KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

AYIBIN VARLIĞI VEYA İKRARI ZAMANAŞIMINI KESEN NEDENLER ARASINDA YER ALMAMAKTADIR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2024/11-135
Karar No       : 2024/185

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Samsun Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                          : 28.04.2023
SAYISI                          : 2023/242 E., 2023/528 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 11.10.2022 tarihli ve 2021/1950 Esas,
                                        2022/6879 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirketin bayisinden 29.04.2014 tarihinde bir çekici satın aldığını, 04.03.2016 tarihinde motor arızası nedeniyle yetkili servise müracaat ettiğini, ancak arızanın kullanılan yakıttan kaynaklandığı ve tamirinin garanti kapsamında yapılamayacağı belirtilerek çıkarılan masraf listesinin müvekkiline verildiğini, arızanın herhangi bir bedel talep edilmeksizin garanti kapsamında giderilmesi gerektiğini, davacının sözleşmeden dönme ve aracı iade yönündeki seçimlik hakkını kullandığını ancak davalının buna yanaşmadığını ileri sürerek aracın fatura bedeli olan 216.132,80 TL'nin satım tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili; davanın aracın teslim tarihinden itibaren iki yıl geçtikten sonra açıldığını, bu nedenle davanın zamanaşımına uğradığını, ayıp ihbar sürelerine riayet edilmediğini, ayıp iddiasının yersiz olduğunu, kullanıma bağlı olarak ortaya çıkan arızanın garanti kapsamında olmadığını, bedelin iadesi yönündeki talebin iyiniyet kurallarıyla bağdaşmadığını ve fatura tarihinden itibaren faiz talep edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİNİN BİRİNCİ KARARI

Samsun Asliye Ticaret Mahkemesinin 19.12.2017 tarihli ve 2017/63 Esas, 2017/1184 Karar sayılı kararı ile; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 231 inci maddenin birinci fıkrası uyarınca ticari satımlarda ayıba karşı tekeffül hükümlerine dayalı alacak davalarında zamanaşımı süresinin iki yıl olduğu, dava konusu aracın satışının 29.04.2014 tarihinde yapıldığı, garanti belgesinde iki yıllık garanti süresinin öngörüldüğü, zamanaşımının 29.04.2016 tarihinde dolduğu, davanın ise 09.08.2016 tarihinde açıldığı, davacının iğfal edildiğine dair bir iddia yahut ispatın dosyada mevcut olmadığı gerekçesiyle davanın zamanaşımından reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin 30.03.2018 tarihli ve 2018/485 Esas, 2018/506 Karar sayılı kararı ile; 6098 sayılı Kanun'un 225 inci maddesi gereğince ağır kusurlu olan satıcının ayıbın kendisine enjektör ömürlerinin 700.000-800.000 km olması karşısında süresinde bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacağı, bilirkişi raporunda 177.000 km'de iken aracın enjektörünün arızalanmasının metal yorgunluğu olabileceğinin ve imalat hatası olmayan gizli bir olay olduğunun belirtildiği, 6098 sayılı Kanun'un 231 inci maddesi ikinci fıkrası gereğince satılanın ayıplı olarak devredilmesinde ağır kusurlu olan satıcının iki yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamayacağından İlk Derece Mahkemesince davanın zamanaşımından reddine karar verilmesinin yerinde olmadığı, bilirkişi kurulu marifetiyle araç üzerinde gerekli incelemenin yapılıp araçtaki arızanın metal yorgunluğundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, gizli ayıp olup olmadığı yönünden rapor alınarak davalının bu aracı satmakta ağır kusurlu olup olmadığına ilişkin değerlendirme yapılmak suretiyle davalının zamanaşımı def'inin değerlendirilmesi gerektiğinden eksik bilirkişi raporuna dayalı olarak karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkeme kararının kaldırılarak dosyanın İlk Derece Mahkemesine iadesine karar verilmiştir.

3. Samsun Asliye Ticaret Mahkemesinin 05.11.2020 tarihli ve 2018/262 Esas, 2020/666 Karar sayılı kararı ile; davacının 29.04.2014 tarihinde davalının yetkili bayisi olan T. Oto Motorlu Araçlar Taş. ve İnş. Tic. Ltd. Şti’den bir çekici satın aldığı ve 04.03.2016 tarihinde araçtaki motor arızası sebebiyle yetkili teknik servise müracaat ettiği, yetkili servisin 07.03.2016 tarihli iş emrine göre arızanın onarılması için davacıdan 88.180,46 TL ücret talep ettiği ancak yapılan görüşmeler neticesinde ücretin 14.03.2016 tarihli iş emrine göre 45.390,14 TL olarak revize edildiği, davacının ayıba karşı tekeffül hükümlerine dayalı olarak talepte bulunduğu, davalının motordaki arızayı kabul etmekle birlikte arızanın üretimden kaynaklı olmadığını belirttiği, alınan bilirkişi raporlarının tamamında ise arızanın gizli ayıp niteliğinde olduğu ve üretimden kaynaklandığı belirtilerek garanti kapsamında olduğunun mütalaa edildiği, buna göre davalının arızanın mevcudiyetini kabul etmiş olmakla ayıbın varlığını da zımnen ikrar ettiği, ayıba karşı tekeffül borcunun ikrar edilmesinin zamanaşımını kesen sebeplerden olduğu, somut olayda ayıbın varlığının davalı tarafından zımnen de olsa ikrar edilmesi ile zamanaşımının 07.03.2016 tarihinde kesildiği, aynı ayıp için işlemeye başlayacak yeni zamanaşımı süresinin ise yine iki yıl olacağı, buna göre dava tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle 124.893,27 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

4. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

5. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin 04.02.2021 tarihli ve 2021/62 Esas, 2021/271 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesince verilen kararın usul ve esas yönünden kanuna uygun olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "... 1- Dava, ayıplı araç nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Davaya konu araç davacı alıcı tarafından 29.04.2014 tarihinde satın alınmış, dava ise 09.08.2016 tarihinde açılmıştır. Davalı şirket garanti veren sıfatıyla garanti sözleşmesi kapsamında araçtaki ayıptan kaynaklanan zarardan garanti süresince sorumludur. Ancak, mahkemece ayıba karşı tekeffül borcunun ikrar edilmesinin zamanaşımını kesen sebeplerden olduğu, araçtaki ayıbın öğrenildiği tarih olan 07.03.2016 tarihinde ayıbın zımnen de olsa ikrar edildiğinin kabulü ile zamanaşımının kesilmesi nedeniyle davanın 6098 sayılı TBK m.231 vd gereğince 2 yıllık zamanaşımı süresinin dolmaması nedeniyle zamanaşımı definin reddine karar vermesi yerinde görülmemiştir. Zamanaşımını kesen sebepler 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda sayılmıştır, ayıbın varlığının veya ikrarı zamanaşımını kesen nedenler arasında bulunmamaktadır. Öte yandan ayıp ihbar süreleri ile dava zamanaşımı süreleri de birbirinden farklı kavramlardır. TBK’nın m.231/1 maddesi uyarınca; satıcı daha uzun bir süre için üstlenmiş olmadıkça, satılanın ayıbından doğan sorumluluğa ilişkin her türlü davanın, satılandaki ayıp daha sonra ortaya çıksa bile, satılanın alıcıya devrinden başlayarak iki yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağını hükme bağlamıştır. Satıcı tarafından daha uzun süreli garanti verilmiş ise, garanti süresinin sonuna kadar dava açılabileceği Yargıtay içtihatları ile kabul edilmiştir. Somut olayda, anılan yasa hükmündeki süre geçtiği gibi garanti süresi de geçtikten sonra dava açıldığı 231/2. maddesi uyarınca da davacının satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu olduğu ispatlanamamıştır. Bu durumda mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerekirken, somut olaya uymayan gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir.

2- Bozma sebep ve şekline göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçeye ilaveten; ayıbının varlığı zamanaşımını kesmemekle beraber bu ayıbın ikrar edilmesinin zamanaşımını keseceği, 6098 sayılı Kanun'un 154 üncü maddesi birinci fıkrası gereğince borç ikrarına dair düzenlemenin ayıba karşı tekeffül borcuna da uygulanacağı, ikrarın davranışlardan ya da durum ve koşullardan tereddüde mahal vermeyecek şekilde anlaşılabilir olması gerektiği, davalının araçtaki arızanın varlığını kabul edip onarım için gerekli masrafı davacıya bildirdiği, davacının garanti sözleşmesini ileri sürüp arızanın ücretsiz giderilmesini istemesi üzerine fiyatı revize ettiği, davacının başka çaresi kalmadığından revize edilen fiyat üzerinden onarımı kabul etmesi sonrasında ise davalının aracı onarıp ayıbı giderdiği, davalının araçtaki arızanın varlığını kabul etmiş olmasının somut olayın hâl ve şartlarına göre ve güven prensibi uyarınca ayıbın varlığını ikrar ettiği şeklinde yorumlanması gerektiği, üretimden kaynaklı olduğu saptanan motor arızasını tespit edilip ücretli de olsa aracı onarılmasının ayıbın varlığını ikrar manasına geleceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili; davanın zamanaşımına uğradığını, zamanaşımını kesen sebeplerin mevcut olmadığını, müvekkilinin satım akdinin tarafı olmadığını, değer kaybının tahsilinde husumetin satıcıya yöneltilmesi gerektiğini, dava konusu araçta üretimden kaynaklanan bir ayıbın bulunmadığını belirterek direnme kararını temyiz etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; satım sözleşmesine konu maldaki ayıbın ikrarının 6098 sayılı Kanun'un 154 üncü maddesi kapsamında zamanaşımını kesen sebeplerden biri olarak kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davanın zamanaşımı süresi içerisinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun

1. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın direnme kararının verildiği 28.04.2023 tarihi itibariyle miktar yönünden temyizen incelenmesinin mümkün olup olmadığı; kesinlik sınırının tespitinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 341 inci maddesi ikinci fıkrasının mı yoksa aynı Kanun'un 362/1-a maddesinin mi uygulanması gerektiği hususu ön sorun olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.

2. Bu aşamada istinaf ve temyize ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar vardır.

3. Bölge Adliye Mahkemeleri 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete geçmiş olup, bu tarihten itibaren 6100 sayılı Kanun'un istinaf ve temyiz hükümleri uygulanmaya başlanmıştır.

4. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun istinaf yoluna başvurulabilen kararları düzenleyen 341 inci maddesi ikinci fıkrası;

“Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/41 md.) Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir…” hükmünü içermektedir.

5. İlk derece mahkemeleri tarafından verilen ve miktar veya değeri 3.000,00 (yeniden değerleme oranlarına göre hesaplandığında 2023 yılı için 17.830,00 TL) Türk Lirasını geçmeyen mal varlığına ilişkin davalardaki kararlar kesindir. Kesinlik sınırı bakımından manevi tazminat istemleri için bir istisna getirilmiş ve miktarı ne olursa olsun manevi tazminata ilişkin kararlara karşı istinaf yoluna başvurunun mümkün olduğu belirtilmiştir.

6. Aynı Kanun’un temyiz edilemeyen kararları düzenleyen 362/1-a maddesinde;

“(1) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:

a) Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar…” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.

7. Bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır.

8. Kanun’da ilk derece mahkemesince verilen kararların temyiz edilmesi hâlinde kesinlik sınırının tespitine dair açık bir hüküm bulunmadığından 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesi ikinci fıkrasındaki düzenlemenin dikkate alınması gereklidir.

9. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.07.2023 tarihli ve 2023/2-191 Esas, 2023/703 Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.

10. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ilk derece mahkemesince verilen direnme kararının temyiz edilmesi hâlinde kesinlik sınırının tespitinde 6100 sayılı Kanun'un 362/1-a maddesindeki düzenlemenin dikkate alınması gerektiğinden eldeki davada ön sorunun bulunduğu görüşü ile bozma kararından sonra ilk derece mahkemesince verilen kararlarda gözetilmesi gereken temyiz kesinlik sınırına dair 6100 sayılı Kanun'da herhangi bir düzenlemenin yer almadığı, usul hükümlerinde kıyas olmayacağı, 6100 sayılı Kanun'un 341 ve 362 nci maddelerinin ilk derece mahkemelerinin ikinci kez verdikleri ve doğrudan temyize tâbi tutulan kararlara ilişkin olmadığı, bu hususta kanun boşluğunun mevcut olduğundan kesinlik sınırının mevcut olmaması sebebiyle ön sorun bulunmamakla birlikte yasal bir düzenleme yapılmadığı müddetçe 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin gerekçe olarak gösterilemeyeceği belirtilmiş ise de bu görüşler, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

11. Hâl böyle olunca eldeki davada ön sorunun bulunmadığına oy çokluğuyla karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

E. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

6098 sayılı Kanun'un 154 ve 231 inci maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

2. Türk Borçlar Kanunu'nun 146 ilâ 161 inci maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup alacak hakkının alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmemesi hâlinde dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun kalınması sonucunu doğurur.

3. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir defide bulunması şarttır.

4. Yargıtayın istikrar kazanmış uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup, usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır [Baki, Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:II, s.1761; Andreas Von Tuhr, Borçlar Hukuku (C. Edege Çevirisi), Ankara 1983, s.688 vd.; Ferhat Canbolt, Def'i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.; Hukuk Genel Kurulunun 23.05.2019 tarihli ve 2017/13-563 Esas, 2019/605 Karar; 04.10.2018 tarihli ve 2017/4-1420 Esas, 2018/1419 Karar ve 12.03.2014 tarihli ve 2013/4-544 Esas, 2013/315 Karar sayılı kararları].

5. Nitekim, Türk-İsviçre öğretisinde ağırlıklı görüşün ve İsviçre Federal Mahkemesinin de zamanaşımını maddi hukuka ilişkin bir kavram olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır (Mehmet Erdem, Özel Hukukta Zamanaşımı, İstanbul 2010, s. 8, dipnot 15-16 ).

6. Türk Borçlar Kanunu'nun 146 ncı maddesiyle alacak haklarının tâbi olacağı genel zamanaşımı süresi on yıl olarak düzenlemiştir. Ancak madde metninde de açıklandığı üzere kanun koyucu tarafından bunun aksine yasal düzenleme yapılabilir.

7. Türk Borçlar Kanunu'nun 149 uncu maddesine göre zamanaşımı süresi, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren işlemeye başlar. 6098 sayılı Kanun'un 90 ıncı maddesi uyarınca ifa zamanı taraflarca kararlaştırılmadıkça veya hukukî ilişkinin özelliğinden anlaşılmadıkça her borç, doğumu anında muaccel olur. Sözleşmeden doğan borçlarda zamanaşımının işlemeye başlaması için alacağın muaccel (istenebilir) olması yeterlidir. Alacaklı, alacağının varlığından haberdar olmasa dahi, alacağın muaccel olmasıyla birlikte zamanaşımı süresi işler. Borcun ifası bir süreye bağlanmışsa, alacak sürenin dolması ve ifa gününün gelmesiyle muaccel olur, o günden itibaren de zamanaşımı işler. Alacağın muacceliyeti, alacaklının bir bildirimine (ihbarına) bağlı ise, zamanaşımı bu bildirimin yapıldığı günden itibaren işlemeye başlar (6098 sayılı Kanun md. 149/2).

8. Zamanaşımı süresi işlemeye başladıktan sonra borçlunun bazı eylemleri borçla ilişkisinin devam ettiğini ve bu ilişkiyi devam ettirdiğini, alacaklının bazı eylemleri ise alacakla ilişkisinin devam ettiği ve hakkının peşinde olduğunu ortaya koyabilir. Bu eylemlere rağmen, zamanaşımı süresinin işlemeye devam ettiğini ve borcu sona erdirdiğini kabul etmek güçtür. Bunun dışında bazı alacakların nitelikleri ya da alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkinin özel niteliği zamanaşımı süresinin işlemesini haklı göstermeyebilir. Bu mantıktan hareket eden Kanun, zamanaşımını durduran ve kesen sebeplere yer vermiştir (Mithat Ahmet Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2005, s.651).

9. Zamanaşımının durması demek, o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı süresinin işlediği noktada durması, buna yol açan sebebin ortadan kalktığı andan itibaren kaldığı yerden işlemeye devam etmesi demektir. Zamanaşımının kesilmesi ise, borçlunun veya alacaklının ya da hâkimin belli fiillerinin sonucu olarak işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin kesilmesi ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır. Zamanaşımının kesilmesi için, zamanaşımının işlemekte olması gerekir. Zamanaşımı süresi dolmuşsa, zamanaşımının kesilmesi söz konusu olmaz.

10. Zamanaşımını kesen sebepler 6098 sayılı Kanun'un 154 ilâ 157 nci maddelerinde gösterilmiştir. Bu maddelere göre zamanaşımı: borçlunun bir fiili ile; alacaklının bir fiili ile; yargılama ve takibe ilişkin bir işlemle; yargıcın emir ve hükmüyle kesilebilir. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.06.2021 tarihli ve 2017/15-427 Esas, 2021/685 Karar sayılı kararında da değinilmiştir.

11. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu aracın 29.04.2014 tarihinde satın alındığı, araçta meydana gelen arıza neticesinde davacı tarafından yapılan 03.03.2016 tarihli onarım başvurusuna davalı tarafından verilen 04.03.2016 tarihli cevap ile aracın garanti kapsamında tamiratının yapılamayacağının belirtildiği, bedel karşılığında araçtaki arızanın tamir edilmesi sonrasında ise eldeki davanın 09.08.2016 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

12. Davalı şirket garanti veren sıfatı ile garanti sözleşmesi kapsamında araçtaki ayıptan kaynaklanan zarardan garanti süresince sorumludur. Öte yandan 6098 sayılı Kanun'un 231 inci maddesi gereğince satıcı daha uzun bir süre için üstlenmiş olmadıkça, satılanın ayıbından doğan sorumluluğa ilişkin her türlü dava, satılandaki ayıp daha sonra ortaya çıksa bile, satılanın alıcıya devrinden başlayarak iki yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Satıcı, satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu ise, iki yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamaz. Bu anlamda taraflar arasındaki satım sözleşmesinde iki yıllık garanti süresinin öngörülmüş olması nedeniyle anılan hükümden ayrılmayı gerektiren daha uzun bir sürenin söz konusu olduğu söylenemez.

13. Her ne kadar İlk Derece Mahkemesince, mahkemece ayıba karşı tekeffül borcunun ikrar edilmesinin zamanaşımını kesen sebeplerden olduğu, araçtaki ayıbın öğrenildiği tarih olan 07.03.2016 tarihinde ayıbın zımnen de olsa ikrar edildiğinin kabulü ile zamanaşımının kesilmesi nedeniyle davanın zamanaşımı süresi içerisinde açıldığı kabul edilmiş ise de; zamanaşımını kesen sebepler 6098 sayılı Kanun'un 154 üncü maddesinde sayılmış olup bu sebepler arasında ayıbın varlığı veya ikrarı zamanaşımını kesen nedenler arasında yer almamaktadır.

14. Dolayısıyla 6098 sayılı Kanun'un 231 inci maddesi birinci fıkrasında düzenlenen zamanaşımı süresinin dolmasını müteakip eldeki davanın açıldığı sabit olup aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca davalının satım konusu aracı devretmekte ağır kusuru da dosya kapsamı itibariyle ispatlanamamıştır. Bu sebeple İlk Derece Mahkemesince, davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi gerekirken yasal cevap süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı definin reddine karar verilerek yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

15. Hâl böyle olunca; İlk Derece Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

17.04.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

''K A R Ş I   O Y''

HMK’nın 341/1 maddesinde ilk derece mahkemelerinin hangi kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabileceği gösterilmiş; aynı maddenin 2 nci fıkrasında ise miktar ve değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu, ancak manevi tazminat davalarının istisna olduğu düzenlenmiştir.

Aynı Kanunun 362 nci maddesinde bölge adliye mahkemelerinin hangi kararlarının temyiz edilemeyeceği düzenlenmiştir.

Somut davada, ilk derece mahkemesinin verdiği kararın istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi istinaf sebeplerini inceleyerek esastan ret kararı verilmiş, ancak karar temyiz aşamasında bozularak dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin bozma ilâmından sonra verdiği bu karara karşı temyiz kesinlik sınırının uygulanıp uygulanmayacağı HGK’da ön sorun olarak tartışılmıştır.

Gerek HMK’nın 341 inci maddesi gerekse 362 nci maddesi bütün olarak okunduğunda maddelerde belirtilen sınırlama ve Kanun’un sistematiği göz önünde bulundurulduğunda tamamının açılan davada yapılacak istinaf incelemesi ve bundan sonra bölge adliye mahkemesi kararının temyizi aşamasında göz önüne alınabileceği açıkça anlaşılmaktadır. Oysa, somut davada bu aşamalar geçtikten sonra ilk derece mahkemesince yeniden karar verilmiştir ve bu ikinci kararın temyiz kesinlik sınırını düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Görüşmelerde, HMK’nın 34/2 nci maddesinde üç bin Türk Lirasını geçmeyecek davaların kesin olduğunun belirtilmiş olması nedeniyle bu maddenin uygulanabileceği dile getirilmiş ise de devamında da manevi tazminat davalarında kesinlik sınırının olmadığı açıklanmıştır. Manevi tazminat davasında somut davaya benzer bir durum yaşandığında hangi sınır uygulanacaktır. Usul hükümlerinde kıyas olmayacağı ve gerek HMK’nın 341 inci md. gerekse 362 nci maddelerinin ilk derece mahkemelerinin ikinci kez verdikleri ve direk temyize tâbi tutulan kararlara ilişkin olmadığı ve bu konuda kanun boşluğu bulunduğu görüşünde olduğumdan kesinlik sınırının yasada yer almaması nedeniyle ön sorun olmadığını kabul etmekle birlikte bir yasa ile düzenleme yapılmadıkça gerekçesinin HMK’nın 341 inci maddesi olarak gösterilmesine iştirak etmediğimden karara katılamıyorum.

Üye
Ayşe Albayrak Doğan