KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

İŞİ KABUL YASAĞINA RAĞMEN YEDİ YIL GİBİ UZUN BİR SÜRE VEKALET İLİŞKİSİ DEVAM ETTİĞİNDEN İLERİ SÜRÜLEN AZİL SEBEBİ HAKSIZDIR.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/(13)3-2140
KARAR NO   : 2021/1288

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 15/11/2016
NUMARASI                : 2016/532 - 2016/571
DAVACILAR               : 1- E.K.E. ve diğerleri vekilleri Av. D.A.U.
DAVALILAR               : 1- A.Ö. ve diğerleri vekilleri Av. M.B.

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Yargıtay (kapanan) 13. Hukuk Dairesince davacı lehine bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacılar vekili 07.08.2012 tarihli dava dilekçesinde; müvekkillerinin miras bırakanı müteveffa D.E. ile müvekkili K.E.’in 2002 yılında davalılar tarafında vekil tayin edildiğini, bu kapsamda Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/1233 (öncesi 1984/969)E. sayılı dosyasında görülen tenkis davasının takip edildiğini (yargılama süreci sonucunda davanın lehe sonuçlandığını ve mahkemece 33.884 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini), yargılama devam ederken 2009 yılında davalıların hiçbir gerekçe göstermeden müvekkillerini azlettiklerini, haksız azil nedeniyle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 164/4-son ve 174. maddesi gereği hak edilen vekâlet ücretinin ödenmesi yönündeki ihtardan sonuç alınamaması üzerine başlatılan takibe davalıların haksız şekilde itiraz ettiğini, davalıların azlin haklı olduğu yönündeki savunmalarının yersiz ve kötü niyetli olduğunu, zira söz konusu tenkis davasında karşı tarafta yer alan dava dışı Elif Ö.’ın, avukatının ölümü üzerine müteveffa D.E.’i 14.11.1990 tarihli vekâletnameyle vekil tayin ettiğini ancak daha sonra başka bir avukat tuttuğunu ve vekâlet ilişkisinin bu suretle 07.02.1991 tarihinde sona erdiğini, bu üç aylık sürede D.E.’in Elif Ö. adına hiçbir taraf işlemi yapmadığını, müteveffa D.E. ve müvekkilleri K.E.’in davalıların avukatlığını ise Temmuz-Ekim 2002 tarihlerinde üstlendiğini ve 2009 yılına kadar da bu ilişkinin devam ettiğini, avukatın bir davada bir tarafın vekili iken karşı tarafın avukatlığını üstlenememesi yasağına aykırılığın ancak ilk vekâlet ilişkisi için haklı azil nedeni teşkil edebileceğini, aksini kabulün yasağın temeli olan “ilk ilişkide edinilen sırların sonradan karşı tarafa aktarılmasının önüne geçme” mantığına da ters olduğunu, davalıların 2002 yılında müvekkillerini vekil tayin ederken daha önce 1990'larda karşı tarafın bir süre avukatı olduğunu bildiklerini, vekâlet ilişkisinin kurulmuş olmasının karşılıklı güven unsurunun vekâlet sözleşmesinin kurulması aşamasında her iki taraf yönünden mevcut olmasıyla mümkün olduğu ve güvenin o aşamada varlığına gösterge teşkil ettiğini, buna rağmen vekâlet ilişkisinin kurulmasından çok önceki bir vakıaya dayanarak azlin haklı olduğunu iddia etmenin hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiğini, aksi kabul edilse dahi bu durumun birlikte ve ayrı ayrı vekâlet görevini yürütmekle yetkilendirilen müvekkili K.E. için bir haklı azil sebebi teşkil edemeyeceğini zira onun Elif Ö.’ın avukatlığını üstlenmediğini ve bu sebeple hak edilen vekâlet ücretinin yarısının kendisine ödenmesi gerektiğini, davalıların sonradan öğrendiklerini belirttikleri bu iddiayı azilnamelerinde dâhi dile getirmediklerini, bunun icra takibi ile karşı karşıya kalınınca üretilmiş bir azil sebebi olduğunu ve gerçek sebebi yansıtmadığını ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına, davalılardan icra inkâr tazminatı tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalılar vekili; davacılar murisi D.E.’in Avukatlık Kanunu’nun 38. maddesinde düzenlenen işin reddi zorunluluğu kuralını ihlâl ettiğini, bu durumun anlaşılması ve diğer olumsuzluklardan dolayı vekâletten azledilmesinde bizzat vekilin kusurlu olduğunu, D.E. ve K.E.’in tenkis davasının temyiz duruşmalarına katılmamalarının da kusur teşkil ettiğini, azil sırasında sebep göstermenin zorunlu olmadığını, karşı tarafın avukatı olduğu bir davada vekilliği kabul eden D.E.’in azlinin haklı sebebe dayandığını ve bu durumun avukatlık ortağı olarak beraber çalışan K.E.’e de sirayet edeceğini, bu nedenle onun da vekâlet ücreti talep edemeyeceğini; aksi düşünülse dâhi, tenkis davasında hükmolunan 33.864 TL içerisinde daha önceki iki vekilin de hakkı bulunduğunu, onların payı düşüldüğünde davacıların ancak bunun üçte biri olan 11.294 TL ücreti talep edebilecekken fazlasını takibe koyduklarını, bunun yanı sıra hükmolunan vekâlet ücretini icrada başka bir vekilin tahsil etmiş olması nedeniyle de vekâlet ücretinin karşı taraftan sonraki avukat tarafından tahsil edildiği gözetildiğinde müvekkillerinden talepte bulunamayacağını, davanın bu avukata ihbarı gerektiğini, icra inkâr tazminatı koşullarının oluşmadığını, ayrıca kendilerinin de kötü niyet tazminatı taleplerinin bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 25.12.2014 tarihli ve 2012/280 E., 2014/558 K. sayılı kararı ile; taraflar arasındaki anlaşmazlığın azlin haklı bir sebebe dayanıp dayanmadığı noktasında toplandığı, bu hususta alınan ve azlin haksız olduğu, davacıların Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesine göre vekâlet ücretine hak kazandığı değerlendirmesini içeren 04.08.2014 tarihli bilirkişi heyet raporunun isabetli bulunduğu ancak raporun sonuç bölümünde hesaplama hatası yapıldığı, gerçek değerin 11.171 TL olduğu gerekçesiyle bu miktar üzerinden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde her iki taraf vekili temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 23.11.2015 tarihli ve 2015/29249 E., 2015/34212 K. sayılı karar ile tarafların temyiz itirazları yerinde görülmeyerek karar onanmıştır.

8. Onama kararına karşı davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Özel Dairenin 16.06.2016 tarihli, 2016/2159 E., 2016/15367 K. sayılı kararı ile; “… Davacılar, haksız azil nedeniyle hakedilen bedeli istemiş; davalılar, Av. D.E.'in vekil olduğu tenkis davasında bir dönem karşı tarafın da vekili olduğunu öğrendiklerini, ayrıca avukatların temyiz duruşmalarına da girmediklerini, bu nedenle haklı azlettiklerini savunarak, davanın reddini dilemişler; mahkemece 04.08.2014 tarihli bilirkişi heyeti raporunun içeriğinin yerinde bulunduğu, raporun sonuç bölümünde tespit olunan meblağın hüküm altına alındığı belirtilmiştir. 04.08.2014 tarihli bilirkişi raporu incelendiğinde, üç seçenek halinde görüş belirtildiği, mahkemenin 3. seçeneği (2-b) benimsediği görülmüştür. Buna göre, avukatların kusur ve ihmallerinin olduğu ancak bu davranışların vekil edene hiçbir zarar vermediği benimsenerek, sarf ettikleri mesai gözetilmek suretiyle hak ettikleri vekalet ücreti hesaplanmıştır.

Dosya kapsamı incelendiğinde, davalıların belirttikleri azil nedenlerinin haklı olmadığı, azlin haksız olduğu değerlendirilmiştir. Hal böyle iken, yapılan açıklamaya göre değerlendirme yapılıp sonucuna göre hüküm tesisi gerekirken, yanlış değerlendirmeye dayalı karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir” şeklindeki gerekçeyle onama kararı kaldırılarak hüküm davacılar taraf lehine bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemece 15.11.2016 tarihli ve 2016/532 E., 2016/571 K. sayılı karar ile; önceki karar gerekçeleri yanında 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan karar düzeltme sebeplerinin somut olayda mevcut olmadığı, alınan bilirkişi raporunun sonuç bölümünün 2/b bendi yerinde görülerek bir önceki hükmün tesis edildiği, hakkaniyet ilkesi çerçevesinde tarafların müşterek kusurunun bulunduğu ve başka vekillerle temsil edilmiş olma hususu gözetilerek alacağın hesaplandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davacı avukatların azlinin haksız olduğunun kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

 III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle vekâlet ve bu bağlamda avukatlık sözleşmelerinin anlam ve mahiyetiyle ilgili mevzuat hükümlerine değinmekte yarar bulunmaktadır.

13. Vekâlet sözleşmesi, somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386. maddesinin 1. fıkrasında “Vekalet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler” şeklinde tanımlanmıştır.

14. Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukukî fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukukî işlemler gerçekleştirmek, özellikle subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Yalçınduran, Türker: Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35). Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukukî yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafını mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür.

15. Avukatlık sözleşmesi, sözleşme ile üstlenilen edimin yerine getirilmesi veya sürenin dolması ile sona erebileceği gibi avukatın istifası ya da müvekkilin azli ile de sona erebilir.

16. Borçlar Kanunu’nun 396/1. maddesi “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Şu kadar ki münasip olmayan bir zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zamin olur” hükmünü içermekte olup vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son verebilir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azletme hakkına sahiptir. İstifa ve azil hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azil ve istifa beyanı kural olarak herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran, s. 97, 98).

17. Azle ilişkin irade beyanında azli gerektiren sebeplerin açıklanması gerekmez. Azil iradesinin haklı bir nedene dayanılarak kullanıldığını ileri süren iş sahibi azilnamede sebep göstermek zorunda değilse de haklı olduğunu savunduğu azil sebeplerini dava sırasında ileri sürebilir ve bu konudaki ispat yükü iş sahibinin üzerindedir.

18. Avukatlık sözleşmesinin azil ile sona ermesi hâlinde avukatın, başta ücret olmak üzere, haklarının tespitinde azlin haklı olup olmadığı önem taşır. Zira Avukatlık Kanunu’nun 174/2. maddesinde “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez” hükmü mevcuttur ve buna göre avukatın kusur ve ihmaline dayalı olmaksızın yapılan haksız azil sonucunda, avukatın vekâlet ücretinin tamamı, dava lehe sonuçlanıp kesinleşmiş gibi muaccel hâle gelecektir.

19. Anılan düzenlemeye göre; avukat haklı bir nedenle azledildiği takdirde ücrete hak kazanamaz. Haksız azil hâlinde ise hangi aşamada olursa olsun, üstlenilen işe dair ücretin tamamının avukata ödenmesi gerekir.

20. Bu noktada avukatın, takip edip sonuçlandırmış olduğu işler yönünden, azlin haklı olup olmadığına bakılmaksızın ücrete hak kazanacağı, azlin ancak azil tarihi itibariyle henüz sonuçlanmamış olan işler bakımından hukuki sonuç doğurduğu gözden kaçırılmamalıdır (Kurtoğlu, Tülin: Akdi Vekalet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2016, s. 178).

21. Haklı sebep kavramı kanunda tanımlanmamıştır. Azlin haklı olup olmadığı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 4. maddesi çerçevesinde hâkim tarafından belirlenir. Söz konusu belirlemede hâkim somut olayın özellikleri ve dürüstlük kuralına göre (TMK m.2) sözleşme ile bağlı kalmanın taraflar için çekilmez hâle gelip gelmediğini göz önünde bulundurur.

22. Somut olayda yapılan açıklamalar ışığında azlin haklı olup olmadığının belirlenebilmesi için vekâlete konu yargılama sürecinin ortaya konulması gerekmektedir.

23. Bu doğrultuda vekâlet sözleşmesi çerçevesinde takip edilen tenkis davası incelendiğinde; eldeki dava davalılarının davacı sıfatıyla Elif Ö. aleyhine Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesi önünde 1985 tarihinde açtıkları davada (birleşen 1984/969 E., 1994/674 K. sayılı dava ile birlikte), müşterek muris Osman Öcal’ın Elif Ö.’a yaptığı bağışların muris muvazaası iddiasıyla tenkisi istenmiş, davacı vekili olarak önce dava dışı iki avukat görev yapmıştır. Asıl davada, davalı Elif Ö. vekilinin rahatsızlanması üzerine 12.12.1990 tarihli celseye Mersin 6. Noterliğinin 26.10.1990 tarihli, 29.23 yevmiye sayılı vekâletnamesini sunarak katılan Av. D.E.’in bu kapsamda asıl dava dosyasında bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi sunduğu, birleşen davada da tek bir celseye katıldığı, vekil sıfatıyla başkaca işlem yapmadığı anlaşılmaktadır. Daha sonra başka bir avukat 07.02.1991 tarihli vekâletnameyle Elif Ö. vekili olarak yargılamaya devam etmiş, D.E. ise 05.03.1991 tarihli dilekçeyle bu kişinin vekilliğinden çekilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne dair verilen ilk karar 2002 yılında bozulmuş, bozma sonrası D.E. ve K.E. 2002 yılında alınan vekâletler sonrasında 27.10.2002 tarihli dilekçe ile davacılar vekili olarak yargılamaya dâhil olmuşlardır. Bu aşamadan sonra yapılan yargılamada tam üç kez davanın kabulüne karar verilmiş, en sonuncusu 11.05.2005 tarihli olan her bir karar, temyiz incelemesi ile bozulmuştur. Tüm bu süreçte davacılar vekili olarak D.E. ve K.E. yer almıştır. Karşı tarafın mürafaa talebi nedeniyle duruşmalı yapılan temyiz incelemelerinin ilki henüz D.E. ve K.E.’in vekilliği başlamadan gerçekleşmiş, 2004 yılında gerçekleşen ikinci temyiz duruşmasına vekiller değil davacı asil katılmış, vekâlet görevi devam ederken gerçekleşen son temyiz duruşmasına ise K.E. katılmıştır. Davacıların azli sonrasında başka bir avukat vekil olarak davayı takip etmiş, 31.10.2011 tarihinde dava kabul edilmiş ve devamında ilam infaz edilmiştir.

24. Davalılar azle ilişkin ihtarnamelerinde herhangi bir sebep göstermemiş iseler de cevap dilekçelerinde vekilleriyle aralarındaki birtakım olumsuzların doğduğunu, bunun yanı sıra vekâlete konu dava dosyasının temyiz duruşmasına katılmamalarının da kusur teşkil ettiğini, asıl kusurun ise aynı davada daha önce karşı tarafın vekili iken işi kabul etme yasağına aykırı şekilde kendilerinin avukatlığının üstlenilmesi olduğunu, bu durumun sonradan öğrenildiğini, dolayısıyla güven ilişkisinin zedelediğini savunmuşlardır.

25. Gelinen aşamada söz konusu azil sebeplerinin dosya kapsamı itibariyle haklı kabul edilip edilmeyeceği irdelenmelidir.

26. Öncelikle, azil nedeni olarak taraflar arasında bazı olumsuzlukların yaşandığı ileri sürülmüş ise de bu yöne ilişkin herhangi bir delil sunulmamıştır.

27. Diğer bir azil nedeni ise vekilin temyiz duruşmasına katılmaması olarak ifade edilmiştir. Gerçekten de özen borcu gereği, temyiz duruşması gibi önemli bir aşamada vekilinin yer alması beklentisi müvekkil için gayet tabidir. Ne var ki bu beklentinin karşılanmamış olması tek başına vekilin kusurlu davrandığı ve azlin bu nedenle haklı olduğu sonucunu doğuramaz. Temyiz duruşmasına katılmama hâli, tüm koşul ve sonuçlarıyla göz önünde bulundurulmalıdır. Somut olayda vekil yalnızca bir temyiz duruşmasına katılmamış, asil bizzat iştirak ettiği bu duruşmadan sonra vekilin edimini gereği gibi ifa etmediği yönünde hiçbir itirazda bulunmamış, avukat vekâlet görevini ifa etmeyi sürdürmüştür. Bu suretle, vekâletin temeli olan güven ilişkisinin müvekkil tarafından da benimsenerek devam ettirildiği anlaşılan olayda, aradan beş yıla yakın süre geçtikten sonra gerçekleşen azil yönünden, duruşmaya katılmamanın yargılama süreci sonunda aleyhe netice doğurduğu yönünde herhangi bir iddiada bulunulmadığı da gözetildiğinde, bu durumun haklı azil nedeni olarak kabul edilemeyeceği açıktır.

28. Azlin bir diğer gerekçesi vekilin iş kabul etme yasağına aykırı hareket ettiği iddiasıdır.

29. Gerçekten de 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 38. maddesinin (b) bendine göre aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş olması veya mütalaa vermiş bulunması hâlinde avukat kendisine teklif olunan işi reddetmek zorundadır. Üstelik bu zorunluluk maddenin ikinci fıkrası gereği avukatın ortaklarını ve yanlarında çalışan avukatları da kapsar.

30. Söz konusu kural avukatın aldığı vekâlet sonucu vakıf olduğu sırları önceki müvekkilinin aleyhine kullanmasını önlemek ve avukatlık mesleğine olan güvenin korunması amacını taşır.

31. Emredici bu hükme aykırılık, gerçekleşme şekline göre, avukatın mesleki, hukukî ve hatta görevi ihmal yahut kötüye kullanma boyutuna varacak olursa cezai sorumluluğuna sebep olabilecektir.

32. İşi kabul yasağına aykırı davranılmasının, sonradan üstlenilen vekâlet ilişkisi yönünden haklı bir azil nedeni teşkil edip etmediğinin değerlendirilmesinde yalnızca kanunun lafzına sıkı sıkıya bağlı kalınması, başka bir anlatımla şeklî bir yaklaşımla sorunun değerlendirilmesi her zaman haklı ve adil sonuçlar vermeyecektir.

33. Davacılar murisi Avukat D.E. yukarıda kısaca değinilen tenkis davasında yalnızca üç ay kadar kısa bir süre davalı taraf vekilliğini üstlenmiş, bu süreçte esaslı herhangi bir işlem yapmamış ve başka bir avukatın tayin edilmesiyle vekâlet ilişkisi sona ermiştir. Aradan yaklaşık on bir yıl geçtikten sonra bu kez tenkiste davacı tarafta yer alan, eldeki dosya davalılarının avukatlığı üstlenilmiştir. Bu şekilde, vekâlet sözleşmenin kurulması anında var olduğu kabul edilen güven unsuru taraflar arasında tezahür etmiş, davalılar daha önceden karşı tarafın avukatlığını üstlendiğini bildikleri veya dosya kapsamından anlayabilecekleri hâlde davacıların kendilerini vekil olarak temsil etmesi yönünde iradelerini ortaya koymuşlardır. Yedi yıl gibi uzun bir zaman boyunca taraflar arasındaki vekâlet ilişkisi devam etmiş, takip edilen dava dosyasındaki yargılama sona doğru yaklaşmaya, bozma kararlarıyla şekil almaya başlamasına karşın bu süreç zarfında işe kabul yasağına aykırı davranıldığı dile getirilmeyerek sessiz kalınmıştır. Haksız azil nedeniyle vekâlet ücretinin kendilerinden istendiği eldeki davada da avukatın 1136 sayılı Kanun’un 38. maddesine aykırı eyleminin vekâlet görevinin ifası sırasında zarar (aleyhe sonuç) doğurduğu iddia olunmamıştır.

34. Her hakkın kullanılmasında olduğu gibi, sözleşmede tanınan fesih ve azil hakkının da iyi niyet kurallarına uygun olarak kullanılması, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi hükmü gereğidir ve somut olayın gerçekleşme şeklinde göre davalıların bu hususu azil nedeni olarak ileri sürülmesi objektif dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil etmektedir.

35. Hâl böyle olunca Özel Dairenin azlin haksız olduğu yönündeki değerlendirmesi sonuç itibariyle haklı ve yerindedir.

36. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; avukatın işi kabul yasağına aykırı davranışının re’sen gözetilmesi gereken bir hâl olduğu, bu aykırılığa rağmen, üstlenilen iş tümüyle sonuca bağlanmış ve tamamlanmış olsaydı azlin haklılığından bahsetmek hakkaniyete uygun düşmeyecek ise de bu olmadan azlin gerçekleştirilmiş olması durumunda aynı sonuca varılamayacağı, somut olayda azlin bu nedenle haklı ve direnmenin yerinde olduğu ancak uyuşmazlıkta her iki tarafın da kusurunun bulunduğu, bu nedenle hak ve nesafet gözetilerek vekâlet ücreti takdir edilip edilemeyeceğinin ve mahkemece takdir olunan ücretinin miktar ve nev’inin yerinde olup olmadığının değerlendirilebilmesi için dosyanın Özel Daire gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

37. Sonuç itibariyle, direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçeyle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.10.2021 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

1136 sayılı Avukatlık Kanunu 38/1-b maddede; avukatın, aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa işi reddetmek zorunda olduğu hükme bağlanmıştır. Bu kural ile tarafların adil yargılanmasının teminatı niteliğinde bir hüküm getirilmiş olup bu yasaklayıcı hüküm emredici ve kamu düzenine ilişkindir. Kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle taraflarca ileri sürülmese bile hâkim tarafından kendiliğinden gözetilmeli ve dosya kapsamıyla işi reddetmek zorunda olduğu anlaşılan avukat vekil olarak duruşmaya kabul edilmemelidir.

Türkiye Barolar Birliğinin (TBB) 8-9 Ocak 1971 tarihli IV. Genel Kurulunda kabul edilerek ve 26 Ocak 1971 tarihli TBB Bülteninde yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan TBB Meslek Kurallarının 36. maddesinde de benzer bir şekilde; bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukukî yardımda bulunan avukatın, yararı çatışan öbür tarafın vekaletini alamayacağı, hiçbir hukukî yardımda bulunamayacağı, ortak büroda çalışan avukatların da, yararları çatışan kimseleri temsil etmemek kuralı ile bağlı olduğu düzenlenmiştir.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacılar murisi Avukat D.E.’in 14.11.1990 ile 07.02.1991 tarihleri arasında kısa süre de olsa karşı yan Elif Ö. vekili olarak görev yaptığı hâlde 2002 yılında bu kez menfaat zıtlığı bulunan davalıların vekilliğini üstlendiği ve 2009 yılında gerçekleşen azil tarihine kadar vekâlet görevini yürüttüğü konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı H.K.E. önceki dosyada vekil değil ise de davalıların avukatlığını yürüttüğü sırada babası Avukat D.E. ile aynı büroda çalışmaktadır.

Taraf olarak yer aldıkları için davalıların, Avukat D.E.’in diğer taraf vekili olarak görev yaptığını önceden bildikleri kabul edilmelidir. Bu durumu bilerek vekalet vermiş olmalarına rağmen daha sonra bunu gerekçe göstererek avukatı azletmeleri hakkın kötüye kullanılması olarak da nitelenemez. Mahkemece zaten vekil olarak kabul edilmemesi gerekirken bu durumun üzerinde durulmamış olması vekalet ilişkisini geçerli hâle getirmez. Davalılar azil talebinde bulunarak yukarıda sözü edilen 38. maddedeki yasağa aykırılığı da ortadan kaldırmış olduklarından azilin haksız olduğu kabul edilemeyecektir.

Ortada haklı bir azil bulunmakla birlikte, 2002 ila 2009 yılları arasında vekalet görevi yürütülmüş ve dosyada davalılar yararına harcanmış bir emek de bulunmaktadır. Haklı azile neden olan vekaletin üstlenilmesinde avukatın kusuru kadar davalıların da kusurlu olup olmadığı, işin yürütüldüğü sırada harcanan emek ve mesai nedeniyle münasip bir ücret takdir edilmesi gerekip gerekmediği ve takdir edilmesi gerekiyorsa miktarının ne olacağı konusunda haklı azil gözetilerek özel dairece bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır.

Bu durumda azilin haklı olduğu konusunda direnme uygun bulunarak, haklı azil bulunmasına rağmen takdir edilmesi gereken ücret olup olmadığı ve miktarı konusunda temyiz itirazları incelenmek üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan azilin haklı olmadığı kabul edilerek genişletilmiş gerekçeyle bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Hafize Gülgün VURALOĞLU       Şanver KELEŞ       Zeki GÖZÜTOK
Üye                                               Üye                        Üye