz kişilerin iradelerini yansıtan işlemleri, hukuken sonuç doğuran geçerli işlemler olup yaptıkları işlemlere değer verilmesi gerekir. Aksine bir kabul okuma yazma bilen kişiler ile bilmeyen kişiler arasında, sağır ve dilsiz olan kişilerle olmayan kişiler arasında ayrım yapılmasına ve kişilere eşit davranılmamasına yol açacaktır. Bu eşitsizliğin diğer tarafı ise bu kişilerin yaptıkları hukukî işlemlerle bir hak elde eden kişilere de kanun hükümlerine uygun olmaksızın eşit davranılmamış olma sonucunun ortaya çıkmasıdır. Bu sonuçlar ise insanlık onurunun korunması ilkesiyle bağdaşmaz.
Sağır ve dilsiz ya da okuma yazma bilmeyen kimsenin imzalayıp mahkemeye verdiği dilekçeler geçerli işlemlerdir. Dilekçe ile davadan feragat edilmesi de geçerli işlemdir. Ancak feragat dilekçesi gerçek iradeyi yansıtmıyor ve irade bozukluğu varsa HMK 311/1. madde gereğince feragatin iptali istenebilir. İptalin ayrı bir dava açılarak istenmesi mümkün olduğu gibi aynı dava içinde de bunun ileri sürülmesi mümkündür. Bu şekilde bir iptal olmadıkça kişinin sağır veya dilsiz olması ya da okuma yazma bilmemesi feragatin geçersiz olduğu sonucuna varılmasını gerektirmez.
Davacıya vasi tayin edilmiş ise de vasi tayini talebi ve vasi tayini kararı feragat dilekçesinin verildiği tarihten sonradır. Davacının kısıtlanması kararı TMK 408. maddeye göre verilmiş olup bu maddede; yaşlılığı, engelliliği, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden her erginin kısıtlanmasını isteyebileceği hükmü bulunmaktadır. Bu kısıtlama sebebi akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedenine dayalı bir sebep değildir. Zira akıl zayıflığı TMK 405 maddede ayrı bir kısıtlama sebebi olarak gösterilmiştir. Ancak yine de bozma kararında da belirtildiği üzere vasi tayini dosyası getirtilip kısıtlamaya esas alınmış olan doktor raporu da incelenerek bu dosyayla birlikte feragatın iptalini gerektirir bir irade bozukluğu bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekirken doğrudan okuma yazma bilmeme ve sağır dilsiz olmaya sonuç bağlanarak feragatin geçersiz sayılması suretiyle sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Özel Dairenin bozma kararının gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme hükmünün bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan, direnme uygun bulunarak miktar incelemesi yapılmak üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Zeki GÖZÜTOK
Üye