KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

MUACCEL OLMAMIŞ BİR BORÇ İÇİN ALACAKLI İCRA TAKİBİNİN VE İTİRAZIN İPTALİ DAVASININ HUKUKİ HİMAYESİNDEN İSTİFADE EDEMEZ.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/3-1269
Karar No       : 2023/1106

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 01.07.2022
SAYISI                          : 2022/1256 E., 2022/1572 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 24.01.2022 tarihli ve 2021/5533 Esas,
                                        2022/313 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar vekili; müvekkilinin davalıya 26.11.2016 tarihinde 300.000,00 TL karşılığı 85.227,28 USD, 27.11.2016 tarihinde de 200.000,00 TL karşılığı 56.980,06 USD olmak üzere toplam 142.207,34 USD nakit para verdiğini, davalının “Şükrü C. Cari Hesabı ($)” başlıklı belge ile bakiye 62.207,24 USD'yi bir-bir buçuk yıl içerisinde taksitler hâlinde ve faiziyle birlikte ödemeyi vadetmesine rağmen borcun ödenmediğini, bunun üzerine başlatılan icra takibine davalının haksız şekilde itiraz ettiğini, itirazda anapara borcu kabul edilmekle beraber vade ve faizin kabul edilmediğini, borcunu kabul eden davalının keyfi şekilde borç ödemesini uzatmasının haksız ve kötüniyetli olduğunu ileri sürerek (36.250,69 USD asıl alacağın takip tarihindeki kur karşılığı 194.307,32 TL olarak gösterilmek suretiyle talepte bulunulan) takibe vaki itirazın iptaline, takibin devamına ve davalının icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili; davacının toplam 500.000,00 TL vererek müvekkilinin yaptığı işe ortak olmak istediğini ancak yaklaşık bir hafta sonra bu ortaklıktan vazgeçtiğini ve müvekkiline parayı istediği gibi geri ödeyebileceğini söylediğini, paranın bir kısmını harcamış olan müvekkilinin aralarındaki yakınlık nedeniyle karşı tarafı mağdur etmemek için iadeyi dolar üzerinden yapmak istediğini, 80.000 USD'nin aynı gün ödendiğini, bakiyenin ise bir- bir buçuk yıl sonra başlamak üzere ve imkânlar dâhilinde ödeneceğinin 04.01.2017 tarihli belgeyle kayıt altına alındığını, bu senedin daha sonra iptal edilip borç yenilerek bakiye borcun 59.800 USD kaldığını gösterir 29.04.2017 tarihli senedin imzalandığını, bundan sonraki ödemelerin de bu belge üzerinden devam ettiğini ve 30.341 USD borcun kaldığını, ancak bu borcun muaccel bir borç olmayıp davacının kendi anlaşma metninde ifade edildiği gibi 29.04.2017 tarihinden itibaren bir-bir buçuk yıl sonra başlamak üzere ve imkânlar dâhilinde ödenecek bir borç olduğunu, müvekkilinin bakiye borcu ne şekilde ödeyeceğini ödeme emrine itiraz dilekçesinde belirttiğini, ilk senetteki borcu yenileyen 29.04.2017 tarihli belgede faiz kararlaştırılmamış olduğu için davacının faiz talebinin haksız olduğunu, icra inkâr tazminatı talebinin de hukuki dayanağı bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Kayseri 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.12.2020 tarihli ve 2019/34 Esas, 2020/531 Karar sayılı kararı ile; davacı tarafın sunduğu tarihsiz “Şükrü C. Cari Hesabı ($)” başlıklı belgede taraflar arasındaki ilişkiyi gösteren en son işlemin 17.02.2017 tarihli ödeme olduğu, bu durumda belgenin en erken bu tarihte düzenlenmiş olabileceği, davalı tarafından ise “Senettir” başlıklı 29.04.2017 tarihli belge ile “Şükrü C. Cari Hesabı ($)” tarihsiz belgenin sunulduğu, bu belgede son işlemin davacıya 21.10.2018 tarihinde yapılan ödeme olarak gözüktüğü, bu durumda belgenin en erken bu tarihten tanzim edilebileceği, davacının söz konusu belgelerdeki ödemelere ve imzalara itiraz etmediği, yazılmış borç bakiyelerinden her üç belgenin birbirinin devamı nitelikte olduğunun anlaşıldığı, buna göre 21.10.2018 tarihi itibarıyla davalının bakiye 30.355,34 USD borcu olduğunun tespit edildiği, bununla birlikte taraflarca sunulmuş belgelerin tamamında borcun ödeme vadesiyle ilgili olarak bir-bir buçuk yıl sonra, imkânlar dâhilinde ve taksitlerle ödeneceğinin yazıldığı ancak ödemenin ne zaman ve ne miktarda yapılacağına dair belirli bir vadenin kararlaştırılmadığı, hâl böyle olunca borcun takip tarihi itibarıyla muaccel olduğundan bahsedilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 29.04.2021 tarihli ve 2021/601 Esas, 2021/817 Karar sayılı kararı ile; dosyaya sunulan belgelerden taraflar arasında en son 29.04.2017 tarihli “Senettir” başlıklı belgenin imzalandığı, bu belgenin davacının takibe dayanak kıldığı 12.12.2017 tarihli cari hesap alacağına ilişkin olduğu, 29.04.2017 tarihli belgede borcun ödenmesi için bir-bir buçuk yıl süre verilmiş olmasına rağmen davalının 21.10.2018 tarihine kadar sadece 29.459 USD ödeme yaptığı ve borç ödemesini tamamlamadığı, bu nedenle davacının takip tarihi itibarıyla 30.341 USD üzerinden alacak talebinde bulunmasının haklı olduğu, takip öncesi dönem için istenen faiz yönünden taraflar arasında kesin vadeye bağlanmış bir borç olmadığından ancak temerrüt ihtarıyla borcun muaccel hâle geleceği, somut olayda davalı borçlunun takipten önce temerrüde düşürüldüğüne dair delil sunulamadığı gözetildiğinde işlemiş faiz talebinin yerinde olmadığı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 133 ve 134 üncü maddeleri gereği 29.04.2017 tarihli belgenin borcun yenilenmesi olarak kabul edilemeyeceği, takip sırasında yapılan ödemelerin icra müdürlüğünce gözetilmesi gerektiği, takipte istenen asıl alacak senede dayalı ve hesaplanabilir nitelik taşıdığından icra inkâr tazminatı talebinin haklı olduğu gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne ve 30.341 USD (162.627,76 TL) yönünden itirazın iptali ile takibin bu miktar üzerinden devamı ile icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; “… Dava; ödünç sözleşmesinden kaynaklı itirazın iptali istemine ilişkindir.

İlk derece mahkemesince de açıklandığı üzere, taraflar arasındaki borç alacak ilişkisinin temel dayanağının davacı tarafından ibraz edilen, tarihsiz olarak düzenlenen ve davalıca imza edilen "Şükrü C. Cari Hesabı ($)" başlıklı belge olduğu, belgede taraflar arasındaki ilişkiyi gösteren en son işlemin davacıya yapılan 17/02/2017 tarihli 15.000,00-$ ödemesi olduğu, iş bu belgede 17/02/2017 itibari ile borç miktarının 62.207,34-$ olarak belirtildiği yine davalı tarafından sunulan 29.4.2017 tanzim tarihli "Şükrü C. Cari Hesabı ($)" başlıklı belgede borç miktarının 59.800,00 $ olarak belirtildiği, yine davalı tarafından ibraz edilen "Şükrü C. Cari Hesabı ($)" başlıklı üçüncü belgede de tanzim tarihi olmamakla birlikte, taraflar arasındaki ilişkiyi gösteren en son işlemin davacıya yapılan 21/10/2018 tarihli 23.622,00-$ ödemesi olduğu, bu durumda bu belgenin tarihinin en erken 21/10/2018 olarak kabul etmek gerektiği, davacı tarafça yapılan ödemelere ve tarihlere karşı dosya kapsamı içerisinde herhangi bir itirazının yer almadığı, en son işlem tarihi olan 21/10/2018 tarihi itibariyle davalının davacıya 30.355,34-$ borçlu olduğunun tespit edildiği, bu belgede borç bakiyesi karşısında davacının da imzasının bulunduğu, tarafların sunmuş oldukları üç adet belgenin tamamında borcun ödeme vadesine dönük olarak "1-1,5 yıl sonra imkanlar dahilinde taksitlerle ödenecektir" ifadesinin yer aldığı, belgelerdeki borç bakiyelerinden hareketle belgelerin birbirinin devamı niteliğinde olduğu, en son işlem tarihi olan 21.10.2018 tarihi dikkate alındığında davacının takip talep tarihi olan 12/12/2018 itibari ile 30.355,34$ alacağının olduğu ancak ödemenin 1-1,5 yıl sonra borçlunun imkanları dahilinde taksitlerle ödeneceği belirtildiğinden tüm dosya kapsamından vade tarihinin belirli olmadığı, ödemelerin ne zaman ne miktarda yapılacağının sözleşmede ayrıca ve açıkça yazılmadığı, borcun muaccel olduğuna dair dosya içerinde yer alan belgelerden herhangi bir tespit yapılamadığı dolayısıyla takip talep tarihi itibari ile davalının temerrüt durumunun oluşmadığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, her dava açıldığı tarihteki fiili ve hukuki duruma göre karara bağlanır. Bir başka ifadeyle hüküm, uyuşmazlığın başlangıcından, dava açılan güne kadar gerçekleşmiş olayları kapsar. Aksinin kabulü tarafların dayandığı olguların, dolayısıyla elde etmek istediği nihai talebin dışına çıkılması sonucunu doğuracağı gibi; temyiz ve karar düzeltme süreçleri de dâhil, yargılamanın son aşamasına kadar gerçekleşecek hukuki ve fiili olguların nazara alınması gerektiği sorununu ortaya çıkaracaktır. Nitekim, 28.11.1956 tarih ve 15/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, “her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükme ittihaz olunması iktiza eylemesine…” gerekçesine yer verilerek, davanın açılmasına kadar gerçekleşen hukuki ve maddi vakıalara göre sonuçlandırılması gerektiği benimsenmiştir.

Takip tarihi itibariyle ortada muaccel yani henüz talep edilebilir bir borç ve alacak bulunmadığından ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmesi doğru olup, bölge adliye mahkemesince 21.10.2018 tarihli belge ve içeriği gözetilmeden yanılgılı değerlendirme ile en son düzenlenen belgenin 29.4.2027 tarihli belge olarak kabulü ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

İlk derece mahkemesince doğru bir şekilde hüküm kurulmuş olup, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından talebin aşılarak fazlaya karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili; taraflar arasında cari hesap ilişkisi bulunduğu yönündeki değerlendirmenin hatalı olduğunu, uyuşmazlığın cari hesap değil tüketim ödüncü hükümlerine göre çözülmesi gerektiğini, davacının müvekkilini temerrüde düşürmediği gibi takip tarihi itibarıyla muaccel bir borcun da bulunmadığını, zira tarafların kesin bir vade belirlemediklerini ve bir-bir buçuk yıl sonra, imkânlar dâhilinde ve taksitlerle ödeneceğinin kararlaştırıldığını, alacak yargılamayı gerektirdiğinden icra inkâr tazminatına hükmedilmesinin de hatalı olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki itirazın iptali davasında, takibe konu alacağın takip tarihi itibarıyla muaccel olduğunun kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre geçerli bir icra takibi bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114 üncü maddesi.

2. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 66, 67 nci maddeleri.

3. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 90, 91, 92, 117, 386 ve devam maddeleri.

4. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 89 ve devam maddeleri.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlık itirazın iptali davasından kaynaklandığından bu dava türü ile ilgili açıklamalarda bulunulması yerinde olacaktır.

2. Yasal dayanağını 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67 nci maddesinden alan itirazın iptali davası, alacaklının icra takibine karşı, borçlunun itirazının iptali ile 2004 sayılı Kanun’un 66 ncı maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçlayan, icra takibine sıkı sıkıya bağlı, takip hukuku içinde olmakla birlikte, maddi hukuk ilişkisinin incelenerek uyuşmazlığı kesin hükümle sonuçlandıran bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir (Hukuk Genel Kurulunun 31.05.2023 tarih, 2022/11-66 Esas, 2023/534 Karar sayılı kararı).

3. Dava yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabi olduğundan; ispat külfeti normal bir alacak davasındaki ile aynıdır. Ancak her iki dava ispat yöntemleri ve hukuki sonuçları bakımından farklılıklar göstermektedir. Bu bağlamda belirtmek gerekirse; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6 ncı, 6100 sayılı Kanun’un 190 ıncı maddesi gereğince ispat yükü, Kanun’da özel düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Bu genel kuralın dışında bazı hâllerde ispat yükü yer değiştirerek davalı tarafa geçer. Bu hâllerden birisi davalının ödeme savunmasında bulunmasıdır. Davacı ya da davalı iddiasını ya da savunmasını kanunda belirtilen hükümlere göre ispat etmelidir. Buna göre yapılacak yargılama sonunda mahkemece verilecek karar ya davanın kabulü ya da reddine yönelik olacak; ancak takibin iptali ya da devamı hükmünü de içerecektir.

 

4. Bu davanın açılabilmesi ve davanın esası hakkında karar verilebilmesi için 6100 sayılı Kanun’daki genel hükümlerin yanı sıra itirazın iptali davalarına özgü bazı dava şartlarının bir arada bulunması gerekir. Bunlar; alacaklının dava ve takipte hukuki yararının bulunması, geçerli bir ilâmsız icra takibi yapılmış olması, süresi içinde yapılmış geçerli bir itirazın bulunması (İİK md. 60), davanın itirazın tebliğinden itibaren bir yıl içerisinde açılmasıdır (İİK md. 67). Somut olayda 60 ve 67 nci maddeler bağlamında usuli sorun bulunmamaktadır.

5. Hukuki yarar konusu mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlememişken 6100 sayılı Kanun’un 114 üncü maddesinin (h) bendinde dava şartları arasında sayılmıştır ve davacının talep ettiği şeye bağlanan, hukuki ve meşru, doğrudan ve kişisel, doğmuş ve güncel olması durumunda bu talebi kabule şayan kılan ve yokluğu hâlinde davacının dava yetkisinin olmadığı değer olarak tanımlanabilir (Emel Hanağası, Davada Menfaat, Ankara 2009, s.345).

6. Davacının subjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâlihazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmaması hâlinde; başka bir ifadeyle davacı hakkına kavuşmak için, hâlihazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz edilemez.

7. Mahkemeye başvurmada korunmaya değer yararın bulunup bulunmadığı ise davanın açıldığı ana ilişkin bir değerlendirmedir. Bu nedenledir ki kural olarak hukuki yararın davanın açıldığı anda mevcut olması gerektiği kabul edilir.

8. Ancak icra takibi ile aralarındaki sıkı bağ nedeniyle itirazın iptali davalarında, davacının takip tarihinde de hukuki yararının mevcut olması aranır (İtirazın İptali Davaları, İcra İnkar ve Kötüniyet Tazminatı: Adnan Değnekli/Sedat Kısa, Ankara 2013, s.110).

9. Daha açık bir anlatımla konu şu şekilde izah edilebilir: İtirazın iptali davalarında borca itiraz nedeniyle duran takibi devam ettirmek isteyen davacı alacaklı takip anında alacağının varlığını ve muaccel, istenilebilir durumda olduğunu ispatla yükümlüdür. Muacceliyet kelime anlamı olarak hem alacaklının borçludan eda talep edebileceği zamanı hem de borçlunun edada bulunmaya hakkı olduğu zamanı ifade eder (Türk Hukuk Lûgatı, s. 543, 807) ve alacaklı, ifa zamanı gelmeden yani alacak muaccel olmadan borçludan edimini ifa etmesini isteyemeyeceği için henüz muaccel hâle gelmemiş bir borç için takip başlatmasında da korunmaya değer bir menfaati olduğundan söz edilemez. Böyle bir durumda itirazın iptali davasını gören mahkemenin, takipte ve buna bağlı olarak da davada hukuki yararın bulunmadığını kendiliğinden gözetmesi ve davayı usulden reddetmesi gerekir.

10. Somut olayda Özel Daire ve Bölge Adliye Mahkemesi arasındaki anlaşmazlık takip tarihinde muaccel bir borcun var olup olmadığı tartışmasına dayalı olduğundan gelinen aşamada ifa zamanı/muacceliyet ilgili mevzuat hükümlerine kısaca değinilmelidir.

11. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) “Ecel meşrut olmadığı veya işin mahiyetinden anlaşılmadığı takdirde borcun heman ifa ve derhal icrası talep olunabilir” şeklindeki 74 üncü maddesine göre, kural olarak borcun doğar doğmaz, hemen, ifası istenebilir. Buradaki “hemen” sözünün zaman yönünden anlamı, borçlunun edimi yerine getirmek için dürüstlük kuralına göre ihtiyaç duyduğu zamanın göz önünde tutulması ve buna göre belirlenmesidir (Fikret Eren: Borçlar Hukuk Genel Hükümler, İstanbul 2003, s.907).

12. Kural bu iken, aynı madde içeriğinde istisnası da düzenlenmiştir. Buna göre, borç bir vade veya süreye bağlanmışsa, edim bu vadede veya süre içinde ifa edilmelidir. Süreye bağlı borçlarda ifa zamanı ya tarafların anlaşmalarına ya da hâl ve şartlara yahut bir kanun hükmüne göre belirlenir.

13. İfa zamanı konusu somut olayda uygulanması gereken TBK’da ise 90 ve devam eden maddelerde düzenlenmiş olup mülga Kanun ile paralel bu düzenlemeye göre taraflarca ifa zamanına ilişkin başka türlü bir kararlaştırma olmadıkça veya bu durum hukuki ilişkinin özelliğinden anlaşılmadıkça her borç, doğumu anında muacceldir (TBK md. 90).

14. Taraflar borcun doğumu anında muaccel olmasını istememiş, borcu süreye bağlı kılmışlarsa karşımıza vade kavramı çıkacaktır.

15. Hukukta “süre” belirli bir zaman aralığını ifade eden bir kavramken “vade” ifa fiilinin gerçekleştirileceği belirli bir zaman birimi veya kesitini ifade eder ve “Bir sözleşmede yanların yasa, örf ve adet, dürüstlük kurallarına göre, yükümlülüğün (borcun) yerine getirilebileceği gün ve zamanı belirlemesi,…belirlenen gün ve zaman” olarak tanımlanır (Türk Hukuk Lûgatı, s. 1161).

16. Taraflar ifa zamanını belli bir zaman ölçüsüne dayanarak bir tarih, bir takvim gününü esas olarak belirlemişse ifa zamanının mutlak tayini söz konusu olur. İfa zamanının nispi tayininde ise bunun aksine kesin bir gün tespit edilmez, daha çok bir olay veya durum göz önünde bulundurulur.

17. Muacceliyet şayet belli bir aya ilişkin bir vade taşıyorsa 6098 sayılı Kanun’un 91 inci maddesi hükümleri göz önünde bulundurulacaktır. Kanun koyucu “Diğer sürelerde vade” başlığı altında 92 nci maddede ise, bir borcun sözleşmenin kurulmasından başlayarak belli bir sürenin sonunda ifası kararlaştırılmışsa ifa zamanının nasıl belirleneceğini farklı ihtimallere göre düzenlemiş, son cümlede borçlunun belirli bir süre içinde yerine getirilmesi gereken bir borcu, bu sürenin dolmasından önce ifa etmekle yükümlü olduğu açıkça belirtilmiştir (TBK md. 92/3).

18. Alacağın muaccel hâle gelmesi ile borçlunun temerrüde düşmesi elbette ki farklı kavramlardır. Temerrüt alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hâle gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer (BK md. 101, TBK md.117). Bununla birlikte borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle ifa gününü belirlemişse, bu günün geçmesiyle borçlu temerrüde düşmüş olur.

19. Somut olayda direnme konusu uyuşmazlığın kaynağı olan muacceliyet hususunun çözümlenebilmesi için öncelikle taraflar arasındaki ilişkinin hukuki mahiyetinin açıklığa kavuşturulması gerekir.

20. Dosya kapsamından; davacının ortaklık kurmak amacıyla davalıya 500.000,00 TL verdiği ancak daha sonra bu ortaklıktan vazgeçtiği, davalının bu paranın bir kısmını harcadığı için davacıya hemen iade edemediği, tarafların bu sebeple bir araya geldikleri ve davalının uhdesinde kalan paranın döviz üzerinden peyder pey geri ödemesi hususunda mutabık kaldıkları anlaşılmaktadır. Böylece ortaklık kurma iradesinin sona ermesiyle birlikte tarafların tasfiye aşamasına geçerek bu ilişki içerisinde aldıklarını iade etmek istedikleri ve fakat sözü edilen mutabakat nedeniyle hukuki ilişkinin artık bir ödünç sözleşmesi hâline geldiği açıktır.

21. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda “karz” olarak adlandırılan ödünç sözleşmesi 306 ncı maddede “Karz, bir akittir ki onunla ödünç veren, bir miktar paranın yahut diğer bir misli şeyin mülkiyetini ödünç alan kimseye nakil ve bu kimse dahi buna karşı miktar ve vasıfta müsavi aynı neviden şeyleri geri vermekle mükellef olur” şeklinde tanımlanmıştır.

22. Türk Borçlar Kanunu ise “tüketim ödüncü” olarak adlandırdığı bu sözleşmeyi, ödünç verenin, bir miktar parayı ya da tüketilebilen bir şeyi ödünç alana devretmeyi, ödünç alanın da aynı nitelik ve miktarda şeyi geri vermeyi üstlendiği sözleşme olarak ifade etmiştir (TBK md. 386). Anılan Kanun’un 392 nci maddesine göre; ödüncün geri verilmesi konusunda belirli bir gün ya da bildirim süresi veya borcun geri istendiği anda muaccel olacağı kararlaştırılmamışsa ödünç alan, ilk istemden başlayarak altı hafta geçmedikçe ödüncü geri vermekle yükümlü değildir.

23. Taraflar arasındaki hukuki ilişki ödünç sözleşmesine dayalı olmakla beraber davacı itirazın iptali isteminde borç sebebini “cari hesap alacağı” olarak göstermiştir.

24. İtirazın iptali yargılaması sırasında cari hesap alacağına delil olarak (aşağıda ayrıntılarına değinilecek olan) yazım tekniği itibarıyla borçla ilgili alınan-iade edilen bedelleri gösterir çizelgeler şeklindeki bazı belgelere dayanılmıştır.

25. Ne var ki cari hesap kavramı teknik bir ifadedir ve ancak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 89 uncu maddesinde düzenlenen koşulların varlığı hâlinde taraflar arasında cari hesap ilişkisinin varlığından söz edilebilecektir. Cari hesap; iki kişinin herhangi bir hukuki sebep veya ilişkiden doğan alacaklarını ayrı ayrı istemekten karşılıklı olarak vazgeçip bunları kalem kalem alacak ve borç şekline çevirerek hesabın kesilmesinden sonra çıkacak artan tutarı isteyebileceklerine ilişkin sözleşme olarak tanımlanır (TTK md. 89; Türk Hukuk Lûgatı, s. 204). Aynı maddede cari hesap sözleşmelerinin yazılı yapılmadıkça geçerli olmayacağı belirtilmiştir. Buna göre, taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadıkça TTK’nın cari hesaba ilişkin hükümleri uygulanamayacaktır.

26. Somut olayda davacı takip talebinde alacağın sebebini “cari hesap borcu” olarak nitelendirmiş ise de taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesinin bulunmadığı, alacak iddiasına konu belgelerin borcun iadesi amacıyla yapılan ödemelerin miktar ve tarihlerini gösterir bir tablodan, bakiye borcu gösterir bir hesap dökümünden ibaret olduğu açıktır. Bu nedenle TTK’nın yukarıda anılan cari hesapla ilgili düzenlemelerinin eldeki uyuşmazlıkta uygulanması mümkün değildir; ihtilaf, söz konusu belgelerde muacceliyet için belirlenen zamanın yani vadenin tespitiyle çözümlenecektir.

27. Bu çerçevede davacının takip tarihinde alacağının muaccel olduğu yönünde sunduğu deliller ile buna karşılık davalının takip anında ödeme zamanının gelmediği yönündeki savunması kapsamında sunduğu deliller incelenmelidir.

28. Davacı alacaklı takip talebinde borcun sebebini “12.12.2018 cari hesap hesap alacağımız” olarak göstermiştir. Borcun sebebinde gösterilen tarih takip tarihinden ibarettir ve alacaklı takibe borç sebebini gösterir herhangi bir belge eklememiştir. Davalı borçlu ödeme emrine itirazında, aralarındaki 29.04.2017 tarihli adi senette borcun bir-bir buçuk yıl sonra başlamak üzere, imkânlar dâhilinde ve taksitlerle ödenmesinin kararlaştırıldığını, takip tarihinde vadesi gelmiş bir borcunun bulunmadığını belirtmiştir.

29. İtiraz üzerine duran takibin devamını isteyen davacı, dava dilekçesi ekinde “Şükrü C. Cari Hesabı ($)” başlıklı, açıkça tanzim tarihini içermeyen, tablo şeklinde ödemelerin ve bakiye borcun alt alta gösterildiği, tablonun altında ise “Şükrü C.’tan aldığım bakiye 62.207,34 USD 1-1,5 yıl sonra imkânlar içinde taksitlerle ödenecektir. Bekleyen paraya bankaların verdiği yıllık faiz oranında faiz eklenecektir” açıklamasının ve davalı Tahsin B.’nın imzasının yer aldığı adli yazılı belgeyi sunmuştur. Bu belgede en son işlem tablonun altıncı sırasındaki 17.02.2017 tarihli, “Ş. C.’a iade edilen” açıklamalı, 15.000 USD'nin ödendiğini ve bakiye 62.207,34 USD borcun kaldığını gösterir kısımdır. Belge altındaki açıklamada da bakiye 62.207,34 USD borcun kaldığı belirtilmiş olduğuna göre söz konusu senedin düzenleme tarihi en erken 17.02.2017’dir.

30. Davalı ise savunmasında, ödeme emrine itirazında sözünü ettiği üzere tarafların ilk sözleşmeden sonra davacının faiz alacaklısı gibi olmaktan huzursuzluk duyması nedeniyle yeniden bir araya geldiklerini ve borcu yenileyerek 29.04.2017 tarihli “Senettir” başlıklı belgeyi imzaladıklarını belirtmiştir. Sunulan bu adi yazılı belgede “Şükrü C.’tan 59.800 USD borç olarak alınmıştır. Bu para ticarette kullanıldığından 1-1,5 yıl sonra imkânlar dâhilinde taksitlerle ödenecektir” şeklindeki açıklama yer aldığı ve her iki tarafın imzasıyla tasdik edildiği anlaşılmaktadır.

31. Davalı bu ikinci sözleşmeye göre ödemelerin yapıldığını ispata yönelik olarak yukarıda 29 uncu bentte aktarılanla paralel şekilde yine tarihsiz ve “Şükrü C. Cari Hesabı ($)” başlıklı bir hesap dökümü sunmuştur. Bu belge bir öncekinde yer alan ödemeleri takip eder şekilde ödemelerin mahsup edildiği ve bakiye borcun gösterildiği bir evraktır ve altında bu kez “Şükrü C.’tan aldığım bakiye 62.207,34 USD 1-1,5 yıl sonra başlayarak imkânlar dâhilinde taksitlerle ödenecektir. Zaman içerisinde yapılan ödemeler bakiyeden düşülecektir” şeklinde açıklama taşımaktadır. Bu belgede taraflar ilkinden farklı olarak faiz kararlaştırmamış ve ödemelerin bir, bir buçuk yıl sonra “başlayarak” yapılacağını kabul etmişlerdir. Söz konusu belgede son ödeme tarihi ise 21.10.2018’dir ve bu ödeme yanında her iki tarafın imzası bulunmaktadır. Son yapılan ödemeden sonra davalının bakiye 36.355 USD borcu gözükmektedir.

32. Davacı 12.12.2018 tarihinde 36.250 USD'nin takip tarihindeki kur karşılığının tahsili yönünde ilâmsız icra takibi başlatmış, yargılama devam ederken anapara borcu ödenmeye devam edilmiş ve bilirkişi ek raporuna göre 01.09.2020 tarihi itibarıyla davalının borcu kalmamıştır.

33. Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; taraflar arasındaki ödünç ilişkisinde davacının, bakiye borcunu ödemesi için davalıya süre tanırken kesin bir vade oluşturur şekilde bir tarih ya da belirlenebilir bir zaman öngörmediği, “bir- buçuk yıl sonra”, “bir buçuk yıl sonra başlamak üzere”, “imkânlar dâhilinde taksitlerle” gibi belirsiz ifadelerle ödeme zamanını ve ödemenin ne şekilde yapılacağını bir anlamda borçlunun inisiyatifine bıraktığı anlaşılmaktadır. Nitekim bozma kararında işaret edilen en son 21.10.2018 tarihli ödemeyi kapsayan hesap çizelgesine göre de davacı ödemeyi imzası karşılığında alırken bu tarihten sonra bakiye borcun ödenmesi için yeni bir vade belirlememiştir. Elbette ki davacı, davalı ile bir araya gelerek borcun bitirilmesi için belli bir süre hitamını öngörebilir. Ancak bu yönde taraflar arasında bir anlaşma bulunmadığı gibi takipten önce davalı borçluya edimini tümüyle ifa etmesi için davacı tarafça yöneltilmiş ihtar vb. bir irade açıklaması mevcut değildir. Bu nedenledir ki borçlu sözleşmeyle tanınan imkân çerçevesinde kendi planladığı bir takvimde ödeme yapmaya devam etmiştir. Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde borcun takip tarihinde muaccel olduğu kabul edilemez. Muaccel olmamış bir borç için alacaklı icra takibinin ve itirazın iptali davasının hukuki himayesinden istifade edemeyeceğinden davanın reddine dair verilen İlk Derece Mahkemesi kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

34. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; 29.04.2017 tarihli “Senettir” başlıklı belge ile tarafların bakiye borcun bir-bir buçuk yıl sonra ödenmesi konusunda anlaştıkları, bu anlaşma belirli, kesin bir vade içermemekte ise de tarafların gerçek iradelerinin, dosyaya yansıyan fiili durum da gözetilerek yorum yoluyla ortaya konulması gerektiği, davalı borçlunun bu tarihten hemen sonra (bir buçuk yılı beklemeksizin) ödeme yapmaya başladığının son sunulan “Şükrü C. Cari Hesabı” başlıklı belgeden anlaşılacağı, bu belge altında tarih yoksa da açıklama kısmında bahsi geçen bakiye 62.207,34 USD borcun birini takip eden ödeme listesine göre 17.02.2017 tarihli ödeme sonrasındaki duruma tekabül ettiği, dolayısıyla ödenme koşullarına dair açıklamanın bu tarihte yazıldığının açık olduğu, tarafların bu tarihten sonra bir araya gelip 29.04.2017 tarihli senedi imzaladıkları gözetildiğinde en son bu tarihin esas alınması gerektiği, bu tarih üzerinden bir buçuk yıl hesaplandığında takip tarihinden önce borcun 29.10.2018 tarihinde muaccel hâle geldiği, hesap dökümüne şerh düşülen her bir ödemenin tekrar tekrar yeni bir ödeme zamanı yarattığı ve vadeyi ötelediğinin kabul edilemeyeceği, alacağın muaccel hâle gelmesinden sonra başlatılan takibin geçerli olduğu, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

35. Hâl böyle olunca, Özel Dairenin bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

36. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca direnme kararı veren Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

15.11.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I   O Y"

Direnmeye konu dava itirazın iptali istemine ilişkin olup Özel Daire ve Bölge Adliye Mahkemesi arasındaki uyuşmazlık takip tarihi itibarıyla muaccel bir borcun bulunup bulunmadığı noktasında düğümlenmektedir.

İtirazın iptali davasında geçerli takibin varlığı şarttır ve bunun için aranan koşullardan biri takibe konu edilen alacağın takip tarihinde muaccel olmasıdır.

Muacceliyet yani ifa zamanı kural olarak borcun doğumu anıdır (TBK md. 90) ancak taraflar aksini kararlaştırabilir, ifa zamanını belli bir süreye (vadeye) bağlı kılabilirler. Böyle bir durumda muacceliyet anı tarafların kararlaştırmasına göre belirlenir.

Ne var ki, somut olayda olduğu gibi, bazı hâllerde tarafların vade ile ilgili kararlaştırması açık, net bir anlatıma kavuşturulmamış olabilir ve bu durumun yarattığı muğlaklık tarafların sözleşme metnini farklı anlamasına yol açabilir.

Böyle bir anlaşmazlığın varlığı hâlinde 6098 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesi çerçevesinde sözleşmenin yorumlanması gerekir.

Anılan düzenleme “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” şeklindedir. Buna göre bir sözleşmenin gerek şekil gerek içerik yönünden değerlendirilmesinde kullanılan söz ve deyimler değil, tarafların birbirine uygun gerçek iradeleri esas alınmalıdır. Zira yorumun amacı, tarafların birbirine uygun gerçek veya farazi sözleşme iradelerinin tespiti ve bu tespite göre sözleşmenin içeriğinin belirlenmesidir.

Sözleşmenin yorumlanmasında, özellikle sözleşme metninde yer alan söz ve deyimlerin muğlak ve müphem olması hâlinde, sözleşme metnine yansımamakla birlikte, tarafların iradelerini belirlemeye imkân veren olgulara da başvurulma, sözleşmenin kurulması sırasında, özellikle sözleşmenin müzakeresi esnasında veya sözleşmenin kurulmasından sonra mevcut olan durumlar dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla sözleşmenin kurulduğu yer ve zaman, sözleşme görüşmeleri, tarafların bu esnada ya da sözleşme kurulduktan sonra birbirine karşı takındıkları tutum ve davranışlar, ifa hazırlıkları, sözleşmenin kurulduğu andaki menfaat durumları ve özellikle ilgili iş çevresindeki örf, adet ve teamüller sözleşmenin yorumlanmasında göz önünde tutulmalıdır (Hukuk Genel Kurulunun 04.10.2023 tarihli ve 2022/11-1005 Esas, 2023/882 Karar sayılı kararı).

Somut olayda taraflar aralarındaki ödünç ilişkisi çerçevesinde bakiye borcun ne şekilde ve ne zaman ödenmesi gerektiği konusunda bir araya gelmişler ve ilk olarak tarihsiz “Şükrü C. Cari Hesabı ($)” başlıklı belge ile 26.11.2016 tarihinden itibaren bakiye borç ve ödemeleri alt alta tablo hâlinde gösterir şekilde sıralamışlar ve en son 17.02.2017 tarihli satırda 62.207, 34 USD'nin kaldığını belirtmişlerdir. Aynı belgede, en alt satırda yer alan bu meblağın “1-1,5 yıl sonra imkânlar içinde taksitlerle” şerh düşülmüştür.

17.02.2017 tarihli bu kararlaştırma ödeme için belirli bir şekil ve süre içermemekteyse de taraflar daha sonra tekrar bir araya gelmiş ve bu kez 29.04.2017 tarihli “Senettir” başlıklı belgeyi imzalamıştır. Bu belgede bakiye 59.800 USD borcun yine “1-1,5 yıl sonra imkânlar dâhilinde ve taksitlerle” ödeneceği kararlaştırılmıştır.

Bunun yanı sıra taraflar yeni bir tablo düzenleyerek sonuncusu 21.10.2018 tarihli olan ödemeleri tek tek sıralamış ve tablo altına bu kez “bakiye 62.207,34 Dolar 1-1,5 yıl sonra başlayarak imkânlar dâhilinde taksitlerle ödenecektir” açıklaması not düşülmüştür. Bu açıklamada belirtilen meblağ, tabloda 17.02.2017 tarihli kısma denk gelmektedir. Dolayısıyla belgedeki açıklamanın 17.02.2017 tarihinde yazılmış olduğu, sonrasında ödemeler yapıldıkça hâlihazır durumun tabloya işlenmeye devam edildiği açıktır.

Davalı borçlu bu son açıklamada ödemelerin bir buçuk yıl sonra “başlayarak” yapılacağının kararlaştırıldığı, dolayısıyla bakiye borcun muaccel olmadığı savunmasında bulunmuştur. Oysa bu tarihten sonra yapılan ödemelere bakıldığında davalının edimini ifa etmek için böyle bir zamanın dolmasını beklemediği, takip eden aylar içerisinde muhtelif miktar ve tarihlerde ödemelere devam ettiği anlaşılmaktadır.

Gerek anılan belgelerdeki anlatım şekli, gerekse davalının bu belgelere dayalı olarak yaptığı ödemelerde gösterdiği davranış şekli birlikte değerlendirildiğinde fiili durumun vade sonu konusunda tarafların gerçek iradesini ortaya koyduğu, buna göre taraflar arasındaki en son 29.04.2017 tarihli “Senettir” başlıklı belge ile belirtilen “1-1,5 yıl sonra” ibaresinin bu tarihten itibaren en geç bir buçuk yıl içerisinde borcun ödenip kapatılacağı şeklinde yorumlanması gerektiği açıktır. Alacaklının bu süre dâhilinde ödemenin miktar ve gün olarak ne şekilde yapılacağına dair kesin bir belirlemede bulunmayarak borçluya serbesti tanıması, borcun sonsuza kadar ucu açık bir vadeyle ödenmesini kabul ettiği şeklinde yorumlanamaz. Aksi yöndeki bir kabul, sözleşmenin ifası aşamasında gerçekleşen fiili durumla çelişeceği gibi açıklamaların yazıldığı tarihin tablo üzerinden anlaşılmasına ve fiili durumun yukarıda değinilen şekilde tezahür etmesine rağmen tabloya işlenen her bir ödeme ile vadenin bir-bir buçuk yıl daha ötelendiği de kabul edilemez.

Bu durumda alacaklının 29.10.2018 tarihine kadar alacağının tamamına kavuşacağı yönündeki beklentisi (vade yönünden) hukuken haklı ve yerindedir. Bu tarihte davacının alacağını talep etmekte korunmaya değer hukuki yararı olduğundan 12.12.2018’de başlatılan takibin muaccel bir alacağa dayalı ve geçerli bir takip olduğunun kabulü gerekir.

Hâl böyle olunca usul ve yasaya uygun direnme kararının bu gerekçeyle onanması gerektiği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun takip tarihinde alacağın muaccel olmadığı şeklindeki aksi yöndeki değerlendirmesine iştirak etmem mümkün olmamıştır.

Birinci Başkanvekili
Adem Albayrak

"K A R Ş I   O Y"

Dayanılan yazılı delillerde çelişki hâlinde hangi belgenin daha öncelikli olduğu değerlendirilerek bir sonuca varılması gerekecektir.

Dayanılan delillerden 29.04.2017 tarihli senettir başlıklı belgede borcun 59.800 USD olduğu, bu para ticarette kullanıldığından 1-1,5 yıl sonra taksitlerle ödeneceği kararlaştırılmıştır. Cari hesap belgelerine göre de borcun 59.814,34 TL olduğu tarih sonrasında bu belgenin düzenlendiği ortaya çıkmaktadır. Bu belge esas alındığında borcun ödenmesi gereken son tarihin 29.04.2017 tarihinden 1,5 yıl sonrası olan 29.10.2018 olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda 12.12.2018 tarihinde yapılan takip, alacağın istenebilir (muaccel) olduğu 29.10.2018 tarihinden sonra olduğundan takip tarihinde alacağın muaccel hâle geldiği de açıkça anlaşılmaktadır.

Dava dilekçesine ekli Şükrü C. Cari Hesabı ($) başlıklı tarihsiz ancak imzalı olan ve en son 62.207,34 bakiye gösteren belge en son 17.02.2017 tarihli işlemi göstermekte olup senettir başlıklı belgeden daha önce düzenlendiği anlaşıldığından bu belgenin senettir başlıklı belgeden daha öncelikli kabul edilmesi mümkün değildir.

Davalı tarafça sunulan Şükrü C. Cari Hesabı ($) başlıklı tarihsiz ve sonunda imza bulunmayan ve sonunda 30.355,34 bakiye gösteren belge en son 21.11.2018 tarihli işlemi göstermekte ise de sonunda yazan bakiye 62.207,34 USD 1-1,5 yıl sonunda ödenecektir ibaresinin son işlem tarihinde yazılmış olmadığı, 62.207,34 USD bakiyenin olduğu tarihteki bir kararlaştırma olduğunun kabulü gerektiği bu tarihin ise 17.02.2017 tarihi olmasına göre taraflar arasında düzenlenen senettir başlıklı daha sonra düzenlendiği anlaşılan belgeye göre önceliğinin bulunmadığı açıktır. Kaldı ki bu belgede alınan imzalar yapılan ödemelerin miktarının karşısında alınmış imzalar olup belgenin altında kalan ifadenin de imzalandığı anlamına gelmemektedir.

Bu durumda 29.04.2017 tarihli senettir başlıklı belge esas alınmak suretiyle takip tarihinde alacağın muaccel hâle geldiği kabul edilmek suretiyle karar verilmesi dosya kapsamındaki delillere uygun olduğu için direnme uygun bulunarak miktar yönünden temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, takip tarihinde alacağın muaccel hâle gelmediği kabul edilmek suretiyle özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Üye
Zeki Gözütok