KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

MURİSİN MALVARLIĞININ BÜYÜK BİR BÖLÜMÜNÜ OLUŞTURAN MALI İNTİFA HAKKINI UHDESİNDE TUTUP MÜLKİYETİ DAVALI KURUMA BAĞIŞLADIĞINDAN SAKLI PAYLAR İHLAL EDİLMİŞTİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-1177
Karar No       : 2023/1237

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 23.12.2021
SAYISI                          : 2021/1433 E., 2021/2009 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.06.2021 tarihli ve 2020/3288 Esas,
                                        2021/3430 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin bozmaya uyarak verdiği karar davacılar vekilinin temyizi nedeniyle Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu tekrar bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne verildikten ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davacılar vekilinin duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi Ahmet G.'nun 26.12.2010 tarihinde öldüğünü, ölümünden önce maliki olduğu Bahçelievler, Yenibosna, Kuleli mevkiinde kain 8848 parselde kain 405 m2'lik arsa üzerindeki G. İş Merkezi’ni davalı kuruma bağış yoluyla temlik ettiğini, dava konusu taşınmazın murisin terekesinin çok büyük bir kısmını oluşturduğunu, bağışlama nedeni ile müvekkillerinin 4721 sayılı Kanun'un 506 ve devamı maddeleri ile düzenleme altına alınan hükümler uyarınca saklı paylarının zedelendiğini, bu nedenle bağış işleminin tenkise tâbi olduğunu, taşınmazın müstakil parsel üzerinde tek bina olarak mevcut olması ve bölünmesinin imkânsız olması dikkate alınarak 4721 sayılı Kanun’un 564 üncü maddesi uyarınca tenkis edilecek kısmın müvekkillerine para olarak ödenmesi gerektiğini ileri sürerek şimdilik 50.000,00 TL bedelin tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama aşamasında 30.11.2016 tarihli bedel artırım dilekçesi ile talebini her bir müvekkili yararına 253.010,00 TL olarak yükseltmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; murisin 26.12.2010 tarihinde öldüğünü, dava konusu taşınmazın müvekkili kuruma 24.02.2000 tarihinde hayır amacı ile bağışlandığını, bu nedenle zamanaşımı nedeniyle davanın reddi gerektiğini, davacıların erkek kardeşleri olan Dursun Ali G.’na karşı da tenkis davası açtıklarını, bu nedenle sıra itirazında bulunarak dava konusu taşınmazın en son sırada tenkise tâbi tutulması gerektiğini ayrıca murisin sağlığında davacılara da bir takım taşınmazlar bağışladığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 13.01.2017 tarihli ve 2012/830 Esas, 2017/4 Karar sayılı kararı ile; davanın ölüme bağlı tasarrufun iptali ve tenkis istemine ilişkin olduğu, toplanan deliller, tarafların iddia ve savunmaları, hükme esas alınan bilirkişi raporu ve toplanan diğer deliller ile birlikte değerlendirildiğinde, son bilirkişi raporunun hükme esas alınması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne, her bir davacı için 253.010,00 TL alacağın 12.02.2016 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara ödenmesine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 05.04.2017 tarihli ve 2017/322 Esas, 2017/352 Karar sayılı kararı ile; davanın tenkis istemine ilişkin olduğu, muris Ahmet G.'nun 26.12.2010 tarihinde vefat ettiği, davacıların murisin kızları olduğu, murisin ölüm tarihinde eşini, yedi çocuğunu ve iki torununu mirasçı olarak bıraktığı, davacıların her birinin 6/64 miras hissesi sahibi oldukları, dava konusu taşınmazın tamamı muris adına kayıtlı iken 24.02.2000 tarihli ve 1056 yevmiye numaralı işlem ile intifa hakkı muriste kalmak üzere çıplak mülkiyetinin davalı kuruma bağış suretiyle temlik edildiği, dava konusu taşınmazda G. İş Merkezi isimli binanın mevcut olduğu, tenkise konu tasarrufun sağlararası kazandırmalardan olup somut olayda 4721 sayılı Kanun’un 565/4 üncü maddesinin uygulanması gerektiği, bu bağlamda yapılan incelemeye göre murisin ölümünden on yıl önce dava konusu taşınmazın çıplak mülkiyetini bağışladığı, miras bırakanın müteahhitlik yaptığı, birçok taşınmazın maliki ve mal varlığı sahibi olduğu dikkate alındığında, davaya konu kazandırıcı tasarrufun miras bırakan tarafından saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yapılmadığı gerekçesiyle davalı tarafın istinaf başvurusunun kabulüne ve İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Birinci Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 08.10.2019 tarihli ve 2017/2662 Esas, 2019/5109 Karar sayılı kararı ile;

"... Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan Ahmet G.’nun maliki olduğu 8848 parsel sayılı taşınmazının intifa hakkını üzerinde bırakıp çıplak mülkiyetini 24.02.2000 tarihinde davalı kuruma bağış suretiyle devrettiği, 1932 doğumlu murisin 26.12.2010 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak kendisinden önce ölen ilk eşi Gülüzar’dan olma davacı kızları Fatma, Zeliha, Rübeyde, Ayşe ile dava dışı çocukları Dursun Ali, Saniye, Rabiye ve Kemal’den olma torunları Celal ve Arda ile dava dışı ikinci eşi Heva’nın kaldıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, mirasçılık ve mirasın geçişi mirasbırakanın ölüm tarihinde yürürlükte olan hükümlere göre belirlenir (4722 s. Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun m. 17). Mirasbırakan 1.1.2002 tarihinden önce ölmüşse 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi hükümlerinin, 01.01.2002 tarihinden sonra ölmüşse 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ilgili hükümlerinin uygulanması gerekir.

Tenkis (indirim) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (bağış) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul; mirasbırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik ) dışı terekenin tümüyle bilinmesiyle mümkündür. Tereke mirasbırakanın ölüm tarihinde bırakmış olduğu malvarlığı kıymetleri ile iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Mirasbırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin 743 sayılı Kanun uygulanacaksa bir aylık 4721 sayılı Kanun uygulanacaksa üç aylık nafakası, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tesbit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tespiti gerekir (TMK m.564). Miras bırakanın TMK'nin 506. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif (nesnel) ve sübjektif (öznel) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedeleme kastının varlığından söz edilemez.

Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda (ölüme bağlı tasarruflar veya TMK'nin 565. maddesinin 1, 2 ve 3 bentlerinde gösterilenler) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken TMK'nin 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirasçılardan ise aynı Kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki hakkını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, alınanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir.

Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda (Sabit Tenkis Oranı) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı (TMK m.564) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir.

Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihini kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmak ve 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca süratle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, karar tarihindeki rayice göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak naktin ödetilmesine karar verilmelidir.

Öte yandan, bilindiği ve 4721 sayılı TMK’nın 565/4. maddesinde düzenlendiği üzere mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar tenkise tabidir.

Somut olayda, dava konusu temlik bakımından mirasbırakanın saklı payı zedeleme kastı olup olmadığı yönünde 4721 sayılı TMK'nun 565. maddesinin 4. fıkrası gereği araştırma yapılmamış, davacı taraf, dava dilekçesinde tanık deliline dayandığı halde tanık isimlerini bildirmek üzere süre verilmemiş, davalıya tercih hakkı kullandırılmamış ve taşınmazın keşif tarihinde belirlenen değerine sabit tenkis oranı uygulanmıştır.

Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde hareket edilmesi, davacılara tanıklarını bildirmesi hususunda süre verilmesi ve isimlerin bildirilmesi halinde tanık deliline dayanan davacı tanıklarının eksiksiz bir şekilde dinlenmesi, TMK’nın 565/4. maddesi uyarınca mirasbırakanın saklı payı zedeleme kastı ile hareket edip etmediğinin araştırılması, saklı payı zedeleme kastı ile hareket ettiği belirlenir ise yukarıdaki ilkeler uyarınca tenkis hesabı yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir..."

gerekçesiyle karar oy birliği ile bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Birinci Bozmaya Uyularak Verilen Karar

Bölge Adliye Mahkemesinin 24.09.2020 tarihli ve 2019/1773 Esas, 2020/965 Karar sayılı kararı ile bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonunda; dosya kapsamına göre murisin ölümünden on yıl önce dava konusu taşınmazın çıplak mülkiyetini bağışladığı, müteahhitlik yapan murisin birçok taşınmazın maliki ve mal varlığı sahibi olduğu, sağlığında davacı mirasçılar ile murisin ilişkisinin kesilmediği, bayramlarda murisi ziyarete devam ettikleri, davacılara muris tarafından devredilen taşınmazların bulunduğu, davacıların bu taşınmazların bedelini ödeyerek satın aldıklarına dair tanık anlatımlarına itibar edilemeyeceği, para ödenerek alındığına ilişkin bir delilin mevcut olmadığı, miras nedeniyle mirasçılar arasında açılan ve feragatle sonuçlanan davaların bulunduğu hususları dikkate alındığında miras bırakanın bağışlama işlemi sırasında saklı payı ihlâl etmek kastıyla hareket ettiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

C. İkinci Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan Ahmet G.’nun maliki olduğu 8848 parsel sayılı taşınmazını intifa hakkını üzerinde bırakıp çıplak mülkiyetini 24.02.2000 tarihinde davalı kuruma bağış suretiyle devrettiği, 1932 doğumlu murisin 26.12.2010 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak kendisinden önce ölen ilk eşi Gülüzar’dan olma davacı kızları Fatma, Zeliha, Rübeyde, Ayşe ile dava dışı çocukları Dursun Ali, Saniye, Rabiye ve Kemal’den olma torunları Celal ve Arda ile dava dışı ikinci eşi Heva’nın(murisin ilk eşinin öz yeğeni) kaldıkları anlaşılmaktadır.

Somut olayda, dinlenen davacı tanıkları ifadelerinde, mirasbırakanın ölen ilk eşi ile evlilik birliği devam ederken 1990’lı yıllarda eşinin öz yeğeni ile ilişki yaşamaya başlaması nedeniyle mirasbırakan ile davacı çocuklarının arasının açıldığını ve mirasbırakanın çocuklarına mal bırakmak istemediğine dair beyanda bulundukları, diğer yandan mirasbırakanın en değerli malvarlığını hibe suretiyle temlik ettiği ancak ölünceye kadar intifa hakkını uhdesinde tuttuğu olguları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, temlikin saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yapıldığı sonucuna varılmaktadır.

Hal böyle olunca, mirasbırakanın saklı payı ihlal kastı ile hareket ettiği gözetilerek, önceki bozma kararında değinilen ilkeler uyarınca tenkis incelemesi yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir..."

gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

D. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; bozma kararının mevcut delillerle iddianın kanıtlanamadığı gerekçesine dayalı olması nedeniyle sübuta ilişkin olduğu, maddi denetim içeren bozma kararlarının usul hukuku kurallarına aykırı olduğu, zira bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmeden önceki uygulamasında Yargıtayın ilk derece mahkemelerince verilen kararların maddi olaya uygun olup olmadığını da denetlediği, bu sebeple Yargıtayın iş yükünün arttığı ve gerçek amacını sağlamasına engel olduğu, yeni sistemde ise temyiz yoluyla ancak hukuka uygunluk denetimi yapabileceğinin düzenleme altına alındığı, dolayısıyla temyiz incelemesinde artık somut olayın yeniden incelenemeyeceği, diğer bir ifade ile temyiz mahkemesinin kararı ile "taraflar arasındaki uyuşmazlık" değil "uyuşmazlığı çözen mahkeme kararının kanuna ve usule uygun olup olmadığının" tespit edilmesi gerektiği, bu kapsamda Yargıtayın maddi vakıalara, yargılama kurallarının yanlış uygulanması dışında delil değerlendirmesine, alt derece mahkemesinin takdir hakkı ve benzeri hususlara ilişkin inceleme yapamayacağı, ayrıca alt derece mahkemesinin yerine geçerek ya da o anlama gelecek bir karar vermesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde; Yargıtay bozma sebebinin Mahkemece araştırıldığı ancak hatalı değerlendirme yapıldığını, tanık beyanlarına göre muris ile çocukları arasında husumet olduğunun ispatlandığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

1. Bölge adliye mahkemesinin 24.09.2020 tarihli kararına karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtayca yapılan inceleme sonucunda verilen 21.06.2021 tarihli bozma ilâmının, 6100 sayılı HMK’nın 371 inci maddesinde yazılı hukuki denetim kapsamında kalıp kalmadığı;

2. Somut olayda davalı kuruma yapılan bağış işleminin; miras bırakan tarafından, saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yapıldığının ispat edilip edilemediği, buradan varılacak sonuca göre davacıların tenkis isteminin incelenmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi.

2. Türk Medeni Kanunu'nun 505 ilâ 571 inci maddeleri.

2. Değerlendirme

a. Bir numaralı uyuşmazlık yönünden yapılan incelemede;

1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. Ülkemizde iki aşamalı yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç aşamalı yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.

3. Gerçekten de temelinde içtihat birliğini sağlama amacı bulunan temyiz incelemesinin; istinaf incelemesi bulunmaksızın yapılması hâlinde, hukuk tekniği açısından somut olayda maddi denetim yapılmasını da zorunlu kılar. Oysaki üç aşamalı yargı sistemi sayesinde gerçekleşen istinaf incelemesi ile ilk derece mahkemelerinden verilen kararların, hukuki denetimle sınırlı kalmaksızın maddi olay denetimi yapılmış olduğundan, bu sayede Yargıtay gerçek fonksiyonu olan içtihat birliğini sağlama amacına yönelik olarak sadece hukuki denetim yapacaktır.

4. Yargıtayın maddi vakıa ve delil değerlendirmesinin sınırlarının iyi anlaşılabilmesi için öncelikle buna ilişkin kanuni düzenleme ve bu düzenlemenin gerekçesi önem taşımaktadır. 6100 sayılı Kanun'un “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesi;

“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar:

a) Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.

b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.

c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.

ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Anılan madde ile bölge adliye mahkemelerince verilen kararlara ilişkin temyiz sebepleri belirtilmiştir.

5. Maddenin hükümet gerekçesinde ise;

“Maddede, Yargıtayın hangi sebeplerden dolayı temyiz olunan kararı bozacağı düzenlenmekte ve bozma kararının gerekçeli olacağı belirtilmektedir. Temyiz incelemesini, istinaf incelemesinden ayıran temel özellik, temyiz incelemesinin usûl hukuku veya maddî hukuk yönünden incelemeyi gerektirmesi, maddî vakıaların denetimi ile delil değerlendirmesine girmemesidir. Maddede bu hukukî denetimin hangi sebeplerle yapılacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Bugüne kadar istinaf yolunun olmamasından dolayı zaman zaman Yargıtay maddî vakıalara ve delil değerlendirmesine de girmek zorunda kalabilmekteydi, istinafla birlikte artık bu ihtiyaç ortadan kalkmış ve Yargıtay tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olmuştur.

Yargıtay, hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi, karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması durumunda temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozabilir.

Ayrıca maddede, temyiz incelemesi sonunda Yargıtayca bozma sebeplerinin tespit edilmesi hâlinde, hükmün kısmen veya tamamen bozulabileceği ifade edilmektedir. Bozma sebebi nispî nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerekir. Nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde, bunların bozma sebebi sayılabilmesi için, ayrıca hükmün sonucunu etkilemiş olmaları gerekmektedir. Buna karşılık, dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin iddiasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir neden olmaksızın kabul edilmemesi hâlinde, bu bozma sebepleri mutlak bozma sebebi olup, ayrıca hükmün sonucunu etkileyip etkilemediğinin araştırılması gerekli değildir. Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması ise hükmün sonucunu etkileyecektir” şeklindeki açıklamalara yer verilmiştir.

6. Görüldüğü üzere, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun) 428 inci maddesinde yer alan "meselei maddiyenin takdirinde hata" şeklindeki bir temyiz sebebine, istinaf kanun yolunu içeren 6100 sayılı Kanun'da yer verilmemiştir. Buradan hareketle, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamasıyla, daha doğru bir söylemle istinaf incelemesi yapıldıktan sonra yapılacak temyiz incelemesinde, Yargıtayın maddi vakıa ve delil değerlendirmesine giremeyeceği hususu tartışmasızdır.

7. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi ve bu maddenin hükümet gerekçesine göre bozma sebepleri "maddi hukuka ve usul hukukuna" ilişkin olmak üzere ikiye ayrılır. Bölge adliye mahkemelerinin 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi dışında kalan diğer bentlerinde yazılı bozma sebepleri usul hukukuna ilişkin olarak düzenlenmiştir. Bölge adliye mahkemesince usul kurallarının yanlış uygulanması hâlinde ise yapılacak olan bozma nedeni ikiye ayrılır. Bunlardan ilki, mutlak bozma nedenidir ki; bu hâlde yapılan yanlışın karara etkili olduğu kesin olarak kabul edilir. İkincisi ise nispi bozma nedeni olup, burada ilkinden farklı olarak, hükmün bozulması için yapılan yanlışın hükme etkili olduğunun belirlenmiş olması gerekir. Nitekim karara etki etme kriterine göre bir davada yapılmış olabilecek bütün usule aykırılıklar değil, sadece karara etki eden usule aykırılıklar bozma sebebi teşkil eder (6100 sayılı Kanun md. 371/1-ç).

8. Maddi hukuka ilişkin bozma sebebi, 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde "Hukukun veya tarafların arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması" şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Burada üzerinde önemle durulması gereken nokta; Yargıtayın hukuki denetim yetkisi içinde yer alan "maddi hukuka ilişkin" temyiz incelemesi ile kural olarak inceleme yapma yetkisinin bulunmadığı "maddi vakıa denetimi ile delil değerlendirmesine ilişkin" temyiz incelemesi birbirine karıştırılmamalıdır.

9. Kanun koyucu bilinçli olarak belirli konularda hâkime takdir yetkisi vermiştir. Hukuk düzeni bilerek ve isteyerek; kanunda açık veya örtülü boşluk yaratarak veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrederek hâkime takdir özgürlüğü tanımıştır. İşte maddenin gerekçesinde yer alan maddi vakıaların denetimi ile delil değerlendirmesi kavramı ile hâkimin takdir yetkisi kastedilmektedir. Gelinen aşamada hâkimin hukuk yargılamasındaki takdir hakkı, medeni usul ve maddi hukuk yönlerinden ayrı ayrı ele alınmalıdır.

10. Medeni usul hukuku yönünden hâkim, kanuni istisnalar dışında delilleri serbestçe değerlendirir (6100 sayılı Kanun md. 198). Hâkimin medeni usul hukukuna özgü kullanacağı takdir yetkisi, delillerin toplanması aşamasında, diğer bir ifadeyle hukuk kuralının uygulanmasından önceki aşamada gerçekleştirdiği, bir değerlendirme ve vakıaları tespit işlemidir. Dolayısıyla, burada söz konusu olan takdire "vakıa tespiti ve delil değerlendirilmesi" denilmektedir. Yargıtay derece veya vakıa mahkemesi değildir. Davayı kural olarak tarafları dinlemeksizin dosya üzerinden inceler. Tahkikat işlemlerinden olan; tanığı dinleyemez, keşif veya bilirkişi incelemesi yaptıramaz. Mahkemede ileri sürülmemiş bir vakıa veya dayanılmamış bir delil, ilk defa Yargıtayda ileri sürülemez. Bu sebeplerden dolayı Yargıtayın, derece mahkemesi hâkimlerinin yargılama aşamasında edindiği izlenimleri elde etmesinin, maddeten imkânsız olduğu şüphesizdir. Hâkimlerin, vakıalarla ilgili olarak vardıkları gerçeklik yargılarının kesin ve nihai olduğu kabul edilerek, medeni usul hukuku yönünden genel kural, bu izlenimlere sahip derece mahkemesi hâkimlerinin vakıa tespiti ve delil değerlendirmesine ilişkin tespitlerine Yargıtayca dokunulmaması gerektiğine madde gerekçesinde de işaret edilmiştir.

11. Nitekim Yargıtayın bir yüksek mahkeme olarak görevi, kanunların mahkemelerce uygulanması konusunda birliği sağlamaktır. Böyle yüksek bir denetleme organına duyulan ihtiyaç, mahkemelere güvensizlik duygusundan değil hukuki istikrar sağlama amacından doğmaktadır. Yargıtay denetim mahkemesi olduğundan vakıaları inceleyemez, vakıaları inceleme ve değerlendirme yetkisi derece mahkemelerine aittir. Ne var ki Yargıtay, yargıçların vakıa tespitleriyle bağlı olmakla birlikte, bu vakıalardan büsbütün tecrid edilmiş de sayılamaz (Burhan Gürdoğan, Yargıcın Takdir Hakkının Yargıtayca Denetlenmesi, Ankara-1967, Deneme, s. 31). Hâkim delilleri serbestçe takdir ederken, somut olay ve ilgili vakıalar hakkında mantık biliminin temel ilke ve yöntemlerine başvurur. Ayrıca, gerekli gördüğü ya da görmesi gerektiği hâllerde genel davranış ve tecrübe kurallarının yardımıyla gerçeklik algısına ulaşır. Hâkime kanunen tanınan hareket serbestîsi alanı, mantık ve doğa bilimlerine ait yasaların yanı sıra somut olayın esaslı özelliklerinden çıkarılacak objektif değer ölçüleri ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırların aşılması durumunda temyiz mahkemesinin müdahalesi elbette kaçınılmaz olacaktır. Hâkimin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, vakıa tespitinin dava dosyasındaki belgelerle açıkça çelişmesi veya yapılan tespitin aklen imkânsız olması durumlarına münhasır olmak üzere; Yargıtay hukuki bakımdan mevcut bulunan denetim yetkisini, maddi vakıa denetimini kapsayacak şekilde genişletebilir. Zira bahsedilen bu üç istisnai hâlde, davanın asıl amacı olan hukuki himaye gerçekleşmemiş olacağından bu hâllerde Yargıtayın gerekçe göstererek vakıa tespitine dokunabileceğini kabul etmek işin doğasından kaynaklanan bir zorunluluktur.

12. Maddi hukuk anlamında ihtiyaç duyulan hâkimin takdir hakkı ise, 4721 sayılı Kanun'un 4 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre hâkim; kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır (Burhan Gürdoğan, s. 42).

13. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukuki niteliğe haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tâbidir. Hâkim ilk olarak usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar (tefsir). Hâkim, hukuk kuralının tefsirinde hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin "hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi" olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetinin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun "takdir hakkının" kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tâbi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır.

14. Özetle; 6100 sayılı Kanun ile düzenlenen takdir hakkı kavramı "hâkimin somut olaydaki hangi vakıaya ispat edilmiş gözüyle bakabileceğine ilişkin" olarak tanımlanabilirken, 4721 sayılı Kanun ile düzenleme altına alınan takdir hakkı "somut olayın hâkim tarafından hukuk ve hakkaniyet ilkelerine uygun olarak nasıl takdir edileceğini" esas alır. Dolayısıyla 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesine göre Yargıtay tarafından hâkimin takdir hakkına müdahale edilip edilemeyeceğine ilişkin değerlendirmedeki ölçüt, takdir hakkının "vakıa ile hukuk meselesi" arasından hangisinde kullanılmış olduğu noktasındaki doğru tespite dayanmaktadır.

15. Eldeki dava 4721 sayılı Kanun'un 565/4 üncü maddesine dayalı sağlararası kazandırıcı işlem nedeniyle tenkis istemine ilişkindir. Maddede; miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan sağlararası karşılıksız kazandırmalarının, ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tâbi olacağı belirtilmiştir. Tenkise ilişkin bu madde; somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle "saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacı" noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. İşte somut olayda da Bölge Adliye mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; maddenin hâkime tanıdığı takdir hakkından kaynaklandığına göre buradaki takdir hakkının vakıa mı yoksa hukuk meselesine mi dayandığı çözüme kavuşturulmalıdır.

16. Somut olayda; İlk Derece Mahkemesince miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacı taşıdığı kabul edilerek dava kabul edilmişken, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılamada miras bırakanın böyle bir amacı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

17. Yukarıda ayrıntıları ile açıklandığı üzere hâkimin hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkı bir hukuk meselesidir. Zira aynen somut olayda olduğu gibi hâkim; toplanan delilleri değerlendirerek miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacı taşıyıp taşımadığı hususunda takdir hakkını kullanarak davanın kabulüne veya reddine karar vermektedir.

18. Eldeki davada hâkim; tespit ettiği vakıaya uygulayacağı hukuk kuralını belirlemiş (4721 sayılı Kanun md. 565/4), gerekçeli kararında tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklamış (tefsir), bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini (tavsif) yapmış ve hukuki sonuç olarak İlk Derece Mahkemesi kararının aksine miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacı taşımadığını takdir ederek davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay ise yaptığı temyiz incelemesinde miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacı taşıdığını, dolayısıyla davanın kabul edilmesi gerektiğini takdir etmiştir. Diğer bir ifadeyle Yargıtayca derece hâkiminin "vakıa tespiti ve delil değerlendirmesine" ilişkin belirlemelerine dokunulmamış, dosyadaki vakıa ve delillere göre ve de gerekçe gösterilerek "varılan hukuki sonucun yanlış olduğuna" işaret edilmiştir.

19. Öyle ise somut olayda hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Artık burada hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetinin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun "takdir hakkının" kullanılmış olması sonucunda vardığı hukuki sonuç olduğu gerekçesine dayanarak verdiği kararının Yargıtayın denetimine tâbi olmadığı sonucuna varamaz. Zira yukarıda açıkça belirtildiği gibi, Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır.

20. Nitekim belirtilen bu husus, Türk Hukuk Lugatı'nda "Somut sorun" başlığı altında "Bir davada savın konusunu oluşturan gerek somut gerek hukuksal olaylar davanın özünü oluşturur. Mahkemenin son kararında, dava nedeniyle inceleneni tartışılan somut olayların göstermesi gerekir. Yargıcın davanın özünü oluşturan somut sorunun değerlendirilmesinde yanlışlık yapması kararın bozulma nedenidir (HMK m. 119, 144, 297, 371)" şeklinde belirtilmiştir (Türk Hukuk Lugatı, Ankara 2021 Baskı, Cilt-I, s. 998-999).

21. Bu nedenle direnme kararı, yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.

b. İki numaralı uyuşmazlık yönünden yapılan incelemede;

1. Tenkisin sözlük anlamı indirme, azaltma ve eksiltmedir. Bu husus indirim-indirme başlığı altında "yasaya ya da hakkaniyete uygun olmayan işlem, yükümlülük ve borçların yasal ya da makul çizgiye indirilmesi demektir" şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lugatı, Ankara 2021 Baskı, Cilt-I, s. 574). Kanun koyucu, yasal mirasçıların bir kısmına, miras bırakanın iradesiyle ortadan kaldırılamayan ve dokunulamayan bir miras hakkı tanımıştır. Tanınan bu hakka saklı pay, bu hakkın tanındığı kimselere de saklı paylı mirasçı denilmektedir.

2. Saklı payın temel amacı, miras bırakanla yakın hısımlık içerisindeki mirasçıların korunmasıdır. Saklı pay hakkı; miras bırakanın sadece altsoyu, ana-babası ve eşi için söz konusudur (4721 sayılı Kanun md. 505). Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; kardeşlerin saklı payı, 04.05.2007 tarihli ve 5650 sayılı Kanun'la kaldırılmıştır. Bu nedenle, belirtilen tarihten sonra gerçekleşecek hesaplamalarda kardeşler saklı pay sahibi olamaz ve saklı paylarının ihlâl edildiğinden bahisle tenkis davası açamazlar.

3. Bilindiği üzere; miras bırakan, tasarruf özgürlüğünün sınırları içinde, mal varlığının tamamında veya bir kısmında vasiyetname ya da miras sözleşmesiyle tasarrufta bulunabilir (4721 sayılı Kanun md. 514/1). Hükümde belirtilen miras bırakanın tasarruf özgürlüğünün sınırını, saklı pay sahibi mirasçıların saklı payları oluşturur. Miras bırakanın serbestçe tasarruf edebileceği kısım ise saklı paylar toplamı dışında kalan kısımdır. Bu sebeple miras bırakan, mirasçılarının saklı payları hariç olmak üzere, terekesinde her türlü tasarrufu gerçekleştirebilir. Miras bırakan bu tasarrufları sağlığında yapabileceği gibi, ölüme bağlı tasarruf biçiminde de yapabilir. Ancak miras bırakan sözü edilen tasarruflarla, tasarruf özgürlüğünün sınırlarını aşarak saklı payları ihlâl ederse; saklı paylı mirasçılar, saklı paylarının karşılığını elde edebilmek amacıyla tenkis talebinde bulunabilirler.

4. Türk Medeni Kanunu'nun 560 ve devamı hükümlerinde düzenleme alanı bulan tenkis davası; miras bırakanın, saklı payı ihlâl eden sağlar arası veya ölüme bağlı kazandırmalarının, yasal sınıra indirilmesini sağlayan yenilik doğurucu bir dava niteliğindedir. Bu dava sonucunda verilen kararla; miras bırakanın yapmış olduğu tasarruflar, mirasın açıldığı tarihten itibaren hüküm doğurmak üzere, saklı payı aştığı ölçüde geçersiz olacaktır.

5. Tenkis davasının konusunu, miras bırakanın saklı payları ihlâl eden tasarrufları oluşturur. Tenkise tâbi tasarruflar, sağlararası ve ölüme bağlı tasarruflar olarak ikiye ayrılmaktadır. Belirtmek gerekir ki bu ayrımın yapılması tenkis davası bakımından oldukça önemlidir. Zira miras bırakanın tasarruf nisabını aşan tüm ölüme bağlı tasarrufları tenkise tâbi iken, sağlararası tasarrufları ise sadece 4721 sayılı Kanun'un 565 inci maddesinde sayılan gruplardan birine ait olması durumunda tenkise tâbi tutulur.

6. Tenkis davasının koşulları 4721 sayılı Kanun'un 560 ıncı maddesinde düzenlenmiş olup, "Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, mirasbırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler" şeklinde hüküm altına alınmıştır. Buna göre tenkis davası, miras bırakanın tasarruf nisabını aşması ve mirasçıların saklı paylarını elde edememiş olması hâlinde açılabilir. Mirasçılar temlik dışı terekeden saklı paylarını elde edebiliyorlarsa, tenkis davası açılamaz. Dolayısıyla tenkis davası açma hakkı yalnızca terekeden saklı payları zedelenen mirasçılar içindir. Saklı payın zedelenip zedelenmediği ise mirasın açıldığı tarihteki terekenin durumuna göre belirlenir.

7. Tereke; miras bırakanın ölüm tarihi itibari ile sahip olduğu ve mirasçılarına intikal edebilen mal, hak, alacak ve borçların tümüdür. Miras bırakanın tasarruf özgürlüğünün sınırının diğer bir ifade ile tasarruf nisabının belirlenebilmesi için terekenin ölüm tarihindeki değerinin tespit edilmesi ve kanunda belirtilen değerlerin eklenip çıkarılmasıyla net terekenin hesaplanması ve bu değerden saklı paylar toplamının çıkarılması gerekir.

8. Tereke denildiğinde akla ilk olarak miras bırakanın ölüm tarihinde sahip olduğu ve mirasçılara intikali elverişli olan mal ve haklar gelse de; tasarruf nisabının belirlenmesinde esas alınan tereke, yalnızca aktif değerlerden ibaret değildir. Net terekenin hesaplanabilmesi için miras bırakanın mal varlığının aktifine; denkleştirmeye tâbi tasarrufları (4721 sayılı Kanun md. 669), tenkise tâbi sağlararası tasarrufları (4721 sayılı Kanun md. 508, 565) ile hayat sigortası satın alma bedeli (4721 sayılı Kanun md. 509, 567) değerlerinin terekeye eklenmesi gerekir. Buna karşılık miras bırakanın tenkise tâbi ölüme bağlı tasarrufları net terekenin hesabında terekenin aktifine eklenmez. Zira bu tasarruflar, miras açıldığı anda henüz terekeden çıkmamış olduğundan, böyle bir toplama yanlış ve yanıltıcı sonuçlar verir (Mustafa Dural, Turgut Öz, Türk Özel Hukuku-Cilt IV-Miras Hukuku, İstanbul-2019, s. 255).

9. Türk Medeni Kanunu'nun 507 nci maddesinin ikinci fıkrası ile tasarruf nisabının hesaplanması için terekeden çıkarılması gereken değerler düzenleme altına alınmıştır. Hükme göre hesap yapılırken; miras bırakanın borçları, cenaze giderleri, terekenin mühürlenmesi ve yazımı giderleri, miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin üç aylık geçim giderleri, terekeden indirilir.

10. Miras bırakanın mevcut mal ve haklarına, yukarıda belirtilen değerlerin eklenip çıkarılması sonucunda farazi bir tereke değeri elde edilmiş olur ve ortaya çıkan bu değere tenkise esas tereke adı verilir. Belirtmek gerekir ki; tereke değerinin hesaplanmasında yapılan bu eklemeler ve çıkarmalar varsayımsaldır, yani kâğıt üzerinde yapılan bir hesap işlemidir. Gerçek anlamda terekeye fiilen bir değerin dahil olması veya terekeden çıkması söz konusu değildir.

11. Eldeki davada davacılar; murisleri Ahmet G.'nun 26.12.2010 tarihinde vefat ettiğini, 24.02.2000 tarihinde mal varlığının büyük bölümünü oluşturan taşınmazını davalı kuruma bağışladığını, bu nedenle saklı paylarının zedelendiğini ileri sürerek, karşılıksız bu kazandırmanın tenkise tâbi tutulmasını talep etmiş olup, olayda tenkise tâbi tek bir kazandırma ve dolayısıyla tek bir tenkis yükümlüsü bulunmaktadır.

12. Türk Medeni Kanunu'nun 565 inci maddesi ile "Aşağıdaki karşılıksız kazandırmalar, ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tâbidir:

1. Mirasbırakanın, mirasçılık sıfatını kaybeden yasal mirasçıya miras payına mahsuben yapmış olduğu sağlararası kazandırmalar, geri verilmemek kaydıyla altsoyuna malvarlığı devri veya borçtan kurtarma yoluyla yaptığı kazandırmalar ya da alışılmışın dışında verilen çeyiz ve kuruluş sermayesi,

2. Miras haklarının ölümden önce tasfiyesi maksadıyla yapılan kazandırmalar,

3. Mirasbırakanın serbestçe dönme hakkını saklı tutarak yaptığı bağışlamalar ve ölümünden önceki bir yıl içinde âdet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar,

4. Mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar" hükmü düzenleme altına alınmıştır. Miras bırakanın tasarruf yapmaktaki amacının, maddenin ilk üç bendi bakımından bir önemi bulunmamaktadır. Buna karşılık, anılan hükmün son bendi kapsamında bir sağlararası tasarrufun tenkis edilebilmesi için tasarrufun saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacıyla yapıldığının açık olması gerekmektedir.

13. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların miras bırakanı Ahmet G. maliki olduğu taşınmazın, intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini davalı kuruma 24.02.2000 tarihinde bağış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda hazırlandığı anlaşılan dosyada içerisindeki 31.08.2016 tarihli bilirkişi raporuna göre; tenkise tâbi net terekenin 6.798.614,70 TL olarak belirlendiği, buna karşılık davaya konu taşınmaz değerinin 5.185.739,00 TL tespit edildiği ve tasarruf nedeniyle saklı paylı mirasçı konumunda bulunan davacıların saklı paylarının zedelendiği anlaşılmaktadır.

14. Somut olaydaki gibi bir sağlararası tasarrufun, 4721 sayılı Kanun'un 565 inci maddesinin 4 üncü bendine göre tenkis edilebilmesi için; saklı payın ihlâl edilmiş olması yanında, tasarrufun miras bırakan tarafından saklı pay kurallarını ihlâl etmek amacıyla yapılmış olması gerekir. Burada tenkis imkanının doğması için varlığı araştırılacak olan sadece kazandırmada bulunanın amacıdır. Kazandırma yapılanın da bu kasıtla davranması gerekmediği gibi onun bu kazandırma sonucu müstakbel bir mirasçının saklı payının ihlâl edileceğini bilmesi de gerekmez. Saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacı, tanık ve yemin de dahil olmak üzere her türlü delille ispatlanabilir.

15. Saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacı konusunda, mahkeme tarafından etraflı şekilde araştırma yapılmalıdır. Yargıtay önüne gelen uyuşmazlıklarda, miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacıyla hareket edip etmediğini belirlemek için bazı ölçütleri dikkate almaktadır. Bu ölçütler; miras bırakan tarafından mal varlığının tamamının veya büyük bir bölümünün elden çıkarılması, taşınmazların değerinin çok altında satılması, karma bağışlama yapılması, bağışlamanın görünüşteki muvazaalı satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin arkasına gizlenmesi, kız çocuklarından mal kaçırılarak erkek çocuklara verilmesi, kazandırma yapılan kişiyle miras bırakan arasında yakın hısımlık bulunması, yalnızca ikinci eşten olan çocuklara kazandırmalarda bulunulması gibi ölçütlerdir.

16. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; miras bırakan Ahmet G.'nun 01.02.1932 doğumlu olup ölen ilk eşi Mevlüde ile olan evliliğinden davacı çocukları Zeliha, Fatma, Rübayde, Ayşe ile dava dışı çocukları Kemal, Dursun Ali, Saniye ve Rabiye olmak üzere sekiz çocuğunun dünyaya geldiği, evlilik birliği devam ederken 1990’lı yıllarda eşinin abisinin kızı olan Heva ile ilişki yaşamaya başladığı ve resmi nikah olmaksızın birlikte yaşadıkları, sonrasında resmi nikahlı eşi Mevlüde'nin 02.06.2008 tarihinde ölmesi ile 12.08.2008 tarihinde Heva ile evlendiği, eşinin öz yeğeni ile yaşadığı ilişkiden dolayı gerek aile gerekse sosyal çevresince kınanan murisin çocukları tarafından da dışlandığı, kız çocuklarının babalarına daha büyük tepki gösterdiği, bu yaşananlar karşısında miras bırakanın da çocuklarını mirasından mahrum bırakmakla tehdit ettiği, dinlenen davacı tanıklarının "mirasbırakanın çocuklarına mal bırakmak istemediğine" dair beyanda bulundukları, diğer yandan miras bırakanın terekesine bakıldığında mal varlığının çok büyük bir bölümünü oluşturan dava konusu taşınmazını intifa hakkını uhdesinde tutarak çıplak mülkiyetini davalı kuruma bağışladığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında yapılan işlemin davacıların saklı paylarını zedelemek kastıyla yapıldığının kabulü gerekmiştir.

17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; miras bırakanın bir çok taşınmazın maliki ve mal varlığı sahibi olduğu, sağlığında davacılara devrettiği taşınmazların da bulunduğu, davalı Darulaceze kurumuna yapmış olduğu hibe işleminde hayır yapma amacı taşıdığı, dolayısıyla temlikin saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacıyla yapıldığından söz edilemeyeceği belirtilerek direnme kararının onaması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

18. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

19. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile;

1 numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararının, yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince oy birliği ile BOZULMASINA (VI. D. 2. a.),

2 numaralı uyuşmazlık yönünden direnme kararının, Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince oy çokluğu ile BOZULMASINA (VI. D. 2. b.),

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 maddesinin ikinci fıkrası uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

13.12.2023 tarihinde kesin olarak karar verildi.

BİLGİ :  2 numaralı uyuşmazlık yönünden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 23’ü BOZMA, 2’si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.