KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

TALEP EDİLEN ZARAR MİKTARI, DAVALI TARAFIN VERECEĞİ BİLGİLER VE/VEYA TAHKİKAT İLE TESPİT EDİLEBİLECEK NİTELİKTE OLDUĞUNDAN BELİRSİZ ALACAK DAVASI AÇILABİLİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/11-577
Karar No       : 2025/32

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                          : 23.12.2020
SAYISI                          : 2020/306 E., 2020/880 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.05.2018 tarihli ve 2016/15068 Esas,
                                        2018/3806 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalılar vekillerinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (1086 sayılı Kanun) 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekili ve davalı şirket vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı vekili; müvekkili ile davalı şirket arasında toplamda sekiz adet bireysel emeklilik sözleşmesi imzalandığını, bu sözleşmelerden iki tanesinde katılımcı Hülya D. olup bu kişi adına müvekkilince katkı payı ödendiğini, diğer altı sözleşmede müvekkilinin katılımcı olduğunu, müvekkilince emeklilik fonları için yapılan aylık ödemeler neticesinde fonun 15.12.2011 tarihinde 1.751.160,00 TL’ye ulaştığını, anılan tarihte müvekkili ile davalı şirket çalışanı diğer davalı ile yapılan görüşme neticesinde müvekkilinin mevcut fonlarının tamamının büyüme amaçlı hisse senedi fonunda kalması, devam eden aylık katkı pay ödemelerinin ise karma likit fonunda değerlendirilmesi hususunda mutabık kalındığını, ancak müvekkilince yapılan araştırma neticesinde mutabakatın tam tersi işlem yapılarak müvekkilinin zarara uğratıldığını, 22.12.2011 tarihinde müvekkilinin izni ve onayı dışında tüm fonların karma likit fonuna aktarıldığını, 06.11.2012 tarihinde fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere yatırıma yönlendirilen miktarın 2.319.148,00 TL olması nazara alındığında müvekkilinin izni ve onayı dışında yapılan ve uzun süre fark edilmeyen fon değişikliği sebebiyle ciddi bir getiri kaybının söz konusu olduğunu, davalı şirketin özen yükümlülüğüne aykırı hareket ettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla müvekkilinin zararının tespit edilip belirsiz alacak olarak şimdilik 200.000,00 TL’nin en yüksek ticari temerrüt faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 05.04.2016 tarihli talep artırım dilekçesiyle talebini 782.722,89 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı Cevabı

5. Davalı şirket vekili; katılımcısının Hülya D. olduğu iki adet sözleşme yönünden husumet itirazında bulunarak davacının talimatlarına uygun şekilde işlem yapıldığını, her bir sözleşmeye ilişkin emeklilik planlarında yer alan parametrelerdeki değişikliklere dair hesap bildirim cetvellerinin ve yıllık hesap bildirim cetvellerinin davacının e-posta adreslerine gönderildiğini, tüm bilgilerin bu cetvellerde yer aldığını ve bu bilgiler sonrasında davacı tarafından herhangi bir talimat verilmediğini, bu sebeple müvekkilinin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı Gülsen C. vekili yasal süresinden sonra sunduğu cevap dilekçesinde; müvekkilinin davacının talimatlarına uygun hareket ettiğini, fon dağılımına dair bilgilerin usulüne uygun şekilde davacıya bildirildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı

7. İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.05.2016 tarihli ve 2013/242 Esas, 2016/486 Karar sayılı kararı ile; taraflar arasında çeşitli tarihlerde ve yenilenmek suretiyle sözleşmelerin akdedildiği, ancak aracı tarafından gerçekleştirilen işlemlere ilişkin olarak yapılan değerlendirme sonucunda şikayet dilekçesi ekinde yer alan anılan aracı tarafından elektronik ortamda gerçekleştirilmiş olan 13.01.2012, 02.02.2012 ve 03.04.2012 tarihli yazışmalarda kullanılan ifadelerden aracı tarafından katılımcı adına fon dağılım değişikliğinin yapıldığı, bu nedenle fon dağılımının aracı tarafından belirlenmesine ilişkin olarak yürütülen ilgili işlemin Bireysel Emeklilik Aracıları Hakkında Yönetmeliğe aykırı olduğu, davacının mevcut fonları büyüme amaçlı hisse senedi fonunda, katkı paylarının ise karma likit fonda değerlendirilmesini davalı şirketten talep ettiği, ancak davalı tarafın Hazine Müsteşarlığının 10.06.2013 yazısında da tespit edildiği üzere fonları davacının talebinin tam tersi işlemle değerlendirerek hatalı işlem yaptığı, bu hatadan kaynaklı olarak davacının zarara uğradığı, davacının mevcut birikimlerinin büyüme amaçlı hisse senedi fonunda, katkı paylarının ise karma likit fonda değerlendirilmesi talebi davalı tarafından dikkate alınıp bu talepteki gibi değerlendirilmiş olsaydı mevcut birikimler ile yatırılan katkı paylarının 10.01.2013 tarihli toplam değerinin 2.808.736,34 + 497.666.87 = 3.306.403,21 TL'ye ulaşmış olacağı, davacının mevcut birikimlerinin karma likit fonda, katkı paylarının ise büyüme amaçlı hisse senedi fonunda değerlendirilmesi ile davacının mevcut sözleşmelerinin 10.01.2013 tarihli toplam değerinin, 2.385.587,63 TL'ye ulaştığı, bu nedenle davacının talebinin aksine yapılan hatalı işlem ile davacının kazanç kaybı ve zararının 782.722,89 TL olarak belirlendiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Birinci Bozma Kararı

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.05.2018 tarihli ve 2016/15068 Esas, 2018/3806 Karar sayılı kararı ile; “… 1- 6100 sayılı HMK'nin 114. maddesi uyarınca, aktif husumet ehliyeti dava şartı olup, aynı Kanunun 115. maddesi uyarınca, dava şartı noksanlığını taraflar her zaman ileri sürebilecekleri gibi, mahkemelerin de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının mevcut olup olmadığını araştırması gerekir.

Somut olayda davacı vekili, müvekkili ile davalı şirket arasında altı adet müvekkilinin katılımcı olduğu, iki adet de adet Hülya D.'in katılımcı olduğu bireysel emeklilik sözleşmesi imzalandığını, müvekkilinin Hülya D.'in katılımcı olduğu bireysel emeklilik sözleşmelerinde katılımcı hesabına katkı payı ödeyen kişi olduğunu ileri sürerek bu sözleşmeler nedeniyle uğradığı zararın tahsilini istemiştir. Dava konusu iki adet sözleşmenin katılımcısının dava dışı Hülya D. olduğu anlaşılmaktadır.

4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu’nun 2. maddesinde katılımcı, emeklilik sözleşmesine kendi ad ve hesabına taraf olan gerçek kişi olarak tanımlanmıştır. Aynı yasanın 5. maddesinde katılımcının hak ve yükümlülükleri düzenlenmiştir. Bu kanuna dayalı olarak çıkartılan Yönetmeliğin hakların kullanımı başlıklı 13. maddesinde; bireysel emeklilik sözleşmesinde, sözleşmeden doğan haklar kural olarak katılımcı tarafından kullanılacağı, bu sözleşmelerde, sistemden ayrılma ve emeklilik hakkı hariç diğer hakların katılımcı ad ve hesabına katkı payı ödeyen kişiler tarafından kullanılmasının kararlaştırılabileceği düzenlenmiştir. Ancak katılımcısının Hülya D. olduğu dava konusu bireysel emeklilik sözleşmelerinde katılımcının haklarının katkı payı ödeyen kişi tarafından kullanılmasına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, mahkemece, katılımcısının Hülya D. olduğu dava konusu iki adet bireysel emeklilik sözleşmelerine yönelik davada davacının aktif dava ehliyetine sahip olmadığı nazara alınarak karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

2- Dava, taraflar arasında düzenlenen bireysel emeklilik sözleşmelerine dayalı olarak talimata aykırı fon alımı yapıldığı iddiasıyla uğranılan zararın tahsili istemine ilişkin belirsiz alacak davası olup, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Ancak, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesi; "(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." hükmünü içermektedir.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna yada objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir. Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir.

6100 sayılı HMK ile birlikte, belirsiz alacak davası açma imkanı tanınmak suretiyle belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı da sınırlandırılmıştır. Zaman zaman, 6100 sayılı HMK ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davası, zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; davacı taraf, mevcut birikimlerinin büyüme amaçlı hisse senedi fonunda, katkı paylarının ise karma likit fonda değerlendirilmesini istemesine rağmen davalı tarafından tam tersi işlemle davacının mevcut birikimlerinin karma likit fonda, katkı paylarının ise büyüme amaçlı hisse senedi fonunda değerlendirilmiştir. Davacı, talimata aykırı işlem sonucu uğradığı zararın tazminini istemiştir. O halde davacının birikiminin ulaştığı miktar ile talimata uygun işlem yapılmış olsaydı birikimlerin ulaşacağı miktar arasındaki kazanç kaybı davacının zararını oluşturmaktadır. Bu durumda uyuşmazlık belirlenebilir nitelikte bulunmaktadır.

Bu itibarla, mahkemece, davacının katılımcı olduğu dava konusu bireysel emeklilik sözleşmeleri yönünden davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olmadığı kabul edilerek hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulmasına karar verilmiştir…” şeklindeki gerekçeyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı

10. İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 23.12.2020 tarihli ve 2020/306 Esas, 2020/880 Karar sayılı kararı ile önceki gerekçeye ilâveten; somut olayda davalı sigorta şirketinin ancak mahkeme kararı ile verdiği bilgi ve belgeler üzerinde birden çok bilirkişi incelemesi yapılarak uyuşmazlık konusunun miktar olarak belirlenebildiği, gelir kaybının ancak yargılama sonucunda tespit edilebildiği, davacının davalı taraf ile olan hukuki ilişkiyi dava dilekçesinde maddi olgularla birlikte ortaya koyduğu, alacağının belirsiz olduğunu somutlaştırdığı, dürüstlük kuralına uyarak uygun bir şekilde geçici talep sonucunu dava dilekçesinde gösterdiği, dava konusu edilen sekiz adet bireysel emeklilik sözleşmesinin ikisinde de dava dışı Hülya D.'in katılımcı olduğu, katılımcının haklarının katkı payı ödeyen davacı tarafından kullanılamayacağı dava konusu edilen E-490247 ve E-9040070 numaralı sözleşmeler yönünden davacının aktif dava ehliyetinin olmadığı, dava konusu edilen diğer bireysel emeklilik sözleşmeleri yönünden uyuşmazlığa konu alacağın miktarının tam ve kesin olarak davacı tarafından belirlenemeyeceği, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değeri belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği gerekçesiyle bozma kararına kısmen direnilmesine, E-490247 ve E-9040070 numaralı sözleşmelere ilişkin 157.336,00 TL'nin tahsiline ilişkin davanın aktif husumet yokluğu nedeniyle reddine, aşan istemin kabulü ile 625.356,00 TL'nin 22.03.2013 tarihinden itibaren değişen ve değişecek yasal faiz oranları uygulanmak suretiyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

11. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesinde belirsiz alacak davası olarak açılan eldeki davada taraflar arasında düzenlenen bireysel emeklilik sözleşmelerine dayalı olarak talimata aykırı fon alımı yapıldığı iddiasıyla talep edilen tazminat alacağının belirsiz alacak olarak kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak işbu davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. Anılan hüküm "1- Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2- Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3- Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklinde düzenlenmiş olup 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile 107. maddenin ikinci fıkrası değiştirilmiş, üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca maddenin başlığı “Belirsiz alacak ve tespit davası” iken “Belirsiz alacak davası” olarak değiştirilmiştir.

15. Daha sonra 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişikliğe uğrayan HMK’nın 107. maddesi; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir

(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.

(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)” şeklini almıştır.

16. Buna göre belirsiz alacak davası davanın açıldığı tarihte alacağın tutarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği ya da bunun olanaksız olduğu durumlarda, alacaklının, hukuksal ilişkiyi ve en az bir tutar ya da değeri belirterek açabileceği dava olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.1., s. 148).

17. Hükümet tasarısında yer almayan belirsiz alacak davasını düzenleyen 107. madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

18. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

19. Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.

20. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

i. Davacının kendisinden beklenememesi,

ii. Bunun olanaksız olması,

iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

21. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2021 tarihli, 2021/(22)9-629 Esas, 2021/1334 Karar ile 24.05.2022 tarihli ve 2019/10(21)-592 Esas, 2022/706 Karar sayılı kararlarında da aynı hususlara işaret edilmiştir.

22. Belirsiz alacak davasının düzenlenme nedeni, davacının dava açarken alacağının tümü için dava açmak istediği hâlde, alacağının miktarını belirlemesi imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olmasıdır. Davacının belirsiz alacak davası açarken amacı alacağının tümünü dava etmek ve tümü hakkında karar verilmesini sağlamaktır. Kısmi dava açmakta olduğu gibi alacağının bir kısmını dava etmek değildir. Dava dilekçesinde belirttiği talep sonucu da geçicidir, dava açarken asıl amacı alacağının belirlenir belirlenmez bu miktar üzerinden karara bağlanmasıdır. Belirsiz alacak davasında davacıya alacağını belirlemesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olduğu istisnai bir durumda böyle bir dava açma olanağı tanınmıştır. Kanun koyucu alacağın belirlenmesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek durumda olması hâlinde belirsiz alacak davası açma imkânı tanıdığına göre böyle bir davanın sonuçlarının da amaca uygun olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle talep sonucu hangi tarihte kesin olarak belirtilirse belirtilsin, dava açıldığı tarihte kesin talep sonucu miktarınca zamanaşımı süresi kesilmiş sayılmalıdır (Hakan Pekcanıtez: Belirsiz Alacak Davası (HMK md.107), Ankara 2011, s. 59).

23. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tarafından talimata aykırı fon alım işlemleri neticesinde oluşan zararın talep edildiği, mahkemece yapılan inceleme kapsamında talep edilen zararın davacının talimatına uygun işlem yapılması durumunda portföyün ulaşabileceği değer ile davacının talimatına aykırı işlem yapılması neticesinde portföyün ulaşmış olduğu değer arasındaki farka dayalı olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.

24. Her ne kadar bozma ilâmında taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan miktarın belirlenebilir nitelikte olduğu kabul edilmiş ise de; yargılama sırasında talep edilen zarar miktarının tespiti için davalı şirket nezdindeki bilgi ve belgelere ihtiyaç duyulmakla anılan evrakın mahkemece temini sonrası yapılan bilirkişi incelemeleri neticesinde davacı zararı belirlenebilmiştir.

25. Bu kapsamda dava ile talep edilen zarar miktarı, davalı tarafın vereceği bilgiler ve/veya tahkikat ile tespit edilebilecek niteliktedir. Bu sebeple davacı tarafın, dava tarihinde uğranıldığı iddia olunan zararın miktar ve değerini tam ve kesin olarak belirleyebileceği söylenemez. Buradan hareketle işbu dava ile talep edilen tazminat/alacak miktarı belirsiz alacak niteliğindedir Dolayısıyla davacı tarafından HMK’nın 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar mevcuttur.

26. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; talep edilen tazminatın/alacağın niteliği itibariyle belirlenebilir olduğu, belirsiz alacağın söz konusu olmadığı, bu sebeple belirsiz alacak davası açmada hukuki yarar bulunmadığından direnme kararının bozma ilâmında gösterilen gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

27. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.

28. Ne var ki, Özel Dairece davacı vekilinin uyma kararı verilen kısma, davalılar vekillerinin ise uyuşmazlık kapsamı dışında kalan diğer kısımlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Direnme uygun bulunduğundan davacı vekilinin uyulan kısma yönelik, davalılar vekillerinin ise uyuşmazlık kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi gereğince kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

12.02.2025 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 23’ü DİRENME UYGUN DAİREYE, 2’si ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : “Uyuşmazlık konusu istemler için karşı tarafın bilgi ve belgelerine ihtiyaç olduğundan belirsiz alacak davası açılabilir” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06 Temmuz 2021, 27 Ocak 2022 ve 10 Mart 2022 tarihli kararları için bkz.

https://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/uyusmazlik-konusu-istemler-icin-karsi-tarafin-bilgi-ve-belgelerine-ihtiyac-oldugundan-belirsiz-alacak-davasi-acilabilir