KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

NÜFUSTA ANNE VE BABA GÖZÜKEN KİŞİLERİN DOĞRU OLMADIĞI TALEBİNDE ANNE İLE BABA ARASINDA ŞEKLİ ANLAMDA ZORUNLU DAVA ARKADAŞLIĞI VARDIR.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/(18)8-610
KARAR NO   : 2022/1295

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 31/10/2017
NUMARASI                 : 2017/138 - 2017/428
DAVACILAR                : 1- H.B. ve diğerleri vekilleri Av. T.Ö.K.
DAVALILAR                : 1- H.A. vekili Av. A.B.
                                       2- A.E. ve diğerleri      
                                       3- Beykoz Nüfus Müdürlüğü

1. Taraflar arasındaki “nüfus kaydının iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalılardan Hatice A. vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalılardan Hatice A. vekilince temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacılar İstemi:          

4. Davacılar vekili 08.04.2011 tarihli dava dilekçesinde; İstanbul ili, Beykoz İlçesi, P. Köyü, Cilt: 34 Hane No: 1.2’de nüfusa kayıtlı 337.97.112 T.C. kimlik numaralı Rıfat A. ile 337.674.276 T.C. kimlik numaralı eşi Güldane A.’ın gerçek hayatta çocuklarının bulunmadığı hâlde; Kastamonu ili, Devrekkani İlçesi, Çatak Köyünde nüfusa kayıtlı baba adı Cemal Katran ve anne adı Hatice isimli kişilerin yeni doğan kızları olan davalı Hatice A.’nun hiçbir mahkeme kararı olmaksızın Rıfat A. ve eşi Güldane A. tarafından kendi çocuklarıymış gibi sahte beyanname düzenlenmek suretiyle nüfusa kayıt edildiğini, davalı Hatice’nin gerçekte Rıfat ve eşi Güldane’den olmadığını ileri sürerek nüfus aile kayıt tablosundaki kaydın iptali ile miras bırakanın nüfus kaydının düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalı Hatice A. vekili 17.10.2011 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin 01.01.1954 tarihinde P. Köyünde dünyaya geldiğini, 10.03.1958 tarihinde nüfusa kayıt işleminin yapıldığını, gerçek anne babasının kayıtlarda görünen şekilde Güldane ve Rıfat olduğunu, kabul anlamına gelmemekle birlikte somut olayda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 318 ve 319. maddeleri uyarınca da açılan davaların redde mahkûm olduğunu, müvekkilinin nesebine ilişkin kötü niyetli iddialara dayalı haksız ve hukukî dayanaktan yoksun davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı Nüfus Müdürlüğü davaya cevap vermemiştir.

Mahkeme Kararı:

7. Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.11.2014 tarihli ve 2011/192 E., 2014/397 K. sayılı kararı ile; tanık anlatımları ile uyumlu Adli Tıp Kurumu’nun 09.10.2014 tarihli raporu uyarınca davalı Hatice’nin miras bırakan Rıfat A. ve Güldane A.'ın çocuğu olmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalılardan Hatice A. vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 12.05.2016 tarihli ve 2016/4651 E., 2016/7768 K. sayılı kararı ile;

“… Dava dilekçesinde, davalı Hatice Aşcıoğlu'nun Rıfat ve Güldane A. çocuğu olmaması nedeni ile adı geçenler üzerindeki nüfus kaydının iptali istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak;

Dosya içerisindeki nüfus kayıtlarına göre, davacı Cemile, davalı Hatice'nin babası olarak görünen Rıfat'ın kızkardeşi, diğer davacılar ise Rıfat'ın kardeşi Mehmet çocuklarıdır. Rıfat 02.04.1987 tarihinde eşi Güldane ise Rıfat'tan sonra 2000 yılında ölmüştür. Bu durumda davacıların Güldane'nin mirasından yararlanma hakları bulunmamaktadır. Nüfus kaydının iptali davasını ancak iptali istenen kaydın varlığı nedeni ile hukukları etkilenen kişiler isteyebilirler. Olayda, davacıların, davalı Hatice'nin Güldane'nin çocuğu olmaması nedeni ile onun üzerindeki kaydının iptaline yönelik olarak açtığı davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan reddine karar verilmesi yerine kabulü doğru görülmemiştir,...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

10. Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.10.2017 tarihli ve 2017/138 E., 2017/428 K. sayılı kararı ile; önceki kararda yer alan gerekçenin yanında, davalı Hatice A.'nun miras bırakan Rıfat A. ve Güldane A.'ın çocuğu olmadığı gibi davacıların çok sayıda taşınmaz malvarlığı bulunduğu ve davacıların buna yönelik dava açması gereken müteveffa Rıfat A.'ın mirasından yararlanma hakları bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı yasal süresi içinde davalılardan Hatice A. vekilince temyiz edilmiştir.

 II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; nüfus kaydının iptali istemine konu eldeki davada; davacıların, Güldane yönünden aktif husumet ehliyeti olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

13. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

14. Bilindiği üzere TMK’nın 39. maddesi uyarınca mahkeme kararı olmadıkça, kişisel durum sicilinin hiçbir kaydında düzeltme yapılamaz.

15. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 35. maddesi ile de “Kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Aynı Kanun’un 36. maddesine göre de; nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılır.

16. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 38. maddesinde ise, aynı Kanun'un 7. maddesinde sayılan aile kütüklerine tescil edilmesi gereken bilgilerden; dayanak belgesinde bulunduğu hâlde nüfus kütüklerine hatalı veya eksik olarak tescil edilen ya da hiç yazılmayan bilgiler veya mükerrer kayıtların maddi hata kapsamında değerlendirileceği, bu tür maddi hataların ise Genel Müdürlükçe ya da nüfus müdürlükleri tarafından düzeltileceği veya tamamlanacağı düzenlenmiştir [Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanması Yönetmeliği m. 79].

17. Ne var ki, dayanak belgelerdeki bilgilerin aile kütüklerine işlenmesi sırasında yapılmış bir maddi hata söz konusu değil ise, aile kütüğünün herhangi bir kaydında düzeltme veya değişiklik ancak mahkeme kararı ile yapılabilecektir. İşte bu noktalarda, nüfus kütüğünde yer alan “doğru olmayan kayıtlar”, ilgilileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından açılacak olan “kayıt düzeltme davası” ile gerçek durumuna uygun hâle getirilebilir ki, bu dava uygulamada “nüfus kaydının düzeltilmesi davası” olarak adlandırılmaktadır.

18. Zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Nüfus kayıtlarındaki istemlerle ilgili davalarda, mahkemelerin hiçbir kuşku ve duraksamaya neden olmaksızın doğru sicil oluşturmak zorunluluğu bulunmaktadır. Bu bakımdan hâkim re'sen araştırma ilkesinin sonucu olarak kendiliğinden delil toplama yetkisine sahiptir. Şu durumda, zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın kamu düzeni ile yakından ilgili olan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davanın her türlü delil ile ispatı mümkündür.

19. Türk Medeni Kanunu’nun 282. maddesi ile soybağının kurulmasına ilişkin genel esaslar düzenlenmiştir. Anılan düzenleme uyarınca; ana ile çocuk arasındaki soybağının “doğum” ile kurulacağı; baba ile çocuk arasındaki soybağının “babanın ana ile evlenmesi, babanın çocuğu tanıması veya hâkim hükmüyle” kurulacağı ve son fıkrada da “evlat edinme” yoluyla da soybağının kurulabileceği kabul edilmiştir.

20. Soybağı diğer bir ifadeyle nesep; birbirinin soyundan gelen kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Bu kavram; çocuk ile ana-baba arasında doğumla oluşan kan bağının (doğal nesep) yanında, hukuk düzeninin aradığı koşullar içerisinde aranan şartların gerçekleşmesi ile bir çocuğun hukukî olarak bir anne ve babaya bağlanması (hukukî nesep) sonucunda oluşan, bir kimse ile ana ve babası arasındaki hukukî bağı tanımlamaktadır. TMK’nın 282. maddesinin 1. fıkrasına göre çocuk ile ana arasındaki soybağının kurulabilmesi için çocuğun, ana olduğu iddia edilen kadın tarafından doğurulduğunun tespit edilmesi yeterlidir. Çocuğu doğuran kadının evli olup olmaması, anne yönünden soybağının kurulması için önem taşımamaktadır. Ana ile evlilik; TMK’nın 285. maddesi ile düzenleme altına alınan “babalık karinesi” yönünden önem taşımaktadır. Babalık karinesine göre; evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır. Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla mümkündür.

21. Babalık karinesi aksi ispat edilebilen karinelerden olup dava yoluyla ileri sürülebilirler. Böyle bir iddianın ileri sürülebilmesi, dinlenebilmesi veya hükme esas alınabilmesi ancak babalık karinesinden faydalanılarak kurulan soybağı davalarında mümkündür. Eldeki dava; davalı Hatice’nin nüfus kaydının, hem ana hem de baba olarak görünen kişiler yönünden gerçeği yansıtmadığı, resmî sicilin belgelediği olgunun doğru olmadığı, başka bir ifade ile kişisel duruma ilişkin nüfus kaydında yer alan bilginin baştan itibaren gerçek olmadığı hâlde kütüğe yanlış geçirildiği iddiasına dayanmaktadır. Diğer bir ifadeyle ilgili davacılar; nüfus kütüğünde yer alan “doğru olmayan” kaydın gerçeğe uygun hâle getirilmesi için “nüfus kaydının düzeltilmesi” davasını açmışlardır. Öyle ise; somut olayda olduğu gibi, nüfus kaydında yer alan bilginin baştan itibaren gerçek olmadığı iddiasına yönelik olarak açılan kayıt düzeltme davalarında, TMK’nın İkinci Kitabı olan Aile Hukukunun, İkinci Kısmını oluşturan “Hısımlık” ilişkisinin birinci bölümünde 282 ilâ 363. maddeleri arasında düzenleme altına alınan “Soybağı” hükümlerinin uygulama şansı bulunmamaktadır.

22. Hemen belirtmek gerekir ki, anne yönünden soybağı doğumla kendiliğinden kurulduğundan, anne ile çocuk arasında TMK’nın 282 ilâ 363. maddeleri arasında düzenleme altına alınan “Soybağı” davasından söz edilemez. Anne yönünden ancak, çocuğu doğuran kadın olup olmadığının tespitine ilişkin dava gündeme gelebilir. Bu nedenle herhangi bir sebeple, çocuğun kendisini doğuran kadın dışında, bir başka kadının nüfus kütüğüne yazılmış olması durumunda çocuk ile kadın arasında soybağı kurulduğu anlamına gelmeyeceğinden böyle bir durumda doğal olarak babalık karinesinden de faydalanma imkânı bulunmamaktadır. Dolayısıyla babalık karinesinden faydalanma söz konusu olmaksızın, nüfus kütüğüne kaydedilen çocuk ile koca arasında soybağının kurulmuş olmasında da bahsedilemez. Bu şekilde gerçeğe aykırı şekilde oluşturulan yanlış kayıtlar, kayıt düzeltme davaları ile gerçeğe uygun hâle getirilirler.

23. Eldeki davaya gelince, davacı Rıfat A. mirasçılarının; davalı Hatice’nin nüfus kaydında ana ve babası olarak görünen Rıfat ve Güldane’nin gerçekte ana ve babası olmadığını ileri sürerek nüfus kaydının gerçeğe uygun şekilde düzenlenmesini istedikleri, Mahkemece yapılan yargılamada alınan 09.10.2014 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu uyarınca “davalı Hatice’nin, Rıfat ve Güldane ile olan biyolojik anne ve babalığının reddine” karar verildiği gözetilerek davanın kabulüne karar verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece davacıların Güldane yönünden açılan davada “aktif husumet ehliyeti” bulunmadığı gerekçesi ile “Hatice’nin Güldane’nin çocuğu olmaması yönünden” açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek karar bozulmuştur.

24. Uyuşmazlığın çözümünde talebin bölünmezliği ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57 vd maddelerinde düzenlenen dava arkadaşlığının da açıklanması gerekmektedir. Kanun; dava arkadaşlığını “zorunlu ve ihtiyari” olmak üzere iki ana başlık altında toplanmaktadır. Zorunlu dava arkadaşlığı da, yine kendi içinde maddi ve şekli dava arkadaşlığı olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir. Kanun’un 58. maddesi ile düzenleme altına alınan ihtiyari dava arkadaşlığında, davaların birbirinden bağımsız olduğu ve dava arkadaşlarının her birinin, diğerinden bağımsız olarak hareket edebileceği belirtilmiştir. Mecburi dava arkadaşlığında ise durum biraz farklıdır. Kanun’un 59. maddesi “Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

25. Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da, bu hukukî ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hâllerde dava arkadaşlığı maddi bakımdan zorunludur. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise, dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabbih bulunmamaktadır.

26. Bazı hâllerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı hâlde Kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukukî ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan zorunlu dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.

27. Somut olaya gelindiğinde görünürde; davalı Hatice ile Güldane arasındaki soybağı “doğumla”, Rıfat arasındaki soybağı ise “Rıfat’ın ana olarak görünen Güldane ile olan evliliği” nedeniyle TMK’nın 282. maddesi uyarınca kurulmuştur. Çünkü doğuran kadın anadır ve babalık karinesi çerçevesinde Güldane’nin evliliği devam ederken dünyaya getirdiği çocuğun babasının da Rıfat olması yasal zorunluluktur. Öyle ise davacılar tarafından ileri sürülen “Rıfat ile Güldane’nin gerçekte çocuklarının bulunmadığına” dair talebin ana ve baba yönünden bölünemezliği uyarınca; maddi gerçeğin daha iyi ortaya çıkması ve taraflar arasındaki hukukî ilişkinin doğru sonuca bağlanmasının sağlaması için davalılar Rıfat ile Güldane arasında şekli anlamda zorunlu dava arkadaşlığı olduğu, hâl böyle olunca davacıların “Hatice’nin Güldane yönünden de kaydının düşürülmesine yönelik” dava açmakta aktif husumet ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerekir.

28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; nüfus kayıtlarının düzenli tutulması ilkesinin kamu düzeni ile ilgili olmasının kayıtla ilgili olmayan kimselerin de bu davayı açabileceği anlamına gelmeyeceği, hukukî yararın dava şartı olduğu, nüfus kaydında anne olarak görünen kişinin gerçek anne olmadığının tespitinin ancak biyolojik anne, kayden görünen anne ve ana adının yanlış olarak yazıldığını düşünen çocuk, bu kişiler ölmüş ise onların mirasçıları tarafından istenebileceği, davalı ile kayıt annesi arasındaki bu ilişkinin kişilik haklarıyla ilgili olduğu, kişilik haklarına sıkı sıkıya bağlı olan bu kayıtların düzeltilmesi için davacıların dava açmakta hukukî yararlarının bulunmadığı, dolayısıyla davacılar tarafından açılan davanın hukukî yarar yokluğundan reddi gerektiği, hâl böyle olunca direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

29. Hâl böyle olunca yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.

30. Ne var ki, davalının işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yön hakkında gerekli inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun bulunduğundan, davalı Hatice A. vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.10.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Nüfus kaydının düzeltilmesi, aile kütüğüne işlenmiş kaydın bir kısmının düzeltilmesi veya değiştirilmesidir. Türk Medeni Kanununun 36. maddesinin birinci fıkrasına göre, kişisel durum, bu amaçla tutulan resmî sicille belirlenir. Aynı Kanunun 39. ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 35. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz, ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddi hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.

Kanunda, nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılacağı düzenlenmiştir. (5490 SK. md. 36/1-a)

Nüfus kayıtlarının düzenli ve gerçeğe uygun olarak tutulması kamu düzeni ile yakından ilgilidir. Bu nedenle kendiliğinden araştırma ilkesi geçerlidir. Kayıt düzeltme davalarının bu niteliğine rağmen kayıt düzeltme talebiyle dava açabilmek için hukukî yarar bulunması gerekir. Kayıtla ilgisi bulunmayan ve bu davanın açılmasında hukukî yarar bulunmayan kişiler kayıt düzeltme davası açamaz. Zira hukukî yarar dava şartıdır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 282. maddesi gereği çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kendiliğinden kurulur. Zira çocuğu doğuran kadın anadır. Bu nedenle herhangi bir sebeple çocuğun kendisini doğuran kadının dışında bir başka kadının nüfus kütüğüne yazılmış olması, çocuk ile kadın arasında soybağı kurulduğu anlamına gelmeyecektir. Bunun sonucu olarak nüfus kaydında anne görünen kişinin gerçek anne olmadığı tespit edilerek nüfus kaydının düzeltilmesi için açılan davalar da nüfus kayıt düzeltme davası niteliğindedir.

Bu kapsamda nüfus kaydının düzeltilmesi davası açma hakkı genel olarak biyolojik anne olmadığı hâlde anne görünen kadına, gerçek anne olduğunu iddia eden kadına ve ana adının yanlış yazıldığını düşünen çocuğa bu kişiler ölmüş ise bunların mirasçılarına verilmiş bir haktır. Kayıtların düzenli tutulmasının kamu düzeni ile ilgili olması kayıtla ilgisi olmayan diğer kişilerin de bu davayı açabileceği anlamına gelmez. Hukukî yararın dava şartı olması açıkça bu sonucu gerektirmektedir. Yasa koyucu Cumhuriyet Savcısına dahi doğrudan bu davayı açma hakkı vermemiş ancak ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine bu davanın açabileceği şeklinde bir sınırlama getirmiştir.

Nüfus kaydının düzeltilmesi davası baba yönünden açılacak soybağı davalarından farklıdır. Soybağının reddi, tanımanın iptali davaları baba yönünden kurulan soybağının iptalini amaçlayan davalar olup kanunda hak düşürücü sürelere bağlanmıştır. Bu hak düşürücü süreler geçtikten sonra artık baba yönünden soybağının varlığı kesinleşecek bunların doğru hâle getirilmesi için dahi olsa bu davalar açılamayacaktır. Yasa koyucu böylece çocuk ile baba arasında kurulan soybağının belli bir süreye bağlı olmaksızın tartışılmasını uygun görmemiş belli sürelerin geçmesiyle kurulmuş görünen soybağına hukukî kesinlik atfetmiştir. Bu çocuğu ve çocuğun annesi görünen kişiyi koruyan bir kesinliktir. Yasa koyucu bu korumayı sadece ana ve çocuk için öngörmüş olmayıp babalığın tespiti davalarını da hak düşürücü sürelere bağlayarak benzer bir korumayı baba için de sağlamak istemiştir. Aslında burada asıl korunmak istenen kamu düzeni ve toplumun menfaatleridir. Zira bir hakkın hak düşürücü süreye bağlanması da ancak kamu düzeni kavramıyla açıklanabilir.

“Ad, soyadı, cinsiyet, doğum kaydı gibi kişilere ait kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler vazgeçilmez, devredilmez, feragat edilmez, kişiye sıkı surette bağlı kişilik hakları kapsamındadır. Kişilere ait kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgileri içeren kayıtların kişilik haklarından olması, onlara hiçbir müdahalede bulunulamayacağı anlamına gelmez. 5490 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde açıklandığı gibi, Türkiye Cumhuriyetinin en belirgin temel niteliklerinden olan sosyal hukuk devletinin genel çerçevesi içerisinde Türk toplum yaşamı hukuk kuralları ile düzenlenmiştir ve bu düzenlemenin konusunu oluşturan kişilere ait çeşitli bilgiler de hukuk kurallarına uymanın bir gereği olarak kamu yönetimlerince kayıt altına alınmıştır.” (Anayasa Mahkemesinin 30.03.2012 T. 2011/34 E. 2012/34 K. sayılı kararı)

4058 sayılı Yasa ile onaylanıp 11.12.1994 günlü, Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuzun parçası hâline gelmiş olan Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 2.,7. ve 8. maddelerinde açıkca belirlendiği üzere; Devletimiz, sözleşmede yazılı hakları, her çocuğa, ırk, renk, cins, dil, siyaset ya da başka düşünceler, ulusal etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiç bir ayırım yapmaksızın tanımış ve taahhüt etmiştir.

Bu sözleşme ile; yasama organları, idari makamlar, mahkemeler, kamusal ve özel yardım kuruluşları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde; çocuğun yararının temel düşünce olduğu, taraf devletlerin her çocuğun özüne bağlı yaşama hakkına sahip olduğunu, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan her çabayı göstereceklerini kabul ettiği, çocuğun doğumdan sonra derhal sicile (nüfusa) kaydedileceği ve doğumdan itibaren bir isim hakkına, bir vatandaşlık kazanma hakkına ve mümkün olduğu ölçüde ana babasını bilme ve onlar tarafından bakılmak hakkına sahip olduğu açıkça öngörülmüştür.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde davalı Hatice 01.01.1954 doğumlu olup 10.03.1958 tarihli doğum tutanağına bağlı olarak nüfusa kaydı yapılmıştır. Tescile esas doğum tutanağında annesi Güldane A., babası ise Rıfat A. olarak belirtilmiştir. Baba Rıfat doğumun üzerinden 29 yıl geçtikten sonra 1987 yılında, anne Güldane ise doğumun üzerinden 42 yıl geçtikten sonra 2000 yılında ölmüştür. Dava ise doğumun üzerinden 53 yıl geçtikten sonra 08.04.2011 tarihinde açılmıştır. Davacılardan Cemile Rıfat’ın kardeşi, diğer davacılar ise Rıfat’ın kardeşi olan Mehmet’in çocuklarıdır.

Davalı Hatice’nin nüfus kaydında annesinin Güldane olarak gözükmesi Hatice’nin ve annesi görünen Güldane’nin kişilik haklarıyla ilgilidir. Şayet gerçek anne Güldane değil de başka bir kişi ise bu kaydın varlığı gerçek annenin kişilik haklarıyla da ilgilidir. Kişilik hakkına sıkı sıkıya bağlı olan bu kayıtların düzeltilmesi için bu kişilerin dava açmaya hakları vardır.

Doğumun üzerinden 42 yıl geçtiği hâlde anne Güldane sağlığında bu kaydın iptali için dava açmamış, baba Rıfat doğumdan sonra yaşadığı 27 yıllık sürede bu kayıtları kendisi için sorun etmemiş ve hak düşürücü süre içinde soybağının reddi yönünde bir dava açmamıştır. Gerçek anne olduğu iddia edilen kişinin de bu kaydın düzeltilmesi için açtığı bir dava yoktur. Davacılar baba görünen Rıfat’ın kardeşi ve diğer kardeşinin çocuklarıdır. Bu kimseler gerek davalı Hatice, gerek anne görünen Güldane, gerekse anne olduğu iddia edilen Hatice yönünden, bu kaydın iptali hâlinde mirasçı hâline gelebilecek kişi durumunda da değildirler. Kaydın iptal edilmesinde bu nedenle hukukî yararları olmadığından nüfus kaydının iptali için açılan davanın hukukî yarar yokluğundan reddi gerekmektedir.

Annenin Güldane olmadığının anlaşılması hâlinde anneye bağlı olarak baba da değişeceği için davacıların Rıfat’a mirasçı hâline gelebilecekleri ve bu nedenle bu davayı açmakta hukukî yararı bulunduğu düşünülebilir ise de bu dolayısıyla ortaya çıkan bir sonuçtur. Soybağının reddi hâlinde de aynı mirasçı olma durumu ortaya çıkabilecek iken yasa koyucu mirasçı olabilme durumunu öncelememiş bunun yerine hak düşürücü süreye tâbi tutarak soybağına kesinlik kazandırmayı daha öncelikli bir sonuç olarak kabul etmiştir.

Baba görünen Rıfat sağlığında soybağının reddi davası açmamış ve ölümü süre dolduktan sonra gerçekleştiğinden bu hak mirasçılara da geçmemiştir. Mirasçı hâline gelebilecek olmalarına rağmen soybağının reddi davası açma hakkı dahi bulunmayan ve bu yolla mirasçı olabilmeleri mümkün olmaktan çıkmış olan davacıların bu yolla elde edemedikleri mirasçılığı bu kez nüfus kaydının iptali yoluyla elde edebilecek olmalarının da yasanın aradığı anlamda gerçek meşru bir hukukî yarar olmadığının kabulü gerekir.

Bir çocuk en küçüklüğünden 53 yaşına kadar bir kadını anne bilmiş, O’nun elinde büyümüş, anne sevgisini onunla yaşamış ve yüreğinde anne acısını da o kadının ölümüyle hissetmiş iken, kişiliğine sıkı sıkıya bağlı nüfus kayıtları buna uygun iken, kayıtlarla doğrudan ilgisi olmayan kişilerin açacağı kayıt iptali davası ile anne bildiği kişiyle olan hukukî bağını da kaybetme durumuna düşmesi yukarıda yer verilen Anayasa, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Türk Medeni Kanunu hükümlerinin düzenlenme amaçlarıyla da doğrudan bağdaşmayacaktır.

Aksine bir yorum, 53 yıl boyunca gerçek ilgililerin varlığından hiçbir rahatsızlık duymadığı, resmî makamların bir sakınca görerek düzeltme için dava açılmasını da istemediği, doğum ve kişiliğe ilişkin kişilik hakkı kapsamında bilgiler içeren bir nüfus kaydının, dava yoluyla ilgisiz kişilerce sorgulanabilmesi yolunu kolaylıkla açacak, bu ise kamu makamlarının çocuğun üstün yararının korunması ve kişinin maddi ve manevi varlığının korunması yükümlülüklerini hakkıyla yerine getirememiş olmalarına neden olacaktır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar tarafından açılan nüfus kaydının düzeltilmesi davasının hukukî yarar yokluğundan reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

Belirtilen gerekçelerle direnme hükmünün bozulması gerektiği (değişik bozma) görüşünde olduğumdan direnme uygun daireye yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Zeki GÖZÜTOK
Üye