KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

DEVLETİN SORUMLULUĞU İÇİN ÖNCELİKLE BİR ZARARIN VE BU ZARARIN TAPU SİCİLİNİN TUTULMASI VEYA KADASTRO İŞLEMİNDEN DOĞMASI VEYA KAYNAKLANMASI GEREKLİDİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/5-1124
Karar No       : 2024/146

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 21.04.2022
SAYISI                          : 2022/55 E., 2022/240 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23.11.2021 tarihli ve 2021/6987 Esas,
                                         2021/13647 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007 nci maddesi uyarınca tazminat ve sebepsiz zenginleşmeye dayanan alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş'ye yönelik davanın kabulüne, Üsküdar Tapu Müdürlüğüne yönelik davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili ve davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiş, karara karşı davalı Hazine vekili ile davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesince davalıların istinaf başvurularının ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın davalı Hazine vekili ile davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu bozulmuş, ilk derece mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı Hazine vekili ile davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; davaya konu İstanbul ili Üsküdar ilçesi Hacıhesna Hatun Mahallesi 13.0 ada 146 parsel sayılı taşınmazın 65/100 hissesinin 08.06.2006 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) adına tescil edildiğini, taşınmazın yüzölçümünün 70.286 m2 olduğunu, dava konusu taşınmazın 23.10.2007 tarihinde kamu alacaklarının tahsilini teminen satışa çıkarıldığını ve davalılardan C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş'ye ihale yoluyla 28.200.000,00 TL bedelle satılarak 23.11.2007 tarihinde davalı alıcı adına tapuya tescil edildiğini, tescil işlemi sonrası müvekkili TMSF tarafından yapılan çalışmalar kapsamında dava konusu taşınmazın aslında 81.511,94 m2 olduğu bilgisine ulaşıldığını, davalı idare tarafından da hesaplama hatası yapıldığının yazılı olarak eski malik sıfatı ile müvekkili fona 21.03.2013 tarihinde tebliğ edildiğini, gönderilen yazıya göre alan hatası yapıldığını, bu hatanın parselin planimetre ile hesaplanan alan hatasından kaynaklandığını, 3402 sayılı Kanun'un 41 inci maddesi gereğince düzeltmenin yapıldığını, sebepsiz zenginleşme ve kadastro müdürlüğünce yapılan hatadan dolayı müvekkilinin zarar gördüğünü ileri sürerek 11.225.94 m2 taşınmazın fon payına düşen 65/100 pay karşılığı 7.296,86 m2 yer bedeli olan 16.214.133,70 TL'nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazın 65/100 hissesinin 23.10.2007 tarihinde davalı şirket tarafından 28.200.000,00 TL bedelle satın alınarak tapuda devir işleminin yapıldığını, taşınmazın alan düzeltme işlemi ile 81.511,94 m2 olarak tescil edildiğini, davacının usulüne uygun olarak gerçekleştirilen satış ve tescil işleminden dolayı artık dava konusu taşınmazda hakkının olmadığını, hesaplama hatası nedeniyle sicile güvenen ve iyiniyetli olan davalı şirketin bundan yararlanması gerektiğini, hasar ve zararın sözleşme ile alıcıya intikal ettiğini, sebepsiz zenginleşmenin söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

2. Davalı Üsküdar Tapu Müdürlüğünü temsilen Hazine vekili cevap dilekçesinde; husumet ve esas yönünden davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 13.07.2017 tarihli ve 2014/139 Esas, 2017/171 Karar sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazın 65/100 payının davacı TMSF tarafından davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş'ye satıldığı, satış tarihinde ve tescil tarihinde dava konusu taşınmazın 70.286 m2 olarak tapuda kayıtlı bulunduğu, daha sonradan satın alan şirket tarafından 01.02.2013 tarihli dilekçe ile Üsküdar Kadastro Müdürlüğüne başvurularak taşınmazın 81.440.85 m2 olarak yüzölçümünün düzeltilmesinin talep edildiği, Kadastro Müdürlüğünce 3402 sayılı Kanun'un 41 inci maddesi gereğince işlem yapılarak taşınmazın yüzölçümünün 81.511.94 m2 olarak tapuya tescil edildiği, bu itibarla davacının davalıya satmış olduğu taşınmazın yüzölçümünde 11.225,94 m2’lik fazladan bir fark oluştuğu, satıcı davacının payına düşen miktarının 7.296.86 m2’ye tekabül ettiği, davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş'nin satın aldığı taşınmaz m2’si gözönüne alındığında yüzölçümü açısından sebepsiz zenginleşmenin meydana geldiği, yasanın aradığı sebepsiz zenginleşme koşullarının davada oluştuğu, davalı Üsküdar Tapu Müdürlüğüne yönelik dava bakımından ise, davanın niteliği itibari ile bu davalıya yöneltilemeyeceği gerekçesiyle davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş'ye yönelik davanın kabulüne, taşınmazın yüzölçümü farkından doğan 16.214.133,70 TL alacağın 29.05.2013 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte bu davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davalı Üsküdar Tapu Müdürlüğüne yönelik davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, ihtiyati tedbir kararının karar kesinleşinceye kadar devamına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili ve davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 03.12.2019 tarihli ve 2017/2175 Esas, 2019/1889 Karar sayılı kararıyla; davalı şirket yanında, diğer davalı yönünden davanın niteliğine göre husumetin Hazineye yöneltilmesi gerekirken davalı sıfatı bulunmayan tapu müdürlüğüne karşı yöneltildiği, Üsküdar Tapu Müdürlüğünün davalı sıfatı bulunmadığından, bu durumun temsilcide yanılma hâlini oluşturduğu, mahkeme tarafından temsilcide yanılma hâli resen dikkate alınarak davanın Hazineye yöneltilmesi için davacıya süre verilmesi ve Hazinenin delilleri de toplanarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davada taraf teşkili sağlanmadan karar verildiği, ayrıca davalı tapu müdürlüğü hakkındaki husumetten ret gerekçesinin de kararda açıklanmadığı gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden yargılama yapılarak karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine, davalının istinaf sebeplerinin bu aşamada kararın kaldırılma sebebi de gözetilerek incelenmesine yer olmadığına dosya üzerinden kesin olmak üzere karar verilmiştir.

V. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 22.10.2020 tarihli ve 2020/28 Esas, 2020/372 Karar sayılı kararıyla; amme alacaklarına mahsuben temlik edilen taşınmazın tasfiye amacıyla edinildiği, olması gereken gerçek bedel üzerinden değer belirlemesi yapılarak edinildiğinin hayatın normal akışına uygun olmadığı, bu hâliyle edinilen taşınmazın gerçeğe uygun bedel ile satılmış olması hâlinde amme alacağı karşılığının edinilebileceği gerekçesiyle davanın kabulü ile, 16.214.133,70 TL'nin davalılardan 29.05.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

VI. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili ile davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 28.01.2021 tarihli ve 2021/75 Esas, 2021/203 Karar sayılı kararıyla; davalı Hazinenin tapu sicilinin doğru tutulmamasından dolayı oluşan zararlardan kusursuz sorumlu olduğu, ayrıca taşınmazın davalı şirket tarafından ihale ile satın alınmasından sonra, taşınmazda yüzölçümü hatasının tespiti ile satış sonrası tapu kaydının yüzölçümü bakımından düzeltildiği, satış sırasında taşınmaz yüzölçümünün daha az, düzeltim sonrası daha fazla olduğu anlaşıldığından, taşınmazdaki gerçek alan farkının satış tarihindeki rayiç bedelinin yapılan bilirkişi hesaplamasıyla belirlendiği, bu durumda sebepsiz zenginleşen davalı şirketten belirlenen bedelin tahsiline dair karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalıların istinaf başvurularının ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.

VII. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili ile davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

2. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

“… Aşağıda açıklanan gerekçelerle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan ret kararı kaldırıldıktan sonra İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2020/28 E.-2020/372 K. sayılı kararının incelenmesinde;

 Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; dava konusu taşınmazın evveliyatında 1950 yılında yapılan tapulama çalışmaları sırasında 114.786 metrekare alanlı 513 ada 59 parsel sayılı taşınmaz olarak tapuya tescil edildiği, 29.05.1956 yılında ikiye ifraz edilerek 44.500 metrekare alanlı 145 ve 70.286 metrekare yüzölçümlü 146 parsellere ayrıldığı, çeşitli tarihlerde dava dışı şahıslar arası satış gördüğü, devamında 70.286 metrekare alanlı koru niteliğindeki dava konusu 146 parsel sayılı taşınmazın 65/100 payı Korkmaz Yiğit adına kayıtlı iken 22.10.2001 tarihinde cebri icra sonucu kesinleşen ihale alıcıları S. Yayıncılık A.Ş., Bilgin Yayıncılık A.Ş., M. Holding A.Ş. ve B.B. Dağıtım A.Ş.'ye ihale edilerek kesinleştiği, alıcı şirketler adına tesciline müteakip alıcı şirketlerin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na olan amme borçlarından dolayı Fon idaresinin kararı gereği 08.06.2006 tarihinde Fon adına tescil edildiği, 23.11.2007 tarihinde 70.286 metrekare yüzölçümlü 146 parselin 65/100 payı 31.690.132 TL bedel karşılığında davalı C. İnşaat San. Ve Tic. A.Ş' ye satılarak devredildiği, 3402 sayılı yasanın 41. maddesi gereğince 13.0 ada 145 parselin 10.06.2008 tarihinde yüzölçümü 33.168,97 metrekare olarak düzeltilerek tapuya tescil edildiği, 13.0 ada 146 parsel sayılı dava konusu taşınmazın da yüzölçümü 81.511,94 metrekare olarak düzeltilerek 08.03.2013 tarihinde tapuya tescil edildiği, kadastronun düzeltme kararında, hatanın ifraz tarihteki hesaplama yöntemi olan planimetre ile alan hesaplama yönteminden kaynaklandığı, sınırlarında herhangi bir eylemli değişiklik olmadığı, fiilen tasarruf edilen sınırları ile paftasındaki sınırların aynı olduğunun, davacının yapılan bu işlem sonrasında, taşınmazın yüzölçümünde meydana gelen artış nedeniyle uğradığı zararın tazminini davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemli eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Somut olayda, tapulama sonrası ifraz işlemi sırasında tazminat isteğine dayanak taşınmazın yüzölçümü hatalı olarak tespit edilmiş ise de davacının Kadastro Müdürlüğünün hatalı işleminden kaynaklanan bir zararı bulunmamaktadır. Zira, tazminat isteğine dayanak taşınmazın zemindeki yüzölçümü 81511,94 m² olduğu halde 1956 yılında yapılan ifrazda hatalı olarak tescil edilen 70.286 m² yüzölçümüyle 08.06.2006 tarihi itibariyle taşınmaz davacı adına tescil edilip, aynı yüzölçümü ile davalı şirkete kanunlarda belirtilen yöntemle yapılan ihale sonucu bedeli belirlenip yetkili organlarca onaylandıktan sonra, bu bedelden 23.11.2007 tarihinde satılıp devredilmiş, tapudaki yüzölçümü düzeltim işlemi ise 08.03.2013 tarihinde yapılmıştır. Görüleceği üzere, taşınmaz davacının elinden, devir aldığı miktar ile çıkmıştır. Bir başka anlatımla davacı taşınmazı amme alacağı nedeniyle devir aldığı tarihte tapuda hangi yüzölçümü miktarıyla kayıtlı ise, mülkiyetini kaybettiği tarihte de aynı miktarla kayıtlıdır. Şu durumda, tazminat isteğine dayanak taşınmazın yüzölçümü kadastro sırasında hatalı olarak tespit edilmiş ise de, davacının bu işlem nedeniyle zararının olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak, birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK'nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur. Ancak TMK'nın 1007. maddesi kapsamında Devletin sorumluluğu için salt tapu sicilinin hatalı tutulması yeterli olmayıp, öncelikle bir zararın ve bu zararın tapu sicilinin tutulmasından doğması veya kaynaklanması gereklidir. Oysa somut olayda tazminat isteğine dayanak dava konusu 146 parsel sayılı taşınmaz, davacının elinden, adına tescil edilen 70.286 metrekare yüzölçümüyle çıkmış olup, davacının TMK’nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan veya kaynaklanan bir zarar söz konusu olmadığı, öte yandan davacının dava konusu taşınmazın gerçek yüzölçümünden daha küçük yüzölçümü ile satmış olması nedeni doğmuş bir zarardan da bahsedilemez. Zira sadece dava konu taşınmazın ilk tespit malikinin taşınmazın gerçek miktarından daha az yüzölçümü ile tapuya kaydedilmiş olması ve daha küçük yüzölçümü ile satmış olması nedeniyle zararı olduğunun kabulü ile sebepsiz zenginleşme ilkesine dayanarak taşınmazı satın alan kişiye dava açma hakkı olup, davacı öncesinde mevcut haliyle taşınmazı devralıp aynı haliyle davalı şirkete satış yapılmış olması nedeniyle zararının oluşmadığı anlaşıldığından davalılar aleyhine açılan davanın reddi yerine, yazılı şekilde karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; her ne kadar bozma kararında, taşınmazın edinme ve elden çıkarma tarihlerindeki niteliklerinin aynı olması sebebiyle zararın oluşmadığı belirtilmiş ise de, amme alacaklarına mahsuben temlik edilen taşınmazın tasfiye amacıyla edinildiği, olması gereken gerçek bedel üzerinden değer belirlemesi yapılarak edinildiğinin hayatın normal akışına uygun olmadığı, bu hâliyle edinilen taşınmazın gerçeğe uygun bedel ile satılmış olması hâlinde amme alacağı karşılığının edinilebileceği değerlendirilmekle, davaya konu olayda zararın oluştuğu, işbu zarardan 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi kapsamında davalı Hazinenin sorumlu olduğu, davalı şirketin taşınmazı satın almasından evvel taşınmazda yüzölçümü hatasının mevcut olduğu, satın almadan sonra hatanın giderildiği, satın alınan tarihten sonra hatanın giderilmesi sonucunda taşınmazda kayda yansıyan büyüklüğün oluştuğu dikkate alındığında, hatalı ölçüm sebebiyle davacının bir an için zararının olmadığı kabul edilse dahi, işbu hatalı ölçüm sebebiyle taşınmazın gerçekte daha küçük yüzölçümlü olduğu bilinmek suretiyle satışının yapıldığı sabit olmakla, davalı şirketin her durumda sebepsiz zenginleştiğinin kabulü gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VIII. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili ile davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davalı Hazine vekili; tapu müdürlüğünce yapılan işlemlerden dolayı hak kaybına sebebiyet verilmediğini, davacının kadastro müdürlüğünün hatalı işleminden kaynaklanan zararının bulunmadığını, tazminat isteğine dayanak dava konusu taşınmazın davacının elinden adına tescil edilen 70.286 metrekare yüzölçümü ile çıktığını, bu nedenle 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan bir zararının bulunmadığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

2. Davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekili; ilk derece mahkemesince hatalı değerlendirme yapıldığını, davalının her durumda zenginleştiğine yönelik gerekçenin de yerel mahkeme tarafından hatalı yorumlanmış olup davacının fakirleşen sıfatına haiz olmadığından davanın kabulünün usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin edinilen taşınmazın gerçeğe uygun bedel ile satılmış olması hâlinde amme alacağı karşılığının edinilebileceği şeklindeki gerekçesinin ise hukuka aykırı olduğunu, dava konusu taşınmazın 30/100 payına ilişkin aynı sebeple açılan davada istinaf mahkemesi tarafından davanın reddine karar verildiğini ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 3402 sayılı Kanun'un 41 inci maddesi uyarınca taşınmazda yapılan yüzölçümü düzeltilmesi sonucu fon zararının bulunduğu iddiasıyla açılan eldeki 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca zararın tazmini ile sebepsiz zenginleşmeye dayanan alacak istemine ilişkin talepler yönünden, davalı Hazine ve davalı şirketin sorumluğunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007 nci maddesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 77 ve devamı maddeleri

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle 4721 sayılı Kanunun 1007 nci maddesine dayalı tazminat ve sebepsiz zenginleşme ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

2. Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının hukuki güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, Devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.

3. Devletin, tuttuğu tapu kayıtlarının eksik ya da hatalı olması nedeniyle sorumlu tutulması mülkiyet hakkının korunması için çok önemli bir unsurdur. İşte tam bu noktada Devletin sorumluluğuna ve bu sorumluluğun hukuktaki niteliği üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır.

4. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzanan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Haluk, Tandoğan: Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s. 89). Kusur sorumluluğunda “kusur”, sorumluluğun öğesidir (Fikret, Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017, s. 594).

5. Diğer bir anlatımla tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağlama bakımından da yetersiz kalmaya başlamıştır.

6. Böylece sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler hukuk alanında da etkisini doğurmuş ve bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu, kısacası kusursuz sorumluluğu getirmiştir (Haluk, Tandoğan: Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1991, s. 1-4).

7. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür.

8. Öğretide kusursuz sorumluluk hâlleri “olağan sebep sorumluluğu - tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabî tutulduğu gibi (Eren, s. 641 ve 693); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Selahattin Sulhi Tekinay/Sermet Akman/Haluk Burcuoğlu/Atilla Altop: Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul, 7. Baskı, 1993, s. 498).

9. Öte yandan, “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk hâlleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, terminolojide “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu”; “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer alır (Cengiz, Koçhisarlıoğlu: Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s. 183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.

10. Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde, “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” hükmü öngörülmüştür.

 11. Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hâle getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer’î değil, aynen İsviçre’de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Hıfzı Veldet, Velidedeoğlu / Galip, Esmer: Gayrimenkul Tasarrufları, İstanbul 1969, s. 512 vd; Jale, Akipek: Eşya Hukuku, Ankara 1972, s. 303).

12. Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur.

13. Taşınmazda Devletin tapu sicilini tutması, hak ve işlem güvenliğinin sağlanabilmesinin bir güvencesi niteliğindedir. Ancak sistemin tam olarak yerine getirilmesi, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliğine bağlıdır. İşte 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde kanun koyucu sicilin doğru tutulduğuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uğradıkları zararların Devlet tarafından ödeneceği ilkesini düzenleyerek güveni sağlamayı amaç edinmiştir.

14. Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.

15. Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücu hâlinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır.

16. Bu noktada ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383 Esas, 2009/517 Karar sayılı kararında da değinilen kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

17. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

18. Burada da Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.

19. Bununla birlikte bu madde kapsamında Devletin sorumluluğu için salt tapu sicilinin veya tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemlerinin hatalı olması yeterli olmayıp, öncelikle bir zararın ve bu zararın tapu sicilinin tutulması veya kadastro işleminden doğması veya kaynaklanması da gereklidir.

20. Uyuşmazlık kapsamında değinilmesi gereken hukuki kurumlardan biri de sebepsiz zenginleşmedir. Sebepsiz zenginleşme, haklı bir neden olmaksızın bir başkasının malvarlığından ya da emeğinden zenginleşme olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı: Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C.1. s. 962).

21. Sebepsiz zenginleşme davası, hukuk düzeninin bir kimseye tanıdığı bir hakkın içerdiği yetkilere aykırı şekilde veya edim ilişkisi ya da beklenmedik bir olay sonunda elde ettiği zenginleşmenin aynen veya değer üzerinden geri verilmesini amaçlar (Fikret, Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2019, s. 950)

22. Borcun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşme, 6098 sayılı Kanun'un 77 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Benzer hükümler Mülga 818 sayılı Kanun'un 61 ve devamı maddelerinde de yer almakta idi. 6098 sayılı Kanun'un 77 nci maddesi; “Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.

Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur” hükmünü haizdir.

23. Sebepsiz zenginleşmeyi doğuran sebep, kazandırma veya zenginleşenin müdahalesi ya da umulmayan bir olay olabilir. Zenginleşme bu olaylardan hangisinden kaynaklanırsa kaynaklansın mutlaka haklı bir sebebe dayanması gerekir. Aksi hâlde sebepsiz zenginleşme söz konusu olacaktır. Bu itibarla 6098 sayılı Kanun'un 77 nci maddesinde özellikle “haklı bir sebep olmaksızın” ifadesine yer verilmiş ve haklı olmayan sebep teşkil edecek hususlar örnek olarak sayılmıştır. Buna göre kazandırmaya (edime) dayanan sebepsiz zenginleşme; “geçerli olmayan sebebe” veya “gerçekleşmemiş sebebe” veyahut da “sona ermiş sebebe” dayalı olarak gerçekleşebilir.

24. Borcun kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için birinci koşul taraflardan birisinin malvarlığında bir eksilmenin vukubulmasına karşın, diğerinin malvarlığında bir çoğalmanın gerçekleşmiş olmasıdır. Bir malvarlığındaki eksilme, aktifin azalması ya da pasifin çoğalması şeklinde olabileceği gibi, aktifin çoğalmasına ya da pasifin azalmasına engel olma yoluyla da gerçekleşebilir. Başka bir anlatımla zenginleşme ancak bir başkasının malvarlığındaki fakirleşmenin karşılığı olarak ortaya çıkmışsa bir iade borcundan söz edilebilir. İkinci koşul, sözü edilen eksilmeyle çoğalma arasında bir illiyet bağının bulunmasıdır. Üçüncü koşul, yine sözü edilen azalmayla çoğalmanın haklı bir sebebe dayanmamasıdır. Taraflardan biri, diğerine hükümsüz bir sözleşme gereğince misli mahiyette bir şey vermişse muteber olmayan sebebe dayanan bir iktisap söz konusudur. Sözleşmedeki şekil noksanlığı, fiil ehliyetsizliği, imkânsızlık, hukuka veya ahlaka aykırılık, muvazaa gibi sebepler, butlan sebebiyle kazandırmayı geçersiz kılan sebepler olduğundan bu durumlarda kazandırma geçerli hukuki sebebe dayanmamaktadır. Dördüncü koşul ise, vukubulan iktisabın (çoğalmanın) sebepsiz zenginleşme kuralları dışında, özel bir hukuk kuralına dayanılarak iadesi mümkün olmamalıdır. Zira böyle bir imkân varsa artık sebepsiz zenginleşme kuralları değil, sözü edilen özel kurallar uygulanır. İadenin; istihkak davası, haksız inşaat sebebiyle tazminat davası, sözleşmenin ifası davası, sözleşmeden dönme sebebiyle iade davası, vekâletsiz iş görmeye dayanan iade davası gibi yollarla gerçekleştirilmesi mümkünse, artık sebepsiz iktisap kurallarına başvurulamaz (Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop: s. 734-738; Kenan, Tunçomağ: Türk Borçlar Hukuku Cilt 1 Genel Hükümler, İstanbul 1976, s. 610-617; Kemal, Oğuzman / Turgut, Öz: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009, s.725-740).

25. Tüm bu anlatılanlar ışığında ortaya çıkan sonuç şudur: sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ile fakirleşme arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşme hâlinde zenginleşen ve fakirleşen arasında kanun gereği bir borç ilişkisi doğmakta olup, bu borcun konusu malvarlığında meydana gelen fazlalığın geri verilmesidir.

26. Dolayısıyla sebepsiz zenginleşme nedeniyle fakirleşen tarafın zenginleşene karşı ileri sürebileceği iade talebinin dört önemli özelliği bulunmaktadır. Bunlar iade talebinin şahsi mahiyette olması, iade talebinin fakirleşenin malvarlığındaki azalmanın zenginleşene ait malvarlığındaki çoğalma oranında giderilmesini sağlaması, ayni haktan doğan bir iade talebi veya sözleşmeye dayanan bir ifa talebi varken sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir iade talebinin söz konusu olmaması ve sebepsiz zenginleşme davasının iktisapta bulunanın kusuruna ihtiyaç göstermemesidir (Tekinay/Akman/ Burcuoğlu / Altop, s. 747-749).

27. Sebepsiz zenginleşme nedeniyle iade borcunun kapsamı ve yapılmış olan giderlerden hangilerinin geri istenebileceği zenginleşen kimsenin iyiniyetli ya da kötüniyetli oluşuna göre farklılık göstermekte ise de, geri alma hak ve borcunun doğumu için öncelikle malvarlıklarında birinin yararına diğerinin ise zararına olmak üzere karşılıklı zenginleşme ve fakirleşme olgusunun gerçekleşmesi aranır. Geri alma hakkı, bu zenginleşme ve fakirleşme sonucu doğar ve bu olgu gerçekleşmeden geri alma söz konusu edilemeyeceği gibi iade borcunun kapsamı da anılan hak ve borcun doğduğu tarihten önce belirlenemez (Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2022 tarihli ve 2021/3-252 Esas, 2022/1566 Karar sayılı kararı).

28. Somut olay ve dosya kapsamına göre; İstanbul ili, Üsküdar ilçesi, Hacıhesna Hatun Mahallesi 513 ada 59 parsel sayılı taşınmaz 2 köşk ve koru vasıflı olarak tapulama çalışmaları yapılırken 114.786 m2 yüzölçümü ile tahdit ve tespiti yapılmıştır. Taşınmaz 29.05.1956 tarihli ve 1984 yevmiye numarası ile ikiye ifraz edilmiş olup, 145 parsel 44.500 m2 yüzölçümü ile köşk vasıflı, 146 parsel 70.286 m2 yüzölçümü ile koru vasıflı olarak tapuya tescil edilmiştir.

29. Davaya konu 13.0 ada 146 parsel sayılı taşınmaz Mehmet Nuri Demirağ'ın vefatı ile 27.12.1960 tarihinde mirasçılarına intikal etmiş, sonrasında taşınmaz çeşitli tarihlerde dava dışı şahıslar arasında satış görmüş, devamında 70.286 metrekare alanlı koru niteliğindeki dava konusu 146 parsel sayılı taşınmaz 65/100 payı Korkmaz Yiğit adına kayıtlı iken 22.10.2001 tarihinde cebri icra sonucu kesinleşen ihale alıcıları S. Yayıncılık A.Ş, Bilgin Yayıncılık A.Ş, M. Holding A.Ş ve B.B. Dağıtım A.Ş'ye ihale edilerek kesinleşmiş, alıcı şirketler adına tesciline müteakip alıcı şirketlerin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na olan amme borçlarından dolayı Fon idaresinin kararı gereği 08.06.2006 tarihinde dava konusu taşınmazın 65/100 payı Fon adına tescil edilmiş, daha sonra 23.11.2007 tarihli ve 13691 yevmiye numaralı resmî senet ile 13.0 ada 146 parsel sayılı 70.286 m2 yüzölçümlü taşınmazın 65/100 payı 31.690.132 YTL bedelle C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş'ye satılarak devredilmiştir.

30. 10.06.2008 tarihinde dava dışı 13.0 ada 145 parselin 3402 sayılı Kanun'un 41 inci maddesi gereğince yüzölçümü 33.168,97 m2 olarak düzeltilerek tapuya tescil edilmiş, 08.03.2013 tarihinde de dava konusu 13.0 ada 146 parsel sayılı dava konusu taşınmazın yüzölçümü 81.511,94 m2 olarak düzeltilerek tapuya tescil edildiği anlaşılmıştır.

31. Dosya içerisinde mevcut İstanbul Kadastro Müdürlüğünün 08.03.2013 tarihli yüzölçüm düzeltme kararında; 13.0 ada 145 parsel sayılı taşınmazın 10.06.2008 tarihinde alan düzeltilmesi yapıldığı, 44.500 m2 alanı düzeltilerek 33.168,97 m2 olarak tescil edildiği, 145 ve 146 parseldeki alan hatasının o zamanki alan hesaplama yöntemi olan planimetre ile hesaplanan alan hatasından kaynaklandığı, 13.0 ada 146 parsel sayılı taşınmazın ifraz işlemi sırasında 70.286 m2 olan alanının 3402 sayılı Kanun'un 41 inci maddesine göre 81.511,94 m2 olarak düzeltileceği, 13.0 ada 146 parselin geometrik durumunun kesinleşmiş olduğu, parselin zeminde ve paftasında gösterilen sınırlarında herhangi bir eylemli değişiklik olmadığı, fiilen tasarruf edilen sınırlar ile paftasındaki sınırların aynı olduğu, komşu taşınmazlarla sınır ihtilafının bulunmadığı, düzeltmeden komşu parsel maliklerinin etkilenmeyeceği belirtilmiştir.

32. Üsküdar Tapu Müdürlüğünün 08.03.2013 tarihli yazısı ile, 13.0 ada 146 parsel sayılı taşınmazda yapılan alan düzeltme işlemi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna bildirilmiş olup, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş'ye noter aracılığı ile 13.05.2013 tarihinde ihtarname gönderilmiş, sonrasında da 24.07.2013 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından taşınmazın yüzölçümünde meydana gelen artış nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararın tazminini amacıyla taşınmazın 65/100 payı yönünden 4721 sayılı Kanunun 1007 nci maddesi uyarınca tazminat ve sebepsiz zenginleşmeden kaynaklı alacak istemiyle eldeki dava açılmıştır.

33. Diğer yandan dava konusu taşınmazın dava dışı 30/100 payı yönünden dava dışı Zeynel Abidin E. vekili tarafından davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş aleyhine aynı nedene dayanarak tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel davası açılmış, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 15.03.2022 tarihli ve 2021/1396 Esas, 2022/438 Karar sayılı kararı ile tapu iptali tescil ve alacak davasının reddine karar verilmiş, verilen kararın temyizi üzerine hüküm, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 09.03.2023 tarihli ve 2022/2931 Esas, 2023/1384 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir.

34. Yukarıda anlatılanlar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; 13.0 ada 146 parsel sayılı taşınmazın zemindeki yüzölçümü 81.511,94 m2 olduğu hâlde 1956 yılında yapılan ifraz işleminde hatalı olarak tescil edilen 70.286 m2 yüzölçümüyle 08.06.2006 tarihi itibariyle davacı TMSF adına tescil edilerek 23.11.2007 tarihinde de aynı yüzölçümü ile davalı şirkete kanunlarda belirtilen yöntemle yapılan ihale sonucu bedeli belirlenip yetkili organlarca onaylandıktan sonra satılarak devredilmiş, tapudaki yüzölçümü düzeltim işlemi ise 08.03.2013 tarihinde yapılmıştır.

35. Dolayısıyla taşınmaz davacının elinden, devraldığı miktar ile çıkmıştır. Bir başka deyişle davacı taşınmazı amme alacağı nedeniyle devir aldığı tarihte tapuda hangi yüzölçümü miktarıyla kayıtlı ise, mülkiyeti davalı şirkete devrettiği tarihte de aynı miktarla kayıtlıdır. Şu durumda, tazminat isteğine dayanak taşınmazın yüzölçümü kadastro sırasında hatalı olarak tespit edilmiş ise de, davacının bu işlem nedeniyle zararının olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

36. Her ne kadar tapu işlemleri kadastro işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan dolayı 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi anlamında Devletin sorumlu olacağı kabul edilmiş ise de, bu madde kapsamında Devletin sorumluluğu için salt tapu sicilinin veya tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemlerinin hatalı olması yeterli olmayıp, öncelikle bir zararın ve bu zararın tapu sicilinin tutulması veya kadastro işleminden doğması veya kaynaklanması da gereklidir. Oysa somut olayda 4721 sayılı Kanunun 1007 nci maddesine dayalı tazminat isteğine dayanak dava konusu 13.0 ada 146 parsel sayılı taşınmaz, davacının elinden, adına tescil edilen 70.286 metrekare yüzölçümüyle çıkmış olup, davacının anılan madde uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan veya kaynaklanan bir zararı bulunmamaktadır.

37. Diğer yandan sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ile fakirleşme arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekmektedir. Somut olayda davacı TMSF'nin taşınmazı devir aldığı tarihte tapuda hangi yüzölçümü miktarıyla kayıtlı ise, mülkiyeti devrettiği tarihte de aynı miktarla kayıtlı olması nedeniyle fakirleşme koşulunun davacı yönünden gerçekleşmediği, sadece dava konu taşınmazın ilk tespit malikinin gerçek miktardan daha az yüzölçümü ile taşınmazın tapuya kaydedilmiş olması ve daha küçük yüzölçümü ile satmış olması nedeniyle fakirleştiğinin kabulü ile sebepsiz zenginleşme ilkesine dayanarak taşınmazı satın alan kişiye dava açma hakkı bulunmaktadır.

38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında amme alacaklarına mahsuben temlik edilen taşınmazın tasfiye amacıyla Fon tarafından edinildiği, davaya konu olayda zararın oluştuğu, işbu zarardan 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi kapsamında davalı Hazinenin sorumlu olduğu, ayrıca davalı şirketin hatalı ölçüm sebebiyle taşınmazın gerçekte daha küçük yüzölçümlü olduğu bilinmek suretiyle satışının yapıldığı sabit olmakla davalı şirketin sebepsiz zenginleştiği, bu nedenle ilk derece mahkemesi kararı yerinde olup, diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

39. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

40. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IX. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Hazine vekili ile davalı C. İnşaat San. ve Tic. A.Ş vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

06.03.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

''K A R Ş I   O Y''

Anayasada düzenlenen mülkiyet hakkının korunabilmesi için Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturmak ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (AYM, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41; B. No: 2014/2085, 26/10/2017, § 40).

Mülkiyet haklarının çatıştığı durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağı takdir edilirken her iki tarafın menfaatinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. (AYM; B. No: 2014/10761, 13/9/2017, § 40; B. No: 2014/17715, 9/11/2017, § 48).

Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde taşınmaz mülkiyetinin korunması bakımından tapu sicili sisteminin önemi tartışmasızdır. Anayasa Mahkemesi, daha önce taşınmazlar üzerindeki ayni hakların tapu sicili yoluyla açıklık kazanmasının güveni ve sürekliliği sağladığını vurgulamıştır (AYM 21/09/1993 tarihli ve 1993/21 Esas,1993/30 Karar). Taşınmazlara ilişkin ayni hakların açıklığa kavuşturulmasında ve bu hakların herkese karşı korunmasının güvencesi olan tapu sicili müessesesinin kurulmasında kadastronun yeri ve önemi tartışma götürmez bir biçimde kendini göstermektedir (AYM 31/05/1973 tarihli ve 1973/13 Esas, 1973/23 Karar). Bu bağlamda belirtmek gerekir ki kanun koyucu kadastro çalışmaları yoluyla plana dayalı çağdaş tapu sicilinin oluşturulmasını amaçlamış olup bu sistemin amaçlarından biri de taşınmazların arz üzerindeki yerleri ile sınırlarını doğru ve açık olarak göstermektir. Buna göre tapu sicilindeki bilgilerin güvenilirliğini sağlamak ise pozitif yükümlülükleri kapsamında devletin sorumluluğunu gerektirmektedir (AYM, B. No: 2015/18352, 10/5/2018, § 51).

Kadastro işlemleri tamamlanıp taşınmazlar tapu siciline kayıt edildikten sonra gerek taşınmaz malikleri gerekse üçüncü kişiler bakımından sicile bir güven oluşur ve ilgililer sicildeki bilgilerin güvenilirliğine ilişkin bir araştırmaya girişmeksizin bu bilgilere güvenmek suretiyle taşınmazlara ilişkin alım satım işlemleri yapabilirler.

Kadastro yapılıp sicil oluşturulduktan sonra taşınmaz yeni devirlere de konu olduğu hâlde sonrasında tapu kaydındaki yazılı yüzölçümü miktarının doğru olmadığı da ortaya çıkabilir. Kanundaki usule göre yüzölçümü düzeltilebilecek ise de bu düzeltim miktarın artması veya azalması şeklinde olabilecektir.

Yüzölçümü miktarının azaltılarak düzeltilmesi hâlinde taşınmazı öncesinde satın almış olan son malik 6098 sayılı TBK 244 (818 sayılı BK 236) madde hükümlerine göre satıcıya başvurabilecektir. Ancak burada satıcının sorumluluğu için açıkça üstlenme koşulu bulunduğundan bu üstlenme olmadıkça alıcı satıcıdan eksilme nedeniyle bedel isteyemeyecektir.

Yüzölçümü miktarının artırılarak düzeltilmesi hâlinde ise bu kez zarar taşınmazı satmış olan nezdinde gerçekleşecek ve taşınmazı öncesinde satın almış olan son malike karşı TBK 77 vd. (BK 61 vd.) maddelerde yer alan sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre başvurabilecektir.

Yüzölçümünün azaltılması nedeniyle alıcının, yüzölçümünün artırılması nedeniyle satıcının bu hukuk yollarından başka başvurabileceği diğer bir hukuk yolu ise 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde düzenlenen tapu sicilinin tutulmasından devletin sorumlu olduğuna ilişkin hükümdür. Bu maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383 Esas, 2009/517 Karar sayılı ilâmında da tapu işlemlerinin kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğu, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulünün gerektiği, Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilecekleri belirtilmiştir.

Bu hükümlerden de anlaşıldığı üzere Kadastro Müdürlüğünce yapılan yüzölçümü düzeltme işleminin sonuçları kapsamında ilgililerin uğradığı zararları giderebilecek hukuk yollarının kanun koyucu tarafından düzenlenmiş olduğu açıktır. Ancak bu hukuk yollarının teorik olarak bulunması yeterli olmayıp aynı zamanda etkin bir şekilde uygulanması da gerekmektedir.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde, dava konusu taşınmazın gerçek miktarından daha az yüzölçümü ile tapuya kaydedilmiş olması nedeniyle tapu sicilinin tutulmasında bir hata olduğu, davacının taşınmazı gerçek yüzölçümünden daha küçük yüzölçümü ile satmış olması nedeni ile zarara uğradığı sabit olup davacının, hem sebepsiz zenginleşme ilkesine dayanarak taşınmazı satın alan kişiye dava açma, hem de tapu sicilini hatalı tutan Hazineye karşı TMK’nın 1007 nci maddesine dayalı açma imkânı vardır, davacı bu iki yoldan birini seçebileceği gibi her iki sebebe dayanarak da dava açabilecektir.

Dava konusu olan ve 70.286 m² yüzölçümlü olarak tapuda kayıtlı taşınmazın 65/100 hissesi yönetimine el konulan ve hisseleri Fon’a intikal eden banka nedeniyle doğan Fon alacakları ve devralınan banka zararları karşılanmak üzere 08.06.2006 tarihinde davacı idare adına tescil edilmiştir. İdarece kamu alacaklarının tahsili için satışa çıkarılan taşınmaz 23.10.2007 tarihinde davalı şirkete satılmış ve 23.11.2007 tarihinde de adına tescil edilmiştir.

Bu satış ve tescilden sonra 2013 yılında Kadastro müdürlüğünce taşınmazın yüzölçümünde hata olduğu belirlenmiş ve 81.511,94 m² olarak düzeltilmiştir. Dava da düzeltimin yapıldığı 2013 yılında açılmıştır.

Davacı idare bu taşınmaza eksik ve hatalı yüzölçümü ile kayıtlı iken malik olmuş, aynı miktarda kayıtlı iken satmış ise de taşınmazı tapuda illiyeti bulunan hukuki işlemle edinen kimse taşınmazın tamamında hak sahibi hâline gelir ve taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkileri de kullanabillir. Diğer bir ifadeyle edindiği mülkiyet hakkı, taşınmazın tapudaki yüzölçümü miktarıyla sınırlı olmayıp taşınmazın oluşturulan plana göre arzda kapladığı tüm alanı kapsar. Davacı idare satmadan önce bu düzeltim yapılmış olsa idi doğru miktar üzerinden satışa çıkabilecek ve daha fazla fiyata satabilecek iken hatalı yüzölçümüyle eksik miktar belirtilmek suretiyle satışa çıkarıldığından daha düşük bedele satılmış olduğu için bir zarar meydana geleceği de açıktır.

Davacı bu taşınmazı, el konulan banka nedeniyle doğan Fon alacaklarının tahsili ve kamu zararlarının karşılanması için getirilen hükümlerin sonucu olarak edinmiş olduğundan taşınmazın satılması Fonun alacaklı olduğu kişilerin borçlarının tasfiyesi amacını da taşımaktadır. Bu nedenle taşımaz satışı ile verdikleri zararlar kısmen karşılanabilmiş olacak ve o miktarda bu kişilerin borç miktarları da azalacaktır. Bu nedenle zararın önceki malik nezdinde doğduğu ve Fonun bir zarara uğramadığı şeklinde sonuca varılması somut olayın bu özelliğine de uygun düşmeyecektir.

Davacı bu zararı nedeniyle hukukumuzda tanınan her iki yolu da kullanmak suretiyle dava açmıştır. Bu yollardan birisini kusursuz sorumluluğu bulunan Hazine aleyhine, diğerini ise sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre taşınmazı satın almayla edinmiş olan şirket aleyhine kullanmıştır. Belirtilen hukuki sebepler kapsamında davacının doğan zararı için tazminat isteme hakkı bulunduğu açıktır. Mahkemece, tazminat istenebileceği kabul edilerek verilen önceki hükümde direnilmiş olması isabetlidir. Ne var ki tazminat miktarı yönünden temyiz itirazları Özel Dairece incelenmelidir.

Açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunarak miktar incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan davanın her iki davalı yönünden reddi gerektiği sonucuna varılarak özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Üye
Zeki Gözütok

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 16’sı BOZMA, 9’u ise DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.