İDARE TARAFINDAN TAŞINMAZIN BİR KISMINA FİİLEN EL ATILMASI DURUMUNDA TAZMİNAT DAVASI ADLİ YARGIDA GÖRÜLÜR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/(18)5-2328
KARAR NO : 2021/1392
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 04/11/2015
NUMARASI : 2015/341 - 2015/451
DAVACILAR : 1- G.M. Tek Mirasçısı K.M.
2- M.M.G. vekilleri Av. H.U.
DAVALILAR : 1- B.Belediye Başkanlığı vekili Av. S.D.G.
2- Osmangazi Belediyesi Başkanlığı vekili Av. S.Y.
1. Taraflar arasındaki “kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın yargı yolu nedeniyle görev yönünden reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.
2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkiline ait Bursa ili Osmangazi ilçesi Çekirge Mahallesi, 4.77 ada 67 parsel sayılı taşınmaza asfalt ve stabilize yol yapılarak kamulaştırmasız olarak el atıldığını, el atmanın kalıcı nitelikte ve kamuya tahsis amaçlı olduğunu, bölgenin Osmangazi Belediyesi sınırları içerisinde kaldığını, imara açık olup yoğun yapılaşmanın mevcut olduğunu, el atılan kısım dışında kalan fiilen kullanımı mümkün olmayacak kısmın da bedel karşılığında davalı idareye bırakılmasını talep ettiklerini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 8.000 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 19.04.2012 harç tarihli ıslah dilekçesi ile talebini artırmıştır.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Osmangazi Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde; davacının dava açmadan önce uzlaşma yoluna gitmediğini, dava şartı yerine getirilmediğinden davanın reddinin gerektiğini, dava konusu taşınmazın Bursa Büyükşehir Belediyesinin kararı ile onaylanan 1/1000 ölçekli Kent Parkı Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamında 1. Derecede Doğal Sit Kent Parkı alanında kaldığının belirlendiğini, bu kısmın da Büyükşehir Belediyesinin yetki ve sorumluluğunda bulunduğunu, bu nedenle davanın müvekkili yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, müvekkili ile davacılar vekilinin taraf olduğu Bursa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/113 E. sayılı dosyasında verilen kamulaştırmasız el atma tazminatı kararının Yargıtay tarafından düzeltilerek onandığını, kararın mahkeme dosyasına emsal teşkil ettiğini, yine Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/618 E. sayılı dosyasında görülen davanın taşınmazın diğer hissedarları tarafından açıldığını, davaların birleştirilmesi gerektiğini, taşınmaza herhangi bir el atmanın söz konusu olmadığının, üzerinde herhangi bir imalat yapılmadığının tespit edildiğini, talep edilen tazminat miktarının taşınmazın imar durumu da nazara alındığında fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde; Kanun gereği uzlaşma yolu tüketilmeden dava açıldığından davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, müvekkili idareye husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
7. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.09.2012 tarihli ve 2011/612 E. 2012/588 K. sayılı kararı ile; davacıların murisi Sıdıka Ş.'nin maliki olduğu Bursa ili, Osmangazi ilçesi, Çekirge Mahallesi 4.77 ada 67 parsel sayılı taşınmaza davalı idarece kamusal hizmete tahsis amaçlı ve kalıcı nitelikte fiili bir el atmasının söz konusu olmadığı, taşınmazın Osmangazi Belediyesince yapılan imar uygulamasında kent parkı alanında bırakılmış olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan işbu davanın, tam yargı davası kapsamında idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle davacıların davasının görev yönünden reddine karar verilmiştir
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
9. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 02.05.2013 tarihli ve 2013/2185 E. 2013/8377 K. sayılı kararı ile; “… Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, idari yargı görevli olduğundan bahisle mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Yapılan incelemede, dava konusu taşınmaza kısmen yol olarak el atıldığı, kalan kısmın da imar planında kent parkı alanı olarak ayrıldığı tespit edilmiştir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı kararı uyarınca taşınmazın aynına ilişkin bu tür davaların adli yargıda görülmesi gerekir.
Ayrıca, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun benzer konudaki 15.12.2010 gün ve 2010/5 - 662/651 sayılı kararı uyarınca imar planında yol, park, okul alanı gibi kamu hizmetine ayrılmış bulunan yerlere el atılmamış olsa dahi bedeline hükmedileceğine ilişkin karar da gözetilerek, 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesi amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli uygulama imar planının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde davalı idarece ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle taşınmaz bedeli ödenmelidir.
Bu itibarla sorumlu idare belirlenip, taşınmaza kısmen el atılmakla projenin bütünlüğü gereği tamamına el atılmış sayılacağı, bu durumda taşınmazın tamamının bedeline hükmedilmesi gerektiği hususu da gözetilerek alınan rapor da değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile mahkemenin görevsizliğine karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Davalılardan Osmangazi Belediye Başkanlığı Vekilinin Karar Düzeltme Talebi Üzerine Özel Dairenin Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılardan Osmangazi Belediye Başkanlığı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
11. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16.01.2014 tarihli ve 2013/22831 E. 2014/780 K. sayılı kararı ile; “… Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkin davanın idari yargının görevli olması nedeniyle dava dilekçesinin reddine dair mahkemece verilen karar, Dairemizce bozulmuş, bu karara karşı davalı Osmangazi Belediye Başkanlığınca karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı, imar planında kent parkı alanında kalan 2.231,47 m²'lik bölümüne ise davalı idarelerce herhangi bir el atma olmadığı anlaşılmıştır.
1) Dava konusu taşınmazın fiilen el atılan 139,86 m²'lik kısmından hangi idarenin sorumlu olduğu belirlenip, alınan rapor da değerlendirilip, sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile görevsizlik kararı verildiği,
2) Dava konusu taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planında kent parkı alanı olarak ayrılan ve fiilen el atılmayan 2.231,47 m²'lik kısmı ile ilgili olarak açılan davada ise;
11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın 21. maddesi ile Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesinde yapılan değişiklik ile; “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır.” hükmü getirilmiştir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin 25.09.2013 gün 2013/93 Esas, 2013/101 Karar sayılı ilamında da; “Kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerektiği; imar kısıtlamalarında taşınmazın zilyetliğinin malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin tasarruf yetkisinin, ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kaldığı, bu nedenle imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılabileceği” kabul edilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, imar planında kent parkı alanı olarak ayrılan ancak fiilen el atılmayan kısma ilişkin davanın idari yargıda görülmesi gerektiğinden, davanın reddine karar verilmesi doğru ise de adli yargı görevlidir diye bozulduğu bu kez yapılan incelemeden anlaşılmakla,
Davalı Osmangazi Belediye Başkanlığı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 02.05.2013 gün 2013/2185-8377 sayılı bozma kararının kaldırılmasına hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına,…” karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
12. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.03.2014 tarihli ve 2014/80 E. 2014/98 K. sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra); dosyanın incelenmesinde; fen bilirkişisinin 16.03.2012 tarihli raporunda (A) harfi ile sarı taralı olarak gösterilen alanın fiilen el atıldığından bahsedilmiş ise de, daha sonra ara kararı gereğince dosyaya celp edilen, keşif sırasında resmi çekilen tecavüzlü alanın fotoğrafının dosyaya ibraz edilmesinin istenmesi üzerine fen bilirkişisinin 31.05.2012 tarihli ek raporunda (A) harfi ile gösterilen kısma fotoğrafta da belirtildiği üzere fiilen el atma olmadığı, bu kısmın toprak olarak zeminde durduğu, herhangi bir asfalt, beton ve bu gibi kaplamanın zeminde mevcut olmadığı, bu itibarla fiili manada el atmanın da söz konusu olamayacağı, her ne kadar Yargıtay 5. Hukuk Dairesince hukukî el atmalarda da 5 yıllık sürenin geçmesinden sonra tazminata hükmedilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, karardan sonra Kamulaştırma Kanunu’nda yapılan değişiklik ile hukukî el atmalarda davaya bakma görevinin idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Üçüncü Bozma Kararı:
13. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
14. Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 11.09.2014 tarihli ve 2014/11787 E. 2014/12489 K. sayılı kararı ile; “… Mahkemece bozma ilamına uyulmuş ise de gereği tam olarak yerine getirilmemiştir.
Şöyle ki;
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16.01.2014 tarih ve 2013/22831 E-2014/780 K sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı, fiilen el atılan kısmından hangi idarenin sorumlu olduğu belirlenip alınan rapor da değerlendirilip sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına fiilen el atıldığı kabul edildiğine göre mahkemece bilirkişi heyetinden alınacak rapor değerlendirilerek bu kısmın bedeline hükmedilmesi gerekirken bu kısımla ilgili olarak da idari yargının görevli olduğu belirtilerek davanın görev yönünden reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin Direnme Kararı:
15. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.11.2015 tarihli ve 2015/341 E. 2015/451 K. sayılı kararı ile; öncelikle imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği, ikinci olarak taşınmaza idare tarafından fiilen el atılmadığı, bozma ilamında belirtilen 139,86 m²lik kısma asfalt veya mucur malzeme serilmek suretiyle fiilen yol yapıldığına dair dosya içerisinde herhangi bir delil veya belge bulunmadığından, hukukî el atmalarda davaya bakma görevinin idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
16. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına yol yapılmak suretiyle fiilen el atılıp atılmadığı, fiilen el atmanın kabulü durumunda bu kısımdan hangi idarenin sorumlu olduğu belirlenip alınacak rapor da değerlendirilmek suretiyle hüküm kurulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
18. Konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikle kamulaştırmasız el atma kavramı ve ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
19. Kamulaştırmasız el atma müessesesi, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve kanunlara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız el atmada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.
20. Ancak kamulaştırmasız el atma ile kamulaştırmanın konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır. Her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el konulmuş olması gereklidir. Kamulaştırmasız el atmada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın gerekse kamulaştırmasız el atmanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.
21. Yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el atma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.
22. Kamulaştırmasız el atma hâlinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanunu’na uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmaktadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E. 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).
23. Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Hakkın kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun malikin yetkilerini sınırlamak yetkisi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 35. maddesinin 2. fıkrasında sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun” dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz.
24. Anayasa’da modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir ve mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir.
25. Anayasa’nın, “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
düzenlemesini getirmiştir. 35. maddede mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır:
26. Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el koyması durumunda onun el koymasının önlenmesini ve bu hakkının korunmasını dava yolu ile isteyebilir. Mülkiyet hakkının bu görünümü kural olarak sınırsız ve kısıtlamasızdır. Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2 ve 3. fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.
27. İkinci fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”.
Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı vardır denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet hakkına el uzatılamaz. Kanunun olanak tanıdığı yerde de kamu yararı bulunmalıdır.
28. Anayasa’nın 35. maddesinin 2. fıkrasında kastedilen kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanması, 46. maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan madde “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
hükmünü içermektedir.
29. Ancak anılan maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı elinden zorla alınmaktadır.
30. Anayasa’nın 35. maddesinin 3. fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir.
31. Dikkat edilecek olursa; Anayasa’da mal sahibinin kullanma hakkı, 35. maddenin 2. fıkrasında “kamu yararı”, 3. fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.
32. Yine Anayasa’nın “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren 35. maddesi ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 683. maddesi (mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi m. 618) hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılan sonuç, Türk hukukunda mülkiyet hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur.
33. Türk Kanunu Medenisi ve bu Kanunu ilga eden TMK’nın Dördüncü Kitabında ilkin, mülkiyet hakkı düzenlenmiş; ne var ki 683. madde (Türk Kanunu Medenisi m. 618) ile bir tanım verilmemiş, sağladığı yetkilerin belirtilmesiyle yetinilmiştir.
34. TMK’nın “Mülkiyet hakkının içeriği” başlıklı 683. maddesine göre;
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir”.
35. TMK’nın 683. maddesi (Türk Kanunu Medenisi m. 618) uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf edebilecektir. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan ödevlerini kapsamakta, böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşmaktadır.
36. Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır.
37. Malikin eşya üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş bulunmaktadır. TMK’nın 683. maddesine (Türk Kanunu Medenisi m. 618) göre malik, eşyayı hukuka aykırı olarak elinde bulunduran ya da eşyaya el koyan kişilerden onun geri verilmesini isteyebileceği gibi, yine hukuka aykırı olarak zilyetliğine yapılan el koymaların önlenmesini, taşkınlıkların giderilmesini de isteme hakkına sahiptir.
38. Bu suretle, mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin müeyyidesi olan dava hakları malike tanınarak mülkiyet korunmuştur.
39. Mülkiyet hakkının içeriğine giren ödevler ise; yapmama, katlanma ve yapma ödevleridir. Komşuluk hukukuna ilişkin ödevler yapmama ödevine, kar, yağmur ve tutulamayan kaynak sularını kabule zorunluluk katlanma ödevine, taşınmaz mallar için vergi, resim ve harç ödeme yükümlülüğü de yapma ödevine örnek olarak gösterilebilir.
40. Bütün bu anlatılanların ortaya koyduğu sonuç şudur; mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli kendine özgü bir haktır.
41. O hâlde malik mülkiyet hakkına dayanarak, mülkiyete ilişkin yetkilerin kullanılmasında, hukuksal bir nedene dayanılmadan üçüncü kişilerin engellemesi ile karşılaştığı takdirde, el atmanın önlenmesi davası açabilecektir. Açıktır ki, bu gibi davranışlarla ihlal edilen, Anayasal ve yasal bağlamda teminat altına alınmış bulunan, mülkiyet hakkıdır.
42. Burada davranışların haksız olması ve bir hakka dayanmaması yeterli olup, kusurun bulunması gerekli değildir. Malikin, mülkiyet hakkını, engellemenin varlığını ve nedensellik bağının bulunduğunu ispatlaması gerekli ve yeterlidir (Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 tarihli ve 2010/5-662 E. 2010/651 K. sayılı kararı).
43. Öte yandan, Türkiye’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde onaylamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye Ek Protokol imzalanmıştır.
44. AİHS Eki Birinci Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
45. Buna göre protokolün birinci maddesi mülkiyetin korunmasını düzenlemekte olup; bu madde üç kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların ilki mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilkedir. İkincisi mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmasının meşruluğu ilkesidir ve nihayet üçüncüsü, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlemesinin yine meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir.
46. Bu bağlamda kamulaştırmasız el atma iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, mahkeme meşru müdahalelerin olup olmadığını incelemekte, meşru bir müdahale yoksa mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir.
47. Diğer yandan, 16.05.1956 tarihli ve 1956/1 E. 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;
“Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine meni müdahale davası açmağa hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki bedel olduğuna 16.05.1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar verildi.”
şeklinde bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir.
48. Yine Yargıtayın 16.05.1956 tarihli ve 1954/1 E., 1956/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünün bedelinin tahsiline ilişkin olarak, gayrimenkulünü yola kalbeden hükmü şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruruzamanın mevzuubahis olamayacağına ve hu itibarla da, hadisede Borçlar Kanunu'nun 66. maddesinin tatbik kabiliyeti bulunmadığına...” karar verilmiş, kamulaştırmasız el atma hâlinde açılacak bedel davalarının zamanaşımına bağlı olmadığı belirtilmiştir.
49. Mülkiyet hakkına ve kamulaştırmasız el atmaya ilişkin bu açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; dava konusu taşınmazın fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen 139,86 m2’lik kısmına stabilize malzeme serilmek suretiyle yol olarak fiilen el atıldığı dosya kapsamında bulunan kanıt ve belgelerden anlaşıldığı gibi, mahkeme tarafından da özel dairenin dava konusu 139,86 m2 lik kısmına fiilen el atıldığına yönelik bozma kararına uyularak bir karar verilmiştir. Dolayısıyla Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 16.05.1956 tarihli ve 1/6 sayılı kararı uyarınca taşınmazın aynına ilişkin bu tür davaların adli yargıda görülmesinin gerektiği anlaşılmakla, bilirkişi kurulundan rapor alınmak suretiyle hangi idarenin sorumlu olduğu da belirlenip bu kısmın bedeline hükmedilmesi gerekirken, dava konusu taşınmazın bu bölümü ile ilgili idari yargının görevli olduğu belirtilerek davanın görev yönünden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
50. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, dava konusu taşınmazın (A) harfi ile gösterilen 139,86 m2 lik bölümü yanında, 1/1000 ölçekli imar planında kent parkı olarak ayrılan ve fiilen el atılmayan 2231,47 m2 lik kısmına ilişkin olarak da adli yargının görevli olduğu, bu nedenle kararın değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
51. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstekleri hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.11.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 18 üyenin 12’si BOZMA, 6’sı ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
İDARE TARAFINDAN TAŞINMAZIN BİR KISMINA FİİLEN EL ATILMASI DURUMUNDA TAZMİNAT DAVASI ADLİ YARGIDA GÖRÜLÜR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/(18)5-2328
KARAR NO : 2021/1392
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 04/11/2015
NUMARASI : 2015/341 - 2015/451
DAVACILAR : 1- G.M. Tek Mirasçısı K.M.
2- M.M.G. vekilleri Av. H.U.
DAVALILAR : 1- B.Belediye Başkanlığı vekili Av. S.D.G.
2- Osmangazi Belediyesi Başkanlığı vekili Av. S.Y.
1. Taraflar arasındaki “kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın yargı yolu nedeniyle görev yönünden reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.
2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkiline ait Bursa ili Osmangazi ilçesi Çekirge Mahallesi, 4.77 ada 67 parsel sayılı taşınmaza asfalt ve stabilize yol yapılarak kamulaştırmasız olarak el atıldığını, el atmanın kalıcı nitelikte ve kamuya tahsis amaçlı olduğunu, bölgenin Osmangazi Belediyesi sınırları içerisinde kaldığını, imara açık olup yoğun yapılaşmanın mevcut olduğunu, el atılan kısım dışında kalan fiilen kullanımı mümkün olmayacak kısmın da bedel karşılığında davalı idareye bırakılmasını talep ettiklerini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 8.000 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 19.04.2012 harç tarihli ıslah dilekçesi ile talebini artırmıştır.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Osmangazi Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde; davacının dava açmadan önce uzlaşma yoluna gitmediğini, dava şartı yerine getirilmediğinden davanın reddinin gerektiğini, dava konusu taşınmazın Bursa Büyükşehir Belediyesinin kararı ile onaylanan 1/1000 ölçekli Kent Parkı Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamında 1. Derecede Doğal Sit Kent Parkı alanında kaldığının belirlendiğini, bu kısmın da Büyükşehir Belediyesinin yetki ve sorumluluğunda bulunduğunu, bu nedenle davanın müvekkili yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, müvekkili ile davacılar vekilinin taraf olduğu Bursa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/113 E. sayılı dosyasında verilen kamulaştırmasız el atma tazminatı kararının Yargıtay tarafından düzeltilerek onandığını, kararın mahkeme dosyasına emsal teşkil ettiğini, yine Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/618 E. sayılı dosyasında görülen davanın taşınmazın diğer hissedarları tarafından açıldığını, davaların birleştirilmesi gerektiğini, taşınmaza herhangi bir el atmanın söz konusu olmadığının, üzerinde herhangi bir imalat yapılmadığının tespit edildiğini, talep edilen tazminat miktarının taşınmazın imar durumu da nazara alındığında fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde; Kanun gereği uzlaşma yolu tüketilmeden dava açıldığından davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, müvekkili idareye husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
7. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.09.2012 tarihli ve 2011/612 E. 2012/588 K. sayılı kararı ile; davacıların murisi Sıdıka Ş.'nin maliki olduğu Bursa ili, Osmangazi ilçesi, Çekirge Mahallesi 4.77 ada 67 parsel sayılı taşınmaza davalı idarece kamusal hizmete tahsis amaçlı ve kalıcı nitelikte fiili bir el atmasının söz konusu olmadığı, taşınmazın Osmangazi Belediyesince yapılan imar uygulamasında kent parkı alanında bırakılmış olduğu, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan işbu davanın, tam yargı davası kapsamında idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle davacıların davasının görev yönünden reddine karar verilmiştir
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
9. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 02.05.2013 tarihli ve 2013/2185 E. 2013/8377 K. sayılı kararı ile; “… Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, idari yargı görevli olduğundan bahisle mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Yapılan incelemede, dava konusu taşınmaza kısmen yol olarak el atıldığı, kalan kısmın da imar planında kent parkı alanı olarak ayrıldığı tespit edilmiştir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı kararı uyarınca taşınmazın aynına ilişkin bu tür davaların adli yargıda görülmesi gerekir.
Ayrıca, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun benzer konudaki 15.12.2010 gün ve 2010/5 - 662/651 sayılı kararı uyarınca imar planında yol, park, okul alanı gibi kamu hizmetine ayrılmış bulunan yerlere el atılmamış olsa dahi bedeline hükmedileceğine ilişkin karar da gözetilerek, 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesi amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli uygulama imar planının kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde davalı idarece ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle taşınmaz bedeli ödenmelidir.
Bu itibarla sorumlu idare belirlenip, taşınmaza kısmen el atılmakla projenin bütünlüğü gereği tamamına el atılmış sayılacağı, bu durumda taşınmazın tamamının bedeline hükmedilmesi gerektiği hususu da gözetilerek alınan rapor da değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile mahkemenin görevsizliğine karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Davalılardan Osmangazi Belediye Başkanlığı Vekilinin Karar Düzeltme Talebi Üzerine Özel Dairenin Bozma Kararı:
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılardan Osmangazi Belediye Başkanlığı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
11. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16.01.2014 tarihli ve 2013/22831 E. 2014/780 K. sayılı kararı ile; “… Kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkin davanın idari yargının görevli olması nedeniyle dava dilekçesinin reddine dair mahkemece verilen karar, Dairemizce bozulmuş, bu karara karşı davalı Osmangazi Belediye Başkanlığınca karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı, imar planında kent parkı alanında kalan 2.231,47 m²'lik bölümüne ise davalı idarelerce herhangi bir el atma olmadığı anlaşılmıştır.
1) Dava konusu taşınmazın fiilen el atılan 139,86 m²'lik kısmından hangi idarenin sorumlu olduğu belirlenip, alınan rapor da değerlendirilip, sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile görevsizlik kararı verildiği,
2) Dava konusu taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planında kent parkı alanı olarak ayrılan ve fiilen el atılmayan 2.231,47 m²'lik kısmı ile ilgili olarak açılan davada ise;
11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın 21. maddesi ile Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesinde yapılan değişiklik ile; “Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır.” hükmü getirilmiştir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin 25.09.2013 gün 2013/93 Esas, 2013/101 Karar sayılı ilamında da; “Kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerektiği; imar kısıtlamalarında taşınmazın zilyetliğinin malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca malikin tasarruf yetkisinin, ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kaldığı, bu nedenle imar kısıtlamalarından kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılabileceği” kabul edilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, imar planında kent parkı alanı olarak ayrılan ancak fiilen el atılmayan kısma ilişkin davanın idari yargıda görülmesi gerektiğinden, davanın reddine karar verilmesi doğru ise de adli yargı görevlidir diye bozulduğu bu kez yapılan incelemeden anlaşılmakla,
Davalı Osmangazi Belediye Başkanlığı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 02.05.2013 gün 2013/2185-8377 sayılı bozma kararının kaldırılmasına hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına,…” karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
12. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.03.2014 tarihli ve 2014/80 E. 2014/98 K. sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra); dosyanın incelenmesinde; fen bilirkişisinin 16.03.2012 tarihli raporunda (A) harfi ile sarı taralı olarak gösterilen alanın fiilen el atıldığından bahsedilmiş ise de, daha sonra ara kararı gereğince dosyaya celp edilen, keşif sırasında resmi çekilen tecavüzlü alanın fotoğrafının dosyaya ibraz edilmesinin istenmesi üzerine fen bilirkişisinin 31.05.2012 tarihli ek raporunda (A) harfi ile gösterilen kısma fotoğrafta da belirtildiği üzere fiilen el atma olmadığı, bu kısmın toprak olarak zeminde durduğu, herhangi bir asfalt, beton ve bu gibi kaplamanın zeminde mevcut olmadığı, bu itibarla fiili manada el atmanın da söz konusu olamayacağı, her ne kadar Yargıtay 5. Hukuk Dairesince hukukî el atmalarda da 5 yıllık sürenin geçmesinden sonra tazminata hükmedilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, karardan sonra Kamulaştırma Kanunu’nda yapılan değişiklik ile hukukî el atmalarda davaya bakma görevinin idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Üçüncü Bozma Kararı:
13. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
14. Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 11.09.2014 tarihli ve 2014/11787 E. 2014/12489 K. sayılı kararı ile; “… Mahkemece bozma ilamına uyulmuş ise de gereği tam olarak yerine getirilmemiştir.
Şöyle ki;
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16.01.2014 tarih ve 2013/22831 E-2014/780 K sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı, fiilen el atılan kısmından hangi idarenin sorumlu olduğu belirlenip alınan rapor da değerlendirilip sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına fiilen el atıldığı kabul edildiğine göre mahkemece bilirkişi heyetinden alınacak rapor değerlendirilerek bu kısmın bedeline hükmedilmesi gerekirken bu kısımla ilgili olarak da idari yargının görevli olduğu belirtilerek davanın görev yönünden reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin Direnme Kararı:
15. Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.11.2015 tarihli ve 2015/341 E. 2015/451 K. sayılı kararı ile; öncelikle imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, idari yargı yerince çözümlenmesi gerektiği, ikinci olarak taşınmaza idare tarafından fiilen el atılmadığı, bozma ilamında belirtilen 139,86 m²lik kısma asfalt veya mucur malzeme serilmek suretiyle fiilen yol yapıldığına dair dosya içerisinde herhangi bir delil veya belge bulunmadığından, hukukî el atmalarda davaya bakma görevinin idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
16. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın 139,86 m²'lik kısmına yol yapılmak suretiyle fiilen el atılıp atılmadığı, fiilen el atmanın kabulü durumunda bu kısımdan hangi idarenin sorumlu olduğu belirlenip alınacak rapor da değerlendirilmek suretiyle hüküm kurulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
18. Konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikle kamulaştırmasız el atma kavramı ve ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
19. Kamulaştırmasız el atma müessesesi, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve kanunlara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız el atmada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.
20. Ancak kamulaştırmasız el atma ile kamulaştırmanın konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır. Her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el konulmuş olması gereklidir. Kamulaştırmasız el atmada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın gerekse kamulaştırmasız el atmanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.
21. Yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el atma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.
22. Kamulaştırmasız el atma hâlinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanunu’na uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmaktadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E. 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).
23. Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Hakkın kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun malikin yetkilerini sınırlamak yetkisi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 35. maddesinin 2. fıkrasında sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun” dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz.
24. Anayasa’da modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir ve mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir.
25. Anayasa’nın, “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
düzenlemesini getirmiştir. 35. maddede mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır:
26. Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el koyması durumunda onun el koymasının önlenmesini ve bu hakkının korunmasını dava yolu ile isteyebilir. Mülkiyet hakkının bu görünümü kural olarak sınırsız ve kısıtlamasızdır. Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2 ve 3. fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.
27. İkinci fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”.
Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı vardır denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet hakkına el uzatılamaz. Kanunun olanak tanıdığı yerde de kamu yararı bulunmalıdır.
28. Anayasa’nın 35. maddesinin 2. fıkrasında kastedilen kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanması, 46. maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan madde “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
hükmünü içermektedir.
29. Ancak anılan maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı elinden zorla alınmaktadır.
30. Anayasa’nın 35. maddesinin 3. fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir.
31. Dikkat edilecek olursa; Anayasa’da mal sahibinin kullanma hakkı, 35. maddenin 2. fıkrasında “kamu yararı”, 3. fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.
32. Yine Anayasa’nın “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren 35. maddesi ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 683. maddesi (mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi m. 618) hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılan sonuç, Türk hukukunda mülkiyet hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur.
33. Türk Kanunu Medenisi ve bu Kanunu ilga eden TMK’nın Dördüncü Kitabında ilkin, mülkiyet hakkı düzenlenmiş; ne var ki 683. madde (Türk Kanunu Medenisi m. 618) ile bir tanım verilmemiş, sağladığı yetkilerin belirtilmesiyle yetinilmiştir.
34. TMK’nın “Mülkiyet hakkının içeriği” başlıklı 683. maddesine göre;
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir”.
35. TMK’nın 683. maddesi (Türk Kanunu Medenisi m. 618) uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf edebilecektir. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan ödevlerini kapsamakta, böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşmaktadır.
36. Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır.
37. Malikin eşya üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş bulunmaktadır. TMK’nın 683. maddesine (Türk Kanunu Medenisi m. 618) göre malik, eşyayı hukuka aykırı olarak elinde bulunduran ya da eşyaya el koyan kişilerden onun geri verilmesini isteyebileceği gibi, yine hukuka aykırı olarak zilyetliğine yapılan el koymaların önlenmesini, taşkınlıkların giderilmesini de isteme hakkına sahiptir.
38. Bu suretle, mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin müeyyidesi olan dava hakları malike tanınarak mülkiyet korunmuştur.
39. Mülkiyet hakkının içeriğine giren ödevler ise; yapmama, katlanma ve yapma ödevleridir. Komşuluk hukukuna ilişkin ödevler yapmama ödevine, kar, yağmur ve tutulamayan kaynak sularını kabule zorunluluk katlanma ödevine, taşınmaz mallar için vergi, resim ve harç ödeme yükümlülüğü de yapma ödevine örnek olarak gösterilebilir.
40. Bütün bu anlatılanların ortaya koyduğu sonuç şudur; mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli kendine özgü bir haktır.
41. O hâlde malik mülkiyet hakkına dayanarak, mülkiyete ilişkin yetkilerin kullanılmasında, hukuksal bir nedene dayanılmadan üçüncü kişilerin engellemesi ile karşılaştığı takdirde, el atmanın önlenmesi davası açabilecektir. Açıktır ki, bu gibi davranışlarla ihlal edilen, Anayasal ve yasal bağlamda teminat altına alınmış bulunan, mülkiyet hakkıdır.
42. Burada davranışların haksız olması ve bir hakka dayanmaması yeterli olup, kusurun bulunması gerekli değildir. Malikin, mülkiyet hakkını, engellemenin varlığını ve nedensellik bağının bulunduğunu ispatlaması gerekli ve yeterlidir (Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 tarihli ve 2010/5-662 E. 2010/651 K. sayılı kararı).
43. Öte yandan, Türkiye’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde onaylamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye Ek Protokol imzalanmıştır.
44. AİHS Eki Birinci Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
45. Buna göre protokolün birinci maddesi mülkiyetin korunmasını düzenlemekte olup; bu madde üç kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların ilki mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilkedir. İkincisi mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmasının meşruluğu ilkesidir ve nihayet üçüncüsü, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlemesinin yine meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir.
46. Bu bağlamda kamulaştırmasız el atma iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, mahkeme meşru müdahalelerin olup olmadığını incelemekte, meşru bir müdahale yoksa mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir.
47. Diğer yandan, 16.05.1956 tarihli ve 1956/1 E. 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;
“Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine meni müdahale davası açmağa hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki bedel olduğuna 16.05.1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar verildi.”
şeklinde bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir.
48. Yine Yargıtayın 16.05.1956 tarihli ve 1954/1 E., 1956/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünün bedelinin tahsiline ilişkin olarak, gayrimenkulünü yola kalbeden hükmü şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruruzamanın mevzuubahis olamayacağına ve hu itibarla da, hadisede Borçlar Kanunu'nun 66. maddesinin tatbik kabiliyeti bulunmadığına...” karar verilmiş, kamulaştırmasız el atma hâlinde açılacak bedel davalarının zamanaşımına bağlı olmadığı belirtilmiştir.
49. Mülkiyet hakkına ve kamulaştırmasız el atmaya ilişkin bu açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; dava konusu taşınmazın fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen 139,86 m2’lik kısmına stabilize malzeme serilmek suretiyle yol olarak fiilen el atıldığı dosya kapsamında bulunan kanıt ve belgelerden anlaşıldığı gibi, mahkeme tarafından da özel dairenin dava konusu 139,86 m2 lik kısmına fiilen el atıldığına yönelik bozma kararına uyularak bir karar verilmiştir. Dolayısıyla Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 16.05.1956 tarihli ve 1/6 sayılı kararı uyarınca taşınmazın aynına ilişkin bu tür davaların adli yargıda görülmesinin gerektiği anlaşılmakla, bilirkişi kurulundan rapor alınmak suretiyle hangi idarenin sorumlu olduğu da belirlenip bu kısmın bedeline hükmedilmesi gerekirken, dava konusu taşınmazın bu bölümü ile ilgili idari yargının görevli olduğu belirtilerek davanın görev yönünden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
50. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, dava konusu taşınmazın (A) harfi ile gösterilen 139,86 m2 lik bölümü yanında, 1/1000 ölçekli imar planında kent parkı olarak ayrılan ve fiilen el atılmayan 2231,47 m2 lik kısmına ilişkin olarak da adli yargının görevli olduğu, bu nedenle kararın değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
51. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstekleri hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.11.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 18 üyenin 12’si BOZMA, 6’sı ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.