KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

YIKIM İSTEKLERİNDE TÜM PAYDAŞLARIN DAVADA YER ALMASI GEREKİRSE DE SOMUT OLAYDA TARAFLAR DIŞINDA DİĞER MÂLİKLERİN HAK İDDİASI BULUNMADIĞINDAN DAVAYA DÂHİL EDİLMELERİNE GEREK YOKTUR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/7-1070
Karar No       : 2025/84

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 22.02.2023
SAYISI                          : 2022/3407 E., 2023/382 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 20.09.2022 tarihli ve 2021/7450 Esas,
                                        2022/5331 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki asıl davada zilyetlik hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, karşı davada elatmanın önlenmesi ve kal istemlerinden dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü karar verilmiştir.

Kararın davacı-karşı davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, karar gerekçesi düzeltilerek istinaf kanun yolu başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından karşı dava yönünden Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı-karşı davalı; İstanbul ili, Üsküdar ilçesi, Çengelköy Mahallesinde bulunan dava konusu 1.38 ada 49 parsel sayılı taşınmazın zilyetliklerinde olan kısmının babaları Süleyman Türker'den çocukları olarak kendilerine intikal ettiğini, bu yerin 1941 yılından beri zilyetliklerinde olduğunu, davalının kadastro geçtiği sırada bu yeri kendi üzerine yazdırdığını ileri sürerek, zilyetliklerinde olan 515 m2 yerin tapusunun iptali ile Süleyman Türker mirasçıları olarak adlarına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP VE KARŞI DAVA

Davalı-karşı davacılar vekili; dava konusu taşınmazın muris Mustafa K.'dan yasal mirasçıları olan müvekkillerine intikal ettiğini, taşınmazın davacı tarafından işgal edildiğini, davacı ile muris Mustafa ve müvekkilleri arasında haksız kullanımı haklı kılacak hiçbir hukuki ilişkinin söz konusu olmadığını, TMK'nın 713/2. maddesi koşullarının da oluşmadığını, öncelikle olağanüstü zamanaşımı şartlarının oluşmaması nedeniyle tapu iptali ve tescil istemli davanın reddine, davacının taşınmaz üzerindeki haksız müdahalesinin önlenmesine, bina mevcut olduğundan yıkımına karar verilmesini talep etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 30.11.2017 tarihli ve 2015/55 Esas, 2017/493 Karar sayılı kararı ile; asıl davanın TMK'nın 713/2 maddesine dayalı tapu iptali ve tescil, karşı davanın ise el atmanın önlenmesi ve yıkım istemine ilişkin olduğu, TMK'nın 713/2. fıkrasında yer alan “ölmüş ya da” ibaresinin Anayasa Mahkemesi’nin 17.03.2011 tarihli ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptal edildiği ve sözü geçen ibareye ilişkin hükmün 17.03.2011 tarihi itibarıyla yürürlüğünün durdurulduğu, tapu kayıt maliki Mustafa K.'ın öldüğü 06.02.1992 tarihinden söz konusu yürürlüğün durdurulma tarihine kadar yirmi yıllık sürenin dolmadığı, dolayısıyla kazandırıcı zamanaşımı şartlarının oluşmadığı; davalı-karşı davacıların ise taşınmazın müşterek maliklerden oldukları, 17.05.2017 tarihli bilirkişi raporuna ekli krokide (A) ve (C) harfleri ile gösterilen kısımların 1.38 ada 49 parsel sayılı taşınmaz çapında kaldığı ve bu yerlerin davacı-karşı davalı tarafından kullanıldığının belirlendiği gerekçesiyle asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile 1.38 ada 49 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişileri tarafından düzenlenen 17.05.2017 tarihli rapora ekli krokide (A) ve (C) harfleri ile gösterilen kısımlarına davacı-karşı davalı tarafından yapılan haksız el atmanın önlenmesine, (A) harfi ile gösterilen kısımdaki yapının yıkılmasına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı-karşı davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2. Bölge Adliye Mahkemesinin 21.02.2019 tarihli ve 2019/167 Esas, 2019/215 Karar sayılı kararı ile; davacının muristen intikal ve ekmeli zilyetlik hukuksal nedenine dayandığı, kadastro tutanağının kesinleştiği 29.10.1957 tarihi ile dava tarihi olan 09.02.2015 tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olması nedeniyle tapu iptali ve tescil istemli davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken yanılgı ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değilse de verilen ret kararının sonucu itibariyle doğru olduğu gerekçesiyle davacı-karşı davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf itirazlarının yerinde olmadığı; karşı dava yönünden ise paylı mülkiyete konu bir taşınmazda maliklerden her birinin müşterek mülkiyete konu taşınmaza el atılması hâlinde bu el atmanın önlenmesini tek başına istemesi mümkün ise de eldeki davada yıkım isteminin de bulunduğu, buna karşın yıkımı talep edilen yapının ana nüvesinin davaya konu parsel üzerinde bulunup yapıda ve arsada hak iddia edenin davada taraf olduğu nazara alındığında, taşınmazın diğer paydaşlarının davaya dahil edilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın gerekçesi düzeltilmek suretiyle davacı-karşı davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı-karşı davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2.Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Davalı-karşı davacılar, karşı davalarında, İstanbul ili, Üsküdar ilçesi, Çengelköy Mahallesinde bulunan 1.38 ada 49 parsele ilişkin elatmanın önlenmesi isteği yanında yıkım isteğinde de bulunmuş olup binanın yıkımına karar verildiği takdirde İstanbul ili, Üsküdar ilçesi, Çengelköy Mahallesinde bulunan 1.38 ada 49 parselin dava dışı kayıt maliki paydaşlarının hukukunun olumsuz etkilenebileceği ve telafisi imkansız zararlar doğabileceği de düşünülmelidir.

Türk Medeni Kanununun 693/son maddesi hükmü uyarınca paydaşlardan her biri bölünemeyen ortak menfaatlerin korumasını diğer paydaşları temsilen sağlayabilir. Diğer bir deyişle bir veya birkaç paydaşın el atmanın önlenmesi davalarında diğer paydaşları temsile yetkili bulunduğu açık ise de yıkım davaları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Şayet taşınmaz üzerinde yıkımı fahiş zarar doğurucu ve kalıcı nitelikte bir yapılaşma mevcut ise o takdirde taşınmazın tüm paydaşlarının davada yer almaları gerekir. Bir diğer deyişle; yıkım istekli davalarda, yıkılması istenen ve mütemmim cüz'i niteliği taşıyan binanın, ana nüvesinin yer aldığı taşınmaz maliklerinin tümünün davada yer alması gerekir.

Mahkemece, yapılacak keşif neticesinde yapılan muhtesatın yıkımının fahiş zarar doğurucu nitelikte bulunmadığı başka bir ifade ile TMK 684 maddesinde öngörüldüğü üzere mütemmim cüz'i vasfında olmayıp da aynı Yasanın 728. maddesinde belirtilen kalıcı olmaksızın yapılan kulübe, büfe, çardak, baraka ve benzeri hafif yapılar olduğunun saptanması halinde yapılar teferruat niteliğinde olup, T.M.K.'nun 684.maddesi kapsamına girmeyeceğinden ve yapının mülkiyetine tabi olacağı bu nedenle de dava dışı paydaşlara davada yer verilmesinin gerekmeyeceği tabiidir.

O halde, mahkemece keşif yapılarak yıkım isteğine konu olan yapının niteliğinin duraksamaya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi, mütemmim cüz'i durumunda olduğunun saptanması halinde İstanbul ili, Üsküdar ilçesi, Çengelköy Mahallesine bulunan 1.38 ada 49 parselin dava dışı diğer paydaşlarının da davada yer almaları gereğinin düşünülmesi gerekmektedir. Taraf teşkili sağlanmadan yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

Kabule göre de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-b.2 maddesine göre, istinaf yolu ile yapılacak inceleme sonucunda bölge adliye mahkemesince, ilk derece mahkemesinin yaptığı yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında duruşma yapılmadan karar verilmelidir.

Somut olayda, ilk derece mahkemesince asıl dava, Türk Medeni Kanununun 713/2. maddesi uyarınca tapuya kayıtlı taşınmazın olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilerek yasal koşulların oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiş; bölge adliye mahkemesince asıl dava, tespit öncesi muristen intikal, eklemeli zilyetlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilerek davanın hak düşürücü süre yönünden reddi gerektiği gerekçesiyle asıl davanın reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince, açıklanan nedenle ilk derece mahkemesi kararının gerekçesi düzeltilerek davacı vekilinin istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiş ise de verilen karar hatalıdır.

Bölge Adliye Mahkemesince, ilk derece mahkemesi kararının gerekçesinin değiştirilmesi durumunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1.b-2 maddesi uyarınca, gerekçe düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmesi gerekmekte iken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuş, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak TMK'nın 693/son maddesi hükmü içeriği ile yıkım talebine konu taşınmazın niteliği ve yıkımı talep edilen yapının ana nüvesinin davaya konu parsel üzerinde bulunup yapıda ve arsada hak iddia edenin davada taraf olduğu nazara alındığında, taşınmazın diğer paydaşlarının davaya dahil edilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabetsizlik görülmediği, ayrıca davalı-karşı davacı paydaşların dava konusu parselin sair şagillerine yönelttikleri el atmanın önlenmesi ve yıkım istekli bir kısım davanın da aynı şekilde kabul edildiği gerekçesiyle asıl dava bakımından bozma gereklerine uyularak yeniden esas hakkında hüküm kurulmuş, karşı dava bakımından ise bozma ilâmına direnilmesine karar verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı-karşı davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı-karşı davalı vekili temyiz dilekçesinde; asıl dava yönünden keşif ve bilirkişi raporunun hukuka uygun olmadığını, kadastro zabıt kayıtlarının hileli olduğunu, karşı dava yönünden ise davacının işgalci olmadığını, dava konusu taşınmazın Hazineye ait olduğunu, eksik araştırma ile karar verildiğini ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık karşı davaya ilişkin olup; somut olayda yıkılması talep edilen yapının niteliğinin belirlenmesi bakımından mahalinde keşif yapılarak, mütemmim cüz olduğunun anlaşılması hâlinde binanın ana nüvesinin yer aldığı taşınmaz maliklerinin tümünün davada taraf sıfatıyla yer almasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 684, 688, 693, 713 ve 728. maddeleri,

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin kısaca açıklanmasında yarar vardır.

2. Bilindiği üzere 4721 sayılı Kanun'un "Taşınmaz mülkiyetinin içeriği" başlıklı 718. maddesine göre, arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer. Buna göre bir arazinin mülkiyeti, o arazide bulunan yapıları da kapsar. Bu hükmün ele aldığı prensip, “üst toprağa tabidir” şeklinde ifade edilmektedir. 4721 sayılı Kanun’un 718/2. fıkrasında yapılarla ilgili temel prensip bu şekilde açıklanmış ise de arazi mülkiyeti kapsamına giren yapıdan ne anlaşılması gerektiği belirtilmemiştir. Buna karşın 728. maddede taşınır mal hükümlerine tabi olan yapılar düzenlenmiş ve başkasının arazisi üzerinde kalıcı olması amaçlanmaksızın yapılan kulübe, büfe, çardak, baraka ve benzeri hafif yapıların, bunların malikine ait olacağı ifade edilmiştir. Görüleceği gibi kalıcı olarak toprağa bağlanmamış, sürekli kalması amaçlanmayan, basit ve hafif yapılar taşınır niteliğinde olup, bu yapılar taşınır mülkiyetine tabidir. Kanun'un 718/2. fıkrasında arazi mülkiyetinin kapsamına dahil olduğu belirtilen yapılar ise taşınır yapı dışında kalan, kalıcı ve sürekli olması amacıyla inşa edilen yapılardır. Bu unsurlar, muhdesatı taşınır yapı ve taşınır bitkilerden ayırır. Kara parçasına süreklilik amaçlanarak inşa edilmiş ve arazi ile sıkı şekilde birleşmiş bu türdeki yapılar arazinin bütünleyici parçası (mütemmim cüz'ü) sayılmaktadır.

3. 4721 sayılı Kanun’un 684/1. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı hüküm altına alınmıştır. Bu durumda asıl şey üzerinde kurulan mülkiyet hakkının o şeyin bütünleyici parçalarını da kapsayacağı açıktır. Başka bir anlatımla, tapuda başkası adına kayıtlı bir taşınmaz üzerine bütünleyici parça niteliğinde yapı inşa edilmesi durumunda muhdesatın ayrı, zeminin ise ayrı bir şekilde ikili mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Şüphesiz ki müşterek mülkiyet hükümlerine tabi bir arsa üzerine inşa edilen bina da arza tabi olup, mülkiyeti arsa paydaşlarına aittir.

4. Somut olayda bozma kararının kapsamı uyarınca yıkımı talep edilen yapının bütünleyici parça niteliğinde olup olmadığının tespiti önem taşımaktadır. Bu açıdan bir sonuca ulaşmak için ilk derece mahkemesince yapılan keşif sonucu inşaat mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen 29.05.2017 tarihli rapor içeriğinin kısaca açıklanmasında yarar bulunmaktadır. Bahsi geçen raporda, bodrum+zemin+birinci kat olmak üzere üç kat şeklinde inşa edilen yapının betonarme bina olduğu, bodrum ve zemin katın konut olarak kullanıldığı, birinci katın ise sadece betonarme kolon, kiriş ve tabliyesinin mevcut olduğu, ahşap oturtma şeklinde bir çatı yapımına başlanmış ise de yarım kaldığı, binanın sokak cepheli olduğu tespit edilmiştir. Dava konusu yapının uzman bilirkişi tarafından belirlenen bu özellikleri yukarıdaki açıklamalar ile birlikte değerlendirildiğinde, binanın kulübe, büfe, çardak gibi basit ve hafif yapı niteliğinde olmayıp, aksine süreklilik amaçlanarak inşa edildiği ve arsa ile sıkı şekilde birleştiği açıktır. Dolayısıyla hukuki vasfının tamamlayıcı parça (mütemmim cüz) niteliğinde olduğu keşif raporuyla açıkça anlaşılan yapı bakımından yeniden keşif yapılmasına bir ihtiyaç bulunmamaktadır.

 5. Gelinen aşamada yıkımı istenen dava konusu yapıya ait mülkiyetin arzın mülkiyetine tabi olduğu, arsa vasfındaki ana taşınmazın ise paylı mülkiyet hükümleri uyarınca çok sayıda paydaş adına kayıtlı bulunduğu kuşkusuzdur.

6. 4721 sayılı Kanun'un 688. maddesinde düzenlenen paylı (müşterek) mülkiyet; birden çok kimsenin maddi olarak bütün oluşturan bir şeyin tamamına belli paylarla malik olmalarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 908). Bu tanıma göre paylı mülkiyetin söz konusu olabilmesi için birden fazla kişinin bir mal üzerinde paylı malik bulunması ve bu malın malikleri arasında maddi olarak paylaşılmamış olması gerekir.

7. Paylı mülkiyette, mülkiyet hakkına sahip birden ziyade kişi olmasına rağmen, belirlilik ilkesi gereğince eşya üzerinde tek bir mülkiyet hakkı mevcut bulunur. Eşya üzerindeki bu tek mülkiyet hakkı malikler arasında paylı mülkiyet birliği meydana getirir. Her paydaş mülkiyet hakkının belirli bir payına sahip olur. Paylı mülkiyet hukuki işlem, yetkili idari makamın işlemi, mahkeme kararı veya kanun gereği meydana gelebilir.

8. Hemen belirtilmelidir ki; paylı mülkiyet söz konusu olduğu takdirde 4721 sayılı Kanun'un 688/3. maddesine göre her bir paydaş kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olduğundan her paydaşın mülkiyetin sağladığı yetkilerden birisi olan el atmanın önlenmesi davasını açması mümkündür. Bir paydaşın kendi payı oranında el atmanın önlenmesi davasını açması mümkün olduğu gibi Kanun'un 693/3. maddesinde paydaşlardan her birine, bölünemeyen ortak menfaatlerin korunmasını diğer paydaşları temsilen isteme yetkisi verildiğinden, müşterek malın tamamı hakkında el atmanın önlenmesi davası açması da mümkündür. Ancak somut olayda olduğu gibi özel bir durum olarak haksız yapı bulunması ve yıkım istenmesi hâlinde taşınmazın bütünleyici parçası hâline gelen yapı üzerinde bütün paydaşlar hisseleri oranında mülkiyet hakkı sahibi olacaklarından, bu yapının yıkımı için açılacak davada kural olarak tüm paydaşların taraf olmaları gerekir.

9. Ne var ki, ülkemizde sosyal ve ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve iş yeri ihtiyacı nedeniyle izinsiz, ruhsatsız, resmi kayıtlara bağlanmayan hızlı bir yapılaşmanın yaşandığı, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmi ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerinde büyük yerleşim alanlarının oluşturulduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle yüz ölçümü büyük ve çok sayıda paydaşı bulunan bu gibi taşınmazlarda, tüm maliklerin yıkım istekli davayı birlikte açmasını gerekli kılan kural, çoğu zaman uyuşmazlıkları çözümsüzlüğe terk etme sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle uygulamada, paylı mülkiyete tabi bir taşınmazda paydaşların kullanımına bırakılan kısımları belirleyen bir anlaşma ya da fiili bir kullanım şekli oluşmuş ve yıkımı istenen yapının yer aldığı bölümde davacı paydaş ya da paydaşlar dışında diğer maliklerin hak iddiası bulunmuyor ise ortaya çıkan uyuşmazlıklara hak ve adalete uygun bir çözüm bulunabilmesi için sadece hak iddiasında bulunan paydaş veya paydaşlar tarafından dava açılması yeterli görülmekte ve böylesi bir durumun usul ekonomisi ilkesine de daha uygun düşeceği kabul edilmektedir.

10. Tüm bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde; kayden çok sayıda paydaşı bulunan dava konusu taşınmazın 5.730 m2 büyüklüğünde olduğu, mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen fen bilirkişi raporuyla parsel üzerinde muhtelif büyüklükte ve birden çok katlı gecekondu tipi binaların ve yapılaşmanın bulunduğu, davacı-karşı davalı Burhan Türker tarafından dava konusu edilen bölümün bina ve bahçeden oluştuğu, küçük bir kısmının dava dışı aynı ada 48 parselde kaldığı, 121,19 m2 taban oturumlu üç katlı natamam binanın mevcut olduğu anlaşılmaktadır.

11. El atmanın önlenmesi ve yıkım istekli davaların dayanılan hakkın bulunduğu taşınmaza haklı ve geçerli bir neden olmaksızın elatan kişiler ile yıkım kararı verilmesi hâlinde bu karardan hakları etkilenecek kişilere yöneltilerek açılması gerektiği kuşkusuzdur. Diğer taraftan, yıkım istekli davalarda tüm paydaşların davada yer almaları gerekir ise de yukarıda açıklanan dosya kapsamı ve somut olayın özelliği gereği dava konusu taşınmaz üzerinde fiili bir kullanım şekli ve tüm parseli kapsayan bir yapılaşmanın oluştuğu, davalı-karşı davacıların mülkiyet hakkına dayalı olarak açtıkları ve yıkımı istenen yapının bulunduğu kısımda karşı davacılar dışında diğer maliklerin hak iddiası bulunmadığından, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından eldeki davada verilecek kararın diğer paydaşların haklarını etkilemeyeceği sonucuna varılmış ve bu nedenle direnme kararı yerinde bulunmuştur.

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; yıkım istekli davalarda tüm paydaşların davada yer almalarının gerektiği, somut olayın özelliği gereği bu ilkenin uygulanmamasını haklı kılacak bir durumun olmadığı, bu nedenle direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçelerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

13. Direnme kararı uygun olmakla birlikte bozma nedenine göre Özel Dairece incelenmeyen davacı-karşı davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Direnme uygun olup davacı-karşı davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

26.02.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 18’i DİRENME UYGUN DAİREYE, 7’si ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.