KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

HMUK 429/4 HÜKMÜNE İLİŞKİN TEMYİZ İNCELEMESİ DURUŞMA SINIRININ ÜSTÜNDEYSE TALEP HALİNDE DURUŞMALI OLARAK YAPILABİLİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2021/1-912
Karar No       : 2023/1037

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Serik 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 12.11.2019
SAYISI                          : 2019/215 E., 2019/828 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18.09.2018 tarihli ve 2017/4826 Esas,
                                        2018/12463 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Serik 2. Asliye Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararın davalı Türkan A. vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmiştir.

2. Belirlenen günde davacı Mehmet K., davacı vekili Av. İ.N., davalı Türkan A. ve vekili Av. R.M.’ın katılımıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan tarafların sözlü açıklamaları dinlenmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki tüm kağıtlar okundu ve gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi   

4. Davacı vekili; müvekkilinin işi gereği yurt dışında bulunduğu zamanlarda taşınmazların vergi ve harçlarının ödenmesi, resmî işlemler konusunda yardım edilmesi, banka işlemleri ve borçlarla ilgilenilmesi için eşi Nesibe K.’ye aralarındaki güven ilişkisi çerçevesinde vekâletname verdiğini ancak davalı Nesibe K.’nin bu vekâlet ilişkisini kötüye kullanarak müvekkiline ait taşınmazları bilgisi ve rızası dışında, muvazaalı olarak davalılara devrettiğini, satıştaki asıl amacın müvekkiline ait malları sonrasında kendi menfaatine kullanmak maksadıyla kaçırmaktan ibaret olduğunu, davalıların Nesibe K. ile iş birliği içerisinde ve kötüniyetli olduklarını, müvekkilinin satıştan haberdar olmadığı ve rızası bulunmadığının davalılarca bilindiğini, müvekkilinin mağdur olduğunu, söz konusu satış işlemlerinin iptali gerektiğini ileri sürerek Boğazayak köyünde bulunan (Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığa konu 1.63 ada, 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölüm dâhil) beş ayrı taşınmazın davalılar adına tapu kaydının iptali ile tekrar müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalıların Cevabı

5. Davalı Nesibe K. vekili; müvekkilinin eşi olan ve aralarında boşanma davası bulunan davacının kötü yaşam tarzı nedeniyle ekonomik olarak çöküntü yaşadığını, dava konusu vekâletnamenin bizatihi davacıya ait borçların tasfiyesi için verildiğini, taşınmazların müvekkilinin kendi emek ve kazancı ile elde edildiğini, davacının kullandığı kredileri dahi ödemediğini, borçların müvekkili tarafından ödenmek durumunda kaldığını, davanın sırf zarar verme kastıyla ve kötüniyetle açıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı Türkan A. usulüne uygun tebligata rağmen davaya süresinde cevap vermemiş, delil listesi sunarak davanın reddini istemiştir.

7. Davalı Mehmet T. ve Rahmi G. davaya süresinde cevap vermemiş, sonrasında verdikleri yazılı ve sözlü beyanlarla davanın reddini savunmuşlardır.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı

8. Serik 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.05.2013 tarihli, 2010/435 Esas, 2013/373 Karar sayılı kararı ile; davacının yargılama sırasında davalılar Mehmet T. ve Nesibe K. ile haricen anlaştıklarını belirterek 229 ada 1 ve 3 parsel ile 398 parsel sayılı taşınmazlar üzerindeki tedbirin kaldırılmasını istediği, tedbir kalkınca Mehmet T.’in 229 ada 1 parselde bulunan taşınmazı başkasına devrettiği, sonradan davacının anlaşmanın yerine getirilemediğini belirtip tekrar tedbir talep ettiği, davalı Mehmet T.’in taşınmazlar için bedel ödediğini ispatlayamadığı, yanında çalışan kişilerin tanık olarak verdiği ifadelere itibar edilemeyeceği, Mehmet T.’in kendisi adına olan dava konusu taşınmazlarla ilgili olarak davalı Nesibe K.’nin kızı Seher Değirmen’e satış vekâleti vermesi ve aynı tarihte taşınmaz satış vaadi sözleşmesi imzalamasının da kötüniyetin varlığını gösterdiği, yine davalı Rahmi G.’ın taşınmaz satışında bedel ödediğini ispatlayamadığı ve davalı Nesibe K.’nin bu kişinin de davacının rızası olmadan işlem yapıldığını bildiğini ifade ettiği, davalı Nesibe K. tarafından diğer davalı Türkan A.’in aynı şekilde durumdan haberdar olmakla birlikte 1.63 ada 1 parselde bulunan taşınmaz için taşınmaz üzerinde bulunan ipotek bedelini ödediği ifade edilmiş ise de Türkan A.’in sunduğu banka dekontlarından söz konusu kredinin 27.07.2005 tarihli, 45.000,00 TL bedelli kredi olduğunun anlaşıldığı ve bu dekontların davalının taşınmaz satış bedeli karşılığında para ödediğini ispata yeterli olmadığı, taşınmazların hepsinin tüm davalılara aynı gün devredilmiş olmasının da davalıların kötüniyetinin göstergesi olduğu gerekçesiyle atiye bırakılan 229 ada 1 parseldeki taşınmazla ilgili olarak davanın açılmamış sayılmasına, diğer taşınmazlar yönünden davanın kabulüne, davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile taşınmazların davacı adına tesciline karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı

9. Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde davalı Rahmi G. ve davalı Türkan A. temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 17.03.2016 tarihli ve 2015/15145 Esas, 2016/3232 Karar sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar vermiştir.

10. Onama kararına karşı davalı Rahmi G. vekili ve davalı Türkan A. vekilinin karar düzeltme yoluna başvurması üzerine Özel Daire bu kez 14.12.2016 tarihli, 2016/8505 Esas, 2016/11133 Karar sayılı kararla; davalı Rahmi G. vekilinin karar düzeltme talebinin reddine, davalı Türkan A. yönünden ise “… taşınmazın ilan üzerine kredi kullanılarak satın alındığı, bu davalının vekil ile eylem ve işbirliği içinde olduğunun ispatının davacıya düştüğü, verilecek kararın sonucunun kendisini birebir etkileyecek olan, davalı vekil Nesibe'nin beyanlarının kötü niyeti ispata yeterli olduğunun kabul edilemeyeceği, sonuç itibariyle davalı Türkan hakkındaki davanın reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmakla bu davalının karar düzeltme talebinin kabulü ile, hükmün bu yönden bozulması gerektiği, karar düzeltme talebi üzerine yeniden yapılan inceleme ile anlaşıldığından…” şeklindeki gerekçeyle karar düzeltme talebinin kabulü ile, onama kararının bu davalı yönünden ortadan kaldırılmasına ve mahkeme kararının açıklanan nedenlerle davalı Türkan A. lehine bozulmasına karar vermiştir.

İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı

11. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkemece 20.06.2017 tarihli, 2017/55 Esas, 2017/209 Karar sayılı ikinci kararla; bozma kararında gösterilen nedenlerle ve davalı Türkan A.’in vekil ile eylem ve iş birliği içinde olduğunun davacı tarafça ispatlanması gerektiği, davacı tarafından kredinin Türkan A. değil kendisi tarafından kullanıldığı belirtilmiş ise de kredi taksitlerinin davanın görüldüğü süreçte dahi davalı Türkan A. tarafından ödenmeye devam edildiği, verilecek kararda sonucun birbirini etkilemesi nedeniyle davalı Türkan A. aleyhine diğer davalılar Nesibe K. ve Rahmi G.'ın ifadelerinin ispata yeterli olamayacağı gerekçesiyle (diğer davalılar yönünden kabul kararlarının kesinleştiği de belirtilmek suretiyle) davalı Türkan A. yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı

12. Karara karşı süresi içerisinde davacı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Özel Daire 18.09.2018 tarihli, 2017/4826 Esas, 2018/12463 Karar sayılı kararıyla; “… Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının Serik 2. Noterliğinin 21.08.2009 tarih ve 27604 yevmiye sayılı vekaletnamesi ile davalı karısı Nesibe'yi vekil tayin ettiği, davalı vekilin 1.63 ada 1 sayılı parseldeki dava konusu 2 nolu bağımsız bölümü davalı Türkan'a, 1264 ada 1 sayılı parseldeki dava konusu 6 nolu bağımsız bölümü davalı Rahmi'ye ve 398 parsel ile 229 ada 1 ve 3 parsel sayılı taşınmazları ise davalı Mehmet'e aynı resmi senet ile 14.07.2010 tarihinde satış suretiyle devrettiği, hakkındaki kabul kararını temyiz etmeyen davalı Mehmet'in 15.05.2014 havale tarihli bozma öncesi ve 27.04.2017 havale tarihli bozma sonrası dosyaya sunduğu dilekçelerinde, dava konusu taşınmazların kendisine ve diğer davalılar Türkan ile Rahmi'ye devri sırasında davalı vekil Nesibe'ye bir bedel ödemediklerini, Nesibe'nin davacı kocasından taşınmazları kaçırmak için devirleri yaptığını belirttiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Dairenin 14.12.2016 tarihli ilamında davalı Türkan'ın çekişme konusu 2 nolu bağımsız bölümü kredi kullanarak satın aldığı belirtilmiş ise de taşınmazdaki Akbank lehine 45.000 TL bedelli ipotek şerhinin 27.07.2005 tarihli olduğu, davalı Türkan'ın 14.07.2010 tarihinde 2 nolu bağımsız bölümü anılan ipotek yükü ile temellük ettiği, devir sırasında ya da sonrasında kredi kullandığına ilişkin dosyada bir bilginin bulunmadığı sabittir.

O halde, davalı Mehmet'in yazılı beyanları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde davalılar Mehmet, Rahmi ve Türkan'ın dava konusu taşınmazları bedelsiz devraldıkları ve tüm davalıların davacıyı zararlandırdıkları anlaşılmakla 14.12.2016 tarihli bozma ilamının maddi yanılgıya dayalı olup kazanılmış hakkın istisnasını teşkil ettiği tartışmasızdır.

Hal böyle olunca, davalı Türkan bakımından da davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir...” şeklindeki gerekçe ve oy çokluğuyla hükmün bozulmasına karar vermiştir.

İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı

13. Mahkemece son bozma kararına da uyulmuş ve 12.11.2019 tarihli, 2019/215 Esas, 2019/828 Karar sayılı kararla; davalı Türkan A. yönünden davanın kabulüne, 1.63 ada 1 parselde bulunan 2 numaralı bağımsız bölümün davalı adına tapu kaydının iptaliyle davacı adına tesciline karar verilmiştir.

Özel Dairenin Gönderme Kararı

14. Karar davalı Türkan A. vekili tarafından (duruşma isteğiyle birlikte) temyiz edilmiştir.

15. Özel Dairece 19.10.2021 tarihli, 2020/1699 Esas, 2021/5769 Karar sayılı kararla, bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği gerekçesiyle dosyanın Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

II. DAVANIN ÖZÜ

16. Temyiz istemine konu davanın özü, vekâlet görevinin kötüye kullanılması iddiasıyla açılan tapu iptal ve tescil davasında davalı Türkan A.’in, vekil ile el ve iş birliği içerisinde hareket ettiğinin ve kötüniyetli olduğunun dosya kapsamı itibarıyla ispat edilip edilmediği, burada varılacak sonuca göre bu davalı yönünden davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUNLAR

17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.

Birinci Ön Sorun

18. Ön sorunlardan ilki; mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu, varılacak sonuca göre davalı Türkan A. vekilinin temyiz isteminin duruşmalı incelenip incelenemeyeceği hususudur.

19. Eldeki davada temyiz incelemesine ilişkin olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) Geçici 3 üncü maddesi gereği mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) uygulanacaktır.

20. 17.04.2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1 inci maddesiyle; 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” şeklinde olup, anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay'ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.

21. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.

22. Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.

23. Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/1 inci maddesinde, mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekir ise; nihai karar (son karar); bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak, istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).            

25. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Uyuşmazlığı esastan çözmemekle birlikte, davaya görülmekte olan mahkemede son veren kararlar usule ilişkin nihai karar olarak nitelendirilir. Usule ilişkin nihai kararlar davanın esasına yönelik olmadığından maddi anlamda kesinleşmeye elverişli değildirler. Bu karar şekli anlamda kesinleşmiş olsa bile, maddi anlamda kesinleşmeye elverişli olmadığından, söz konusu eksiklikleri gidererek aynı tarafların aynı konuda ve aynı sebeplere dayanarak yeniden bir dava açması mümkündür (Hakan Pekcanıtez/ Muhammet Özekes /Mine Akkan/ Hülya Korkmaz Taş: Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C. III, s. 1973-1974). Mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.

26. Esasa ilişkin nihai kararlar (hüküm) ise, hâkimin maddi hukuk kurallarını uygulayarak uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık esastan sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o dava konusu uyuşmazlık hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir.                     

27. Yukarıda da belirtildiği üzere 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1 inci maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Değişiklik gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Hukuk Genel Kurulunca inceleme yapılabilmesi için; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların, mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozma kararını ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması durumunun söz konusu olması gereklidir.

28. Öte yandan madde gerekçesinde “kesin bozma” kavramından kanun koyucunun neyi kastettiği açıklanmış; bu kavramın “ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini ön gören bozma” olduğu belirtilmiştir.

29. Maddenin farklı şekilde yorumlanması, Yargıtay dairelerinin ilk derece mahkemesini araştırmaya yönelten birden fazla bozma kararı verdiği tüm durumlarda temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı sonucunu doğurur ki, bu da HUMK’un 429/4 üncü maddesinin ruhuna aykırıdır.

30. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.10.2023 tarihli ve 2022/1-474 Esas, 2023/878 Karar, 03.05.2023 tarihli ve 2022/3-359 Esas, 2023/417 Karar sayılı kararlarında da aynı husus benimsenmiştir.

31. Somut olayda Mahkeme ilk kararında davalı Türkan A. yönünden davayı kabul etmiş, Özel Daire ise davanın reddi gerektiğine işaret ederek hükmü bozmuştur. Bu kesin bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkeme davayı reddetmiş ancak bu kez Özel Daire davanın kabul edilmesi gerektiği şeklindeki gerekçeyle bozma kararı vermiştir. Mahkeme bu bozmaya da uymuş, davalı Türkan A. yönünden davayı kabul etmiştir.

32. Hâl böyle olunca davanın esastan reddini içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine Mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği açık olduğundan 04.10.2023 tarihli görüşmede oy birliğiyle ilk ön sorun aşılmış ve temyiz incelemesine konu karar direnmeye ilişkin olmayıp temyize ilişkin olduğu, miktar ve değeri itibarıyla HUMK 438/I'de belirtilen duruşma sınırını aştığından davalı Türkan A. vekilinin duruşma talebi yerinde görülerek duruşma günü verilmiştir.

33. Duruşma için belirlenen 25.10.2023 tarihinde yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan tarafların katılımıyla duruşma yapılarak ikinci ön sorunun görüşülmesine geçilmiştir.

İkinci Ön Sorun

34. Hukuk Genel Kurulunda tartışılan ikinci ön sorun Mahkemece birinci bozma kararına uyulmakla davalı Türkan A. yararına usuli kazanılmış hak oluşup oluşmadığı hususudur.

35. Ön sorunun değerlendirilmesinde öncelikle usuli kazanılmış hak ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.

36. Mülga 1086 sayılı Kanun’da ve 6100 sayılı Kanun'da usulü kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kavram, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir.

37. Usuli kazanılmış hak, anlam itibarıyla, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

38. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 Esas, 1960/5 Karar ve 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı kararlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay tarafından verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.

39. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen usulü kazanılmış hak olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.

40. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (YİBK, 09.05.1960 T., 1960/21 E., 1960/9 K.) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması durumunda Yargıtay bozma ilâmına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse usulü kazanılmış hakka göre değil Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilmelidir.

41. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulü kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.3, İstanbul, 2001, s. 4738 vd.).

42. Ayrıca Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtayca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddî hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada, uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir.

43. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması hâlinde usuli kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için Yargıtay Dairesinin bozma kararında her türlü yorum, değer yargısı, hukuki değerlendirme veya delil takdirinin dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata olması gerekir. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata yapılması hâlinde bu hata usuli kazanılmış hak oluşturmayacaktır.

44. Nitekim aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 08.03.2023 tarihli ve 2022/9-775 Esas, 2023/83 Karar, 08.02.2022 tarihli ve 2021/(15)6-843 Esas, 2022/80 Karar, 22.09.2021 tarihli ve 2017/(15)6-3030 Esas, 2021/1077 Karar sayılı kararında da değinilmiştir.

45. Yapılan açıklamalar ışığında ikinci ön sorun incelendiğinde; Özel Dairenin karar düzeltme incelemesi sonucunda verdiği 14.12.2016 tarihli bozma kararında davalı Türkan A. yönünden kabul kararının hatalı olduğuna dair değerlendirmesi, bu davalı tarafından taşınmazın kredi kullanılarak satın alındığı ve dosyada davalının vekil ile eylem ve iş birliği içerisinde, kötüniyetli olduğuna dair delil bulunmadığı yönündeki kabule dayalıdır. Oysa dosya kapsamından davalı Türkan A.’in dava konusu taşınmazı satın alırken kredi kullanmadığı, yine kötüniyeti ispat yönünde davacı tarafça başka delillerin de sunulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Hâl böyle olunca; dosya kapsamına uygun olmayan bozma gerekçesinin maddi hataya dayalı olduğu, bu nedenle söz konusu bozmaya uyulmakla usuli kazanılmış hak doğmayacağı kabul edilmiş, oy birliğiyle ikinci ön sorun aşılarak işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

46. Temyiz incelemesine konu uyuşmazlığın özü davalı Türkan A.’in, vekâlet görevini kötüye kullandığını bildiği yahut bilebilecek durumda bulunduğunun, aleyhlerine verilen kabul kararı yargılama sürecinde kesinleşen diğer davalılarca iş birliği içerisinde ve kötüniyetli olduğunun dosya kapsamı itibarıyla kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

47. Vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak tapu iptali ve tescil istemiyle açılan eldeki dava, vekâletname ve dava konusu devir işlemi tarihi gözetildiğinde mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’na (BK) tabidir.

48. “Vekilin, vekâlet verenin bir işini görmeyi ya da işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanan (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.1, s. 1173) vekâlet sözleşmeleri BK’nın 386 ncı maddesinde “Vekalet, bir akittirki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler” şeklinde tarif edilmiştir.

49. Buna paralel bir düzenleme içeren ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 502 nci maddesinin birinci fıkrasına göre de vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.

50. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak yapılmasını üstlenir. Vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Çünkü vekâlet, esas itibariyle müvekkilin yararına kullanılmalıdır. Bu iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.

51. Nitekim BK’nın 389 uncu maddesinin birinci fıkrasında da vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390 ıncı maddesinde vekilin görevini iyi bir suretle ifa etmekle mükellef olduğu açıklanmıştır. Buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini, söz konusu hükmün aslı olan İsviçre Borçlar Kanunu’nun 398 nci maddesinde olduğu gibi “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.

52. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tâbi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneyimlerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur.

53. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet sözleşmesinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Çünkü, vekâlet sözleşmesi güven esasına dayalı iş görme edimi ihtiva eden bir sözleşme olup, bu güvenin korunması 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2 nci maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.

54. Uygulamada vekâletin kötüye kullanılması durumlarının, özellikle vekilin satmakla yetkili kılındığı bir taşınmazı rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği hâllerde yoğunlaştığı görülmektedir. Bununla birlikte Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2019 tarihli ve 2017/1-1272 Esas, 2019/1399 Karar; 02.12.2020 tarihli ve 2017/1-1252 Esas, 2020/992 Karar sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil, değinilen maddeler uyarınca sorumlu olur.

55. Bu noktada vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda, vekil ile sözleşme yapan kişi iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil, vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

56. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2 nci maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış aksine müeyyideye bağlanmıştır. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler de bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 tarihli, 2011/14-609 Esas, 2011/744 Karar sayılı kararı).

57. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi de vekil ile el ve işbirliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir.

58. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu; TMK’nın 6 ncı maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” şeklinde düzenlenmiş, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı HMK’nın 190 ıncı maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

59. Vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün de açıklanan bu genel hükümler uyarınca iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır.

60. Bu açıklamalar ışığında temyiz istemine konu uyuşmazlık incelendiğinde; davacı 21.08.2009 tarihli vekâletname ile davalı Nesibe K.’yi kendisine ait taşınmazları satmak ve bedelini tahsil etme yönünde vekil tayin etmiş, davalı Nesibe K. de bu vekâletnameye istinaden davacıya ait beş taşınmazı 14.07.2010 tarihinde aynı işlemle (üçü davalı Mehmet T., biri davalı Rahmi G., biri ise davalı Türkan A.’e ait olmak üzere) davalılara devretmiştir.

61. Davacı söz konusu devir ve temlikin davalıların el ve işbirliği içerisinde kendisini zararlandırmak amacıyla muvazaalı olarak gerçekleştiğini, gerçek bir satışın söz konusu olmadığını, vekâleten hareket eden ve o tarihlerde aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle ayrı yaşadığı eşi olan davalı Nesibe K.’nin kendisinden mal kaçırmak amacıyla taşınmazlarını satış gibi göstererek daha önceden tanıdığı diğer davalılar üzerine geçirdiğini, davalıların da kendisinin satıştan haberi olmadığını bilmelerine rağmen bu iradeye ortak olarak kötüniyetle taşınmazları devraldıklarını iddia etmektedir. Davalı Nesibe K. cevap dilekçesinde satışların davacının bilgisi ve rızası dâhilinde ve onun borçlarının tasfiyesi amacıyla yapıldığını savunmaktayken sonrasında davacının iddiasını doğrular şekilde yazılı ve sözlü beyanlarda bulunmuş, bu beyanlarda özetle tefecilerden aldığı borçları kapatmak için taşınmazları devrettiğine, davalıların da durumdan haberdar olduğuna, satış için bedel ödenmediğine yer vermiştir. Yine davalılar Rahmi G. ve Mehmet T. de yargılama safahatinde satışların muvazaalı olmadığını, bedelini ödediklerini savunmuşlar ancak sonrasında Mehmet T. 15.05.2014 ve 27.04.2017 tarihli dilekçeler ve sözlü beyanlarıyla bu savunmasının aksini dile getirmiş ve neticeten vekil Nesibe K.’nin kötüniyetli olduğu, diğer davalılar Rahmi G. ve Mehmet T.’in de vekil ile el ve işbirliği içerisinde kötüniyetle davacıyı zararlandırdıkları hususu yargılama sürecinde kesinleşmiştir.

62. Diğer yandan, resmî satış senedinde davalı Türkan A.’in 28.000,00 TL satış bedelini nakden ve tamamen ödediği yazılı ise de yargılamada taşınmazın rayiç değerinin 100.000,00 TL olduğu tespit edilmiş olup davalı Nesibe K. bu devir sırasında davalı Türkan A.’in herhangi bir satış bedeli ödemediğini, sadece taşınmaz üzerindeki ipoteğin kredi taksitlerini üstlendiğini ifade etmiştir. Davaya cevap vermeyen ve süresinde herhangi bir delil ibraz etmeyen davalı Türkan A. yargılama sürecinde delil olarak taşınmaz üzerindeki ipotekle ilgili kredi borcunu ödediğine dair dekontlara ve site aidat ödemelerine dayanmıştır. Ne var ki bu belgelerin satış bedelinin ödendiğini ispata elverişli olmadığı, tamamının dava dilekçesinin adı geçen davalıya tebliğinden sonra yapılmış ödemeleri kapsadığı, başka bir anlatımla davacı ile niza çıktıktan sonra yapıldıkları açıktır. Üstelik taşınmaz üzerindeki ipotek bedelinin taşınmazın rayiç değerinden çok daha düşük olduğu ve gerçek satış değerini karşılamayacağı belirgindir.

63. Davalıların danışıklı olarak el ve iş birliği içerisinde oldukları iddiası yönünden ise; davalı Nesibe K.’nin yukarıda değinilen beyanı dışında davalı Mehmet T. de 2014 ve 2017 yıllarında verdiği dilekçelerle ve duruşmalardaki sözlü beyanlarıyla satışların gerçek olduğu yönündeki ilk ifadelerinin vicdanını rahatsız ettiğini, aslında tüm davalıların birlikte hareket ettiklerini, aynı gün tapu müdürlüğünde bir araya geldiklerini, davalı Nesibe K.’nin kendisini aldatan eşinden yani davacıdan intikam almak istediğini anlattığını, Türkan A.’in de Nesibe K.’ye kendisinin arkasında olduklarını, istediği zaman tapuları iade edeceklerini, kendilerine güvenmesini söylediğini beyan etmiştir. Sonradan verdiği 30.01.2019 tarihli dilekçeyle ise bu kez önceki iki dilekçenin davacı ve davalı Nesibe K.’nin yönlendirmesiyle verdiğini, davalı Türkan A.’i tanımadığını, bedel ödeyip ödemediğini bilmediğini ifade etmiş ise de bu beyanının davalı Türkan A.’i sorumluluktan kurtarmaya yönelik olduğu anlaşılmakla Mahkemece dosya kapsamına yansıyan süreçle uyumlu olan önceki ifadelerine itibar edilmesi yerindedir. Kaldı ki bir kişinin beş ayrı taşınmazı aynı gün içinde üç ayrı kişiye aynı anda satmış olması da hayatın olağan akışı içerisinde bu kişiler arasında el ve iş birliği bulunduğunun göstergesidir.

64. Hâl böyle olunca, dosya kapsamında toplanan tüm deliller hep birlikte değerlendirildiğinde; davalı Türkan A.’in vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmediğinden yahut bilmesine olanak bulunmadığından bahsedilemeyeceği gibi diğer davalılarla birlikte eylem ve iş birliği içerisinde hareket ettiği, davalıların aynı iradeyle bir araya geldikleri aynı gün, aynı işlemle ve herhangi bir bedel ödemeksizin taşınmazları devraldıkları anlaşılmakla davalı Türkan A. yönünden de davanın kabulüne karar verilmesinde isabetsizlik bulunmamaktadır.

65. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; aynı gün aynı işlemle beş ayrı taşınmazın devredilmiş olmasının tek başına davalı Türkan A.’in diğer davalılarla eylem ve iş birliği içerisinde olduğunu kabule yeterli olmayacağı, Nesibe K. ve Mehmet T.’in aşamalarda tutarsız ifadelerine itibar edilemeyeceği, davalının satış bedelini kredi çekerek ödediği yönünde bir savunmasının olmadığı, resmî senette satış bedelinin nakden ve tamamen ödendiğinin ve alıcının taşınmaz üzerindeki ipoteği bilerek devri kabul ettiğinin yazılı olduğu, davalının vekil ile aralarındaki anlaşmaya uygun şekilde ipoteğin dayandığı kredi ile ilgili taksitleri ödediğine dair dekontları dosyaya sunduğu, davalının vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını bildiği ve kötüniyetli olduğunun dosya kapsamı itibarıyla ispatlandığının kabul edilemeyeceği, bu nedenle Mahkemece Türkan A. yönünden verilen kabul kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

66. Bu nedenlerle davalı Türkan A. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.

V. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Türkan A. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı (1.619,00 TL) harcın davalı Türkan A.'e iadesine,

Yargıtay duruşmasında vekili hazır bulunan davacı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 17.100,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davalı Türkan A.’den alınarak davacıya verilmesine,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

01.11.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.

"K A R Ş I  O Y"

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen olayda uyuşmazlık, eldeki davada vekâlet yoluyla yapılan bir taşınmaz satışına ilişkin olarak vekilin görevini kötüye kullandığının alıcı tarafından bilinip bilinmediği hususuna ilişkindir.

Somut olayda davacının, eşi Nesibe K.'ye 21.08.2009 tarihinde Noterde -taşınmaz satışına da yetki veren- bir vekâlet verdiği, davalı Nesibe'nin de bu vekâletname ile eşi adına tapuda kayıtlı beş ayrı taşınmazı davalı Türkan A.'in de aralarında bulunduğu kişilere sattığı, bu kapsamda tüm satışların satışının tapuda tek bir işlemle tesis edildiği, davalı Türkan'ın satın aldığı yerin 1.63 ada 1 parselde bulunan (2) numaralı bağımsız bölüm (dubleks mesken) olduğu hususlarında bir anlaşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eşi Nesibe'nin söz konusu taşınmazları kendisinin bilgi ve rızası dışında satarak vekâlet görevini kötüye kullandığını, taşınmazları satın alan diğer davalıların bu durumu bildiklerini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuş; süreç içinde davalı Türkan dışındaki kişilere satılan taşınmazlar yönünden verilen tapu iptali ve tescil kararları kesinleşmiştir.

Eldeki davada, İlk Derece Mahkemesince verilen temyiz konu kararda; özetle davalı Nesibe K.'nin, kendisine eşi olan davacı Mehmet K. tarafından verilen vekâleti kötüye kullanarak, eşi adına tapuda kayıtlı taşınmazları bedel almadan sattığı, bu kapsamda Antalya ili Serik ilçesi Boğazak köyü 1.63 ada 1 parselde bulunan (2) numaralı bağımsız bölümü temlik alan davalı Türkan A.'in de iyiniyetli olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne ve taşınmazın tapusunun iptali ile davacı Mehmet K. adına tesciline hükmedilmiştir.

Anılan kararın temyiz incelemesi sonucunda, sayın çoğunluk hükmün onanmasına karar vermiştir. Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle çoğunluğun onama görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.

Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararlarında da ifade edildiği üzere; vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde, vekil ile sözleşme yapan kişi iyiniyetli ise, yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyorsa veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil, vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır; vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Buna karşılık, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyorsa veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.

 Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve işbirliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyorsa yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir. Öte yandan vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır (HGK'nın 18.02.2021 tarihli ve 2017/1-1243 E, 2021/113 K sayılı kararı).

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olayda davalı Türkan'ın kötüniyetli olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda davalı Türkan'ın, davalı Nesibe'nin -eşi olan davacı tarafından kendisine verilen- vekâlet görevini kötüye kullandığını bilip bilmediği veya bilebilecek durumda olup olmadığı tespit edilmelidir. Esasen ispat yükü kendisinde bulunan davacı taraf, davalı Türkan'ın kötüniyetli olduğunu tereddüte mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymalıdır. Bu çerçevede somut olayın tüm özellikleri bir bütün olarak değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.

İlk olarak davalı Türkan'a taşınmazı vekâlet yoluyla satan kişi, malikin eşi davalı Nesibe'dir. Bir başka ifadeyle, vekâlet ilişkisi eşler (davacı Mehmet ile davalı Nesibe) arasında tesis edilmiştir. Bu durumda bir kişinin, eşinden aldığı vekâlet yetkisini kötüye kullandığının öngörülmesi diğer vekâlet ilişkilerine göre daha zor bir olasılıktır. Somut olayda davalı Türkan'ın, davacı ile davalı Nesibe arasındaki evlilik birlikteliğinde dönem dönem yaşanan sorunlarını bildiğini veya bilebilecek durumda olduğunu kabul etmek mümkün görünmemektedir. Zira davalı Türkan'ın bu kişilerle yakın bir akrabalık veya arkadaşlık ilişkisi içinde olduğu tespit edilmiş değildir.

Ayrıca, davacı tarafından verilen vekâletname 21.08.2009 tarihlidir. Vekâletnamede vekile ilk verilen yetki de taşınmaz satışına ilişkindir. Dava konusu taşınmaz ise davalıya 14.07.2010 tarihli işlemle satılmıştır. Dolayısıyla davacının, eşi Nesibe'ye kendisine ait taşınmazları satış yetkisi verdiği tarihten itibaren henüz bir yıl geçmeden, dava konusu taşınmaz davalı Türkan'a satılmış durumdadır. Bu durumda satış işleminin gerçekleştiği tarih itibarıyla bir yıl kadar önce düzenlemiş bir vekâletnameye dayalı olarak işlem tesis edildiğinden davalı Türkan'ın bu yönüyle de davalı Nesibe'nin vekâlet görevini kötüye kullandığını öngörebilecek durumda olduğunu söylemek zor görünmektedir.

Bunlara ilave olarak davalı Türkan'ın dava konusu taşınmazı, üzerindeki 45.000,00 TL bedelindeki ipotekle birlikte satın aldığı ve bu bağlamda ipoteğe konu olan kredi borcu için ödemeler yaptığı dosya kapsamıyla sabittir. Davalı Nesibe de 05.02.2013 tarihli duruşmada "Benim taşınmazları sattığım doğrudur, ancak eşimin bilgisi dahilinde eşim satışlara ilişkin paraları almıştır, yalnızca Rahmi Günalla ilgili satıştan bir para almadığım için kendisini parasını vermedim" şeklinde beyanda bulunmuştur. Adı geçen davalı 21.05.2013 tarihli duruşmada ise "Türkan A.'e satılan taşınmaz ile ilgili ise bu taşınmaz eşimin borcu nedeniyle ipotekli idi. Türkan A. bu şekilde aldı. Eşimin borcunu ödüyor. Ben bu taşınmazın devri sırasında para almadım" yönünde ifade vermiştir. Bu durum, davacı tarafından ileri sürülen davalı Türkan'ın taşınmazı herhangi bir bedel ödemeden satın aldığı yönündeki iddiayı temelsiz kılmaktadır.

Yine davalı Türkan'ın satın almış olduğu taşınmaza dair bir kısım aidat ödemesinde bulunduğuna dair makbuzları da dosyaya sunduğu görülmektedir. Ayrıca davalı Türkan; taşınmazın satılık olduğunu ilandan öğrendiğini savunmakta olup, bir başka davalı tarafından satılık taşınmaza dair bir ilan fotoğrafının dosyaya ibraz edildiği anlaşılmıştır.

Tüm bu olgular; davalı Türkan'ın dava konusu taşınmazları -davalı Nesibe'ye eşi tarafından verilmiş olan bir vekâletnameye davalı olarak- satın alırken davalı Nesibe'nin vekâlet görevini kötüye kullandığını bildiği veya bilebilecek durumda olduğu yönündeki iddiayı doğrulamamaktadır. Aksine anılan tespitler davalı Türkan'ın; taşınmazı, üzerindeki ipotek borcuna karşılık aldığı yönündeki savunmasını haklı gösterir niteliktedir.

Diğer taraftan davalı Türkan'a satılan dava konusu taşınmazın, diğer davalılara satın taşınmazlarla aynı gün ve aynı işlemle temlik edilmesinin ve diğer davalılara satılan taşınmazların tapularının iptal edilmiş olmasının, bu davalının da kötüniyetli olabileceği yönünde belirli ölçüde bir şüphe uyandırmaya elverişli olduğu söylenebilirse de yukarıdaki tespitler karşısında bu durum, başlı başına davalı Türkan'ın, davalı Nesibe'nin vekâlet görevini kötüye kullandığını bildiğini gösteren bir olgu olarak kabul edilmemelidir.

Bu itibarla somut olayın koşullarında davacı tarafından, davalı Türkan'ın taşınmazı kötüniyetli olarak temlik aldığının ispatlanamadığı sonucuna varmak gerekmektedir. Bu nedenle İlk Derece Mahkemesince verilen davanın kabulü yönündeki hükmün bozulması gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun onama kararına katılmıyorum.

Üye
Aydın Şimşek

BİLGİ : İşin Esası Yönünden 01.11.2023 Tarihli İkinci Görüşmede Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 15’i ONAMA, 10’u ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.

İÇTİHAT YORUMU : Direnme kararı hariç olmak üzere temyiz incelemesi yapan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu duruşma yapabilir mi? Bu soruya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, iki duruma ilişkin olarak farklı cevaplar vermektedir.

BİRİNCİ DURUM :

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, HMK m. 46 ve devamı hükümleri gereği, hâkimin hukukî sorumluluğuna dayalı açılan tazminat davalarında, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak görülemeyeceği görüşündedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22 Kasım 2017 ve 12 Nisan 2022 tarihli kararları için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/hakimin-sorumluluguna-iliskin-davanin-temyiz-incelemesi-durusmali-olarak-gorulemez

İKİNCİ DURUM :

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması ve duruşma sınırının aşılması durumunda, duruşma yapılabileceği görüşündedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01 Kasım 2023 tarihli kararı haricindeki bu yöndeki 07 Aralık 2017 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/dosyada-bulunan-davanin-esasini-etkileyen-belge-acisindan-usuli-kazanilmis-hak-olusmaz

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01 Kasım 2023 tarihli kararı haricindeki bu yöndeki 08 Mayıs 2019 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/daire-hukuki-gorus-degistirse-bile-maddi-hatadan-sozedilemeyeceginden-usuli-kazanilmis-hak-dogmustur

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, hem HMK m. 46 ve devamı hükümleri gereği yapacağı inceleme, hem de HMUK 429/4 - HMK 373/6 hükmüne dayalı yapacağı inceleme, “temyiz” incelemesi niteliğindedir. Bu konuda herhangi bir hukukî tartışma bulunmamaktadır. Hukukî tartışma, hâkimin hukukî sorumluluğuna dayalı tazminat davasının neden duruşmalı yapılmadığına ilişkindir. Bu hukukî yazının başında paylaşılan Y. HGK. 22.11.2017, 2016/11-1239 E. - 2017/1398 K. sayılı kararının KARŞI OYUNDA belirtilen görüşlere aynen katılmaktayız. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, isminden de anlaşılacağı üzere “kurul” olarak çalışmaktadır. Karşı oyun son kısmındaki “Temyiz merciinin çok sayıda hakimden oluşması taraflara yüklenebilecek bir kusur değildir” ifadesi de bir hayli dikkat çekicidir.

Y. HGK. 12.04.2022, 2019/4-379 E. - 2022/527 K. sayılı kararının §18 ve §20 kısımlarında aynen şu ifadelere yer verilmektedir.

“18. Yukarıda yapılan açıklamalar ve özellikle temyiz yolunda yeni vakıa ve delillerin Yargıtay tarafından incelenemeyecek olması karşısında, duruşma isteminin reddi kararlarının hak ihlâli olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir.

20. Somut olayda dava, HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, karmaşık bir dava türü olmadığı gibi verilen karara karşı temyiz istemleri için taraflara başvuru olanağı tanınmış, temyiz dilekçesinin bir örneği cevap hakkı için karşı tarafa tebliğ edilmiştir.”

Hâkimin hukukî sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında temyiz yolunda yeni vakıa ve delillere dayanılmayacak olup acaba HMUK 429/4 - HMK 373/6 hükmüne dayalı temyiz incelemesinde yeni vakıa ve delillere dayanabileceği için midir ki, HMUK 429/4 - HMK 373/6 hükmüne dayalı temyiz incelemesinde duruşmalı inceleme yapılacaktır?

Hâkimin hukukî sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında cevap dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilecek olup acaba HMUK 429/4 - HMK 373/6 hükmüne dayalı temyiz incelemesinde dosyada bulunan herhangi bir dilekçe karşı tarafa tebliğ edilmeyeceği için midir ki, HMUK 429/4 - HMK 373/6 hükmüne dayalı temyiz incelemesinde duruşmalı inceleme yapılacaktır?

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, hâkimin hukukî sorumluluğuna ilişkin tazminat davasının karmaşık bir dava türü olmadığı görüşünde olsa da, söz konusu davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabileceğine ilişkin kararı da bulunmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18 Mayıs 2022 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/hakimin-sorumluluguna-dayali-tazminat-davasi-belirsiz-alacak-davasi-seklinde-acilabilir

Kanımızca, belirtilen her iki durumda da, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu temyiz incelemesi yapacaktır. Ancak birinci durumda, duruşma istemlerini reddetmenin, ikinci durumda ise duruşma istemlerini kabul etmenin izahı olamaz. Bu nedenle, bu konuda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluyla yapılacak bir başvuruda “hak ihlâli” kararı verilebileceği görüşündeyiz.