KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

HER HÂLDE İBARESİNDEN KESİNLİKLE ŞEKLİNDE ANLAM ÇIKARILMASI DA İSTİFADE EDİLEN GÜNCEL TÜRKÇE SÖZLÜĞÜN BİR GEREĞİDİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/1-1079
Karar No       : 2024/528

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 30.11.2022
SAYISI                          : 2022/2300 E., 2022/1791 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28.06.2022 tarihli ve 2022/1851 Esas,
                                        2022/5209 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili ile davalı vekili (gerekçe yönünden) tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle değişik gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili ile davalı vekili (vekâlet ücreti yönünden) tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili ile davalı vekili (vekâlet ücreti yönünden) tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun'un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek tarafların duruşma isteğinin reddine karar verilerek, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili Ahmet K. ile davalı Hasan H. ve dava dışı Ali K. arasında akdedilen 26.10.2017 tarihli sözleşme ile Ali K.’ın müvekkiline olan 1.600.000,00 TL borcunun ifasının amaçlandığını, sözleşme uyarınca müvekkilinin maliki olduğu Denizli ili Kale ilçesi Kireçlikbeni mevkiinde kain 107 ada 13 parsel sayılı taşınmazını (doğrusu 7/100 payını) bankadan kredi çekebilmesi için davalı Hasan’a devrettiğini, davalı Hasan’ın da taşınmazı teminat göstererek kullandığı krediyi müvekkiline verdiğini, dava dışı Ali’ye ait borcun bu şekilde ödendiğini, yaptığı iş karşılığında davalı Hasan’ın müvekkili ile dava dışı Ali'den 5.000,00’er TL aldığını, anılan sözleşmede davalı Hasan’ın çekişmeli taşınmazı sözleşmenin akdedildiği tarihten itibaren 18 ay geçmesinden sonra iade edeceğinin kararlaştırıldığını, bahsedilen sürenin geçmesine rağmen taşınmazın müvekkiline iade edilmediğini ileri sürerek dava konusu 107 ada 13 parsel sayılı taşınmazın müvekkili adına tescilini istemiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; 26.10.2017 tarihli borcun üçüncü kişi tarafından ödenmesine ilişkin sözleşmenin taraflar arasında imzalandığını, dava dışı Ali’nin davacıya olan borcunun ne şekilde kapatılacağının sözleşmenin (2.) maddesinde açıkça düzenlendiğini, sözleşme gereğince davacı tarafından taşınmazın müvekkiline devredildiğini ve müvekkilinin 1.600.000,00 TL’yi davacıya ödediğini, sözleşmenin (2.c) maddesine göre davacının taşınmazın iadesini isteyebilmesi için öncelikle müvekkili tarafından ödenen bedelin müvekkiline iadesi gerektiğini, sözleşmede kararlaştırılan 18 aylık sürenin bedelin ödeme tarihinde ulaşacağı güncel değer ödendikten sonra taşınmazın iadesi için konulmuş azami vade olduğunu, müvekkilinin ödediği bedelin güncel değerini isteyebileceği gibi teminat için temlik edilen şeyi ifa uğruna edim olarak da alıkoyabileceğini, müvekkilinin seçimlik haklarını kullanmada serbest olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 04.02.2021 tarihli ve 2019/121 Esas, 2021/24 Karar sayılı kararıyla; 26.10.2017 tarihli sözleşme gereğince dava konusu taşınmazın davalı Hasan H.’ya devredildiği, sözleşmede kararlaştırılan 1.600.000,00 TL bedelin davacı Ahmet K.’a ödendiği hususunun taraflar arasında uyuşmazlık konusu olmadığı, uyuşmazlığın sözleşmenin (2.c) maddesinin yorumlanmasından kaynaklandığı, 26.10.2017 tarihli sözleşmenin borcun üstlenilmesi ve inançlı temlikten oluşan karma bir sözleşme olduğu, sözleşmedeki ‘’her halde en geç işbu sözleşmenin imzalandığı tarihten 18 ay geçtikten sonra’’ ibaresinden 18 ay sonra davalının ya taşınmazı devredeceği ya da taşınmazın rayiç değerini davacıya ödeyeceğinin anlaşıldığı, her ne kadar sözleşmenin ikinci kısmında seçimlik hakkın kime ait olduğu hususu açıkça kararlaştırılmamış ise de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 87 nci maddesi de gözetildiğinde davalının bu konuda seçimlik bir hakkı bulunduğu, ne var ki davacı tarafından sadece tapu iptali ve tescil istemli eldeki davanın açıldığı, davacının seçimlik dava açması gerekirken taleplerden birine yönelik eda davası açmak suretiyle davalının seçimlik hakkını engellediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalı vekili (gerekçe yönünden) istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 23.11.2021 tarihli ve 2021/669 Esas, 2021/1706 Karar sayılı kararıyla; taraflar arasında teminat amacıyla düzenlenen inanç sözleşmesi bulunduğu, dava konusu taşınmazın inanç sözleşmesi kapsamında davalıya devredildiği, sözleşmedeki bedelin davalı tarafından davacıya ödendiği, sözleşmede asıl borçlu dava dışı Ali K. olup davalı Hasan H.’nın üçüncü kişi olarak asıl borçlu Ali’nin borcunu ödemeyi üstlendiği ve edimini ifa ettiği, 26.10.2017 tarihli sözleşmede dava dışı Ali’nin davalı Hasan’a ödeme yaptığı takdirde davalının ya dava konusu taşınmazı davacıya geri vereceği ya da dava konusu taşınmazın o günkü rayiç bedelini davacıya ödeyeceğinin kararlaştırıldığı, henüz dava dışı Ali tarafından davalı Hasan’a ilgili bedelin ödenmediği, davacının tapu iptalini talep etmesinin mümkün olmadığı, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi doğru olmakla birlikte ret gerekçesi hatalı olduğundan davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Kanun'un 353/1.b.1 maddesi gereğince esastan reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile aynı Kanun'un 353/1.b.2 maddesi gereğince hükmün ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalı vekili (vekâlet ücreti yönünden) temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “ ... 3.3.1. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı Ahmet K.'ın çekişme konusu 107 ada 13 parsel sayılı taşınmazdaki 7/100 olan payının tamamını 01/11/2017 tarihinde satış suretiyle davalı Hasan H.'ya devrettiği, aynı tarihte taşınmaz üzerine dava dışı Türkiye Halk Bankası lehine 2.000.000,00 TL bedelli ipotek tesis edildiği, davacı Ahmet K., davalı Hasan H. ve dava dışı Ali K. arasında 26/10/2017 tarihli ''Borcun Üçüncü Kişi Tarafından Ödenmesine İlişkin Sözleşme'' başlıklı belge imzalandığı, sözleşmenin imzalandığı ve taşınmazın devredildiği tarihin üzerinden dava tarihi itibariyle 18 aydan fazla süre geçtiği anlaşılmaktadır.

3.3.2. Somut olaya gelince; davacı Ahmet ve davalı Hasan arasındaki inançlı işlemin belgesi niteliğindeki 26/10/2017 tarihli sözleşmenin yapıldığı hususunda anlaşmazlık bulunmamaktadır. Davalı Hasan dava dışı Ali'nin borcunu üstlenirken, davacıya ödeyeceği Ali'nin borcunu, davacının dava konusu taşınmazını teminat olarak alarak çekmiş olduğu kredi ile ödemiştir. Dolayısıyle kredi borcunun asıl borçlusu dava dışı Ali ve taraflar arasında yapılan sözleşme nazara alındığında, dava dışı Ali tarafından Hasan'a olan borç ödendiği anda taşınmaz davacıya iade edilecek, 18 ay içinde ödeme yapılmasa dahi her halükarda taşınmaz iade edilecektir. Bu konudaki tercih hakkı davacıya bırakılmıştır.

3.3.3. Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken sözleşmenin yorumunda hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır” gerekçesiyle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına, bozma nedenine göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, dava dışı Ali K. tarafından davalı Hasan H.’ya borç ödenmemiş olduğundan davacının tapu iptalini talep etmesinin davacının sebepsiz zenginleşmesine yol açacağı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili ile davalı vekili (vekâlet ücreti yönünden) temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davacı vekili; dava konusu taşınmazın bankadan kredi çekilebilmesi amacıyla devredildiğini, taraflar arasında imzalanan 26.10.2017 tarihli sözleşme başlığının taraf iradelerini yansıttığını, en geç sözleşmenin imza tarihinden itibaren 18 ay geçtikten sonra taşınmazın iadesi gerektiğini, Bölge Adliye Mahkemesince sözleşmede ifade edilen taraf iradelerinin görmezden gelindiğini, davalı tarafından borcun üstlenildiğini, direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasını istemiştir.

2. Davalı vekili; nispi harca tâbi tapu iptali ve tescil isteminin esastan reddine karar verilmiş olmasına rağmen nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek hükmün vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmasını ya da bu yönden bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı Ahmet K.’ın maliki olduğu dava konusu 107 ada 13 parsel sayılı taşınmazdaki 7/100 payını 01.11.2017 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği, davalının anılan taşınmaza ipotek tesis ettirerek kullandığı kredi ile dava dışı Ali K.’ın davacıya olan borcunu ödediği, taraflar arasında bu konuda inançlı işlemin belgesi niteliğindeki 26.10.2017 tarihli ve ‘’Borcun Üçüncü Kişi Tarafından Ödenmesine İlişkin Sözleşme’’ başlıklı belgenin imzalandığı, dava tarihi itibarıyla dava dışı Ali tarafından söz konusu bedelin davalı Hasan’a ödenmediği konusunda uyuşmazlık bulunmayan somut olayda; 26.10.2017 tarihli sözleşmenin (2.c) maddesi gözetildiğinde davacının tapu iptalini talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19 uncu, 26 ncı, 87 nci, 97 nci, 195 inci ve devamı maddeleri.

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 112 nci maddesi

2. Değerlendirme

1. Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26 ncı (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19 uncu) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. İnançlı işlemlerde inanan ve inanılan taraf, inanç sözleşmesinin konusunun mülkiyetinin önce inanılana geçmesi; ardından inanana geri dönmesi hususunda anlaşırlar. Hukuk Genel Kurulunun 17.05.2000 tarihli ve 2000/2-888 Esas 2000/885 Karar sayılı kararında belirtildiği gibi inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve hâlen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir. Görüleceği üzere inançlı işlem güven esasına dayanan bir hukuki işlemdir. Taraflar birbirlerine duydukları güven sonucu bir malın mülkiyetini sözleşmenin karşı tarafına geçirir ve daha sonrasında bu malın kendisine geri döneceğine güvenir. Hatta inanan, malın kendisine döneceğine güvenen kişi olarak tanımlanır.

2. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

3. İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

4. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

5. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

6. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin ise borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

7. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 26 ve 27 nci (818 sayılı Borçlar Kanunun 19 ve 20 nci) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

8. Ancak, Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmî şekilde yapılabilmektedir. Bu nedenle taşınmaz mülkiyetinin nakli tapuda inançlı temlik yoluyla yapılamamaktadır. Bu durum da taşınmazların inançlı devrinin muvazaa ile karıştırılmasına neden olmakta ve pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Hak sahipleri, taşınmazı inançlı olarak devretmek istemelerine rağmen tapu müdürlüklerinin bu işlemi yapamaması nedeniyle taraflar tapuda işlemi genellikle satış sözleşmesi şeklinde yapmakta, gerçek iradelerini yansıtan ve gizli işlem olarak gözüken inanç sözleşmesi ise şekil şartını taşımadığından taşınmazların inanç sözleşmesiyle devri mümkün olmamaktadır.

9. Bu nedenle taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde, inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağı ve sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi hâlinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağı önem taşımakta olup, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

10. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hâllerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, kötüniyetli ve haksız gizlemeler dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekâlet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmî senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Kanunu’nun 18 inci maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.

11. İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile yol gösterici ve sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması hâlinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

12. Ayrıca İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde, inanç sözleşmesi olarak anılan belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi yeterli görülmüş olup, hiçbir yerinde inançlı işlemin dayandığı yazılı belgenin, en geç işlem tarihinde veya daha önceki bir tarihte düzenlenmiş olması gerektiği hususu tartışılmadığı gibi değinilen bu konuda en ufak bir açıklamada dahi bulunulmamıştır. Bunun dışındaki bir kabul, İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi anlamını taşıyacağından, bu durum hukuk düzeni tarafından kabul edilemez.

13. Bu nedenle, inanç sözleşmesine dayalı iddiaların şekle bağlı olmayan, tarafların imzasını taşıyan yazılı belge ile kanıtlanabileceği, inançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığı İçtihadı Birleştirme Kararının doğal bir sonucudur. Sözü edilen kararın gerekçesinde yazılı belgenin akitten önce veya sonra düzenlenmesi gerektiğine; diğer bir deyişle akitten sonraki tarihi taşıyan belgenin geçerli olamayacağına dair bir ifade ya da hüküm yer almadığı gibi sonuç bölümünde yalnızca “nam-ı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatının caiz olduğuna” hükmedilmiştir.

14. İçtihadı Birleştirme Kararının içeriğinde yer almayan belgenin akit tarihinden önce düzenlenmesi gerektiği yönündeki bir ek koşulun yorum yolu ile de olsa karar kapsamına alınması mümkün değildir.

15. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.07.2010 tarih ve 2010/14-394 Esas, 2010/395 Karar sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

16. Görüleceği üzere tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir. Ancak inançlı işlemin yazılı delilini oluşturan inanç sözleşmesinin varlığını, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki genel hükümler uyarınca ispat etmesi gerekmektedir.

17. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin tanık dâhil her türlü delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 Esas, 2005/774 Karar; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 Esas, 2019/1197 Karar sayılı kararları). Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK'nın 188 inci maddesi) ve yemin (HMK'nın 225 ve devamı maddeleri) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır.

18. İnanç sözleşmesinin hukuki mahiyeti ve ispatına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, dava konusu Denizli ili Kale ilçesi Kale mahallesinde kain 777 m2'lik dört katlı betonarme apartman ve arsası niteliğindeki 107 ada 13 parsel sayılı taşınmazın 7/100 payı davacı Ahmet K.'a ait iken davacının bizzat diğer paydaşlarla birlikte anılan payının tamamını 01.11.2017 tarihli ve 2791 yevmiye numaralı akitle davalı Hasan H.'ya satış suretiyle temlik ettiği kayda dayalı tespit edilmiştir.

19. Taraflarca tutunulan 26.10.2017 tarihli ve ''Borcun Üçüncü Kişi Tarafından Ödenmesi'ne İlişkin Sözleşme'' başlıklı adi yazılı belge incelendiğinde; davacı Ahmet K., davalı Hasan H. ve dava dışı Ali K. tarafından imzalandığı, taraflarca imza itirazında bulunulmadığı, sözleşmenin (1 inci) maddesinde dava dışı Ali'nin davacı Ahmet'e 25.10.2016 tarihi itibarıyla 1.600.000,00 TL borcu bulunduğu tespit edildikten sonra (2.a) fıkrasında ve (2.b) fıkrasının birinci cümlesinde borcun kapatılabilmesi için öncelikle davacının taşınmazını (4 üncü madde uyarınca eldeki davaya konu taşınmaz) davalı Hasan'a devredeceği ve devir tarihinden itibaren üç gün içerisinde davalı Hasan'ın anılan borcu davacı Ahmet'e ödeyerek dava dışı Ali'den alacaklı hâle geleceğinin kararlaştırıldığı, sözleşmenin (2.b) fıkrasının ikinci cümlesinde taşınmazın devredilmesine rağmen davalı Hasan tarafından borcun ödenmemesi hâlinin düzenlendiği, uyuşmazlığın çözümünde yorumlanması gereken (2.c) fıkrasının ise; “Hasan H., Ahmet K.'a Ali K.'ın borcu olan 1.600.000.-TL'yi taşınmazların kendisine devredildiği tarihten itibaren üç gün içerisinde öder ise Ali K. artık Hasan H.'nın Ahmet K.'a yaptığı 1.600.000.-TL ödemeyi Hasan H.'ya iade ettiği anda (her halde en geç işbu sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 18 ay geçtikten sonra) Hasan H. ya taşınmazı Ahmet K.'a geri devredecek ya da taşınmazın o günkü rayiç bedelini Ahmet K.'a tevdi edecektir” şeklinde düzenlendiği anlaşılmaktadır.

20. Öncelikle belirtmek gerekir ki, yukarıdaki açıklamalar uyarınca tapuda satış şeklinde yapılan temlikin gerçekte inanç sözleşmesine dayalı ve hukuken geçerli bir temlik olup, 26.10.2017 tarihli belgenin de inançlı işlemin yazılı belgesi niteliğinde olduğu, bu hususta Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı açıktır.

21. Uyuşmazlık konusu olan husus; davalı Hasan H.'nın dava dışı Ali K.'ın davacıya olan borcunu ödediği ve Ali K.'tan alacaklı hâle geldiği, ancak dava tarihi itibarıyla söz konusu bedeli Ali K.'tan tahsil edemediği gözetildiğinde 26.10.2017 tarihli sözleşmenin (2.c) fıkrasında parantez içerisinde yer verilen ''her halde en geç işbu sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 18 ay geçtikten sonra'' ibaresinin, davacıya dava konusu taşınmazın mülkiyetini talep etme hakkı bahşedip bahşetmeyeceğidir.

22. Karşılıklı olarak iki tarafa borç yükleyen inanç sözleşmesi nedeniyle taşınmazın iadesini talep eden davacının 6098 sayılı Kanun'un 97 nci (BK’nın 81 inci) maddesi uyarınca kendi borcunu ifa etmiş olması ya da ifasını önermiş olması gerekir. Bahsi geçen yasa maddesi karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde ifa zamanına ilişkin olarak özel bir düzenleme içermekte ve “Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir” hükmünü taşımaktadır. Bu maddeye göre taraflardan biri borçlanmış olduğu edimi yerine getirmiş veya ifasını önermiş olmadıkça, diğer taraf kendi edimini ifadan kaçınma hakkına sahiptir. Bu tür sözleşmelerde özel bir kanun hükmü, teamül veya anlaşma olmadıkça taraflardan birinin borcunu diğerinden daha önce ifa yükümlülüğü bulunmamaktadır.

23. Yukarıda değinildiği üzere inanç sözleşmelerinde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini, devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Somut olayda da, davanın tarafları ve dava dışı gerçek borçlu Ali K. arasında imzalanan 26.10.2017 tarihli sözleşmenin (2.c) fıkrasında parantez içerisinde dava konusu taşınmazın iade süresi kesin bir anlatım ile kararlaştırılmıştır. Parantez içerisinde yer verilen ''her hâlde'' ibaresinden ''kesinlikle'' şeklindeki anlam çıkarılması da istifade edilen Güncel Türkçe Sözlüğün bir gereğidir( https://sozluk.gov.tr/, 2024).

24. Sözleşmelerin yorumunu düzenleyen 6098 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesi dikkate alındığında, 26.10.2017 tarihli sözleşmenin (2.c) fıkrası ile dava dışı gerçek borçlu Ali'nin davalı Hasan'a 1.600.000,00 TL'yi sözleşmenin tanzim tarihinden itibaren 18 ay içerisinde ödeyip ödemediğine bakılmaksızın her hâlde anılan sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 18 ay geçtikten sonra davalı Hasan H.'ya dava konusu taşınmazı davacıya iade etme borcunun yüklendiği ortadadır. Sözleşmenin tanzim tarihinden 18 ay sonrasının 26.04.2019 olduğu, eldeki davanın ise bu tarihten sonra 09.09.2019 tarihinde açıldığı, netice olarak davacının dava konusu taşınmazın mülkiyetini, bir başka ifadeyle tapu iptalini talep etme hakkının doğduğu Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir.

25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 26.10.2017 tarihli sözleşmenin (2.c) fıkrasında dava dışı Ali K.'ın borcunu ödediği anda davalı Hasan H.'nın taşınmazı davacıya iade edeceği ya da taşınmazın o günkü rayiç bedelini davacıya ödeyeceğinin düzenlendiği, bu nedenle davacının tapu iptali ve tescil ya da bedel istemli seçimlik bir dava açması gerektiği, değişik gerekçeyle direnme kararının doğru olduğu görüşü ile anılan sözleşme gereğince dava konusu taşınmazın davacıya iade edilebilmesi için dava dışı Ali K.'ın davalı Hasan H.'ya ilgili bedeli ödemesi gerektiği, dava tarihi itibarıyla ödeme yapıldığına dair bir bilgi bulunmadığı, Ali K.'ın da davada taraf olmadığı, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

26. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre davalı vekilinin vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

23.10.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 21’i BOZMA, 2’si ONAMA, 2’si ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.