KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

DAVALIYLA EŞİNİN KOLLUKTAKİ İFADELERİ VE TANIK BEYANLARIYLA DAVACININ KORKUTULMASI SURETİYLE DURUMU VE YAŞINA GÖRE AŞIRI YARARLANMANIN SUBJEKTİF KOŞULU OLUŞMUŞTUR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/1-889
Karar No       : 2024/279

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 14.09.2022
EK KARAR TARİHİ      : 30.09.2022
SAYISI                          : 2022/1673 E., 2022/2007 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22.02.2022 tarihli ve 2021/6932 Esas,
                                        2022/1396 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; Almanya’dan emekli olan 74 yaşındaki müvekkilini arayarak kendisini komiser Ali K. olarak tanıtan şahsın telefonda müvekkiline "Fetöcü barındırıyorsun, PKK'ya yardım yapıyormuşsun, yurt dışına giriş çıkışına yasak koyacağız, Diyarbakır cezaevine gireceksin, ikametinde paran var mı, tapu kayıtlarını araştırdık kiracın sahte para kullanmış, dükkanını satacaksın, parayı bize vereceksin sahtelerini yakacağız, evine sivil polis gelecek parayı ona vereceksin" diyerek korkuttuğunu, telefonu kesinlikle kapatmamasını, yanında kimsenin olmamasını, kimseye cevap vermemesini, operasyon yapıldığını, emlakçıyı ayarladıklarını, emlakçının kendisini arayacağını ve derhal emlakçıyla buluşup dava konusu taşınmazı satması gerektiğini söylediğini, sonrasında emlakçı olduğunu belirtilen Muharrem G. isimli kişinin telefonla aradığını ve "dükkanını satıyormuşsun" dediğini, bunun üzerine emlakçı ile buluşup taşınmazı çok düşük bir bedelle davalıya temlik ettiğini, satış bedelinin tamamının da ödenmediğini, 270.000,00 TL'sinin peşin verildiğini, kalan kısım için senet düzenlendiğini, tapudaki işlemler sırasında cep telefonunu sürekli açık tutmak zorunda bırakıldığını, satış işleminden sonra evine gelerek kendisini polis olarak tanıtan kimliksiz kişinin satış bedelini kontrol edeceğiz diyerek parayı aldığını, her aşaması şüpheli olan devir sürecinde emlakçının şüphelenmiş olmasına rağmen işlemi gerçekleştirdiğini, temlikin üçüncü kişinin korkutması ile yapıldığını, edimler arasında açık bir oransızlık bulunup müvekkilinin durumundan yararlanıldığını, taşınmazı geri almak için müvekkilinin oğullarının 350.000,00 TL teklif ettiklerini ancak davalının 500.000,00 TL istediğini ileri sürerek dava konusu 1 numaralı bağımsız bölüme ait tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline, geçersiz satım nedeni ile alınan 270.000,00 TL ile senedin davalıya iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili; taşınmazın satılacağını emlakçı Muharrem G. aracılığı ile öğrendiğini, davacı ile emlakçıda biraraya gelerek pazarlık yaptıklarını ve 450.000,00 TL bedele anlaştıklarını, 272.000,00 TL bedeli nakit olarak, kalan 160.000,00 TL'nin de 18.000,00 TL kira bedeli olarak mahsup edilerek bakiye tutarın 02.02.2017 vade tarihli bono ile ödendiğini, davacının taşınmazını satmaya kendisinin karar verdiğini, davacı dolandırıcılık suçunun mağduru olmuş olsa bile bu mağduriyetinin sorumlusunun kendisi olmadığını, iyiniyetli olduğunu, taşınmazın bedelini ödeyebilmek için eşi, damadı ve damadının arkadaşı olan dava dışı Savaş Şenver'in bankadan kredi çektiklerini, korkutma nedeniyle sözleşmenin iptaline karar verilmesi hâlinde hükmedilecek tazminat miktarının bu durumlar göz önünde bulundurularak hesaplanması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 16.03.2021 tarihli ve 2017/12 Esas, 2021/157 Karar sayılı kararı ile; ceza dosyası içeriği ve birlikte tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacının kendi iradesi ile değil üçüncü kişinin korkutmasıyla dava konusu taşınmazı sattığı, taşınmazın satış tarihi olan 13.01.2017 tarihindeki değerinin KDV hariç 750.000,00 TL (KDV dahil 885.000,00 TL) olduğu, bedeller arasında yaklaşık iki kata yakın fark olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 18.06.2021 tarihli ve 2021/1233 Esas, 2021/1301 Karar sayılı kararı ile; davacının üçüncü kişi tarafından terör örgütü üyesi barındırdığı, terör örgütüne yardım ettiği iddiası ile suçlanarak korkutulmaya maruz kaldığı, telefonda söylenen sözlerin içeriği itibarıyla davacının subjektif durumuna göre ağır ve derhâl meydana gelebilecek nitelik taşımayıp bu hâli ile illiyet bağı bulunmadığı gibi davacıya yönelik davalı tarafından yapılmış bir korkutma eylemi de bulunmadığı, davacıya "terör örgütü üyesi barındırmakla, terör örgütüne yardım etmekle" suçlayarak hapse gireceğini söyleyen kişi davalı olmadığından somut olayda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 38 inci maddesinin ikinci fıkrasının da uygulanamayacağı, İlk Derece Mahkemesince davalı ve eşinin, davacının sürekli telefonda konuşması ve aceleci tavırlarının kendilerinin de dikkatini çektiği yolundaki ifadelerinden yola çıkarak korkutmayı bilebilecek durumda olduklarının kabul edilmesinin isabetsiz olduğu, buna göre somut olayda, korkutma (ikrah) koşullarının gerçekleşmediği, bilirkişi tarafından dava konusu taşınmazın değerinin 750,000.00 TL olarak takdir edildiği, 500.000,00 TL olarak istenen satış bedelinin ise pazarlık sonucu 450.000,00 TL olarak kararlaştırıldığı, buna göre açık bir oransızlık bulunmadığı, piyasa koşullarında satıcının nakit ihtiyacının aciliyetine göre çok daha düşük fiyatlarla taşınmaz satışının olabileceğinin kabul edildiği, davacının zor durumda kalması, deneyimsizliği ya da düşüncesizliğinin söz konusu olmadığı, olduğu kabul edilse bile davalının bu durumdan yararlanma kastıyla hareket ettiğine dair kanıt bulunmadığı, iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olan davalının ediniminin korunması gerektiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı mirasçıları vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "... Somut olayda; 1943 doğumlu olan davacının maliki olduğu 697 ada 20 parsel sayılı taşınmazdaki 1 nolu dükkanı 13/01/2017 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği, Çorum 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 03/12/2019 tarihli 2018/1.8 E. 2019/4.3 K. sayılı kararında; sanık İmambakır Ç.'nın katılan Halil A.'e (davacı) yönelik "kişinin kendisini kamu görevlisi olarak tanıtması suretiyle dolandırıcılık" suçunu işlediği sabit olduğundan, sanığın bu suçtan dolayı mahkumiyetine karar verildiği ve kararın 10/01/2020 tarihinde kesinleştiği, kesinleşen Ceza Mahkemesi kararının gerekçesinde olayın; 12/01/2017 tarihinde davacı Halil A.'ün kullanmakta olduğu ev telefonunu arayan erkek bir şahsın kendisini komiser Ali K. olarak tanıtarak katılana hitaben "seni araştırdık, evinde FETÖ'cü barındırıyormuşsun, PKK'ya yardım yapıyormuşsun, senin yurt dışına çıkışına yasak koyacağız, Diyarbakır ceza evine gireceksin" dediği ve "yanında kimsenin olmamasını, telefonu kapatmamasını, kendisinden başka kimseye cevap vermemesini, birazdan kendisini emlakçının arayacağını, gönderecekleri emlakçıya dükkanını satmasını..." söylediği, davacının da kendisini arayan kişinin komiser olduğuna ve söylediklerine inanarak telefondaki şahsın söylediklerini kabul ettiği, G. İnşaat Emlak ünvanlı iş yerini işleten Muharrem G.'ün davacıyı arayarak kendisi ile görüştüğü, akabinde emlakçı ile katılanın buluşarak emlakçının iş yerine gittikleri, orada dava konusu taşınmazın satılması hususunda görüşme yapmaya başladıkları, Muharrem G.’ün Kenan B. (davalının eşi) ile iletişime geçtiği, akabinde Kenan B.’nın, eşi olan Hatem B. (davalı) ile birlikte emlakçının ofisine geldikleri, orada tarafların katılana ait taşınmazın 450.000 TL karşılığında davalıya satılması konusunda anlaştıkları, davalının 272.000 TL'yi nakit olarak elden davacıya ödediği, kalan kısım için de senet tanzim ettikleri, bilirkişi raporu ile dava konusu taşınmazın satış ve dava tarihindeki değerinin KDV hariç 750.000 TL (KDV dahil 885.000,00 TL) olarak tespit edildiği anlaşılmakta olup, ceza dosyasındaki olgular ile eldeki davada dinlenen tanık beyanlarına göre davacının kendi iradesi ile değil üçüncü bir kişinin korkutması ile dava konusu taşınmazı devrettiği, davacının korku ve panik içinde hareket ettiği, nitekim davalı Hatem B.'ın "Halil amcanın sürekli olarak telefonla görüşmesi ve aceleci tavırları bizim de dikkatimizi çekti ancak bize hiçbir şey söylemedi." ve davalı tanığı olarak ifadesi alınan davalının eşi Kenan B.'ın "O gün Halil A.'ün sürekli olarak telefonla görüşmesi dikkatimizi çekti ancak bize hiçbir şey söylemedi." şeklindeki beyanları ve bedeller arasında yarı yarıya yakın fark olması hususları yukarıdaki ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde, edimler arasında açık bir oransızlık bulunduğu, 1943 doğumlu olan davacının içinde bulunduğu durum ve yaşı dikkate alındığında zor durumda kaldığı, davalının da bu durumu anlayabilecek konumda olduğu, aşırı yararlanmanın hem objektif hem de subjektif unsurlarının olayda gerçekleştiği sonucuna varılmaktadır.

Hal böyle olunca davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile reddine karar verilmesi doğru değildir…" gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacı mirasçıları vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı mirasçıları vekili; 6098 sayılı Kanun'un 38 inci maddesinde korkutulanın subjektif durumuna göre karar verileceğinin belirtildiğini, somut olayda bu unsurun gerçekleştiğini, davacının dolandırıcılık eylemi ile korkutularak dava konusu taşınmazı sattığının ceza mahkemesi kararı ile sabit olduğunu, tanık beyanlarından da satışın davacının özgür iradesi ile yapılmadığının anlaşıldığını, dolandırıcı ile emlakçı arasındaki pazarlığa ilişkin video kaydının Bölge Adliye Mahkemesince değerlendirilmediğini, davalının korkutmayı bilmesinin gerekmediğini, taşınmazın değeri ile satış değeri arasında açık bir orantısızlık olduğunu, davalının kendisinden beklenen özeni göstermediğini, ayrıca hüküm fıkrasının altıncı bendinde istinaf incelemesinin duruşmalı yapıldığından bahisle davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin de hatalı olduğunu belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; korkutma ve aşırı yararlanma iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemiyle açılan eldeki davada, ceza dosyasındaki olgular ile dinlenen tanık beyanlarına göre davacının üçüncü kişinin korkutması ile dava konusu taşınmazı devredip devretmediği ile aşırı yararlanmanın objektif ve subjektif unsurlarının somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediği, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

6098 sayılı Kanun'un 28, 36, 37, 38 ve 39 uncu maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavramların açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

2. Bilindiği üzere, özel hukukta kişilerin irade özgürlüğüne sahip oldukları ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olup, borç altına girecekleri temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilkenin doğal sonucu olarak borçlar hukuku alanında sözleşme özgürlüğü ilkesi esastır. Bu ilke sayesinde kişiler özel borç ilişkilerini, hukuk düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleme olanağı bulmaktadır. Bu bağlamda kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü irade açıklaması, bir hukuki işlemin temel kurucu unsurudur. Bu nedenle hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun bir hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.

3. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Yirmi Dördüncü Baskı, 2019, s. 422).

4. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (818 sayılı Kanun) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun'da 30 ilâ 39 uncu maddeler arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.

5. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga 818 sayılı Kanun'un 23 ve devamı maddelerinde “...ilzam olunamaz.” (818 sayılı Kanun md. 23), “...o akit ile ilzam olunmaz” (818 sayılı Kanun md. 28), “...kendi hakkında lüzum ifade etmez” (818 sayılı Kanun md. 29/I), 6098 sayılı Kanun'da ise “... bağlı olmaz” (6098 sayılı Kanun md. 30), “...sözleşmeyle bağlı değildir” (6098 sayılı Kanun md. 36 ve 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanınmıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukuki işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.

6. Gelinen aşamada korkutma kavramı üzerinde durulmalıdır.

7. Korkutma, irade bozukluğu sebeplerinden biri olarak 6098 sayılı Kanun'un 37 nci maddesinde; “Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir.

Korkutan bir üçüncü kişi olup da diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, sözleşmeyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür” şeklinde düzenlenmiştir.

8. Yukarıda açıklandığı üzere 818 sayılı Kanun'da "ikrah" olarak adlandırılan irade bozukluğu hâli 6098 sayılı Kanun'da "korkutma" şeklinde ifade edilmiştir. Esasen ikrah tehdidin bir türüdür. Tehdit ise maddi veya manevi tehdit şeklinde gerçekleşebilir. Maddi tehditte kişi üzerinde zor kullanma, manevi tehditte ise kişide korku uyandırma (ikrah) söz konusudur. Türk Hukuk Lûgatı’nda ise korkutma; “Bir hukukî işlemin yapılması anında yanlardan birinin ötekinin iradesini değiştirmek için baskı yapması" olarak ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Ankara, 2021, C.1, s. 713).

9. Korkutmada kişi geçerli bir sözleşme yapıyormuş gibi beyanda bulunmuş ise de bu beyan oluşumu aşamasında sakatlanan iradeyle uyumlu değildir. Zira kişi tehdit altında, olmayan bir irade varmış gibi beyanda bulunmuştur. Bu yönüyle korkutmada yanılma ve aldatmadan farklı olarak kişi, sözleşme iradesine sahip olmadığı hâlde böyle bir irade varmışçasına beyanda bulunmaktadır (Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Yirmi Dördüncü Bası, 2020, s. 279). Bir başka ifadeyle, normal şartlar altında sözleşme yapmayacak olan taraf, korkutma sonucu irade beyanında bulunmaya, sözleşmeyi yapmaya mecbur kalır. Örneğin bir kimsenin evini satmaması veya kefil olmaması hâlinde kendisine ya da yakınlarına zarar verileceğinin yahut evinin yakılacağının bildirilmesi korkutmayı oluşturur (Eren, s. 452).

10. 6098 sayılı Kanun'un 37 nci maddesine göre korkutma, karşı tarafın korkutması ve üçüncü kişinin korkutması olmak üzere ikiye ayrılır. Her iki hâlde de korkutma iptal sebebidir. Bu bakımdan aldatmanın aksine karşı tarafın korkutması ile üçüncü kişinin korkutması arasında bir fark yoktur.

11. Korkutmanın şartları ise 6098 sayılı Kanun'un 38 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilmiş olup, anılan madde "Korkutulan, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılır" şeklinde düzenlenmiştir.

12. Bu hüküm uyarınca korkutmanın varlığının kabulü için birinci şart bir korkutma eyleminin bulunmasıdır. Korkutma, bir kimsenin kişilik veya malvarlığına zarar veren ya da zarar verme tehlikesi bulunan hukuka aykırı bir eylemdir. Korkutma eylemi kişinin hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi kişilik değerlerine yönelebileceği gibi malvarlığı değerlerine de yönelmiş olabilir. Hemen belirtmek gerekir ki, korkutmaya maruz olan hukuki değerler anılan hükümde örnek olarak sayılmış olup sayılanlar dışında özgürlükler, özel yaşam gibi değerler de bu kapsamdadır. İkinci şart, korkutmanın sözleşmenin diğer tarafına ya da yakınlarına yönelik olmasıdır. Yakın kavramı aile kavramından daha geniş olup önemli olan korkutma eylemine maruz kalan kişi ile olan yakınlık ilişkisidir. Buna göre korkutma eyleminin yakın bir arkadaşa yönelmesi de bu kapsamda değerlendirilebilir.

13. Korkutmanın gerçekleşebilmesi için üçüncü şart korkutmanın ağır ve yakın bir zarar tehlikesi oluşturmasıdır. Doğan zarar tehlikesinin ağırlığından amaç ciddiyetidir. Korkutma ağır bir tehlike oluşturmasına rağmen yakın bir tarihte gerçekleşecek bir zarara ya da zarar tehlikesine yol açacak nitelikte değilse sözleşmenin geçersizliğinden bahsedilmeyecektir. Tehlikenin ciddiliği ise korkutulanın subjektif durumuna göre değerlendirilmelidir. Buna göre korkutulanın yaşı, yaşam tarzı, cinsiyeti, kültür düzeyi gibi hususlar göz önünde bulundurulmalıdır. Korkutulanın subjektif durum ve tepkilerinin esas alınması dürüstlük kuralının korkutulanı, korkutandan daha çok korunmaya layık görmesi fikrine dayanır. Ayrıca 6098 sayılı Kanun'un 38 inci maddesinin birinci fıkrasında korkutulanın, içinde bulunduğu durum bakımından kendisine veya yakınlarından birine karşı ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise korkutma eyleminin gerçekleşmiş sayılacağı ifadesi de bu görüşü doğrulamaktadır. Yine korkutmada kullanılan aracın değerlendirilmesi yönünden de korkutulanın subjektif durumu esas alınmalı, kullanılan aracın objektif olarak böyle bir sonucu doğurmaya elverişli olup olmadığı üzerinde durulmalıdır (Eren, s. 454, 455).

14. Diğer bir şart ise korkutmanın hukuka aykırı olmasıdır. Buna göre karşı tarafa yöneltilen korkutma eyleminin konusunu teşkil eden tehlike niteliği itibarıyla hukuk düzeninin izin vermediği bir kötülük ise hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olur. Buna karşılık kanuni bir yetkinin kullanılacağı veya bir hakkın isteneceği iddiasıyla yapılan sözleşme korkutma ile yapılmış sayılmaz. Nitekim 6098 sayılı Kanun'un 38 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre "Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutmasıyla sözleşme yapıldığında, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış..." olmaması hâlinde korkutmanın varlığı kabul edilmez. Son olarak 6098 sayılı Kanun'un 37 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan "diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa" ifadesiyle sözleşmenin yapılmasının korkutmanın sonucu olması koşuluyla sözleşme ile bağlı olunmayacağı belirtilmiştir. Bir başka ifadeyle korkutma eylemi ile sözleşmenin yapılması arasında sebep sonuç (illiyet) bağının bulunması gerekmektedir. Buna göre korkutma eylemi olmasaydı, korkutulan söz konusu sözleşmeyi ya hiç yapmayacak ya da bu içerikte bir sözleşme yapmayacak idiyse korkutma ile sözleşmenin kurulması arasında illiyet bağı kurulmuş olur.

15. 6098 sayılı Kanun'un "İrade bozukluğunun giderilmesi" kenar başlıklı 39 uncu maddesinin birinci fıkrası "Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır" şeklinde düzenlenmiş olup bu hükme göre maddede öngörülen süre içerisinde sözleşmenin iptali istenebilir. Bu süre geçirilir veya sözleşme onanırsa o zaman sözleşme baştan itibaren geçerli hâle gelir. Hemen belirtmek gerekir ki, anılan maddenin ikinci fıkrasında açıklandığı üzere korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmayacağından sözleşme hükümsüz hâle getirilmese bile korkutma nedeniyle doğan zararın tazmini mümkündür.

16. Diğer taraftan, korkutmayı ispat yükü, korkutulan tarafa aittir. Yanılma, aldatma ve korkutma senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 7 nci maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından korkutma olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.

17. Somut olayda, davacı vekili müvekkili Halil A.'ün kendisini komiser olarak tanıtan şahıs tarafından telefon ile aranarak terör örgütlerine yardım ettiği, bu nedenle yurt dışına giriş-çıkış yasağı konulacağı, cezaevine gireceği söylenerek korkutulduğunu, devamında aynı şahıs tarafından dükkanını satıp parasını sivil polise vermesinin istenildiğini, bu şekilde korkutulması sonucu taşınmazı değerinden çok daha düşük bir bedelle davalıya sattığını ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuş, davalı vekili ise yapılan pazarlık sonucu dükkanı 450.000,00 TL'ye satın alan müvekkilinin iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

18. Dosya içerisinde bulunan 12.01.2017 tarihli emlak alım satım sözleşmesinde dava konusu dükkanın 450.000,00 TL bedel ile davacı Halil A. tarafından davalıya satılması konusunda anlaşmaya varıldığı, satış bedelinin 272.000,00 TL peşin, 160.000,00 TL için ise senet verileceği, 450.000,00 TL satış bedelinden 18.000,00 TL kira bedelinin mahsup edileceği belirtilmiş, 13.01.2017 tarihinde ise resmî senet düzenlenerek dava konusu taşınmaz davalıya devredilerek tapu siciline tescil edilmiştir.

19. Yargılama sırasında dinlenilen davacı tanıklarından İrfan A., babası Halil A.'ün dava konusu taşınmazın satılmasından sonra hastaneye kaldırıldığını öğrenmeleri üzerine kardeşi ile birlikte yurt dışından geldiklerini, emlakçıyı telefon ile arayan kişinin kendisinin adını kullandığını; davacı tanığı Nazik A. ise kardeşi Halil A.'ün olaydan sonra kendisine tehdit edildiğini söylediğini beyan etmiştir. Davalı tanığı Kenan B., davalının eşi olduğunu, emlakçı Muharrem G.'ün satılık dükkan ile ilgili kendisini aradığını, taşınmaz için 500.000,00 TL istediklerini söylemesi üzerine 450.000,00 TL'ye anlaştıklarını, satıştan birkaç gün sonra Halil A.'ün oğlunun taşınmazı 100.000,00 TL daha verip geri almak istediğini ancak kabul etmediğini, tapuda devir işlemi yapılırken ve öncesinde davacının tedirgin olmadığını; davalı tanığı Gülami G., babası Muharrem G.'ün dava konu taşınmazla ilgili görüşmeyi telefonda davacının oğlu olduğunu söyleyen İrfan ile yaptığını, babasının Halil A. ile buluşması üzerine Halil A.'ün oğlunun paraya sıkıştığı için dükkanı satmak istediğini beyan ettiğini; davalı (birleşen ve sonrasında tefrikine karar verilen dosyada) Muharrem G., dava konusu taşınmazla ilgili görüşmeleri kendisini İrfan A. olarak tanıtan şahıs ile telefonda yaptığını, Halil A. ile buluştuklarında Halil A.'ün tedirginlik yaşadığını ve dükkandan ayrıldığını, sonrasında tekrar geldiğini, müşterisine haber verdiğini ve pazarlık sonucu taşınmazın 450.000,00 TL'ye satılması konusunda anlaştıklarını, tapuda başvuru yaparken Halil A.'ün tanıdığı ile karşılaşması üzerine tanıdığı kişinin kendisini görmesini istemediğini, Halil A. ile konuşmak istediğinde kendisini terslediğini ifade etmiştir.

20. İlk Derece Mahkemesince yapılan keşif sonrasında inşaat mühendisi tarafından düzenlenen 20.11.2018 tarihli bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın sözleşme tarihi (13.01.2017) ve dava tarihi (27.01.2017) itibarıyla KDV hariç değerinin 750.000,00 TL olabileceği belirtilmiştir. Emlakçı Muharrem G.'ün işyerine ait görüntü ve ses kayıtlarının çözümüne ilişkin bilirkişi raporundan ise Muharrem G.'ün telefon ile konuştuğu Erhan isimli şahsa davacı Halil A.'ün biraz tereddütlü olduğunu görünce yanlış bir şey yapıp yapmadığı konusunda tedirginlik yaşadığını, tapuda satmaktan vazgeçmesinden çekindiğini beyan ettiği, devamında Muharrem G.'ün davacı Halil A.'e telefonda kendisini oğlu olarak tanıtan İrfan'ın 450.000,00 TL'yi kabul ettiğini aktardığı anlaşılmaktadır.

 

21. Çorum 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 03.12.2019 tarihli ve 2018/1.8 Esas, 2019/4.3 Karar sayılı kararı ile de sanık İmambakır Ç.'nın davacı Halil A.'e karşı "Kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta ya da kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurum ve kuruluşlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle" dolandırıcılık suçunu işlediği sabit olduğu gerekçesiyle bu suçtan dolayı cezalandırılmasına karar verildiği ve kararın istinaf edilmeden 10.01.2020 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Dosya içerisinde bulunan dilekçe içeriklerinden anlaşıldığı üzere davalı ile davalının eşi Kenan B. kollukta alınan ifadelerinde "Halil amcanın sürekli olarak telefonla görüşmesi ve aceleci tavırları bizim de dikkatimizi çekti ancak bize hiçbir şey söylemedi" şeklinde beyanda bulunmuşlardır.

22. Açıklanan maddi ve hukuki olgulara göre İmambakır Ç. isimli şahsın dava konusu taşınmazın devredildiği 13.01.2017 tarihi itibarıyla 74 yaşında olan davacı Halil A.'e karşı terör örgütlerine yardım ettiğinden bahisle ceza evine gireceği, yurt dışına çıkış yasağı koyulacağı gibi kişilik haklarına yönelik korkutma eyleminde bulunduğu, davacının subjektif durumu dikkate alındığında kendisine yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı olduğu, hukuka aykırı olan korkutma eylemi sebebiyle taşınmazını davalıya sattığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla somut olay bakımından üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen korkutma eylemi sebebiyle satış sözleşmesinin gerçekleştiği açıktır. Öte yandan her ne kadar direnme kararında taşınmazın taraflar arasındaki pazarlık sonucu 450.000,00 TL'ye satışı konusunda anlaşıldığı, bu nedenle aşırı yararlanmanın objektif koşullarından edimler arasındaki aşırı oransızlık koşulunun gerçekleşmediği belirtilmiş ise de bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere taşınmazın sözleşmenin yapıldığı tarih itibarıyla KDV hariç değerinin 750.000,00 TL (KDV dahil 885.000,00 TL) olduğu, buna göre neredeyse %50'lik bu farkın açık bir oransızlık teşkil ettiği ortadadır. Yine davalı ve eşinin kollukta alınan ifadeleri, tanık beyanları ve dosya içeriği ile davacının korkutulması suretiyle içinde bulunduğu zor durum ve yaşı dikkate alındığında aşırı yararlanmanın subjektif koşulunun da gerçekleştiği kabul edilmiştir.

23. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

24. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

25. Diğer taraftan bozma nedenine göre davacı mirasçıları vekilinin vekâlet ücretine yönelik temyiz sebebinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı mirasçıları vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

22.05.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.