ORTAĞIN PAY ORANINA GÖRE YÖNETİM KURULU ÜYELİĞİNDEN AYRILMASINDAN SONRAKİ DÖNEME İLİŞKİN ALACAKLARDA İŞ MAHKEMESİ GÖREVLİDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/11-2408
KARAR NO : 2021/998
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 06/12/2016
NUMARASI : 2016/735 - 2016/827
DAVACI : A.B. vekili Av. M.Z.
DAVALI : M. Özel Güvenlik Hizmetleri A.Ş. vekili Av. İ.H.A.
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın bir kısım talepler yönünden usulden reddine, bir kısım talepler yönünden ise esastan reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkilinin 17.08.2011 ilâ 27.05.2013 tarihleri arasında 3.000 TL ücret ve 2.000 TL prim üzerinden davalı şirkette genel müdür olarak çalıştığını, Mart, Nisan, Mayıs ayı ücretlerinin, hafta tatili, genel tatil, fazla mesai çalışmaları karşılıklarının ödenmediği gibi yıllık izinlerin de kullandırılmadığını, 05.06.2013 tarihli ihtarname ile iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem tazminatı, fazla çalışma, genel tatil, yıllık izin ücreti ve üç aylık birikmiş ücreti karşılığı olarak şimdilik 1.000 TL'nin faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 01.07.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep sonucunu 16.528,20 TL'ye yükseltmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; davacının müvekkilinin kurucu ortaklarından olduğunu, 07.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olarak, 17.08.2011 ilâ 25.07.2013 tarihleri arasında genel müdür sıfatıyla hizmet verdiğini, davacının yönetim kurulu üyeliğinden istifasının 07.02.2013 tarihli genel kurul kararıyla kabul edildiğini, bu kararın 15.02.2013 tarihinde ilan edildiğini, davacının 01.03.2013 tarihine kadar ara ara şirkete gelmekle genel müdürlük vazifesini aksattığı gibi bu tarihten sonra hiç gelmez olduğunu, haklı nedenle fesih hakkı doğduğu hâlde %10 ortaklık sıfatı da bulunduğundan görevinin başına tekrar geçeceği düşüncesiyle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) nezdinde çıkışının yapılmadığını, dava dilekçesinin tebliğinin ardından haklı nedenle fesih ve çıkış işlemlerinin gerçekleştirildiğini, davacının kıdem tazminatına hak kazanamadığını, yönetim kurulu üyesi ve genel müdür sıfatı ile diğer işçilik alacakları iddiasının da hayatın olağan akışına aykırılık taşıdığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. İstanbul 3. İş Mahkemesinin 23.10.2013 tarihli ve 2013/301 E., 2013/852 K. sayılı kararıyla, görevli mahkemenin İstanbul Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiştir. Anılan görevsizlik kararı, tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine 01.11.2013 tarihinde kesinleşmiş olup davacı vekilinin talebi üzerine dosya görevli olarak gösterilen mahkemeye gönderilmiştir.
7. İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 10.03.2015 tarihli ve 2014/444 E., 2015/163 K. sayılı kararı ile; davacının 15.02.2013 tarihinde hisse devri yaparak ortaklıktan ve yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı, 15.02.2013 tarihine kadar davalı şirkette ortak ve yönetim kurulu üyesi olmakla işveren sıfatı bulunduğundan anılan tarihe kadar işçilik alacağı isteyemeyeceği, bundan sonraki çalışmasının hizmet akdi kapsamında kaldığı, hizmet akdi kapsamında kalan talepler yönünden iş mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle davaya konu 9.000 TL ücret alacağı ve 890,53 TL kıdem tazminatı alacağı olmak üzere toplam 9.890,53 TL yönünden dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine, davaya konu 4.637,67 TL kıdem tazminatı alacağı ve 2.000 TL yıllık izin ücret alacağı olmak üzere toplam 6.637,67 TL alacak istemleri yerinde görülmediğinden reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
9. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 04.04.2016 tarihli ve 2016/2995 E., 2016/3579 K. sayılı kararı ile “… 1- Dava, davalı şirkette genel müdür olarak çalışılan dönem içinde tahakkuk eden alacağın tahsili istemine ilişkin olup davacının, fesih tarihine kadar davalı şirkette genel müdür ve 07.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi sıfatının bulunduğu, ayrıca davalı şirketin ortağı olduğu taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir.
Anonim şirket ile şirketi temsile yetkili murahhas üye veya müdürler arasındaki ilişki 6102 sayılı TTK'nın 365 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Yine TTK'nın 4. maddesinde bu kanundan kaynaklanan uyuşmazlıkların tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava olduğu belirtilmiş; aynı yasanın 5. maddesinde ise aksine hüküm bulunmadıkça tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerinin asliye ticaret mahkemesinde görüleceği öngörülmüştür. Davacının, davalı şirkette genel müdür sıfatının bulunduğu ve 07.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olduğu sabittir. Ayrıca davacının şirket hisselerini devrederek ortaklıktan ayrıldığına ilişkin bir belgeye dosya içerisinde rastlanmadığı, 20.05.2015 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu sorgulama kaydında davacının halen davalı şirket ortağı olduğu görüldüğü halde mahkemece hangi belgeye dayandırıldığı açıklanmadan, davacının 15.12.2013 tarihinde hisselerini devrettiği ve şirketten ayrıldığının görevsizlik kararına gerekçe yapılması doğru görülmemiştir. Bu durumda uyuşmazlığa konu tüm talepler hakkında asliye ticaret mahkemesinin görevli bulunduğu gözetilip işin esasına girilerek neticesine göre bir hüküm tesis edilmesi gerektiği halde davacının yönetim kurulundan ayrılmasına ilişkin kararın Ticaret Sicil Gazetesi'nde ilan edildiği 15.12.2013 tarihinden sonraya tekabül eden istemler yönünden görevsizlik kararı verilmesi yerinde olmamış, davacı vekilinin görevsizlik kararına ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulması gerekmiştir.
2- Davacının esastan incelenip reddedilen kısma ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki 3 nolu bent dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
3- Ancak, davacı, davalı şirkette genel müdür olarak çalıştığını ve Mart, Nisan, Mayıs ayları ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek bu alacağının tahsilini de istemiş olup davacının genel müdür sıfatının bulunduğu taraflar arasında uyuşmazlık dışıdır. Bu durumda davacının genel müdür sıfatına bağlı olarak ücret isteme hakkı bulunduğu nazara alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken işveren sıfatının da bulunduğu, bu nedenle alacak talebinde bulunamayacağı gerekçesiyle talebin reddine karar verilmesi yerinde olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 06.12.2016 tarihli ve 2016/735 E., 2016/827 K. sayılı kararı ile önceki gerekçelere ek olarak; davacının 15.02.2013 tarihinde yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı, şirkette temsil ve ilzam yetkisi ile müdür ya da genel müdür sıfatının bulunmadığı, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 370. maddesi kapsamında temsil ve ilzam yetkisi yönetim kuruluna ait olduğundan 15.02.2013 tarihinden sonraki dönemin aynı Kanun’un 365. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği, anılan dönemde davacı ile davalı şirket arasındaki ilişkinin işçi ve işveren ilişkisi olduğu, taraflar arasında hizmet akdi bulunduğundan görevli mahkemenin iş mahkemeleri olduğu, esasa dair olarak kıdem tazminat alacağı ve yıllık izin ücreti alacağı bakımından anılan alacak kalemlerinin davacının işçilik hakları mahiyetinde olması nedeniyle işveren sıfatıyla talepte bulunamayacağı, bozma kararındaki ücret alacağının Mart-Nisan-Mayıs 2013 aylarına ilişkin olup anılan dönemin 15.02.2013 tarihinden sonrasına ilişkin olması nedeniyle verilen görevsizlik kararına dair müddeabih kapsamında kaldığı, 15.02.2013 tarihinden önceki dönem için aylık ücret alacağı talebinin bulunmadığı, anılan dönem için talep edilen alacağın kıdem tazminatı ve yıllık izne ilişkin olması nedeniyle yerinde olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı tarihten sonraki döneme ilişkin alacak talepleri yönünden asliye ticaret mahkemesinin mi yoksa iş mahkemesinin mi görevli olduğu, buradan varılacak sonuca göre aynı döneme ilişkin davacının genel müdür sıfatına bağlı olarak ileri sürdüğü ücret alacağına ilişkin talebin esası yönünden inceleme yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
14. Genel anlamda bir mahkemenin görevi; belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna giren ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılacağını ifade eder. Mahkemelerin görevlerini belirleyen usul hukuku kuralları kamu düzenine ilişkin olup görev itirazı yargılamanın her aşamasında, usul hukukuna ilişkin hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın taraflarca ileri sürülebileceği gibi, davayı gören mahkeme de bu yönde bir itiraz olmasa bile görevli olup olmadığını kendiliğinden değerlendirmekle yükümlüdür. Her dava, usul hukukunun kamu düzenine ilişkin kurallarının gösterdiği görevli mahkeme hangisi ise onda görülmelidir.
15. Asliye ticaret mahkemeleri, 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un (5235 sayılı Kanun) 5/3. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda asliye ticaret mahkemelerinin iş sahası ve hangi davalara bakacağı TTK'nın 5. maddesinde belirtilmiş olup anılan madde “Aksine hüküm olmadıkça, dava olunan şeyin değerine göre, Asliye Hukuk veya Sulh Hukuk Mahkemesi ticari davalara dahi bakmakla görevlidir. Şu kadar ki; bir yerde Ticaret Mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4. ncü maddesi hükmünce ticari sayılan davalarla, hususi hükümler uyarınca Ticaret Mahkemesinde görülecek diğer işlere Ticaret Mahkemesinde bakılır.” hükmünü içermektedir. Buradan hareketle ele alınması gereken ticari dava kavramının çerçevesi TTK’nın 4. maddesinde “(1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;
a) Bu Kanunda,
b) Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,
c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,
d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,
e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,
f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.” şeklinde düzenlenmiştir. Maddede sayılan bu tür davalar mutlak ticari dava niteliği haiz olup işaret edilen bu ticari davalar dışında tarafların sıfatına ve uyuşmazlık ticari işletmeye ilişkin bulunmasa bile 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 99, 1147 sayılı Ticari İşletme Rehni Kanunu’nun 22, 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu’nun 31, 2003 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 154, 182 ve 296. maddelerinden doğan davalar da mutlak ticari dava sayılmaktadır.
16. Bir davanın ticari nitelikte olup olmadığı, bir diğer ifade ile asliye ticaret mahkemesinde görülüp görülmeyeceğinin belirlenmesi işi de TTK’nın 4. maddesinde gösterilen ilkelere göre yapılmalıdır. Öğretide de benimsenen görüşe göre ticari davalar mutlak ticari davalar ve nispî ticari davalar olarak iki gruba ayrılmakta olup TTK’nın 4/1-a maddesi uyarınca bu Kanun’da düzenlenen hukuk davaları mutlak ticari davalardır. Nispî ticari davalar ise konusu ne olursa olsun, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları olup (TTK m. 4/1) belirtilen kanunî düzenlemeler uyarınca sadece mutlak ya da nispî ticari davalar asliye ticaret mahkemesinin görev alanı içerisindedirler.
17. İş mahkemelerinin görevi ise ilk olarak dava tarihinde yürürlükte olan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile düzenlenmiştir. 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının” çözülmesi görevi iş mahkemelerine aittir. Öte yandan 25.10.2017 tarihinde 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (7036 sayılı Kanun) yürürlüğe girmesi ile 5521 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, 7036 sayılı Kanun ile de göreve ilişkin yeni kurallar ihdas edilmiştir. Bu kapsamda 7036 sayılı Kanun’un görevi düzenleyen 5. maddesi, “(1) İş mahkemeleri;
a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,
b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,
c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara ilişkin dava ve işlere bakar...” hükmünü içermektedir.
18. İş mahkemelerinin görevli olduğu davaların tespitinde iş/hizmet sözleşmesi, işçi, işveren, işveren vekili ve iş ilişkisi kavramlarının da irdelenmesi önem arz etmektedir. İş Kanunu’nun işçi, işveren ve iş ilişkisi kavramlarına ait tanımlamayı içeren 2/1. maddesinin 1. cümlesi “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.” hükmünü haizdir. Bu kapsamda iş sözleşmesi ise, İş Kanunu’nun 8. maddesinde “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” şeklinde tanımlanmıştır.
19. Buradan hareketle iş sözleşmesinin, niteliği itibariyle iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarını ihtiva eden bir sözleşme olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393. maddesinde düzenlenen hizmet sözleşmesi kavramının da İş Kanunu’nda düzenlenen iş sözleşmesi kavramından herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Bu sebeple TBK’da düzenlenen hizmet sözleşmesi de iş mevzuatına dâhil olan ve iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarını kendi bünyesinde barındıran bir tür sözleşme olup anılan sözleşmeden kaynaklı uyuşmazlıklar da İş mahkemelerinin görev kapsamına dâhildir (Süzek, Sarper: İş Hukuku, 18. Baskı, İstanbul 2019, s. 223; Doğan Yenisey, Kübra: Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Üyeliği ve İş Sözleşmesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 74, 2016, s. 318).
20. İş sözleşmesinin varlığı için ilk olarak işçi tarafından bir iş görme ediminin üstlenilmiş olması gerekmekte olup bu edim karşılığında işveren tarafından ücret ödenmesi, varlığı aranan diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak iş sözleşmesinin varlığının kabulü için gerekli olan ve iş sözleşmesini diğer sözleşmelerden ayıran yegâne unsur bağımlılıktır. Bağımlılık unsuru İş Kanunu’nun 8/1. maddesinde de (TBK m. 393/1) “…bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi,…” şeklindeki ifadeyle vurgulanmıştır. İş sözleşmesindeki bağımlılık unsuru niteliği itibariyle ekonomik veya teknik bir bağımlılıktan ziyade kişisel ve hukukî nitelikte bir bağımlılığı ifade eder. Zira işverenin yönetimi/otoritesi altında ve onun vereceği talimatlarla iş görme edimini ifa eden işçinin bağımlılığı işçinin kişiliğiyle ilgili olup bu anlamda bağımlılık unsuru işçi nezdinde bir tür kişisel nitelik barındırmaktadır. Bu çerçevede iş ilişkisinde işverenin talimat verme hakkı karşısında işçinin verilen emir ve talimatlara uyma borcu bulunmaktadır. Bu emir ve talimatlar, diğer sözleşmelerden farklı olarak işçinin edimini ve bu edimin ifa sürecini organize eder. Bu tür bir bağımlılık, iş sözleşmesi tarafları arasında hukukî bir hiyerarşi oluşturmakta olup bu hiyerarşinin meşruiyeti, işçinin iş sözleşmesiyle bu durumu özgür iradesiyle kabulünden gelmektedir. Bu bağlamda iş sözleşmesindeki bağımlılık unsuru aynı zamanda hukukî nitelikte bir bağımlılığı da içermektedir (Süzek, s. 223-225). Buradan hareketle işin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, işçinin bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır.
21. Buna karşın kendi adına bağımsız çalışıp kazanç sağlayan kişiler ise işçi statüsünde kabul edilemezler. Bu kişiler arasında, herhangi bir işverene iş sözleşmesi ile bağlı olmayan esnaf ve sanatkârlar, kolektif, komandite ve limited şirket ortakları, anonim şirket kurucu ortakları, yönetim kurulu üyeleri gibi kimseler kural olarak sayılabilirler. Ancak hukuksal olgu belirtilen şekilde olmakla birlikte, iş hayatında ayrık durumların ortaya çıkması mümkündür. Bir kimsenin biçimsel anlamda anonim şirket yöneticisi veya ortağı gözükmesine karşın, iş sözleşmesinin unsurlarını ihtiva eden bir iş ilişkisi içerisinde çalışma yapması durumunda salt ortaklık veya yöneticilik statüsünden hareketle şirket ile arasında iş/hizmet ilişkisinin bulunmadığına dair bir sonuca varılamaz. Bu sebeple hukuksal statüsü belirlenmek istenilen kişinin şirket içerisindeki pozisyonu, gördüğü iş, çalışma koşulları ve aldığı ücret birlikte değerlendirilerek ekonomik yaşamının ne şekilde sürdürüldüğü ortaya konulup taraflar arasındaki hukukî ilişkinin niteliği belirlenmelidir.
22. Ayrıca belirtilmelidir ki; işçinin, işverenin kapsam ve sınırlarını belirlemiş olduğu iş organizasyonu içerisinde işverene bağımlılığına zarar vermeyecek oranda ve yükümlü olduğu iş görme ediminin ifası uğruna karar alma yetkisiyle işveren yararına iş sözleşmesiyle bağlı olarak çalışması bağımlılık unsurunu ortadan kaldırmamaktadır. Zira genel nitelikte de olsa işveren tarafından çerçevesi çizilen ve organize edilen bir iş görme ediminin ifası, işverenin yönetim ve talimatı altında gerçekleşen bir bağımlılık ilişkisinin varlığını ortaya koymakta olup bu tür bir iş ilişkisinde bağımlılık unsuru görece zayıf olsa da varlığını korur. İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken kendi üretici gücünü kullanması ve işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi işverenle arasındaki bağımlılık unsuruna zarar veren bir olgu olarak değerlendirilemez.
23. Bu aşamada tüzel kişinin işveren niteliği ve yine tüzel kişinin organlarının iş ilişkisindeki konumları üzerinde durulmasında da yarar bulunmaktadır. Genel olarak tüzel kişiler, hak ehliyetine sahip kişiler olarak oluşumları gereği insana özgü niteliklere bağlı durumlar dışındaki bütün haklara sahip olabilirler. Keza fiil ehliyetine de sahiptirler. Dolayısı ile kendi eylemleri sonucu hak sahibi olabilir, sahip oldukları hakları kullanabilir ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunabilirler. Tüzel kişi soyut bir varlık olduğuna göre onun iradesini oluşturacak ve oluşan iradeyi açıklayacak olan yapılar yine şirketin organları olup bu organlar belirli kişi veya kişilerden oluşmaktadırlar.
24. İşveren sıfatına sahip tüzel kişilerde yönetim ile emir ve talimat verme yetkisi tüzel kişinin yukarıda açıklanan organları tarafından kullanılmaktadır. Bu bağlamda geniş anlamda tüzel kişinin iradesinin oluşmasında ve ifade edilmesinde rol oynayan herkes geniş anlamda organ olarak kabul edilebilir. İş hukuku bakımından ise organ; tüzel kişinin yasa veya esas sözleşme gereği var olan organ içerisinde görev ifa eden kişileri ifade etmektedir (Doğan Yenisey, s. 316). Bu doğrultuda tüzel kişilerin iradesi organları vasıtasıyla açıklandığından (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 50) tüzel kişi işverenlerin kendileri soyut işveren, tüzel kişinin icra/yönetim organı ise somut işveren olarak nitelendirilebilir. Bu durumda anonim şirketlerde, iş sözleşmesinin tarafı olan şirketin kendisi soyut işveren, şirketin yönetim ve icra organı olan yönetim kurulu ise somut işveren olarak kabul edilir. Anonim şirketlerde somut işveren sıfatını taşıyan organ bir kuruldan oluşabileceği gibi tek başına bir kişiye verilen yetki çerçevesinde gerçek kişinin de organ sıfatını kazanması mümkündür. Bu bağlamda TTK’nın 367. maddesi uyarınca anonim şirket, yönetimini tek bir yönetim kurulu üyesine bırakılabileceği gibi üçüncü kişiye de devredebilir. Bu düzenleme çerçevesinde yönetim yetkisini devralan yönetim kurulu üyesi yahut üçüncü kişi organ sıfatıyla somut işveren niteliğine sahip olacaktır. Zira tüzel kişinin temsil ve yönetimi ile iradesi bu kişi tarafından ortaya konmaktadır (Süzek, s. 144). Böyle bir durumda murahhas yönetim kurulu üyesi ya da müdür olarak TTK’nın 367. maddesi kapsamında atanan kişiler sahip oldukları işveren sıfatlarıyla ve iş sözleşmesi dâhilinde iş görme ediminin ifası sırasında yönetim ile emir ve talimat verme yetkisine sahip olurlar. Bu sebeple şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını taşıyan bu kişiler işveren konumunda bulunduklarından işçi sayılamazlar.
25. Uyuşmazlığın niteliği gereği üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise; anonim şirketlerde yönetim yetkisinin kullanımında şirkette farklı düzeylerde görev alan ve şirkette pay sahibi olan yöneticilerin şirketle aralarındaki hukukî ilişkidir. Zira pay sahibi yönetici olarak şirket organlarında yahut farklı konumlarda görev alıp şirketin yönetimine katılan kişilerin şirketle olan ilişkilerinin hangi hukuk dalının inceleme konusu olduğunun belirlenmesi, tarafların hak ve yükümlülüklerinin tespitinde ve ortaya çıkacak olan uyuşmazlıklardan kaynaklanan davaların hangi mahkemelerin görev alanında gireceğinin belirlenmesinde önem arz etmektedir.
26. Anonim şirketler, TTK’nın 359. maddesi uyarınca zorunlu yasal organlarından biri olan yönetim kurulu vasıtasıyla yönetilir ve temsil edilirler (TTK m. 365). Ayrıca TTK’nın 135. maddesinde yönetim organı kavramının anonim şirketlerde yönetim kurulu olarak anlaşılması gerektiği açık bir biçimde düzenlenmiştir. Bu doğrultuda yönetim kurulu anonim şirketin hem yönetim hem de temsil organıdır. Yönetim kurulunu oluşturan kişiler de kişi-organ sıfatlarıyla şirketin amacına ve işletme konusuna giren her tür işleri ve hukukî işlemleri şirket adına yapabilir ve bunun için şirket unvanını kullanarak yapacağı işlemlerle şirket lehine hak elde edebileceği gibi şirketi borç altına sokabilirler (TTK m. 371). Bu bağlamda şirketi temsil ve ilzama yetkili olarak yöneten ve bu suretle kişi-organ sıfatına sahip anonim şirket yönetim kurulu üyeleri, iş hukuku bağlamında somut işveren niteliği haiz olup bu kişilerin anonim şirketle aralarındaki ilişki iş/hizmet ilişkisi olarak kabul edilemez.
27. Anonim şirket ile yönetim kurulu üyesi arasındaki ilişkinin hukukî niteliği karşılaştırmalı hukukta tartışmalı olmakla beraber hukukumuzda bu ilişkinin vekâlet akdi olduğu görüşü hakimdir (Çamoğlu, Ersin: Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 1972, s. 102-104). Genel kabul bu olmakla birlikte kişi-organ statüsündeki murahhas yönetim kurulu üyeleri dışında anonim şirket yönetim kurulunu oluşturan kişilerle şirket tüzel kişiliği arasındaki ilişki kural olarak vekâlet akdine dayansa da bu ilişkinin iş/hizmet ilişkisi olarak kurulmasına da bir engel bulunmamaktadır. O hâlde hukukî nitelendirme her somut olaydaki çalışma ilişkisi özelinde yapılmalıdır (Süzek, s. 147). Bu bağlamda İş Kanunu’na tabi genel müdür olarak çalışan pay sahiplerinin aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olmaları hâlinde dahi kişi-organ statüsünü taşıyıp taşımadıklarının ayrıca araştırılması gerekir.
28. Anonim şirket yönetim kurulunda yer almamakla veya TTK’nın 367. maddesi kapsamında şirketi temsil ve ilzama yetkili müdür olarak tayin edilmemekle birlikte şirketin somut işveren niteliğine sahip yönetim kurulundan aldıkları temsil yetkisine dayalı olarak işveren adına farklı seviyelerde yönetimde görev alan ve işçilere emir-talimat verme yetkisine sahip olan genel müdürler, müdürler vb. kişiler ise İş Kanunu kapsamında işveren değil işveren vekili sayılırlar. İşveren vekili ise İş Kanunu’nun 2/4. maddesinde “İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir.” şeklinde tanımlanmış olup işveren vekili hem işçi hem de işveren vekili sıfatlarını birlikte taşımaktadır. Burada işveren vekili sayılabilmek için işveren adına hareket etmek ve işyerinin yönetiminde görevli olmak kanunda aranan iki unsur olarak karşımıza çıkar. Bu kapsamda iş sözleşmesiyle bağlı olarak çalışan işveren vekili işverene karşı işçi sıfatına sahip olduğundan işveren karşısında İş Kanunu’ndan kaynaklanan tüm haklardan yararlanarak aynı Kanun’daki tüm yükümlülüklerden de sorumludur. Bu husus ayrıca İş Kanunu’nun 2/5. maddesinde “Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır. İşveren vekilliği sıfatı, işçilere tanınan hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.” hükmüyle açıkça ifade edilmiştir. Ancak anonim şirketin genel müdürünün, kişi-organ sıfatını haiz bir biçimde şirketi yönetim ve temsil yetkisine sahip bir biçimde yönetim kurulu üyesi olarak atanması durumunda somut işveren sıfatına sahip olması nedeniyle iş/hizmet sözleşmesi çerçevesinde bir çalışan olarak kabulü mümkün değildir.
29. Bu hususla alakalı olarak anonim şirkette çalışan şirket ortaklarının ve yöneticilerinin sosyal güvenlik mevzuatındaki sigortalılık statüleri de yol gösterici mahiyette düzenlemeler içermekte olup 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 4. maddesinde; anılan Kanun’un kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından (a) bendine göre hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar ile (b) bendine göre hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan (3) numaralı alt bende göre anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları hakkında uygulanacağı düzenlenmiştir. Bu çerçevede anonim şirketlerin ortaklarının pay sahibi oldukları şirkette hizmet/iş sözleşmesinin unsurlarını taşıyan bir biçimde fiili bir çalışmalarının bulunması hâlinde 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a kapsamında sigortalı oldukları kabul edilerek bu kişilerin bahse konu madde kapsamında hizmet/iş akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar statüsüne değerlendirme kapsamına alındıkları göze çarpmaktadır. Bu anlamda anonim şirket ortaklarının yönetim kurulu üyesi olarak tayinleri durumunda dahi şirkette çalışan ortağın hangi işte ne kadar süre çalıştığı, özellikle iş/hizmet sözleşmesinin en önemli unsuru olan bağımlılık unsurunun varlığı göz önüne alınmakta, sigortalılık statüsü de buna göre belirlenmektedir. Bu doğrultuda yönetim kurulunda yer almayan ortağın diğer unsurların da varlığı hâlinde iş/hizmet sözleşmesi çerçevesinde ortağı olduğu şirkette çalışmasının iş/hizmet ilişkisi olarak kabulü de mümkündür.
30. Anonim şirket yönetiminde görev alan pay sahibi genel müdür ortak ile şirket arasında iş ilişkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesine temel alınan yegâne ölçüt pay sahibi genel müdürün şirketle arasında var olan hukukî ilişkideki bağımlılık düzeyi olup genel müdür ortağın fiili olarak şirket karşısındaki konumu itibariyle sahip olduğu imkânlar, bu bağımlılığın varlığına veya düzeyine yaptığı etki oranında taraflar arasındaki ilişkinin de vasfını belirlemektedir. Bu sebeple bir anonim şirkette yönetim kurulu üyesi olan yahut olmayan ve farklı düzeylerde şirketin yönetiminde görev alan ortakların şirketle olan ilişkilerinin nitelemesinde her olayın kendi içerisinde barındırdığı koşullara göre değerlendirme yapılıp çalışanın ticari amaçla ve bağımsız olarak kazanç sağlamanın mı yoksa iş/hizmet ilişkisinde olduğu gibi şirkete bağımlı ve ücretli bir çalışmanın mı söz konusu olduğu belirlenerek şirketle çalışan arasındaki ilişkinin niteliği belirlenmelidir.
31. Yönetim kurulu üyesi olmayan anonim şirket ortağının genel müdür olarak şirketle arasındaki ilişkinin niteliğinin ve şirketle arasındaki bağımlılık ilişkisinin belirlenmesinde sahip olduğu pay oranı da dikkate alınması gerekli diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira anonim şirketlerde pay sahipleri, TTK’nın 407/1. maddesi uyarınca şirket işlerine ilişkin haklarını genel kurulda kullanmaktadırlar. Anonim şirketin karar organı olan genel kurul ise TTK’nın 408/2-b maddesi uyarınca yönetim kurulu üyelerinin seçiminde ve görevden alınmalarında yetki sahibidir. Bu anlamda her pay sahibi TTK’nın 408/2-b, 359 ve 364. maddeleri çerçevesinde şirketin yönetim organı olarak yönetim kurulunun tayin ve azlinde sahip oldukları pay oranında söz sahibidirler. Dolayısıyla anonim şirkette çalışan ortağın sahip olduğu pay miktarının şirkette alınacak kararlara etki edebilecek ve karar almada gerekli çoğunluğu sağlayabilecek orana sahip bulunması hâlinde ortağın şirkete kişisel bağımlılığından ve bu suretle iş/hizmet ilişkisinin varlığından söz edilemez. Zira böyle bir durumda somut işveren olan yönetim kurulunu genel kurul vasıtasıyla belirleme yetkisi, çalıştığı şirkette sahip olduğu pay miktarı nedeniyle ortağa ait olacağından kendi belirleme serbestîsine sahip olduğu işveren ile arasında iş/hizmet ilişkisinin varlığı için gereken bir bağımlılık olgusunun mevcudiyetinden bahsedilemeyeceği gibi şirketle çalışan ortak arasında iş/hizmet ilişkisi anlamında bir hukukî hiyerarşinin bulunduğu da söylenemez.
32. Ancak pay sahibi olduğu şirkette çalışan ortağın pay oranının genel kurulda alınacak kararlara etki edemeyecek sembolik düzeyde kalması durumunda ise çalışan ortak ile şirket arasında kişisel ve hukukî anlamda bağımlılık unsurunun ve bu suretle iş/hizmet ilişkisinin varlığı kabul edilerek bu ortağın İş Kanunu’ndan kaynaklanan haklardan yararlanması mümkün olup yine şirketle arasında bu ilişkiden kaynaklı olarak ortaya çıkan uyuşmazlıklardan doğan davaların iş mahkemelerinde görülmesi mümkün olacaktır. Zira bir kimsenin biçimsel anlamda anonim şirket ortağı gözükmesine karşın, bağımlı çalışma koşulları ve aldığı ücret, bağımsız çalışma ve kazanç sağlama durumundan baskınsa salt ortaklık statüsünden hareketle bir sonuca gidilemez. Bu sebeple hukuksal statüsü belirlenmek istenilen şirket ortağının çalıştığı şirket içerisindeki pozisyonu, gördüğü iş, çalışma koşulları ve şirketle arasındaki bağımlılık düzeyi birlikte değerlendirilerek iş görme ediminin ne şekilde sürdürüldüğü ortaya konulması gerekir. Zira sembolik sayılabilecek bir oranda şirket orağı gözükmesine karşın kişinin yasaların öngördüğü anlamda ve yukarda unsurları ortaya konduğu biçimde hizmet/iş sözleşmesine göre çalışması belirlendiği takdirde bu kişiyle ortağı olduğu şirket arasında iş/hizmet ilişkisinin mevcudiyetinin kabulü zorunlu olup bu ilişkiden doğan uyuşmazlıklardan kaynaklanan davalara bakma görevi iş mahkemelerine aittir.
33. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacının davalı şirketin kurucu ortağı olduğu ve 15.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi genel müdür olarak davalı şirkette görev aldığı, yönetim kurulu üyeliği sırasında şirketi tek başına temsil ve ilzâm yetkisinin bulunmadığı, yönetim kurulundan ayrıldığı dönemde ise ortaklık sıfatıyla birlikte davalı şirketten ayrıldığı tarihe kadar şirkette genel müdür olarak görev aldığı, dava tarihi itibariyle davalı şirkette %10 oranında pay sahibi olduğu anlaşılmaktadır.
34. Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldıktan sonraki dönemde genel müdür sıfatıyla şirkette çalışmaya devam ettiğini, belirtilen bu çalışma sırasında davacının şirketin tüm operasyonel faaliyetinde ve şirket çalışanlarının koordinasyonunda görev aldığını belirtmiş olup, davalı tarafça verilen cevap dilekçesinde de davacının genel müdür olarak çalışması doğrulanmıştır. Ayrıca SGK tarafından mahkemeye gönderilen müzekkere cevaplarında davacının davalı şirkette çalıştığı dönemde SGK nezdinde 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a maddesi kapsamında “Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar” tanımı içerisinde sigortalı olarak kayıtlı olduğu belirlenmiştir. Davacının SGK kayıtlarındaki meslek adı “Yönetici (İş Hizmetleri)” olarak tanımlanmakta olup sosyal güvenlik mevzuatına göre davalı şirkette yönetici olmakla beraber şirket ile bağımlılık unsurunu haiz bir iş ilişkisi içerisinde çalışmış olduğu kabul edilebilir.
35. Davalı şirketin ortaklık yapısı bakımından yapılan incelemede ise; şirketin sahip olduğu 50.000 TL sermayenin her biri 1TL kıymetinde 50.000 paya bölünmüştür. Davacının davalı şirket sermayesi üzerindeki ortaklık payı 5000 pay ile 5.000 TL tutarında olup mevcut durum itibariyle davalı şirkette %10 oranında paya sahiptir. Dava dışı diğer ortakların davalı şirketteki payları ise sırasıyla 40.000 pay, 4.000 pay, 500 pay ve yine 500 pay olarak kayıtlıdır. Davalı şirketin ana sözleşmesinin 13. maddesinde de genel kurul toplantı ve karar nisaplarında TTK’nın hükümlerinin uygulanacağı, ortakların sahip oldukları pay oranında oy haklarının bulunduğu düzenlenmiştir. Dolayısıyla toplantı ve karar nisabında uygulanacak olan TTK’nın 418. maddesi uyarınca davalı şirket genel kurulu, sermayenin en az dörtte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin varlığıyla toplanacak olup kararlar toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu ile alınacaktır.
36. Bu doğrultuda yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldıktan sonraki dönemde genel müdür olarak yaptığı işin niteliği ve SGK nezdinde kayıtlı olduğu statü nazara alındığında; davacının davalı şirkette, işveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan işveren vekili niteliğini haiz bir iş/hizmet ilişkisi içerisinde çalıştığının kabulü gerekmektedir. Zira anılan dönemde davacının, şirketi temsil ve ilzama yetkili yönetici olarak iş/hizmet sözleşmesindeki bağımlılık unsurunu ortadan kaldırır düzeyde bir görev aldığı söylenemez. Ayrıca davacı tarafından ifa edilen iş görme ediminin şirketin operasyonel faaliyeti ve çalışanların koordinasyonu kapsamında yönetici olarak gerçekleştirilmiş olması nazara alındığında, davacının uyuşmazlık konusu dönemde, İş Kanunu’nun 2/5. maddesinde tanımlanan işveren vekilliği sıfatı için gerekli tüm unsurları bünyesinde barındıran bir çalışma içerisinde olduğu anlaşılmakta olup bu sebeple işveren vekili sıfatını haiz olan davacı, İş Kanunu’nun 2/6. maddesi uyarınca işveren davalı şirket karşısında iş/hizmet sözleşmesiyle çalışan konumundadır. Ayrıca davacının şirkette sahip olduğu pay oranı ile davalı şirketin ortaklık yapısı ve esas sözleşme hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; davacının, davalı şirketin yönetim kurulunu tayini için alınacak genel kurul kararlarına etkisi, sahip olduğu pay oranı nedeniyle sınırlıdır. Dolayısıyla davacının payı, davalı şirketle olan iş/hizmet ilişkisindeki bağımlılık unsurunu ortadan kaldırabilecek düzeyde değildir.
37. Neticeten davacının, uyuşmazlık konusu dönemde pay sahibi olduğu davalı şirkette, işveren vekili sıfatıyla bağımlı bir nitelikte iş/hizmet ilişkisi içerisinde gerçekleştirdiği çalışma nazara alındığında, bu döneme ilişkin ileri sürdüğü alacak talepleri hakkında yapılacak inceleme ve değerlendirmelerin iş hukukuna ilişkin mevzuatın inceleme alanına girdiği açıktır. Dolayısıyla hem dava tarihinde yürürlükte olan 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesi, hem de dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 7036 sayılı Kanun’un 5. maddesi kapsamında; davacının yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı tarihten sonraki uyuşmazlık konusu döneme ilişkin olarak işbu dava ile ileri sürdüğü alacak talepleri bakımından yapılacak inceleme ve değerlendirme iş mahkemelerinin görevi kapsamında olup bu bağlamda davacının genel müdür sıfatına bağlı olarak uyuşmazlık konusu döneme ilişkin ileri sürdüğü ücret alacağına dair talebinin de yine görevli mahkeme olan iş mahkemesince incelenmesi gerekmektedir.
38. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.09.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
ORTAĞIN PAY ORANINA GÖRE YÖNETİM KURULU ÜYELİĞİNDEN AYRILMASINDAN SONRAKİ DÖNEME İLİŞKİN ALACAKLARDA İŞ MAHKEMESİ GÖREVLİDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/11-2408
KARAR NO : 2021/998
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 06/12/2016
NUMARASI : 2016/735 - 2016/827
DAVACI : A.B. vekili Av. M.Z.
DAVALI : M. Özel Güvenlik Hizmetleri A.Ş. vekili Av. İ.H.A.
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın bir kısım talepler yönünden usulden reddine, bir kısım talepler yönünden ise esastan reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkilinin 17.08.2011 ilâ 27.05.2013 tarihleri arasında 3.000 TL ücret ve 2.000 TL prim üzerinden davalı şirkette genel müdür olarak çalıştığını, Mart, Nisan, Mayıs ayı ücretlerinin, hafta tatili, genel tatil, fazla mesai çalışmaları karşılıklarının ödenmediği gibi yıllık izinlerin de kullandırılmadığını, 05.06.2013 tarihli ihtarname ile iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem tazminatı, fazla çalışma, genel tatil, yıllık izin ücreti ve üç aylık birikmiş ücreti karşılığı olarak şimdilik 1.000 TL'nin faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 01.07.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep sonucunu 16.528,20 TL'ye yükseltmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; davacının müvekkilinin kurucu ortaklarından olduğunu, 07.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olarak, 17.08.2011 ilâ 25.07.2013 tarihleri arasında genel müdür sıfatıyla hizmet verdiğini, davacının yönetim kurulu üyeliğinden istifasının 07.02.2013 tarihli genel kurul kararıyla kabul edildiğini, bu kararın 15.02.2013 tarihinde ilan edildiğini, davacının 01.03.2013 tarihine kadar ara ara şirkete gelmekle genel müdürlük vazifesini aksattığı gibi bu tarihten sonra hiç gelmez olduğunu, haklı nedenle fesih hakkı doğduğu hâlde %10 ortaklık sıfatı da bulunduğundan görevinin başına tekrar geçeceği düşüncesiyle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) nezdinde çıkışının yapılmadığını, dava dilekçesinin tebliğinin ardından haklı nedenle fesih ve çıkış işlemlerinin gerçekleştirildiğini, davacının kıdem tazminatına hak kazanamadığını, yönetim kurulu üyesi ve genel müdür sıfatı ile diğer işçilik alacakları iddiasının da hayatın olağan akışına aykırılık taşıdığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. İstanbul 3. İş Mahkemesinin 23.10.2013 tarihli ve 2013/301 E., 2013/852 K. sayılı kararıyla, görevli mahkemenin İstanbul Asliye Ticaret Mahkemeleri olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiştir. Anılan görevsizlik kararı, tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine 01.11.2013 tarihinde kesinleşmiş olup davacı vekilinin talebi üzerine dosya görevli olarak gösterilen mahkemeye gönderilmiştir.
7. İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 10.03.2015 tarihli ve 2014/444 E., 2015/163 K. sayılı kararı ile; davacının 15.02.2013 tarihinde hisse devri yaparak ortaklıktan ve yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı, 15.02.2013 tarihine kadar davalı şirkette ortak ve yönetim kurulu üyesi olmakla işveren sıfatı bulunduğundan anılan tarihe kadar işçilik alacağı isteyemeyeceği, bundan sonraki çalışmasının hizmet akdi kapsamında kaldığı, hizmet akdi kapsamında kalan talepler yönünden iş mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle davaya konu 9.000 TL ücret alacağı ve 890,53 TL kıdem tazminatı alacağı olmak üzere toplam 9.890,53 TL yönünden dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine, davaya konu 4.637,67 TL kıdem tazminatı alacağı ve 2.000 TL yıllık izin ücret alacağı olmak üzere toplam 6.637,67 TL alacak istemleri yerinde görülmediğinden reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
9. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 04.04.2016 tarihli ve 2016/2995 E., 2016/3579 K. sayılı kararı ile “… 1- Dava, davalı şirkette genel müdür olarak çalışılan dönem içinde tahakkuk eden alacağın tahsili istemine ilişkin olup davacının, fesih tarihine kadar davalı şirkette genel müdür ve 07.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi sıfatının bulunduğu, ayrıca davalı şirketin ortağı olduğu taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir.
Anonim şirket ile şirketi temsile yetkili murahhas üye veya müdürler arasındaki ilişki 6102 sayılı TTK'nın 365 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Yine TTK'nın 4. maddesinde bu kanundan kaynaklanan uyuşmazlıkların tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava olduğu belirtilmiş; aynı yasanın 5. maddesinde ise aksine hüküm bulunmadıkça tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerinin asliye ticaret mahkemesinde görüleceği öngörülmüştür. Davacının, davalı şirkette genel müdür sıfatının bulunduğu ve 07.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olduğu sabittir. Ayrıca davacının şirket hisselerini devrederek ortaklıktan ayrıldığına ilişkin bir belgeye dosya içerisinde rastlanmadığı, 20.05.2015 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu sorgulama kaydında davacının halen davalı şirket ortağı olduğu görüldüğü halde mahkemece hangi belgeye dayandırıldığı açıklanmadan, davacının 15.12.2013 tarihinde hisselerini devrettiği ve şirketten ayrıldığının görevsizlik kararına gerekçe yapılması doğru görülmemiştir. Bu durumda uyuşmazlığa konu tüm talepler hakkında asliye ticaret mahkemesinin görevli bulunduğu gözetilip işin esasına girilerek neticesine göre bir hüküm tesis edilmesi gerektiği halde davacının yönetim kurulundan ayrılmasına ilişkin kararın Ticaret Sicil Gazetesi'nde ilan edildiği 15.12.2013 tarihinden sonraya tekabül eden istemler yönünden görevsizlik kararı verilmesi yerinde olmamış, davacı vekilinin görevsizlik kararına ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulması gerekmiştir.
2- Davacının esastan incelenip reddedilen kısma ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki 3 nolu bent dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
3- Ancak, davacı, davalı şirkette genel müdür olarak çalıştığını ve Mart, Nisan, Mayıs ayları ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek bu alacağının tahsilini de istemiş olup davacının genel müdür sıfatının bulunduğu taraflar arasında uyuşmazlık dışıdır. Bu durumda davacının genel müdür sıfatına bağlı olarak ücret isteme hakkı bulunduğu nazara alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken işveren sıfatının da bulunduğu, bu nedenle alacak talebinde bulunamayacağı gerekçesiyle talebin reddine karar verilmesi yerinde olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 06.12.2016 tarihli ve 2016/735 E., 2016/827 K. sayılı kararı ile önceki gerekçelere ek olarak; davacının 15.02.2013 tarihinde yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı, şirkette temsil ve ilzam yetkisi ile müdür ya da genel müdür sıfatının bulunmadığı, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 370. maddesi kapsamında temsil ve ilzam yetkisi yönetim kuruluna ait olduğundan 15.02.2013 tarihinden sonraki dönemin aynı Kanun’un 365. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği, anılan dönemde davacı ile davalı şirket arasındaki ilişkinin işçi ve işveren ilişkisi olduğu, taraflar arasında hizmet akdi bulunduğundan görevli mahkemenin iş mahkemeleri olduğu, esasa dair olarak kıdem tazminat alacağı ve yıllık izin ücreti alacağı bakımından anılan alacak kalemlerinin davacının işçilik hakları mahiyetinde olması nedeniyle işveren sıfatıyla talepte bulunamayacağı, bozma kararındaki ücret alacağının Mart-Nisan-Mayıs 2013 aylarına ilişkin olup anılan dönemin 15.02.2013 tarihinden sonrasına ilişkin olması nedeniyle verilen görevsizlik kararına dair müddeabih kapsamında kaldığı, 15.02.2013 tarihinden önceki dönem için aylık ücret alacağı talebinin bulunmadığı, anılan dönem için talep edilen alacağın kıdem tazminatı ve yıllık izne ilişkin olması nedeniyle yerinde olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı tarihten sonraki döneme ilişkin alacak talepleri yönünden asliye ticaret mahkemesinin mi yoksa iş mahkemesinin mi görevli olduğu, buradan varılacak sonuca göre aynı döneme ilişkin davacının genel müdür sıfatına bağlı olarak ileri sürdüğü ücret alacağına ilişkin talebin esası yönünden inceleme yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
14. Genel anlamda bir mahkemenin görevi; belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna giren ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılacağını ifade eder. Mahkemelerin görevlerini belirleyen usul hukuku kuralları kamu düzenine ilişkin olup görev itirazı yargılamanın her aşamasında, usul hukukuna ilişkin hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın taraflarca ileri sürülebileceği gibi, davayı gören mahkeme de bu yönde bir itiraz olmasa bile görevli olup olmadığını kendiliğinden değerlendirmekle yükümlüdür. Her dava, usul hukukunun kamu düzenine ilişkin kurallarının gösterdiği görevli mahkeme hangisi ise onda görülmelidir.
15. Asliye ticaret mahkemeleri, 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un (5235 sayılı Kanun) 5/3. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda asliye ticaret mahkemelerinin iş sahası ve hangi davalara bakacağı TTK'nın 5. maddesinde belirtilmiş olup anılan madde “Aksine hüküm olmadıkça, dava olunan şeyin değerine göre, Asliye Hukuk veya Sulh Hukuk Mahkemesi ticari davalara dahi bakmakla görevlidir. Şu kadar ki; bir yerde Ticaret Mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4. ncü maddesi hükmünce ticari sayılan davalarla, hususi hükümler uyarınca Ticaret Mahkemesinde görülecek diğer işlere Ticaret Mahkemesinde bakılır.” hükmünü içermektedir. Buradan hareketle ele alınması gereken ticari dava kavramının çerçevesi TTK’nın 4. maddesinde “(1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;
a) Bu Kanunda,
b) Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,
c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,
d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,
e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,
f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.” şeklinde düzenlenmiştir. Maddede sayılan bu tür davalar mutlak ticari dava niteliği haiz olup işaret edilen bu ticari davalar dışında tarafların sıfatına ve uyuşmazlık ticari işletmeye ilişkin bulunmasa bile 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 99, 1147 sayılı Ticari İşletme Rehni Kanunu’nun 22, 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu’nun 31, 2003 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 154, 182 ve 296. maddelerinden doğan davalar da mutlak ticari dava sayılmaktadır.
16. Bir davanın ticari nitelikte olup olmadığı, bir diğer ifade ile asliye ticaret mahkemesinde görülüp görülmeyeceğinin belirlenmesi işi de TTK’nın 4. maddesinde gösterilen ilkelere göre yapılmalıdır. Öğretide de benimsenen görüşe göre ticari davalar mutlak ticari davalar ve nispî ticari davalar olarak iki gruba ayrılmakta olup TTK’nın 4/1-a maddesi uyarınca bu Kanun’da düzenlenen hukuk davaları mutlak ticari davalardır. Nispî ticari davalar ise konusu ne olursa olsun, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları olup (TTK m. 4/1) belirtilen kanunî düzenlemeler uyarınca sadece mutlak ya da nispî ticari davalar asliye ticaret mahkemesinin görev alanı içerisindedirler.
17. İş mahkemelerinin görevi ise ilk olarak dava tarihinde yürürlükte olan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile düzenlenmiştir. 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre, “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının” çözülmesi görevi iş mahkemelerine aittir. Öte yandan 25.10.2017 tarihinde 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (7036 sayılı Kanun) yürürlüğe girmesi ile 5521 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, 7036 sayılı Kanun ile de göreve ilişkin yeni kurallar ihdas edilmiştir. Bu kapsamda 7036 sayılı Kanun’un görevi düzenleyen 5. maddesi, “(1) İş mahkemeleri;
a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemiadamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,
b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,
c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara ilişkin dava ve işlere bakar...” hükmünü içermektedir.
18. İş mahkemelerinin görevli olduğu davaların tespitinde iş/hizmet sözleşmesi, işçi, işveren, işveren vekili ve iş ilişkisi kavramlarının da irdelenmesi önem arz etmektedir. İş Kanunu’nun işçi, işveren ve iş ilişkisi kavramlarına ait tanımlamayı içeren 2/1. maddesinin 1. cümlesi “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.” hükmünü haizdir. Bu kapsamda iş sözleşmesi ise, İş Kanunu’nun 8. maddesinde “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” şeklinde tanımlanmıştır.
19. Buradan hareketle iş sözleşmesinin, niteliği itibariyle iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarını ihtiva eden bir sözleşme olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393. maddesinde düzenlenen hizmet sözleşmesi kavramının da İş Kanunu’nda düzenlenen iş sözleşmesi kavramından herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Bu sebeple TBK’da düzenlenen hizmet sözleşmesi de iş mevzuatına dâhil olan ve iş görme, ücret ve bağımlılık unsurlarını kendi bünyesinde barındıran bir tür sözleşme olup anılan sözleşmeden kaynaklı uyuşmazlıklar da İş mahkemelerinin görev kapsamına dâhildir (Süzek, Sarper: İş Hukuku, 18. Baskı, İstanbul 2019, s. 223; Doğan Yenisey, Kübra: Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Üyeliği ve İş Sözleşmesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 74, 2016, s. 318).
20. İş sözleşmesinin varlığı için ilk olarak işçi tarafından bir iş görme ediminin üstlenilmiş olması gerekmekte olup bu edim karşılığında işveren tarafından ücret ödenmesi, varlığı aranan diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak iş sözleşmesinin varlığının kabulü için gerekli olan ve iş sözleşmesini diğer sözleşmelerden ayıran yegâne unsur bağımlılıktır. Bağımlılık unsuru İş Kanunu’nun 8/1. maddesinde de (TBK m. 393/1) “…bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi,…” şeklindeki ifadeyle vurgulanmıştır. İş sözleşmesindeki bağımlılık unsuru niteliği itibariyle ekonomik veya teknik bir bağımlılıktan ziyade kişisel ve hukukî nitelikte bir bağımlılığı ifade eder. Zira işverenin yönetimi/otoritesi altında ve onun vereceği talimatlarla iş görme edimini ifa eden işçinin bağımlılığı işçinin kişiliğiyle ilgili olup bu anlamda bağımlılık unsuru işçi nezdinde bir tür kişisel nitelik barındırmaktadır. Bu çerçevede iş ilişkisinde işverenin talimat verme hakkı karşısında işçinin verilen emir ve talimatlara uyma borcu bulunmaktadır. Bu emir ve talimatlar, diğer sözleşmelerden farklı olarak işçinin edimini ve bu edimin ifa sürecini organize eder. Bu tür bir bağımlılık, iş sözleşmesi tarafları arasında hukukî bir hiyerarşi oluşturmakta olup bu hiyerarşinin meşruiyeti, işçinin iş sözleşmesiyle bu durumu özgür iradesiyle kabulünden gelmektedir. Bu bağlamda iş sözleşmesindeki bağımlılık unsuru aynı zamanda hukukî nitelikte bir bağımlılığı da içermektedir (Süzek, s. 223-225). Buradan hareketle işin işverene ait işyerinde görülmesi, malzemenin işveren tarafından sağlanması, iş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, işin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, işçinin bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır.
21. Buna karşın kendi adına bağımsız çalışıp kazanç sağlayan kişiler ise işçi statüsünde kabul edilemezler. Bu kişiler arasında, herhangi bir işverene iş sözleşmesi ile bağlı olmayan esnaf ve sanatkârlar, kolektif, komandite ve limited şirket ortakları, anonim şirket kurucu ortakları, yönetim kurulu üyeleri gibi kimseler kural olarak sayılabilirler. Ancak hukuksal olgu belirtilen şekilde olmakla birlikte, iş hayatında ayrık durumların ortaya çıkması mümkündür. Bir kimsenin biçimsel anlamda anonim şirket yöneticisi veya ortağı gözükmesine karşın, iş sözleşmesinin unsurlarını ihtiva eden bir iş ilişkisi içerisinde çalışma yapması durumunda salt ortaklık veya yöneticilik statüsünden hareketle şirket ile arasında iş/hizmet ilişkisinin bulunmadığına dair bir sonuca varılamaz. Bu sebeple hukuksal statüsü belirlenmek istenilen kişinin şirket içerisindeki pozisyonu, gördüğü iş, çalışma koşulları ve aldığı ücret birlikte değerlendirilerek ekonomik yaşamının ne şekilde sürdürüldüğü ortaya konulup taraflar arasındaki hukukî ilişkinin niteliği belirlenmelidir.
22. Ayrıca belirtilmelidir ki; işçinin, işverenin kapsam ve sınırlarını belirlemiş olduğu iş organizasyonu içerisinde işverene bağımlılığına zarar vermeyecek oranda ve yükümlü olduğu iş görme ediminin ifası uğruna karar alma yetkisiyle işveren yararına iş sözleşmesiyle bağlı olarak çalışması bağımlılık unsurunu ortadan kaldırmamaktadır. Zira genel nitelikte de olsa işveren tarafından çerçevesi çizilen ve organize edilen bir iş görme ediminin ifası, işverenin yönetim ve talimatı altında gerçekleşen bir bağımlılık ilişkisinin varlığını ortaya koymakta olup bu tür bir iş ilişkisinde bağımlılık unsuru görece zayıf olsa da varlığını korur. İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken kendi üretici gücünü kullanması ve işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi işverenle arasındaki bağımlılık unsuruna zarar veren bir olgu olarak değerlendirilemez.
23. Bu aşamada tüzel kişinin işveren niteliği ve yine tüzel kişinin organlarının iş ilişkisindeki konumları üzerinde durulmasında da yarar bulunmaktadır. Genel olarak tüzel kişiler, hak ehliyetine sahip kişiler olarak oluşumları gereği insana özgü niteliklere bağlı durumlar dışındaki bütün haklara sahip olabilirler. Keza fiil ehliyetine de sahiptirler. Dolayısı ile kendi eylemleri sonucu hak sahibi olabilir, sahip oldukları hakları kullanabilir ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunabilirler. Tüzel kişi soyut bir varlık olduğuna göre onun iradesini oluşturacak ve oluşan iradeyi açıklayacak olan yapılar yine şirketin organları olup bu organlar belirli kişi veya kişilerden oluşmaktadırlar.
24. İşveren sıfatına sahip tüzel kişilerde yönetim ile emir ve talimat verme yetkisi tüzel kişinin yukarıda açıklanan organları tarafından kullanılmaktadır. Bu bağlamda geniş anlamda tüzel kişinin iradesinin oluşmasında ve ifade edilmesinde rol oynayan herkes geniş anlamda organ olarak kabul edilebilir. İş hukuku bakımından ise organ; tüzel kişinin yasa veya esas sözleşme gereği var olan organ içerisinde görev ifa eden kişileri ifade etmektedir (Doğan Yenisey, s. 316). Bu doğrultuda tüzel kişilerin iradesi organları vasıtasıyla açıklandığından (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 50) tüzel kişi işverenlerin kendileri soyut işveren, tüzel kişinin icra/yönetim organı ise somut işveren olarak nitelendirilebilir. Bu durumda anonim şirketlerde, iş sözleşmesinin tarafı olan şirketin kendisi soyut işveren, şirketin yönetim ve icra organı olan yönetim kurulu ise somut işveren olarak kabul edilir. Anonim şirketlerde somut işveren sıfatını taşıyan organ bir kuruldan oluşabileceği gibi tek başına bir kişiye verilen yetki çerçevesinde gerçek kişinin de organ sıfatını kazanması mümkündür. Bu bağlamda TTK’nın 367. maddesi uyarınca anonim şirket, yönetimini tek bir yönetim kurulu üyesine bırakılabileceği gibi üçüncü kişiye de devredebilir. Bu düzenleme çerçevesinde yönetim yetkisini devralan yönetim kurulu üyesi yahut üçüncü kişi organ sıfatıyla somut işveren niteliğine sahip olacaktır. Zira tüzel kişinin temsil ve yönetimi ile iradesi bu kişi tarafından ortaya konmaktadır (Süzek, s. 144). Böyle bir durumda murahhas yönetim kurulu üyesi ya da müdür olarak TTK’nın 367. maddesi kapsamında atanan kişiler sahip oldukları işveren sıfatlarıyla ve iş sözleşmesi dâhilinde iş görme ediminin ifası sırasında yönetim ile emir ve talimat verme yetkisine sahip olurlar. Bu sebeple şirketi temsil ve yönetime yetkili kişi-organ sıfatını taşıyan bu kişiler işveren konumunda bulunduklarından işçi sayılamazlar.
25. Uyuşmazlığın niteliği gereği üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise; anonim şirketlerde yönetim yetkisinin kullanımında şirkette farklı düzeylerde görev alan ve şirkette pay sahibi olan yöneticilerin şirketle aralarındaki hukukî ilişkidir. Zira pay sahibi yönetici olarak şirket organlarında yahut farklı konumlarda görev alıp şirketin yönetimine katılan kişilerin şirketle olan ilişkilerinin hangi hukuk dalının inceleme konusu olduğunun belirlenmesi, tarafların hak ve yükümlülüklerinin tespitinde ve ortaya çıkacak olan uyuşmazlıklardan kaynaklanan davaların hangi mahkemelerin görev alanında gireceğinin belirlenmesinde önem arz etmektedir.
26. Anonim şirketler, TTK’nın 359. maddesi uyarınca zorunlu yasal organlarından biri olan yönetim kurulu vasıtasıyla yönetilir ve temsil edilirler (TTK m. 365). Ayrıca TTK’nın 135. maddesinde yönetim organı kavramının anonim şirketlerde yönetim kurulu olarak anlaşılması gerektiği açık bir biçimde düzenlenmiştir. Bu doğrultuda yönetim kurulu anonim şirketin hem yönetim hem de temsil organıdır. Yönetim kurulunu oluşturan kişiler de kişi-organ sıfatlarıyla şirketin amacına ve işletme konusuna giren her tür işleri ve hukukî işlemleri şirket adına yapabilir ve bunun için şirket unvanını kullanarak yapacağı işlemlerle şirket lehine hak elde edebileceği gibi şirketi borç altına sokabilirler (TTK m. 371). Bu bağlamda şirketi temsil ve ilzama yetkili olarak yöneten ve bu suretle kişi-organ sıfatına sahip anonim şirket yönetim kurulu üyeleri, iş hukuku bağlamında somut işveren niteliği haiz olup bu kişilerin anonim şirketle aralarındaki ilişki iş/hizmet ilişkisi olarak kabul edilemez.
27. Anonim şirket ile yönetim kurulu üyesi arasındaki ilişkinin hukukî niteliği karşılaştırmalı hukukta tartışmalı olmakla beraber hukukumuzda bu ilişkinin vekâlet akdi olduğu görüşü hakimdir (Çamoğlu, Ersin: Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 1972, s. 102-104). Genel kabul bu olmakla birlikte kişi-organ statüsündeki murahhas yönetim kurulu üyeleri dışında anonim şirket yönetim kurulunu oluşturan kişilerle şirket tüzel kişiliği arasındaki ilişki kural olarak vekâlet akdine dayansa da bu ilişkinin iş/hizmet ilişkisi olarak kurulmasına da bir engel bulunmamaktadır. O hâlde hukukî nitelendirme her somut olaydaki çalışma ilişkisi özelinde yapılmalıdır (Süzek, s. 147). Bu bağlamda İş Kanunu’na tabi genel müdür olarak çalışan pay sahiplerinin aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olmaları hâlinde dahi kişi-organ statüsünü taşıyıp taşımadıklarının ayrıca araştırılması gerekir.
28. Anonim şirket yönetim kurulunda yer almamakla veya TTK’nın 367. maddesi kapsamında şirketi temsil ve ilzama yetkili müdür olarak tayin edilmemekle birlikte şirketin somut işveren niteliğine sahip yönetim kurulundan aldıkları temsil yetkisine dayalı olarak işveren adına farklı seviyelerde yönetimde görev alan ve işçilere emir-talimat verme yetkisine sahip olan genel müdürler, müdürler vb. kişiler ise İş Kanunu kapsamında işveren değil işveren vekili sayılırlar. İşveren vekili ise İş Kanunu’nun 2/4. maddesinde “İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir.” şeklinde tanımlanmış olup işveren vekili hem işçi hem de işveren vekili sıfatlarını birlikte taşımaktadır. Burada işveren vekili sayılabilmek için işveren adına hareket etmek ve işyerinin yönetiminde görevli olmak kanunda aranan iki unsur olarak karşımıza çıkar. Bu kapsamda iş sözleşmesiyle bağlı olarak çalışan işveren vekili işverene karşı işçi sıfatına sahip olduğundan işveren karşısında İş Kanunu’ndan kaynaklanan tüm haklardan yararlanarak aynı Kanun’daki tüm yükümlülüklerden de sorumludur. Bu husus ayrıca İş Kanunu’nun 2/5. maddesinde “Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır. İşveren vekilliği sıfatı, işçilere tanınan hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.” hükmüyle açıkça ifade edilmiştir. Ancak anonim şirketin genel müdürünün, kişi-organ sıfatını haiz bir biçimde şirketi yönetim ve temsil yetkisine sahip bir biçimde yönetim kurulu üyesi olarak atanması durumunda somut işveren sıfatına sahip olması nedeniyle iş/hizmet sözleşmesi çerçevesinde bir çalışan olarak kabulü mümkün değildir.
29. Bu hususla alakalı olarak anonim şirkette çalışan şirket ortaklarının ve yöneticilerinin sosyal güvenlik mevzuatındaki sigortalılık statüleri de yol gösterici mahiyette düzenlemeler içermekte olup 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 4. maddesinde; anılan Kanun’un kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından (a) bendine göre hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar ile (b) bendine göre hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan (3) numaralı alt bende göre anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları hakkında uygulanacağı düzenlenmiştir. Bu çerçevede anonim şirketlerin ortaklarının pay sahibi oldukları şirkette hizmet/iş sözleşmesinin unsurlarını taşıyan bir biçimde fiili bir çalışmalarının bulunması hâlinde 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a kapsamında sigortalı oldukları kabul edilerek bu kişilerin bahse konu madde kapsamında hizmet/iş akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar statüsüne değerlendirme kapsamına alındıkları göze çarpmaktadır. Bu anlamda anonim şirket ortaklarının yönetim kurulu üyesi olarak tayinleri durumunda dahi şirkette çalışan ortağın hangi işte ne kadar süre çalıştığı, özellikle iş/hizmet sözleşmesinin en önemli unsuru olan bağımlılık unsurunun varlığı göz önüne alınmakta, sigortalılık statüsü de buna göre belirlenmektedir. Bu doğrultuda yönetim kurulunda yer almayan ortağın diğer unsurların da varlığı hâlinde iş/hizmet sözleşmesi çerçevesinde ortağı olduğu şirkette çalışmasının iş/hizmet ilişkisi olarak kabulü de mümkündür.
30. Anonim şirket yönetiminde görev alan pay sahibi genel müdür ortak ile şirket arasında iş ilişkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesine temel alınan yegâne ölçüt pay sahibi genel müdürün şirketle arasında var olan hukukî ilişkideki bağımlılık düzeyi olup genel müdür ortağın fiili olarak şirket karşısındaki konumu itibariyle sahip olduğu imkânlar, bu bağımlılığın varlığına veya düzeyine yaptığı etki oranında taraflar arasındaki ilişkinin de vasfını belirlemektedir. Bu sebeple bir anonim şirkette yönetim kurulu üyesi olan yahut olmayan ve farklı düzeylerde şirketin yönetiminde görev alan ortakların şirketle olan ilişkilerinin nitelemesinde her olayın kendi içerisinde barındırdığı koşullara göre değerlendirme yapılıp çalışanın ticari amaçla ve bağımsız olarak kazanç sağlamanın mı yoksa iş/hizmet ilişkisinde olduğu gibi şirkete bağımlı ve ücretli bir çalışmanın mı söz konusu olduğu belirlenerek şirketle çalışan arasındaki ilişkinin niteliği belirlenmelidir.
31. Yönetim kurulu üyesi olmayan anonim şirket ortağının genel müdür olarak şirketle arasındaki ilişkinin niteliğinin ve şirketle arasındaki bağımlılık ilişkisinin belirlenmesinde sahip olduğu pay oranı da dikkate alınması gerekli diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira anonim şirketlerde pay sahipleri, TTK’nın 407/1. maddesi uyarınca şirket işlerine ilişkin haklarını genel kurulda kullanmaktadırlar. Anonim şirketin karar organı olan genel kurul ise TTK’nın 408/2-b maddesi uyarınca yönetim kurulu üyelerinin seçiminde ve görevden alınmalarında yetki sahibidir. Bu anlamda her pay sahibi TTK’nın 408/2-b, 359 ve 364. maddeleri çerçevesinde şirketin yönetim organı olarak yönetim kurulunun tayin ve azlinde sahip oldukları pay oranında söz sahibidirler. Dolayısıyla anonim şirkette çalışan ortağın sahip olduğu pay miktarının şirkette alınacak kararlara etki edebilecek ve karar almada gerekli çoğunluğu sağlayabilecek orana sahip bulunması hâlinde ortağın şirkete kişisel bağımlılığından ve bu suretle iş/hizmet ilişkisinin varlığından söz edilemez. Zira böyle bir durumda somut işveren olan yönetim kurulunu genel kurul vasıtasıyla belirleme yetkisi, çalıştığı şirkette sahip olduğu pay miktarı nedeniyle ortağa ait olacağından kendi belirleme serbestîsine sahip olduğu işveren ile arasında iş/hizmet ilişkisinin varlığı için gereken bir bağımlılık olgusunun mevcudiyetinden bahsedilemeyeceği gibi şirketle çalışan ortak arasında iş/hizmet ilişkisi anlamında bir hukukî hiyerarşinin bulunduğu da söylenemez.
32. Ancak pay sahibi olduğu şirkette çalışan ortağın pay oranının genel kurulda alınacak kararlara etki edemeyecek sembolik düzeyde kalması durumunda ise çalışan ortak ile şirket arasında kişisel ve hukukî anlamda bağımlılık unsurunun ve bu suretle iş/hizmet ilişkisinin varlığı kabul edilerek bu ortağın İş Kanunu’ndan kaynaklanan haklardan yararlanması mümkün olup yine şirketle arasında bu ilişkiden kaynaklı olarak ortaya çıkan uyuşmazlıklardan doğan davaların iş mahkemelerinde görülmesi mümkün olacaktır. Zira bir kimsenin biçimsel anlamda anonim şirket ortağı gözükmesine karşın, bağımlı çalışma koşulları ve aldığı ücret, bağımsız çalışma ve kazanç sağlama durumundan baskınsa salt ortaklık statüsünden hareketle bir sonuca gidilemez. Bu sebeple hukuksal statüsü belirlenmek istenilen şirket ortağının çalıştığı şirket içerisindeki pozisyonu, gördüğü iş, çalışma koşulları ve şirketle arasındaki bağımlılık düzeyi birlikte değerlendirilerek iş görme ediminin ne şekilde sürdürüldüğü ortaya konulması gerekir. Zira sembolik sayılabilecek bir oranda şirket orağı gözükmesine karşın kişinin yasaların öngördüğü anlamda ve yukarda unsurları ortaya konduğu biçimde hizmet/iş sözleşmesine göre çalışması belirlendiği takdirde bu kişiyle ortağı olduğu şirket arasında iş/hizmet ilişkisinin mevcudiyetinin kabulü zorunlu olup bu ilişkiden doğan uyuşmazlıklardan kaynaklanan davalara bakma görevi iş mahkemelerine aittir.
33. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacının davalı şirketin kurucu ortağı olduğu ve 15.02.2013 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi genel müdür olarak davalı şirkette görev aldığı, yönetim kurulu üyeliği sırasında şirketi tek başına temsil ve ilzâm yetkisinin bulunmadığı, yönetim kurulundan ayrıldığı dönemde ise ortaklık sıfatıyla birlikte davalı şirketten ayrıldığı tarihe kadar şirkette genel müdür olarak görev aldığı, dava tarihi itibariyle davalı şirkette %10 oranında pay sahibi olduğu anlaşılmaktadır.
34. Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldıktan sonraki dönemde genel müdür sıfatıyla şirkette çalışmaya devam ettiğini, belirtilen bu çalışma sırasında davacının şirketin tüm operasyonel faaliyetinde ve şirket çalışanlarının koordinasyonunda görev aldığını belirtmiş olup, davalı tarafça verilen cevap dilekçesinde de davacının genel müdür olarak çalışması doğrulanmıştır. Ayrıca SGK tarafından mahkemeye gönderilen müzekkere cevaplarında davacının davalı şirkette çalıştığı dönemde SGK nezdinde 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a maddesi kapsamında “Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar” tanımı içerisinde sigortalı olarak kayıtlı olduğu belirlenmiştir. Davacının SGK kayıtlarındaki meslek adı “Yönetici (İş Hizmetleri)” olarak tanımlanmakta olup sosyal güvenlik mevzuatına göre davalı şirkette yönetici olmakla beraber şirket ile bağımlılık unsurunu haiz bir iş ilişkisi içerisinde çalışmış olduğu kabul edilebilir.
35. Davalı şirketin ortaklık yapısı bakımından yapılan incelemede ise; şirketin sahip olduğu 50.000 TL sermayenin her biri 1TL kıymetinde 50.000 paya bölünmüştür. Davacının davalı şirket sermayesi üzerindeki ortaklık payı 5000 pay ile 5.000 TL tutarında olup mevcut durum itibariyle davalı şirkette %10 oranında paya sahiptir. Dava dışı diğer ortakların davalı şirketteki payları ise sırasıyla 40.000 pay, 4.000 pay, 500 pay ve yine 500 pay olarak kayıtlıdır. Davalı şirketin ana sözleşmesinin 13. maddesinde de genel kurul toplantı ve karar nisaplarında TTK’nın hükümlerinin uygulanacağı, ortakların sahip oldukları pay oranında oy haklarının bulunduğu düzenlenmiştir. Dolayısıyla toplantı ve karar nisabında uygulanacak olan TTK’nın 418. maddesi uyarınca davalı şirket genel kurulu, sermayenin en az dörtte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin varlığıyla toplanacak olup kararlar toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu ile alınacaktır.
36. Bu doğrultuda yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldıktan sonraki dönemde genel müdür olarak yaptığı işin niteliği ve SGK nezdinde kayıtlı olduğu statü nazara alındığında; davacının davalı şirkette, işveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan işveren vekili niteliğini haiz bir iş/hizmet ilişkisi içerisinde çalıştığının kabulü gerekmektedir. Zira anılan dönemde davacının, şirketi temsil ve ilzama yetkili yönetici olarak iş/hizmet sözleşmesindeki bağımlılık unsurunu ortadan kaldırır düzeyde bir görev aldığı söylenemez. Ayrıca davacı tarafından ifa edilen iş görme ediminin şirketin operasyonel faaliyeti ve çalışanların koordinasyonu kapsamında yönetici olarak gerçekleştirilmiş olması nazara alındığında, davacının uyuşmazlık konusu dönemde, İş Kanunu’nun 2/5. maddesinde tanımlanan işveren vekilliği sıfatı için gerekli tüm unsurları bünyesinde barındıran bir çalışma içerisinde olduğu anlaşılmakta olup bu sebeple işveren vekili sıfatını haiz olan davacı, İş Kanunu’nun 2/6. maddesi uyarınca işveren davalı şirket karşısında iş/hizmet sözleşmesiyle çalışan konumundadır. Ayrıca davacının şirkette sahip olduğu pay oranı ile davalı şirketin ortaklık yapısı ve esas sözleşme hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; davacının, davalı şirketin yönetim kurulunu tayini için alınacak genel kurul kararlarına etkisi, sahip olduğu pay oranı nedeniyle sınırlıdır. Dolayısıyla davacının payı, davalı şirketle olan iş/hizmet ilişkisindeki bağımlılık unsurunu ortadan kaldırabilecek düzeyde değildir.
37. Neticeten davacının, uyuşmazlık konusu dönemde pay sahibi olduğu davalı şirkette, işveren vekili sıfatıyla bağımlı bir nitelikte iş/hizmet ilişkisi içerisinde gerçekleştirdiği çalışma nazara alındığında, bu döneme ilişkin ileri sürdüğü alacak talepleri hakkında yapılacak inceleme ve değerlendirmelerin iş hukukuna ilişkin mevzuatın inceleme alanına girdiği açıktır. Dolayısıyla hem dava tarihinde yürürlükte olan 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesi, hem de dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 7036 sayılı Kanun’un 5. maddesi kapsamında; davacının yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı tarihten sonraki uyuşmazlık konusu döneme ilişkin olarak işbu dava ile ileri sürdüğü alacak talepleri bakımından yapılacak inceleme ve değerlendirme iş mahkemelerinin görevi kapsamında olup bu bağlamda davacının genel müdür sıfatına bağlı olarak uyuşmazlık konusu döneme ilişkin ileri sürdüğü ücret alacağına dair talebinin de yine görevli mahkeme olan iş mahkemesince incelenmesi gerekmektedir.
38. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.09.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.