KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

İLK DAVADAN FARKLI VE İLK DAVANIN AÇILDIĞI TARİHTEN SONRA DA DEVAM ETTİĞİ İDDİA EDİLEN YENİ VAKIALAR İLERİ SÜRÜLDÜĞÜNDEN DERDESTLİK İTİRAZI REDDEDİLMELİDİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/2-469
Karar No       : 2024/151

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 19.10.2022
SAYISI                          : 2022/1339 E., 2022/1968 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 05.07.2022 tarihli ve 202//4308 Esas,
                                        2022/6785 Karar sayılı BOZMA sayılı karar

Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacı kadının tüm istinaf itirazlarının reddine, davalı erkeğin istinaf itirazının kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili 15.02.2018 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 14.05.1992 tarihinde evlendiklerini, bu evlilikten iki çocuklarının bulunduğunu, davalı erkeğin aşırı kıskanç olduğunu, eşine hakaret ettiğini, fiziksel şiddet uyguladığını, davacıyı ailesi ve akrabaları ile görüştürmediğini, birlik görevlerini yerine getirmediğini, son yaşanan şiddet olayı neticesinde davalı hakkında Ankara Batı 2. Aile Mahkemesinin 11.12.2017 tarihli ve 2017/565 Esas sayılı dosyası ile bir ay uzaklaştırma kararı verildiğini, tarafların fiilen iki aydır ayrı yaşadıklarını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 1.000,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili 23.03.2018 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, evlilikte yaşanan sorunların sebebinin davacı olduğunu, evi otel gibi kullandığını, eşi ile karı koca ilişkisi kurmadığını, yatağını ayırdığını ileri sürerek davanın reddine, mahkeme aksi kanaatte ise müvekkili yararına 1.000,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 06.11.2020 tarihli ve 2019/319 Esas, 2020/500 Karar sayılı kararı ile; erkeğin aşırı kıskanç olduğu, eşinin ailesi ve akrabaları ile görüşmesini engellediği, ortak çocuğun söz gününde evdeki süslemeleri bozduğu ve evi dağıttığı, buna karşılık kadının da eşinin ailesi ile görüşmesini istemediği, böyle olunca boşanmaya sebep olan olaylarda kadının az erkeğin ağır kusurlu olduğu gerekçesi ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına 300,00 TL tedbir, 5.000,00 TL maddi, 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine, çalışması nedeniyle kadın eşin yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 03.03.2022 tarihli ve 2021/1302 Esas, 2022/491 Karar sayılı kararı ile; kadının tüm istinaf itirazlarının reddine, erkeğin istinaf itirazları bakımından ise davacı kadın tarafından 12.12.2017 tarihinde Ankara Batı 5. Aile Mahkemesinin 2017/1292 Esas sayılı dosyası ile boşanma davası açıldığı, davanın 10.05.2018 tarihinde reddedildiği, ret kararının 05.07.2018 tarihinde kesinleştiği, açılan bu davadan sonra tarafların bir araya gelmedikleri, eldeki davanın ise 15.02.2018 tarihinde açıldığı, ilk davadan farklı olarak yeni bir vakıa ileri sürülmediği, tanık anlatımlarında geçen olayların reddedilen boşanma davasından önceki döneme ilişkin olduğu, dolayısıyla boşanma davasının reddine ilişkin kararın "o dava tarihine kadar davalıdan kaynaklanan kusurlu bir davranışın bulunmadığına" ilişkin kesin hüküm teşkil edeceği, somut olayda da ikinci açılan eldeki dava ile yeni bir vakıanın ileri sürülmediği, bu nedenle İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi gerekirken reddedilen davadan önceki olaylar esas alınarak davanın kabul edilmesinin doğru olmadığı gerekçesi ile kararın kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine, kadın yararına hükmedilen tedbir nafakası miktarının çok olması nedeniyle de kadın yararına 100,00 TL tedbir nafakası ödenmesine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... Davacı kadın tarafından erkeğin aşırı kıskanç olduğu, eşine karşı hakaret ve darp ettiği, kadını ailesi ve akrabaları ile görüştürmediği, fiili ayrılık öncesi ve sonrası evin ihtiyaçlarını ve çocuklarının ihtiyacı ile hiç ilgilenmediği, tarafların müşterek kızlarının nişanlanacağı gün evlerinde yapılan süslenmeleri dağıtıp, aynaları kırdığı, kızları ile tartışıp kızının güzel gününü mahvettiği, tarafların iki aydır fiilen ayrı yaşadıkları belirtilerek, boşanmalarına karar verilmesini dava ve talep edilmiş, yapılan yargılaması sonucunda ilk derece mahkemesi tarafından davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu gerekçesi ile davanın kabulü ve tarafların boşanmalarına, kadın yararına hükmedilen tedbir nafakasının kaldırılmasına, kadının yoksulluk nafakası talebinin reddine, kadın yararına 5.000 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminata hükmedilmesine, erkeğin yoksulluk nafakası ve maddi-manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Davacı kadın tarafından kusur belirlemesi, nafaka ve tazminat miktarları ile tedbir nafakasının kaldırılması yönünden, davalı erkek tarafından ise; hükmün tamamı yönünden istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesi tarafından “kadın tarafından açılıp reddine karar verilen boşanma davasından sonra tarafların bir araya gelmedikleri ve aralarında davalıdan kaynaklanan evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olacak yeni bir maddi vakıa ileri sürülmediği ve kanıtlanamadığı, tanıkların anlatımında geçen olayların reddedilen boşanma davasının öncesine ait olduğu, boşanma davasının reddine ilişkin karar o dava tarihine kadar davalının kusuru bulunmadığına, kesin hüküm teşkil edeceği, ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmesi gerekirken reddedilen davadan önceki olaylar esas alınarak yetersiz gerekçe ile davanın kabul edilmesi doğru görülmediği” gerekçesi ile ilk derece mahkeme kararının tümden kaldırılarak davanın reddine karar verilmiş ve bu karara karşı davacı tarafından temyiz yasa yoluna başvurulmuştur.

Yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı kadının 12/12/2017 tarihinde Ankara 5. Batı Aile Mahkemesi'nin 2017/1292 Esas, 2018/404 Karar sayılı dosyası ile vaka ve delil bildirmeksizin boşanma davası açtığı, bu davada "davacının dava dilekçesinde tanık deliline dayanmadığı, tanık ve delil bildirmediği, dilekçelerin teatisi aşamasında herhangi bir delil bildirmeyen davacı ve davalıya ön inceleme duruşmasında delil bildirmeleri için süre verilmesine imkân bulunmadığı göz önüne alındığında davacının dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğu iddialarını, davalı ile aralarında geçimsizlik bulunduğu ve davalının kusurlu olduğunu ispata yarar delil sunmadığı" gerekçesi ile davanın reddine karar verildiği, henüz o davada karar verilmeden 15.2.2018 tarihinde davacı kadın tarafından temyize konu boşanma davasının açıldığı görülmüştür. Her iki davanın dava dönemleri, tarihleri farklı olduğu gibi eldeki davanın dava dilekçesinde ikinci dava tarihine kadar boşanmaya sebep olabilecek vakaların da ileri sürüldüğü, diğer davanın bu dava için kesin hüküm teşkil etmeyeceği anlaşılmaktadır. Delillerin bu çerçevede değerlendirilip davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; davanın reddine esas alınan Ankara 5. Batı Aile Mahkemesindeki ilk davanın kadın eş tarafından 12.12.2017 tarihinde açıldığı, davanın reddine ilişkin kararın 05.07.2018 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise yine kadın eş tarafından 15.02.2018 tarihinde açıldığı, böyle olunca her iki dava arasında iki aylık bir sürenin bulunduğu, dava dilekçesinin dokuzuncu bendinde "davalı hakkında 11.12.2017 tarihli ve 2017/565 Esas sayılı dosyası ile bir ay uzaklaştırma kararı verildiğinin" belirtildiği, 10 uncu bendinde "tarafların iki aydır fiilen ayrı yaşamaktadırlar" şeklinde açıklama yapıldığı, yine dosya içerisinde mevcut 13.08.2018 tarihli tutanakla kadının "bu tarihe kadar yeni bir olayın meydana gelmediği" yönünde beyanda bulunduğu, dolayısıyla her iki dava tarihleri arasında zaman aralığı bulunsa da davaya konu olayların ilk dava tarihi öncesinde yer alan 11.12.2017 tarihli uzaklaştırma kararı öncesine dayandığı ve her iki davanın aynı döneme ilişkin olarak açıldığı, diğer yandan bozma ilâmında varlığı kabul edilen yeni vakıanın niteliğinin açıklanmadığı, boşanma davası açılmasıyla eşlerin ayrı yaşama haklarının doğduğu, her iki davanın da kadın eş tarafından açıldığı ve erkek aleyhine uzaklaştırma kararı verildiği gözetildiğinde, ayrı yaşamanın da erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği gerekçesiyle direnme karar verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde; davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında görülen ilk boşanma davasının kadın eş tarafından 12.12.2017 tarihinde açıldığı, davanın ret ile sonuçlandığı ve kararın 05.07.2018 tarihinde kesinleştiği gözetildiğinde; 15.02.2018 tarihinde yine kadın eş tarafından açılan eldeki davanın dava dilekçesinde, ilk dava ile ikinci dava tarihi arasında gelişen ve boşanmaya sebep olabilecek bir vakıanın ileri sürülüp sürülmediği, buradan varılacak sonuca göre ilk davada verilen ret kararının eldeki davada kesin hüküm teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 166 ve 185 inci maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. Bilindiği üzere 4721 sayılı Kanun'un "Evlilik birliğinin sarsılması" başlıklı 166 ncı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları;

"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir" hükmünü taşımaktadır.

3. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.

4. Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki "birlik artık sarsılmıştır" diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (4721 sayılı Kanun md. 2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 Esas, 2015/2795 Karar sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (4721 sayılı Kanun md. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.

5. Eldeki davaya gelince; İlk Derece Mahkemesince, boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin aşırı kıskanç olduğu, eşinin ailesi ve akrabaları ile görüşmesini engellediği, ortak çocuğun söz gününde evdeki süslemeleri bozduğu ve evi dağıttığı, buna karşılık kadının da eşinin ailesi ile görüşmesini istemediği, böyle olunca kadının az erkeğin ağır kusurlu olduğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmün istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan yargılamada; taraflar arasındaki ilk boşanma davasının kadın eş tarafından 12.12.2017 tarihinde açıldığı, davanın ret ile sonuçlanarak 05.07.2018 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise 15.02.2018 tarihinde yine kadın eş tarafından açıldığı, her iki dava dilekçesinin incelenmesinde ilk dava ile ikinci dava tarihi arasında gelişen ve boşanmaya sebep olabilecek bir vakıanın ileri sürülmediği, tanık anlatımlarında geçen olayların reddedilen boşanma davasından önceki döneme ilişkin olduğu, boşanma davasının reddine ilişkin kararın da "o dava tarihine kadar davalıdan kaynaklanan kusurlu bir davranışın bulunmadığına" ilişkin kesin delil teşkil edeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire tarafından yapılan temyiz incelemesinde; her iki davanın dava dönemleri ve tarihlerinin farklı olduğuna işaret edilerek ilk davanın eldeki davaya kesin delil teşkil etmeyeceği, böyle olunca ikinci dava dilekçesinde dayanılan delillerin bu çerçevede değerlendirilip sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Bu durumda "kesin hüküm nedeniyle oluşan kesin delil" hususuna da kısaca değinmek gerekir.

6. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (6100 sayılı Kanun md. 187/1). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 Esas, 2014/1099 Karar sayılı kararında “...Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar, senet, yemin ve kesin hükümdür...” şeklindeki gerekçeyle kesin delille ispatlanan olguların hukuksal olarak doğru kabul edilmesi gerektiği açıklanmıştır.

7. Kesin hüküm adli gerçeği ifade eder. Kesin hükümle amaçlanan ise; aynı kişiler arasında, aynı dava konusu uyuşmazlık hakkında mahkemelerin sınırsız şekilde meşgul edilmesini engellemektir. Bu şekilde hem kişiler, hem de devlet için hukuki güvenlik sağlanmaktadır.

8. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 303 üncü maddesindeki; “1- Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. 2- Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder...” hükmü ile şekli anlamda kesinlik, maddi anlamda kesinliğin ön şartı olarak kabul edilmiştir. Maddenin devamında ise; bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesini, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve son olarak dava konularının aynı olması şeklinde belirlenen üç şarta bağlamıştır. Kesin hüküm, öncelikle hükmü veren mahkeme de dâhil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Bir hüküm maddi anlamda kesinleştikten ve hangi tarafın ne yönde haklı olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık tüm mahkemeler, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanılarak, aynı dava konusu hakkında verilmiş bulunan kesin hüküm ile bağlıdırlar. Bunun sonucunda; aynı dava kesin hüküm itirazı nedeniyle yeniden incelenemeyeceği gibi, aynı konuya ilişkin yeni dava, önceki davada verilmiş olan kesin deliller ile bağlıdır.

9. Boşanma kararı, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup; kararın kesinleşmesi ile birlikte, evlilik birliği ve birliğin gereği olan haklar ve sorumluluklar sona erer. Açılan bir boşanma davasının reddi hâlinde ise eşler arasındaki evlilik birliği devam ettiği gibi, davanın esastan reddine ilişkin karar gerekçesi de o dava tarihine kadar davalıdan kaynaklanan kusurlu bir davranışın bulunmadığına dair kesin delil teşkil eder. Dolayısıyla somut olayda; kadın eş tarafından 12.12.2017 tarihinde açılan ilk boşanma davasının esastan reddedilmesi ve bu kararın kesinleşmesi sonucunda 12.12.2017 tarihine kadar erkek eşten kaynaklı evlilik birliğini sarsan herhangi bir kusurlu davranışın bulunmadığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

10. Davacının 15.02.2018 tarihli dava dilekçesine bakıldığında; davalı erkeğin aşırı kıskanç olduğu, eşine hakaret ettiği, davacıya ve çocuklara fiziksel şiddet uyguladığı, eşini ailesi ve akrabaları ile görüştürmediği, evin ihtiyaçlarını gidermediği ve çocukların hiçbir ihtiyacı ile ilgilenmediği vakıalarına dayanılarak evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının iddia edildiği ve boşanmaya karar verilmesi istendiği anlaşılmıştır.

11. Yapılan bu açıklamalara göre; her ne kadar kadın eş tarafından 12.12.2017 tarihinde açılan ilk boşanma davasının reddedilmesi nedeniyle erkeğin bu tarihe kadar kusurlu bir davranışının bulunmadığına yönelik dosyada kesin delil mevcut ise de, davacının 15.12.2018 tarihli dilekçesi incelendiğinde "münhasıran" ilk dava tarihinden önceki olaylara dayanıldığına dair bir beyanı bulunmamaktadır. Dolayısıyla eldeki dava dilekçesinde dayanılan vakıaların, ilk dava tarihi olan 12.12.2017 ile ikinci dava tarihi olan 15.12.2018 tarihleri arasını da kapsayacak şekilde ileri sürüldüğünün kabulü gerekir. Öyle ise Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme karar gerekçesinde belirtildiği gibi "eldeki davada, ilk davadan farklı olarak yeni bir vakıa ileri sürülmediği" gerekçesinden hareketle, tanık anlatımlarının reddedilen dava öncesine ilişkin olaylara ilişkin olmasından faydalanılarak, 12.12.2017 tarihinde açılıp reddedilen ilk davada erkeğin kusurlu bir davranışı bulunmadığına yönelik "kesin delil" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi hukuken mümkün değildir.

12. Gerçekten de İlk Derece Mahkemesince verilen boşanma kararında, davalı erkeğe yüklenen kusurlu davranışların, tarafların ortak çocuğu Nur S.'in beyanları doğrultusunda gerçekleştiği kabul edilmişse de; tespit edilen kusurlu davranışların ilk dava tarihinden önceki olaylara ilişkin olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Ne var ki İlk Derece Mahkemesinin tespit etmiş olduğu kusur belirlemesine karşı her iki taraf da itiraz ederek istinaf yoluna başvurmuş ve hükmün kusura ilişkin karar gerekçesi her iki taraf yönünden de kesinleşmemiştir. Öyle ise Bölge Adliye Mahkemesince yapılması gereken iş; her iki taraf yönünden de iddia ve savunma konusu yapılan hususların, sunulan delillerle ispat edilip edilemediğini belirlemekten ibarettir. Davacının 15.12.2018 tarihli dilekçesi ile ileri sürmüş olduğu vakıalar yönünden, dosyada davacı tanığı olarak dinlenen ortak çocuk Nur'un beyanları incelendiğinde "ileri sürülen vakıaların kanıtlanamadığı" şeklindeki Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesi de somut olaya uygun bulunmamıştır. Zira dinlenen bu tanık, davalının birlik görevlerini ihlal ettiğini belirttiği gibi davalı tarafın çocukların ihtiyaçlarını da karşılamadığını ifade etmiştir.

13. Diğer yandan, evlilik birliği hak ve yükümlülükler temeline dayalı olan bir hayat ortaklığı şeklinde tarif edilmekte olup, eşler evlilik birliği süresince eşit haklara sahip bulunurlar. Bunun doğal sonucu olarak eşlerden biri için hak olan diğer eş için yükümlülük oluşturur. Birliğin devamı süresince eşlerin birbirlerine karşı olan hak ve yükümlülükleri; evliliğin genel hükümlerinin düzenlendiği 4721 sayılı Kanun'un 185 inci maddesinde "Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar" şeklinde düzenlenmiştir. Ortak hayatı paylaşan eşler arasında kişisel ilişkilerin yanında ekonomik ilişkilerin ortaya çıkması doğal bir durumdur. Çünkü evlilik birliği devam ettiği sürece eşler hem birliğin ihtiyaçlarını, hem de kendi kişisel ihtiyaçlarını karşılamak zorundadırlar. Aynı Kanun'nun 186 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında da "Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar" hükmü düzenleme altına alınmıştır. Söz konusu maddeler ile; eşler arasında bakım, barınma ve geçinme gibi ihtiyaçların karşılanmasına yönelik mali görevler, taraflar arasında eşitlik ilkesi gözetilerek yüklenmiştir. Nitekim eşler, birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.

14. İşte, eşlerin bu maddelerde düzenlenen görevlerini ihlal eden davranışları, evlilik birliğini sarsan kusurlu davranışlardan sayılmaktadır. Diğer taraftan eşlerin birlik görevine aykırı hareketleri, güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile birliğin giderlerine katılmamaları "ekonomik şiddet" olarak adlandırılmaktadır. Nitekim Yargıtay, kararlarında ekonomik şiddeti "zorunlu ihtiyaçların, koşullar el verdiği halde karşılanmaması" olarak ifade etmektedir. Evlilik birliğinin kurulması ile eşlerin birbirlerine karşı yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan tüm hak ve yükümlülükleri, boşanma davası açılması ile değil, birliğin sona erme anına kadar devam etmektedir. Dolayısıyla boşanma davası açılsa da eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılma zorunlulukları doğal olarak devam ettiğinden, Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararında yer alan "uzaklaştırma kararı nedeniyle tarafların ilk dava tarihinden itibaren bir araya gelmedikleri" yönündeki gerekçe ile davalıya kusur yüklenemeyeceği sonucuna varılması da hukuken mümkün değildir.

15. Hâl böyle olunca, eldeki davanın dava dilekçesinde; ilk davadan farklı ve ilk davanın açıldığı tarihten sonra da devam ettiği iddia edilen, boşanmaya sebep olabilecek yeni vakaların ileri sürüldüğü, dinlenen tanık beyanında bu vakıaya ilişkin anlatımların yer aldığı, dolayısıyla aynen Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere toplanan delillerin bu çerçevede değerlendirilerek davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

16. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; eldeki davanın ilk davanın yargılaması devam ederken açıldığı, böyle olunca somut olayda kesin hüküm değil "derdestlik" koşullarının bulunduğu, dolayısıyla Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılamada davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği ve direnme kararının belirtilen bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ile direnme karar gerekçesinde yazılı nedenlerin usul ve yasaya uygun olduğu, ne var ki tedbir nafakasının miktarına yönelik temyiz itirazlarının Özel Dairece incelenmesi gerektiği, direnme yerinde olduğundan dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

17. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

18. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

06.03.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I   O Y"

Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması (derdestlik HMK 114/1-ı) ve aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması (HMK 114/1-i), 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda (HMK) dava şartları arasında sayılmıştır. Önce açılan davanın henüz kesin hükme bağlanmadığı aşamada açılan sonraki davanın derdestlik dava şartı nedeniyle usulden reddi gerekir ise de henüz bu şekilde bir karar verilmeden önce ilk davada esastan karar verilip kesinleşmiş ise artık derdestlik dava şartı eksikliği ortadan kalkacak ve yerini kesin hüküm dava şartı eksikliği bulunup bulunmadığına bırakacaktır.

Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK 303/1).

Maddede sözü edilen dava sebepleri hukuki sebep değil davada dayanılan vakıalardır. Bu vakıalar sadece davacının dayandığı vakıalar olmayıp davalının da savunmasına dayanak yaptığı vakıalar ile mahkemece incelenip hükme dayanak yapılan vakıalar da buna dahildir. Diğer bir ifadeyle maddedeki dava sebebinden anlaşılması gereken önceki hükme dayanak olan vakıalardır.

Hukuki sebep ise, bir kanun hükmü, sözleşme kuralı olabileceği gibi, yargısal bir yorum, uygulama veya hakimin boşluk doldurma suretiyle yarattığı hukuk da olabilir.

Hukuki sebebi belirleyip somut olaya uygulamak hakimin görevi olup dayanılan vakıalara göre birden fazla hukuki sebep mevcut olmasına rağmen ilk hükümde bunlardan sadece birine göre karar verilmiş olsa bile incelenmeyen diğer hukuki sebebin varlığı aynı vakıalara dayanarak yeni bir dava açma hakkı vermez.

Kesin hükmün koşullarından olan ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olmasını ikinci davadaki talep sonucunu karşılayan bir karar bulunup bulunmadığı olarak değerlendirmek gerekir. Maddenin lafzına bakılırsa önceki davada ret kararı verildiğinden sonraki davada talepler yazılıp kabulü istendiği için bu koşulun gerçekleşmediği ileri sürülebilecektir. Oysa ki kişi talebi için bir karar almış ise yeniden bir karar isteme ihtiyacı içinde olamayacağından böyle bir ihtimalin de zaten gerçekleşmesi mümkün değildir. Uygulamada da aynı davanın tekrar açılması ihtimali de reddine karar verilen bir davanın aynı talep sonucuyla tekrar açılması şeklinde gerçekleşmektedir.

Önceki davada verilen esastan ret kararı uyuşmazlığı çözen ve kesin hükme bağlayan bir karar iken sonraki dava ile bu kez kabul edilme ihtimali bulunduğu ve öncekinden farklı karar verilebileceği düşüncesiyle kesin hüküm koşulları bulunmadığı sonucuna varılamayacaktır.

Kesin hükmün dava şartı olarak usul kanununda yer almasının temel amacı da aynı uyuşmazlığın tekrar tekrar yargılama makamları önüne uyuşmazlık olarak getirilmemesidir. Aksine bir yorum önceki davanın reddine karar verilmesi hâlinde sonraki talep sonucu aynı olmadığı için kesin hüküm bulunmadığı sonucunu ortaya çıkaracak ve kesin hüküm dava şartının uygulanabilirliğini de çok sınırlı hâle getirmiş olacaktır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz vakıaların aynı olmasını alt vakıalar ve üst vakıa boyutuyla da değerlendirmek gerekir. Alt vakıalar, açılan davanın özelliğine göre üst vakıanın belirlenebilmesine esas olmak üzere dayanılan birden fazla vakıayı ifade eder.

Örnek vermek gerekirse muris muvazaasına dayalı tapu iptali davasında murisin diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı devir yapması üst vakıa iken, devir nedeniyle para alınıp alınmadığı, diğer mirasçılara da devirler yapılıp yapılmadığı, murisin paraya ihtiyacı olduğunu gösteren olay olup olmadığı gibi hususlar üst vakıayı belirlemeye yarayan alt vakıalardır.

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle açılan boşanma davalarında ise üst vakıa tarafların evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını kabul etmeyi gerektiren kusurlu davranışları olup olmadığı iken alt vakıalar bunu belirlemeyi sağlayacak dövme, hakaret etme, sadakatsiz davranışı ortaya koyacak şekilde telefon görüşmeleri yapılması birlikte resimler çektirilmesi gibi gibi gerçekleştiği iddia edilen değişik münferit olaylardır.

Önceki davada üst vakıayı belirleyen bir sonuca varılarak esastan bir karar verilmiş ise artık öncekinde ileri sürülenlerden farklı olan ancak alt vakıa niteliğini taşıyan yeni münferit olaylara dayanılmış olması yeni vakıalara dayanıldığı için kesin hüküm bulunmadığı ve açılan davanın dinlenebilir olduğu sonucunu doğurmayacaktır.

Boşanma davası bakımından dayanılan yeni vakıaların gerçekleştiği zaman kesiti de önemlidir. Zira önceki dava tarihinden sonra gerçekleşen yeni vakıalara dayanılması hâlinde bu vakıalar önceki davada incelenmiş sayılamayacağından bu yeni vakıalar ile üst vakıanın yeniden belirlenmesi mümkündür. Ancak her iki davada da önceki dava tarihinden önce gerçekleşen olaylara dayanılması hâlinde bu yeni vakıalarla üst vakıanın yeniden belirlenmesi ve farklı bir kusur tespiti sonucuna varılabilmesi de mümkün olmayacaktır.

Boşanmaya sebep olduğu iddia edilen vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediği hususunu inceledikten sonra tarafların boşanmalarına karar verilmesinin gerekip gerekmediğine hükmeden mahkeme böylece nedensellik bağı tespitini de yapmaktadır. Zira taraflar yönünden boşanma kararını veren veya boşanma davasının reddine karar veren hâkim: o evliliğe münhasır, tarafların boşanmaya sebep olan kusurlu davranışlarını belirlemiş ve boşanma davasının reddine veya kabulüne karar vermiştir. Tartışmasız olduğu üzere, taraflar yönünden boşanmaya sebep olan olay veya olaylar olup olmadığı artık belirlenmiştir. Sonrasında açılan davada sonrası bir zaman kesitinde gerçekleşen yeni bir vakıaya dayanılmamış ise artık o evlilik nedeniyle açılacak boşanma davaları da boşanma davasının reddedildiği mahkeme kararında yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi yapılmasına da imkân tanımayacaktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde mahkemece kararın verildiği tarihte ilk davada verilen karar kesinleşmiş olup artık görülmekte olan aynı iki davadan söz edilemeyeceğinden derdestliğe ilişkin dava şartı eksikliği bulunmamaktadır. Derdestlik dava şartı eksikliği yok ise de önceki davada verilen ve kesinleşen ispatlanamayan boşanma davasının reddi kararının kesin hüküm oluşturup oluşturmadığı ve bu yönde dava şartı eksikliği bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Özel Daire ile Mahkeme arasındaki uyuşmazlık da bu noktada toplanmaktadır.

Davacı 12.12.2017 tarihinde açtığı ilk davada davalının evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan kusurlu davranışları olduğunu gösteren vakıaların neler olduğunu ve delillerini süresi içinde bildirmemiştir. İlk davada henüz karar verilmiş değil iken 15.02.2018 tarihinde bu dava açılmış ve sonrasında 10.05.2018 tarihinde önceki davada davalının kusurlu olduğunu ispata yarar delil sunulmadığı gerekçesiyle ispatlanamayan dava reddedilmiş ve bu ret kararı da 05.07.2018 tarihinde kesinleşmiştir.

Bu davanın açıldığı tarihte önceki davada karar verilmiş ve kesinleşmiş olmadığından kesin hükme ilişkin dava şartı eksikliği yok ise de sonrasında verilen ret kararının kesinleşmesiyle kesin hüküm oluşmuştur. Zira bu ret kararı ile taraflar arasındaki evliliğin temelinden sarsıldığını gösteren davalıya yüklenebilecek kusurlu davranış niteliğinde bir vakıa yaşanmadığı ve davalıya yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı belirlenmiş olduğu için aynı zaman kesiti bakımından yeniden kusur tespiti yapılabilmesi ve yeni vakıa incelemesi yapılabilmesi mümkün değildir.

Özel Daire bozma kararında her iki davanın dönemleri farklı olduğu için kesin hüküm bulunmadığı belirtilmiş ise de tarafların uzaklaştırma kararından sonra bir araya gelmedikleri ve bu davanın da uzaklaştırma kararı öncesi olaylara dayandığı dilekçe içeriğinden açıkça anlaşılmaktadır. Davacı dilekçesinde 6 ncı madde olarak davalı tarafın müşterek hanenin ihtiyaçlarını gidermediği, eve ekmek parası dahi bırakmadığı belirtilmiş ise de sonrasında bu nedenle tuhafiye dükkanı açıldığından söz edilmesi ayrıca sonrası beyanlarda, iki aydır ayrı yaşamadan ve uzaklaştırma kararından söz edilmesi de sonraki davada ileri sürülen vakıaların da önceki dava tarihinden önce yaşanan aynı zaman kesitinde kalan olaylar olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu durumda önceki davada verilen ret kararı sonraki açılan davada kesin hüküm oluşturabilecektir. Davacı önceki davada kusurlu davranışların neler olduğunu belirtmemiş ve buna ilişkin delil bildirmemiş iken bu davada ise kusurlu davranışları göstermiş delillerini de bildirmiştir. Her ki davada bu yönüyle fark var ise de davacı her iki davada da üst vakıa olarak davalının evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan kusurlu davranışları bulunduğu vakıasına dayanmıştır. İlk kararda bu vakıa incelenmiş ve ispatlanamama sonucuna bağlı olarak davalının kusurlu olmadığı kabul edilerek dava reddedilmiştir. Bu durumda aynı zaman kesiti için yapılan bu kusur belirlemesinin sonrasında aynı konuda açılan davada yeniden incelenerek farklı bir kusur sonuca varılabilmesi mümkün değildir.

Her dava açıldığı tarihteki olgulara göre karara bağlanır ise de dava şartlarının varlığı her aşamada aranacağından dava tarihinden sonra önceki davada karar verilmiş ve kesinleşmiş olması da kesin hüküm dava şartının incelenmemesini gerektirmemektedir.

Bölge adliye mahkemesince bu esaslara uyun olarak önceki hükümde direnilmesi isabetli olmuştur. Bu durumda direnme uygun bulunarak hükmedilen tedbir nafakasına ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan vakıa farklılığı nedeniyle kesin hüküm oluşmadığı kabul edilerek Özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Üye
Zeki Gözütok

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 19’u BOZMA, 4’ü ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE DİRENME UYGUN DAİREYE, 2’si ise DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : Bu konu hakkındaki çalışma için bkz. KARAMERCAN, Fatih, Boşanma Davalarında Kesin Hüküm, YÜHFD, C: XVI, S: 1, Y: 2019, s. 76- 111.

https://bit.ly/3kSvrj6