
HASIMSIZ OLARAK AÇILAN VAKIF EVLADI OLDUĞUNUN TESPİTİNE İLİŞKİN ELDEKİ DAVADA SONRADAN İLGİLİ VAKIF YÖNETİMLERİNE DAVANIN YÖNELTİLMESİ MÜMKÜNDÜR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/8-967
Karar No : 2024/574
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 08.05.2023
SAYISI : 2023/295 E., 2023/393 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 21.11.2022 tarihli ve 2021/872 Esas,
2022/9150 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki vakıf evladı olduğunun tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalılar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı dava dilekçesinde; secereye göre Hafız Fazıl Sevink, babası Hacı Halil, ninesi Gülizar, ninesi Rukiye, ninesi Hatice ve yine vakıfların kurucusu dedeleri Hüsamettin Kemalettin, Kavvas-ı Sagir, Kavvas-ı Kebir Vakfı Evladı Süleyman Ağa Bin-i Hacı Taha'ya kadar nesebinin tespitine karar verilmesini ve nesebiyle alakalı ilgili kurumlarda araştırma yapması için kendisine yetki verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili cevap dilekçesinde; dava dilekçesinde üç ayrı vakıftan bahsedildiğini, bu vakıfların ayrı tüzel kişiliklerinin bulunduğunu, mazbut Hüsamettin-Kemalettin Vakfının kendi idareleri tarafından buna karşılık mülhak vakıf olan diğer iki vakfın ise mütevelli yöneticisi tarafından yönetildiğini, dolayısıyla davaların ayrı ayrı açılması gerektiğini, eldeki davada titizlikle araştırma yapılmasının zorunlu olduğunu belirterek mahkemece yapılacak yargılama sonunda davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
2. Kavvas-ı Sagir ve Kavvas-ı Kebir Vakıflarının mütevellisi Behçet Murat Aras vekili cevap dilekçesinde; tespit davası niteliğinde olduğu anlaşılan eldeki davada vakıf evladı olduğunu tespit ettirmek isteyen davacının asıl amacının galle fazlasını talep etmek olduğunu, müvekkilinin mütevellisi olduğu her iki vakfın da galle fazlasının mütevelliye şart edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 19.04.2019 tarihli ve 2018/99 Esas, 2019/68 Karar sayılı kararı ile; davacının annesi olduğu anlaşılan Zeynep B. hakkında Diyarbakır 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/839 Esas ve 2001/193 Karar sayılı kararı ile Hüsamettin-Kemalettin-Tacettin Vakfı ile Kavvas-ı Kebir ve Kavvas-ı Sagir vakıflarının vakıf evladı ve galleye müstehak olduğuna karar verildiği, Vakıflar Genel Müdürlüğünden gelen yazıya göre Zeynep B.'ın hâlen galle fazlası almakta olduğunun bildirildiği, davacının annesi olan Zeynep B.'ın dedesi Hafız Fazıl'ın dava konusu vakıfların mütevelliliğini yaptığı, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 24.02.1943 tarihli ve 1943/27 Esas, 1943/11 Karar sayılı kararı ile "daha önce birden fazla vakıflara mütevellilik yapmış kişiye, iltisaklı olduğunu tespit eden kişiler için ayrıca başka bir delil aranmasına gerek olmadığının" hüküm altına alındığı, böyle olunca davacının Kavvas-ı Kebir ve Kavvas-ı Sagir vakıfları ile Hüsamettin-Kemalettin-Tacettin vakıflarının vakıf evladı olduğunu ispat ettiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 20.11.2020 tarihli ve 2019/1039 Esas, 2020/965 Karar sayılı kararı ile; dava konusu Hüsamettin-Kemalettin-Tacettin vakfının mazbut buna karşılık Kavvas-ı Kebir ve Kavvas-ı Sagir vakıflarının ise mülhak vakıflardan olduğu, 27.09.2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliğinin 28 inci maddesi uyarınca galle fazlasına müstehak vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin davalarda vakıf mütevellisi yanında yasal hasım olan Vakıflar Genel Müdürlüğüne de açılan davanın yöneltilmesi gerektiği, 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre taraf teşkilinin dava şartlarından olduğu, eldeki davanın hasımsız olarak açıldığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ilgili vakıfların mütevellisinin davaya sonradan dahil edildiği, bu durumun kurumlara taraf sıfatı kazandırmayacağı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın usulden reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... HMK ve 04.06.1958 ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereğince, maddi olayları açıklamak taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tespit etmek görevi hâkime aittir.
HMK'nin usul ekonomisi ilkesi başlıklı 30. maddesinde, hâkimin yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlü olduğu;
124. maddesinde, davada taraf değişikliğinin karşı tarafın açık rızası ile mümkün olduğu ancak maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebinin karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edileceği, düzenlemeleri mevcuttur.
Dava, galle fazlasına müstahak vakıf evladı olduğunun tespiti istemine ilişkin olup, bu davalarda husumetin Vakıflar Genel Müdürlüğü ile dava konusu Vakıfların yönetimine yöneltilmesi zorunludur. Davacı tarafça husumet eksik yöneltilmiş ise de bu husus Mahkemelerce tamamlanabileceğinden, keza somut olayda da İlk Derece Mahkemesi yargılaması devam ederken eksiklik giderilerek taraf teşkili sağlandığından, Bölge Adliye Mahkemesince davanın usulden reddine karar verilmesi doğru olmamıştır..."
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; vakıf hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği ve mevzuat gereği Vakıflar Genel Müdürlüğünün her zaman ilgili sıfatına sahip olması nedeni ile bu davalar hakkında çekişmesiz yargıdan söz edilemeyeceği, hasımsız olarak açıldığı anlaşılan eldeki davada 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi uygulanarak davaya taraf eklenmesinin mümkün olmadığı, anılan hükmün davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesi imkânı vermekte olup somut olayda olduğu tarafın hiç gösterilmediği bir davada bu madde uyarınca davaya taraf eklenmesinin mümkün bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı taraf temyiz dilekçesinde; taraf teşkilinin yargılama aşamasında usulüne uygun şekilde tamamlandığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hasımsız olarak açılan vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin eldeki davada, sonradan mahkeme ara kararı uyarınca 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 76 ncı maddesi ve Vakıflar Yönetmeliğinin 28 inci maddesine göre yasal hasım olan Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ilgili vakıf yönetimlerine davanın yöneltilmesi suretiyle taraf teşkilinin usulüne uygun şekilde sağlandığının kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 119, 124 ve 382 nci maddeleri.
Vakıflar Kanunu'nun (5737 sayılı Kanun) 76 ncı maddesi.
Vakıflar Yönetmeliği'nin 28 inci maddesi.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
2. Bilindiği üzere medeni yargının konusu, hukuk mahkemelerinin özel hukuk alınındaki yargısal faaliyetleridir. Bu yargı ile meşgul olan yargı koluna "medeni usul hukuku" denir ve medeni yargı "çekişmeli yargı" ve "çekişmesiz yargı" olmak üzere ikiye ayrılır. Çekişmeli yargı ile çekişmesiz yargı arasındaki farkı belirten en önemli ölçü "çekişme yokluğu" kıstasıdır (Baki Kuru, Nizasız Kaza, Ajans Türk Matbaası, Ankara-1961, s. 15). Buna göre çekişmeli yargı; bir ihtilâf (çekişme), uyuşmazlık, iddia ve karşı iddia hakkında karar verilmesi talebi ile açılan davalarla meşgul olur. Buna karşılık, çekişmesiz yargıya tâbi işlerde ilgililer arasında kural olarak bir ihtilâf (çekişme, uyuşmazlık) yoktur. Yani çekişmesiz yargıda mahkeme, ilgililer arasında mevcut bir ihtilâf hakkında karar vermez. Bu kıstasa göre, mahkemelerin baktığı ve ilgililer arasında ihtilâflı olmayan bütün işler çekişmesiz yargı işidir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. I, İstanbul-2001, s. 27).
3. Çekişmesiz yargı Türk hukukunda ilk kez 6100 sayılı Kanun'un 382 ilâ 388 inci maddeleri arasında düzenlenmiş olup, hukukumuzda çekişmesiz yargının kanunla düzenlenmesinden önce ilmi ve kazai içtihatlarla çekişmesiz yargının varlığı dile getirilmiştir (Baki Kuru, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, C. II, Ankara-2020, s. 1810). 6100 sayılı Kanun'un 382/1 hükmünde çekişmesiz yargının genel çerçevesi belirlendikten sonra çekişmesiz yargı işlerinin neler olduğu, 382/2 maddesinde mümkün olduğunca sayılarak belirtilmiştir. Dolayısıyla 6100 sayılı Kanun'un 382/2 maddesindeki sayma tahdidi olmayıp, bu maddede belirtilmeyen işler aynı maddenin 1 inci fıkrasında belirtilen kriterlere uyduğu takdirde çekişmesiz yargı işi olarak kabul edilir.
4. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'un 382/1 hükmünde ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan, ilgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı ve hâkimin resen harekete geçtiği hâllerden birine veya birkaçına giren işler çekişmesiz yargı işi olarak belirtilmiştir. Maddede belirtilen "uyuşmazlık yokluğu" ölçütüne göre, çekişmesiz yargıda kural olarak bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık söz konusu olmadığı için bir karşı taraftan söz edilemeyeceğine göre uyuşmazlık yokluğu ölçütü ile hasım yokluğu ölçütü aynı anlama gelir (Baki Kuru, Nizasız Kaza, s. 20). Uygulamada çekişmesiz yargı işlerine "hasımsız dava" şeklinde nitelendirme yapılması da buradan kaynaklanmaktadır. Uygulamadaki bu nitelendirme isabetli değildir çünkü "dava" kavramı ile iki taraflı yürütülen ve hasmın olduğu yargılama kastedilmektedir. Oysa ki çekişmesiz yargıda bir dava yoktur ve birbirine zıt talepler ileri süren iki taraf da bulunmadığından tek taraflı bir yargılama söz konusudur.
5. Vakıflar Kanunu'nun 76 ncı maddesi "Mülhak vakıflarda vakıf yönetimine, mülkiyet ve intifa hakkı iddiasına ait davalarda vakıf yönetimi ile Genel Müdürlük birlikte hasım gösterilir" hükmünü; 27.09.2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliğinin 28 inci maddesi ise "Mülhak vakıflarda mülkiyet ve intifa hakkı iddiasına ait vakfa karşı açılan davalarda, vakıf yönetimi ile Genel Müdürlük birlikte hasım gösterilir" hükmünü taşımaktadır. Anılan maddelerde "dava" denilmek suretiyle iki taraflı yürütülen ve hasmın olduğu çekişmeli yargılamadan bahsedilmektedir. Dolayısıyla vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin davaların çekişmesiz yargı işi olarak görülmesi mümkün olmayıp, bu davalarda ilgili vakıf yönetimi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü "kanuni hasım" sıfatını taşımaktadır.
6. Hemen belirtilmelidir ki; nasıl ki esas itibariyle çekişmesiz yargıya tâbi işlerde maddi olarak hasım sayılmayacak olan bir makam veya şahsın sadece şeklen taraf gösterilmesiyle çekişmesiz yargı işi çekişmeli yargı işine girmezse (Baki Kuru, Nizasız Kaza, s. 22); gerçek anlamda çekişmeli yargının konusu olan davaların da hasımsız veya tek taraflı olarak açılmasına da imkân yoktur. Ne var ki dava dilekçesinde davalının adı ve soyadı gösterilmemiş olmakla birlikte, dava dosyasından davalının kim olduğu anlaşılabilmekte ve o kişi, davada davalı olarak hareket etmiş ise, artık dava bu nedenle reddedilmez; davalı olarak hareket eden kişiye karşı davaya devam edilmelidir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. II, İstanbul-2001, s. 1578).
7. Eldeki davaya gelince; davacı tarafın dava dilekçesinde hak iddia ettiği vakıfların isimlerini açıkça belirttiği, annesinin vakıf evladı olması nedeniyle ilgili vakıflardan galle fazlası aldığını beyan ettiği, annesinden dolayı kendisinin de vakıf evladı olduğunu ileri sürdüğü, ne var ki dava adını "soybağının tespiti" olarak belirttikten sonra davalı bölümüne "hasımsız" şeklinde açıklamada bulunduğu ve davayı aile mahkemesinde açtığı anlaşılmıştır. Diyarbakır 2. Aile Mahkemesince yapılan yargılamada "davacı açmış olduğu davada her ne kadar nesebin tespiti talebinde bulunmuşsa da gerçek isteminin vakıf evladı olan üst soyu ile irtibatının kurulmasına ilişkin olduğu, vakıf evladının tespitine ilişkin davaya bakma görevinin asliye hukuk mahkemelerine ait bulunduğu" gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Dosyaya bakmakla görevli olduğu anlaşılan Diyarbakır 9. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan yargılamada ise 23.03.2018 tarihli tensip zaptı ile; davanın galleye müstehak vakıf evladı olduğunun tespiti davası olduğu, bu tür davaların hasımsız açılamayacağı, böyle olunca davalı olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün gösterilmesi gerektiği belirtilerek davacıya davasını Vakıflar Genel Müdürlüğüne yöneltmek üzere iki haftalık kesin süre verilmesine karar verilmiş, 28.12.2018 tarihli duruşmada verilen ara kararla da; davaya konu Gavası Sagir ve Gavasi Kebir vakıflarının mülhak vakıf oldukları anlaşıldığından davacı tarafça davanın Gavasi Kebir ve Gavasi Sagir vakıflarının mütevellisine yöneltilmesi için davacıya iki haftalık kesin süre verilmesine, kesin süre içerisinde davanın ilgililere yöneltilmemesi hâlinde davanın taraf teşkili yokluğundan usulden reddedileceğinin ihtarına karar verilmiştir. Bunun üzerine davacı tarafından yasal hasım konumundaki davalılar davaya dahil edilmiş, Mahkemece dava dilekçesinin davalılara tebliğ edilmesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü ve ilgili vakıflar davaya katılarak cevap dilekçesi sunmuş ve taraflarca gösterilen deliller toplanarak davanın esası hakkında karar verilmiştir.
8. Uyuşmazlığın çözümü açısından "taraf" kavramının da açıklanmasında yarar vardır. Medeni usul kanunlarında taraf veya davada taraf kavramları tanımlanmadığından, doktrinde taraf kavramını açıklamaya yönelik maddi taraf teorisi, şekli taraf teorisi ve işlevsel taraf teorisi olmak üzere toplamda üç başlık altında toplanması mümkün teoriler ileri sürülmüştür. 6100 sayılı Kanun ile kabul edilen teori, şekli taraf teorisidir. Bu husus, dava takip yetkisini düzenleyen 53 üncü madde ile iradi taraf değişikliğini düzenleyen 124 üncü maddenin gerekçesinde belirtilmiştir. Ayrıca, davacı ve davalının adının ve soyadının dava dilekçesinde açıkça gösterilmesi gerektiğine ilişkin, Kanun'un 119/1-b hükmünden de bu husus anlaşılmaktadır (Hülya Taş Korkmaz, Hukuk Davalarında Gerçek Tarafın Belirlenmesi, İstanbul-2021, s. 25). Şekli taraf teorisinin temeli, medeni usul hukuku bakımından davada tarafı belirlerken maddi hukuktan bağımsız hareket edilmesi gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Bu teoriye göre, mahkemeden kendi adına hukuki koruma talep eden davacı ile kendisine karşı hukuki koruma talep edilen davalı, davanın tarafıdır. Şekli taraf teorisi bakımından, davada tarafın kim olduğu dava dilekçesi esas alınarak tespit edilir (Korkmaz, s. 17).
9. Diğer yandan 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesi "(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
(2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır" hükmünü taşımaktadır. Anılan maddeye göre dava dilekçesinde davalının adı, soyadı ve adresinin eksik olması hâlinde hâkim; davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Görüldüğü üzere 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin bir ve ikinci fıkraları birlikte değerlendirildiğinde "dava dilekçesinde davalının eksik gösterilmiş olması" tamamlanabilir bir unsur unsur olarak kabul edilmiştir.
10. Hukuk Muhakemeleri Kanun'un "Tarafta iradi değişiklik" başlıklı 124 üncü maddesi ise "(1) Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.
(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.
(3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.
(4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder" hükmünü taşımaktadır.
11. Hükümet tasarısında yer almayan ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında verilen önerge ile son şeklini alan maddeye ilişkin değişiklik önergesinin gerekçesinde “Hukukumuzda taraflar bakımından esasen şeklî taraf teorisi kabul edilmektedir. Yani, davayı açan davacıdır, kendisine karşı dava açılan ise davalıdır. Dava açıldıktan sonra da sadece dava açanı değil, diğer tarafı da ilgilendiren, mahkemeyi de içine alan bir üçlü ilişki ortaya çıkmakta, uyuşmazlığın çözümü bakımından karşı taraf da söz hakkına sahip bulunmaktadır. Bu sebepledir ki, taraf değişikliğinde karşı tarafın rızası da aranmaktadır. Ancak, bu kuralın çok katı uygulanması, hem şeklî taraf teorisinin özünü zedeleyip, amacı dışında çok katı uygulanması sonucunu doğurarak adeta yargılama ilişkisini, katı bir forma dönüştürmektedir hem de yeni ve aslında gereksiz birtakım yargılamalara yol açarak usûl ekonomisi ilkesini de zedelemektedir. Yargı kararlarında, bazen çerçevesi de geniş tutularak, temsilcide yanılma ya da maddî hatadan kaynaklanan yanılma olarak nitelenen durumlarda, karşı tarafın rızası aranmadan taraf değişikliğine izin verilerek, ortaya çıkan bu sakınca giderilmeye çalışılmaktadır. Ancak, bu içtihatlar, kanunî düzenleme karşısında sorunu tam olarak çözememekte, sınırlı kalmakta, bazen de kanunî düzenlemeyi zorlamaktadır. Oysa, taraflar gösterilirken bazen maddî hata sebebiyle bir yanılgı ortaya çıkabilir; aslında muhatabı belli olan uyuşmazlık, bu hata sebebiyle mevcut olmayan ya da farklı kişiye karşı yürütülebilir. Böyle bir durumda, mutlaka karşı tarafın rızasını aramak, yargılamanın kaderini gerçekte muhatap olmaması gereken bir kişinin rızasına bağlamak anlamına gelebilir ve yargılama gereksiz yere uzayabilir, hatta yeni dava açılması sonucu ortaya çıkabilir. Bu sebeple, maddî hatadan dolayı muhatabın yanlış gösterilmesi hâlinde, diğer tarafın rızası aranmadan taraf değişikliği kabul edilmiştir. Ayrıca, bazen davacı, tüm özeni göstermiş, tüm araştırmayı yapmış olmasına rağmen dava açacağı kişiyi doğru tespit edememiş olabilir. Nitekim, uygulamada temsilcide yanılma olarak nitelenen durumlarda, bu haklı bir yanılma kabul edilerek, diğer tarafın rızası aranmadan yargılama gerçek muhataba karşı yürütülmektedir. Aynı şekilde, yanılma, diğer tarafın davranış ya da işlemlerinden veya hukukî ilişkinin karmaşık niteliğinden de kaynaklanabilir. Örneğin, holding şeklindeki şirketlerde muhatabın doğru tespitinin tam olarak mümkün olmaması, hukukî ilişkide farklı temsilci ya da vekillerin asıl tarafmış gibi davranması durumlarında, gerçek taraf, verilen cevap ya da yargılama işlemleriyle anlaşılabilecektir. Keza, kısa süre önce işlem yapılmış ya da sadece vekiliyle muhatap olunmuş bir işlemden sonra muhatabın ölmesi hâlinde, mirasçıları değil, ölen kişiye dava açılmasında da benzer bir durum vardır. Böyle durumlarda, tarafın, yargılamayı uzatmak yönünde niyeti olamayacağı gibi bunda hukukî yararı da yoktur. Verilen örneklerdeki gibi, yanlış taraf gösterilmesi dürüstlük kuralına aykırı değilse, ortaya çıkan dava ilişkisi sebebiyle daha üstün bir yarar dikkate alınarak, yargılamaya gerçek tarafla devam etmekte yarar vardır. Böyle bir durumda, karşı tarafın rızası aranmadan hâkimin kabulüyle yeni tarafa karşı davaya devam edilebilecektir. Bu hâllerde hâkimin yapacağı inceleme, sadece hatanın maddî hata olup olmadığı ve taraf değişikliği isteğinin dürüstlük kuralına aykırı bulunup bulunmadığıdır.
Dördüncü fıkrada, taraf değişikliğinin ne anlama geldiği ve nasıl yapılacağı belirtilmiştir. Taraf değişikliği, hem karşı tarafın yanlış hem de eksik gösterilmesini kapsamaktadır. Eğer bu durum, üçüncü fıkradaki anlamıyla kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim sadece kabul edilebilir yanılgıyı araştıracak, bunun dışında karşı tarafın rızasını aramadan taraf değişikliği talebini kabul edecektir. Bu şekildeki taraf değişikliğinde, davanın tarafı olmaktan çıkarılan kimse, eğer hatalı şekilde kendisine karşı dava açılmasına sebebiyet vermemişse, lehine yargılama giderlerine hükmedilecektir. Zira, ortaya çıkan durumdan bir kusuru olmadığı gibi, aslında muhatap olmaması gereken bir yargılamayla uğraşmak durumunda kalmıştır” açıklamaları yer almakta olup bu gerekçe doğrultusunda hükümet tasarısında yer almayan üçüncü ve dördüncü fıkralar maddeye eklenmiştir.
12. Tüm bu açıklamalar ışığı altında somut olaya gelindiğinde; çekişmeli yargının konusu olduğu anlaşılan vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin eldeki davanın davacı tarafından 07.02.2018 tarihinde "soybağının tespiti" istemiyle açıldığı, 04.06.1958 ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereğince maddi olayları açıklamak taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tespit etmek görevi hâkime ait olduğu gerekçesinden hareketle hasımsız olarak açılan davanın ilk derece mahkemesince yapılan yargılamasında 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesi uyarınca yasal hasım sıfatı bulunan davalıların davaya eklendiği, dava konusunun vakıflar hukukuna ilişkin olması ve bu alanın karmaşık bir niteliğe sahip olması dikkate alındığında davacının "yasal hasım" konumunda bulunan davalıları eldeki dava dilekçesinde davalı olarak göstermemiş olmasının aynen 6100 sayılı Kanun'un gerekçesinde işaret edildiği üzere "haklı bir yanılma" olarak kabul edilmesi gerektiği, bu yanılmanın dürüstlük kuralına aykırı bir yönünün bulunmadığı, kaldı ki davacının yargılamayı uzatmak yönünde bir niyeti olamayacağı gibi bunda hukuki bir yararının da bulunmadığı, Mahkemece 6100 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınarak eksikliğin giderilmiş olduğu ve yargılamaya gerçek tarafla devam edilerek esas hakkında karar verildiği, gelinen aşama dikkate alındığında davanın sırf bu nedenle usulden reddine karar verilmesinde daha üstün bir yararın bulunmadığı kabul edilmiştir.
13. Öyle ise Bölge Adliye Mahkemesine yapılması gereken iş, somut olayda davanın usulden reddine karar verilmesini gerektirecek bir sebep bulunmadığı gözetilerek işin esası hakkında bir karar vermekten ibarettir.
14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesinin davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesine imkân tanımakta olduğu, somut olayda davanın "hasımsız" olarak açıldığı, dolayısıyla eksik veya yanlış gösterilen tarafın bulunmadığı, tarafın hiç gösterilmediği bir davada anılan madde hükmünün uygulanması yoluyla davaya taraf eklenmesi mümkün olmadığı, açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
15. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
16. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı tarafın temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
27.11.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
''K A R Ş I O Y''
1. Sayın Çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık; davacı tarafından “hasımsız” olarak açılan bir davanın yargılaması aşamasında, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124 üncü maddesi uyarınca taraf teşkilinin sağlanarak davaya devam edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'un 382/1 hükmünde ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan, ilgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı ve hâkimin resen harekete geçtiği hâllerden birine veya birkaçına giren işler çekişmesiz yargı işi olarak belirtilmiştir. Madde de belirtilen “uyuşmazlık yokluğu” ölçütüne göre, çekişmesiz yargıda kural olarak bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık söz konusu olmadığı için bir karşı taraftan söz edilemeyeceğine göre uyuşmazlık yokluğu ölçütü ile hasım yokluğu ölçütü aynı anlama gelir (Baki Kuru, Nizasız Kaza, s. 20).
3. Eldeki davada; davacı tarafın dava dilekçesinde “annesinin vakıf evladı olması nedeniyle ilgili vakıflardan galle fazlası aldığını, annesinden dolayı kendisinin de vakıf evladı olduğunu” ileri sürerek “soybağının tespiti” olarak nitelendirdiği davasını “hasımsız” olarak açtığı anlaşılmıştır. Aile mahkemesince görevsizlik kararı verilmiş, dosya görevli olan asliye hukuk mahkemesine gönderilmiştir. Asliye hukuk mahkemesince yapılan yargılamada davanın “vakıf evladı olduğunun tespiti” davası olduğu, bu davaların hasımsız olarak açılamayacağı, yasal hasım konumunda olan Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ilgili vakıfların mütevellisine davanın yöneltilmesi gerektiği gerekçesiyle taraf teşkili sağlanarak davaya devam edilmiştir.
4. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tarafta iradi değişiklik” başlıklı 124 üncü maddesi "(1) Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.
(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.
(3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.
(4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder" hükmünü taşımaktadır.
5. Yukarıda yer verilen 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi, belirli hâllerde iradî taraf değişikliğine olanak veren bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenlemeye göre bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür (HMK md. 124/1). Ancak yasa koyucu bu konuda yasalarda yer alan özel hükümleri saklı tutarak (HMK md. 124/2) hâkimin izni ile taraf değişikliği yapılabilecek hâllere de yer vermiştir. Maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edileceği gibi, tarafın yanlış veya eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması durumunda da hâkimin izniyle taraf değişikliği yapılabilecektir (HMK md. 124/3,4).
6. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi başlığı kanun koyucu tarafından “Tarafta iradi değişiklik” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Dolayısıyla bu madde uyarınca yargılama aşamasında taraf değişikliği yapılabilmesi mümkün ise de “hasımsız” olarak açılan davada 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi uygulanarak davaya taraf eklenmesi, bir başka deyişle hasımsız bir davayı hasımlı bir dava hâline getirmek mümkün değildir. Anılan madde, davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesi imkânı vermekte olup, somut olayda eksik veya yanlış gösterilen taraf bulunmamaktadır. Tarafın hiç gösterilmediği bir davada anılan madde hükmünün uygulanması yoluyla davaya taraf eklenmesi mümkün değildir. Kaldı ki madde başlığı dikkate alındığında hükümde “tarafın olması halinin” düzenlenmiş olduğu açıktır.
7. Diğer yandan iradî taraf değişikliğine ilişkin hükme istinaden gerek davacı gerekse davalı tarafta, iradî taraf değişikliği yapılması mümkündür. İradî taraf değişikliği yapılmasının amacı, gereksiz yere dava açılmasını önlemek ve taraf değişikliği yapılmasından önceki yargılama sonuçlarından yararlanılmasını sağlamak suretiyle usul ekonomisini gerçekleştirmektir (Korkmaz, Hülya, Taş: Medenî Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği, Ankara 2014, s. 169-170). Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2021 tarihli ve 2017/(6)8-1845 Esas, 2021/1320 Karar ile 30.03.2022 tarihli ve 2019/(23)6-538 Esas, 2022/421 Karar sayılı kararlarında da aynı tespitlere yer verilmiştir.
8. Açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi uyarınca iradî taraf değişikliği yapılabilmesi mümkün ise de, hasımsız olarak açılan eldeki davada anılan düzenlemeden yararlanılarak davaya taraf eklenmesi mümkün değildir. Anılan madde, davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesi imkânı vermekte olup, somut olayda eksik veya yanlış gösterilen taraf bulunmamaktadır. Tarafın hiç gösterilmediği bir davada 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi yoluyla davaya taraf eklenmesi mümkün değildir.
9. Açıklanan nedenlerle Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyoruz.
Birinci Başkanvekili Üye Üye
Adem Albayrak Hafize Gülgün Vuraloğlu Nevzat Karababa
Üye Üye Üye Üye
Nazmiye B. Kuşçuoğlu Havva Aydınlı Sevil Kartal Ramazan Ülger
HASIMSIZ OLARAK AÇILAN VAKIF EVLADI OLDUĞUNUN TESPİTİNE İLİŞKİN ELDEKİ DAVADA SONRADAN İLGİLİ VAKIF YÖNETİMLERİNE DAVANIN YÖNELTİLMESİ MÜMKÜNDÜR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/8-967
Karar No : 2024/574
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 08.05.2023
SAYISI : 2023/295 E., 2023/393 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 21.11.2022 tarihli ve 2021/872 Esas,
2022/9150 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki vakıf evladı olduğunun tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalılar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı dava dilekçesinde; secereye göre Hafız Fazıl Sevink, babası Hacı Halil, ninesi Gülizar, ninesi Rukiye, ninesi Hatice ve yine vakıfların kurucusu dedeleri Hüsamettin Kemalettin, Kavvas-ı Sagir, Kavvas-ı Kebir Vakfı Evladı Süleyman Ağa Bin-i Hacı Taha'ya kadar nesebinin tespitine karar verilmesini ve nesebiyle alakalı ilgili kurumlarda araştırma yapması için kendisine yetki verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili cevap dilekçesinde; dava dilekçesinde üç ayrı vakıftan bahsedildiğini, bu vakıfların ayrı tüzel kişiliklerinin bulunduğunu, mazbut Hüsamettin-Kemalettin Vakfının kendi idareleri tarafından buna karşılık mülhak vakıf olan diğer iki vakfın ise mütevelli yöneticisi tarafından yönetildiğini, dolayısıyla davaların ayrı ayrı açılması gerektiğini, eldeki davada titizlikle araştırma yapılmasının zorunlu olduğunu belirterek mahkemece yapılacak yargılama sonunda davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
2. Kavvas-ı Sagir ve Kavvas-ı Kebir Vakıflarının mütevellisi Behçet Murat Aras vekili cevap dilekçesinde; tespit davası niteliğinde olduğu anlaşılan eldeki davada vakıf evladı olduğunu tespit ettirmek isteyen davacının asıl amacının galle fazlasını talep etmek olduğunu, müvekkilinin mütevellisi olduğu her iki vakfın da galle fazlasının mütevelliye şart edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 19.04.2019 tarihli ve 2018/99 Esas, 2019/68 Karar sayılı kararı ile; davacının annesi olduğu anlaşılan Zeynep B. hakkında Diyarbakır 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/839 Esas ve 2001/193 Karar sayılı kararı ile Hüsamettin-Kemalettin-Tacettin Vakfı ile Kavvas-ı Kebir ve Kavvas-ı Sagir vakıflarının vakıf evladı ve galleye müstehak olduğuna karar verildiği, Vakıflar Genel Müdürlüğünden gelen yazıya göre Zeynep B.'ın hâlen galle fazlası almakta olduğunun bildirildiği, davacının annesi olan Zeynep B.'ın dedesi Hafız Fazıl'ın dava konusu vakıfların mütevelliliğini yaptığı, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 24.02.1943 tarihli ve 1943/27 Esas, 1943/11 Karar sayılı kararı ile "daha önce birden fazla vakıflara mütevellilik yapmış kişiye, iltisaklı olduğunu tespit eden kişiler için ayrıca başka bir delil aranmasına gerek olmadığının" hüküm altına alındığı, böyle olunca davacının Kavvas-ı Kebir ve Kavvas-ı Sagir vakıfları ile Hüsamettin-Kemalettin-Tacettin vakıflarının vakıf evladı olduğunu ispat ettiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 20.11.2020 tarihli ve 2019/1039 Esas, 2020/965 Karar sayılı kararı ile; dava konusu Hüsamettin-Kemalettin-Tacettin vakfının mazbut buna karşılık Kavvas-ı Kebir ve Kavvas-ı Sagir vakıflarının ise mülhak vakıflardan olduğu, 27.09.2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliğinin 28 inci maddesi uyarınca galle fazlasına müstehak vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin davalarda vakıf mütevellisi yanında yasal hasım olan Vakıflar Genel Müdürlüğüne de açılan davanın yöneltilmesi gerektiği, 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre taraf teşkilinin dava şartlarından olduğu, eldeki davanın hasımsız olarak açıldığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ilgili vakıfların mütevellisinin davaya sonradan dahil edildiği, bu durumun kurumlara taraf sıfatı kazandırmayacağı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın usulden reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... HMK ve 04.06.1958 ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereğince, maddi olayları açıklamak taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tespit etmek görevi hâkime aittir.
HMK'nin usul ekonomisi ilkesi başlıklı 30. maddesinde, hâkimin yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlü olduğu;
124. maddesinde, davada taraf değişikliğinin karşı tarafın açık rızası ile mümkün olduğu ancak maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebinin karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edileceği, düzenlemeleri mevcuttur.
Dava, galle fazlasına müstahak vakıf evladı olduğunun tespiti istemine ilişkin olup, bu davalarda husumetin Vakıflar Genel Müdürlüğü ile dava konusu Vakıfların yönetimine yöneltilmesi zorunludur. Davacı tarafça husumet eksik yöneltilmiş ise de bu husus Mahkemelerce tamamlanabileceğinden, keza somut olayda da İlk Derece Mahkemesi yargılaması devam ederken eksiklik giderilerek taraf teşkili sağlandığından, Bölge Adliye Mahkemesince davanın usulden reddine karar verilmesi doğru olmamıştır..."
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; vakıf hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği ve mevzuat gereği Vakıflar Genel Müdürlüğünün her zaman ilgili sıfatına sahip olması nedeni ile bu davalar hakkında çekişmesiz yargıdan söz edilemeyeceği, hasımsız olarak açıldığı anlaşılan eldeki davada 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi uygulanarak davaya taraf eklenmesinin mümkün olmadığı, anılan hükmün davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesi imkânı vermekte olup somut olayda olduğu tarafın hiç gösterilmediği bir davada bu madde uyarınca davaya taraf eklenmesinin mümkün bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı taraf temyiz dilekçesinde; taraf teşkilinin yargılama aşamasında usulüne uygun şekilde tamamlandığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hasımsız olarak açılan vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin eldeki davada, sonradan mahkeme ara kararı uyarınca 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 76 ncı maddesi ve Vakıflar Yönetmeliğinin 28 inci maddesine göre yasal hasım olan Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ilgili vakıf yönetimlerine davanın yöneltilmesi suretiyle taraf teşkilinin usulüne uygun şekilde sağlandığının kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 119, 124 ve 382 nci maddeleri.
Vakıflar Kanunu'nun (5737 sayılı Kanun) 76 ncı maddesi.
Vakıflar Yönetmeliği'nin 28 inci maddesi.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
2. Bilindiği üzere medeni yargının konusu, hukuk mahkemelerinin özel hukuk alınındaki yargısal faaliyetleridir. Bu yargı ile meşgul olan yargı koluna "medeni usul hukuku" denir ve medeni yargı "çekişmeli yargı" ve "çekişmesiz yargı" olmak üzere ikiye ayrılır. Çekişmeli yargı ile çekişmesiz yargı arasındaki farkı belirten en önemli ölçü "çekişme yokluğu" kıstasıdır (Baki Kuru, Nizasız Kaza, Ajans Türk Matbaası, Ankara-1961, s. 15). Buna göre çekişmeli yargı; bir ihtilâf (çekişme), uyuşmazlık, iddia ve karşı iddia hakkında karar verilmesi talebi ile açılan davalarla meşgul olur. Buna karşılık, çekişmesiz yargıya tâbi işlerde ilgililer arasında kural olarak bir ihtilâf (çekişme, uyuşmazlık) yoktur. Yani çekişmesiz yargıda mahkeme, ilgililer arasında mevcut bir ihtilâf hakkında karar vermez. Bu kıstasa göre, mahkemelerin baktığı ve ilgililer arasında ihtilâflı olmayan bütün işler çekişmesiz yargı işidir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. I, İstanbul-2001, s. 27).
3. Çekişmesiz yargı Türk hukukunda ilk kez 6100 sayılı Kanun'un 382 ilâ 388 inci maddeleri arasında düzenlenmiş olup, hukukumuzda çekişmesiz yargının kanunla düzenlenmesinden önce ilmi ve kazai içtihatlarla çekişmesiz yargının varlığı dile getirilmiştir (Baki Kuru, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, C. II, Ankara-2020, s. 1810). 6100 sayılı Kanun'un 382/1 hükmünde çekişmesiz yargının genel çerçevesi belirlendikten sonra çekişmesiz yargı işlerinin neler olduğu, 382/2 maddesinde mümkün olduğunca sayılarak belirtilmiştir. Dolayısıyla 6100 sayılı Kanun'un 382/2 maddesindeki sayma tahdidi olmayıp, bu maddede belirtilmeyen işler aynı maddenin 1 inci fıkrasında belirtilen kriterlere uyduğu takdirde çekişmesiz yargı işi olarak kabul edilir.
4. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'un 382/1 hükmünde ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan, ilgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı ve hâkimin resen harekete geçtiği hâllerden birine veya birkaçına giren işler çekişmesiz yargı işi olarak belirtilmiştir. Maddede belirtilen "uyuşmazlık yokluğu" ölçütüne göre, çekişmesiz yargıda kural olarak bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık söz konusu olmadığı için bir karşı taraftan söz edilemeyeceğine göre uyuşmazlık yokluğu ölçütü ile hasım yokluğu ölçütü aynı anlama gelir (Baki Kuru, Nizasız Kaza, s. 20). Uygulamada çekişmesiz yargı işlerine "hasımsız dava" şeklinde nitelendirme yapılması da buradan kaynaklanmaktadır. Uygulamadaki bu nitelendirme isabetli değildir çünkü "dava" kavramı ile iki taraflı yürütülen ve hasmın olduğu yargılama kastedilmektedir. Oysa ki çekişmesiz yargıda bir dava yoktur ve birbirine zıt talepler ileri süren iki taraf da bulunmadığından tek taraflı bir yargılama söz konusudur.
5. Vakıflar Kanunu'nun 76 ncı maddesi "Mülhak vakıflarda vakıf yönetimine, mülkiyet ve intifa hakkı iddiasına ait davalarda vakıf yönetimi ile Genel Müdürlük birlikte hasım gösterilir" hükmünü; 27.09.2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliğinin 28 inci maddesi ise "Mülhak vakıflarda mülkiyet ve intifa hakkı iddiasına ait vakfa karşı açılan davalarda, vakıf yönetimi ile Genel Müdürlük birlikte hasım gösterilir" hükmünü taşımaktadır. Anılan maddelerde "dava" denilmek suretiyle iki taraflı yürütülen ve hasmın olduğu çekişmeli yargılamadan bahsedilmektedir. Dolayısıyla vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin davaların çekişmesiz yargı işi olarak görülmesi mümkün olmayıp, bu davalarda ilgili vakıf yönetimi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü "kanuni hasım" sıfatını taşımaktadır.
6. Hemen belirtilmelidir ki; nasıl ki esas itibariyle çekişmesiz yargıya tâbi işlerde maddi olarak hasım sayılmayacak olan bir makam veya şahsın sadece şeklen taraf gösterilmesiyle çekişmesiz yargı işi çekişmeli yargı işine girmezse (Baki Kuru, Nizasız Kaza, s. 22); gerçek anlamda çekişmeli yargının konusu olan davaların da hasımsız veya tek taraflı olarak açılmasına da imkân yoktur. Ne var ki dava dilekçesinde davalının adı ve soyadı gösterilmemiş olmakla birlikte, dava dosyasından davalının kim olduğu anlaşılabilmekte ve o kişi, davada davalı olarak hareket etmiş ise, artık dava bu nedenle reddedilmez; davalı olarak hareket eden kişiye karşı davaya devam edilmelidir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. II, İstanbul-2001, s. 1578).
7. Eldeki davaya gelince; davacı tarafın dava dilekçesinde hak iddia ettiği vakıfların isimlerini açıkça belirttiği, annesinin vakıf evladı olması nedeniyle ilgili vakıflardan galle fazlası aldığını beyan ettiği, annesinden dolayı kendisinin de vakıf evladı olduğunu ileri sürdüğü, ne var ki dava adını "soybağının tespiti" olarak belirttikten sonra davalı bölümüne "hasımsız" şeklinde açıklamada bulunduğu ve davayı aile mahkemesinde açtığı anlaşılmıştır. Diyarbakır 2. Aile Mahkemesince yapılan yargılamada "davacı açmış olduğu davada her ne kadar nesebin tespiti talebinde bulunmuşsa da gerçek isteminin vakıf evladı olan üst soyu ile irtibatının kurulmasına ilişkin olduğu, vakıf evladının tespitine ilişkin davaya bakma görevinin asliye hukuk mahkemelerine ait bulunduğu" gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Dosyaya bakmakla görevli olduğu anlaşılan Diyarbakır 9. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan yargılamada ise 23.03.2018 tarihli tensip zaptı ile; davanın galleye müstehak vakıf evladı olduğunun tespiti davası olduğu, bu tür davaların hasımsız açılamayacağı, böyle olunca davalı olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün gösterilmesi gerektiği belirtilerek davacıya davasını Vakıflar Genel Müdürlüğüne yöneltmek üzere iki haftalık kesin süre verilmesine karar verilmiş, 28.12.2018 tarihli duruşmada verilen ara kararla da; davaya konu Gavası Sagir ve Gavasi Kebir vakıflarının mülhak vakıf oldukları anlaşıldığından davacı tarafça davanın Gavasi Kebir ve Gavasi Sagir vakıflarının mütevellisine yöneltilmesi için davacıya iki haftalık kesin süre verilmesine, kesin süre içerisinde davanın ilgililere yöneltilmemesi hâlinde davanın taraf teşkili yokluğundan usulden reddedileceğinin ihtarına karar verilmiştir. Bunun üzerine davacı tarafından yasal hasım konumundaki davalılar davaya dahil edilmiş, Mahkemece dava dilekçesinin davalılara tebliğ edilmesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü ve ilgili vakıflar davaya katılarak cevap dilekçesi sunmuş ve taraflarca gösterilen deliller toplanarak davanın esası hakkında karar verilmiştir.
8. Uyuşmazlığın çözümü açısından "taraf" kavramının da açıklanmasında yarar vardır. Medeni usul kanunlarında taraf veya davada taraf kavramları tanımlanmadığından, doktrinde taraf kavramını açıklamaya yönelik maddi taraf teorisi, şekli taraf teorisi ve işlevsel taraf teorisi olmak üzere toplamda üç başlık altında toplanması mümkün teoriler ileri sürülmüştür. 6100 sayılı Kanun ile kabul edilen teori, şekli taraf teorisidir. Bu husus, dava takip yetkisini düzenleyen 53 üncü madde ile iradi taraf değişikliğini düzenleyen 124 üncü maddenin gerekçesinde belirtilmiştir. Ayrıca, davacı ve davalının adının ve soyadının dava dilekçesinde açıkça gösterilmesi gerektiğine ilişkin, Kanun'un 119/1-b hükmünden de bu husus anlaşılmaktadır (Hülya Taş Korkmaz, Hukuk Davalarında Gerçek Tarafın Belirlenmesi, İstanbul-2021, s. 25). Şekli taraf teorisinin temeli, medeni usul hukuku bakımından davada tarafı belirlerken maddi hukuktan bağımsız hareket edilmesi gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Bu teoriye göre, mahkemeden kendi adına hukuki koruma talep eden davacı ile kendisine karşı hukuki koruma talep edilen davalı, davanın tarafıdır. Şekli taraf teorisi bakımından, davada tarafın kim olduğu dava dilekçesi esas alınarak tespit edilir (Korkmaz, s. 17).
9. Diğer yandan 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesi "(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
(2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır" hükmünü taşımaktadır. Anılan maddeye göre dava dilekçesinde davalının adı, soyadı ve adresinin eksik olması hâlinde hâkim; davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Görüldüğü üzere 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin bir ve ikinci fıkraları birlikte değerlendirildiğinde "dava dilekçesinde davalının eksik gösterilmiş olması" tamamlanabilir bir unsur unsur olarak kabul edilmiştir.
10. Hukuk Muhakemeleri Kanun'un "Tarafta iradi değişiklik" başlıklı 124 üncü maddesi ise "(1) Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.
(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.
(3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.
(4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder" hükmünü taşımaktadır.
11. Hükümet tasarısında yer almayan ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında verilen önerge ile son şeklini alan maddeye ilişkin değişiklik önergesinin gerekçesinde “Hukukumuzda taraflar bakımından esasen şeklî taraf teorisi kabul edilmektedir. Yani, davayı açan davacıdır, kendisine karşı dava açılan ise davalıdır. Dava açıldıktan sonra da sadece dava açanı değil, diğer tarafı da ilgilendiren, mahkemeyi de içine alan bir üçlü ilişki ortaya çıkmakta, uyuşmazlığın çözümü bakımından karşı taraf da söz hakkına sahip bulunmaktadır. Bu sebepledir ki, taraf değişikliğinde karşı tarafın rızası da aranmaktadır. Ancak, bu kuralın çok katı uygulanması, hem şeklî taraf teorisinin özünü zedeleyip, amacı dışında çok katı uygulanması sonucunu doğurarak adeta yargılama ilişkisini, katı bir forma dönüştürmektedir hem de yeni ve aslında gereksiz birtakım yargılamalara yol açarak usûl ekonomisi ilkesini de zedelemektedir. Yargı kararlarında, bazen çerçevesi de geniş tutularak, temsilcide yanılma ya da maddî hatadan kaynaklanan yanılma olarak nitelenen durumlarda, karşı tarafın rızası aranmadan taraf değişikliğine izin verilerek, ortaya çıkan bu sakınca giderilmeye çalışılmaktadır. Ancak, bu içtihatlar, kanunî düzenleme karşısında sorunu tam olarak çözememekte, sınırlı kalmakta, bazen de kanunî düzenlemeyi zorlamaktadır. Oysa, taraflar gösterilirken bazen maddî hata sebebiyle bir yanılgı ortaya çıkabilir; aslında muhatabı belli olan uyuşmazlık, bu hata sebebiyle mevcut olmayan ya da farklı kişiye karşı yürütülebilir. Böyle bir durumda, mutlaka karşı tarafın rızasını aramak, yargılamanın kaderini gerçekte muhatap olmaması gereken bir kişinin rızasına bağlamak anlamına gelebilir ve yargılama gereksiz yere uzayabilir, hatta yeni dava açılması sonucu ortaya çıkabilir. Bu sebeple, maddî hatadan dolayı muhatabın yanlış gösterilmesi hâlinde, diğer tarafın rızası aranmadan taraf değişikliği kabul edilmiştir. Ayrıca, bazen davacı, tüm özeni göstermiş, tüm araştırmayı yapmış olmasına rağmen dava açacağı kişiyi doğru tespit edememiş olabilir. Nitekim, uygulamada temsilcide yanılma olarak nitelenen durumlarda, bu haklı bir yanılma kabul edilerek, diğer tarafın rızası aranmadan yargılama gerçek muhataba karşı yürütülmektedir. Aynı şekilde, yanılma, diğer tarafın davranış ya da işlemlerinden veya hukukî ilişkinin karmaşık niteliğinden de kaynaklanabilir. Örneğin, holding şeklindeki şirketlerde muhatabın doğru tespitinin tam olarak mümkün olmaması, hukukî ilişkide farklı temsilci ya da vekillerin asıl tarafmış gibi davranması durumlarında, gerçek taraf, verilen cevap ya da yargılama işlemleriyle anlaşılabilecektir. Keza, kısa süre önce işlem yapılmış ya da sadece vekiliyle muhatap olunmuş bir işlemden sonra muhatabın ölmesi hâlinde, mirasçıları değil, ölen kişiye dava açılmasında da benzer bir durum vardır. Böyle durumlarda, tarafın, yargılamayı uzatmak yönünde niyeti olamayacağı gibi bunda hukukî yararı da yoktur. Verilen örneklerdeki gibi, yanlış taraf gösterilmesi dürüstlük kuralına aykırı değilse, ortaya çıkan dava ilişkisi sebebiyle daha üstün bir yarar dikkate alınarak, yargılamaya gerçek tarafla devam etmekte yarar vardır. Böyle bir durumda, karşı tarafın rızası aranmadan hâkimin kabulüyle yeni tarafa karşı davaya devam edilebilecektir. Bu hâllerde hâkimin yapacağı inceleme, sadece hatanın maddî hata olup olmadığı ve taraf değişikliği isteğinin dürüstlük kuralına aykırı bulunup bulunmadığıdır.
Dördüncü fıkrada, taraf değişikliğinin ne anlama geldiği ve nasıl yapılacağı belirtilmiştir. Taraf değişikliği, hem karşı tarafın yanlış hem de eksik gösterilmesini kapsamaktadır. Eğer bu durum, üçüncü fıkradaki anlamıyla kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim sadece kabul edilebilir yanılgıyı araştıracak, bunun dışında karşı tarafın rızasını aramadan taraf değişikliği talebini kabul edecektir. Bu şekildeki taraf değişikliğinde, davanın tarafı olmaktan çıkarılan kimse, eğer hatalı şekilde kendisine karşı dava açılmasına sebebiyet vermemişse, lehine yargılama giderlerine hükmedilecektir. Zira, ortaya çıkan durumdan bir kusuru olmadığı gibi, aslında muhatap olmaması gereken bir yargılamayla uğraşmak durumunda kalmıştır” açıklamaları yer almakta olup bu gerekçe doğrultusunda hükümet tasarısında yer almayan üçüncü ve dördüncü fıkralar maddeye eklenmiştir.
12. Tüm bu açıklamalar ışığı altında somut olaya gelindiğinde; çekişmeli yargının konusu olduğu anlaşılan vakıf evladı olduğunun tespitine ilişkin eldeki davanın davacı tarafından 07.02.2018 tarihinde "soybağının tespiti" istemiyle açıldığı, 04.06.1958 ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereğince maddi olayları açıklamak taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tespit etmek görevi hâkime ait olduğu gerekçesinden hareketle hasımsız olarak açılan davanın ilk derece mahkemesince yapılan yargılamasında 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesi uyarınca yasal hasım sıfatı bulunan davalıların davaya eklendiği, dava konusunun vakıflar hukukuna ilişkin olması ve bu alanın karmaşık bir niteliğe sahip olması dikkate alındığında davacının "yasal hasım" konumunda bulunan davalıları eldeki dava dilekçesinde davalı olarak göstermemiş olmasının aynen 6100 sayılı Kanun'un gerekçesinde işaret edildiği üzere "haklı bir yanılma" olarak kabul edilmesi gerektiği, bu yanılmanın dürüstlük kuralına aykırı bir yönünün bulunmadığı, kaldı ki davacının yargılamayı uzatmak yönünde bir niyeti olamayacağı gibi bunda hukuki bir yararının da bulunmadığı, Mahkemece 6100 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınarak eksikliğin giderilmiş olduğu ve yargılamaya gerçek tarafla devam edilerek esas hakkında karar verildiği, gelinen aşama dikkate alındığında davanın sırf bu nedenle usulden reddine karar verilmesinde daha üstün bir yararın bulunmadığı kabul edilmiştir.
13. Öyle ise Bölge Adliye Mahkemesine yapılması gereken iş, somut olayda davanın usulden reddine karar verilmesini gerektirecek bir sebep bulunmadığı gözetilerek işin esası hakkında bir karar vermekten ibarettir.
14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesinin davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesine imkân tanımakta olduğu, somut olayda davanın "hasımsız" olarak açıldığı, dolayısıyla eksik veya yanlış gösterilen tarafın bulunmadığı, tarafın hiç gösterilmediği bir davada anılan madde hükmünün uygulanması yoluyla davaya taraf eklenmesi mümkün olmadığı, açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
15. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
16. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı tarafın temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
27.11.2024 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
''K A R Ş I O Y''
1. Sayın Çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık; davacı tarafından “hasımsız” olarak açılan bir davanın yargılaması aşamasında, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124 üncü maddesi uyarınca taraf teşkilinin sağlanarak davaya devam edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'un 382/1 hükmünde ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan, ilgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı ve hâkimin resen harekete geçtiği hâllerden birine veya birkaçına giren işler çekişmesiz yargı işi olarak belirtilmiştir. Madde de belirtilen “uyuşmazlık yokluğu” ölçütüne göre, çekişmesiz yargıda kural olarak bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık söz konusu olmadığı için bir karşı taraftan söz edilemeyeceğine göre uyuşmazlık yokluğu ölçütü ile hasım yokluğu ölçütü aynı anlama gelir (Baki Kuru, Nizasız Kaza, s. 20).
3. Eldeki davada; davacı tarafın dava dilekçesinde “annesinin vakıf evladı olması nedeniyle ilgili vakıflardan galle fazlası aldığını, annesinden dolayı kendisinin de vakıf evladı olduğunu” ileri sürerek “soybağının tespiti” olarak nitelendirdiği davasını “hasımsız” olarak açtığı anlaşılmıştır. Aile mahkemesince görevsizlik kararı verilmiş, dosya görevli olan asliye hukuk mahkemesine gönderilmiştir. Asliye hukuk mahkemesince yapılan yargılamada davanın “vakıf evladı olduğunun tespiti” davası olduğu, bu davaların hasımsız olarak açılamayacağı, yasal hasım konumunda olan Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ilgili vakıfların mütevellisine davanın yöneltilmesi gerektiği gerekçesiyle taraf teşkili sağlanarak davaya devam edilmiştir.
4. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tarafta iradi değişiklik” başlıklı 124 üncü maddesi "(1) Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.
(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.
(3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.
(4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder" hükmünü taşımaktadır.
5. Yukarıda yer verilen 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi, belirli hâllerde iradî taraf değişikliğine olanak veren bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenlemeye göre bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür (HMK md. 124/1). Ancak yasa koyucu bu konuda yasalarda yer alan özel hükümleri saklı tutarak (HMK md. 124/2) hâkimin izni ile taraf değişikliği yapılabilecek hâllere de yer vermiştir. Maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edileceği gibi, tarafın yanlış veya eksik gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması durumunda da hâkimin izniyle taraf değişikliği yapılabilecektir (HMK md. 124/3,4).
6. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi başlığı kanun koyucu tarafından “Tarafta iradi değişiklik” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Dolayısıyla bu madde uyarınca yargılama aşamasında taraf değişikliği yapılabilmesi mümkün ise de “hasımsız” olarak açılan davada 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi uygulanarak davaya taraf eklenmesi, bir başka deyişle hasımsız bir davayı hasımlı bir dava hâline getirmek mümkün değildir. Anılan madde, davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesi imkânı vermekte olup, somut olayda eksik veya yanlış gösterilen taraf bulunmamaktadır. Tarafın hiç gösterilmediği bir davada anılan madde hükmünün uygulanması yoluyla davaya taraf eklenmesi mümkün değildir. Kaldı ki madde başlığı dikkate alındığında hükümde “tarafın olması halinin” düzenlenmiş olduğu açıktır.
7. Diğer yandan iradî taraf değişikliğine ilişkin hükme istinaden gerek davacı gerekse davalı tarafta, iradî taraf değişikliği yapılması mümkündür. İradî taraf değişikliği yapılmasının amacı, gereksiz yere dava açılmasını önlemek ve taraf değişikliği yapılmasından önceki yargılama sonuçlarından yararlanılmasını sağlamak suretiyle usul ekonomisini gerçekleştirmektir (Korkmaz, Hülya, Taş: Medenî Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği, Ankara 2014, s. 169-170). Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2021 tarihli ve 2017/(6)8-1845 Esas, 2021/1320 Karar ile 30.03.2022 tarihli ve 2019/(23)6-538 Esas, 2022/421 Karar sayılı kararlarında da aynı tespitlere yer verilmiştir.
8. Açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi uyarınca iradî taraf değişikliği yapılabilmesi mümkün ise de, hasımsız olarak açılan eldeki davada anılan düzenlemeden yararlanılarak davaya taraf eklenmesi mümkün değildir. Anılan madde, davada taraf olarak gösterilen kişinin değiştirilmesi imkânı vermekte olup, somut olayda eksik veya yanlış gösterilen taraf bulunmamaktadır. Tarafın hiç gösterilmediği bir davada 6100 sayılı Kanun’un 124 üncü maddesi yoluyla davaya taraf eklenmesi mümkün değildir.
9. Açıklanan nedenlerle Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyoruz.
Birinci Başkanvekili Üye Üye
Adem Albayrak Hafize Gülgün Vuraloğlu Nevzat Karababa
Üye Üye Üye Üye
Nazmiye B. Kuşçuoğlu Havva Aydınlı Sevil Kartal Ramazan Ülger