EVLENME VAADİYLE KANDIRILARAK DEVREDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN TAŞINMAZLARIN DEVRİNİN İRADE SAKATLIĞI YARATAN BİR DAVRANIŞLA YAPILMADIĞI KANAATİNE VARILMIŞTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/(14)7-475
Karar No : 2024/284
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Amasya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28.04.2022
SAYISI : 2022/89 E., 2022/128 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 28.09.2021 tarihli ve 2021/725 Esas,
2021/1211 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar davalı vekilinin temyizi nedeniyle Yargıtay 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu tekrar bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin kararı davacı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının Amasya ili, Merkez ilçesi, Şeyhcui Mahallesi, 1.83 parseldeki A Blok 45 ve 46 numaralı bağımsız bölümleri dava dışı Aydın T. ile evlenme vaadi karşılığında inançlı işlemle herhangi bir bedel ödemeksizin tapuda dava dışı A.yapı Gıda Tem. Teks. Tur. İnş. Müt. Mim. Müh. Mob. Haf. Nak. Tar. Pet. San. ve Tic. Ltd. Şti'den (A.yapı Ltd. Şti.) satış suretiyle temlik aldığını, davalının 47 yaşında, müvekkili şirketin sahibi Aydın T.’un ise 70 yaşında olduğunu, Aydın’ın eşinin ölümünden sonra davalının evlenme vaadi ile müvekkili şirketin sahibini kandırarak taşınmazları bedelsiz olarak devraldığını, ancak sonrasında davalının Aydın'ı bırakıp kaçtığını ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili şirket adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazın dava dışı şirket adına kayıtlı iken tapuda satış yapılarak müvekkiline devredildiğini, öte yandan davacı tarafından ileri sürülen iddiaların dava dışı Aydın T. ile alakalı olduğunu, davacının taraf sıfatının bulunmadığını, müvekkilinin dört yıl boyunca Aydın T.’a ait otelde çalıştığını, Aydın T.’un eşinin vefatı üzerine müvekkiline evlenmek istediğini söylediğini ancak müvekkilinin kabul etmediğini daha sonra ısrarcı davranınca evlenmeyi kabul ettiğini, bunun üzerine müvekkilinin Aydın T.’a ait evde imam nikâhlı olarak birlikte yaşamaya başladıklarını, müvekkilinin resmî nikâhı sorduğunda nikâh için gün aldım diyerek müvekkilini oyaladığını, sonrasında ise miras yüzünden nikâh yapamayacağını söylediğini, müvekkilinin bu durumu kabul etmemesi sebebiyle tartışmalar çıktığını, iki yıl kadar imam nikâhlı yaşadıktan sonra müvekkilinin nikâhsız yaşayamayacağını söylemesi üzerine Aydın T.'un imam nikâhlı yaşamaya zorlamak için müvekkiline dava konusu taşınmazları devrettiğini, ancak müvekkilinin oğlundan dolayı çıkan tartışmalar ve Aydın T.’un resmî nikâha yanaşmaması sebebiyle müvekkilinin bu birlikteliği sürdüremediğini, müvekkilinin evlenme vaadiyle kandırılarak birlikte yaşamaya zorlandığını, Aydın T.'un hukuka, ahlaka aykırı olan nikâhsız birlikte yaşama olgusunun gerçekleşmesi için verdiği dava konusu taşınmazları geri isteyemeyeceğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİNİN BİRİNCİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 06.10.2017 tarihli ve 2016/187 Esas, 2017/221 Karar sayılı kararı ile davacı şirketin sahibi Aydın'ın davalı ile gayri resmî imam nikâhlı evlilik birlikteliğini sağlamak için dava konusu taşınmazları davalıya devrettiği, ancak ahlaka aykırı şekilde resmî evlilik akdi olmaksızın birlikte yaşamayı temin maksadı ile devredilen şeylerin geri istenmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 05.12.2017 tarihli ve 2017/1338 Esas, 2017/1340 Karar sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Birinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 18.12.2018 tarihli ve 2018/3355 Esas, 2018/9154 Karar sayılı kararı ile "... Davacı ile davalı arasında taraflarca inkar edilmeyen ve dosyada mevcut davalı Emine Ç. ve davacı Emek İ. Taah. Kum. Nak. Hafr. Tic. San. Ltd. Şti. ortağı ve temsilcisi Fatih T. (Aydın T.'un oğlu) tarafından imzalanan 13.01.2015 tarihli protokole göre taşınmazlar hibe ile devir edileceği yönünde anlaşmalarına rağmen dava dışı satıcı A.yapı Gıda Temizlik Tekstil Turizm İnşaat Müteahhitlik Mimarlık Mühendislik Mobilya Hafriyat Nakliyat Tarım Petrol Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi ile davalı Emine Ç. arasındaki 13.01.2015 tarihli, 398 yevmiye numaralı tapudaki resmi senette satış olarak gösterilmiş olmakla resmi satış tarafların iradelerine uymadığından geçersiz olduğu gibi davacı Emek Kum Beton İnşaat Ltd. Şti'nin dava dışı tapu maliki A.yapı İnş. Müt. Mim. Müh. Mob. Haf. Nakl. Tar. Pet. San. Tic. Ltd. Şti'den olan alacağına karşılık olarak hak ettiği dava konusu taşınmazları yine dava dışı Aydın T.'un talimatı ile hibe olarak davalıya verildiği bu durumda davacı şirketi ile davalı arasındaki uyuşmazlığın hukuki temeli inançlı işlem olgusuna dayandırılması olayın özelliğine uymamaktadır.
6100 sayılı HMK m. 33’e göre, hakim Türk hukukunu re'sen uygular. Yani, mahkeme önüne gelen bir davada dava ve cevap dilekçesindeki taraf beyanlarını yorumlayarak davanın hukuki nitelendirmesini yapacaktır. Bundan dolayı davacının iddiasını haklı göstermek için bir veya birden fazla hukuki sebep göstermesi veya hiçbir hukuki sebep göstermemiş olması onun aleyhine sonuç doğurmaz. Şu halde hakim, tarafların ileri sürmüş oldukları hukuksal sebeplerle bağlı olmayıp, onların ileri sürmüş bulundukları vakıalara uygun olan hukuksal sebebi kendiliğinden uygulayacaktır.
Davacı şirketin hakettiği iki adet davalı taşınmazın dava dışı Aydın T.'un evliliğinin sağlanması için davalı adına tescil edildiği ancak evliliğin gerçekleşmediği uyuşmazlık konusu değildir.
Davalı ile dava dışı Aydın T. arasında evliliğin sağlanması için davacı şirketin taşınmazları gerçekte bağış; tapuda ise satış olarak gösterilerek davalıya temlik edildiği sabittir.
Taraflar arasında evlilik gerçekleşmemiştir.
Taşınmazların bedeli davacı şirket tarafından karşılandığı da uyuşmazlık konusu değildir.
Davalı, taşınmazların evlilik umuduyla kendisine verildiğini kabul etmekte ancak evliliğin gerçekleşmemesinde kusuru olmadığını savunmuştur.
Dava, hata, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili ile alacak isteğine ilişkindir.
Hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. B.K'nun 28/l. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 36/1.) maddesinde açıklandığı üzere, taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Hile hukuksal sebebine dayalı dava, evlilik umudunun yitirildiği tarih itibariyle 1 yıllık hak düşürücü sürede açılmıştır.
Dava dışı Aydın T. 1946, davalının ise 1969 doğumlu olduğu, aralarında önemli bir yaş farkının bulunduğu, dosyada mevcut belgeler ile tanık anlatımlarına göre, Aydın T. ile evlenme karşılığı olarak davalıya niza konusu taşınmazların hibe olarak verildiği ancak işlemin satış suretiyle gerçekleştirildiği, davalının alım gücünün olmadığı, davalının birlikteliğe yanaşma amacını kullanarak Aydın T.'un iradesini fesada uğrattığı, evlilik birliğinin kurulamadığı anlaşılmaktadır.
Temlikteki amacın resmi evlilik birlikteliğini sağlamak olup, gayri ahlaki bir amaç taşınmadığı, buna göre, Türk Borçlar Kanunu'nun 81. maddesinin uygulama yeri bulunmadığı, davalının kandırması sonucu, hataya düşürülen Aydın T.'un ortağı olduğu davacı şirketin, çekişme konusu taşınmazları davalıya temlikinin sağlanmasında yasal geçerliliğinden söz edilmesi mümkün değildir.
Kaldı ki, dava konusu 45 ve 46 no'lu bağımsız bölümlerin davalı adına tesciline ilişkin 13.01.2015 tarih, 398 yevmiye numaralı görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237., eski 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 213. ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, resmi sözleşmenin geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Aslında bağış olduğu halde satış biçiminde temlik işlemi resmi şekle aykırılık nedeniyle geçersiz olduğundan davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir...." gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Birinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin 27.09.2019 tarihli ve 2019/49 Esas, 2019/273 Karar sayılı kararı ile bozma ilâmına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
VI. İKİNCİ BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. İkinci Bozma Kararı
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 28.09.2021 tarihli ve 2021/725 Esas, 2021/1211 Karar sayılı kararı ile; "... Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazların dava dışı A.S. Yapı Limited Şirketinin mülkiyetinde iken, 13.01.2015 tarihinde davalıya devredildiği, devir işleminin davacı şirket tarafından yapılmadığı; davacı şirketin iddiasına göre, A.S. Yapı Şirketine temin edilen malzeme bedeli karşılığında davacı şirkete devir edilmesi gereken dava konusu bağımsız bölümlerin, davacı şirketin yönetim kurulu başkanı Aydın T. ile davalının birlikte yaşamaya yahut evlenmesi amacıyla davacı şirketin müdürü ve ortağı, aynı zamanda Aydın T.'un oğlu Fatih T. ile davalı Emine Ç.'in imzalamış oldukları yazılı protokol uyarınca davalıya devredildiği anlaşılmıştır.
Uyuşmazlığın konusunu, davacı şirketin yönetim kurulu başkanı Aydın T. ile davalının evlilik dışı olarak bir araya gelmeleri ve bir süre karı-koca gibi yaşamalarını sağlamak amacıyla davalıya verilen bağımsız bölüm niteliğindeki taşınmazlar ve bu taşınmazların davacı şirkete iadesi konusundaki anlaşmazlık oluşturmaktadır.
Dava konusu taşınmazların, davada taraf olmayan önceki malik A.S. Yapı Limited Şirketi tarafından, davacı şirket müdürü ve davalı arasında yapılan protokol uyarınca davalıya devredildiği, bağımsız bölümlerin devir işlemine Aydın T.’un bizzat katılmadığı, bu nedenle 6098 sayılı Kanunun 30. maddesinde düzenlenen yanılma ve 36. maddesinde düzenlenen aldatma yoluyla taşınmazların devrinin sağlandığı iddialarının, olayın oluşuna göre gerçekleştiği söylenemez.
Dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının davalı adına tapuya devredildiği tarihte, mülkiyetin naklinde yanılma söz konusu olmadığı gibi aldatma unsurları da gerçekleşmiş değildir.
Davacı şirketin yönetim kurulu başkanı Aydın T. ile davalının nikahsız yaşamaları bu birleşmenin kanuni ve medeni evlenmeye tekaddüm eden bir nişanlanma mahiyetinde olmadığını göstermektedir. Bu nedenle, davacının tesiriyle davalıya verilen dava konusu bağımsız bölümlerin, meşru olmayan bir maksadın istihsali için verilmiş olduğunun kabulü zarureti vardır.
6098 sayılı Kanunun 81. maddesine göre hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şeyin geri alınması mümkün olmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, 14. Hukuk Dairesinin oyçokluğuyla verdiği bozma ilamına uyulması ve davacı şirketin davalıya bağımsız bölümü devreden önceki malik olmadığı nazara alınmadan davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün açıklanan gerekçelerle bozulması gerekmiştir...." gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince İkinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin 28.04.2022 tarihli ve 2022/89 Esas, 2022/128 Karar sayılı kararı ile bozma ilâmına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
C. Gönderme Kararı
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 14.03.2023 tarihli ve 2022/5401 Esas, 2023/1515 Karar sayılı kararı ile; temyiz edilen kararın Dairenin önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde verdiği ikinci bozma kararına uyularak tesis edilen davanın reddine yönelik karar olduğu, bu karar hakkındaki temyiz incelemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 373 üncü maddesinin altıncı fıkrası gereğince Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği gerekçesiyle dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
VII. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, davalının dava konusu taşınmazları dava dışı Aydın'ı evlenme vaadi ile kandırarak devraldığını, taşınmazların devrine ilişkin tapuda yapılan sözleşme şekil şartlarına uymadığından geçersiz olduğunu, birlikte yaşama karşılığı yapılacak sözleşmenin ahlaka aykırılık oluşturmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Özü
Uyuşmazlığın özü; davacı şirketin ortağı Aydın T.’un talimatı üzerine dava dışı şirket tarafından davalıya devredilen dava konusu bağımsız bölümlerin evlilik dışı bir araya gelerek bir süre karı-koca hayatı yaşamak amacıyla mı yoksa resmî evlilik birlikteliğini sağlamak amacıyla mı devredildiği, buradan varılacak sonuca göre taşınmazların meşru olmayan bir maksadın istihsali için mi yoksa Aydın T.’un irade fesadına uğratılması sonucunda mı verilmiş olduğu bu kapsamda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 81 (818 Borçlar Kanunu md.65) inci maddesi gereği davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Ön Sorun
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
1. Birinci ön sorun yönünden
1. Birinci ön sorun; İlk Derece Mahkemesinin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
2. 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (6460 sayılı Kanun) 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrası; "Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır." hükmünü içermektedir.
3. Belirtilen maddenin gerekçesi ise; "Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay'ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir. "Kesin bozma", denetim mahkemelerinin yargılama hukukuna kazandırdığı bir kavramdır. Bu kavram, ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozmaları içermektedir. Denetim mahkemesinin, aynı dava hakkında, verilerde değişme olmadan, birden fazla ve birbirine zıt kesin bozma kararı vermesi, başlı başına hukuk güvenliği sorununa işaret eder. İkinci kesin bozma kararı üzerine verilen ilk derece mahkeme kararlarının temyiz incelemesinin, veriler değişmediği halde, birbirleriyle çelişen bozma kararlarını veren dairece değil, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, hem sorunun doğasının, hem de adil yargılama hakkının bir gereğidir..." şeklindedir.
4. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
5. Hukuk Genel Kurulunun 18.10.2022 tarihli ve 2020/(15)6-461 Esas, 2022/1301 Karar; 29.03.2023 tarihli ve 2022/(23)6-686 Esas ve 2023/273 Karar ile 01.11.2023 tarihli ve 2021/1-912 Esas, 2023/1037 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği üzere Hukuk Genel Kurulunun görevi, davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.
6. Bu nedenle “nihai karar” kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
7. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmiştir. Hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihaî karar denilmektedir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekir ise nihai karar (son karar), bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).
8. Nihai kararlar, usule ilişkin nihaî kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Uyuşmazlığı esastan çözmemekle birlikte, davaya görülmekte olan mahkemede son veren kararlar usule ilişkin nihai karar olarak nitelendirilir. Usule ilişkin nihai kararlar davanın esasına yönelik olmadığından maddi anlamda kesinleşmeye elverişli değildirler. Bu karar şekli anlamda kesinleşmiş olsa bile, maddi anlamda kesinleşmeye elverişli olmadığından, söz konusu eksiklikleri gidererek aynı tarafların aynı konuda ve aynı sebeplere dayanarak yeniden bir dava açması mümkündür (Hakan Pekcanıtez vd., Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, 2017, C. III, s.1973-1974). Mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları da (6100 sayılı Kanun md. 115/2), usule ilişkin nihai kararlardır. Esasa ilişkin nihai kararlar (hüküm) ise, hâkimin maddi hukuk kurallarını uygulayarak uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır.
9. Yukarıda da belirtildiği üzere 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesine 6460 sayılı Kanun’un 1 inci maddesiyle eklenen altıncı fıkra uyarınca davanın (istemin) esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Değişiklik gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Hukuk Genel Kurulunca inceleme yapılabilmesi için davanın (istemin) esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların, mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozma kararını ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması durumunun söz konusu olması gereklidir.
10. Öte yandan madde gerekçesinde “kesin bozma” kavramından kanun koyucunun neyi kastettiği açıklanmış; bu kavramın “ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozma” olduğu belirtilmiştir.
11. Maddenin farklı şekilde yorumlanması, Yargıtay dairelerinin ilk derece mahkemesini araştırmaya yönelten birden fazla bozma kararı verdiği tüm durumlarda temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı sonucunu doğurur ki, bu da 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin altıncı fıkrasının ruhuna aykırıdır.
12. Somut olayda ise; İlk Derece Mahkemesince davanın reddine dair verilen birinci karara karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairenin 18.12.2018 tarihli kararı ile taşınmazların davacıya devrindeki amacın resmî evliliği sağlamak olup gayri ahlaki bir amaç taşımadığı, davalının kandırması sonucu hataya düşürülen Aydın T.’un ortağı olduğu davacı şirketin çekişme konusu taşınmazları davalıya devrinde yasal geçerliliğin bulunmadığı, ayrıca görünürdeki işlem gerçek iradelere uymadığından, gizli bağış sözleşmesinin de resmî şekil şartına uymadığından geçerli olmadığı, bu nedenle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
13. İlk Derece Mahkemesinin birinci bozma kararına uyarak verdiği davanın kabulüne ilişkin karar bu kez davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece yapılan temyiz incelemesi sonucu 28.09.2021 tarihli karar ile dava konusu taşınmazların davada taraf olmayan şirket tarafından davacı şirket müdürü ile davalı arasında yapılan protokol uyarınca devredildiği, devir işlemlerine davacı bizzat katılmadığından yanılma ve aldatma yoluyla devrin gerçekleştiğinin söylenemeyeceği, devir tarihinde yanılma veya aldatma olmadığı, davacı şirket başkanı ile davalının nikâhsız yaşamalarının da birleşmenin nişanlanma mahiyetinde olmadığını gösterdiği, davacının tesiriyle davalıya verilen dava konusu taşınmazların meşru olmayan maksadın istihsali için verildiğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesince ikinci bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.
14. Görüldüğü üzere Özel Dairenin 28.09.2021 tarihli bozma kararı, 18.12.2018 tarihli önceki bozmayı ortadan kaldırır nitelikte olup davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmış olması sebebiyle de kesin niteliktedir.
15. Hâl böyle olunca Özel Dairenin önceki kesin nitelikteki bozma kararına uyularak verilen İlk Derece Mahkemesi kararının Özel Dairece önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde bozulması üzerine İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği açık olduğundan 31.01.2024 tarihli görüşmede oy birliğiyle birinci ön sorun aşılmıştır.
2. Duruşma talebi yönünden
1. Bu arada davacı vekili temyiz isteminin duruşmalı incelenmesini talep ettiğinden duruşma talebinin de incelenmesi gerekmiştir.
2. Temyiz incelemesine konu karar direnmeye ilişkin olmayıp İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 28.04.2022 tarihli son karara ilişkindir. Bu durumda davanın konusu miktar ve değer itibarıyla 6100 sayılı Kanun'un 369 uncu maddesinde belirtilen duruşma sınırını aştığından, davacı vekilinin duruşma talebi yerinde görülerek duruşma talebinin kabulüne 31.01.2024 tarihli görüşmede oy birliğiyle karar verilerek duruşma için 15.05.2024 günü tayin edilerek taraflara tebligat gönderilmiştir.
3. Duruşma günü davacı vekili Av. E.E., davalı vekili Av. M.E.'nın katılımıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilmiştir.
3. İkinci ön sorun yönünden
1. İkinci ön sorun ise; mahkemece birinci bozma kararına uyulması ile alacaklı yararına usulî kazanılmış hak oluşup oluşmadığı hususudur.
2. Bu aşamada “usulî kazanılmış hak” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.
3. Usule ait kazanılmış hak müessesi, usul hukukunun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. Mülga 1086 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da “usulî kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak amacıyla Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibarıyla, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).
4. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulî kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
a) Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usulî kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
b) Benzer şekilde, uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.
c) Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulî kazanılmış haktan söz edilemez.
d) Ayrıca Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtayca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddî hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir.
5. Maddî hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması hâlinde usulî kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için Yargıtay Dairesinin bozma kararında her türlü yorum, değer yargısı, hukuki değerlendirme veya delil takdirinin dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddî hata olması gerekir. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddî hata yapılması hâlinde, bu hata usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır. Yargıtay, maddî hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; maddî hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Mahkemece uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddî bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır.
6. Öte yandan 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesine 6460 sayılı Kanun'un 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrası ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup, düzenleme ile somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına üçüncü defa Özel Daire değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu düzenleme, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir. Bu itibarla 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin 6460 sayılı Kanun'un 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrası da esasında usulî müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturmaktadır.
7. Nitekim aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 25.11.2020 tarihli ve 2017/11-2474 Esas, 2020/944 Karar; 18.03.2021 tarihli ve 2017/(13)3-704 Esas, 2021/303 Karar; 08.04.2021 tarihli ve 2017/1-2620 Esas, 2021/445 Karar; 08.02.2022 tarihli ve 2021/(15)6-843 Esas, 2022/80 Karar; 08.06.2022 tarihli ve 2019/8-99 Esas, 2022/872 Karar ile 01.11.2023 tarihli ve 2021/1-912 Esas, 2023/1037 Karar; 24.01.2024 tarihli ve 2022/12-331 Esas, 2024/15 Karar sayılı kararlarında da değinilmiştir.
8. O hâlde 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesine 6460 sayılı Kanun'un 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrasının usulî kazanılmış hakkın istisnasını teşkil etmesi nedeniyle ilk bozma kararına uyulmakla alacaklı yararına usulî kazanılmış hak doğmadığına oy birliğiyle karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
VIII. GEREKÇE
1. İlgili Hukuk
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 26, 27, 31, 36 ve 81 inci maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 12/1 inci maddesinde herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu düzenlendiği gibi, 48/1 inci maddesinde de herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetinin bulunduğu kabul edilerek kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğu temel ilke olarak benimsenmiştir. Borçlar hukukumuza hâkim olan “sözleşme serbestliği” ilkesinin kaynağı da irade özgürlüğüne dayanmaktadır.
3. Sözleşme serbestliği ve özgürlüğünün; sözleşme yapıp yapmama, sözleşmenin karşı tarafını seçme, sözleşmenin içeriğini, tipini ve şeklini belirleme, sözleşmenin içeriğini değiştirme ve sözleşmeyi ortadan kaldırma gibi biçimleri bulunmaktadır.
4. 6098 sayılı Kanun'un 26 ncı maddesinde tarafların kanunda öngörülen sınırlar içinde, sözleşmenin içeriğini özgürce belirleyebilecekleri kabul edilmiştir. Bu özgürlüğe getirilen temel sınırlama ise 6098 sayılı Kanun'un 27 nci maddesinde "Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.
Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur" şeklinde düzenlenmiştir [Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (mülga 818 sayılı Kanun) 19 uncu madde].
5. Söz konusu düzenlemede yer alan sınırlamalar taşınmazların devri bakımından da geçerli olup taşınmaz devrine ilişkin sözleşmelerin de ahlaka, kamu düzenine ve hukuka aykırı olmaması gereklidir. Bu sınırlamanın tespit edilebilmesi için de tarafların sözleşme ile amaçladıkları çıkarların dengede olması esas alınarak, sözleşme yapan kişilerin gerçek ve müşterek maksat ve çıkarları belirlenmelidir.
6. Nitekim 6098 sayılı Kanun'un 81 inci maddesinin birinci cümlesinde; "Hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez" düzenlemesi ile de açıkça hukuka ve ahlaka aykırı amacın elde edilmesi için verilen şeyin geri alınamayacağı düzenlenmiştir (mülga 818 sayılı Kanun 65 inci madde).
7. Madde metninde belirtilen hukuka aykırı amaç, hukuk düzeni tarafından yasaklanmış olan amaçları ifade ederken ahlaka aykırı amaç ise toplumun genel ahlak ve değer yargılarıyla uyumlu olmayan, genel ahlak ve değer yargılarımızla bağdaşmayan ve hoş karşılanmayan amaçları ifade etmektedir (Turgut Uygur, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Ankara, 2013, Cilt 1, s. 1096).
8. Öte yandan kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması irade açıklamasının bir hukuki işlemin temel kurucu unsuru olması açısından önemlidir. Bu nedenle hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.
9. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 392).
10. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Kanun'da “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ilâ 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun'da 30 ilâ 39 uncu maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
11. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga 818 sayılı Kanun'un 23 ve devamı maddelerinde “...ilzam olunamaz” (mülga 818 sayılı Kanun madde 23), “...o akit ile ilzam olunmaz” (mülga 818 sayılı Kanun madde 28), “...kendi hakkında lüzum ifade etmez” (mülga 818 sayılı Kanun madde 29/I), 6098 sayılı Kanun'da ise “...bağlı olmaz” (6098 sayılı Kanun madde 30), “...sözleşmeyle bağlı değildir” (6098 sayılı Kanun madde 36 ve 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukuki işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
12. Kanunlarımızda iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Ayrıca irade bozukluğu sadece sözleşmelere özgü bir sakatlık hâli olmayıp tek taraflı hukuki işlemler için de geçerlidir.
13. Yanılma (hata); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk hâlidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukuki işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir. İradesini beyan etmek isteyen kimse, kendi dalgınlığı veya yanlış anlaması sonucunda gerçek iradesini istemediği bir şekilde açığa vurmuş olabileceği gibi; hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım nedenlerden ötürü de olabilir. Böylelikle kişi, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunarak iradesini sakatlamaktadır. Yanılgıya düşen kişi karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın iradesine uygun olmayan bildirimde bulunmaktadır.
14. Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olarak 6098 sayılı Kanun'un 36 ncı maddesinde; “Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.
Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir” şeklinde düzenlenmiştir.
15. Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır.
16. Görüleceği üzere hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2020/1-128 Esas, 2022/1415 Karar sayılı kararında hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.
17. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (6098 sayılı Kanun madde 36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmaya sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tâbi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Fikret Eren, s. 414 vd., Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2020/1-128 Esas, 2022/1415 Karar sayılı kararı).
18. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
19. İradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması 6098 sayılı Kanun'un 39 uncu (mülga 818 sayılı Kanun madde 31) maddesinde belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (6098 sayılı Kanun madde 39/1).
20. Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarihli ve 2011/14-281 Esas, 2011/373 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğindedir. Hak düşürücü sürenin Kanun’un açık hükmü uyarınca hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur.
21. Diğer taraftan, aldatmayı (hileyi) ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Hata, hile ve ikrah iddialarının senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7 nci maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, irade bozukluğu olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.
22. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı şirket vekili şirket ortaklarından en çok paya sahip dava dışı Aydın T.'un eşinin ölümü üzerine davalı ile görüşmeye başladığını, davalı ile evlenme konusunda anlaşarak bir müddet birlikte yaşadıklarını, davalının talebi üzerine müvekkili şirketin yaptığı iş sebebiyle dava dışı A.yapı Ltd. Şti'nin alacaklı olduğu iki dairenin satış gösterilmek suretiyle davalıya devredildiğini, söz konusu devirlerin davalının evlenme vaadine dayalı olarak yapıldığını ancak devirden sonra davalının dava dışı Aydın T.'tan ayrıldığını, evlenme konusunda inanarak işlem yapan dava dışı Aydın'ın davalı Emine tarafından kandırıldığını, güveninin kötüye kullanıldığını, davalının hileli davranışları sonucunda devirlerin yapıldığını iddia etmiş, davalı vekili ise dava dışı Aydın'ın eşinin vefatı üzerine müvekkili ile evlenme konusunda anlaştıklarını, resmî evlilik öncesi bir müddet aynı evde birlikte yaşadıklarını, resmî nikâh yapmayarak dava dışı Aydın'ın müvekkilini oyaladığını, iki yıl kadar aynı ev içerisinde birlikteliklerini sürdürdüklerini, müvekkilinin resmî evliliğin yapılması konusunda ısrarcı olduğunu, ancak dava dışı Aydın'ın resmî evliliğe yanaşmaması üzerine müvekkilinin bu birlikteliği sürdürmediğini, dava konusu taşınmazların da birlikte yaşamak üzere verildiğini, dava dışı Aydın'ın olumsuz davranışları nedeniyle birlikteliğin son bulduğunu, bu yapılan devir işlemlerinde hileli bir davranışın, iradeyi sakatlayan bir durumun olmadığını savunmuştur.
23. Dosya içerisinde yer alan sözleşmeler incelendiğinde; davacı şirket ile dava dışı A.yapı Ltd. Şti. arasında olan ticari ilişki sebebiyle 18.12.2012 tarihinde yapılan sözleşme ile A.yapı Ltd. Şti'nin iki adet daire ve Belediye'den aktarılan bir miktar para karşılığı davacı şirketten beton alındığı, daha sonra alınan bu iki dairenin 13.01.2015 tarihinde davacı şirket ile davalı arasında hür iradeleri ile imzalanan protokole istinaden bedelsiz olarak davalı Emine'ye devredildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca taraflar arasında imzalanan protokol ile aynı gün dava konusu taşınmazların dava dışı A.yapı Ltd. Şti. tarafından davalıya satış suretiyle temlik edildiği görülmüştür.
24. Her ne kadar dava dışı A.yapı Ltd. Şti. tarafından davaya konu taşınmazların davalıya devri yapılırken tapuda resmî senette devir satış olarak gösterilmişse de bu devirlerin bedelsiz olarak yapıldığı hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
25. Dinlenen tanıklar, dava dışı Aydın'ın eşinin ölümü üzerine davalı ile bir müddet birlikte yaşadığını, bu birlikte yaşam sürecinde dava dışı Aydın'ın isteği ile davacı şirket tarafından dava konusu taşınmazlar ile araç devirlerinin davalıya yapıldığını, devirler sonrası Aydın ile davalı Emine'nin birlikteliklerinin devam ettiğini ancak daha sonra aralarında yaşanan problemler sebebiyle bu ilişkinin sona erdiğini beyan ettikleri, bu kapsamda Aydın ile Emine'nin yaşanan süreçteki eylemlerinin karşılıklı rızalarına dayandığı, davacı şirket ortağı Aydın'ın da bilerek ve isteyerek bir takım devirlerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
26. Tüm dosya kapsamı itibarıyla davaya konu taşınmazların devrinin davalının irade sakatlığı yaratan bir davranışı karşılığı yapılmadığı gibi 13.01.2015 tarihli protokolünde iki tarafın hür iradesi ile imzalandığı ve iradi olarak taşınmazların davalı Emine'ye devredildiği kanaatine varılmıştır. Bu durumda dava dışı Aydın'ın ve devir yapan davacı şirketin temlik anında iradelerinin sahih olduğu, meşru olmayan bir maksadın söz konusu olmadığı, dava konusu taşınmazların tesciline dayanak oluşturan resmî senet geçerli olduğundan davalı adına oluşan tescilin yolsuzluğundan bahsedilemeyeceği anlaşılmakla İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; eldeki davada taraflarca ileri sürülen iddia ve savunmalar karşısında hata, hile veya ahlaka aykırı bir amacın gerçekleştirilmesine yönelik bir davranış ve olgunun söz konusu olmadığı, ayrıca ispat kuralları çerçevesinde davacı tarafça ileri sürülen vakıaların ispat edilemediği, ispat edilemeyen davanın redde mahkum olduğu ve davanın reddinin de bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
28. Bu nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IX. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Yargıtay duruşmasında vekili hazır bulunan davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 17.100,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
29.05.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 13’ü ONAMA, 12’si ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
EVLENME VAADİYLE KANDIRILARAK DEVREDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN TAŞINMAZLARIN DEVRİNİN İRADE SAKATLIĞI YARATAN BİR DAVRANIŞLA YAPILMADIĞI KANAATİNE VARILMIŞTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/(14)7-475
Karar No : 2024/284
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Amasya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28.04.2022
SAYISI : 2022/89 E., 2022/128 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 28.09.2021 tarihli ve 2021/725 Esas,
2021/1211 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar davalı vekilinin temyizi nedeniyle Yargıtay 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu tekrar bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin kararı davacı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının Amasya ili, Merkez ilçesi, Şeyhcui Mahallesi, 1.83 parseldeki A Blok 45 ve 46 numaralı bağımsız bölümleri dava dışı Aydın T. ile evlenme vaadi karşılığında inançlı işlemle herhangi bir bedel ödemeksizin tapuda dava dışı A.yapı Gıda Tem. Teks. Tur. İnş. Müt. Mim. Müh. Mob. Haf. Nak. Tar. Pet. San. ve Tic. Ltd. Şti'den (A.yapı Ltd. Şti.) satış suretiyle temlik aldığını, davalının 47 yaşında, müvekkili şirketin sahibi Aydın T.’un ise 70 yaşında olduğunu, Aydın’ın eşinin ölümünden sonra davalının evlenme vaadi ile müvekkili şirketin sahibini kandırarak taşınmazları bedelsiz olarak devraldığını, ancak sonrasında davalının Aydın'ı bırakıp kaçtığını ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili şirket adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazın dava dışı şirket adına kayıtlı iken tapuda satış yapılarak müvekkiline devredildiğini, öte yandan davacı tarafından ileri sürülen iddiaların dava dışı Aydın T. ile alakalı olduğunu, davacının taraf sıfatının bulunmadığını, müvekkilinin dört yıl boyunca Aydın T.’a ait otelde çalıştığını, Aydın T.’un eşinin vefatı üzerine müvekkiline evlenmek istediğini söylediğini ancak müvekkilinin kabul etmediğini daha sonra ısrarcı davranınca evlenmeyi kabul ettiğini, bunun üzerine müvekkilinin Aydın T.’a ait evde imam nikâhlı olarak birlikte yaşamaya başladıklarını, müvekkilinin resmî nikâhı sorduğunda nikâh için gün aldım diyerek müvekkilini oyaladığını, sonrasında ise miras yüzünden nikâh yapamayacağını söylediğini, müvekkilinin bu durumu kabul etmemesi sebebiyle tartışmalar çıktığını, iki yıl kadar imam nikâhlı yaşadıktan sonra müvekkilinin nikâhsız yaşayamayacağını söylemesi üzerine Aydın T.'un imam nikâhlı yaşamaya zorlamak için müvekkiline dava konusu taşınmazları devrettiğini, ancak müvekkilinin oğlundan dolayı çıkan tartışmalar ve Aydın T.’un resmî nikâha yanaşmaması sebebiyle müvekkilinin bu birlikteliği sürdüremediğini, müvekkilinin evlenme vaadiyle kandırılarak birlikte yaşamaya zorlandığını, Aydın T.'un hukuka, ahlaka aykırı olan nikâhsız birlikte yaşama olgusunun gerçekleşmesi için verdiği dava konusu taşınmazları geri isteyemeyeceğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİNİN BİRİNCİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 06.10.2017 tarihli ve 2016/187 Esas, 2017/221 Karar sayılı kararı ile davacı şirketin sahibi Aydın'ın davalı ile gayri resmî imam nikâhlı evlilik birlikteliğini sağlamak için dava konusu taşınmazları davalıya devrettiği, ancak ahlaka aykırı şekilde resmî evlilik akdi olmaksızın birlikte yaşamayı temin maksadı ile devredilen şeylerin geri istenmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 05.12.2017 tarihli ve 2017/1338 Esas, 2017/1340 Karar sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Birinci Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 18.12.2018 tarihli ve 2018/3355 Esas, 2018/9154 Karar sayılı kararı ile "... Davacı ile davalı arasında taraflarca inkar edilmeyen ve dosyada mevcut davalı Emine Ç. ve davacı Emek İ. Taah. Kum. Nak. Hafr. Tic. San. Ltd. Şti. ortağı ve temsilcisi Fatih T. (Aydın T.'un oğlu) tarafından imzalanan 13.01.2015 tarihli protokole göre taşınmazlar hibe ile devir edileceği yönünde anlaşmalarına rağmen dava dışı satıcı A.yapı Gıda Temizlik Tekstil Turizm İnşaat Müteahhitlik Mimarlık Mühendislik Mobilya Hafriyat Nakliyat Tarım Petrol Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi ile davalı Emine Ç. arasındaki 13.01.2015 tarihli, 398 yevmiye numaralı tapudaki resmi senette satış olarak gösterilmiş olmakla resmi satış tarafların iradelerine uymadığından geçersiz olduğu gibi davacı Emek Kum Beton İnşaat Ltd. Şti'nin dava dışı tapu maliki A.yapı İnş. Müt. Mim. Müh. Mob. Haf. Nakl. Tar. Pet. San. Tic. Ltd. Şti'den olan alacağına karşılık olarak hak ettiği dava konusu taşınmazları yine dava dışı Aydın T.'un talimatı ile hibe olarak davalıya verildiği bu durumda davacı şirketi ile davalı arasındaki uyuşmazlığın hukuki temeli inançlı işlem olgusuna dayandırılması olayın özelliğine uymamaktadır.
6100 sayılı HMK m. 33’e göre, hakim Türk hukukunu re'sen uygular. Yani, mahkeme önüne gelen bir davada dava ve cevap dilekçesindeki taraf beyanlarını yorumlayarak davanın hukuki nitelendirmesini yapacaktır. Bundan dolayı davacının iddiasını haklı göstermek için bir veya birden fazla hukuki sebep göstermesi veya hiçbir hukuki sebep göstermemiş olması onun aleyhine sonuç doğurmaz. Şu halde hakim, tarafların ileri sürmüş oldukları hukuksal sebeplerle bağlı olmayıp, onların ileri sürmüş bulundukları vakıalara uygun olan hukuksal sebebi kendiliğinden uygulayacaktır.
Davacı şirketin hakettiği iki adet davalı taşınmazın dava dışı Aydın T.'un evliliğinin sağlanması için davalı adına tescil edildiği ancak evliliğin gerçekleşmediği uyuşmazlık konusu değildir.
Davalı ile dava dışı Aydın T. arasında evliliğin sağlanması için davacı şirketin taşınmazları gerçekte bağış; tapuda ise satış olarak gösterilerek davalıya temlik edildiği sabittir.
Taraflar arasında evlilik gerçekleşmemiştir.
Taşınmazların bedeli davacı şirket tarafından karşılandığı da uyuşmazlık konusu değildir.
Davalı, taşınmazların evlilik umuduyla kendisine verildiğini kabul etmekte ancak evliliğin gerçekleşmemesinde kusuru olmadığını savunmuştur.
Dava, hata, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili ile alacak isteğine ilişkindir.
Hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. B.K'nun 28/l. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 36/1.) maddesinde açıklandığı üzere, taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Hile hukuksal sebebine dayalı dava, evlilik umudunun yitirildiği tarih itibariyle 1 yıllık hak düşürücü sürede açılmıştır.
Dava dışı Aydın T. 1946, davalının ise 1969 doğumlu olduğu, aralarında önemli bir yaş farkının bulunduğu, dosyada mevcut belgeler ile tanık anlatımlarına göre, Aydın T. ile evlenme karşılığı olarak davalıya niza konusu taşınmazların hibe olarak verildiği ancak işlemin satış suretiyle gerçekleştirildiği, davalının alım gücünün olmadığı, davalının birlikteliğe yanaşma amacını kullanarak Aydın T.'un iradesini fesada uğrattığı, evlilik birliğinin kurulamadığı anlaşılmaktadır.
Temlikteki amacın resmi evlilik birlikteliğini sağlamak olup, gayri ahlaki bir amaç taşınmadığı, buna göre, Türk Borçlar Kanunu'nun 81. maddesinin uygulama yeri bulunmadığı, davalının kandırması sonucu, hataya düşürülen Aydın T.'un ortağı olduğu davacı şirketin, çekişme konusu taşınmazları davalıya temlikinin sağlanmasında yasal geçerliliğinden söz edilmesi mümkün değildir.
Kaldı ki, dava konusu 45 ve 46 no'lu bağımsız bölümlerin davalı adına tesciline ilişkin 13.01.2015 tarih, 398 yevmiye numaralı görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237., eski 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 213. ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, resmi sözleşmenin geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Aslında bağış olduğu halde satış biçiminde temlik işlemi resmi şekle aykırılık nedeniyle geçersiz olduğundan davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir...." gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Birinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin 27.09.2019 tarihli ve 2019/49 Esas, 2019/273 Karar sayılı kararı ile bozma ilâmına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
VI. İKİNCİ BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. İkinci Bozma Kararı
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 28.09.2021 tarihli ve 2021/725 Esas, 2021/1211 Karar sayılı kararı ile; "... Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazların dava dışı A.S. Yapı Limited Şirketinin mülkiyetinde iken, 13.01.2015 tarihinde davalıya devredildiği, devir işleminin davacı şirket tarafından yapılmadığı; davacı şirketin iddiasına göre, A.S. Yapı Şirketine temin edilen malzeme bedeli karşılığında davacı şirkete devir edilmesi gereken dava konusu bağımsız bölümlerin, davacı şirketin yönetim kurulu başkanı Aydın T. ile davalının birlikte yaşamaya yahut evlenmesi amacıyla davacı şirketin müdürü ve ortağı, aynı zamanda Aydın T.'un oğlu Fatih T. ile davalı Emine Ç.'in imzalamış oldukları yazılı protokol uyarınca davalıya devredildiği anlaşılmıştır.
Uyuşmazlığın konusunu, davacı şirketin yönetim kurulu başkanı Aydın T. ile davalının evlilik dışı olarak bir araya gelmeleri ve bir süre karı-koca gibi yaşamalarını sağlamak amacıyla davalıya verilen bağımsız bölüm niteliğindeki taşınmazlar ve bu taşınmazların davacı şirkete iadesi konusundaki anlaşmazlık oluşturmaktadır.
Dava konusu taşınmazların, davada taraf olmayan önceki malik A.S. Yapı Limited Şirketi tarafından, davacı şirket müdürü ve davalı arasında yapılan protokol uyarınca davalıya devredildiği, bağımsız bölümlerin devir işlemine Aydın T.’un bizzat katılmadığı, bu nedenle 6098 sayılı Kanunun 30. maddesinde düzenlenen yanılma ve 36. maddesinde düzenlenen aldatma yoluyla taşınmazların devrinin sağlandığı iddialarının, olayın oluşuna göre gerçekleştiği söylenemez.
Dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının davalı adına tapuya devredildiği tarihte, mülkiyetin naklinde yanılma söz konusu olmadığı gibi aldatma unsurları da gerçekleşmiş değildir.
Davacı şirketin yönetim kurulu başkanı Aydın T. ile davalının nikahsız yaşamaları bu birleşmenin kanuni ve medeni evlenmeye tekaddüm eden bir nişanlanma mahiyetinde olmadığını göstermektedir. Bu nedenle, davacının tesiriyle davalıya verilen dava konusu bağımsız bölümlerin, meşru olmayan bir maksadın istihsali için verilmiş olduğunun kabulü zarureti vardır.
6098 sayılı Kanunun 81. maddesine göre hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şeyin geri alınması mümkün olmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, 14. Hukuk Dairesinin oyçokluğuyla verdiği bozma ilamına uyulması ve davacı şirketin davalıya bağımsız bölümü devreden önceki malik olmadığı nazara alınmadan davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün açıklanan gerekçelerle bozulması gerekmiştir...." gerekçesiyle oy çokluğuyla karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince İkinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin 28.04.2022 tarihli ve 2022/89 Esas, 2022/128 Karar sayılı kararı ile bozma ilâmına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
C. Gönderme Kararı
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 14.03.2023 tarihli ve 2022/5401 Esas, 2023/1515 Karar sayılı kararı ile; temyiz edilen kararın Dairenin önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde verdiği ikinci bozma kararına uyularak tesis edilen davanın reddine yönelik karar olduğu, bu karar hakkındaki temyiz incelemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 373 üncü maddesinin altıncı fıkrası gereğince Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği gerekçesiyle dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
VII. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, davalının dava konusu taşınmazları dava dışı Aydın'ı evlenme vaadi ile kandırarak devraldığını, taşınmazların devrine ilişkin tapuda yapılan sözleşme şekil şartlarına uymadığından geçersiz olduğunu, birlikte yaşama karşılığı yapılacak sözleşmenin ahlaka aykırılık oluşturmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Özü
Uyuşmazlığın özü; davacı şirketin ortağı Aydın T.’un talimatı üzerine dava dışı şirket tarafından davalıya devredilen dava konusu bağımsız bölümlerin evlilik dışı bir araya gelerek bir süre karı-koca hayatı yaşamak amacıyla mı yoksa resmî evlilik birlikteliğini sağlamak amacıyla mı devredildiği, buradan varılacak sonuca göre taşınmazların meşru olmayan bir maksadın istihsali için mi yoksa Aydın T.’un irade fesadına uğratılması sonucunda mı verilmiş olduğu bu kapsamda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 81 (818 Borçlar Kanunu md.65) inci maddesi gereği davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Ön Sorun
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
1. Birinci ön sorun yönünden
1. Birinci ön sorun; İlk Derece Mahkemesinin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
2. 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un (6460 sayılı Kanun) 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrası; "Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır." hükmünü içermektedir.
3. Belirtilen maddenin gerekçesi ise; "Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay'ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir. "Kesin bozma", denetim mahkemelerinin yargılama hukukuna kazandırdığı bir kavramdır. Bu kavram, ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozmaları içermektedir. Denetim mahkemesinin, aynı dava hakkında, verilerde değişme olmadan, birden fazla ve birbirine zıt kesin bozma kararı vermesi, başlı başına hukuk güvenliği sorununa işaret eder. İkinci kesin bozma kararı üzerine verilen ilk derece mahkeme kararlarının temyiz incelemesinin, veriler değişmediği halde, birbirleriyle çelişen bozma kararlarını veren dairece değil, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, hem sorunun doğasının, hem de adil yargılama hakkının bir gereğidir..." şeklindedir.
4. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
5. Hukuk Genel Kurulunun 18.10.2022 tarihli ve 2020/(15)6-461 Esas, 2022/1301 Karar; 29.03.2023 tarihli ve 2022/(23)6-686 Esas ve 2023/273 Karar ile 01.11.2023 tarihli ve 2021/1-912 Esas, 2023/1037 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği üzere Hukuk Genel Kurulunun görevi, davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.
6. Bu nedenle “nihai karar” kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
7. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmiştir. Hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihaî karar denilmektedir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekir ise nihai karar (son karar), bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).
8. Nihai kararlar, usule ilişkin nihaî kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Uyuşmazlığı esastan çözmemekle birlikte, davaya görülmekte olan mahkemede son veren kararlar usule ilişkin nihai karar olarak nitelendirilir. Usule ilişkin nihai kararlar davanın esasına yönelik olmadığından maddi anlamda kesinleşmeye elverişli değildirler. Bu karar şekli anlamda kesinleşmiş olsa bile, maddi anlamda kesinleşmeye elverişli olmadığından, söz konusu eksiklikleri gidererek aynı tarafların aynı konuda ve aynı sebeplere dayanarak yeniden bir dava açması mümkündür (Hakan Pekcanıtez vd., Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, 2017, C. III, s.1973-1974). Mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları da (6100 sayılı Kanun md. 115/2), usule ilişkin nihai kararlardır. Esasa ilişkin nihai kararlar (hüküm) ise, hâkimin maddi hukuk kurallarını uygulayarak uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır.
9. Yukarıda da belirtildiği üzere 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesine 6460 sayılı Kanun’un 1 inci maddesiyle eklenen altıncı fıkra uyarınca davanın (istemin) esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Değişiklik gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Hukuk Genel Kurulunca inceleme yapılabilmesi için davanın (istemin) esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların, mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozma kararını ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması durumunun söz konusu olması gereklidir.
10. Öte yandan madde gerekçesinde “kesin bozma” kavramından kanun koyucunun neyi kastettiği açıklanmış; bu kavramın “ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozma” olduğu belirtilmiştir.
11. Maddenin farklı şekilde yorumlanması, Yargıtay dairelerinin ilk derece mahkemesini araştırmaya yönelten birden fazla bozma kararı verdiği tüm durumlarda temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı sonucunu doğurur ki, bu da 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin altıncı fıkrasının ruhuna aykırıdır.
12. Somut olayda ise; İlk Derece Mahkemesince davanın reddine dair verilen birinci karara karşı davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairenin 18.12.2018 tarihli kararı ile taşınmazların davacıya devrindeki amacın resmî evliliği sağlamak olup gayri ahlaki bir amaç taşımadığı, davalının kandırması sonucu hataya düşürülen Aydın T.’un ortağı olduğu davacı şirketin çekişme konusu taşınmazları davalıya devrinde yasal geçerliliğin bulunmadığı, ayrıca görünürdeki işlem gerçek iradelere uymadığından, gizli bağış sözleşmesinin de resmî şekil şartına uymadığından geçerli olmadığı, bu nedenle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
13. İlk Derece Mahkemesinin birinci bozma kararına uyarak verdiği davanın kabulüne ilişkin karar bu kez davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece yapılan temyiz incelemesi sonucu 28.09.2021 tarihli karar ile dava konusu taşınmazların davada taraf olmayan şirket tarafından davacı şirket müdürü ile davalı arasında yapılan protokol uyarınca devredildiği, devir işlemlerine davacı bizzat katılmadığından yanılma ve aldatma yoluyla devrin gerçekleştiğinin söylenemeyeceği, devir tarihinde yanılma veya aldatma olmadığı, davacı şirket başkanı ile davalının nikâhsız yaşamalarının da birleşmenin nişanlanma mahiyetinde olmadığını gösterdiği, davacının tesiriyle davalıya verilen dava konusu taşınmazların meşru olmayan maksadın istihsali için verildiğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesince ikinci bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.
14. Görüldüğü üzere Özel Dairenin 28.09.2021 tarihli bozma kararı, 18.12.2018 tarihli önceki bozmayı ortadan kaldırır nitelikte olup davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmış olması sebebiyle de kesin niteliktedir.
15. Hâl böyle olunca Özel Dairenin önceki kesin nitelikteki bozma kararına uyularak verilen İlk Derece Mahkemesi kararının Özel Dairece önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde bozulması üzerine İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği açık olduğundan 31.01.2024 tarihli görüşmede oy birliğiyle birinci ön sorun aşılmıştır.
2. Duruşma talebi yönünden
1. Bu arada davacı vekili temyiz isteminin duruşmalı incelenmesini talep ettiğinden duruşma talebinin de incelenmesi gerekmiştir.
2. Temyiz incelemesine konu karar direnmeye ilişkin olmayıp İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 28.04.2022 tarihli son karara ilişkindir. Bu durumda davanın konusu miktar ve değer itibarıyla 6100 sayılı Kanun'un 369 uncu maddesinde belirtilen duruşma sınırını aştığından, davacı vekilinin duruşma talebi yerinde görülerek duruşma talebinin kabulüne 31.01.2024 tarihli görüşmede oy birliğiyle karar verilerek duruşma için 15.05.2024 günü tayin edilerek taraflara tebligat gönderilmiştir.
3. Duruşma günü davacı vekili Av. E.E., davalı vekili Av. M.E.'nın katılımıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilmiştir.
3. İkinci ön sorun yönünden
1. İkinci ön sorun ise; mahkemece birinci bozma kararına uyulması ile alacaklı yararına usulî kazanılmış hak oluşup oluşmadığı hususudur.
2. Bu aşamada “usulî kazanılmış hak” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.
3. Usule ait kazanılmış hak müessesi, usul hukukunun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. Mülga 1086 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da “usulî kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak amacıyla Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibarıyla, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).
4. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulî kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
a) Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usulî kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
b) Benzer şekilde, uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulî kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.
c) Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulî kazanılmış haktan söz edilemez.
d) Ayrıca Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtayca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddî hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir.
5. Maddî hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması hâlinde usulî kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için Yargıtay Dairesinin bozma kararında her türlü yorum, değer yargısı, hukuki değerlendirme veya delil takdirinin dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddî hata olması gerekir. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddî hata yapılması hâlinde, bu hata usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır. Yargıtay, maddî hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; maddî hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Mahkemece uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddî bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır.
6. Öte yandan 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesine 6460 sayılı Kanun'un 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrası ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup, düzenleme ile somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına üçüncü defa Özel Daire değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu düzenleme, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir. Bu itibarla 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin 6460 sayılı Kanun'un 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrası da esasında usulî müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturmaktadır.
7. Nitekim aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 25.11.2020 tarihli ve 2017/11-2474 Esas, 2020/944 Karar; 18.03.2021 tarihli ve 2017/(13)3-704 Esas, 2021/303 Karar; 08.04.2021 tarihli ve 2017/1-2620 Esas, 2021/445 Karar; 08.02.2022 tarihli ve 2021/(15)6-843 Esas, 2022/80 Karar; 08.06.2022 tarihli ve 2019/8-99 Esas, 2022/872 Karar ile 01.11.2023 tarihli ve 2021/1-912 Esas, 2023/1037 Karar; 24.01.2024 tarihli ve 2022/12-331 Esas, 2024/15 Karar sayılı kararlarında da değinilmiştir.
8. O hâlde 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesine 6460 sayılı Kanun'un 1 inci maddesi ile eklenen altıncı fıkrasının usulî kazanılmış hakkın istisnasını teşkil etmesi nedeniyle ilk bozma kararına uyulmakla alacaklı yararına usulî kazanılmış hak doğmadığına oy birliğiyle karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
VIII. GEREKÇE
1. İlgili Hukuk
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 26, 27, 31, 36 ve 81 inci maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
2. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 12/1 inci maddesinde herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu düzenlendiği gibi, 48/1 inci maddesinde de herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetinin bulunduğu kabul edilerek kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğu temel ilke olarak benimsenmiştir. Borçlar hukukumuza hâkim olan “sözleşme serbestliği” ilkesinin kaynağı da irade özgürlüğüne dayanmaktadır.
3. Sözleşme serbestliği ve özgürlüğünün; sözleşme yapıp yapmama, sözleşmenin karşı tarafını seçme, sözleşmenin içeriğini, tipini ve şeklini belirleme, sözleşmenin içeriğini değiştirme ve sözleşmeyi ortadan kaldırma gibi biçimleri bulunmaktadır.
4. 6098 sayılı Kanun'un 26 ncı maddesinde tarafların kanunda öngörülen sınırlar içinde, sözleşmenin içeriğini özgürce belirleyebilecekleri kabul edilmiştir. Bu özgürlüğe getirilen temel sınırlama ise 6098 sayılı Kanun'un 27 nci maddesinde "Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.
Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur" şeklinde düzenlenmiştir [Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (mülga 818 sayılı Kanun) 19 uncu madde].
5. Söz konusu düzenlemede yer alan sınırlamalar taşınmazların devri bakımından da geçerli olup taşınmaz devrine ilişkin sözleşmelerin de ahlaka, kamu düzenine ve hukuka aykırı olmaması gereklidir. Bu sınırlamanın tespit edilebilmesi için de tarafların sözleşme ile amaçladıkları çıkarların dengede olması esas alınarak, sözleşme yapan kişilerin gerçek ve müşterek maksat ve çıkarları belirlenmelidir.
6. Nitekim 6098 sayılı Kanun'un 81 inci maddesinin birinci cümlesinde; "Hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez" düzenlemesi ile de açıkça hukuka ve ahlaka aykırı amacın elde edilmesi için verilen şeyin geri alınamayacağı düzenlenmiştir (mülga 818 sayılı Kanun 65 inci madde).
7. Madde metninde belirtilen hukuka aykırı amaç, hukuk düzeni tarafından yasaklanmış olan amaçları ifade ederken ahlaka aykırı amaç ise toplumun genel ahlak ve değer yargılarıyla uyumlu olmayan, genel ahlak ve değer yargılarımızla bağdaşmayan ve hoş karşılanmayan amaçları ifade etmektedir (Turgut Uygur, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Ankara, 2013, Cilt 1, s. 1096).
8. Öte yandan kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması irade açıklamasının bir hukuki işlemin temel kurucu unsuru olması açısından önemlidir. Bu nedenle hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.
9. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 392).
10. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Kanun'da “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ilâ 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun'da 30 ilâ 39 uncu maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
11. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga 818 sayılı Kanun'un 23 ve devamı maddelerinde “...ilzam olunamaz” (mülga 818 sayılı Kanun madde 23), “...o akit ile ilzam olunmaz” (mülga 818 sayılı Kanun madde 28), “...kendi hakkında lüzum ifade etmez” (mülga 818 sayılı Kanun madde 29/I), 6098 sayılı Kanun'da ise “...bağlı olmaz” (6098 sayılı Kanun madde 30), “...sözleşmeyle bağlı değildir” (6098 sayılı Kanun madde 36 ve 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukuki işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
12. Kanunlarımızda iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Ayrıca irade bozukluğu sadece sözleşmelere özgü bir sakatlık hâli olmayıp tek taraflı hukuki işlemler için de geçerlidir.
13. Yanılma (hata); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk hâlidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukuki işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir. İradesini beyan etmek isteyen kimse, kendi dalgınlığı veya yanlış anlaması sonucunda gerçek iradesini istemediği bir şekilde açığa vurmuş olabileceği gibi; hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım nedenlerden ötürü de olabilir. Böylelikle kişi, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunarak iradesini sakatlamaktadır. Yanılgıya düşen kişi karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın iradesine uygun olmayan bildirimde bulunmaktadır.
14. Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olarak 6098 sayılı Kanun'un 36 ncı maddesinde; “Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.
Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir” şeklinde düzenlenmiştir.
15. Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır.
16. Görüleceği üzere hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2020/1-128 Esas, 2022/1415 Karar sayılı kararında hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.
17. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (6098 sayılı Kanun madde 36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmaya sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tâbi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Fikret Eren, s. 414 vd., Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2020/1-128 Esas, 2022/1415 Karar sayılı kararı).
18. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
19. İradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması 6098 sayılı Kanun'un 39 uncu (mülga 818 sayılı Kanun madde 31) maddesinde belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (6098 sayılı Kanun madde 39/1).
20. Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarihli ve 2011/14-281 Esas, 2011/373 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğindedir. Hak düşürücü sürenin Kanun’un açık hükmü uyarınca hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur.
21. Diğer taraftan, aldatmayı (hileyi) ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Hata, hile ve ikrah iddialarının senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7 nci maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, irade bozukluğu olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.
22. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı şirket vekili şirket ortaklarından en çok paya sahip dava dışı Aydın T.'un eşinin ölümü üzerine davalı ile görüşmeye başladığını, davalı ile evlenme konusunda anlaşarak bir müddet birlikte yaşadıklarını, davalının talebi üzerine müvekkili şirketin yaptığı iş sebebiyle dava dışı A.yapı Ltd. Şti'nin alacaklı olduğu iki dairenin satış gösterilmek suretiyle davalıya devredildiğini, söz konusu devirlerin davalının evlenme vaadine dayalı olarak yapıldığını ancak devirden sonra davalının dava dışı Aydın T.'tan ayrıldığını, evlenme konusunda inanarak işlem yapan dava dışı Aydın'ın davalı Emine tarafından kandırıldığını, güveninin kötüye kullanıldığını, davalının hileli davranışları sonucunda devirlerin yapıldığını iddia etmiş, davalı vekili ise dava dışı Aydın'ın eşinin vefatı üzerine müvekkili ile evlenme konusunda anlaştıklarını, resmî evlilik öncesi bir müddet aynı evde birlikte yaşadıklarını, resmî nikâh yapmayarak dava dışı Aydın'ın müvekkilini oyaladığını, iki yıl kadar aynı ev içerisinde birlikteliklerini sürdürdüklerini, müvekkilinin resmî evliliğin yapılması konusunda ısrarcı olduğunu, ancak dava dışı Aydın'ın resmî evliliğe yanaşmaması üzerine müvekkilinin bu birlikteliği sürdürmediğini, dava konusu taşınmazların da birlikte yaşamak üzere verildiğini, dava dışı Aydın'ın olumsuz davranışları nedeniyle birlikteliğin son bulduğunu, bu yapılan devir işlemlerinde hileli bir davranışın, iradeyi sakatlayan bir durumun olmadığını savunmuştur.
23. Dosya içerisinde yer alan sözleşmeler incelendiğinde; davacı şirket ile dava dışı A.yapı Ltd. Şti. arasında olan ticari ilişki sebebiyle 18.12.2012 tarihinde yapılan sözleşme ile A.yapı Ltd. Şti'nin iki adet daire ve Belediye'den aktarılan bir miktar para karşılığı davacı şirketten beton alındığı, daha sonra alınan bu iki dairenin 13.01.2015 tarihinde davacı şirket ile davalı arasında hür iradeleri ile imzalanan protokole istinaden bedelsiz olarak davalı Emine'ye devredildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca taraflar arasında imzalanan protokol ile aynı gün dava konusu taşınmazların dava dışı A.yapı Ltd. Şti. tarafından davalıya satış suretiyle temlik edildiği görülmüştür.
24. Her ne kadar dava dışı A.yapı Ltd. Şti. tarafından davaya konu taşınmazların davalıya devri yapılırken tapuda resmî senette devir satış olarak gösterilmişse de bu devirlerin bedelsiz olarak yapıldığı hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
25. Dinlenen tanıklar, dava dışı Aydın'ın eşinin ölümü üzerine davalı ile bir müddet birlikte yaşadığını, bu birlikte yaşam sürecinde dava dışı Aydın'ın isteği ile davacı şirket tarafından dava konusu taşınmazlar ile araç devirlerinin davalıya yapıldığını, devirler sonrası Aydın ile davalı Emine'nin birlikteliklerinin devam ettiğini ancak daha sonra aralarında yaşanan problemler sebebiyle bu ilişkinin sona erdiğini beyan ettikleri, bu kapsamda Aydın ile Emine'nin yaşanan süreçteki eylemlerinin karşılıklı rızalarına dayandığı, davacı şirket ortağı Aydın'ın da bilerek ve isteyerek bir takım devirlerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
26. Tüm dosya kapsamı itibarıyla davaya konu taşınmazların devrinin davalının irade sakatlığı yaratan bir davranışı karşılığı yapılmadığı gibi 13.01.2015 tarihli protokolünde iki tarafın hür iradesi ile imzalandığı ve iradi olarak taşınmazların davalı Emine'ye devredildiği kanaatine varılmıştır. Bu durumda dava dışı Aydın'ın ve devir yapan davacı şirketin temlik anında iradelerinin sahih olduğu, meşru olmayan bir maksadın söz konusu olmadığı, dava konusu taşınmazların tesciline dayanak oluşturan resmî senet geçerli olduğundan davalı adına oluşan tescilin yolsuzluğundan bahsedilemeyeceği anlaşılmakla İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; eldeki davada taraflarca ileri sürülen iddia ve savunmalar karşısında hata, hile veya ahlaka aykırı bir amacın gerçekleştirilmesine yönelik bir davranış ve olgunun söz konusu olmadığı, ayrıca ispat kuralları çerçevesinde davacı tarafça ileri sürülen vakıaların ispat edilemediği, ispat edilemeyen davanın redde mahkum olduğu ve davanın reddinin de bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
28. Bu nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IX. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Yargıtay duruşmasında vekili hazır bulunan davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 17.100,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
29.05.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 13’ü ONAMA, 12’si ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.