SEN İSTENMİYORSUN ARTIK, SEN NE GURURSUZ KADINSIN, BOŞANMIYORSUN ŞEKLİNDEKİ AVUKATIN SÖZLERİ KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI TEŞKİL EDER.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/4-811
KARAR NO : 2022/642
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 22/02/2019
NUMARASI : 2018/661 - 2019/81
DAVACI : T.Ş. vekili Av. F.B.K.E.
DAVALI : A.M. vekili Av. A.D.
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin taraf olduğu Ankara 4. Aile Mahkemesinin 2013/1427 E. sayılı boşanma davasında diğer eşi vekil olarak temsil eden davalının 21.06.2011 tarihli duruşma sonrasında davayı şahsileştirerek “Sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun da mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun" şeklinde sözler sarf ettiğini, 20.09.2011 tarihli duruşmada ise müvekkiline "terbiyesizce yalan söylüyorsun" dediğini, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/3.8 E., 2013/1.0 K. sayılı dosyasında yapılan yargılamada davalının bu söylemlerinin hakaret teşkil ettiği gerekçesiyle adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, bir avukat olan davalının sarfettiği bu sözlerin savunmadan uzak, maksadını aşar mahiyette ve müvekkilinin kişilik haklarını zedeler nitelikte olduğunu ileri sürerek 50.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; zamanaşımı def’îsi ileri sürdüğünü, dava konusu ifadeleri söylemediğini, davacının boşanma davasını uzatmak amacıyla dava dışı eşini temsil eden avukatlara karşı asılsız suçlamalarda bulunduğunu, hakaret etmemiş olmasına rağmen özür dilediğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.04.2015 tarihli ve 2013/554 E., 2015/168 K. sayılı kararı ile; davalının davacıya karşı her iki hakaret olayını gerçekleştirdiğinin yargılama sırasında ve ceza davasında dinlenen tanık beyanlarından anlaşıldığı, Ankara Barosunun verdiği disiplin cezasının kapsamı itibariyle de davaya konu hakaret olaylarının gerçekleştiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davalının 20.09.2011 ve 21.06.2011 tarihlerinde davacıya karşı gerçekleştirdiği hakaret eylemlerinden dolayı ayrı ayrı 4.000 TL olmak üzere toplam 8.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.12.2017 tarihli ve 2015/13781 E., 2017/8394 K. sayılı kararı ile; “… Dava, kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı; boşanma aşamasında olduğu eşinin avukatı olan davalı tarafından, aile mahkemesinde görülen davanın 21/06/2011 tarihli duruşması sonrasında kendisine hakaret edildiğini 20/09/2011 tarihli duruşmada yaptığı hakaretin ise, duruşma tutanağına da geçirildiğini belirterek oluşan manevi zararının tazmini isteminde bulunmuştur.
Davalı; davanın zamanaşımına uğradığını, davacının boşanma davasını uzatmak amacıyla haksız olarak hareket ettiğini, davacıya hakaret etmemesine rağmen kendisinden özür dilediğini belirterek, haksız davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davalının söylediği sözlerin, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu kabul edilerek manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
İddia ve savunma hakkının üstünlüğü ilkesi gereğince, davanın görülmesi sırasında tarafların avukatlarının mahkemeye sundukları dilekçeler, deliller veya yaptıkları açıklamalar savunma sınırlarını aşmadığı takdirde, haksız eylem olarak nitelendirilemez.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davaya konu olan sözlerin, davalı tarafından, müvekkilinin boşanma davasında ve yargılama sırasında söylenen sözler olduğu anlaşılmış olup, TBK'nın 58. maddesi gereğince davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde değildir. Bu durumda, mahkemece manevi tazminat isteminin reddedilmesi gerekirken, kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve kararın bozulmasını gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozma nedenine göre davacının temyiz itirazları incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
9. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.02.2019 tarihli ve 2018/661 E., 2019/81 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşanma aşamasında olduğu eşinin avukatı olan davalının davacı için kullandığı ve davaya dayanak yapılan sözlerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu sözlerin söylendiği tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere BK'nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu aşamada “iddia ve savunma dokunulmazlığı” kavramlarına değinmekte fayda bulunmaktadır.
21. Anayasa’nın 36. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” şeklindeki 128. maddesi ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
22. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir. Yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının Anayasa’nın 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19.02.2019, § 45-46).
23. Anayasa’nın ve TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurular ile bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, başvuru veya dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak başvuru veya dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan iddialarda bulunulmasında veya yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış olur.
24. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; Ankara 4. Aile Mahkemesinin 2010/1019 E. sayılı boşanma dosyasında davacının eşinin avukatı sıfatıyla görev yapan davalının, 21.06.2011 tarihli duruşma sonrasında mahkeme salonu dışında davacıya karşı “Sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun da mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun" şeklinde sözler sarf ettiği, ardından bir sonraki 20.09.2011 tarihli duruşmada hâkim huzurunda "terbiyesizce yalan söylüyorsun" dediği, bu söylemler üzerine davacının avukat olan davalıyı şikâyet ettiği, Ceza Mahkemesince her iki söylem sebebiyle hakaret suçunun oluştuğu sabit görülerek davalı hakkında adli para cezasına hükmedildiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, verilen karara itirazın reddedilmesi ile kararın 18.04.2013 tarihinde kesinleştiği, ayrıca davalı hakkında Ankara Barosu tarafından bu söylemler nedeniyle yapılan şikâyetten dolayı da hakaret ve disiplin suçu oluşturduğu gerekçesiyle uyarma cezası verildiği anlaşılmaktadır.
25. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davalı tarafından davacıya karşı boşanma davasının yargılaması esnasında 21.06.2011 tarihli duruşma sonrası ve 20.09.2011 tarihli duruşma sırasında davacının iddia ettiği yukarıdaki paragrafta belirtilen sözlerin söylendiği hususunda mahkeme ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. İhtilaf söylenen sözlerin kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olup olmadığı noktasındadır.
26. Bu durumda; davalının gerek duruşma esnasında gerekse de duruşma sonrasında kullandığı ifadelerin davacıyı küçük düşürücü nitelikte olduğu, öte yandan davalının vekil olduğu boşanma davasında yapılan yargılama sırasında bu sözleri kullanmaksızın iddia ve savunma yapmasının da mümkün olduğu göz önünde bulundurulduğunda iddia ve savunma sınırları içerisinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği sonucuna varılmıştır.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; avukat olan davalı tarafından boşanma davası esnasında davacıya karşı söylenen sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, her ne kadar disiplin soruşturması ve ceza davasında hakaret olduğu kabul edilmişse de disiplin kararı ve ceza yargılamasında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın görülmekte olan eldeki davayı bağlamayacağı, söylenen sözlerin hakaret teşkil etmediği gibi kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olmadığı, bu nedenle direnme kararının Özel Daire bozma kararındaki gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile yine avukat olan davalının 21.06.2011 tarihli duruşma sonrası mahkeme salonunun dışında söylediği sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kalmadığı, hakaret içerdiğinden kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği, ancak 20.09.2011 tarihli duruşmada söylenen sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, bu nedenle kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği, dolayısıyla sadece ilk söylem yönünden manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden bu yönüyle direnmenin uygun olduğu, ikinci söylem bakımından ise Özel Daire bozma kararındaki gerekçe gibi bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
28. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
29. Dava tarihi 28.11.2013 olmasına rağmen direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 06.12.2013 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
30. Ancak, Özel Dairece diğer temyiz itirazları yönünden bir inceleme yapılmadığından buna ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.05.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Haksız fiiller TBK 49 ila 76. maddelerde düzenlenmiştir. Haksız fiilin temelinin düzenlendiği TBK 49. maddeye göre; kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Bu temel düzenleme ile bakıldığında, haksız fiil sorumluluğundan bahsedilebilmesi için bir fiilin bulunması, fiilin hukuka aykırı olması, kusurun bulunması, hukuka aykırı fiille zarar verilmesi ve hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Böylelikle haksız fiilin; fiil, hukuka aykırılık, kusur, zarar ve uygun illiyet bağından ibaret olmak üzere beş unsuru bulunduğu söylenebilir. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemeyecektir.
Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir (TMK 24/1). Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır (TMK 24/2).
TBK 58. maddeye göre; kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Haksız fiile dayalı olan bu sorumlulukta da haksız fiilin unsurları aranacaktır.
Bu maddede düzenlenen sorumluluk kusur esasına dayalıdır. BK 49. maddede 1988 yılında yapılan değişiklikle kusurun ağırlığı unsur olmaktan çıkarılmış ve maddenin karşılığı olan TBK 58. maddede de unsur olarak yer verilmemiş olduğundan, manevi tazminata hükmedilmesi için ağır kusurlu olunması şart olmayıp ağır olmasa da kusurlu olunması yeterlidir.
Kişinin iyi niyetli veya kötü niyetli olması kusur sorumluluğu bakımından bir unsur olmamakla birlikte kişinin kusurlu sayılıp sayılamayacağı ve buradan hareketle TBK 58. madde kapsamında manevi tazminata hükmedilebilmesi yönünden yine de önem taşımaktadır. Hayatın olağan akışı içinde kendinden beklenmesi gereken özeni gösteren kişinin kötü niyetli ve buna bağlı olarak kusurlu olduğu sonucuna varılamaz ise de objektif özen yükümlülükleri çerçevesinde davranmayarak başkalarının kişilik haklarının zedelenmesine yol açacak bir sonucu gerçekleştiren kişinin de doğrudan kusursuz sayılması ve manevi tazminat sorumluluğundan kurtulması mümkün değildir.
Kusurun varlığı ve kişinin iyi niyetli ya da kötü niyetli sayılıp sayılmayacağının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi, hukuka aykırılık unsuru bakımından ise somut olayla ilgili yasal düzenlemelerin de gözetilmesi gerekir.
Anayasanın, "hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesine göre; Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
6100 sayılı HMK’nın “Hukukî dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesi hükmüne göre: Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, Açıklama ve ispat hakkını, Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir.
Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasa’nın 36. maddesi ile teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İddia ve savunma dokunulmazlığı başlıklı 128. maddesinde, de yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmeyeceği, ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği düzenlenmiştir.
Anayasa’nın ve 5237 sayılı TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.10.1998 tarihli ve 1998/225 E., 1998/316 K. sayılı kararı).
Hak arama hürriyeti ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Somut olay bakımından önemi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının niteliği üzerinde de durulmalıdır. CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.” 5271 sayılı CMK 223. maddede sayılan hükümler arasında da yer almayan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı “koşullu bir düşme kararı” niteliğinde olup, Kanunda yasa yolu da açıkça itiraz olarak öngörülmüştür. Koşulların gerçekleşmesi hâlinde 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinde belirtilen düşme kararı verileceğinden, ancak bu aşamada yani düşme kararı verildiğinde, hükümlere ilişkin yasa yolu olan istinaf ya da temyiz yasa yoluna başvurulabilecektir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının açıklanan bu nitelikleri nedeniyle, geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün, BK’nın 53. (TBK 74) maddesi anlamında hukuk hâkimi yönünden bağlayıcılığı yoktur. Somut olayın oluşunu hukuk hâkimi kendisi takdir etmelidir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacının boşanma aşamasında olduğu eşinin avukat olan davalının davacı için kullandığı duruşma dışında ve duruşmada söylenen sözlerin savunma hakkı sınırları içinde kalıp kalmadığı manevi tazminatı gerektiren kişilik hakkını saldırı niteliğinde olup olmadığı konusunda Özel Daire ile mahkeme arasında uyuşmazlık vardır.
21.06.2011 tarihinde duruşma sonrası duruşma salonu dışında yaşanan tartışmada davalının davacıya “sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun, mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun” sözlerini söylediği, sonrasında yapılan 20.09.2011 tarihli duruşmada davacının bu hususu duruşmada ısrarlı bir şekilde belirtip tutanağa geçirtmeye çalıştığı sonra da davalının davacıya “terbiyesizce yalan söylüyorsun” dediği kabul edilerek her iki eylem için ayrı ayrı manevi tazminat takdir edilmiştir.
Mahkemenin eylemi sabit kabul ederken gerekçesinde; hükmün açıklanmasının geriye bırakılan hükmün bir nevi infazın ertelenmesi olduğunu belirtmesi ayrıca davalıya verilen ve ana gerekçesi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı olan disiplin cezası verildiğinden söz etmesi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının yukarıda açıklanan niteliğine göre yerinde değil ise de tanık olarak bildirilen ancak ceza dosyasında dinlendiği için mahkemece yeniden dinlenmeyen tanık beyanları da esas alınarak eylemlerin varlığı kabul edildiğinden ayrıca eylemlerin varlığı konusunda Özel Daire ile mahkeme arasından uyuşmazlık bulunmadığından bu eylemlerin gerçekleştiği kabul edilerek uyuşmazlık çözümlenmelidir.
Duruşma sırasında söylenen sözler davacının dışarıda gerçekleşen olayı tutanağa geçirtmeye çalışması sonrası söylenmiş olup iddianın doğru olmadığı anlamında ifadelerin yalan olduğunun söylenmesi, davacının itirazı üzerine “terbiyesizce yalan söylüyorsun” denildiği sabit olmuş olup olayın yaşandığı duruşma boşanma davası ile ilgili olsa da bu sözlerin karşı tarafça getirilip tutanağa geçirilmesinin istenmesi üzerine duruşmada müvekkilinin vekili olarak avukat kimliğinin saygınlığını da koruyabilmek adına savunma hakkı sınırları içinde söylenmiş olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda kişilik hakkına saldırı nedeniyle manevi tazminat isteme koşulları bu eylem yönünden oluşmadığı için buna değinen bozma kararı yerinde olup uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
Duruşma sonrası dışarı da söylenilen “ne gurursuz kadınsın, istenmiyorsun artık” sözlerinin ise söylendiği ortam itibarıyla yargılama faaliyeti ile ilgili olmaksızın savunma hakkı sınırları içinde söylenmiş sözler sayılması mümkün değildir. Bu sözler kişiyi incitici kişilik hakkına saldırı teşkil eder nitelikte olduğundan, Mahkemece manevi tazminat koşullarının oluştuğu kabul edilerek önceki hükümde direnilmesi uygundur.
Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme hükmünün ilk eylem yönünden uygun bulunup miktar incelemesi yapılmak üzere daireye gönderilmesi gerektiği, ikinci eylem yönünden ise Özel Daire kararı gibi bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan her iki eylem yönünden de direnme uygun bulunarak miktar incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Sevinç TÜRKÖZMEN Zeki GÖZÜTOK
Üye Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 14’ü DİRENME UYGUN DAİREYE 4’ü BOZMA, 2’si ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
BİLGİ : “Boşanma davası dilekçesindeki para karşılığı cinsel ilişki ifadesi kişilik haklarını ihlal etmez” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 20 Ekim 2020 tarihli kararı için bkz.
SEN İSTENMİYORSUN ARTIK, SEN NE GURURSUZ KADINSIN, BOŞANMIYORSUN ŞEKLİNDEKİ AVUKATIN SÖZLERİ KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI TEŞKİL EDER.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/4-811
KARAR NO : 2022/642
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 22/02/2019
NUMARASI : 2018/661 - 2019/81
DAVACI : T.Ş. vekili Av. F.B.K.E.
DAVALI : A.M. vekili Av. A.D.
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin taraf olduğu Ankara 4. Aile Mahkemesinin 2013/1427 E. sayılı boşanma davasında diğer eşi vekil olarak temsil eden davalının 21.06.2011 tarihli duruşma sonrasında davayı şahsileştirerek “Sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun da mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun" şeklinde sözler sarf ettiğini, 20.09.2011 tarihli duruşmada ise müvekkiline "terbiyesizce yalan söylüyorsun" dediğini, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/3.8 E., 2013/1.0 K. sayılı dosyasında yapılan yargılamada davalının bu söylemlerinin hakaret teşkil ettiği gerekçesiyle adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, bir avukat olan davalının sarfettiği bu sözlerin savunmadan uzak, maksadını aşar mahiyette ve müvekkilinin kişilik haklarını zedeler nitelikte olduğunu ileri sürerek 50.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; zamanaşımı def’îsi ileri sürdüğünü, dava konusu ifadeleri söylemediğini, davacının boşanma davasını uzatmak amacıyla dava dışı eşini temsil eden avukatlara karşı asılsız suçlamalarda bulunduğunu, hakaret etmemiş olmasına rağmen özür dilediğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.04.2015 tarihli ve 2013/554 E., 2015/168 K. sayılı kararı ile; davalının davacıya karşı her iki hakaret olayını gerçekleştirdiğinin yargılama sırasında ve ceza davasında dinlenen tanık beyanlarından anlaşıldığı, Ankara Barosunun verdiği disiplin cezasının kapsamı itibariyle de davaya konu hakaret olaylarının gerçekleştiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davalının 20.09.2011 ve 21.06.2011 tarihlerinde davacıya karşı gerçekleştirdiği hakaret eylemlerinden dolayı ayrı ayrı 4.000 TL olmak üzere toplam 8.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.12.2017 tarihli ve 2015/13781 E., 2017/8394 K. sayılı kararı ile; “… Dava, kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı; boşanma aşamasında olduğu eşinin avukatı olan davalı tarafından, aile mahkemesinde görülen davanın 21/06/2011 tarihli duruşması sonrasında kendisine hakaret edildiğini 20/09/2011 tarihli duruşmada yaptığı hakaretin ise, duruşma tutanağına da geçirildiğini belirterek oluşan manevi zararının tazmini isteminde bulunmuştur.
Davalı; davanın zamanaşımına uğradığını, davacının boşanma davasını uzatmak amacıyla haksız olarak hareket ettiğini, davacıya hakaret etmemesine rağmen kendisinden özür dilediğini belirterek, haksız davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davalının söylediği sözlerin, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu kabul edilerek manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
İddia ve savunma hakkının üstünlüğü ilkesi gereğince, davanın görülmesi sırasında tarafların avukatlarının mahkemeye sundukları dilekçeler, deliller veya yaptıkları açıklamalar savunma sınırlarını aşmadığı takdirde, haksız eylem olarak nitelendirilemez.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davaya konu olan sözlerin, davalı tarafından, müvekkilinin boşanma davasında ve yargılama sırasında söylenen sözler olduğu anlaşılmış olup, TBK'nın 58. maddesi gereğince davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde değildir. Bu durumda, mahkemece manevi tazminat isteminin reddedilmesi gerekirken, kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve kararın bozulmasını gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozma nedenine göre davacının temyiz itirazları incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
9. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.02.2019 tarihli ve 2018/661 E., 2019/81 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşanma aşamasında olduğu eşinin avukatı olan davalının davacı için kullandığı ve davaya dayanak yapılan sözlerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu sözlerin söylendiği tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere BK'nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu aşamada “iddia ve savunma dokunulmazlığı” kavramlarına değinmekte fayda bulunmaktadır.
21. Anayasa’nın 36. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” şeklindeki 128. maddesi ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
22. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir. Yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının Anayasa’nın 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19.02.2019, § 45-46).
23. Anayasa’nın ve TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurular ile bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, başvuru veya dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak başvuru veya dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan iddialarda bulunulmasında veya yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış olur.
24. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; Ankara 4. Aile Mahkemesinin 2010/1019 E. sayılı boşanma dosyasında davacının eşinin avukatı sıfatıyla görev yapan davalının, 21.06.2011 tarihli duruşma sonrasında mahkeme salonu dışında davacıya karşı “Sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun da mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun" şeklinde sözler sarf ettiği, ardından bir sonraki 20.09.2011 tarihli duruşmada hâkim huzurunda "terbiyesizce yalan söylüyorsun" dediği, bu söylemler üzerine davacının avukat olan davalıyı şikâyet ettiği, Ceza Mahkemesince her iki söylem sebebiyle hakaret suçunun oluştuğu sabit görülerek davalı hakkında adli para cezasına hükmedildiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, verilen karara itirazın reddedilmesi ile kararın 18.04.2013 tarihinde kesinleştiği, ayrıca davalı hakkında Ankara Barosu tarafından bu söylemler nedeniyle yapılan şikâyetten dolayı da hakaret ve disiplin suçu oluşturduğu gerekçesiyle uyarma cezası verildiği anlaşılmaktadır.
25. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davalı tarafından davacıya karşı boşanma davasının yargılaması esnasında 21.06.2011 tarihli duruşma sonrası ve 20.09.2011 tarihli duruşma sırasında davacının iddia ettiği yukarıdaki paragrafta belirtilen sözlerin söylendiği hususunda mahkeme ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. İhtilaf söylenen sözlerin kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olup olmadığı noktasındadır.
26. Bu durumda; davalının gerek duruşma esnasında gerekse de duruşma sonrasında kullandığı ifadelerin davacıyı küçük düşürücü nitelikte olduğu, öte yandan davalının vekil olduğu boşanma davasında yapılan yargılama sırasında bu sözleri kullanmaksızın iddia ve savunma yapmasının da mümkün olduğu göz önünde bulundurulduğunda iddia ve savunma sınırları içerisinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği sonucuna varılmıştır.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; avukat olan davalı tarafından boşanma davası esnasında davacıya karşı söylenen sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, her ne kadar disiplin soruşturması ve ceza davasında hakaret olduğu kabul edilmişse de disiplin kararı ve ceza yargılamasında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın görülmekte olan eldeki davayı bağlamayacağı, söylenen sözlerin hakaret teşkil etmediği gibi kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olmadığı, bu nedenle direnme kararının Özel Daire bozma kararındaki gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile yine avukat olan davalının 21.06.2011 tarihli duruşma sonrası mahkeme salonunun dışında söylediği sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kalmadığı, hakaret içerdiğinden kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği, ancak 20.09.2011 tarihli duruşmada söylenen sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, bu nedenle kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği, dolayısıyla sadece ilk söylem yönünden manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden bu yönüyle direnmenin uygun olduğu, ikinci söylem bakımından ise Özel Daire bozma kararındaki gerekçe gibi bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
28. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
29. Dava tarihi 28.11.2013 olmasına rağmen direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 06.12.2013 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
30. Ancak, Özel Dairece diğer temyiz itirazları yönünden bir inceleme yapılmadığından buna ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.05.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Haksız fiiller TBK 49 ila 76. maddelerde düzenlenmiştir. Haksız fiilin temelinin düzenlendiği TBK 49. maddeye göre; kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Bu temel düzenleme ile bakıldığında, haksız fiil sorumluluğundan bahsedilebilmesi için bir fiilin bulunması, fiilin hukuka aykırı olması, kusurun bulunması, hukuka aykırı fiille zarar verilmesi ve hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Böylelikle haksız fiilin; fiil, hukuka aykırılık, kusur, zarar ve uygun illiyet bağından ibaret olmak üzere beş unsuru bulunduğu söylenebilir. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemeyecektir.
Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir (TMK 24/1). Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır (TMK 24/2).
TBK 58. maddeye göre; kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Haksız fiile dayalı olan bu sorumlulukta da haksız fiilin unsurları aranacaktır.
Bu maddede düzenlenen sorumluluk kusur esasına dayalıdır. BK 49. maddede 1988 yılında yapılan değişiklikle kusurun ağırlığı unsur olmaktan çıkarılmış ve maddenin karşılığı olan TBK 58. maddede de unsur olarak yer verilmemiş olduğundan, manevi tazminata hükmedilmesi için ağır kusurlu olunması şart olmayıp ağır olmasa da kusurlu olunması yeterlidir.
Kişinin iyi niyetli veya kötü niyetli olması kusur sorumluluğu bakımından bir unsur olmamakla birlikte kişinin kusurlu sayılıp sayılamayacağı ve buradan hareketle TBK 58. madde kapsamında manevi tazminata hükmedilebilmesi yönünden yine de önem taşımaktadır. Hayatın olağan akışı içinde kendinden beklenmesi gereken özeni gösteren kişinin kötü niyetli ve buna bağlı olarak kusurlu olduğu sonucuna varılamaz ise de objektif özen yükümlülükleri çerçevesinde davranmayarak başkalarının kişilik haklarının zedelenmesine yol açacak bir sonucu gerçekleştiren kişinin de doğrudan kusursuz sayılması ve manevi tazminat sorumluluğundan kurtulması mümkün değildir.
Kusurun varlığı ve kişinin iyi niyetli ya da kötü niyetli sayılıp sayılmayacağının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi, hukuka aykırılık unsuru bakımından ise somut olayla ilgili yasal düzenlemelerin de gözetilmesi gerekir.
Anayasanın, "hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesine göre; Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
6100 sayılı HMK’nın “Hukukî dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesi hükmüne göre: Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, Açıklama ve ispat hakkını, Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir.
Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasa’nın 36. maddesi ile teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İddia ve savunma dokunulmazlığı başlıklı 128. maddesinde, de yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmeyeceği, ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği düzenlenmiştir.
Anayasa’nın ve 5237 sayılı TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.10.1998 tarihli ve 1998/225 E., 1998/316 K. sayılı kararı).
Hak arama hürriyeti ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Somut olay bakımından önemi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının niteliği üzerinde de durulmalıdır. CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.” 5271 sayılı CMK 223. maddede sayılan hükümler arasında da yer almayan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı “koşullu bir düşme kararı” niteliğinde olup, Kanunda yasa yolu da açıkça itiraz olarak öngörülmüştür. Koşulların gerçekleşmesi hâlinde 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinde belirtilen düşme kararı verileceğinden, ancak bu aşamada yani düşme kararı verildiğinde, hükümlere ilişkin yasa yolu olan istinaf ya da temyiz yasa yoluna başvurulabilecektir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının açıklanan bu nitelikleri nedeniyle, geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün, BK’nın 53. (TBK 74) maddesi anlamında hukuk hâkimi yönünden bağlayıcılığı yoktur. Somut olayın oluşunu hukuk hâkimi kendisi takdir etmelidir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacının boşanma aşamasında olduğu eşinin avukat olan davalının davacı için kullandığı duruşma dışında ve duruşmada söylenen sözlerin savunma hakkı sınırları içinde kalıp kalmadığı manevi tazminatı gerektiren kişilik hakkını saldırı niteliğinde olup olmadığı konusunda Özel Daire ile mahkeme arasında uyuşmazlık vardır.
21.06.2011 tarihinde duruşma sonrası duruşma salonu dışında yaşanan tartışmada davalının davacıya “sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun, mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun” sözlerini söylediği, sonrasında yapılan 20.09.2011 tarihli duruşmada davacının bu hususu duruşmada ısrarlı bir şekilde belirtip tutanağa geçirtmeye çalıştığı sonra da davalının davacıya “terbiyesizce yalan söylüyorsun” dediği kabul edilerek her iki eylem için ayrı ayrı manevi tazminat takdir edilmiştir.
Mahkemenin eylemi sabit kabul ederken gerekçesinde; hükmün açıklanmasının geriye bırakılan hükmün bir nevi infazın ertelenmesi olduğunu belirtmesi ayrıca davalıya verilen ve ana gerekçesi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı olan disiplin cezası verildiğinden söz etmesi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının yukarıda açıklanan niteliğine göre yerinde değil ise de tanık olarak bildirilen ancak ceza dosyasında dinlendiği için mahkemece yeniden dinlenmeyen tanık beyanları da esas alınarak eylemlerin varlığı kabul edildiğinden ayrıca eylemlerin varlığı konusunda Özel Daire ile mahkeme arasından uyuşmazlık bulunmadığından bu eylemlerin gerçekleştiği kabul edilerek uyuşmazlık çözümlenmelidir.
Duruşma sırasında söylenen sözler davacının dışarıda gerçekleşen olayı tutanağa geçirtmeye çalışması sonrası söylenmiş olup iddianın doğru olmadığı anlamında ifadelerin yalan olduğunun söylenmesi, davacının itirazı üzerine “terbiyesizce yalan söylüyorsun” denildiği sabit olmuş olup olayın yaşandığı duruşma boşanma davası ile ilgili olsa da bu sözlerin karşı tarafça getirilip tutanağa geçirilmesinin istenmesi üzerine duruşmada müvekkilinin vekili olarak avukat kimliğinin saygınlığını da koruyabilmek adına savunma hakkı sınırları içinde söylenmiş olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda kişilik hakkına saldırı nedeniyle manevi tazminat isteme koşulları bu eylem yönünden oluşmadığı için buna değinen bozma kararı yerinde olup uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
Duruşma sonrası dışarı da söylenilen “ne gurursuz kadınsın, istenmiyorsun artık” sözlerinin ise söylendiği ortam itibarıyla yargılama faaliyeti ile ilgili olmaksızın savunma hakkı sınırları içinde söylenmiş sözler sayılması mümkün değildir. Bu sözler kişiyi incitici kişilik hakkına saldırı teşkil eder nitelikte olduğundan, Mahkemece manevi tazminat koşullarının oluştuğu kabul edilerek önceki hükümde direnilmesi uygundur.
Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme hükmünün ilk eylem yönünden uygun bulunup miktar incelemesi yapılmak üzere daireye gönderilmesi gerektiği, ikinci eylem yönünden ise Özel Daire kararı gibi bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan her iki eylem yönünden de direnme uygun bulunarak miktar incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Sevinç TÜRKÖZMEN Zeki GÖZÜTOK
Üye Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 14’ü DİRENME UYGUN DAİREYE 4’ü BOZMA, 2’si ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
BİLGİ : “Boşanma davası dilekçesindeki para karşılığı cinsel ilişki ifadesi kişilik haklarını ihlal etmez” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 20 Ekim 2020 tarihli kararı için bkz.