KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

ADLİ TIP İHTİSAS KURULUNUN RAPORLARI ARASINDA ÇELİŞKİNİN BULUNMASI DURUMUNDA ADLİ TIP ÜST KURULUNDAN RAPOR ALINMASI GEREKİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-747
Karar No       : 2023/1080

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Silifke 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 14.10.2021
SAYISI                          : 2021/172 E., 2021/331 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.06.2021 tarihli ve 2021/1589 Esas,
                                         2021/3329 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın aktif husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; müvekkilinin babası Sadık Ç. hakkında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 4. İhtisas Kurulunun 03.03.1986 tarihli raporu ile zeka geriliğine bağlı davranma ve düşünme bozukluğu teşhisi konulduğunu, bunun üzerine Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas, 431 Karar sayılı kararı ile Sadık Ç.’nin babası Emir Ali Ç.’nin vasi olarak tayin edildiğini, Sayağzı Mahallesi 8.9 ada 1 ve 3 parsel ile 850 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar babası adına kayıtlı iken 15.11.2011 tarihinde babasının kardeşi davalı Hüseyin Ç. tarafından vasinin bilgisi dışında, satışa izin kararı olmaksızın ve tapuda herhangi bir bedel ödenmeksizin satın alındığını, davalının, müvekkilinin babasının akıl hastası olduğunu ve vesayet altında olduğunu bilmemesinin mümkün olmadığını, müvekkilinin satış işleminden yeni vasi tayini işlemlerinin başlaması üzerine haberdar olduğunu ileri sürerek, davalı adına kayıtlı Mersin ili Silifke ilçesi Sayağzı Mahallesi 8.9 ada 1 ve 3 parsel ile 850 ada 1 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkilinin babası Sadık Ç. adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı cevap dilekçesinde; davacının babası Sadık Ç.’ye vasi olarak atanan babası Emir Ali Ç.’nin 2002 yılında ölmesi ile vasilik kararının son bulması üzerine Sadık Ç.’nin tüm işlemlerini kendisinin yaptığını, davacının bu hususlarda bilgisi olmasına rağmen ve aradan 15 yıl geçtikten sonra babasının akıl sağlığının yerinde olmadığı iddiası ile vasi atanmasını talep ettiğini, 12.04.2017 tarihinde alınan rapor ile Sadık Ç.’ye hafif derecede mental retardasyon teşhisi konularak hukuki işlem ehliyetine sahip olduğunun belirtildiğini, bu rapora göre Silifke Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 22.06.2017 tarihli ek karar ile davacının vasi tayini talebinin reddedildiğini, Silifke Ağır Ceza Mahkemesinin 1985/17 Esas sayılı dosyasında alınan raporun geçerliliğinin kalmadığını, Sadık Ç.’nin kendisine sorulan soruları açıklıkla yanıtlayarak satış işlemini bizzat gerçekleştirdiğini, Sadık Ç.’nin akıl sağlığının yerinde olup sağ olduğunu, iki kez evlendiğini, askerliğini dahi tam olarak yaptığını, davacının Sadık Ç.’nin vasisi olmadığından davanın hukuki dayanağının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 08.01.2019 tarihli ve 2017/155 Esas, 2019/4 Karar sayılı kararı ile; davacı vekiline ait vekâletnamede vekil edenin yalnızca Hakan Ç. olduğu, somut olayda davacının dava tarihinden önceki bir dönemde maliki olmadığı dava konusu taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile dava dışı Sadık Ç. adına tescilinin talep edildiği, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasında verilen Sadık Ç. hakkındaki vesayet kararının kaldırılmasına dair 22.06.2017 tarihli ek karara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 04.12.2017 tarihli ve 2017/1028 Esas, 2017/1152 Karar sayılı kararı ile ek kararın kaldırıldığı, Bölge Adliye Mahkemesi kararı doğrultusunda yeniden yapılan yargılamada alınan 30.11.2018 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda ''...Sadık Ç.'nin halihazır durumu ile fiili ehliyetine haiz olduğu, kendisine vasi veya yasal danışman tayinine mahal olmadığı'' şeklinde görüş bildirildiği, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasının karar tarihi itibarıyla derdest olduğu ve Sadık Ç.'ye vasi atanmadığı, dava ve karar tarihi itibarıyla Sadık Ç.'nin yasal temsilcisi olmayan davacının aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 04.07.2019 tarihli ve 2019/646 Esas, 2019/772 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının babası 1954 doğumlu Sadık Ç.’nin Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasından alınan 03.03.1986 tarihli Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesi raporuna göre zeka geriliğinden kaynaklı düşünce bozukluğu sebebiyle cezai ehliyeti olmadığından 18.06.1986 tarihinde kısıtlanarak babası Emir Ali’nin vasi olarak atandığı, vasinin 31.12.2001 tarihinde öldüğü, Sadık’ın bizzat 15.11.2011 tarihinde adına kayıtlı üç parça taşınmazı davalı Hüseyin’e sattığı, davacı Hakan’ın 22.03.2017 tarihinde vasi olarak atanmak için sulh hukuk mahkemesine talepte bulunduğu, mahkemece Silifke Devlet Hastanesinden alınan heyet raporunda Sadık’a vasi tayini gerekmediği yönünde görüş bildirildiği, 25.04.2017’de eldeki davanın açıldığı, 22.06.2017 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasında verilen vesayet kararının kaldırıldığı, istinaf başvurusu üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 6.Hukuk Dairesi tarafından vesayete ilişkin olarak alınan raporlar arasında çelişki bulunduğundan bahisle eksik inceleme nedeniyle gönderme kararı verildiği, yerel mahkemece Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınan rapora göre Sadık’ın fiil ehliyetini haiz olduğu ve vasi tayini gerekmediğinin bildirildiği, bunun üzerine vesayet kararının kaldırılmasına karar verildiği, davacının istinaf başvurusunun ise kesin olarak esastan reddedildiği ve Sadık’ın halen sağ olduğu anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırma-malıdır. (Arslan, Ramazan; aktaran: Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII) Hukuk Genel Kurulu'nun 26.04.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K.sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir. (Rechts-schutzbedürfnis) Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır. Öte yandan, bu hukuksal yararın, “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135)

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1.fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır. Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.

Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olaya veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)'nin 6.maddesi ve 1982 Anayasası'nın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır. Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın, ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez. (Pekcanıtez, H./Atalay, O./ Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297)

Diğer yandan, TMK’nın taşınmazların satışı başlıklı 444.maddesindeki düzenlemeye göre vesayet altındaki kısıtlılara ait taşınmazların satışları, vesayet makamının talimatı uyarınca ve ancak vesayet altındaki kişinin menfaati gerekli kıldığı hâllerde mümkündür.

Somut olaya gelince, davacının babası olan kısıtlı Sadık vesayet altında olmasına rağmen, 2011 yılında taşınmazlarını bizzat davalı Hasan’a devretmiş olup, hakkında verilen vesayet kararı ise 22.06.2017 tarihinde kaldırılmıştır.

O halde, Sadık’ın oğlu olan davacının ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunduğunun kabulü gerekmektedir.

Hal böyle olunca, temlik tarihinde vesayet makamının izni olmaksızın gerçekleştirilen devir işleminde, Sadık’ın fiil ehliyetini haiz olup olmadığına yönelik Adli Tıp Kurumundan rapor alınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru görülmemiştir…" gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; tapu maliki Sadık Ç.'nin dava açıldığı tarih itibarıyla kısıtlılık hâlinin devam etmekte olduğu, kendi adına dava açma ehliyetinin bulunmadığı, vasisi tarafından açılması gerekmekte ise de dava tarihi itibarıyla kısıtlının vasisinin bulunmadığı, davacının hiçbir zaman vasilik sıfatını kazanmamış olması nedeni ile kısıtlı adına eldeki davayı açamayacağı, kısıtlının ölmesi hâlinde mirastan kaynaklı elbirliği mülkiyeti hükümleri uyarınca tereke adına diğer mirasçılar ile birlikte dava açmasında hukuki yararının bulunduğu, ancak Sadık Ç.'nin sağ olması nedeni ile söz konusu şekilde talepte bulunamayacağı, bozma kararına uyulması ihtimalinde dava şartı eksikliğinin giderilebilmesi amacıyla davacının usulüne uygun olarak Sulh Hukuk Mahkemesinin vesayet dosyasından alınmış husumete izin kararını sunması gerektiği, vasilik sıfatını kazanmamış davacıya husumete izin kararı almak üzere süre verilemeyeceği, kısıtlılık hâlinin kaldırılmasına karar verilmesi nedeniyle söz konusu eksikliğin giderilme ihtimalinin de bulunmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; akıl hastalığı konusunda raporu bulunan, kendisine vasi tayin edilmiş, hukuki işlem yapma ehliyeti olmayan Sadık Ç.’nin dava konusu taşınmazları davalı kardeşi tarafından aldatılması sonucu davalıya sattığını, tanıklar Tuncay Özmen ve Fahri Balcı’nın beyanlarının dava dilekçesindeki iddiaları doğruladığını, iyiniyetli olmayan ve taşınmazları bedelsiz satın alan davalının, kardeşinin akıl hastası olup vesayet altında olduğunu bilmemesinin mümkün olmadığını, müvekkilinin bu durumu yeni vasi tayin işlemlerinin başlaması üzerine öğrendiğini, Sadık Ç.’nin eşi ve çocuklarından satış işlemlerinin gizlendiğini, vesayetin kamu düzenine ilişkin olduğunu belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davanın açıldığı 25.04.2017 tarihi itibarıyla davacının babası Sadık Ç.’nin kısıtlılık hâlinin devam ettiği, 22.06.2017 tarihinde hakkındaki vesayet kararının kaldırıldığı ve buna ilişkin kararın 21.10.2019 tarihinde kesinleştiği somut olayda, Sadık Ç. tarafından dava konusu taşınmazların 15.11.2011 tarihinde davalıya devredilmesine ilişkin olarak davacının ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı eldeki tapu iptali ve tescil davasını açmakta hukuki yararının ve aktif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre Sadık Ç.’nin fiil ehliyetini haiz olup olmadığına yönelik Adli Tıp Kurumundan rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 114, 115 inci maddeleri.

2. 4721 sayılı Kanun'un 405, 444 üncü maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Dava ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavramların açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

2. Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s. 190).

3. Mahkemece, dava şartlarının mevcut olup olmadığı, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılır; taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (6100 sayılı Kanun md. 115/1). Dava şartı noksanlığının tespit edilmesi hâlinde davanın usulden reddine karar verilir, ancak dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için ilgili tarafa kesin süre verilecek olup, bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilecektir (6100 sayılı Kanun md. 115/2).

4. Taraf ehliyeti, bir davada, davacı veya davalı olarak bulunabilme yeteneğidir. 6100 sayılı Kanun'un 50 nci maddesine göre “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir”. Taraf ehliyeti, medeni hukuktaki hak ehliyeti ile özdeştir. Bu nedenle, hak ehliyetine sahip her gerçek ve tüzel kişi, davada taraf olabilme ehliyetine sahiptir (Baki Kuru, Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2009, s. 238 vd.). Bu hâlde, bir davada taraf olarak yer alabilecek kimseler, medeni hukukun çizdiği prensipler dâhilinde ya gerçek kişi ya da tüzel kişi olmalıdır (Mustafa Reşit Belgesay, Dava Teorisi, İstanbul, 1943, s. 78).

5. Taraf ehliyeti, tarafların taraf olabilme yeteneğinin tetkik ve tespiti ile davanın esası hakkında inceleme yapılıp yapılamayacağını belirler. Taraf ehliyeti eksikliği durumunda, davanın esasına girilmeyecek ve dava usulî bir kararla sonlanacaktır. Bu yönden taraf ehliyeti, yargılamanın başında dikkate alınması gereken bir dava şartıdır.

6. Dava ehliyeti tarafın bir davayı ister kendisi, isterse bir vekil ile yürütüp geçerli taraf usul işlemleri yapabilme ehliyetidir (İsmail Hakkı Karafakih, Hukuk Muhakemeleri Usulü Esasları, Ankara,1952, s. 117). 6100 sayılı Kanun'un 51 inci maddesinde “Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir” denilmektedir. Bir kimsenin taraf ehliyetinin bulunması, tarafı bulunduğu davayı yürütebilmesi için tek başına yeterli değildir. Taraf ehliyetiyle beraber dava ehliyetine de sahip olması gerekmektedir. Davanın açılmasıyla başlayan usul hukuku ilişkisinin yürütülebilmesi için, dava ehliyetinin bulunması şarttır. Dava ehliyeti, medeni hukuktaki fiil ehliyetinin (medenî hakları kullanma ehliyeti) yargılama hukukundaki karşılığıdır.

7. Buna göre, ayırt etme gücüne sahip, ergin ve kısıtlanmamış gerçek kişiler ile tüzel kişiliğe sahip ve organları teşekkül etmiş mal veya kişi topluluklarının dava ehliyeti vardır. Ayırt etme gücü olan küçük ile kısıtlının kural olarak dava ehliyetleri yoktur. Ancak bu kişiler, kişilik haklarıyla ilgili davalarda dava ehliyetine sahiptirler. Tam ehliyetsizlerin ise dava ehliyetleri bulunmamaktadır.

8. Dava ehliyeti de tıpkı taraf ehliyeti gibi bir dava şartıdır. Davacının veya davalının dava ehliyetinin olmadığı esasa girilmeden, dava şartları incelenirken anlaşılırsa dava hemen reddedilmez; davanın kanunî temsilciye bildirilmesi ve kanunî temsilcinin davaya icazet vermesi için süre verilir. Süre sonunda kanunî temsilci, dava ehliyeti olmayan taraf adına yargılamaya katılmazsa dava, dava ehliyeti eksikliğinden reddedilir (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul,2000, s. 299; Kuru, s. 1098).

9. Davada sıfat ise davanın tarafı ile dava konusu arasında "hak ilişkisine dayalı bağ"dır. Genel bir anlatımla, davada sıfat, maddi hukuktaki (borçlar hukukundaki) alacaklı sıfatı ve borçlu sıfatı ile özdeştir. Maddi hukuka göre alacaklı sıfatı bulunan kişinin davalı sıfatı vardır (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 2. Baskı, Ankara, 2013, s. 543). Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti; davalı sıfatı ise pasif husumeti karşılayacak şekilde kullanılmaktadır. Aktif sıfat Türk Hukuk Lûgatı'nda aktif husumetin karşılığı olarak "Bir öznel hakkı dava etme yetkisi, davacı olma durumudur. Bu nitelik kural olarak o hakkın sahibine aittir" şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 39). Hemen belirtmek gerekir ki, gerek davacı gerekse davalı sıfatı tamamen maddi hukuka göre belirlendiğinden sıfat konusu usul hukuku sorunu değildir ve bu sebepledir ki sıfat yokluğundan verilecek bir karar yine işin esasına yönelik bir karardır.

10. Sıfat dava şartı olmayıp, itirazdır. Zira bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı ancak davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir. Başka bir anlatımla, dava şartları işin esasının incelenmesine engel teşkil eder mahiyetteyken, bir davada taraflardan birinin davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet ehliyetinin) olmadığı belirlenirse, artık taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümüne girilmeden, davanın sıfat yokluğundan reddi gerekir. Bu karar, davanın dinlenemeyeceğine ilişkin bir karar olmayıp, yine davanın esasına ilişkin bir karardır. Sıfat, ileri sürülme zamanı kanun ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi davalı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir def’i de teşkil etmediğinden davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vakıf olunduğu takdirde resen nazara alınması gerekli hukuki bir durumdur (Kuru, s. 1157 vd.).

11. Gelinen aşamada hukuki yarar kavramı ile vesayet kurumundan da bahsetmekte fayda bulunmaktadır.

12. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.

13. Hukuki yarar dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Emel Hanağası, Davada Menfaat, Ankara, 2009, s.19-21).

14. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Dava şartları” başlıklı 114 üncü maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalara yer verilmiştir.

15. Bir davada menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

16. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Hakan Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, C.II, Onbeşinci Baskı, İstanbul, 2017, s. 946-949).

17. Bilindiği üzere vesayet, kanunda belirtilen şartların oluşması hâlinde ergin olmayan küçükler ile kısıtlıların kişisel, sosyal ve mal varlığı ile ilgili konularda menfaatlerinin korunması ve hukuki işlemlerde temsil edilmeleri için öngörülmüş olan hukuki bir kurumdur. Kanun koyucu bu hukuki kurum ile kişisel ve ekonomik çıkarların tek başına koruma gücünden yoksun olan kişilerin haklarının korunmasını, özel bakım gerektiren kişilerin bakılmasını ve temsil edilmeleri ile onlara özen gösterilmesini amaçlamıştır. Türk hukukunda olduğu gibi modern hukuk sistemlerinde de yardıma ihtiyaç duyan küçüklerin ve yetişkin kimselerin korunması, devlet eliyle organize edilmiş vesayet organları aracılığı ile sağlanmaktadır.

18. Bir kimsenin vesayet altına alınması için velâyet altında bulunmayan bir küçük olması (4721 sayılı Kanun md. 404) veya hakkında kısıtlama kararı alınması (4721 sayılı Kanun md. 405-408) gerekir. Hemen belirtmek gerekir ki, vesayet altına alınan kişi, ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun ise tam ehliyetsizlerin, buna karşılık, ayırt etme gücüne sahip bir kişi ise sınırlı ehliyetsizlerin hukuki rejimine tâbi olur. 

19. Vesayet kamu düzeni ile ilgili olup, 4721 sayılı Kanun'un 405 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre "Görevlerini yaparlarken vesayet altına alınmayı gerekli kılan bir durumun varlığını öğrenen idarî makamlar, noterler ve mahkemeler, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar". 4721 sayılı Kanun'un 404 ile 408 inci maddeleri arasında vasi atanmasını gerektiren hâller düzenlenmiştir. Vesayet altına alınan kişilere vasi tayin edilir. Vasi kanunda düzenlenen vesayet organlarından biridir ve tayin edildiği küçük veya kısıtlının gerek kişiliği gerekse mal varlığına ilişkin menfaatlerini muhafaza etmek, kısıtlıyı korumak, bütün kişisel işlerinde ona yardım etmek ve hukuki işlemlerinde onu temsil etmekle sorumludur (4721 sayılı Kanun md. 447-448). Ayrıca vasi, vesayet altındaki kişinin mal varlığını iyi bir yönetici gibi özenle yönetmek zorundadır (4721 sayılı Kanun md. 454/1).

20. Vesayet altındaki kişinin taşınmazlarının satışı ise vesayet makamının talimatı uyarınca ve ancak vesayet altındaki kişinin menfaati gerekli kıldığı hâllerde mümkündür (4721 sayılı Kanun md. 440/1).

21. Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında, davacı, fiil ehliyetini haiz olmayan babası Sadık Ç.'nin Mersin ili Silifke ilçesi Sayağzı Mahallesi 8.9 ada 1 ve 3 parsel ile 850 ada 1 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını herhangi bir bedel ödemeksizin 15.11.2011 tarihinde davalı kardeşine tapuda satış göstererek devrettiğini, davalının, babasının durumundan faydalanarak vesayet makamının izni olmadan satış işlemini gerçekleştirdiğini, vasinin ölümü üzerine yeniden vasi atanması için Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasında talepte bulunduğunu belirterek davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile babası Sadık Ç. adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

22. Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyası incelendiğinde; Sadık Ç. hakkında düzenlenen Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 03.03.1986 tarihli raporunda "...Sadık Ç.'nin doğuştan beri süregelen ve tüm hayatı müddetince devam eden (imbesilite derecesinde zeka geriliği) tespit edildiği; bu ciddi zeka geriliğine bağlı olarak kişinin göstermekte olduğu davranış ve düşünce bozukluğu nedeniyle 20.08.1984 tarihinde sanığı bulunduğu suçun işlenişinde bu zeka geriliğinin amil bulunduğu, bu duruma göre adı geçenin suçuna karşı ceza ehliyeti olmayıp durumunun TCK'nun 46. maddesine mümas olduğu.." tespiti üzerine Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 18.06.1986 tarihli ve 1986/310 E., 1986/431 K. sayılı kararı ile Sadık Ç.'nin babası Emir Ali Ç.'nin vasi olarak tayinine karar verildiği, vasinin ise 31.12.2001 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır.

23. Davacı vekili tarafından eldeki dava açılmadan önce Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasında 22.03.2017 tarihinde müvekkilinin Sadık Ç.'ye vasi olarak tayin edilmesi talep edilmiş, vasi tayini için Silifke Devlet Hastanesinden alınan 12.04.2017 tarihli sağlık kurulu raporunda "Hafif derecede mental retardasyon tanısı olan şahıs hukuki eylem yeterliliğine sahiptir. Vasi tayini gerekmez" görüşüne yer verilmesi üzerine 22.06.2017 tarihli ek karar ile vasi tayini talebinin reddine karar verilmiştir. Karara karşı vasi adayı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuş, Ankara Bölge Adliye Mahkemesince raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için Adli Tıp Kurumundan rapor alınması gerektiği gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulü ile dosyanın Silifke Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Silifke Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından 03.03.1986 tarihli Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu raporu ile 12.04.2017 tarihli Silifke Devlet Hastanesi raporu arasındaki çelişkinin giderilmesi ve Sadık Ç.'ye vasi atanmasına gerek olup olmadığı yönünde rapor düzenlenmesinin talep edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 30.11.2018 tarihli raporunda 24.10.2018 tarihli muayene kaydında Sadık Ç.'nin paraları bildiği, aktif psikopatoloji saptanmadığı ve "...kendisini basit de olsa yeterli düzeyde ifade edebilir. Hafif düzeyde enfatilidir..Basit alışveriş hesabı yapabilir ancak işlem zorlaştıkça hesap yapmakta zorlanır...Soyut düşünme kısmi de olsa vardır.Uygulanan KENT E.G.Y. Testinde IQ:71 olarak değerlendirilmiştir" tespitlerine yer verildikten sonra "...fiil ehliyetini müessir ve kişide şuur ve harekat serbestisi ile olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini ortadan kaldıracak veya azaltacak mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı, zeka geriliği veya demans denilen bunama hali tespit edilemediği, dava dosyasının tetkikinde halihazırda menfaatlerini müdrik ve telkinlere mukavim olabileceği, kendi hür iradesi istikametinde serbest olarak eylem ve işlemlere girişebileceği tıbbi kanaatine varıldığı, bu duruma göre Sadık Ç.'nin halihazır durumu ile fiil ehliyetini haiz olduğu, kendisine vasi veya yasal danışman tayinine mahal olmadığı" yönünde görüş bildirilmiştir. Bu rapor dikkate alınarak Silifke Sulh Hukuk Mahkemesince 16.05.2019 tarihli ek karar ile verilen vasi tayini talebinin reddi ile Sadık Ç. hakkındaki vesayet kararının kaldırılmasına dair karara karşı davacı vekilinin istinaf yoluna başvurması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi tarafından 21.10.2019 tarihli ve 2019/1230 Esas, 2019/1093 Karar sayılı karar ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş ve karar 21.10.2019 tarihi itibarıyla kesinleşmiştir.

24. Bilindiği üzere tapu iptal ve tescil davalarının konusu, tapu sicilinde usule ve hukuka aykırı yapılan ya da artık gerçek hak durumunu yansıtmayan kayıt ve tescil işlemlerinin gerçeğe uygun hâle getirilmesidir. Tapu iptal ve tescil davası, ayni hakkı ihlâl edilen kişinin mülkiyet hakkını temin eden en önemli dava türüdür. Bu nedenle taraf sıfatı, hukuken tapunun devrini talep etme hakkına sahip olan, diğer bir anlatımla mülkiyet hakkı hukuka aykırı bir işlemle zedelendiği için bu davayı açmakta menfaati bulunan kişiye aittir.

25. Eldeki davada da, dava konusu taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı davacının babası Sadık Ç.'ye ait iken onun tarafından davalıya temlik edilmiş olup, yapılan temliklerin hukuka aykırı ve yolsuz olması durumunda, mülkiyet iddiasına dayalı olarak tapunun kendi adına devrini talep etme hakkının adı geçen Sadık Ç.'ye ait olduğu hususu kuşkusuzdur. Ancak, dava dilekçesinde hak sahibi Sadık Ç.'nin Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasında cezai ehliyeti olmadığı gerekçesiyle 18.06.1986 tarihinde kısıtlanmasına karar verilerek babası Emir Ali Ç.'nin vasi olarak atandığı, vasinin 31.12.2001 tarihinde ölümünden sonra Sadık Ç.'ye yeniden vasi atanmadığı dönemde dava konusu taşınmazlardaki hisselerini davalıya sattığı belirtilerek Sadık Ç. adına tescil isteminde bulunulmuştur.

26. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 52 nci maddesine göre, medeni haklarını kullanma ehliyetine sahip olmayanlar davada kanuni temsilcileri tarafından temsil edilirler. Somut olayda, dosya içeriğine göre davacının babası Sadık Ç. dava konusu taşınmazlardaki hisselerini davalıya devrettiği 15.11.2011 tarihinde vesayet altında olup vasisi bulunmamaktadır. Eldeki davanın açıldığı 25.04.2017 tarihi itibarıyla ise davacı, hâlen sağ olan babası Sadık Ç.'nin kanuni temsilcisi sıfatını taşımamakla birlikte muhtemel mirasçısı olup ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı bu davayı açmakta hukuki yararı bulunmaktadır. Ayrıca ifade etmek gerekir ki, her ne kadar yargılama aşamasında Sadık Ç. hakkındaki vesayet kararının kaldırılmasına karar verilmiş ise de, her dava açıldığı tarihteki fiili ve hukuki duruma göre karara bağlanır. Bir başka ifadeyle hüküm, uyuşmazlığın başlangıcından dava açılan güne kadar gerçekleşmiş olayları kapsar. Aksinin kabulü tarafların dayandığı olguların, dolayısıyla elde etmek istediği nihai talebin dışına çıkılması sonucunu doğuracağı gibi yargılamanın son aşamasına kadar gerçekleşecek hukuki ve fiili olguların nazara alınması gerektiği sorununu ortaya çıkaracaktır. Nitekim 28.11.1956 tarihli ve 1956/15 Esas, 1956/15 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, “...Her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükme ittihaz olunması iktiza eylemesine…” gerekçesine yer verilerek, davanın açılmasına kadar gerçekleşen hukuki ve maddi vakıalara göre sonuçlandırılması gerektiği benimsenmiştir.

27. Diğer taraftan, bir kişinin temyiz kudretine (ayırt etme gücüne) sahip olmaması durumunda, bu kişi mahkemece kısıtlama kararının verilmesi sonucunda tam ehliyetsiz hâle gelmez; kişi zaten kısıtlanmadan önce de ehliyetsizdir. Somut olayda da dava konusu taşınmaz hisselerini devrettiği ve davanın açıldığı tarihte vesayet altında bulunan Sadık Ç. adına dava açılmış olup, vesayetin kamu düzenine ilişkin olduğu da dikkate alındığında kısıtlının haklarının korunması gerektiği ortadadır. Aksi hâlde kendisine yeniden vasi atanmamış olan kısıtlının korumasızlığa terk edilmesi gibi bir sonuç doğar ki bunun kabul edilmesi olanaksızdır. Keza, tapu kayıtlarında malik gözüken davalının sahip olduğu tasarruf yetkisi kapsamında taşınmazları üçüncü kişilere devretmesi veya üzerinde herhangi bir aynî hak ya da kısıtlama oluşturması mümkün olduğu gibi 4721 sayılı Kanun'un 1023 üncü maddesi hükmünde düzenlenen tapu siciline güven ilkesine dayalı olarak mülkiyet hakkının üçüncü kişilere geçmesi de mümkündür. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesince davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi hatalıdır.

28. Davacının eldeki davayı açabileceğine dair tespitten sonra gelinen noktada değerlendirilmesi gereken husus, temlik tarihi olan 15.11.2011 tarihinde vesayet makamının izni olmaksızın gerçekleştirilen devir işleminde Sadık Ç.'nin fiil ehliyetini haiz olup olmadığı yönünden yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığıdır.

29. Yargılama sırasında dinlenen davacı tanığı Tuncay Özmen, dayısı Sadık Ç.'nin akıl sağlığının yerinde olmadığını, sigarayı yediğini, şekeri ve çikolatayı da paketi ile yediğini, kendisine durup dururken tokat attığını, değişik sesler çıkardığını, dava konusu taşınmazların satışıyla ilgili olarak davalının kendisine imza attırdığını söylediğini, dayısının çok kolay kandırıldığını; davacı tanığı İhsan Y., Sadık Ç.'nin kandırılmaya müsait olduğunu, dışarıdan bakan bir kimsenin rahatlıkla bunu fark edebileceğini; davacı tanığı Uğur K., dayısı Sadık Ç.'nin saf ve iyi niyetli olmasından faydalanılması sonucu taşınmaz hisselerini devrettiğini; davalı tanığı Mehmet Ç., kardeşi Sadık Ç.'nin akıl zayıflığı sebebiyle kolay kandırıldığını, dava konusu taşınmaz hisselerini alırken davalının bedel ödemediğini; davalı tanığı Fahri Balcı, Sadık Ç.'nin kandırılmasının çok basit olduğunu, söylenenleri bazen geç bazen de yanlış anladığını, kendisine tokat attığını, hoplama ve zıplama gibi hareketlerde bulunduğunu beyan etmişlerdir.

30. Öte yandan, Sadık Ç. hakkında düzenlenen ve yukarıda ayrıntılarına yer verilen Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 03.03.1986 tarihli raporunda Sadık Ç.'nin doğuştan beri süregelen ve hayatı boyunca devam eden zeka geriliğinin bulunduğu yönündeki tespite rağmen Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 30.11.2018 tarihli raporunda fiil ehliyetini etkileyecek herhangi bir akıl hastalığı, zeka geriliği veya demans denilen bunama hâlinin bulunmadığı belirtilmekle raporlar arasında açık bir çelişki meydana geldiği açıktır.

31. Hemen belirtmek gerekir ki, 6100 sayılı Kanun'un 282 nci maddesine göre hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir. Mahkeme bilirkişi raporunun tatmin edici bir nitelik taşımadığı kanaatine ulaşacak olursa, yani raporda bazı belirsizlikler ya da çelişkiler bulunduğu kanısına varırsa taraflardan birinin herhangi bir talebi bulunmasa bile bu belirsizliklerin ya da çelişkilerin giderilmesi için kendiliğinden yeni sorular düzenlemek suretiyle aynı bilirkişiden ek rapor alınmasına yahut raporu tanzim eden bilirkişinin sözlü açıklamalarda bulunmak üzere bir gün tayin ederek duruşmaya davet edilmesine ya da gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli görürse yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla tekrar bir inceleme yaptırılmasına karar verebilir (6100 sayılı Kanun md. 282, Bilirkişilik Yönetmeliği md. 56).

32. Nitekim, 15.07.2018 tarihli ve 30479 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin (4 sayılı Kararname) "Adli Tıp Üst Kurullarının görevleri" başlıklı 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde Adli Tıp Üst Kurullarının "Adlî tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri" konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyip kesin karara bağlayacağı düzenlenmiştir.

33. Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında, İlk Derece Mahkemesince dava konusu taşınmaz hisselerinin davalıya devredildiği 15.11.2011 tarihi itibarıyla davacının babası Sadık Ç.'nin fiil ehliyetini haiz olup olmadığı yönünde Adli Tıp 4. İhtisas Kurulunun belirtilen raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi için Adli Tıp Üst Kurulundan rapor alınması ve dosya kapsamındaki tüm deliller değerlendirildikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

34. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut uyuşmazlıkta davacının, babası Sadık'ın kanuni temsilcisi olmadığı gibi Sadık hakkındaki vesayet kararı kaldırıldığından artık eksik bulunan bu dava şartının tamamlanmasına da olanak bulunmadığı, davacı vekili tarafından sunulan vekâletnameye göre davanın yalnızca davacı adına açıldığı, Sadık hâlen sağ olduğundan davacının mirasçı sıfatını da kazanamadığı, davacının hakkındaki vesayet kararının kaldırılmasına dair kesinleşmiş karar bulunan babası Sadık Ç. adına eldeki davayı açmakta taraf sıfatı bulunmadığından direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

35. Diğer taraftan bozma kararının onuncu paragrafında "...davalı Hasan'a" ifadesi yer almakta olup davalının adının Hüseyin olduğu dikkate alındığında, belirtilen ifadenin maddi hataya dayalı olduğu anlaşıldığından bu hususa işaret etmekle yetinilmiştir.

36. Hâl böyle olunca; İlk Derece Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

15.11.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I  O Y"

1. İlk Derece Mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; eldeki davanın açıldığı 25.04.2017 tarihi itibarıyla davacının babası Sadık Ç.’nin kısıtlılık hâlinin devam ettiği, 22.06.2017 tarihinde hakkındaki vesayet kararının kaldırıldığı ve buna ilişkin kararın 21.10.2019 tarihinde kesinleştiği somut olayda, Sadık Ç. tarafından dava konusu taşınmazların 15.11.2011 tarihinde davalıya devredilmesine ilişkin olarak davacının ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı eldeki tapu iptali ve tescil davasını açmakta hukuki yararının ve aktif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre Sadık Ç.’nin fiil ehliyetini haiz olup olmadığına yönelik Adli Tıp Kurumundan rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

2. Çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılınmamıştır.

3. Taraf ehliyeti dava şartı olup (6100 sayılı Kanun md. 114/1-d), taraf teşkilinin sağlanması mahkemenin resen ele alması gereken konulardandır. Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahip olup (6100 sayılı Kanun md. 50/1), bu nedenle taraf ehliyetinin kapsamı ve sınırları, 4721 sayılı Kanun'da yer alan medeni haklardan yararlanma ehliyetine ilişkin hükümlere göre belirlenecektir. Bu konudaki temel kurallar; her insanın hak ehliyeti olduğu (4721 sayılı Kanun md. 8/1), Kişiliğin, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlayıp ölümle sona erdiği (4721 sayılı Kanun md. 28/1), Çocuğun hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde edeceği (4721 sayılı Kanun md. 28/2) hükümleridir.

4. Dava ehliyeti de taraf ehliyeti gibi dava şartı olup (6100 sayılı Kanun md. 114/1-d), sınırları medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir (6100 sayılı Kanun md. 51/1). Medeni hakları kullanma ehliyeti, fiil ehliyetidir. Bu nedenle dava ehliyetinin kapsamı ve sınırları, Türk Medeni Kanununda yer alan medeni hakları kullanma ehliyetine ilişkin hükümlere göre belirlenecektir. Dava ehliyeti bulunmayanlar davada kanuni temsilcileri tarafından temsil edileceğinden, dava ehliyetindeki eksiklik kanuni temsilcinin davaya katılmasıyla giderilebilecektir.

5. Davada sıfat ise davanın tarafı ile dava konusu arasında "hak ilişkisine dayalı bağ"dır. Uygulamada sıfat yerine genel olarak "husumet" ve buna bağlı olarak davacı bakımından aktif husumet ehliyeti, davalı bakımından ise pasif husumet ehliyeti ifadeleri kullanılmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, davada sıfat maddi hukukun konusu olduğundan, dava şartlarından değildir. Bununla birlikte davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemece resen dikkate alınır.

6. Kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde ise, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması (6100 sayılı Kanun md. 114/1-d) dava şartıdır. Vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasi, vesayet altındaki kişiyi bütün hukuki işlemlerinde temsil eder (4721 sayılı Kanun md. 448/1). Bu hüküm nedeniyle vasi kısıtlının kanuni temsilcisidir. Vasi kanuni temsilci olsa da kısıtlı adına doğrudan dava açamaz. Çünkü vasi bazı işlemleri yapabilmek için vesayet makamlarının iznine tâbi olup bunlar arasında gereği dava açmak da bulunmaktadır (4721 sayılı Kanun md. 462/8).

7. Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahip olup (4721 sayılı Kanun md. 13/1), ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri, Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere hukukî sonuç doğurmaz (4721 sayılı Kanun md. 15/1). Bu kişiler fiil ehliyeti ve buna bağlı olarak dava ehliyeti olmayan tam ehliyetsiz kişilerdir. Bu kişiler tam ehliyetsiz olsa da hak ehliyetine sahip oldukları için taraf ehliyetine de sahip kişilerdir.

8. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (6100 sayılı Kanun md. 115/1). Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder (6100 sayılı Kanun md. 115/2). Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez (6100 sayılı Kanun md. 115/3).

9. Tapu iptal ve tescil davalarının konusu, tapu sicilinde usule ve hukuka aykırı yapılan ya da artık gerçek hak durumunu yansıtmayan kayıt ve tescil işlemlerinin gerçeğe uygun hâle getirilmesidir. Tapu iptal ve tescil davası, ayni hakkı ihlal edilen kişinin mülkiyet hakkını temin eden en önemli dava türüdür. Bu nedenle taraf sıfatı, hukuken tapunun devrini talep etme hakkına sahip olan, diğer bir anlatımla mülkiyet hakkı hukuka aykırı bir işlemle zedelendiği için bu davayı açmakta menfaati bulunan kişiye aittir.

10. Somut olayda; davacı, vesayet altında olan babası Sadık Ç.'nin akıl hastalığından yararlanan davalının dava konusu taşınmazları kendisine intikal ettirdiğini ileri sürerek eldeki davayı açmış ve tapu kayıtlarının iptali ile tekrar babası adına tescilini talep etmiştir.

11. Dosya içerisinde bulunan Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1986/310 Esas sayılı dosyasında verilen 18.06.1986 tarihli karar ile davacının babası Sadık Ç.'nin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 03.03.1986 tarihli ve ceza ehliyetinin bulunmadığına dair rapor uyarınca kısıtlanmasına, babası Emir Ali Ç.'nin vasi olarak tayinine karar verilmiş ise de, eldeki davada yargılama devam ederken Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 30.11.2018 tarihli raporunda Sadık Ç.'nin fiil ehliyetini haiz olduğu, kendisine vasi ya da yasal danışman tayinine mahal olmadığı yönünde görüş bildirilmesi üzerine Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 16.05.2019 tarihli ek kararı ile Sadık Ç. hakkındaki vesayet kararının kaldırılmasına karar verildiği ve Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar verilmesi üzerine ek kararın 21.10.2019 tarihi itibarıyla kesinleştiği anlaşılmaktadır.

12. Eldeki davanın açıldığı 25.04.2017 tarihi itibarıyla davacının babası Sadık Ç. kısıtlı ise de vasisinin 31.12.2001 tarihinde ölümünden sonra Sadık'a vasi atanmamıştır. Bilindiği üzere 6100 sayılı Kanun'un 52 nci maddesine göre, medeni haklarını kullanma ehliyetine sahip olmayanlar davada kanuni temsilcileri tarafından temsil edilirler. Somut uyuşmazlıkta davacı, Sadık'ın kanuni temsilcisi sıfatını kazanmamıştır. Aynı Kanun’un 114/d maddesi uyarınca, kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması dava şartıdır. Bu bakımdan, dava şartı eksikliğinin bulunduğu açıktır. Ancak, Sadık hakkındaki vesayet kararı kaldırıldığından artık eksik bulunan bu dava şartının tamamlanmasına da olanak bulunmamaktadır.

13. Diğer taraftan, davacı vekili tarafından sunulan vekâletnameye göre dava yalnızca davacı adına açıldığı gibi davacının babası Sadık Ç. hâlen sağ olduğundan davacı mirasçı sıfatını da kazanamamıştır.

14. Yapılan bu açıklamalara göre, davacının, hakkındaki vesayet kararının kaldırılmasına dair kesinleşmiş karar bulunan babası Sadık Ç. adına eldeki davayı açmakta taraf sıfatı bulunmadığından, İlk Derece Mahkemesince aktif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi yerindedir.

15. Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerektiği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılamıyorum.

Birinci Başkanvekili
Adem Albayrak

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 15’i BOZMA, 10’u ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.